35. Bölüm

35.BÖLÜM

Sedef Özçelik
sedefozclkk

 

BÖLÜM ŞARKISIBORA DURAN GÜL SENİN TENİN

 

 

35. BÖLÜM

MAYIS

 

 

 

"Defne. Neyin var? Ne saklıyorsun benden?" Dedi öfkeyle.

 

Nasıl halledeceğimi bilemediğim için derin bir nefes aldım ve bende ayağa kalktım.

 

"Boran şöyle ki."

 

"Defne, lafı evirip çevirme."

 

Ben konuşmaya başlayacaktım ki Murat konuştu. Her şey mahvolacaktı.

 

"Dostum bir sakin olur musun? Her şeyi bu kadar yüksek yaşamak zorunda mısın? Kadınsal mesele.."

 

Boran zekiydi. Lafı evirip çevirdiğimizin farkındaydı.

 

"Murat! Gerçeği söyleyecek misiniz? Yoksa Defne'yi Aysel hanıma ben mi götüreyim?"

 

Aysel hanım kimdi? Kadın doğum uzmanı mı?

 

İşe el atma sırası gelmişti. "Düzenli regl olmuyordum. Stresten kaynaklandığını biliyorum ama destek almam gerektiğini düşündüm. O yüzden Murat'tan iyi bir doktor bulmasını rica ettim." Dedim, bir çırpıda. Gözlerime bakıyordu. İnanmış mıydı bilmiyorum ama sakinleşmişti.

 

"Bana neden söylemedin?"

 

"Senin aklın sürekli bendeydi. Bir de bununla uğraşmanı istemedim."

 

"Sen hepsinden daha önemlisin Defne."

 

Uzanıp omuzlarıma tutundu ve beni tek hamlede göğsüne sardı ve dudaklarını saçlarıma yasladı.

 

"Murat en yakın zamanda Aysel hanım'dan randevu al bize."

 

"Tamam, olur." Dedi Murat ama bakışlarını benden çekmiyordu.

 

"Mert bugün burda kalsın diyeceğimde, ne zaman vurulsa uyandığında kaçıyor. Muhtemelen yine öyle olacak. İlaçlarını almayı unutmasın." Dedi Murat ve ardından sıkıntılı bir nefes verdi.

 

"Tamam merak etme." Diyen ise Boran'dı. Az öncenin aksine gayet sakindi.

 

"Hadi görüşürüz." Dedi ve Murat odadan çıktı.

 

"Aysel Hanım kim?" Dedim.

 

"Bizim ailenin kadın doğum uzmanı. Annemle o ilgilenir. Onun da ufak tefek sorunları var."

 

Kafamı anladım dercesine salladım. Bu randevuya gitmemeliydim. Bir şeyler uydurmalıydım ama bunu sonra düşünecektim.

 

 

Boran, hastanenin kantinine inmişti. Kahve alıp gelecekti. Bende Mert'in yanında kalmıştım. Pencereden dışarıya bakarken Mert'in sesiyle döndüm.

 

"Ne oldu lan bana? Hayatımın en uzun uykusuydu."

 

"Abartma Mert. 2 saat bile olmadı."

 

"Tamam işte uzunmuş."

 

Gözlerimi devirdim. "Mert. Sana bir şey sormak istiyorum."

 

"Acil mi?"

 

"Sadece Merak." Dedim.

 

Kafasını sor anlamında salladı. "Emir ve Nisa.. Sami'nin yeğeni demiştiniz. Onlar da mı kuzenimiz?" Sabahtan bu yana bunu düşünmüştüm ve unutmadan hemen sormalıydım.

 

"Onlar bizim hiç bir bokumuz değil."

 

"Küfür etmesen olmuyor değil mi Mert?"

 

"Sami'nin üvey kardeşleri. Yani o öz sanıyor ama hiç biri öz değil çünkü babası Reşat Güntekin değil."

 

Babası o değildi. Babası büyükbabamdı.

 

"İyi." Dedim sessizce. En azından onlar kuzenim değildi.

 

"Abim.." diyecek oldum ve Mert beni susturdu.

"Her yerde konuşmamalısın Defne." Dedi. Haklıydı. O da görevdeydi ve kendini belli etmemeliydi. Hakkını vermeliydim. İyi oynamıştı bu zamana kadar.

 

Ben öylece dururken içeri Hakan girdi. Neşesinden ve güler yüzünden hiç bir şey kaybetmemişti.

 

"Alemin en yakışıklı erkek babasına selam verin!"dedi heyecanla.

 

"Erkek mi olacak?"dedim bende aynı heyecanla. Arkasından ise Beril girdi. Karnını tutuyordu. Üzerinde siyah bir elbise vardı. Saçları açık karameldi ve iyice uzamıştı. Normalde bu kadar uzatmazdı ama vaktinin olmadığına emindim. Ona yürüyüp kocaman sarıldım.

 

"Çok sevindim Beril. Hayırlı olsun."

 

Aynı şekil Hakan'a da sarıldığımda Mert'i izledim.

 

'Hayırlı olsun' der gibi kafasını salladı. O herkesle arasına bir karış koyuyordu. Bu sayede kimse onu çözemiyordu.

 

"Ee Hani nikahta söyleyecektiniz?" Dedim heyecanla.

 

"Hakan dayanamadı ki!" Dedi sinirle Beril.

 

"Aşkım nasıl dayanayım? Geceleri uyku uyuyamıyorum Meraktan. Öğrenelim bitsin bu işkence dedim bende!" Hakan gülümsedi ama Beril suratını asmıştı.

 

"İşkence mi diyorsun sen bu halimize?" Dedi Beril. Son günlerde alıngan mı olmuştu?

 

"Hayır aşkım. Asla. Benim en güzel, en mutlu anılarım sensin." Dedi Hakan.

 

Mert ise kafasını sola çevirdi. 'Kusacağım şimdi.' Dediğini duyar gibi olmuştum.

 

"Mert Yine vurulmuşsun lan. Dokuz canlısın diyeceğimde. Sen dokuzunu da harcadın amın.." dedi ve durakladı. Küfür ettiğini anlayınca sustu. "Pardon yenge, pardon aşkuşum Beril." Sonra ise Mert'e baktı. "Sana pardon yok lan."

 

"Tövbe Estağfirullah." Dedi Mert.

 

"Efendim?" Dedi Hakan. Aralarında hep bir zıtlık vardı. Birbirlerini seviyorlar mıydı? Nefret mi ediyorlardı? Anlayamıyordum.

 

"Sabır diyorum Hakan. Sabır."

 

"Allah sabır versin Kardeşim." Dedi Hakan en hınzır haliyle. "Ee Bor madenim nerede? Ona erkek adamın nasıl erkek evladı olurmuş ders vermem gerekiyor." Diye ekledi.

 

"Hakan bence susmalısın." Dedi Beril. Bizim durumumuzu biliyordu ve bununla ilgili yorum yapmıyordu. O her zaman başkalarının hayatına saygı duymuştu.

 

Mert ise ayaklandı. Onu hemen durdurdum. "Ne yapıyorsun Mert? Yat şuraya."

 

Mert sadece bakarken, Hakan ellerini Beril'e daha çok sarıp konuştu. "Bırak onu Defne. Bir şey olmaz ona. Beyninden vuruldu ölmedi bu puşt."

 

"Ne?" Dedim gözlerim ayırırken.

 

"Abartıyor." Dedi Mert.

