
Bölüm Şarkısı- Göksel/Yalnız Kuş
40. BÖLÜM
SAFİ YALAN
🕯️
1 Hafta sonra
İrademin tükendiği son anları yaşıyordum. Ya savaşıp kazanacaktım. Ya kaybedip yıkılacaktım. İkisinin de sonunun iyi biteceğine dair umutlarım tükenmek üzereydi.
Mert'le o konuşmayı yaptığımız günün üzerine neredeyse 1 hafta geçmişti. O gün onunla bir karar almıştık ve o kararın sonucunda yeni hayatıma başlıyordum.
3 gün önce Boran'ın şirketinde çalışmaya başlamıştım. Boran bu kararıma şaşırsa da tepki vermemişti. Azad Yılmaz'ın hisselerini yönetiyordum. Babamın bana kattığı tek artısı buydu.
Boran'la çok görüşememiştik. Şirkette bir kaç kez görsem de akşamları eve gelmemişti. Benimde dinlendiğim ve uzun uzun düşündüğüm zamanlarım olmuştu. Yine de onu özlüyordum. Yalan söylemeye gerek yoktu.
Son 2 gündür Mert'le buluşup silah eğitimi alıyordum. Şirkette önemli noktalardan bahsediyordu. Şaşırsam da sormamıştım. Her şeyi biliyordu Mert. O yüzden bende şaşırmayı bırakmıştım.
Artık evden daha rahat çıkıyordum çünkü Şirkette çalıştığımı herkes biliyordu.
Boran'ın bana aldığı o arabayı kullanmaya başlamıştım. Benden uzak kalınca bensizliği anlasın istiyordum. Benimde bu hayatta ki varlığımı, gücümü hissetsin istiyordum. Tek başıma da yapabileceğimi anlasın ama benim yanımda, ben istediğim için olduğunu düşünsün istiyordum. Tabii bunların dışında beni takip eden 2 araba dolusu korumayı yok sayıyordum.
Yeni bir hayata başlıyordum.
Her şey daha güzel olacak mıydı bilmiyordum ama karnımda ki miniğe güzel hayat vermeye yemin etmiştim.
Bu hikayede ezilen kadınları unutmamaya, masumları kurtarmaya, çocukları mutlu etmeye yemin etmiştim.
Label topluluğuyla ilgili mide bulandırıcı şeyler öğrenmiştim. Her biri devletin içine sızmış ayrı bir mafyaydı. 12 mafyadan oluşan bu topluluğu 3 başkan yönetiyordu. 3 başkanı yöneten As başkan ise abimdi. 12 Mafyanın her biri kendi alanlarıyla ilgileniyorlardı.
Sedat Sargı. Uyuşturucu Baronu. Aynı zamanda Hakim. Topluluğun yargı işlerini de yönetiyordu. Gruba 1997 yılında girmişti. Ülkenin çoğuna uyuşturucu sevkiyatını bu pisliğin sağladığını da öğrenmiştik. Evlenmemişti. Çocuğu ise yoktu. Ailesini ise bu gruba dahil olmak için kendi elleriyle öldürmüştü. Caniydi.
Cani.
Babam gibi.
Acımasız ve pislik bir adamdı Sedat sargı. Şimdiden nefretimi kazanmıştı bile. Ellerinin Üstünde Label topluluğunun işareti vardı. İki çizgi arasında ki nokta. Bu dövmeyi oraya üye olanların hepsinde bulunuyordu. Oraya bu dövmesiz giremiyordunuz.
Martin Dex. Grubun yurt dışı üyesi. 20 yıldır Türkiye'de olsa da grubun yurt dışı ticaretini o yapıyordu. Aynı zamanda lojistik içerikli olan şirketini yönetiyordu. Ailesiyle ilgili hiçbir bilgimiz ise hala yoktu. Mert'te bende ulaşamamıştık. Zaten bu grubun üyelerinin hiçbirinin ailesiyle ilgili geçmiş yoktu. Biz hariç. Yani Boran ve benim ailem haricinde.
Martin, Kel ve dövmeli bir adamdı. Kafasında bile renkli dövmeleri vardı.
Hasan Armalı. En nefret ettiğim buydu. Doktordu. Organ kaçakçılığı yapıyordu. Fakiri öldürüp zengine veriyordu. Ülkenin dört bir yanında ise hastaneleri vardı.
Selahattin Ekşioğlu. Kumarhanelerin bir numaralı adamı. Evlatlık edindiği bir oğlundan başka kimsesi yoktu. Mert'te bende onun evlatlık olmadığını biliyorduk. Kendi öz oğluydu ama Label topluluğunda bu yasak olduğu için evlatlık demişti. Başka bir grupla ilişkisi de vardı. Onu henüz bulamamıştık.
Kamil Zorlu. Egemen Zorlu'nun babası. Adam polis memuruydu ama ne tesadüf ki son 1 aydır izi bulunamıyordu. Devletin içine sızmış bir label topluluğu üyesinin ortadan kaybolması demek bilgilerin sızdırılması demekti. Kamil Zorlu'da diğerleri gibi oğlunu üvey göstermişti ama biz onun öz olduğuna adımız kadar emindik.
Diğer üyelere ulaşamasakta birinin Gülden Hanım diğerlerinin ise Azad Yılmaz ve Sami Dereli olduğunu biliyordum.
Sami'nin silah üretimi yaptığını zaten biliyorduk ama bunun yanında çocuk ticareti yaptığını öğrendiğimde ise şok olmuştum.
Azad Yılmaz ise o grubun işletme üyesiydi. Aynı zamanda bomba üreten bir fabrikası vardı. Bu adamın babam olması midemi bulandırmıştı. Üyeliği 2 kez düşmüştü ama öldürülmekten kıl payı kurtulmuştu. Bunun nedenini ise anlamamız uzun sürmemişti. Büyük ihtimalle delliler Azad Yılmaz'daydı ve canını böyle koruyordu. Öldürülmek istenmesinin tek nedeni ise ailesinin olmasıydı. Ailesi olan 2 kişi vardı bu grupta. Sami ve Azad. Diğerlerinin ki gizliydi. Aklımızı karıştıran tek şey ise Sami'nin canını nasıl koruduğuydu. Onunda ailesi vardı. Canını koruyacağı bir delili de yoktu ama yine de öldürülme emri verilmemişti. Mert'te bende bu konu hakkında bilgi bulamamıştık.
Tüm ekibi neredeyse tanımıştık. 12 kişiydiler. Her biri kendi aralarında örgütlenmişti.
Mert benim için gözünü kırpmadan bilgi topluyordu. Abime bile söylemiyorduk. Kimse bilsin istemiyorduk.
Bugün ise Gülden hanımla buluşacaktık. Onun isteklerini dinleyecek o gruba onun yerine dahil olacaktım. Planlarımı hızlı iletmem gerektiğini biliyordum ama temkinlide olmam gerekiyordu..
Şimdi ise şirketten çıkmak için hazırlanıyordum. Saat öğlen üçe geliyordu. Doktorun tavsiyesiyle folik asit ve kan ilacına başlamıştım. Bir kaç vitamin de almayı ihmal etmiyordum. O yüzden ilk önce ilaçlarımı içtim.
Odamın 2 duvarının cam olması Boran'ın odasını görmeme olanak sağlıyordu. Şimdi boştu. İkimiz aynı anda çıksakta beni şirkete bıraktıktan sonra şirketten ayrılmıştı. Nereye gittiği hakkında hiç bir bilgim yoktu ama sürekli telefonla iyi olup olmadığımı teyit ediyordu. Ayağa kalktığımda beyaz blazer takımımın ayaklarını düzelttim. Dosyaları evde incelemek için aldığımda telefonumun mesajıyla irkildim. Mesaj Boran'dandı.
*Eve gidecek misin?(14:57)
*Henüz Değil. Mert'le görüşeceğim.(14:57)
*Kuzenini çok sık ziyaret etmeye başladın. Altında bir sebep aramalı mıyım? (14:58)
Boran salak bir adam değildi. Elbette sorgulayacaktı ama benim de pes edesim yoktu.
*Yılların acısını çıkarıyorum diyelim. (15:00)
*Benimle bir haftanın acısını çıkarmaya çalışıyorum ne dersin? (15:01)
*Güzel olurdu. (15:02)
Ardından tekrar yazdım.
*Ama işim olmasaydı. (15:02)
Boran görüldü attığında kaşlarımı çattım. Sinirlenmiş miydi? Oysa ki o bir hafta da beni gözü görmemişti.
Kapımın açıldığını duyduğumda kafamı kaldırdım. Karşımdaydı. Demek ki o mesajları yazarken beni izliyordu.
"Benden önemli işlerin mi var?" Dedi yanıma yaklaşırken.
Takım elbise giymişti. Şirkette hep böyleydi. Siyahlar içindeydi Bense onun aksine beyazlar içerisindeydim. Zıt duruyorduk birbirimize. Eğildi ve yanağımdan öptü.
"Tabii ki yok. Mert'e önceden söz verdim. Son anda iptal etmek istemiyorum."
"Mert'in çok umrunda olacağını sanmam." Dedi.
"Ama benim umrumda. Ben sözlerimi tutarım." Dedim. Son bir haftadır her lafım sanki başka konulara gönderme yaparcasına iğneliydi. İstemeden yapıyordum. Buna bir son vermeliydim.
