8. Bölüm

8. Bölüm

Sedef sedef
sedefinyo

Öncelikle, önceki bölümün son kısmını okumanızı rica ediyorum bölümü anlamanız açısından, teşekkürler.

 

---

Soğuk metalin avuç içime oturan ağırlığı, bu geceye dair en somut şeydi. Ellerim, kılıfındaki silahın kabzasına hafifçe baskı yaparken zihnim sahada yaşanabilecek her ihtimali tarıyordu.

Operasyon öncesi hazırlık her zamanki gibi disiplinli ama sessizdi. Masanın üzerine dizilmiş mühimmatlar, gece görüş dürbünleri…

Tüm tim tek tek silahlarını kontrol ediyor, susturucuları takıyor, telsizlerini ayarlıyordu. Kampta yankılanan hafif uğultu, savaş öncesi gelen ölümcül sessizliğin bir parçasıydı.

“Silah kontrollerini tamamlayın. Beş dakikaya çıkıyoruz.” dedim, sesim her zamanki gibi sertti ama içimde bir şeyler ağırlaşmış gibiydi.

Gözüm Yavuz’un boş kalan köşesine kaydı. Normalde şimdi, her zamankiler gibi tüfeğini temizleyip hafif bir espri yapar, gerginliği dağıtırdı belki de. Ama bu sefer buraya oturan kimse yoktu. Yavuz, aldığı yaradan dolayı operasyona katılamamıştı. Ama bu bir savaş sahasıydı, hislerimin lüksü yoktu.

Doğukan, susturucusunu takarken bana kısa bir bakış attı.

“Beliz, bu iş bana biraz fazla temiz geliyor.” dedi alçak bir sesle.

Kaşlarımı çatıp gözlerimi ona çevirdim.

“Ne demek istiyorsun?”

“Fatih. Onun kamplarına yapılan baskınlar genelde… kanlı geçer. Ama istihbarata göre burada yoğun bir hareketlilik yok. Sanki özellikle terk edilmiş gibi.”

Bu cümle içimde bir yerleri harekete geçirdi. Doğukan haklıydı. Araştırmalarıma göre Fatih’in tarzı bu değildi. Ama artık fazla düşünme zamanı yoktu. Emir verilmişti ve biz yola çıkıyorduk.

---

Sınırı geçtiğimizde, çevredeki gerginlik iliklerimize kadar işliyordu.

Motorun hafif uğultusu dışında tek bir ses bile yoktu. Çölde gece vakti ilerlemek her zaman tedirgin edici olmuştur ama bu gece farklıydı. Sanki her şey olması gerekenden daha sessizdi. Gözlerimi etrafa gezdirirken, eski taş evlerin, çamurlu yolların ve terk edilmiş barakaların arasından hızla ilerledik.

Araç durduğunda, hepimiz hızla ve sessizce kamyonetin kasasından atladık. Tüfeğimi omzuma yasladım, gözlerimi karanlığa odakladım.

“Hüseyin, gözetleme yap.” dedim. Hüseyin, gece görüş dürbününü hızla gözlerine yerleştirip çevreyi taramaya başladı.

Gözlerimi kamp alanına çevirdim. Her şey fazla sakindi.

Eskiden burada bir kampın olduğu belliydi ama ortada pek bir şey kalmamıştı. Ne düzgün bir muhafız hattı, ne devriye gezen adamlar… Yalnızca yere savrulmuş birkaç boş kutu, etrafa saçılmış kıyafetler ve devrilmiş çadırlar.

“Giriyoruz. Dikkatli olun. Kulaklıklarınız açık olsun, kapatırsanız denk düşmeyelim” diye fısıldadım.

Telsizden gelen bip sesiyle birlikte ekip harekete geçti. Gece görüş gözlüklerimizle ilerlerken, içimde beliren huzursuzluk artıyordu. Gözlerim sürekli gölgeler arasında bir şeyler arıyordu ama tam olarak ne aradığımı bilmiyordum.

Oktay önden ilerleyerek eski bir çadırın içine göz attı.