 

"Lan ne abartması. Azrail'e kafa tutan bir sen, bir de İbrahim Tatlıses." Dedi Hakan. Son söyledikleriyle kendimi tutamamış bende kahkahayı basmıştım.

 

Bu sırada ise odaya Boran girmişti. Ellerinde tepsi tutuyordu.

"Hayırdır neye gülüyorsunuz?" Dedi. Kahveleri dağıtırken. Bana ise meyvesuyu getirmişti. Nedenini sorgulamadan uzattığı bardağı almıştım ama içimde onun şüphelendiğine dair bir his vardı.

Sultan hanım söylemiş olabilir miydi?

 

"Mert'in 10.kez dört ayağının üstüne düşmesine gülüyorduk aşiretimin gülü." Dedi Hakan. Boran'ın yanağından da makas almayı unutmadı.

 

"Bu sefer ki önemli bir şey değil ya. En azından beyninden vurulmadı." Dedi Boran. Bir eli cebindeyken diğer elinde kahve vardı. Herkese baktıktan sonra mutlaka bakışları bana dönüyordu.

 

"Bir saniye ya. Beyninden vurulma hikayesi gerçek mi?" Dedi Beril.

 

"Maalesef." Dedi Boran.

 

"Berilaşkım. Ben sana Mert demirden diyorum. İnanmamış mıydın?"

 

"Demiştin ama.."

 

"Bi susun lan. Hayatımda bu kadar kelimeyi bir arada duymadım ben." Dedi Mert bıkmış bir sesle.

 

"Beril nasılsın?" Dedi Boran. Sesini birden bire sertleştirmişti. Az önce ki eğlenceli ses tonu kaybolmuştu.

 

"İyiyim Boran. Sen nasılsın?" Beril'in de ses tonu değiştiğinde bir şeyler olduğunu anlamıştım. Aralarının çok samimi olmadığını biliyordum ama ilk defa bu kadar ciddi konuşuyorlardı. Beril'e 'neler oluyor?' bakışı atsam da bir cevap vermemişti. Gülümseyip kafasını çevirmişti.

 

"İdare eder." Dedi Boran. Sonra ise devam etti. "Bebek nasıl? Bir sorun yok inşallah."

 

"Ya şu kardeşine bir bak. Babasına bak oğlunu al Boran." Dedi Hakan kollarında ki kasları gösterirken.

 

"Bir saniye, doğru mu duyuyorum? Erkek mi dedin?"

 

"Tabii lan."dedi Hakan.

 

Boran ise gülümseyip sarılmıştı. "Tebrik ederim." Dedi ikisine de bakarak. Sonra ise kulağıma eğildi. "Merak etme. İlk kız çocuğu bizden." Dedi gözlerini kırparak. Cinsiyetini bilmiyordum. Benim için çokta önemli değildi ama Boran'ın kız çocuğu istediğini biliyordum.

 

Ona söylemek için çok heyecanlı olsam da ne olacağını bilemediğim bir geleceğin içinde kaybolmak istemiyordum. Ne istediğinden ve ne planladığından emin olmam gerekiyordu.

 

"Ee bunu ne zaman kutluyoruz?" Dedi Hakan.

 

"Sıçtık. Bu bize her boku kutlatacak." Dedi Mert. Haksızda sayılmazdı. Hakan her zaman mutlu olacak nedenler bulabiliyordu.

 

"Al benden de o kadar Mert." Dedi Boran.

"Defne yoruldu bugün. Sonraya kalsın bu kutlama." Dedi Boran.

 

"Yok, iyiyim ben." Dedim. Boran bana bir adım atıp tekrar kollarının arasına aldı ve alnımın sağ tarafına küçük bir öpücük kondurdu.

 

"Emin misin? Solgun duruyorsun."

 

"Solgun mu duruyor? Az önce kız kaçırılıyordu amına koyayım." Dedi Mert.

 

"Ne?" Diye şaşıran ise Beril ve Hakan'dı.

 

"Egemen Zorlu. Beni tehdit edebileceğini sanıyor." Dedi Boran.

 

"Ve Defne'nin abisini de." Dedi Mert.

 

Hakan ise surat ifadesini ciddileştirdi. "Kafam almıyor artık lan. Kim düşmanımız, kim dostumuz? Amacımız ne lan bizim?"

 

"Bu şerefsizleri piyasadan silmek." Dedi Boran. İlk defa ne istediğini dile getiriyordu. Normalde bizim yanımızda çok konuşmazlardı.

 

"Neden amına koyayım neden? Başa sen mi geçecen?" Dedi Hakan. Oda yorulmuştu bu olanlardan.

 

"Saçmalama Hakan. O topluluğun içine girmek için ne kadar pislik olmak gerektiğini en iyi sen biliyorsun. O iğrenç heriflerin içine girmek istemem ben."

 

Bahsettiği topluluk Label topluluğu muydu?

 

"Napacaksın lan o zaman o kadar malı, silahı?"

 

"Vardır bir zamanı." Dedi Boran.

 

Mert ise sessizce onları dinliyordu. Eminim ki ezberlemeye çalışıyordu çünkü gidip abime yetiştirecekti.

 

"Zorlu'lardan aldığın çocukları güvenli bir yere yerleştirdin mi Mert?"

 

"Güvende." Dedi Mert. Yatakta hafif doğrulmuştu ve kalkmaya çalışıyordu.

 

"İyi." Dedi Boran. "Hakan Bilekliklerin işe yaradı bu arada."

 

"Nasıl benim verdiğim bileklikler mi?"

 

"Evet."

 

"Rusya'dan gelenler mi?"

 

"Aynen ondan." Dedi Boran.

 

"Biliyordum lan Biliyordum! Mert'i onun sayesinde kurtardın değil mi? Ne oldu lan yarra.."diyecekti ki Boran araya girdi.

 

"Hakan.. Abartma kardeşim."

 

"Abartma mı? Ben olmasam ölmüştü bu puşt. Bilekliklerle saatlerce dalga geçmişti. Ne oldu lan Mert?"

 

"Hala aynı fikirdeyim. Kendimizi koruyamayıp adam çağıracaksak kafamıza sıkalım daha iyi." Dedi Mert. Canını hiç önemsemiyordu ama ben önemseyecektim bundan sonra.

 

"Niye çağırdın lan o zaman Boranı?"

 

"Defne var diye." Dedi Mert. "O olmasaydı halletmiştim." Diye de ekledi.

 

"Hakan haklı Mert. Bazen başa çıkamayacağımız durumlar olabilir. Bu teknoloji işimize yarar. Hepinizin bu bilekliği takmasını istiyorum. Emin olmadan basmayın yeter."

 

"Nereden buldunuz bu bilekliği?" Dedim Boran'ın koluna bakarken.

 

"Hakan özel yazılım geliştirdi." Dedi Boran.

 

"Hakan, teknolojiyle bu kadar ilgili olduğunu bilmiyordum." Dedim.

 

"Bilgisayar mühendisliği okudum ben yenge. El mecbur şirket CEO'su oldum."

 

"El mecbur olduğun şeye bak aşkım. Bir çok insanın hayali." Dedi Beril. Çok haklıydı.

 

"Benim hayalim sensin bebeğim." Dedi Hakan Beril'e sarılırken. Beril hemen gülümsemeye başlamıştı. Boran'ın onlara baktığında yüzünü tersçe çevirdiğini görmüştüm. İlk defa fark ediyordum ama Boran ve Beril birbirlerine hep terslerdi. Bunu mutlaka ikisine de sormalıydım.