Boran gözlerini kıstı. Zaten yanımdayken daha çok yanıma sokuldu. "Iddiali konuşurken daha çekici olduğunu söylemiş miydim?" Bir yandan da beyaz ceketimin içine giydiğim straplez crobun önüyle uğraşıyordu.
Donmuştum. Bana baktığı an bile eriyip bittiğim adam dokunduğunda neler hissettiriyordu anlatamazdım.
Anlatamadım da.
Çünkü konuşamadım!
"Söy..Söylememiştin." Dedim kekeleyerek.
"Söylemiş oldum" dedi.
Crobumu yukarı kaldırıp blazer ceketimin önünü iliklediğinde irkildim. Önümde ki dosyaları incelemeye başlayıp etkisinden kurtulmaya çalıştım.
'Seni kıskanıyor!' Dedi içimdeki beyaz bir tını.
Duymadım. Duymamalıydım!
"Ben uyanıkken gelseydin belki söylerdin." Dedim. Bir haftadır onu geç saatlere kadar beklesem de hiç bir zaman denk getirememiştim. Sabah kalktığımda yatağımın sol tarafının dağıldığını gördüğümden ve üstüme sinen kokusundan anlıyordum geldiğini.
Çenemden tutup kendisine çevirdiğinde bakmak istemedim. "Trip mi atıyorsun sen?"
"Hayır. Neden atayım? Özleseydin gelirdin değil mi? Demek ki özlemedin. Öyleyse sorun yok."
Güldü. Kaşının üstünde yine bir çizik vardı. Elinin üstünde morluklar vardı. Az önce girdiğinde görmüştüm.Yine bir boks maçına çıkmış gibi gözüküyordu. Artık sorgulamıyordum çünkü o da beni sorgulasın istemiyordum.
"Defne." Dedi iyice sokulurken. "Seni öperim."
Kafamı kaldırdım. Yine cesur kadın tavrım gün yüzüne çıkıyordu.
"Öpsene." Dedim gülerken. Az önce ki sinirim kaybolmuştu.
"Öpersem durabileceğimi sanmıyorum."
"Durma."
Ellerini belime sardı.
"Duramıyorum. Özlemekten delireceğim."
Ellerimi boynuna götürdüm. Dudaklarımı dudaklarına yaklaştıran bu sefer ben oldum. Onu öpeceğimi sandığı anda tırnaklarımı boynuna geçirdim. Kesik nefesler çıkardığında ise uzaklaştım.
"Delir o zaman çünkü şirketimizde çalışanlarınımız önünde öpüşen patronlar olmamalıyız." Dedim geri çekilirken.
Şaşkınlıkla dudaklarını aralamış alık alık yüzüme bakıyordu. Bir hafta sonra gelip özledim demenin intikamıydı bu! Yoksa bize bakanlar umrumda bile değildi hatta hoşuma bile gidiyordu. Şirkette bir sürü akbaba vardı ve Boran'a olan hayran bakışlarını görmemek mümkün değildi.
"Sen... Sen beni çıldırtmak mı istiyorsun? Çabuk öp beni." Dedi küçük bir çocuk gibi.
"Üzgünüm. Yatağımıza erken gelmeyi denemelisin."
Ellerime dosyamı aldığımda çantamı sandalyenin kolundan çıkardım. Adım attığımda Boran boşta kalan elimi tuttu ve adeta sürükledi.
"Koskoca adamın duyduğu şeye bakın." Dedi yürürken. Konuşmuyordu. Söylenerek ilerliyordu.
"Özledik diyoruz lan. Hiç mi kıymeti yok?"
"Boran. Ne yapıyorsun?"
Yürümeye devam ediyordu. Arkasına bile bakmıyordu. Odamdan çıktığımda asistanım Gizem bana bakıyordu. Tabii ki şaşkın ve korkmuş bir haldeydi. "Gizem yarın ki toplantımı ertele. Dosyaları Münir beye ilet. Yarın ben yokum." Diye bağırmaya çalışsam da duyduğuna emin değildim. Tüm şirket başını bilgisayardan çekmiş bize bakıyordu.
Öpse daha iyiydi dedi Siyah olan!
İntikam alıyoruz, bi susar mısın? Dedi beyaz.
O sırada sürüklenmeye devam ederken Boran'ın asistanı Esra çıktı önümüze.
"Boran bey? Bir dakika bakarmısı.." diyecekken Boran eliyle susturdu.
"Şimdi değil Esra. Şimdi değil. Sonra! Anladın mı?"
"Anladım" dediğinde kafasını salladı ve bizde 2 saniyelik bir duraklamadan sonra çıkışa ilerlemeye devam ettik.
Asansöre bindiğimizde hala sımsıkı elimden tutuyordu. Bacaklarını sabırsızca sallıyordu. Park yerine indiğimizde hızlıca yürümeye başladı. Tabii bende peşinden aynı şekilde yürümek pardon sürünmek zorunda kalıyordum.
Arabanın sağ koltuğuna beni bindirirken homurdanıyordu. Bu hali hoşuma gidiyordu. Çocuk gibi davranıyordu.
"Efendim? Bir şey mi dedin?" Dedim.
"Diyeceğim birazdan." Dedi kapımı kapatırken.
Yanıma oturduğunda kucağıma ilerleyip sağ tarafımdan emniyet kemerini aldı. Kokusunu yine üzerime serip kaçtı. Emniyet kemerimi takıyorken parfümüyle sarhoş olmuştum. Başım bile dönmüştü.
Arabayı son gazla dışarı çıkardığında sabırsızca ilerliyordu. Bir bana bir yola baktığında ben hiç ondan tarafa bakmıyordum. Elimi radyoya ilerlettiğim de kafasını bana çevirdi.
"Gelmek üzereyiz." Dedi. Açmaktan vazgeçmiştim.
Bir dağa tırmandığımızı fark ettiğimde gözlerimi yumdum. Her şeyden başım dönmek zorunda mıydı? Ne zordu bu hamilelik!
Aniden fren yaptığında elini karnımın üstüne doğru getirdi. Kafamı çarpmamam için küçük bir önlem alıyordu.
Hayır Defne, hayır. Etkilenmedin. Dedi siyahlar içinde ki arkadaş.
O yüzden mi kalbi çıkacak gibi atıyor? Dedi beyaz.
Bu lanet olası siyah ve beyaz ne zaman susacaktı?! Zaten her şeye sinirleniyordum. Mert beni bekliyordu. Buluşmam gereken bir Label topluluğu üyesi yok muydu benim?!
Boran benim tarafıma gelip kapımı açtığında emniyet kemerimi açtım. Olabildiğince yavaş davranıyordum. İntikamsa intikamdı!
Benim açmama sabrı gelmeden kendi eğildi çözdü. Ellerimden tuttuktan sonra arabadan indirdi. "Ne yapıyorsun ya? Arkanda düşmanların mı var?"
"Nereden bildin?" Dedi dudaklarıma bakarken.
Güldüm. Gerçekten arkamızdan kovalayacak çok düşmanlarımız vardı.
"Özledim Defne. Benden daha çok görüşüyorsun o sik kırığı Mert'le."
"Şş.. Ağzını bozma. Kuzenim o benim."
"Her ne boksa. Bu nasıl iş lan? En yakın arkadaşım senin kuzenin çıktı."
"Ee tüm hesapları sen yapacak değilsin. Bazen senin de süprizlerle karşılaşman gerekiyor."
"Süprizleri sevmem." Dedi.
Farkındaydım. Olağan her şeyden haberdar olmak istiyordu. Öyle ki doğum gününü bile bilerek oraya gitmişti.
"Benim de sevmediğim çok şey var ama bak sabretmek zorundayım."
Gözlerini kapattı ve yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdı.
"Mert'e güveniyordum." Dedi.
"Biliyorum. Hala güvenmelisin."
"Bir kere yanlış yapanı bir daha affetmeyi denemek istemiyorum."
"Mert sana yalan söylemedi. Seni olağan durumlara karşı korudu. Unutma onun da hayatı mahvoldu."dedim.
Geçen konuşma da Mert'e annesini sormuştum. Sami'nin onu kendi elleriyle öldürdüğünü söylemişti. Label topluluğu emrettiği için çocuğunun annesini gözünü kırpmadan öldürmüştü.
Cani olan oydu.
Sami.
"Biliyorum ama yine de."
"Boran yine de onu özlüyorsun. Onu kardeşin gibi görüyordun."
"Kardeşler birbirine ihanet etmezler."
"Haklısın. Mert'e tam da bu yüzden güvenmelisin çünkü sana ihanet etmedi. Senin yanında oldu."
Dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdı. "Siktir et. Şimdi çalışanlarımız yok. Etrafta bizi durduracak taş kafalı bir Mert'te yok. Tutsan mı şu sözünü?"
Bende iyice yaklaştım. Nefes aldıkça dudaklarımız birbirine değiyordu. "Söz mü vermiştim? Neden hatırlamıyorum?"
"Sen hatırlamazsın." Elini kalbimin üstüne koydu. "Sözü buradan aldım."
Gözümle kalbimin üstünde ki eline baktım. "Orası sana şeyi de söyledi mi? Kızgın olduğumu?"
"Söyledi. O yüzden öpmek istiyorum ya."
Güldüm. "Ne alakası var şimdi?"