“Burası en fazla bir iki saat önce terk edilmiş.” dedi.

İşte tam o anda, içimde çakan kıvılcım gerçeğe dönüştü. Bu bir pusu olabilir.

Ve sonra ilk kurşun sıkıldı.

Bir anda ortalık mermi sesleriyle yankılandı. Çatılardan açılan keskin nişancı ateşi, gecenin sessizliğini parçaladı.

“Kapaklan!” diye bağırdım ve anında dizlerimin üzerine çökerek bir duvarın arkasına sığındım.

Doğukan ve Gökhan yan taraftaki bir binanın köşesine siper aldılar. Oktay, bir kaçış noktası bulmaya çalışıyordu.

Nefesimi kontrol altına alıp tüfeğimi doğrulttum. Nereden ateş açıyorlar?

Gecenin içinde hareket eden gölgeleri izleyerek hızlıca nişan aldım ve tetiğe bastım. Bir eksildi.

“Binaya girin, burada açık hedefiz!” dedim.

Doğu, hızla duvar dibine doğru sürünerek ilerledi. Gözlerim hızla çevreyi taradı. Kaç kişiler?

Mermiler üzerimizden vızıldarken, aklımdan geçen tek şey Fatih’in burada olup olmadığıydı. Eğer burada değilse, nereye gitti?

İçimdeki sezgiler, bu işin bitmediğini söylüyordu. Bu, sadece bir başlangıçtı.

-

Kurşunlar sıkılmaya devam ederken, reflekslerim devreye girdi. Göğsüme bir ağırlık çöktü, kulaklarımda çınlayan silah sesleri yankılandı. "Kapaklan!" diye bağırdım.

Doğu, Gökhan ve diğerleri hızla siper alırken, ben bir taş duvarın arkasına çekildim. Gecenin içinde yankılanan mermiler kulaklarımı sağır ederken, gözlerimi karanlığa odakladım. Düşman sayısı fazla değildi ama avantajlı pozisyondalardı. Keskin nişancıları vardı.

"Üstten geliyorlar!" diye seslendi Hüseyin.

Kafamı hafifçe kaldırın gece görüş dürbünümle çatılara baktım. Göremiyordum. Ama içgüdülerim bana orada birilerinin olduğunu söylüyordu. Doğu hemen yanımda pozisyon aldı, dürbünlü tüfeğini kurarak çevreyi taradı.

"Bizi burada tutmaya çalışıyorlar. Kafamızı çıkarırsak yerimizi alırlar." Bunu kabul edemezdik. Burada sıkışıp kalırsak, düşmanın inisiyatifine teslim olurduk.

"Onları bulup indirmen gerek." dedim. Doğukan, nefesini kontrol altına alarak dürbününü hizaladı. "Bana otuz saniye ver."

Siper aldığım taş duvarın kenarından yavaşça dışarı baktım. Karanlıkta hafif bir kıpırdanma... Bir gölge... İşte oradaydı.

"Doğu, sol çatı! Bacanın arkasında!"

Doğu, tüfeğini o yöne çevirdi. Nefesini tuttu. Gözleri, dürbünün arkasında odaklandı. O an hava bile ağırlaştı.

Keskin nişancı düellosunda, ilk hata yapan ölürdü.

Zaman yavaşlamış gibiydi.

Bam! 

Doğu'nun tetiği çekmesiyle, çatının kenarında bir karaltı düştü. Temiz. Ama işimiz bitmemişti. Bir patlama sesiyle sarsıldık. Biri el bombası fırlatmıştı!

"Dağılın!" diye bağırdım.

Hızla geri çekildik, patlamanın etkisiyle hava toz ve taş parçacıklarıyla doldu. Kulaklarım uğuldayarak, silahımı kaldırdım ve rastgele sıkan bir teröristi görebildiğim an tetiği çektim. Bir eksildi.

Hüseyin diğerlerini işaret etti. "Daha iki kişi var!"

Bu iş daha fazla uzayamazdı. "Baskıya geçiyoruz!" dedim.