 

"Ee akşam 9'da Griea'da görüşürüz o zaman." Dedi Hakan.

 

"Bugün şart mı? Mert daha iyileşmedi yarın yaps.." diyecek oldum ki Mert kestirdi.

 

"Benim için sorun yok."

 

Bu kutlamayı Boran hariç hepsi istiyor gibiydi. Sanki hepsi bir şeyler biliyorda ben bilmiyor gibi hissetmiştim.

 

"İyi o zaman Mert içinde sorun yoksa akşam görüşürüz." Dedi Boran.

 

Hastaneden çıkıp arabaya bindiğimizde herkes farklı arabalara binmişti. Önümüzde de arkamızda da bir çok koruma vardı. Mert ise onların yanında bir yere binmişti. Boranla ben ise arabada yalnız kalmıştık.

 

"Naptın bugün?" Dedi radyonun sesini kısarken.

 

'Ne yapayım? Abimi buldum. En yakın arkadaşının kuzenim olduğunu öğrendim. Ha bir de seninle ilgili bilgiler götüreceğim onlara.' Diyemediğim için "Hiç. Hava aldım biraz." Dedim.

 

"Böyle yapmazdın normalde. Birden bire dışarı çıkasın tuttu."

 

"Bunaldım Boran. Aklımı dağıtmak istedim. Seninde benimle bir şey paylaştığın yok zaten."

 

"Konu ne ara bana geldi Defne?"

 

"Konu hep sendin Boran."

 

"Tamam sustum. Bundan sonra öldürdüğüm adamlardan tut, girdiğim toplantıların saatlerine kadar bildiririm sana."

 

"Gerek yok, ben halledeceğim bunu." Dedim gülerek.

 

Arabayı durdurdu çünkü geleceğimiz yere varmıştık. Boran'ın evindeydik. Hatta villasıda diyebilirdim.

 

"Nasıl halledeceksin? Kırmızı ruj meselesine dönmesin bu da."

 

Kafasını yakınlaştırmıştı. "İntikamımı beğendin mi?"

 

"Böyle intikam alırsan odamızdan hiç çıkamayacağız." Dedi.

 

"Çıkmayalım." Dedim.

 

"Çıkmayalım." Dedi. Dudaklarıma uzandığında bende ona yaklaştım.

 

Öpüşüne karşılık vereceğim sırada camımızın tıklatıldığını duydum. Boran "Bu nasıl zamanlama amınakoya." Diyecekken geri susmuştu çünkü camı çalan Mert'ti. Camı indirdiğimizde konuştu.

 

"Azad Yılmaz burada." Dedi kısaca.

 

Bu ilk gelişi değildi.

 

"Gönder."

 

"Yalnız değil. Sami'yle. Güney Dereli'de burada."

 

İkimizde şok olmuş bir şekilde birbirimize baktık. "Ne?"

 

Abimin burada ne işi vardı?

 

Nefes aldım ve tekrar düşündüm.

 

Abimin ve Sami'nin burada ne işi vardı?

 

Boran hiçbir şey demeden arabadan indi.

 

Sesimi çıkarmadım ama arkasından gideceğimi adı gibi biliyordu. Sessizce suratına baktığımda anladı.

 

Ellerini tuttum ve birlikte ilerledik.

 

Son 1 sene içerisinde bu kadar değişeceğime asla inanmazdım.

O elimi tutuyor diye savaşa tereddütsüz yürüyordum. Korkusuzdum, güçlüydüm.

 

Babamdan nefret ederken, sevmeyi ise yeni öğreniyordum. Onunla yüz yüze gelmek ise korkularımın ufak bir başlangıcıydı.

 

Adımlarımız evin arka kapısına ulaştığında Boran'ın her tarafı incelediğini gördüm.

 

Onları gördüğümüzde ise durduk. Boran'ın gözleri onlardan başkasını görmedi. Bu yüzüyle ilk defa karşılaşmıyordum ama bakışları ilk defa bu kadar sertti.

 

Ben ona bakarken elimdeki elini sertleştirdi. Boyu benden uzun olduğu için kafamı kaldırıp bakmak zorunda kalıyordum. Bugün yine siyahlar içerisindeydi. Saçı özenle taranmıştı ve kolunda saat ve bileklik vardı. Hava hafif esiyordu ama Boran her zaman ki gibi kısa kollu tişört giymişti.

 

Ondan kafamı çevirdiğimde bende çenemi dikleştirdim. Üstümde sabahtan giydiğim etekli blazer takımım vardı ve ayağımda ise çizmeler vardı.

 

O adama baktım. Sonra ise yanındaki adama.Daha sonra ise abime, Güney Dereli'ye.

 

Üçününde inanılmaz benzer yanları vardı. Abim istediği zaman babam kadar korkusuz, Sami kadar ise pislik bir adam olabiliyordu. Merhametli yanını ise bugün bana sarılırken görmüştüm. O yanı ise büyükbabama benziyordu. Onun gibiydi.

 

Abim sabahkinin aksine jilet gibiydi. Takım elbise giyinmişti ve saçları özenle taranmıştı. Yanında ki adamlara ise bakmıyordum. Daha doğrusu bakamıyordum. Biri babam, biri amcam olmasına rağmen.

 

Adımlarımızı hızlandırıp onların tam önünde geldiğimizde Güney Dereli, bana ve ellerimize bakıyordu. Azad Dereli ise sadece gözlerimin içine.

 

"Özlediniz değil mi beni? Doğru söyleyin. Beni görmeden yapamaz oldunuz." Dedi Boran.

 

"Hasretinden prangalar eskittim Boran." Dedi Sami alayla.

 

"Senin gibi pislik bir adama Ahmed Arif'i hiç yakıştıramadım doğrusu."

 

Ahmed Arif, ayrılık şiirleri yazan usta bir şairdi. Büyükbabamda bende çok severek okurduk.

 

"Bende daha neler var Boran Kaya. Boks maçlarından sonra yanıma uğra göstereyim."

 

"Hiç almayayım. Hava kalitemi bozuyorsunuz." Dedi gülümseyerek. Sonra ise devam etti. "Ne ikram etmemi istersiniz?" Alayla sorduğunun farkındaydım.

 

"Dalga geçmeyi bırak Boran. Ciddi bir iş konuşacağız." Dedi babam. Nihayet gözlerini çekmişti üzerimden. Onu görünce içimde oluşan yumruya engel olamıyordum. Kalbimde ki sevgisine yenik düşüyordum. Mert'ten bunun için dersler almam gerekecekti çünkü ben babadan nasıl nefret edileceğini bilmiyordum.

 

"3 ayrı düşmanı bir araya getiren işi merak ettim şimdi." Dedi Boran. Sonra diğer elini cebine koydu ve devam etti. "İçeri geçelim diyeceğimde, pisliklerinizi evime de bulaştırmanızı istemiyorum."

 

Sami, bir adım yaklaştı. "Ağır ol." Dedi.

 

Boran ise daha çok yaklaştı. "Asıl sen ağır ol Sami Dereli."

 

Birbirlerinin gözlerinin içine bakarak konuşuyorlardı. Boran bir adım attığı için ellerimiz ayrılmıştı. Ben hala onun bir adım gerisindeydim. "Size kafasına sıkalım demiştim." Dedi Sami. Hala Boran'a çok yakındı.