"Kızgınken çok güzel olduğun için."
"Yatağımızda tek başımayken de çok kızgındım. Gelseydin Görürdün."
"Defne.. Yatağımız deyip durma bak seni alır eve götürürüm."
"Sapık. Pis sapık."
Güldü. Dudakları kıvrılırken oldukça yakışıklıydı.
Sinirliyken de yakışıklı. Dedi siyah.
Düşünceliyken de Baya iyi yalnız. Dedi kim olduğunu seçemediği tarafım.
Arzulu bakışını katmıyorum bile. Dedi yeniden.
Ha bir de kıskanç bakışı var. O da çok çok iyi. Bu beyazdı.
"Susun artık!" Dedim ama bu sefer içimden değil dışımdan söylemiştim. Kafa seslerime sesli cevap vermiştim. Resmen kafayı yiyordum.
"Ne oldu?" Dedi Boran. Kaşlarını çattı. İşte bu haliydi anlatmak istedikleri.
"Hiç, Sana demedim."
Etrafımıza baktı. "Defne. Korkutma güzelim beni. Kimse yok etrafımızda."
"Ya takılma şimdi buna. Ne diyorduk en son? Ha evet. Sapıklık yapma diyordum."
Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Dayanamıyorum. Küçükken de böyle bakardın. Nasıl öpmeden durmuşum bunca yıl?"
"Boran.. Öpsene beni." Dedim yeniden.
Hani intikam alıyordun? Diyeni ise duymadım. Artık duymak istemiyordum.
"Hay hay."
Dudaklarımız konuşurken birbirine değmemiş gibi yeniden kavuştu. Tutkuluydu. Özlem vardı. Hasret vardı. Kızgınlık vardı. Hatta öyle ki kırgınlık bile vardı. Alt dudağımı emmeye başladığında tutkuluydu. Ben onun üst dudağını ısırdığımda yavaşladı. Canı acımıştı. Geri çekildiğinde dudağında ki ufacık kanı gördüm.
"Boran. Kanıyor."
"İnan hiç umrumda değil." Dedi tekrar öperken. Bu sefer işin içine dillerimiz de girdiğinde ayakta durmakta zorlanıyordum. Bu adam benim başımı döndürüyordu!
Belimden tuttuğunda rahatladım. En azından düşecek gibi hissetmiyordum. Lakin kalbim öyle hızlı çarpıyordu ki haraket kabiliyetimi kaybediyordum. En son gördüğüm Boran'ın kahverengiyi çeviren ela gözleriydi. Sonrası siyah bir kelebeğe dönüşmüştü. Arkaya doğru düşeceğim sırada Boran tutmuştu.
"Ne oldu? Ne oldu? Defne?" Gözüm kapalı da olsa duyuyordum. En azından bu sefer bilincim gitmemişti.
"İy..İyiyim." Dedim. Bu onun yanında 2. Kez oluyordu. Şüphelenecekti. Şüphelenmemeliydi.
Beni ayakta tutmaya zorlandığında kucağına aldı. İleride gördüğü ağacın kenarına oturttuğunda ellerimi kalbime koydum. Ne olmuştu az önce öyle?
Yer ayağımın altından kaymıştı. Arabadan elinde bir şişe suyla yanıma yaklaşan Boran'a baktım. Kaşlarını çatmış şaşkın halde bana yaklaşıyordu.
"Neyin var senin? Bak ben iyice deliriyorum. Bu ne böyle ikinci kez!"
"Sakin ol. Olabilir böyle. Normal."
Sesim kısık çıkarken o şişeyi açıyordu. Yavaşça bana içirirken konuşuyordu. "Nesi normal? Hemen hastaneye gidiyoruz."
"Ne Hastanesi? Mert'le buluşacağı.."
"Sikerim Mert'ini Defne. Neyin var baktıracağız!"
"Saat 5 olacak az sonra. Mesai bitmek üzere. Evlerine gidecek insanlar. Alı koyma."
"Defneee. Hadi. Hastaneye!" Tane tane söylüyordu. Anlamam için.
Koluma uzandığında elimle elini tuttum.
"Gel buraya. Anlatacağım." Yüzüme baktığında sabırsızca beklediğini biliyordum. Neyse ki yanıma oturmuştu da sakinleşmesine zaman tanıyacaktım.
"Bak. Uzun zamandır regl olmadığımı söylemiştim. Bu yüzden hormonlarım allak bullak. Vitaminlerim düşüyor. Murat böyle şeylerin olabileceğini söyledi. Merak etme. Önemli bir şey yok."
Kaşlarını kaldırdı. "Emin misin?"
Kafamı salladım. "Hıhı."
"Niye gelmiyor lan o özel gün? Yoksa.. Defne?" Aklına gerçekler geldiğinde ben de donup kalmıştım. Anlamış mıydı? Söylese miydim? Ne yapacaktım?
Daha fazla gizleyemezdim zaten bir kaç aya karnım da çıkacaktı. Ne kadar gizleyebilirdim ki? Söylesem ne olurdu ki? Ben söylemesem bile arkadaşı Murat ona söyleyecekti.
"Ne? Ne yoksa?" Dedim anlamamazlıktan gelerek. O ise ayağa kalktı.
"Defne? Yoksa sen? Sen.. Hamile misin?"
Bende ayaklandım. Başım dönüyordu ama umursamadım. "Boran.. Bak ben.."
"Defne. Hayır. Bak biz ne yapacağız? Şimdi değildi. Bak. Hayır lan."
Duyduklarımla birlikte şok olmuştum. Haberi verdiğimde mutluluktan havaya uçar sanmıştım. Oysa ki o ellerini kafasının arasına almış ne yapacağını düşünüyordu. Gözlerim dolmuştu.
'Bunun olacağını biliyordun. O yüzden söylemedin.' Dedi içimden bir ses. 'Kendini kandırma.' Diye de ekledi.
"Boran.."
"Defne. Daha hiç bir şey hallolmadı. Lan biz onu nasıl koruyacağız? Bensiz ne yapacaksınız? Hayır. Zamanı değildi. Hayır."
Zamanı değildi.
Hayır.
Bensiz ne yapacaksınız?
Duyduklarımla şok oluyordum. Çocuk istediğini sanıyordum. Nasıl birden bu karara varmıştı?
"Boran." Dedim zor çıkan sesimle.
"Defne. Sen ne yapmak istiyorsun? Eve geçelim mi? Bak.. annemle kal istersen sen. Orada daha güvenli olursun. Siktir et şirketi. Evlensek mi? Kimin adına yazılacak bu çocuk? Lan."
"Boran. Hamile felan değilim." Dedim sakince. Bilmemeliydi. Bilse ne olacaktı ki? Çokta istekli değildi.
"Ne? Değil misin?" Dedi bana bakarken.
"Emin misin?" Diye tekrar etti
Kafamı salladım. "Test yapmıştım. Çıkmadı. Korkma yani."
Yanıma yaklaştı. "Korkmadım. Sadece zamanı var dedim."
"Neye zaman var? Bilmediğim bir planımız mı var?"
"Her şey çok karışık. Seni koruyamazken onu nasıl koruyacağım Defne?"
"Boran. Siktir et. İnan kimseyi korumana gerek yok. Hamile de değilim. Korkacağın hiç bir şey yok." Dedim ellerimi ondan çekerken. Yanından bir kaç adım uzaklaştım. Dolan gözlerimi görmemeliydi.
"Beni Mert'e bırakır mısın? Daha fazla bekletmek istemiyorum."
Hayal kırıklığıma yansıyan sesimi düzgün çıkarmaya çalışsam da nafileydi. Kırılmıştım. Karnımda onun çocuğu vardı. Oysa ki daha kaç ay olmuştu doğum kontrol hapı kullanma diyeli? Ne değişmişti?
Boran değişmişti..
Planları değişmişti.
Arabaya bindiğimizde adresi ona söyleyip tam gaz Mert'e ilerledik. Yol boyu ne konuştum, ne de radyoyu açtım. Kırılmıştık. Bu sefer yalnız da değildim üstelik. Karnım da ki nehir de en az benim kadar kırılmıştı.
Mert'in iki katlı evini gördüğümde arabadan inmek için haraketlendim.
Elimden tuttuğunda inemedim. "İyi misin?" Dedi.
"İyiyim." Dedim. Sesim samimilikten uzaktı.
"Seni kıracak bir şey mi söyledim? Az önce konuştuktan sonra bir şey oldu sa.."
"Az önce hiç bir şey konuşmadık. Ne sen konuştun ne ben. Biz az önce birbirimize gerçekleri söyledik. Senin benimle ilgili plan yapmadığın geleceğini öğrendik."
"Ben.. Ben öyle demedim" dedi.
"Sen demedin, ben anladım. Sonra görüşürüz." Dedim arabadan hızla inerken. Gözlerim dolu dolu Mert'in bahçesinin kapısını açtım. Kapıyı hızla çalarken Boran'dan tarafa hiç dönmedim. O da gitmedi. Gözleri hala üzerimdeydi biliyordum.
Kapı açıldığında içeri zor attım kendimi. Mert ne olduğunu anlamadan yüzüme bakıyordu. "Geç artık şurdan!" Dedim kendime yol açarken. Topuklu ayakkabılarımı fırlatıp direkt mutfağa geçtim.
Mert ise Boran'ın gidip gitmediğini kontrol ediyordu. Sonra yanıma geldi.
