31. Bölüm

SENSİZ BİR BEN

Sedef Akmaz
sedeffa

 

Gözlerim karanlığa direnerek ağır ağır aralandığında, odanın keskin beyazlığı içime doldu. Hafif bir uğultu kulaklarımda yankılanıyordu; belki uzak bir rüzgâr, belki de zihnimde hâlâ yankılanan çığlıklar... Nefes almak garip bir çabaya dönüşmüştü. Ciğerlerim bu dünyaya ait değilmiş gibi zorlanıyor, kalbimse ağırlığının altında eziliyordu.

 

Başımı çevirdiğimde, Elâ'nın gözleriyle karşılaştım. Yanaklarından süzülen yaşlar kuruyup iz bırakmış, bakışları sessiz bir feryat gibi üzerime kapanmıştı. "Güneş..." diye fısıldadı, sesi kırılgandı. Ama o bakışlardaki umutsuz teselli arayışı, içimdeki yaranın daha da derinleşmesine neden oldu.

 

Konuşmaya çalıştım ama kelimeler boğazıma düğümlendi. Göz kapaklarımı yeniden kapatıp sessizliği geri getirmek istedim ama dünya peşimi bırakmıyordu. Kendi içimden, hissettiğim tarifsiz acıdan kaçamıyordum.

 

Pencerenin önünde Şafak duruyordu. Varlığı her zamanki gibi sakin, kontrol altındaydı. Ama omuzlarındaki yük, taşıdığı sessizlikle birlikte odada yankılanıyordu. Onun bile acıyı bastıran duruşu, içimdeki boşluğu doldurmaya yetmiyordu.

 

"Geri dönmeyeceğim..." dedim kısık bir sesle.

 

Elâ irkildi. Şafak’ın omuzları kaskatı kesildi.

 

"Buraya ait değilim." diye devam ettim. "Onun olduğu yerdeyim."

 

"Güneş..." Elâ bir adım daha yaklaştı. Gözlerinden süzülen yaşlar sessizdi, ama varlıkları ruhumu sarsıyordu. "Bizi bırakmadın. Hâlâ buradasın."

 

"Beni bırakması daha iyiydi. Ben kimsenin yükü olmayı hak etmiyorum. Üstelik sebebi ben iken."

 

Elâ’nın elleri ellerime uzandı. Dokunuşu soğuktu ya da belki benim tenim fazla donuktu. Şafak hareket etmedi ama bir an gözlerime kilitlendi. Onun da zihninde aynı anılar dönüyordu. O da yanıbaşımdaydı.

 

Ve sonra Timuçin'in gözleri...

 

Gözlerimi sımsıkı kapattım. Çünkü hatırlamak, yeniden kırılmak demekti. Çünkü o bakışlar artık sadece yaşanamamış anların yankısıydı.

Sesim kulaklarımda çınladı.

"Hâlâ genç ve güzelken..."

 

Bu söz, bir razı oluş değil, bir dilekti. Ama benim için... Benim için bitiş, bir mezara kazılmıştı ve geriye yalnızca kör bir inatla yürümek kalmıştı.

Bir an için geçmişe gittim. Timuçin’le geçirdiğimiz o sessiz akşam... Yıldızlara baktığımız, birbirimize anlamsız sözlerle bile huzur verdiğimiz o gün. "Hayat kısa," demişti. "Ama sevdiğin insanlarla geçirdiğin her an, sonsuzmuş gibi hissettirir." Şimdi o anlar... bir yanılsama gibi geliyordu. Timuçin’in yanında hissettiğim sonsuzluk, şimdi sadece bir yokluğa dönüşmüştü.

 

"Onu sevmiştik..." diye fısıldadım, belki kimse duymasın diye, belki de sadece içimde yankılansın diye. Ama odanın dört duvarı bile bu itirafı taşıdı.

 

"Güneş?"

 

Şafak’ın sesi odada yankılandı. Elâ’nın elleri bedenime uzandı. Varlıkları üzerime ağır bir yük gibi çöktü. Gözlerimi açtım ama her şey silik, bulanıktı.

 

---

 

Odanın duvarları üzerime kapanıyor gibiydi. Her nefes alışım, içimde yankılanan boşluğa çarpıp geri dönüyordu. Ellerim, gözlerim, hâlâ Timuçin'in yokluğuna uzanıyordu.

 

Ve sonra... O anı.

 

Beni yutan, beni paramparça eden o an...

 

Ellerimde hissettiğim soğuk bedeni, onun gözlerine bir daha asla bakamayacağımı bilmenin dehşeti...

 

Göğsüm daraldı. Nefesim sıkıştı. Panik dolu bir uğultu kulaklarımı doldurdu. Ellerim istemsizce havada titredi.

 

"Hayır... Hayır!"

 

Kelimelerim boğuluyordu. Tıpkı içimdeki Güneş gibi...

 

Şafak bir şeyler söyledi ama ulaşmadı bana. Ayak sesleri yaklaştı ama kurtulamadım. Boğuluyordum.

 

Sonra bir çift el omuzlarıma dokundu. Yatağa bastırıldım. Şafak... Ellerin sahibi oydu.

Onun güçlü dokunuşları bile yetmiyordu.

 

"Güneş, sakin ol. Buradasın. Nefes al."

 

"Ben... yapamıyorum!"

 

Nefes almak, dünyadaki en zorlu şeydi. O yokken, dünya benim için nefessiz kalmıştı.

 

Ben yatakta direniyordum. Gözlerim hiçbir şeyi görmüyordu. Zihnimde dönen çığlıklar, kollarımın arasına aldığım o cansız bedenin soğukluğu...

 

Sonunda bağırarak ağlamaya başladım.

 

O sırada hemşirenin sesi odaya doldu. “Derin bir nefes al, tamam mı?”

"Her şey geçecek, Güneş. Bu fırtına da dinecek..." dedi Şafak.

 

İğnenin ucu tenime değdiğinde önce hiçbir şey hissetmedim. Sonra sıcak bir dalga bedenime yayıldı.

Titremem durdu. Çığlıklar, yerini derin bir sessizliğe bıraktı.

Şafak ellerini gevşetti, ama başımdaki eli hâlâ yerindeydi.

 

"Bırakmayacağım seni..."

Gözlerim ağır ağır kapandı. Ne zaman uykuya daldım bilmiyorum.

Ama o an bile, içimde hâlâ Timuçin vardı.

 

 

 

 

Bölüm : 10.03.2025 12:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...