 

Güney ise araya girdi. "Kesin şunu. Vaktim değerli benim. Ne konuşacaksanız konuşun ve bitsin şu iş."

 

"Güney'e katılıyorum." Dedi Boran.

 

Sami adamına işaret ettiğinde eline bir kutu geldi. Hepimiz anlamsız gözlerle birbirimize bakıyorduk.

 

Kutunun içinden parmak sensörü çıktı. Ardında ise katlanmış ufak bir kağıt vardı. Sami çıkarıp kağıdı Boran'a uzattığında Güney konuştu.

 

"Label'in başkanı olmuşsun. Tebrik ederim." Dedi abim.

 

Kafamı direkt ona çevirdiğimde sakin ol der gibi baktı ama sakin olamazdım. Label'deki üyelerin işine çomak soktuğu için tüm üyeler deli gibi başkanı arıyordu. Kimliğinin belli olması demek o kişi için ölümden daha beterdi. Bunları bana abim söylemişti ama abim başkanın kendisi olduğunu da söylemişti. Oysa şimdi başkanın Boran olduğunu söylüyordu. Boran'ı ortaya yem olarak mı atıyordu yoksa?

 

Neler dönüyordu yine o kafasında?

 

Boran kahkaha attı. "Hassiktir."

 

Azad ise konuştu. "Label masasında ki tüm ticaret yapanları topladın. Mallar sende, silahlar sende, kızım sende, label sende. Her şey sende. Bu çok fazla canımı sıkıyor Boran. Bırak şu işleri. Bizimle ortak ol. Karşılığında ne istersen yapacağız."

 

"Komik adamsın Azad Yılmaz. Birincisi, Label'e girilecek kuralları sizden daha iyi biliyorum. Oraya girmektense ölmeyi tercih ederim. Aradığınız adam ben değilim. İkincisi ise güçlendiğimi gördüğünüz için yanımda olduğunuzun farkındayım. Götünüz tutuştu değil mi? Yanımda yer almanıza iznim yok. Ben dostumu öldürecek kadar kalleş bir adam değilim. Hiçbir zaman da olmayacağım."

 

"Güçlendiğin felan yok çocuk. Daha çok düşman kazandın. Daha çok adam var peşinde. Olanlarla yetinmemiş gibi bir de yeni düşmanlar ediniyorsun. Eğer bize katılırsan.. seni koruruz."

 

"Senin korumana ihtiyacım var mı sence Azad Yılmaz?"

 

"Defne'nin abisiyle ortak mısın? Label'in başkanını yöneten büyük müdür Çağrı mı söyle?" Dedi Sami hızla silahını kafama yaslayarak.

 

Label'in başkanı abimdi. Onu yöneten de başka biri mi vardı yani?

 

Kafamda silahın namlusu varken benim hala olayları çözmem gerçekten komik duruyordu.

Babam anında Sami'nin kolunu tuttu ama onun beklemeye niyeti yoktu.

 

"Çek silahını Defne'den." Dedi Boran.

 

"Sami. Böyle anlaşmamıştık." Dedi Azad.

 

"Susun lan. Sizin gibi beyinsizler yüzünden kendini bir bok sandı bu çocuk. Hasan Kaya'nın oğlu Boran Kaya. Canımı artık çok sıkıyorsun. Daha fazla sabrım yok. Yanımızda yer al label'deki dostlarımızı da senin yanında yer aldıralım. Karşılığında Çağrı'yı bize ver yeter. Yoksa sıkacağım ikinize de."

 

"Bize bir bakın. Oradan bakınca size mi benziyoruz? Ne Defne abisini satar, ne de ben babamın yetiştirdiği birini satarım. Çağrı umarım hepinizin kökünü kurutur. Ha o kurutmasa da sıkıntı yok. Kafanıza sıkacağım günün hasretiyle yanıyorum." Dedi Boran bana daha çok yaklaşırken. Sami'nin kolunu tuttuğu an silahı kafasına dayadı.

 

Sami'nin ve Azad'ın adamları hemen atağa geçti. Onlar bize silah doğrulturken Boran'ın adamları da onlara silah doğrulttu.

 

Benim ise artık alnımda silah yoktu çünkü tüm silahlar Boran'a doğrultulmuştu. İşte şimdi daha çok canım yanıyordu.

 

Güney araya girdi. "İndirin şu silahları. Bak Boran. Bu parmak izi sana ait. Label'e maskelerle girildiği için parmak izleri kanıt sayılır. Seni başkanları sanıyorlar. Bu sayede dokunulmaz oldun ama ailen olmadı. Yakınlarına dikkat et. Nelere bulaştın veya biri sana oyun mu oynuyor bilmiyorum ama Azad ve Sami'ninde adamlarını düşman edinme. Sami'nin liginde maça çıkıpta ona düşman olamazsın. İsimleri ondan alıyorsun."

 

"Güney, babana Sami demene mi takılayım, yoksa Azad'a ve Sami'ye dost olacağıma mı? Güldürme beni amına koyayım. Bu yarım akıllıları sende sevmiyorsun. İtiraf et."

 

Boran haklıydı. Abim Güney Dereli olduğunda da, Çağrı Dereli olduğunda da Babasından ve amcasından nefret ediyordu.

 

"Sevmiyor oluşum saygı duymadığım anlamına gelmez." Dedi Abim.

 

"Güney. Yer altının sahibi olmak gram umrumda değil. Babamın düşmanı olan herkes düşmanımdır. Sende onlardan olma. Çekil şurdan." Dedi ve Azad,la Sami'nin üstüne yürüdü. Elimi tekrar tutmuştu. Ne olursa olsun beni unutmuyordu.

 

"Sizinle Yanyana aynı yolda yürürsem, o yolu ateşe veririm. Sakın bir daha benim evime gelip beni tehdit etmeye kalkmayın. Madem Label'de ki işinize çomak sokanın ben olduğumu düşünüyorsunuz, düşünmeye devam edin çünkü bende olsam aynı şeyi yapardım. Şimdi Siktirin Gidin evimden!"

 

Abime bunu en yakın zamanda sormalıydım. Label'in gizli başkanı oydu ama neden Boran'ı öne atmıştı?

 

"Ödeşeceğiz Boran. Label'deki tüm adamları ikna edip seni öldürmelerini söyleyeceğim. Seni toprağa gömmeden bana rahat bir nefes yok!" Dedi Sami.

 

Söyledikleri ürkmeme sebep olmuştu. Gerçekten yapar mıydı?

 

"Elinden geleni ardına koyma!" Dedi Boran. Korkusuzdu. Her zaman ki gibi.

 

Onun canını ben daha çok önemsiyordum.

 

Azad Yılmaz ise yerinde durmuş bana bakıyordu. Bir adım yaklaştığında, bir adım uzaklaştım ondan.

 

Bir adım daha yaklaştığında ise geriye çekilip Boran'ın elini tuttum.

 

Bir şey demeye gerek bile duymamıştım.

 

"Bu şerefsiz seni yarı yolda bıraktığında evimizde seni bekleyeceğim Defne."

 

"Seninle hiç bir zaman bir evimiz olmayacak. Sen artık benim için yoksun." Dedim tek kalemde.

 

Yabancı birine söylemek kolaydı ama bu kelimeleri babaya söylemek inanın ki hiç kolay değildi.

 

Ben onlardan vazgeçmemiştim. Onlar, Beni kendilerinden vazgeçirmek zorunda bırakmışlardı.