Titreyen ellerimle bardak almaya çalıştım. Bardakların yerini bulmak için 3 kapağı hızla açıp kapattım. Üçünde de şanssızdım.
"Nerede bu bardaklar?!"
Mert açmadığım tek dolaba uzanıp içinden bir bardak verdi. Uzanıp tek hamlede sertçe aldım. Sonra ise buzdolabını hızlıca açmaya çalıştım. Bir çekişte açılmadı. İkinci çekişte yine açılmadı! Ne oluyordu bu mutfağa!
"Sıçarım şimdi. Açıl artık!" Dedim sinirle.
Açılmadığını anladığım bir noktada sinirden bayılmak üzereydim. "Hiç bir şeyi beceremiyorum. Açılma sende!" Dedim elimde ki bardağı fırlatırken. Mert şok olmuş bir şekilde bana bakarken ben hala buzdolabını yumrukluyordum.
"Ne oldu? Hey bana bak? Ne oldu dedim?!"
Ellerimi tutmaya çalışıyordu. Bir yandan da buzdolabına vurmamı engelliyordu.
"Defne bana bak! Ne oldu diyorum sana?!"
"Bırak beni. Su içeceğim sadece!"
"Lan. Tamam. İçeceksin amına koyayım. Dur önce!" Mert'in yüksek sesli bağırışıyla kendime geldim. Dikleştim. Oda çok bağırdığını anlayınca sesini yavaşlattı.
"Gel otur şuraya. Atalarımızın senin durumunla ilgili bir yorumu var duydun mu?" Dedi bana sandalyeyi çekerken.
Kafamı "Ne?" Anlamında salladım.
"İmam osurursa. Cemaat sıçar." Diye de devam ettirdi.
"Mide bulandırıcı!" Dedim bağırırken.
"Ne yapalım. Atalarımız işte. Atsan atılmaz, satsan satılmaz."
Bu sırada buzdolabını az önce sanki ben hiç zorlamamışım gibi kolayca açtı. Ne yani açılmayışı bana mı özeldi? İçinden bir şişe su aldığında buzdolabını kapattı. Bir bardak alıp önüme koydu. Suyu yavaşça doldurduğunda karşıma oturdu.
"Anlat bakalım. Ne oldu?"
"Anlatacak bir şey yok! Hiç bir şey olmadı!"
"Oradan baksana bana. Sik kafalı ve salak birine mi benziyorum?"
Cevap vermedim.
"Hadi anlat. Ne yaptı bu Boran şerefsizi yine?"
"Boran'la ne alakası var?!"
"Alevinle tüm cemaati yakacak ateşi Boran harlar diye düşünüyorum. Yanılıyor muyum?"
Bir yudum su aldım. İyi gelmişti ama bu sefer de ağlamaya başlamıştım.
"Yanılmıyorsun." Dedim göz yaşlarımı silerken.
"Anlat ne oldu?" Bu sırada ayağa kalktı ve peçete alıp bana uzattı. "Anlatırken ağlama. Karnında ki sadece sana ait değil. Ben onun dayısıyım. Üzme onu."
"Ha ben üzülebilirim yani?" Dedim burnumu silerken.
"Lafı götünden anlama da anlat."
Sessizleştim. Az önce ne olduğunu bende bilmiyordum. Nasıl anlatacaktım?
"Boran. Şüphelendi." Dedim.
Gözünü kaldırıp bana baktı. Neyden diyordu sessizce.
"Hamile olduğumdan."
"Eninde sonunda öğrenecek. Söyledin mi?"
"Söyleyemedim. Çünkü.."
Ben tamamlayamadan o tamamladı.
"Çünkü şaşırdı. Ne yapacağını bilemedi ve şimdi zamanı değil gibi boktan laflar etti değil mi?"
Şaşırdım. Boran'ı ne kadar iyi tanıyordu böyle. Yoksa bildiği şeyler mi vardı?
"Ne..Nereden bildin?" Dedim burnumu çekerken.
"Yarrak kafalı bir sevgilin var. Tanımamak mümkün mü? Ben onun aklının içinde ki tilkileri sikeyim!" Dedi ayağa kalkarken.
"Ne yapacağım ben? İstemiyor karnımdakini. Ben ona kıyamam!" Dedim ağlamalarım artarken.
Tekrar yerine oturdu. "Kıymayacaksın. O şerefsiz Boran'ın planlarını anlayacağız ve kafasında ki herkesi öldürme planını patlatacağız. O zaman istemesin de göreyim o sik kafalıyı!"
"Küfür etme artık!"
"Küfür etmemeye yemin ettiğim her an beni küfüre sevk ediyorlar amınakoyayım!"
"Planları ne? sen nereden biliyorsun?"
"İntikam almak istediğini hepimiz biliyoruz. Boran seni yalnız bırakmaktan korkuyor. O yüzden çocuk için zamanı değil demiştir. İstemediğinden değil yani!"
"Yine de kalbim kırıldı!" Dedim ağlarken.
"Kendini hazırlamalıydın! Her şeye hazır olmalısın Defne! Bir gün gelip güçlü bir kadın olup diğer gün gelip salya sümük ağlayan güçsüz bir kadın olma karşımda! Dik dur. Böyle şeyler ihtimal dahilinde. Her şeyi düşün o kafanda."
"Kalbimi kırdı. Onu bir daha görmek istemiyorum."
Dudağının kenarını yukarı kıvırdı. "Uydurma. Akşama özleyeceksin."
"Hayır!" Dedikten sonra kaşlarını kaldırdı. Hadi be oradan der gibi bakıyordu.
"Tamam belki biraz özlerim." Dedim sakince.
"Ama yine de bugün o eve gitmeyeceğim. Hatta o planlarını durdurana kadar gitmeyeceğim! Seninle kalacağım. Yarın öbür gün Karnım büyüyecek. Uzak durmamız en iyisi senin dediğin gibi." Dedim. Uzun zamanadır bu fikri düşünüyorduk. Mert ilk söylediğinde kabul etmemiştim ama şimdi haklıydı. Boran'dan biraz uzaklaşıp ne yaptığını kontrol etmeliydik.
"Tamam. Sen nasıl istersen ama.."
Burnumu çektim. "Ama ne?"
"Aması ama amına koyayım. Boran amalarımı bile sikecek!"
"Beni yanına almak seni korkutuyor mu?"
"Ben yanıma Boran'ın sevgilisini değil, kardeşimi aldım. Kimse beni korkutamaz. Boran'la kan bağım yok ama onu diğerlerinden hep ayırdım. Onu kardeşim gibi gördüm. Benim yüzümden çocukluktan bu yana sevdiği kızdan ayrılması ufacık zoruma gitmiyor değil."
"Ufacık mı yani?"
"Ufacık."dedi Mert.
"Hadi kalk yıka yüzünü. Koskoca Label üyesi geliyor evimize. Seni şu halde görsem tırnağımı bile emanet etmem."
"Mert!" Dedim bağırırken. O da ayaklanıyordu.
"Ne var? Yalan mı?" Dedi mutfaktan çıkarken. Çantamı masaya koydum ve adım kadar bildiğim lavabonun içine girdim. Kapının önünde ki topuklu ayakkabılarımı tekrar ayağıma geçirdim. Savaş kurallarına uyacak kadar güçlü olmalıydım ve topuklu ayakkabılar benim silahımdı. Güçlü gösteriyordu.
Mert'in evi güzeldi. Tek katlıydı. Villaydı. Durumunun iyi olduğunu biliyordum ama bu kadar iyi olduğunu gerçekten bilmiyordum. Bu evde yaşamasının tek nedeni ise bu değildi. Öyle bir sistemi vardı ki.. Boran'ın annesini sakladığı ev gibiydi. Yer altından yol açtırmıştı ve evinin altında oraya ulaşan bir otopark vardı. Gülden hanımla görüşmeyi o yüzden burada istemiştik. Hem Boran'ın adamlarına yakalanmayacaktık. Hem de Gülden hanım kendisini riske atmamış olacaktı.
Yüzümü ve gözümü düzeltebildiğim kadar düzelttim. Aynadan kendime baktığımda mide bulantımı unutmaya çalışıp dışarı çıktım. Mert elinde bir kupa kahve almışken diğer kupayı da bana uzatmıştı. Hemen aldım.
"Gülden hanım. 37 yaşında. Label topluluğuna yetiştirildiği aile tarafından zorla konulmuş. İlk başta devlete yardım sandığı bu kuruluşun düzenini öğrendikten sonra çıkamamış." Dedi Mert.
"Kimsesiz birini kalabalık insanların arasına soktun mu zaten çıkaramazsın." Dedim. Hafifçe kafasını salladı.
Nedense gözlerini kaçırmıştı. Kendini kimsesiz mi hissediyordu?
"Sanat bağlantıları sadece Türkiye'de değil Avrupa'yla da devam ediyor. Mafya gibi düzen oturtulmuş. Türkiye'de yapılan tüm arkeolojik kazılar devlete aktarılıyor gibi gösterip topluluğa yatırıyorlar. Adamlar her şeyin sahibi olmak istiyor. Piç kuruları."
"Küfür etmeden anlat." Dedim.
"Küfür etmeden anlatmak mümkün mü?"
Hadi hadi der gibi geçiştirdim.