Hüseyin, susturuculu tabancasıyla ilerledi, Doğu yeni bir pozisyon aldı ve kalan düşmanları tek tek indirdik. Bir dakika sonra, kamp tamamen temizlenmişti.

Ama Fatih yoktu.

-

Gecenin ayazı, üzerimize çöküyordu. Bedenimiz yorgundu ama zihinlerimiz daha da yorgundu.

Bu kadar ağır bir çatışmanın ardından Fatih'in burada bile olmaması sinirlerimizi geriyordu. Çevreyi kontrol ettikten sonra, konaklamak için önceden keşif yaptığımız, güvenli ve terk edilmiş köye yöneldik.

Bu sefer hata yapmayacaktık.

--

Terk edilmiş köye vardığımızda, gecenin ayazı iyice yüzüme çarpıyordu. Çatışmanın ardından yorgunluk, üzerimize kara bir bulut gibi çökmüştü.

Eski taş evlerden birine girerken, yerlerde kırılmış tabaklar, devrilmiş sandalyeler ve toza karışmış kan lekeleri gördüm. Burada bir şeyler olmuştu ama bu çok eskiydi.

“Burası temiz.” diye seslendi Hüseyin.

Oktay, kapının yanına geçip telsizini çıkardı. “Komutana bilgi geçiyorum.”

Telsizden cızırtılı bir ses yükseldi. “Durumu bildir Oktay.”

Oktay hızla özet geçti. “Fatih burada değil. Kamp boşaltılmış. Terör unsurları etkisiz hale getirildi. Operasyon noktası değiştirildi, şu an güvenli bir bölgede konaklıyoruz. Emir bekliyoruz.”

Cevap kısa ve netti. “Orada kalmaya devam edin, yerinizi tespit ettik. Yeni talimatlar tarafınıza iletilecek.”

Oktay son bilgileri aldığında etrafı incelemeye başladım.Terk edilmiş evin içi, yılların getirdiği toz ve pas kokusuyla doluydu. Çatlamış duvarlar, tavanın köşelerinde birikmiş örümcek ağları ve yerdeki kırık seramikler, buranın uzun süredir kullanılmadığını gösteriyordu. Ama burası, şu an bizim için en güvenli yerdi.

Odaları kontrol ettikten sonra Hüseyin içeriden seslendi:

“Komutanım, burada sağlam bir yatak var!”

Herkes sese doğru yöneldi. Küçük bir odada, nispeten temiz kalmış, tahta ayaklı eski bir yatak duruyordu. Üzeri ince bir toz tabakasıyla kaplıydı ama diğer yerlere kıyasla daha düzgün görünüyordu.

Gökhan yatağa yaklaşıp elini üzerinde gezdirdi. “Biraz temizlersek iş görür.”

Gözler bana döndüğünde, içimde bir huzursuzluk belirdi. Ne demek istediklerini anlamıştım.

“O yatakta sen yatmalısın Beliz.” dedi Doğukan, kesin bir ses tonuyla. “Biz alışkınız. Senin böyle bir yerde yatmana gerek yok.”

“Ben de alışığım.” diye karşılık verdim anında. Sert çıkmıştım ama umursamadım.

Oktay başını iki yana salladı. “Kusura bakma ama hayır. Hepimiz buradayız, sen bizim için değerlisin. Yerde yatacak halin yok, komutanım.”

Gökhan odadan çıkıp birkaç dakika sonra elinde eski bir battaniyeyle geri geldi. “Bunu buldum. Yatağın üzerini örtersek daha temiz olur.”

Tartışmaya devam etmenin anlamı yoktu. İç çekerek silahımı yere koydum ve yatağın yanına oturdum. Bir kadın olarak savaş ortamında bazen bu tür şeyler yaşamak zorundaydım. Onlara minnettardım ama aynı zamanda bir yük gibi hissetmek de istemiyordum.

Yatak yavaşça hazırlanırken, diğerleri kapının önüne geçip nöbet sırasını belirledi. Hüseyin önce nöbet tutacağını söyledi, ardından Oktay devralacaktı. Ben ise silahımı başucuma koyarak sessizce yatağa uzandım.