 

Arabalarına binip yavaşça uzaklaştıklarında sakinleşemedim. Elim istemsizce karnıma gitmişti. Midemden gelen bulantıları yok sayıp elimi tutan Boran'a baktım.

 

"Geçecek. Sana yemin ederim. Kurtaracağım seni bu olanlardan." Dedi.

 

"Kurtar bizi bunlardan." Dedim.

 

Cevap vermek yerine sarılmayı tercih etti. Sessizdik ama ikimizde az önce konuşmadan birbirimizi çok sevdiğimizi söylemiştik.

 

"Yemek yapalım mı?" Dedi.

 

Geri çekildim. "Sen ve Yemek yapmak?"

 

"Kendimi bir dünyaya tanıttım, Defne Yılmaz'a tanıtamadım. Sen benim adımın Boran olduğunu unutuyor olabilir misin?"

 

"Unutmak mümkün mü? Yeterince hatırlatıyorsun."

 

"Demekki yeterli değilmiş." Dedi eve yürürken.

 

Mert'in ise orada olduğunu görmüştüm. Sessizce konuştu. 'İyi misin?' Demişti sanki. Kafamı aşağı yukarı salladım ve ben de 'iyiyim.' Demiştim.

 

Hamile olduğumu söyledikten sonra bana o konuyla ilgili bir şey sormamıştı çünkü zaman olmamıştı.

 

"Mert, hadi kardeşim. Lisede ki gibi makarna yapacağım. Kollarınızı yiyeceksiniz."

 

"Parmak değil miydi lan o?" Dedi Mert.

 

"Hiç bir zaman azla yetinmem Mert." Dedi Boran. Yine gülümsüyordu. Biraz önce silahlar kafamıza dayanmamış gibi mutluydu.

 

Kapılar açılıp içeriye girdiğimizde sol tarafta ki mutfağa yöneldik. Mert ise odasına çekilmişti. Abime yetiştirmeye gittiğine emindim. Bu duruma nasıl alışacaktım bilmiyorum ama Boran'ın öğrenmemesi gerektiğini biliyordum.

 

"Ee ne yapıyoruz?"dedim heyecanla.

 

"En önemli görev senin." Dedi yanıma yaklaşarak.

 

Bende üst dolapların birine uzanıp makarnayı yapacağımız tencereyi çıkarmaya çalıştım. Boyum yetmediği için uzanıyordum. Boran tek hamlede istediğim tencereyi alınca ister istemez aramızdaki mesafe sıfırlanmıştı.

 

Ufak bir öpücükle taçlandırdı ve geri çekildi. "1.91 boyunda sevgilinin olduğunu unutuyorsun Defne. İstesen verirdim."

 

Güldüm. "Bende kısa sayılmam ama."

 

O daha çok güldü. "Kaçsın? 1,50 felan mı?"

 

Kaşlarımı çattım. "Ne? 1,68'im ben."

 

"Uzun musun yani?" Dedi ve hala gülüyordu.

 

"Kısa mıyım?" Dedim. Hala çok yakındık.

 

"Çokta uzun sayılmazsın."

 

"Ben kısa değilim. Sen çok uzunsun."

 

"Hassiktir. Sorun yine bende öyle mi?" Dedi.

 

"Öyle." Dedim gülerken.

 

Uzun uzun gözlerime bakarken zaman durdu. Ellerini kaldırdı ve saçlarıma yaklaştırdı.

 

"Senin yanındayken bile seni özlüyorum. Babamın anneme olan aşkını şimdi daha iyi anlıyorum. Bu çok başka bir his."

 

"Baban, anneni çok mu seviyordu?"

 

"Çok seviyordu. Bakmaya kıyamazdı. Çok çalışırdı ama annemi asla ihmal etmezdi. Sadece saçını taramak için bile eve gelirdi. Ona bir bebeği gibi bakardı."

 

"Aşk böyle bir şey. Çok güçlü."

 

"Çok güçlü Defne. Öyle güçlü ki, insan planladığı, çalıştığı, uğraştığı her şeyi bırakıp sadece sevdiğinin gözleriyle yaşayabilir."

 

"Gerçekten.. Boran. Bırakır mı insan sevdiği için her şeyi?"

 

Gözlerime baktı. Ne demek istediğimi anlamış mıydı? Beni sevmek için intikamını bırakır mıydı?

 

Dudaklarıma yaklaştı. Öpeceğini sandım ama o beni tek hamlede havaya kaldırdı ve mutfağın ortasında duran ada tezgaha oturtturdu.

 

"Birlikte yapmayacak mıyız?"

 

"Yapacağız." Dedi çekmecelerden bir şeyler çıkarırken. "Senin görevin, beni izlemek."

 

Tezgahın üstünde ki çileklere uzandım ve tek tek hepsini ağzıma attım. Bir yandan çilek yiyordum, diğer yandan Boran'a laf yetiştiriyordum.

 

"Gerçekten çok adil bir iş dağılımı olmuş." Dedim.

 

"Senin en önemli işin benim." Dedi. Ne doğradığını göremiyordum çünkü arkası dönüktü.

 

"Evet Haklısın. O yüzden şirketinde bana iş vermelisin."

 

Doğramayı bıraktı. Elini üstüne ne zaman açtığını bilmediğim önlüğe sildi.

 

"Sen ciddi misin?"

 

Hala umursamazca çilek yiyordum.

 

"Sıkılıyorum Boran. Ressam olamadım, resim öğretmeni olamadım. Bu gidişle de imkansız gözüküyor. Seninle birlikte işe gelsem benimde kafam dağılır hemde yan yana oluruz." Dedim.

 

"Ressam da olacaksın, Resim öğretmeni de. Sadece biraz beklemen gerekiyor." Dedi. Planladığı şeyler vardı ama bana söylemiyordu.

 

"O zamanı bekleyene kadar çalışsam hiç fena olmaz." Dedim.

 

Elimde ki çileği aldı ve kendi ağzına attı.

 

"Düşüneceğim." Dedi.

 

"Düşünme. Sekreterin olmaya hazırım." Dedim.

 

"Her an yanımda olursan dikkatimi işe verebileceğimi sanmıyorum." Eli belime ulaşmıştı.

 

Onu ittim. "Sana söz veriyorum çok çalışkan bir sekreter olacağım. Ayın elemanı seçiyor musunuz? Ben adayım bile. Emir'in şirketinde çalışırken çok iyi olduğumu söyl.." diye devam ediyordum ki Boran'ın kızgın bakışlarıyla sustum.

 

"Şöyle güzel bir ortamda şerefsiz bir isim anmak hoş mu?"

 

"Haklısın. Öyle bir şirket olmadığına göre. İyi bir çalışan da olmuyorum."

 

Boran sessizce önüne döndü ve işine devam etti. Bu arada mutfağa sultan Hanım girdi.

 

"Boran, oğlum ben hallederdim. Sen niye zahmet ettin?"

 

"Ben hallediyorum Sultan abla. Sen bugün evine git istersen. Uzun zamandır buradasın. Hallederiz biz."

 

"Yok ben kalırım. Bir şeye ihtiyacınız olur. Defne'nin de canı bir şeyler ist.." diyordu ki lafını böldüm.

 

"Boran haklı Sultan Hanım. Biz hazırlarız birazdan. Senin bir oğlun vardı değil mi? Onunla vakit geçirirsiniz."

 

"Ama.."