"Yanında Selahattin ekşioğlunun emrinde yetişmiş bir koruması var. Onun yanında açık konuşamayız. Anlatacaklarını bir kağıda yaz. Kabul ederse bize çiçek yollasın."
"Mantıklı." Dedim.
"O gruba nasıl gireceksin? Parmak izi olmadan olmuyor biliyorsun. Dikkat çekebilirsin. Ses tonundan bile anlayabilirler."
"Gülden Hanımla birlikte gireceğim oraya. Onu o topluluktan bir anda kurtaramayız. Silahlar bende. Güç bende. Benim orada olmamı yadırgamayacaklar, biliyorum."
Kafasını salladı.
"Dikkat et Defne. Karnında ki duyulmadan bitir aklındakini."
Mert'in dediği gibi harfi harfine mektubumda ne yapmak istediğimden bahsettim. Onu oradan kurtaracağımı, ortak olmamız gerektiğini ve koltuğunu benimle paylaşmasını istedim. Tek yol vardı. Bana güvenmeliydi.
"Silah atışı yapalım mı? Zaten zor öğreneceksin gibi duruyor." Dedi Mert.
Günlerdir silah atışları yapıyorduk. Bir yol kaydedememiştim çünkü hiç ilgi alanıma giren bir konu değildi.
"Benim ellerim fırça tutması gerekiyor. Silah değil!"
Bu sırada beni dinlememiş gibi odasından silahları almaya gitmişti. Yazdığım yazıyı bitirdikten sonra ayağa kalktım ve Mert'in arkasından yürümeye başladım. Çantamda çalan telefonu duyduğumda mutfağa geri döndüm. Arayan Beril'di. Onu en son nikahta görmüştüm. İyi miydi?
"Alo."
"Defne? Neredesin?"
Sesi çok telaşlıydı. Bir şey mi olmuştu?
"Mert'leyim. Ne oldu? Asıl sen iyi misin?"
"Ben.. Yani evet. İyiyim. Seni görsem iyi olur. İşin var mı?"
"Şu an önemli bir işim var ama ondan sonra görüşebiliriz. Yanına gelmemi ister misin?"
"Yok. Yok sen gelme. Ben gelirim. Adresi yollaman yeterli."
"Tamam mesaj atarım." Dedim. Sessizlik çökünce ekledim.
"Beril. İyi olduğuna emin misin? Sesin çok telaşlı. Bebek iyi değil mi?"
"Hepimiz iyiyiz. Sadece Defne teyzemize ihtiyacımız var. Acil sen krizim tuttu kızım. Beni çok boşladın."
Doğru söylüyordu. Beril'e her şeyi anlatmadan yaşayamazdım. Şimdi ise hamile olduğumu bile söyleyemiyordum.
"Haklısın Beril. Toparlayacağım. Tekrar bir arada olacağız merak etme."
"Umarım Defne. Ne zaman geleyim? Hemen gelsem olur mu?"
"1 saatlik bir işim var. Ondan sonra gelebilirsin."
"Tamam canım. Görüşürüz." Dedi.
"Görüşü.." demeden telefonu kapattı. Neyi vardı bu kızın? Telefona alık alık bakarken Mert mutfak kapısından bana bakıyordu.
"Gelmiyor musun? Seni bekliyorum."
"Geliyorum." Dedim şaşkın bir halde. Telefon elimde telefona bakıyordum.
Telefonu cebime koyup bahçeye inen merdivenlere ilerledim. Dışarı çıktığımda Silahla ateş açtığım dereceli atış tahtası yenilenmiş bir şekilde yerinde duruyordu.
Bahçenin etrafında sadece 2 adam duruyordu. Mert evine çok fazla koruma almasa da evin 10 km ötesinde yerleştirilmiş adamları vardı.
Yürüyerek yanına ilerledim. Silaha uzandığımda ilk önce kulaklığa ilerledim.
"Bugün kulaklıksız dene. Her zaman onu takacak vaktin olmayabilir." Dedi Mert.
"Haklısın"
Kulaklığı es geçip yerime geçtiğimde ayaklarıma bakıyordu.
"Çıkarmayacak mısın bugün?" Topuklularımdan bahsediyordu.
Hayır anlamında kafamı salladım. "Topuklularla yakalanmaya alışmalıyım."
"Haklısın." Diyen bu sefer oydu.
"Silahını hedefine doğru tuttuğunda tek gözünü unut. Gören bir gözüne 2 gözün bakışını ekle." Arkama geçti ve kolumu dikleştirdi. Hedef tahtasının ortasına tutup duruşumu ayarladı.
"Parmaklarını kırma. Bedeninde ki tüm kontrolü parmaklarına ver. Yoksa silah titrediğin de elini kırarsın. Sabit tut."
Dediğini yapmaya çalıştım.
"Beyninle kurşunu dans ettir. Hedefine odaklan. Sıkmak istediğinde korkma. Korkarsan sıkamazsın."
Pozisyonumu aldım.
"Karşında sevmediğin insanları hayal et. O zaman daha kolay oluyor." Dedi.
Elimde silah gözümde isabet etmeye çalıştığım tahtanın kırmızı noktası ve titrememeye çalışan elimle birlikte Mert'e konuşan bu sefer ben oldum. "Sen kimi hayal ediyorsun?"
"Annemi öldüren o caniyi." Dedi tek nefeste.
Babasını.
Sami'yi.
"Sami'nin anneme aşık olduğunu biliyor muydun?"dedim.
Kafasını evet anlamında salladı. Onun her şeyden haberi vardı.
"Hazır mısın?" Dediğinde silahla iyice yerimi aldım.
Hedefimi görüp ateş ettiğimde tahtanın en kenarına gelmişti. Kulağımın zarının patladığı bir noktadan tahtaya baktım.
Bu da iyiydi çünkü bir haftadır tahta hariç her yere sıkmıştım. Heyecanlanıp zıpladığımda Mert bana baktı. "Neye seviniyorsun acaba? Hedefi vuramadın."
"İlla ortaya mı gelmesi lazım? Karşımda ki adam olsa vurmuştum işte." Dedim.
"Vurmuştun ama kolundan. Diğer kolu hala sağlam. Onunla çıkarıp sana vursa ne yapacaksın? Öldürücü darbeyi unutma. Yoksa silahlar sana doğrultulur."
Tekrar yerimi aldım. Duruşumu düzelttim. Mert ise silahın ucunu düzeltiyordu.
"Elinde ki silah B6 C. Ağırlığı en az olan silahlardan biri. Nişanı iyi aldığında karşıdakinin beynini dağıtır. Güç silahta, kullanması silahı tutan sahibinin beyninde."
Anladım dercesine kafamı salladım.
"Duruşum iyi mi?"
"İyi." Dedi. Beni düzeltirken. "Beril'e güvenmiyorum." Dedi birden bire. Silahı indirip ona baktım.
"Ne? Beril mi? O ne alaka şimdi?"
"Beni rahatsız eden bir şey var o kızda. Dikkatli ol."
"Hepinizden önce tanıyorum ben o kızı. Arkadaşım o benim."
"Defne. İnan hiç umrumda değil. Dikkatli ol. Herkese karşı."
"Bildiğin bir şey varsa anlat! Yoksa da sus! Kafamı karıştırıyorsun." Dedim silahı hedefe doğrultup sıkarken. Ardı ardına sıkıyordum. Az önce sıkmamdan kaynaklı 13 mermiden kalan 12 merminin 12'de sıkmıştım. Mert tahtaya yaklaştı.
"8 isabetli atışın var. Hedefe değen 2 doğru atış. 1 haftanın en iyi günü bugün." Dedi bana yürürken.
"Seni sinirlendirmek gerekiyormuş Dafi. Baksana şu hale." Dedi sert sesiyle. Onun güldüğü anlar çok azdı. Her zaman ciddiydi ama benimle konuşurken herkesle konuştuğu o gardını indiriyordu.
Kafamı yüzüne çevirdim ve silahı yerine bıraktım. "Beni sinirlendirme. Sinirlenince gözüm hiç bir şey görmez Mert."
"Biliyorum." Dediği an cebindeki telefonu titredi. Telefonu alıp baktığında bana baktı.
"Otoparkta misafirlerimiz var. Hazır mısın?" Dedi.
Kafamı salladım ve adım atan Mert'in arkasından yürüdüm.
Topuklumun çıkardığı seslerle birlikte kendimden emin bir şekilde yürüyordum. Otoparka inen merdivene indiğimizde kapıyı açan Mert'e kafa sallayıp siyah arabaların önünde durdum.
İçinden ilk önce siyah takım elbiseli uzun boylu korumalar indi. Daha sonra ise arka kapıyı açtılar.
Kafamı dik tutmaya çalışırken arka kapıdan inen siyah takım elbiseli kadına baktım.
Uzun boylu bir kadın indi arabadan. Kilolu değildi ama heybetliydi. Esmerdi. Saçlarının arasında ki sarı ışıltılar topuzundan belli oluyordu. Kapıdan çıktığı an gözlerime baktı. Gözlerinde ki o parlayan ifadeyi hemen yakaladım. İkimizinde ihtiyacı olan o parlaklıktı.
Bana bir adım attığında bende bir adım attım. Güçsüz görünmek istemiyordum. Korkmadığımı göstermem lazımdı. Ne demişti Mert? "Kural bilmem kaç.. Düşmanın adım atmadan sen at. Geride durursan karşında ki sana ilk tekmeyi atar.."