Gözlerimi kapattığımda, çatışmanın ağırlığı hala üzerimdeydi. Burada olmayı seçmiştim ama bazen, gerçekten neyin içine düştüğümü sorgulamadan edemiyordum.

---

İlk geceyi geçirdiğimizde, sabah olduğunda her şey daha da netleşmişti. Burada beklememizin bir anlamı vardı. Ama ne?

İkinci günün akşamı, hava kararmaya başladığında, beklediğimiz şey geldi.

Köyün girişinden bir adam belirerek yavaşça ilerliyordu. Üzerinde eski püskü kıyafetler vardı, bir elinde torba, diğerinde eşeğinin ipini tutuyordu.

Gözlerim anında ona kilitlendi. Bu bir tesadüf olamazdı.

Adam, bizim konakladığımız evin kapısına yöneldi. Tamer’le birlikte silahlarımızı hazır tuttuk.

Sonra kapıyı üç kez tıklattı.

Tok. Tok. Tok.

İşte o anda her şeyin değişeceğini anladım.

Göz göze geldik. Ben hafifçe başımı sallayınca, Tamer kapıyı açtı. Adam içeri süzüldü, ardından hızla kapıyı kapattık.

Yüzündeki çizgiler derindi, sesi kısık ve sakindi. “Vakit geldi.”

İçimde bir şeyler kıpırdandı.

O gece aldığımız talimatlar, belki de her şeyi değiştirecekti.

---

Şafak sökmeden önce ekip hazırdı.

Silahlarımızı kuşandık, planı gözden geçirdik ve sessizce geceye karıştık.

Bu sefer, Fatih’i elimizden kaçırmayacaktık.

---

Operasyon başladığında, her şey kusursuz ilerliyordu. Sessiz hareket ettik, nöbetçileri susturucu takılı tüfeklerimizle etkisiz hale getirdik ve Fatih’in olduğu binaya ilerledik.

Doğukan binanın dışarısında konum almıştı. Ben, Gökhan ve Oktay ise eve girip Fatih'i alacaktık. Hüseyin ise camdan girip bize destek atacaktı. Her şey hazırdı.

Oktay, kapıyı yavaşça açtı ve sessizce birbirimizin arkasını kollayarak içeri girdik. Bina 3 katlıydı, merdivenler çok eski görünüyordu. Elimle onlara aşağı işaret ederek yukarı çıkacağımı gösterdim.

Gökhan onunda benimle geleceğini gösterse de buna izin vermedim, ona sert bakışlarımla yapmasını gerekeni ima edip merdivenlerden tırmanmaya başladım.

Karşıma çıkan odalardan birkaçının kapısı kapalı olsa da önümdeki kapı azıcık açıktı, Fatih'in burda olduğunu tüm hücrelerimde hissediyordum.

Kapıyı yavaşça tutup silahımı rahat pozisyona getirdim. Kapıyı ittirip açınca ordaydı. Fatih’i gördüm. Bu sefer kaçamayacaktı.

Ama her şey bir anda değişti.

Ensemde hissettiğim kabzanın vuruşuyla, bilincim kaybolmaya başlamıştı bile. Silahımı kaldırmaya çalıştım ama çok geçti. İki soğuk namlu sırtıma dayanmıştı.

Fatih’in yüzündeki gülümsemeyi gördüğümde anladım.

Burdan çıkmak öyle kolay olmayacaktı.

 

Selammm,

Arayı çok açtım evet, ama uygulamanın gelişmesini bekledim biraz da burda yazmak aşırıı zorrrrr.

Neyse bölüm hakkında düşüncelerin neleeerrrr buraya yazın lütfen.

Bir de

Okursunuz di mi?

Lütfen okuyuuunnnnn

Kendimi geliştirdim ama değil mi hissediliyor bu bölümde benceeee

Sevgilerle kalın, öptümmm 💗🪽

​​​​

 

Bölüm : 11.02.2025 23:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...