 

Adadan indim ve Sultan Hanımın yanına ulaştım. "Aması yok. Bak dinlen diyorum Sultan Hanım." Dedim anlamasını umarak.

 

Kafasını aşağı ve yukarı salladığında anladığını anlamıştım.

 

"Ha. Evet tamamdır o zaman. Siz ihtiyacınız olduğunuzda beni çağırırsınız. Ben hemen gelirim. Dolapta yemek var. Acıkırsanız alırsınız. Tatlı da yapmıştım Defne kızım. Canın isterse yani."

 

Kafamı salladım ve teşekkür ettikten sonra çıkışını izledim.

 

"Bugünlerde sende bir şeyler seziyorum." Dedi Boran.

 

Ona yaklaştım ve "Nasıl bir şey?"dedim.

 

Tencerede ki sosu karıştırıyordu. Kafası arada bana dönüyor sonra tekrar yemeğe bakıyordu. "Bilmiyorum. Bir şeyler var. Herkes biliyor da sadece ben bilmiyormuşum gibi."

 

"Senin adın Boran unuttun mu?" Dedim az önce ki ifadesini taklit ederek. Kaşığı bıraktı ve boynumun altından kocaman öptü.

 

Gülümseyip ona baktığımda Mert'in mutfak kapısından girdiğini gördüm. "Yanlış bir zamanda mı geldim?" Dedi.

 

"Kardeşim senin geldiğin gün sayıları gittiklerinden daha az olduğu için her zaman doğru geldin sayılırsın." Dedi Boran. Laf sokuyordu.

 

"Kafam karıştı." Dedim dudağımı büzerek. "Sen Yorma o güzel kafanı bizimle."dedi Boran.

 

Mert ise elini cebine attı ve mutfakta ki muzu soyup tek hamlede ağzına attı.

 

"Aynı ortamda bir kaç saatten fazla duramıyorum ben. Basıyorlar beni."dedi Mert. Ağzı hala dolu olduğu için yarım yamalak konuşuyordu.

 

"Başlıyoruz Defne. Bak dinle. Mert Andaç'ın milli marşı geliyor. Her sabah bizi bununla uyandırır. Devam et sen." Dedi Mert'e bakarak.

 

"Haksız mıyım amınakoyayım. Sizin benimle ne derdiniz var? Başım belada deyin gelirim. Eğlenceleriniz hiç sikimde değil."

 

"Lan Defne burada." Dedi Boran.

 

"Sen küfür ediyorsun amınakoy.." diyecekti ki boran susturdu. "Mert."

 

"Uğraşmayın benimle." Dedi Mert mutfak masasının sandalyesine otururken.

 

Masaya tabakları yerleştirirken Mert gözlerime bakıyordu. Ne demek istediğini bilmiyordum ama bir şeyler söylemek istiyordu. Boran'ın telefonu çaldığında elindekileri bırakıp dışarı çıktı. Bu sayede Mert'le yalnız kaldık.

 

"Şu bebek işini ne yapmayı düşünüyorsun?"

 

Baş parmağımı dudağıma kapatıp "Sus." Dedim.

 

"Eninde sonunda öğrenecek."

 

"Evet ama saklayabildiğim kadar saklayacağım. Birlikte kontrollere gitmemiz lazım."

 

Bir anda elinde ki muzu bırakıp öksürmeye başladı. "Ne?"

"Ben ne anlarım lan bebek kontrolünden?"

 

"Senin anlamana gerek yok. Benimle gelmen yeterli. Yoksa başka korumayla gitmek zorunda kalırım. Bu da Boran'ın dikkatini çeker."

 

"Sikeyim ya."

 

"Ya bırak şu küfürü. Sadece ikimiz bileceğiz söz ver bana." Dedim Mert'e. Anında gözlerini kaçırdı. 2 Metre olduğuna emin olduğum kuzenim çocuk gibi, yalan söylediğinde gözlerini kaçırıyordu.

 

"Ne!? Kime söyledin? Daha öğrendiğin 1 gün olmadı."

 

"Defne. Abin her şeyi bilmeli. İçinde olduğumuz durumun farkında mısın?"

 

"Farkındayım! Farkında olduğum için kimse öğrensin istemiyorum!"

 

"Abin kimse değil."

 

"Abim kim Mert?"

 

Gözlerini kaçırdı. Ben konuşmaya devam ettim. "Abimi tanıyor muyum sence ben? Sorgusuz sualsiz güvenebilecek miyim? Abim olduğuna bile emin değilim. O yanık izini sonradan da yapmış olabilir."

 

"O kadar salak saçma huylarınız var ki. Aynısınız amına koyayım. Kardeş olduğunuzu anlamak için DNA testine gerek yok."

 

"Var. Onu da isteyeceğim o Güney'den."

 

"Şaka mısın? Koskoca adamlarız. Seni kandırıp ne geçecek elimize?"

 

"Ben bu hikayede kimseye güvenmemeyi öğrendim Mert. Tıpkı senin gibi."

 

Kafasını masaya daha çok yaklaştırdı. "Bak haklısın. Nasıl ilerlemek isteyeceğin senin elinde ama abine anlatmadığın her şey için birileri ölebilir. Çağrı zekidir. Ne yapacağını bilir. Sen de zamanla anlayacaksın."

 

"Mert abim bana anlatıyor mu? Sabah label'in başkanı benim dedi. Şimdi ise Label'in başkanı olarak Boran'ı gösterdi. Bilerek mi tehlikeye atıyor ben anlamıyorum artık."

 

"Bak Label'in başındakiler ve ailesi dokunulmazdır. Eğer Boran'ı öyle bilirlerse öldürmekten korkarlar. Zaten hiç bir zaman emin olamayacaklar. Bu sadece kesin olmayan bir şüphe. Çağrı hem kendinden şüphelenenlerini engelledi. Hemde sizi korudu. Bir taşta iki kuş."

 

Şaşırmıştım. Ben ona güvenmezken o beni ve Boran'ı koruyacak adımlar atıyordu. Aklıma gelenlerle daha çok şaşırdım.

 

"Sen.. Sen o yüzden Egemen'e öyle dedin.. Önceden biliyordun Güney'in bugün buraya geleceğini."

 

"Aynen öyle. Egemen'in sana zarar veremeyeceğinden emindim çünkü haber ona çoktan uçtu. Boran'ı Label'in başkanı sanıyor. O yüzden senin de dokunulmazlığın var ama bu senin canını yakmayacakları anlamına gelmez. Dikkatli olmalıyız."

 

"Egemen'in derdi ne? Madem bana dokunamayacağını biliyor. Ne istiyor benden?"

 

"Babasını."

 

"Babası ölmedi mi?"

 

"Hiç birimiz bilmiyoruz. Boran bu konuyu gizliyor. Öldürdü mü? Saklıyor mu? Onu da sen bulacaksın. Bak kaçırdığı tüm adamlardan hiçbir iz yok. Ceset de yok haber de. Ne yapmaya çalıştığını bilmiyorum. Kaçırdığı insanların eşine, çocuklarına bile bakıyor ama o insanlara ne yaptığını bilmiyorum."

 

"İşler çıkmaza giriyor.." dedim ümitsizce.

 

"Halledeceğiz. Merak etme."

 

Ellerimi karnıma götürdüm. "Karnımdakiyle biraz zor olacak."

 

"Haklısın ama onu koruyan dayıları var artık. Daha güçlü hissetmen gerekiyor."