Ellerimi uzatmadan ellerime uzandı.
"Merhaba Defne. Ruşa'nın kızı Altın Defne. Boran'ın hazinesi.."
Altın Defne, Boran'ın hazinesi, Dafi..
Kaç lakabım vardı Bu camiada?
"Merhaba Gülden Hanım."
"Büyümüşsün. Küçüklük fotoğraflarını görmüştüm."
"Namım çok dolaşmış dillerinizde." Dedim.
"Annen sağolsun." Dedi. Elleri hem yumuşak hem sertti. Tokalaştığı elimi bırakmıyordu. Boynumda ki kolyeye baktı. Büyükbabamın avucuma bıraktığı o kolyeye. İki çizgi arasında ki nokta işaretli kolyeye.
"Annenin kolyesi. Yakışmış."
Boynumda ki abimin kolyesi değil miydi? Yine kafam karışıyordu.
"Teşekkürler." Dedim. "Buyrun yukarı çıkalım." Dedikten sonra arkadaki esmer adam Gülden hanımın arkasında durmaktansa tam yanında duruyordu. Kumraldı. Uzun boyluydu ve gözlerinde 1 gram duygu barındırmıyordu.
"Öncelikle. Telefonlarınızı almak zorundayım." Dedi Gülden Ağca.
"Ve izninizle evi aramamız gerekiyor."
Mert öne atıldı. "Bu ne demek oluyor?"
Güldü. "Sana da merhaba Mert. Korkma. Sadece önlem. Sizin ve bizim için."
Kafamı çevirip Mert'e baktığımda onun da bana baktığını gördüm. Kafasını aşağı ve yukarı salladığında telefonumu çıkarıp Gülden Hanıma uzattım. Mert'te aynı şeyi yaptı. Gülden hanım yanında ki adamlara bakıp kafasıyla yukarıyı işaret etti. Arkasında durmayan o adam haricinde herkes hızlıca yukarı çıktı.
Aşağıda dört kişi kalmıştık. Hepimiz sessizce birbirimize bakıyorduk.
Kaç dakika bekledik bilmiyorum. Zaman durmuştu. Aklımdakileri anlatmak için can atıyordum ama yanında ki bu Selahattin şerefsizinin koruması olduğu için konuşamayacaktık.
Korumalar tek tek aşağı indiğinde elinde bir cihazla yukarı çıktıklarını fark etmemiştim. Şimdi gördüğümde ise Gülden Hanıma döndüm. Korumalar sessizde. "Hazır." Dediklerinde kenara çekilip Gülden Hanıma yol verdim.
Merdivenlerden yukarı çıktığımızda oturma odasına gideceğimizi sanırken mutfağa geçen Gülden Hanıma baktım.
Masaya oturmadan önce koruması ondan önce sandalyesini çekti. Oturduktan sonra ise geriye itti.
Bizde oturduktan sonra bize döndü. "Evet. Size nasıl yardımcı olabilirim?"
"Abim. Sana yardımcı olacakmış doğru mu?"
"Abin bana yardımcı olacaktı ama biz bu anlaşmayı feshettik."
"Ne zaman?" Dedi Mert.
"Bu sabah." Dedi Gülden Hanım.
Sessize Mert'le birbirimize baktığımızda o korumanın gözlerini üzerimde hissettim. "Ne istiyorsun Defne? Masum birine benziyorsun. Ne işin var benim yanımda?"
"Hayatımı istiyorum. Tüm sevdiklerim sizin elinizde. Çıkmak istiyorum bu çukurdan."
Güldü. "Onlar istemezse sen o çukurda sadece çırpınan olursun."
"Peki sizin hayatınız, çukurun için de çırpınan o kızdaysa?"
Gözlerini üzerimde gezdirdi. "Ne demek istiyorsun?"
Mert'e baktım. Dizimin üstüne elini koyup bekle işareti yaptı. Neyi bekleyecektim.
Bu sırada Gülden Hanımın parmaklarını beşten geriye doğru saydığını gördüm. Bir şeyler dönüyordu.
Parmaklarının hepsini kapattığında camlar patladı. Etrafımızda ki tüm korumalar camlara eğildi. Mert direkt silahını çekti ve Gülden Hanıma uzattı. Selahattin'in koruması ise hala Gülden Hanımın başında dikiliyordu.
"Mert çek şu silahı! Baskın var. Ben yaptırtmadım!" Dedi Gülden Hanım.
"Nereden bileyim?! Nasıl güveneyim?"dedi Mert.
Gülden Hanım bir Mert'e bir de o korumaya bakıyordu. Sonra korumaya döndü. "Çabuk bitir şu adamları Repa! Kim silah sıktıysa bulun ve gebertin! Çabuk!" Diye emir verdi.
"Benim işim bu değil." Dedi kısık sesle.
"Sana emrediyorum!"
"Sizden emir almıyorum." Dedi Repa.
Olanları hayretle izliyordum.
"Eğer benim canıma zarar gelirse ne diyeceksin o Selahattin'e?"
O sırada bir kurşun tam yanımızdan geçip duvara saplandı. Sesten kulaklarımı kapatmıştım.
Biz ne yaşıyorduk amın.. Ay. Pardon. İyice Mert'e benzedik.
O sırada camdan sıkmaya devam eden korumalardan biri yanımıza geldi. "Gülden Hanım. Fare gibi çoğalıyorlar. Destek lazım." Dedi.
"Çabuk yardım et. Bizde diğer odalara dağılalım."
Gülden Hanım Repa'ya baktığında Repa sıkıntıyla nefes verip cebinden silahı çıkardı ve cama yöneldi. Bu sırada da Gülden Hanım bizi Mert'in yatak odasına sürükledi. Kurşundan kaçmak için sürünerek gidiyorduk.
Odaya girdiğimizde camdan kurşun sıkmaya hemen Mert'in yanında durdum. Şuursuzca sıkıyorken Gülden Hanım dikilmiş bize bakıyordu.
"Ne yapıyorsunuz siz?!" Dedi.
Bense kafamı çevirmiş ona bakarken kulağımın yanından kurşun geçti. Eğer Gülden Hanıma bakmak için kafamı çevirmeseydim Beynimin ortasına kurşunu yemiştim.
Korkmuştum. Direkt karnımı tuttum.
Silahı tutup karşıda gördüğüm adama sıktım. Yere düşüşünü görünce bağırdım. "Çocuğumu korkutuyorsun Şerefsiz!" Dememle Mert bana baktı ve güldü.
'Oha. İlk adamını öldürdün.' Dedi Siyah.
'Bu sevinilecek şey mi sence?' Dedi beyaz.
'Sen bi sus ya korkak!' Dedi Siyah.
'GTA oynamıyoruz! Gerçekten sıktı kafasına.' Dedi beyaz.
'Güçleniyor kız! Karışma!' Dedi.
Susturdum ve Gülden Hanıma döndüm.
Elimizden silahları almaya yeltendiğinde kafamı kaldırdım. "Ne yapıyorsunuz siz? Adamlarıma sıkmayın artık."
"Adamların mı?" Dedi Mert ve ben.
"Çekin şu silahları. Rahat konuşalım diye yaptım." Dedi Gülden Hanım.
"İnanın bende sıkıldım. Beni kurtaracak kadar değerli mi o elinizdekiler yoksa çoluk çocukla mı uğraşıyorum bi bakayım dedim." Bu arada silahıyla bir o duvara bir bu duvara sıkıyordu. "Ee Hadi anlatın." Diye bağırınca camın altından ayağa kalktım. Silahlar artık bize yönlendirilmiyordu ama dışarıda resmen kıyamet kopuyordu. Camın olmadığı köşeye geldiğimizde Gülden Hanıma baktım.
"Label topluluğunun bizimle derdi ne?"
"Silahlar ve deliller." Dedi Gülden Hanım.
"Deliller Azad'da." Dedi Mert.
"Evet ama hepsi değil. Diğerleri sende." Dedi Gülden Hanım bana bakarken.
"Bende mi?" Kafamı kaldırmadan ona baktım ve içimdekileri bastırmaktansa konuşmayı tercih ettim.
"Bakın Gülden Hanım. Sizinde o topluluktan çıkmak istediğinizi biliyorum. Çocuğunuz olduğunu da biliyorum." Ellerini tuttum ve karnıma doğru götürdüm. "Bakın ben de artık tek canla yaşamıyorum. Onun canını korumam lazım. Sizde benim gibi düşünüyorsunuz biliyorum. Bana bilgi verin. O gruptan sizi de kendi ailemi de çıkarayım. Madem altın Defne benim. Sizi oradan çıkarak olan tek kişi de benim o zaman."
"Hayal kuruyorsun. Onlar bizi öldürmeden o gruptan çıkamayız."
Cebimde ki silahların olduğu haritayı gösterdim. "Peki tüm kozlar bendeyse? O zaman da koruyamaz mıyız bu canları?"
Şaşkın şakın önce Mert'e, sonra bana baktı. Silah sesleri gelmeye devam ediyordu.
"Yetmez. Bu silahlarla bir sürü masum ölecek. Ben yeterince günaha girdim. Kendi canım için onları tehlikeye atamam."
"O işi bana bırakın. Hepsini adalete teslim edeceğime emin olabilirsiniz."
Kadın kahkaha attı. "Ne diyorsun sen Külkedisi? Adalet mi kaldı? Adaleti bile bu şerefsizler yönetiyor!"
"Bakın içlerinde temiz olan elbet var. Bana güvenin. Çocuğunuz için. Çocuğum için. Denemeye değmez mi? Kaybedecek neyimiz var?"
Ellerimize baktı. Gözlerinde ufacık da olsa umut kırıntısı aradım.
"Ne istiyorsun?" Dedi.
"Koltuğunuzun yarısını. Mevkinizi benimle bölüşeceksiniz ve yavaş yavaş hepsini bitireceğiz ama önce bana kayda değer bilgi vermeniz gerekiyor."
"Oraya girmek için pisliğe Batman gerekiyor. Sen çok temizsin o masa için."
"Orasını ben halledeceğim."
Mert konuştu. "Yeni bir kuruluş var diyorlar? Doğru mu?"
"Doğru. Masamızdan çoğu o tarafı seçti. Amacını anlayamadık ama kuranın kim olduğunu tahmin edebiliyoruz."
"O tarafı seçtiklerini nereden anladınız? Masanızda ki çoğu insan Boran tarafından öldürülmedi mi?"dedi Mert.
"Hayır. Hepsi yaşıyor. Yeni düzen kuruyorlar. Label'e rakip doğurmaya çalışıyorlar ama nafile. Yurt dışından hepsi için infaz haberi geldi." Dedi Gülden Hanım.
Boran'da bu işin içinde olabilir miydi?
"Yurt dışı topluluğunu yöneten kim? As başkanla aynı kişi mi?"
Evet anlamında kafasını salladı. Bu demek oluyordu ki yurt dışı ayağını da abim yönetiyordu. İşimizi kolaylaştırırdı.
"Peki.. Benimle birlikte o koltuğa otursanız.. Neler olur?"
"Defne. Herkes senin o koltuğa geleceğin günü bekliyor. Tüm gücün sende olduğunu biliyorlar. Abinin de, Boran'ında seni bu denli koruması herkesin senin üzerine titremesine neden oldu. Annenin koltuğu hazır bir halde seni bekliyor zaten."
"Annemin koltuğu mu?"dedim.
"Evet. Annen ölmeden önce oraya oturdu ve hepsine kafa tuttu. Onu orada öldüremediler çünkü o topluluk dışarıdan mükemmel ve devletin işine yarar gibi görünse de içten içe çürütüyor. Devleti yıkmak istiyor. Annen bir kaç polisle geldi oraya. O koltuğa oturmak istedi. Onları belgelerle tehdit etti ama Label affetmedi. O sırada ise Sami'nin ailesi olduğu öğrenildiğinde infaz emri verilmişti. Ruşa'nın canıyla ise bu karardan vazgeçildi. Sami yıllarca delliler bende diye kandırdı kurulu. Silahları bulunca delilleri de vereceğim dedi ama ta ki genç bir çocuk bize sesli mesaj gönderene kadar.."
"Boran.." dedi Mert.
"Aynen öyle. Boran gerçekleri bildirdi Label'e. Çünkü hepsiyle geçmişten gelen bir hesaplaşması vardı."
"Sami Nasıl Label'de hala? Orayı bile kandırmış." Dedim.
Anlamaya çalışıyordum.
"İşte onu bende anlamadım. As Başkanda bazı değişiklikler var. Hiç almadığı kadar saçma kararlar alıyor. Bazen işime de geliyor ama beni şaşırtmıyor değil. Kurul şaşkın. As başkanı şikayet bile etmişler."
"Yeni grup sana teklif getirdi mi?" Dedim.
"Hayır ama ulaşması an meselesi."
"Bana bildirecek misiniz? Kim olduklarını?"
Durdu. Dışarıda ki silah sesleri kesilmişti. Bu demek oluyordu ki zamanınız bitmişti.
"Bana bir şey olursa. Çocuğuma bakacak mısın?"dedi.
Ellerini aldım ve karnıma götürdüm.
"En az kendi çocuğum kadar."
Gülümsedi. "Kendi çukurumuzda çırpınıp dursak bile ümitli olman beni ümitlendirdi Defne. Annen o kolyeyi dövme yaptırmamak için takmış. Tüm kurulu ayakta durdurmuş. Onun.."
Sustu.
"Onun canının çok yandığı belli. Çok fazla kükremiş. Sami'ye olan aşkı onu bitirdi."
Sustum. Konuşacak kelimem yoktu. Annemin canını kalbimde hissediyordum ve neredeyse alev alacaktı.
"Defne'yi açık hedef haline getirmek istemiyorum ama başka çaremizde yok gibi gözüküyor.Onlara istediklerini veriyormuş gibi yapıp çökertelim şu grubu." Dedi Mert.
"Aynen öyle yapacağız. Defne'den bu denli korkmalarının altında sadece silahlar olmamalı. Başka şeyler de var. Gözünüzü açık tutun. Haftaya kurulun toplantısı var. O gün seni onlara bildireceğim. Masken evine geldiği an içimize alındın demektir."
"Ya alınmazsam?" Dedim.
"Tüm topluluğun altını sensin. Seni almamaları salaklık olur."
Kafa salladım. "Yeni topluluktan haber geli.." diyecektim ki Gülden hanım böldü.
"Haber veririm. Kendine dikkat et. Artık çok daha fazla güçlü olman gerekiyor. Sadece benim için değil. Çocuklarımız için de." Dedi. Haklıydı.
Kafa salladım. Kapı açıldığı an Repa odaya girdi. İğrenç bir adama benziyordu.
Tedirgin gözleriyle yere çökmüş bize baktı. Bizden şüphelenmiş miydi?
"Etraf temiz." Dedi.
"Kimlermiş?" Dedi Gülden Hanım.
"Bilmiyorum. Egemen Zorlu'nun piçleri olabilir. Biri ölmeden önce onu sayıkladı."dedi.
Muhtemelen Gülden Hanım hedef şaşırtıyordu.
"Tamam geliyorum." Dedi ve bize veda eder gibi baktığı anda çıktı gitti. Güçlü kadındı. Adım attığında bile o gücü hissediyordum
"Ne acayip kadın lan." Dedi Mert. Sonra ise devam etti. "Kurulda Egemen'in üstüne yürüdüğünü duymuştum. Bilerek onun ismini verdirtmiş olmalı. Bir vuruşta iki kuş." Dedi.
Pencereden dışarı bakarken Mert'in dediklerini tam duymadım bile. Artık daha hırslı olmalıydım. En yakın zaman da Kenan ve Berfin'in Boran'la ortak olup olmadığını öğrenip onlardan yardım istemeliydim. Abimi onlara vermeyecektim ama kurulu çökertmelerin de yardımcı olacaktım.
"Ne düşünüyorsun?" Dedi Mert.
"Berfin'in numarası var mı sende?"
"Var." Dedi. "Ne yapacaksın?"
"Bize yardım eder mi sence?"
"Bilmem. Kenan'ın sana çok yardım edeceğini sanmam ama Berfin'i bilmiyorum."
"Benim için yarın bir buluşma ayarlar mısın?" Dedim.
Kafasını salladı ve odadan çıktı. Bende onun arkasından çıktım. Ev harabeye dönmüştü. Tüm camlar kırılmıştı. Mert cam kırıklarının üstünden yürürken küfür ede ede ilerliyordu. "Benim evimden ne istediniz amınakoyayım."
"Nerede kalacağız şimdi?"
"Var bir yer daha. Dikkat et basma yere." Dedi. Sandalyeye oturduğum an açık kapıdan içeri birisi girdi.
"Ne olmuş buraya?" Diye bağırdı.
Tiz sesi ve korkmuş gözleriyle Beril tam karşımdaydı.
Beyaz bir elbise giymişti. Turuncuya yakın saçlarını salık bırakmıştı. Kahverengi çantası ve kahverengi terliğiyle gayet güzeldi. Aşko kuşkoydu işte. Her zaman ki Beril'di.
Ayağa kalktım ve yanına gittim. Ben ona sarılmadan o kocaman sardı beni.
"Ne oldu burada?!" Dedi.
"Düşmancıklar ziyaret etti. Sıkıntı yok. İçeri geçelim mi?" Dedim.
Kollarımdan ayrıldı. "Ne demek sorun yok Defne? Sen her gün böyle ekşınlarla mı karşılaşıyorsun?"
"Sayılır." Dedim mutfağa geçerken. "Hoşgeldin bu arada. Ne içersin?"
"Zehir."dedi kısaca.
"Ne?" Dediğimde kaşlarını çattı.
"Şu ortamın içinde kahve mi içeyim? Az önce ölü adamların arabaya taşındığına şahit oldum!" Dedi.
"Sakin ol. Sen sakin olmadıkça ben de olamıyorum çünkü" diye söylendim.
Buzdolabını açtım ve sağlam kalan bardaklardan birine su koyup Beril'e uzandım.
Suyu içerken konuştu. "Neredesin sen? Neden gelmiyorsun yanıma?"dedi.
Etrafı gösterdim. "İşte bu yüzden."
"Geçerli bir sebep değil. Her şeyini anlatırdın bana."
"Neden geçerli olmasın? Yeğenim için uzak durmadın mı benden?" Dedim. Sesim sitemli değildi ama içimde ki küçük Defne bu hikayeye kırılmıştı. Ben bile yeni fark ediyordum.