 

"Mert.. Bak ben.." diyecek oldum ki Boran içeri girmişti.

 

"Sabahtan bu yana Hakan ayrı arıyor kutlama diye, Helin ayrı arıyor. Neler oluyor Mert? Bir fikrin var mı?"

 

"Her sene aynı şey amına koyayım. Anlamadın mı?"

 

"Çaktırma." Dedi göz kırparak. Devam etti. Masaya oturmuştuk ve makarnamızı tabaklara dolduruyordum. "Griea Elia'da yabancı kimseyi istemiyorum. Çalışanları bile en güvenilir olanlardan seçin. İçecekleri bizimkilerden götürelim. Dikkatli olalım." Dedi Boran.

 

"Hallettim say." Dedi Mert.

 

"Bir kutlama için bu kadar önlem almaya gerek var mı?" Dedim sessizce.

 

"Geçen sene bugün neler olduğunu duysaydın, daha çok önlem almamı söylerdin." Dedi Boran.

 

"Geçen sene bugün ne vardı ki?" Dedim.

 

"Görürsün bugün."

 

Sessizce yemeğimizi yedikten sonra Mert sofradan ilk kalkan olmuştu. Boran'la ise birlikte ortalığı toparlayıp odama geçmiştim. Duş almaya girdiğimde ise Boran ortalıktan kaybolmuştu.

 

Ilık bir duş aldığımda ise rahatlamıştım. Bornoza sarılıp kurulandım ve saçlarımı da küçük bir havluya sardım. Uzun zamandır saçlarımı kestirmediğim için baya uzamışlardı. Bir ara kessem iyi olacaktı. Cildim solgun durduğu için çekmecelerden benim için alınan cilt bakım malzemelerini kullandım. Bunaldığımda ise banyodan çıkmıştım.

 

Banyodan çıktığımda odamın ortasında bir sürü elbise vardı. Neler olduğunu anlamak için odamdan çıkıp Boran'a baktığımda özenle takım elbisesini giyiyordu. O genelde benim odamda uyusa da odamız karşılıklıydı. Adım atıp yanına ulaştığımda yanında hiç görmediğim bir adam pantolonunun paçasıyla uğraşıyordu.

 

Kapıya geldiğim an beni farketti ve kaşlarını çattı. "Önemli bir gün mü?" Dedim.

 

"Sayılır." Dedi ve sonra paçasıyla uğraşan adama konuştu. "Sonra halledelim."

 

Adam kafasını aşağı yukarı sallayıp bana gülümseyip odadan çıktı. "Bu halde mi çıkıyorsun odandan? Evin içinde kaç adam var haberin var mı senin"

 

"Çıplak değilim."

 

"Yarı çıplaksın."

 

"Giyinecektim ama odamın ortasında elbiseler duruyordu. Anlamadığım için sana sormak istedim. Ne için getirdin onları?"

 

"Bugün eksik giyinince elbiseye ihtiyacın olduğunu düşündüm."

 

"Boran." Dedim kızarak.

 

"Senin için bir kaç elbise seçtim."

 

"Sen mi?"

 

"Evet. Neden şaşırdın?" Yavaş yavaş geldi ve bana tek hamlede arkamdan sarıldı.

 

"Başkalarına seçtirdiğini düşünüyordum."

 

"Elbiseye baktığımda seni hayal ediyorsam kendim seçmeyi tercih ederim." Boran'da bugün anlamlandıramadığım şeyler vardı.

 

"Teşekkür ederim." Dedim sessizce.

 

"Griea Elia'dan sonra seni götürmek istediğim bir yer var. Ufak bir çanta al yanına ve kalın giysiler. Bak yarım demiyorum. Kalın diyorum. Duydun değil mi?"

 

Ben hala Boran Kaya etkisinde olduğum için sadece kafamı salladım. Duştan yeni çıktığı için Boran'ın teninin kokusu beni mayıştırmıştı. Her an uyuyabilirdim.

 

"Uykun mı var?" Dedi.

 

"Hıhı."

 

"Uyu istersen. Geç gideriz biraz."

 

"Yok geç kalmayalım. Bizi beklerler."

 

"Beklesinler."

 

Arkamı döndüm ve direkt yüzüne bakıyordum. "Herkes bizi mi bekleyecek? Bencil olmaktan nefret ederim"

 

"Ben kimseyi bekletmem ama senin uykun varsa her şeyi yavaşlatabilirim." Dedi gülümseyerek.

 

"Bazen beni korkutuyorsun."

 

"Neden?" Dedi.

 

"Çok seviyorsun. Çok sevgi acı getirir der büyükbabam."

 

"Doğru ama senin acın bile bana ilaç gibi gelir Defne."

 

Gözlerine baktığımda dudaklarıma eğildi. Ellerini bornozumun açıkta bıraktığı göğüslerimin üstüne gitti. Göğsümde ki beni bulduktan sonra eğildi ve öptü. Daha sonra ise dudaklarıma ufak bir öpücük bıraktı.

 

Gözlerimi açtığımda elinden tuttum ve onu kendi odamıza götürdüm. Salonda Boran'ın bir kaç adamını gördüğümüzde Boran sertçe 'önünüze bakın' demekle yetinmişti. Onlarda hemen evden çıkmışlardı.

 

Odama geldiğimde onu elbiselerin önünde durdurdum. "Hadi. Benim için bir şeyler yap. Senin seçtiğin elbiseyi giymek istiyorum."

 

"Hepsini ben seçtim zaten."

 

"Bugün giyeceğimi sen seç istiyorum. Bugün senin için önemli gibi. Kırmızı mı giysem?" Dedim ellerimi elbiselerin üstünde gezdirirken.

 

"Defne." Dedi 'e'harfini uzatarak ve elini belime atıp beni kendine çekti.

 

"Elbiselerin içinde kırmızı yok. Bu riski alamazdım ama yerde duran paketler hakkında aynı şeyi söyleyemeyeceğim."

 

"Ne onlar?"

 

"İç çamaşırı."

 

"Kırmızı mı yani?"

 

"Maalesef." Dedi. "Benim için giyebilirsin diye düşünüyorum."

 

"Evli değiliz."

 

"Evleniriz." Dedi gülümseyerek.

 

"Çocuk oyuncağımı mı bu? Bir evlen bir boşan."

 

"Ben hep sendeydim. Sen bende değilsen benim suçum ne?"

 

"Evlilik işini biraz düşünmeliyim. Sende öyle."

 

"Benim düşünmeme gerek yok. Şu an olsa şu an seninle evlenirdim."

 

"Benim var."

 

Gözlerine baktım. Ne demek istediğimi anlıyordu.

 

"Pekala öyleyse seçiyorum."

 

Ellerimi gözlerine atıp görmesini engelledim. "Dur. Görmeden seçmeni istiyorum."

 

Bir kaç adım atıp askıda ki elbiselere dokundu. Hepsine dokunduktan sonra ten rengi, taşlı ve vatkalı kolu olan kısa bir elbise de durdu. Elbiselerin içinde ki tek kısa elbise oydu.

 

Heyecanla elime aldım. "Sakın gözlerini açma. Ben hazırlanıp geliyorum. Sende hazırlan ve gel." Dedim banyonun kapısını kapatırken.

 

Boran'ın çıktığını ve kendi odasına gittiğini duyduğumda odamın içinde rahatça hazırlandım. Seçtiği elbise çok güzeldi. Ben olsam daha kapalı ve sade bir şey seçerdim ama her zaman bunu giyecek cesaretim olsun istemiştim. Ten rengi olduğu için içime hiçbir şey giymemiş gibi duruyordum. Kıvrımlarımı ise inanılmaz belli ediyordu. Dizimin üstünde bitiyordu ve topuklularla ise iyice yukarı çıkıyordu. Ayağıma giydiğim ten rengi ve bantlı ayakkabımı giydiğimde yüzüme hafif bir makyaj yaptım. Üzerimdeki elbise yeterince gösterişliydi ve makyajı sade tutmalıydım. Saçlarım için maşa arasam da bulamadım ve hafif toplamaya karar verdim. Güzel olduğunu düşündüğüm bir anda saçlarımı bıraktım ve aynadan kendime baktım.

 

Uzun ve güzel fiziğimle farklı duruyordum. Böyle cesaretli bir elbiseyi neredeyse hiç giymemiştim. Saçlarım vatka kola yakışmıştı çünkü toplamıştım. Boynumda ki kolyelerin anlamı farklı olduğu için elbisemin altına iliştirdim. Kulağıma ise küçük bir küpe taktım. İşte şimdi hazırdım. Aynadan son kez kendime baktığımda Boran kapıyı çaldı ve içeri girdi. Elleri gözlerindeydi. "Gelebilir miyim?"

 

"Gözlerini açabilirsin."

 

Gözlerini açtığında dudağını ısırdı. Şaşırmıştı ve ne yapacağını bilemiyordu. "Bunu.. bunu. Lan bu elbiseyi ben seçmedim."

 

"Senin seçtiklerin arasındaydı."

 

Bir adım daha attı. Büyülenmiş gibi bakıyordu. "Tülin hanım yeni ürünlerden de koyacaktı. Keşke koymasaymış. Sikic.." diyecekti ki susturdum.

 

"Nasıl olmuş?"

 

"Manyak güzel olmuşsun."

 

"Manyak güzel?"

 

"Manyak güzel işte. Tarif edemiyorum."

 

Aynadan yanıma yaklaştı ve ellerini yine karnıma koydu. Artık şüphelendiğini düşünecektim. Beni aynaya doğru dönderdiğinde her yerimi inceliyordu. "Yanına yakışmak istemiştim ama yine başarısız olacağım."

 

"Bu gözler senin kadar yakışıklısını görmemiştir Boran Kaya."

 

"Görmesin zaten." Dedi gülerek. Ellerimi karnımı bulduğunda kaşlarını eğdi.

 

"Göbeğin mi var senin?"

 

Dediği şeyle heyecanlanıp ellerini çektim. "Ne? Ne göbeği? Tabii ya. Yedirdin bana karbonhidratlı makarnaları ne olacak sanıyordun?" Dedim. Heyecanlanmıştım ve sinirlenmiştim.

 

"Sakin ol. Çok yakışmış. Orada bir et parçası olduğuna şüpheliydim. Kemik var sanıyordum."

 

"Komik mi şimdi bu?"

 

"Komik değil acı. Kilo almalısın biraz."

 

"Beni beğenmiyorsun."

 

"Seni manyak beğeniyorum ama sağlığının önemli olduğunu unutma istiyorum."

 

Kafamı salladım. Haklıydı. Şimdi ise daha da çok dikkat etmeliydim.

 

 

Son hazırlıkları yapıp dışarıya çıktığımızda Boran için Porsche arabası hazırlanmıştı. Özel bir yere gittiğinde genellikle bu arabasını kullanıyordu. Mert ise yine arkamızda ki arabalardaydı.

 

Kapımı açtığında bende bindim. Hava soğuk değildi ama yinede üşüdüğümü hissetmiştim.

 

Yol boyunca hiç konuşmadık. Ben rastgele şarkı açıp yolu izledim. Uzun zamandır bu kadar huzurlu hissetmemiştim.

 

"Bugünün tarihini biliyor musun?" Dedi Boran. Evden çıkmadan önce saate bakmıştım ve bugünün 5 Mayıs olduğunu görmüştüm.

 

"Evet. 5 Mayıs galiba. Neden sordun?"

 

"Ben Mayısları sevmem Defne. Babamı Mayıs'ta kaybettim. Annem Mayıs'ta kaçırıldı ama öyle bir şey oldu ki.. Mayıs'taki tüm kötülükleri sildi hafızamdan."

 

"Tesadüf bence. Bu kadar anlam yüklememelisin."

 

"Ben tesadüflere asla inanmam Defne."

 

"Peki bugün? Bugünün senin için bir anlamı var mı?"

 

"Az sonra görürsün." Dedi.

 

Birlikte Griea'ya ilerlediğimizde korumalar kapımı açmaya gelmişti. Boran onlara izin vermeden arabadan indi ve kapımı açmıştı. Ellerini uzattığında zarifçe tuttum ve ayağa kalktım.

 

Mekana ilerlediğimizde Mert'inde arkamızdan geldiğini gördüm. Nedense onu görmek bana güven veriyordu.

 

Mekan ilk kez karanlıktı. Kimse yok gibi gözüküyordu. Akşam olmuştu ama ışıklar yanmamıştı. Neler oluyordu?

 

"Boran.. Işıklar. Neden kapalı?"

 

"Korkma. Her sene aynı şey."

 

"Aynı olan ne?"

 

Boran'la yürümeye devam ediyorduk ama hal karanlıktı. Nereye yürüdüğümüzü bilmiyordum.

 

Boran ellerimi bıraktı ve belimi kendine yasladı. Kulağıma eğildi ve fısıldadı.

 

"Bugün 5 Mayıs. Benim seni ilk gördüğüm gün. Annem gerçek doğum günümü bilmiyor. Bende düşündüm ki.. Kendi doğum günümü seçecek olsaydım, muhtemelen bu seni gördüğüm gün olurdu. Bende öyle yaptım. Seni takip ettiğim ilk sene Hakan'a 'bugün benim doğduğum gün. Defne beni hayata geçen sene bugün yeniden bağladı' demiştim. Hakan'da neredeyse 6 yıldır aynı gün, yani bugünü doğum günümmüş gibi kutluyor."

 

Boran tüm acı olayları Mayıs'ta yaşamasına rağmen beni gördüğü günü, doğduğu gün olarak ilan etmişti.

 

"Boran.. Ben. Ben ne diyeceğimi bilmiyorum. Gerçek doğum gününü bilmiyor musun yani?"

 

Boran cevap vermedi ve önüne döndü. Sessizce üçe kadar saydı ve aynı anda ışıklar yandı.

 

Işıklar yandığı anda bir gürültü koptu. Şampanyalar aynı anda patladı. Konfetiler kafamızda uçtu ve hepsinin ağzından aynı şeyi duydum.

 

 

"İyi ki doğdun Boran."

 

 

 

 

 

 

BÖLÜM SONU

 

 

 

Heyecanlı bir bölümün daha sonuna geldim. Bu bölümün biraz daha eğlenceli geçmesini planlıyordum ama ne Boran beladan kurtuluyor, ne de Defne sjsjsjdj.

Neyse 5 Mayıs mucizesine İyi ki doğdun Demek istermisiniz? Yorumlara 🖤 kalp bırakmanız yeterli!

 

Okuyan her okuruma teşekkür ederim. 10 tane de olsanız 1000 tanede olsanız çok mutluyum.

 

 

Diğer bölümde görüşürüz!

Bölüm : 14.01.2025 10:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...