"Defne.. ben evet öyle dediğimde yanlış anlaşıldım ama.."
Gülümsedim. Elimi elinin üzerine koydum ve yanına oturdum.
"Sorun değil Beril. Seni biliyorum."
Gülümsedi. "Ee nasılsın? Yorgun gözüküyorsun."dedi.
"Yani.. Evet." Dedim ortalığa bakarken. "Hakan nasıl?" Dedim.
"İyi. Zamanla çok takıntılı ve panik biri oldu. Bebeğimizin üstüne çok düşüyor."
Sonunda çocuğunu düşünen bir baba.
Baba..
"Haklı ama ilk defa baba olacak." Dedim.
Kafasını salladı. Ciddi bir konuya gireceği belliydi. "Boran'la nasılsınız?" Dedi.
"Normal. İkimizde yoğunuz. Hakan söylemiştir. Bende şirketteyim artık."
"Evet biliyorum." Sessiz konuştu. "Bu kas kütlesi Mert'de senin kuzeninmiş doğru mu?"
Kafamı salladım. "Burada mı kalacaksın? Yani onunla?"
"Bilmiyorum. Bakacağım."
"Eskiden bana her şeyini anlatırdın."
Sustum ve dışarıya baktım. "Beril.. Artık hiçbirimiz eskisi gibi değiliz. Üniversiteye giden sıradan biri olmayı bende özledim ama ne yapsam olmuyor. Ben bu hayattan kurtulamıyorum. En iyisi sen de benimle çok fazla gözükme. Yeğenim için."
"Özlüyorum ama." Dediğinde devam etmesine izin vermedim.
"Bende ama seni hayatını tehlikeye atmayacak kadar da çok seviyorum." Dedim.
Sustu. Suyunu içti. Bir şeyler söylemek istiyordu ama söyleyemiyordu.
"Defne? Boran'la tekrar evlenecek misiniz?"
"Bilmem. Düşünmedim. Neden sordun?"
"Bilmem. Sana ev felan yaptırıyor ya. Tekrar evlenme teklifi eder sandım."
"Şu anlık buna vaktimiz yok." Dedim.
"Bir sorun mu var? En son konuştuğumuzda da böyle betin benzin atmıştı. Hiç tansiyonunu ölçtün mü?" Dedi. Neyi öğrenmek istiyordu?
"Beril.. Bir şey mi sormak istiyorsun?" Dedim eni sonunda. Artık kaçak oynayacak kadar çocuk hissetmiyordum kendimi.
"Ben.. Yani Hayır.. Sadece seni merak ediyorum. Arkadaşımı.. Kardeşimi.. Neden bu kadar tepki verdin ki?"
"Beril biz ne zaman kaçak oynadık? Bir şeyi soracaksak direkt sorduk. Sen ağzında geveliyorsun."
"Defne bak.. Hay.." diyecek oldu ki ortama Mert girdi. Beril'in yüzüne bakmadan kahve makinesinin önüne geçti. "Kahve içen var mı?"dedi.
"Hoşbulduk Mert." Dedi Beril. Sitemkâr bir halde.
"Hoşgeldin mi dedim? Hiç hatırlamıyorum." Dedi. Beril tedirgin olmuştu. Yüzüme sinirle bakıp ayağa kalktı. Çantasını masanın üstüne dağınık bir şekilde fırlattı.
"Ben bir lavaboya gideyim. Hamile olunca insanın lavabodan çıkası gelmiyor." Dedi anlamlı bir şekilde. Bu demek oluyordu ki. 'Hamileler üzülmez üstüme gelmeyin.' Anlamına geliyordu.
"Mutfaktan çıkınca karşında ki ikinci kapı." Dedim Sessizce.
Onun çıkmasını izlerken Mert'e baktım. Sakince kahvesini içiyordu. "Ne yapıyorsun sen? Onu terslemene gerek var mıydı?"
"Defne. Ben sevmediğim kişilere oyunculuk yapamam. Kusura bakma."
"Ne derdin var onunla? O benim arkadaşım."
Güldü. "Sevmiyorum." Dedi.
Kalkıp yanına yürüdüğümde kahve fincanı alıp bende kahve yapacaktım ki beni durdurdu. "Ne yapıyorsun? Kahve içmeyi kes. Hamilesin sen."
"Az önce silahlı çatışmadayken de hamileydim. Emin ol kahve daha az yorar çocuğumu." Dedim makineyi çalıştırırken. Bu sırada odanın içine bir melodi doldu. Telefon çalıyordu ama bu telefon ne Mert'in, ne de benimdi.
Beril'in telefonuydu. Mert benden önce uzanıp aldığında Beril'de mutfağa geliyordu ama koşarak. Ekranda yabancı bir numara gördüm. Mert gözlerini ayırmış ekrana bakıyordu. Beril mutfağa girdiğinde ise hemen değiştirdi o ifadeyi. Telefonu Beril'e uzattı.
Beril telefonu aldığında hemen meşgule aldı. "Açsaydın." Dediğimde ise kafasını eğdi.
"Önemli değil. Sonra ararım." Dedi.
Sandalyeyi çekip yanına oturdum. "Kaç aylık oldu bebiş?"
"18 haftalık."
"Baya büyümüş. Nasılsın Beril? Hakan'la nasılsınız?"
"Hakan çok yoğun. Bende annemleyim. Bize ayrı ev açtı Hakan. Devam etmeye çalışıyorum."
"Dikkat et kendine."
"Sen dikkat et asıl. Bak bu hayattan kurtulacağım diyorsun ama.." dedi ve Mert'e baktı. Birbirlerine olan bu düşmanlıkları nedendi?
"Aması yok Beril. Her şey düzelecek merak etme."
Ellerimi istemsizce karnıma koyduğumda ceketimin açıkta kalan yerinden göbeğime baktı.
"Vay canına. Kilo mu aldın sen? İlk defa göbek yaptığını görüyorum."
Dik oturup karnımı içime çektiğimde Beril'e baktım.
"Mide problemleri yaşıyorum bu aralar. Stresten." Dedim.
"Eskiden de mide problemleri yaşardın. Hiç göbek yaptığını görmemiştim." Dedi.
Mert'in arkamızda olduğunu konuşana kadar anlamadım. "Ona iyi bakıyorum. Sizin aksinize." Dedi. Lafı kapatmaya çalışıyordu.
Aramızda tiksindirici bir sessizlik olduğunda bu ortamı bozan yine Beril'in telefonu oldu. Yine meşgule aldığında kaşlarımı kaldırdım.
"Üzgünüm artık gitmem gerekiyor." Dedi.
"Otursaydın. Bizde çıkacağız birazdan. Seni biz bırakırdık." Dedim.
"Yok gerek yok. Kapının önünde Hakan'ın gönderdiği adamlar var. Onlar bırakacak."
Kafamı salladım. Ellerini omzuma koydu ve okşadı. İlk tanıştığımızda da böyleydi. Yanıma gelmişti ve beni yalnızlığımdan kurtarmıştı. Onunla olan ilk günlerimi özlüyordum. "Kendine iyi bak Beril. Her şey bittiğinde yine bir arada olacağız." Dedim.
Bir şeyler söylemesini beklerken o direkt boynuma atıldı. Kocaman sarıldığında elleri titriyordu. "Her şey bitecek evet.." dedi. Sanki kendi için tekrarlıyordu. "Her şey bitecek ama biz bir arada olur muyuz bilmiyorum." Dedi.
Kaşlarımı çattım.
"Tabii ki de olacağız. Neden böyle dedin?"
"Bilmiyorum dünyanın bin türlü hali var. Belki de birbirimizi bir daha görmeyiz."
"Saçmalama Beril. Kapa şu çeneni. Düzelecek her şey."
"Umarım Defne. Kendine iyi bak."
"Sende Beril." Dediğimde arkasından yürüdüm ve kapıdan çıkana kadar arkasından baktım.
Son kez arkasına bakıp el salladığında bende salladım. Onu özlüyordum.
Arkadaşımı.
Kardeşimi..
Özlüyordum.
O gittiğinde kapıyı kapatıp mutfağa yürüyordum ki Mert kolumdan tuttu ve askıdan anahtarı aldı. Diğer elinde de çantam vardı.
"Ne oldu? Ne yapıyorsun?"
"Acele et. Şu gözlerini açalım senin."dedi.
Evden nasıl çıktığımı ve arabaya nasıl bindirildiğimi bilmiyordum. Mert çok aceleci davranıyordu. Sorgulamadan ona ortak oldum.
Nedense ona güveniyordum. Sanki uzun zamandır onu tanıyormuşum gibi hissettiriyordu.
Bir arabayı takip ettiğimizi anladığımda kaşlarımı çattım. Araba dağlık yolu tırmandığında Mert'in evine çok uzak olmayan bir konumda durdu. Bizde uzakta bir yerde ağacı önümüze alarak durmuştuk. Siyah arabadan Beril indiğinde gözlerimi açtım.
Az sonra yanında bir siyah araba durduğunda ise Boran'ın arabası olduğunu anlamam uzun sürmedi.
Beril yavaşça yürüdü ve Boran'ın yanına bindi..
Neler oluyordu?
-Bölüm Sonu-
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 18.5k Okunma |
676 Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |