41. Bölüm

41.BÖLÜM

Sedef Özçelik
sedefozclkk

 

Bölüm şarkıları-Gülden Karaböcek- Sen evlisin

 

Çağan Şengül- Ben sana veda edemem

 

Müslüm Gürses -Vazgeçtim

 

Müslüm Gürses-Affet

 

 

 

 

 

41.BÖLÜM

 

YANIK İZİ

 

 

 

Ocak, 2018

 

Hayatın bir bilmece olduğunu uzun zaman önce acı gerçeklerle öğrenmiştim. Yolumu çıkmazlara sokan duygular, yaşanmamış hisler beni eksik bırakmıştı ama gücümü bir yerde toplamam için savaşma gücü de vermişti.

 

Küçüklüğümden bu yana çizim yapmayı severdim. Gördüğüm her şeyi çizmek bana iyi hissettirmişti. Geçmişimle ilgili bilinmezlik beni her şeyi kayıt altına almaya itmişti. Büyükbabam için okumasam da olurdu ama ben ısrarla istiyordum. Yine de kararlarıma saygı duyuyordu. Onu üzmemek adına tek bir tercih kullanmıştım. O da şehrimdeydi.

 

Gaziantep üniversitende Resim kazandığımda sadece gözlerime bakmıştı ve kafasını ağır ağır sallamıştı.

 

Beni üzmeyeceğini biliyordum. O beni hiç bir zaman üzmezdi.

 

Evden çok çıkmamı istemezdi. O yüzden çok fazla arkadaşlık kuramazdım. Etrafımda ki tüm insanları hiç bir zaman çemberimin içine almamıştım çünkü ne zaman onları kendi yanıma çeksem koşa koşa uzaklaşmışlardı benden.

 

Uzun arkadaşlıklar kuramamıştım ama şimdi karşımda kısa saçlarıyla gülümseyen ve hafif etlerine dolgun kızı ilk gördüğüm anda sevmiştim.

 

İsmi Beril'di. Bölümümüze sonradan katılmıştı. Resim çizmeyi hiç sevmediğini babasının zoruyla bu bölüme geçiş yaptığını söylemişti.

 

Onunla bir Cafe'de tanıştıktan sonra aynı sınıfta olacağımızı bilmiyordum. Sanırsam o da bilmiyordu. Sınıfta ilk gördüğünde direkt yanıma gelmişti. "Aa Şaşkın bakan o kız değil misin sen? Bu ne tesadüf?" Demişti.

 

Beni her zaman güldürürdü. Sosyal olmamı sağlardı. Atlas'la, Tuğba'yla ve Ahmet'le ise onun sayesinde arkadaş olmuştum.

 

Hiç bir zaman duvarlarımı yargılamamıştı. Ailemi sorgulamamıştı. Sadece yanımda olmuştu ve gerisine karışmamıştı.

 

Böyle bir dostlukla ilk defa karşılaşıyordum. Beni içten içe çok mutlu ediyordu.

 

Dersleri çok iyi değildi ama ısrarla bu bölümü okuyordu. Ona çizmeyi sevdirmeye çalışsam da olmuyordu. O ileride zengin bir koca bulup çocuklarının peşinde koşan bir anne olmak istiyordu. Okul onun için sadece bir araçtı. Bunu her zaman söylerdi.

 

Onu seviyordum. Onu ilk gördüğüm anda sevmiştim. Onu evime getirdiğim ilk gün hiç rahatsız olmamıştı.

 

Okuldan gelmiştik. Özgür hoca Son dersi blok yaptığı için okuldan erken çıkmıştık. Beril'de annesinin ve babasının Adana'ya gittiğini söylediğinde onu bizim eve davet etmiştim.

 

Onun bize geleceği için mutlu olmuştum ama büyükbabamın tavırlarından rahatsız olup olmayacağını bilmiyordum. Belki de bir arkadaşlığım daha böyle son bulacaktı.

 

Denemeden bilemezdim.

 

Kapının kilidini 4 kez çevirip açtıktan sonra içeri girdiğinde tedirginlikle arkamdan yürüyordu. Onu içeri alıp tekrar kilitlediğimde yüzüme baktı.

 

"4 kez kilitlemek ne için? Evde padişahların hazinesini felan mı saklıyorsunuz?"

 

Kıkırdadım. "Hayır. Bu bizim evimizin en önemli kuralı. Sende öğrensen iyi edersin."

 

"Aklım o kadar iyi çalışsaydı avukat olurdum." Dedi.

 

"Bence de avukat olmalıydın. Çok yakışırdı." Dediğimde yüzünü ekşiterek yüzüme baktı.

 

Babannem geldiğimi anladığında elinde bezle mutfaktan çıktı. "Defne'm. Hoşgeldin kızım."

 

"Hoşbulduk babanne. Sana bahsetmiştim ya. Arkadaşım. Adı Beril."

 

Beril hemen koşup ellerini öptüğünde babannem mütevazilikle ellerini çekip Beril'in yanağından öptü. Çok kısa bir an yüzünde bir tedirginlik görmüştüm ama ne gördüğüme dair emin olamamıştım.

 

"Merhaba Efendim. Ben Defne'nin üniversiteden arkadaşıyım."

 

"Biliyorum kızım. Sen arka mahallede oturan Gülsüm'ün kızı değil misin?"

 

"Evet Efendim."

 

"Bildim seni. Annenle hep pazarda karşılaşırız."

 

Beril'in bizim mahallenin yakınlarında oturduğunu aynı otobüse bindiğimde öğrenmiştim ve içten içe otobüs arkadaşı olduğumuz için seviniyordum.

 

Beril'i odama götürdüğümde babaannemde bizim için atıştıracak bir şeyler getirmişti. Ben çizim ödevimizle uğraşırken Beril sosyal medyadaki önemli haberlerden bahsediyordu.

 

Ona bahsetmesem de bu odadan çıktığım an yanına büyükbabamın geleceğine emindim. Sorgulayacaktı ve yine kimliğini isteyecekti. Büyükbabam neden bu kadar önlem alıyordu bilmiyordum ama bir arkadaşımı daha kaybetmek istemiyordum. Ben dalgın bakışlarımla dışarı baktığımda beni sesiyle böldü.

 

"Ben seni kırmak istemem. Anlatman için her zaman beklerim ama Annen ve baban nerede Defne?"

 

"Ölmüşler. Yangında."

 

"Başın sağolsun." Dedi sessizce.

 

Ağırca kafamı salladım. "Kardeşin var mı?" Dedi.

 

"Hayır."

 

Ayağa kalktı ve pencerenin önüne geldi. Odamın her yerinin pencere oluşu onun da hoşuna gitmiş olmalıydı.

 

"Sen de benim gibisin. Tek çocuksun."

 

"Hıhı."

 

Ellerimi göğsümde bağladım ve şehrimin kışını izlemeye başladım. Bu manzaradan ne zaman baksam içim huzurla dolardı. Beril'de yanımda sessizce bana ortak oluyordu.

 

"Bir abin olsun ister miydin?" Dediğinde gözlerine baktım. Sonra ise devam etti. "Veya bir ablan."

 

"Eğer içimde ki bilinmezlik biraz olsun azalacaksa isterdim. Belki birbirimizi anlardık ve hissettiğimizi paylaşabilirdik. Ben böyle. Çok. Yani.. Ben.."

 

"Eksiksin.Sen böyle eksiksin." Dedi. Beni tamamladı.

 

Kafamı salladım. "Her şey güzel olacak. Seni ilk gördüğüm an mükemmel arkadaş olacağımızı biliyordum. Gözlerinden görünüyor kızım."

 

Güldüm.

 

"Ee bir kahve molası vermez misin çizimine?" Dedi.

 

"Ben mola veririm ama sen başlamadın bile. Nasıl bitireceksin bu bölümü?"

 

"Çok da hevesli değilim. Sen beni boşver." Dedi.

 

"Neyli içersin kahveni?"

 

"Sütlü ve şekerli."

 

Kafamı salladım ve arkamda bir yangını hissettim. Az sonra olacakları az çok tahmin ediyordum. Gözlerimi kapadım ve mutfağa adımımı attım.

 

Mutfağın girişinde büyükbabam aşağıda ki garajından geldiğini gördüm. Kapıyı açıp gözlerime baktı.

 

Onu her zaman bakışlarından anlardım. Kollarını açtı. Sarılmak istiyordu.

 

Direkt yanına ilerledim ve beni sıkı sıkı sarıp huzurlu hissettirmesine izin verdim.

 

"Biri mi var içeride?"dedi.

 

Kafamı salladım. "Yeni arkadaş mı edindin?"

 

Yeniden kafa salladım.

Saçlarımdan öptü ve geri çekildi.

Odama doğru yürüdüğünde ilk önce kapıyı çaldı. Ne yapacağını biliyordum.

 

Mutfağa girip kahveyi yaparken düşündüm. Az sonra Beril'in gitmesine karşı çıkmayacaktım. Eğer gitmek isterse gidebilirdi. Engel olmazdım ama bir yanım onun gitmemesini diliyordu. Arkadaşa ihtiyacım vardı. Tamamlanmaya ihtiyacım vardı.

 

Soğuk duvarlarım yüzünden zaten kimseyle arkadaş olamıyordum.

 

Büyükbabam yüzünden ise arkadaş olduğum kişilerin hayatımda kalmasını sağlayamıyordum. Beril gitmesin istiyordum.

 

Bu hayat bana anne ve baba sevgisini çok görmüştü ama dost sevgisini çok görsün istemiyordum.

 

Kahve fincanlarını elime aldığımda ne kadar zaman geçti bilmiyordum ama büyükbabam hala benim odamdaydı. Ellerim titreye titreye odaya girdiğimde büyükbabam ayaklanmıştı. Beril ise ona öylece bakıyordu. Bir şeyleri çözmek istiyor gibiydi.

 

Şaşkındı.

 

"Büyükbaba. Sana da kahve yapayım mı?"

 

"Yok kızım. Ben biraz uzanacağım. Size iyi eğlenceler."

 

Büyükbabam odamdan çıktığında Beril elinde kimlikle öylece yere bakıyordu.

 

"İyi misin?" Dediğimde ise beni duymadı.

 

"Beril. İyi misin?"

 

Ellerimi koluna koyup sarstığımda bana baktı. "Ha. Evet iyiyim. Kahve yapmıştın değil mi?"

 

"Evet. Sütlü ve şekerli. Öyle istemiştin değil mi?"

 

"Evet." Dediğinde kahveyi dudaklarına götürdü.

 

"Az önce canını sıkacak bir şey mi oldu?"

 

"Yok.. Ben sadece. Biraz Şa.. Şaşırdım."

 

Ayağa kalktım ve pencerenin önüne kahvemi bıraktım. "Eğer gitmek istersen. Yani tuhaf bulduysan. Seni yargılamam." Dedim bir çırpıda.

 

"Büyükbabamı anlamıyorum. Tüm arkadaşlarımı sorgulamasını anlamıyorum ama o böyle. Çok tedirgin ve temkinli. Özür dilerim." Dediğimde yüzüme bakıyordu.

 

"Bak. Ben de olsam yeni tanıştığım birinin ailesinin kimlik istemesini tuhaf bulurdum. O yüzden kesinlikle seni yargılamam." Diye konuşmaya devam ettiğimde ayağa kalktı.

 

"Bak tuhaf bulmadım diyemem ama sorgulamam da. Ben seni sevdim Defne. Arkadaş olmamız bu sebeple bitecekse hiç başlamamalı. Sebebini merak etsem de anlatmayacağınız şeyler var gibi duruyor ve büyükbabanın beni araştırması beni ufacık korkutmuyor."

 

Gözlerimi ayırıp ona baktığımda konuştu. "Ciddiyim. Ha biraz önce ajan felan olduğunuzu düşünmedim değil ama geçmişte düşmanlarınızın olduğunu söyledi büyükbaban. Böyle temkinli davranması çok normal."

 

Geçmişten gelen düşmanlarımız mı vardı? Annemi ve babamı onlar mı yakmıştı? Ve en önemlisi büyükbabam Beril'e açıklama mı yapmıştı? O genelde hiç bir şey için açıklama yapmazdı.

 

Bunları sormak için aklımın bir köşesine yazdığımda Beril'e sıkı sıkı sarıldım.

 

Gitmediği için mutluydum. Burada olduğu için mutluydum. Artık yalnız değildim bu pencerelerde dolu odada.

 

 

 

🪄

 

GÜNÜMÜZ

 

2022 Ağustos,

 

Aslı ihanet ederken zaman durmamıştı. Büyükbabam arkadaşlarımı tek tek etrafımdan uzaklaştırırken de durmamıştı. Hatta abimi karşımda gördüğümde bile zaman akmaya devam etmişti ama Beril'in benden bir şeyler gizlediğini gördüğümde zaman durmuştu, bitmişti, yok olup parçalara ayrılmıştı.

 

Tedirginlikle arabadan inip Mert'e baktığımda sakin gözlerle ne yapacağımı izliyordu. Ben ise olduğum yere çakılmış Beril'in gözlerine bakıyordum.

 

Bir adım attığımda kalbim sol yanımdan çıkacak gibiydi. Ben az sonra hangi gerçekle yüz yüze gelecektim de bu kadar korkuyordum?

 

Bir adım attığımda Beril benden önce davrandı. Az önce donmuş gibi olan kız karnını tutarak arabadan indi ve yanıma yürüdü. Zaten aramızda çok bir mesafe yoktu ve hemen bana ulaşmıştı.

 

"Açıklayacağım. Defne bak sakın yanlış bir şey düşünme. Açıklayacağım." Dediğinde Boran'da arabadan inmişti.

 

Sessizce ikisinin yüzüne baktım. Neler oluyordu anlamıyordum ama ikisinin de birbirinden hoşlanmadığını biliyordum. Hissetmiştim..

 

"Defne. Bak yemin ederim. Senin içindi. Her şey senin içindi."

 

Sessizdim. Konuşacak cesareti kendimde bulamıyordum. Sanki birinin elleri ağzımın üstündeydi ve konuşmamı engelliyordu.

 

"Dinleyecek misin beni? Bak beni dinle." Diye devam ediyordu. Ağlıyordu.

 

Ağlamasındı.

 

Hamileydi o.

 

O çırpınırken tekrar Mert'e baktım. Boran'a bakıyordu. Boran ise gözlerini benden hiç çekmiyordu. Bunu ise o konuşana kadar fark etmemiştim.

 

"Ben yaptım." Dedi. Dilinde bir yılan vardı ve zehri bana dokunmamasına rağmen kanıma karışıyordu. Damarlarıma yayılıyordu.

 

Acının gittiği yolu bile hisseder miydi insan?

 

"Ben yaptım. Beril'i seninle arkadaş olması için ben ayarladım." Dedi.

 

Zehri yaydı. Çıkmasına izin vermemek adına yerini iyice belirledi. Yavaş yavaş öldürecekti ve benim ölmeye bile zamanım kalmamıştı.

 

Artık hiç bir şey duymuyordum. Beril bağırıyor ve ağlıyordu. Ayaklarımın dibine kapandığında kollarından tuttum ve ayağa kaldırdım. Kimse bu hareketimi beklemediği için bakışları üzerimde hissediyordum.

 

Beril bağırmayı bırakmış yavaşça yüzüme bakmıştı. Az önce gördüğüm düzenli halinden eser yoktu. Burnu kızarmıştı. Gözleri şişmişti ve saçları dağılmıştı.

 

"Ağlama." Dedim sessizce.

 

"Ağlama."

 

Kollarımdan tuttu. "Defne. Lütfen bağır çağır. Ne desen haklısın ama benim paraya çok ihtiyacım vardı. Babam kumar oynuyordu. Ağzımıza kadar borçtaydık. Annemle kirayı ödeyememiştik. Bak başka çarem yoktu." Bağırarak ağlıyordu.

 

Arkadaşım yoktu.

Dostum yoktu.

Kimsem yoktu.

 

"Bak kimse bizim dostluğumuzu satın alamaz. Boran bu oyunu bitirdiğinde bile senden vazgeçmedim. Sen benim her zaman arkadaşımsın. Her zaman dostumsun. Kimse bizi satın alamaz." Dediğinde sesler gittikçe buğulanıyordu. Artık duyamıyordum.

 

Gözyaşlarım önüme perde olmaya yemin etmiş gibi göz bebeklerimin üstünde sırasıyla dökülmeyi ustalıkla bekliyorlardı.

 

Bağırmadım.

 

Çağırmadım.

 

Arkamı döndüm.

 

"Ben seninle arkadaş olmaktan korkmadım. Büyükbaban beni tehdit ettiğinde bile."

 

O zamana kadar ağlamamıştım ama Beril bunu söylediğinde göz yaşlarımın akmasına izin verdim.

 

Kimse peşimden gelmedi. Mert'in arabasına bindiğimde Mert'te usulca yanıma oturdu. Arabayı çalıştırdı ve oradan hızlıca uzaklaştı.

 

Ne hissetmeliydim bilmiyordum. Böyle bir şeye hazır değildim. Her şey yalandı. Ailem yalandı, arkadaşım yalandı.. Tek gerçek olan şey ise karnımdakiydi. O yüzden ağlamayacaktım. Güçlü olacaktım.

 

Uzun bir süre yola baktım. Önümde akıp giden bir yol vardı ama benim çıkış yolum hangi yöndeydi?

 

Nereye gitsem kurtulurdum bu yalanlardan?

 

Nereye kaçsam yakamı bırakırdı ihanetler?

 

Sırtımda ki bıçaklar boyumu aşmışken daha nereye saplayacaklardı o sivri aleti?

 

Güçsüzlüğüme ortak olan acılarım mı kurtaracaktı beni?

 

Veyahutta aşk.

 

Büyükbabam aşk acıtmaz. Acıtırsa aşk olmaz diyordu.

 

Oysa ki vücudumda ki her hücrem acıyordu. Kabuk bağlanmasına izin vermeden tekrar kanatıyorlardı.

 

Beril'e kızmalıydım ama kızamıyordum çünkü tüm suçlu benim için Boran'dı.

Yalanlarıyla beni korumaya çalışırken daha çok kırıyordu.

Tükeniyordum.

Çıkar yolu aradıkça daha da çok debeleniyordum.

 

🪄

 

Bir Hafta sonrası

 

Uyanmam, bunun üstüne yaşayamam dediğim her günün sabahına ulaşmıştım. Yedi yerimden bıçaklandıktan sonra sabahına hiç bir şey olmamış gibi kalkıp 7 bıçak yaramı sarıp hayatıma devam etmiştim. Acı, etimi lime lime ederken umursamamıştım ama bu başkaydı.

 

Çok başkaydı.

 

Eskiden olsa günlerce yataktan çıkmaz ve bu yaşadığım şeyi sindirmeye çalışırdım. Oysa ki şimdi her şey farklıydı. Güçlü olmak zorundaydım.

 

İhaneti öğrenelim neredeyse bir hafta olmuştu. Şirkete gitmeyi ihmal etmemiştim ama Boran'ın geleceğini anlayınca hemen kaçıyordum. İşleri daha çok maille yürütüyordum ve Mert'te bana yardım ediyordu.

 

Bu esnada ise Boran, Mert'in yeni evini 2 gün önce bulmuştu. Kapıya gelip zili çaldığında açan olmayacağını anladığında çıkıp gitmişti. Ona karşı sinirim bitmese de özlemekten vazgeçemiyordum. Sürekli arıyor, mesajlar atıyordu ama içimde ki beyaz Boran'a koşmak istese de siyah tarafım beni durduruyordu.

 

Kızgın değildim.

 

Kırgındım.

 

Ve bu kolay geçmeyecekti, biliyordum.

 

Beril ise sürekli mesajlar atıp eski anılarımızdan bahsediyordu. Açıklaması elbette vardı ama benim dinleyecek gücüm yoktu. Boran hayatıma girdiğinde bu oyundan vazgeçtiğini söylemişti.

Benimle arkadaş olmasını sağlayanın Boran olduğunu ise sonradan öğrendiğini söylemişti. Ne kadar doğruydu bilmiyordum ama üzülsün istemiyordum. Hamileydi.

O yüzden uzun ve kendini açıklayan mesajına sadece 'sorun yok.' Yazmıştım.

 

En çok şaşırdığım şey ise Hakan'ın da bu konuyu bilmemesiydi. Mert'in söylediğine göre o da hayal kırıklığına uğramıştı. Beril'in sakladığı şeyler Hakan'ı da yıkmıştı ama neyse ki ayrılmamışlardı. En azından Mert'in bana anlattığı buydu.

 

Gülden Hanımla ise bağlantıyı hiç kesmeyip dün yemeğe bile çıkmıştık. Zor bir kadındı ama iyi biriydi. Beni yadırgamıyordu. İncitmiyordu ve en önemlisi ihanet etmiyordu.

 

Yani en azından şimdilik öyleydi.

 

Label ile ilgili baya şeyler öğrenmiştim. Öyle ki koltuğa oturmayı bile hemen istiyordum ama artık tek meselemizin Label olmadığının farkındaydım. Label'in içinde ki üyelerin başka topluluğa kaydığını biliyordum ve o topluluğun amacını ve başında ki kişiyi öğrenmeliydim. Yoksa başımıza çok iş açılacak gibi duruyordu.

 

Bunun yanı sıra ise silahlarla ilgili bir gelişme bulamamıştım. Harita bende olmasına rağmen haritayı okuyamıyordum. Mert'te benden farksızdı. Haritanın bir ucunda yapraklı işaretler varken diğer yanında anlam veremediğimiz işaretler vardı.

 

Kendimi artık daha güçlü hissediyordum ama hamilelik sürecinden dolayı çok çabuk yoruluyordum. Artık karnım daha fazla şişmişti ve dar şeyler giymeyi bırakmıştım.Zayıf olduğum için çok fazla belli olmasa da yüzümde ki şişlik gözle görülür derece de artmıştı.

 

Şimdi ise yatağımda ölü gibi uzanıyordum. Mert'in son bir haftada değişmeyen rutininin az sonra gerçekleşeceğinin farkındaydım.

 

Beni uyandırmaya gelmezdi. Çok da umrunda olduğunu sanmıyordum ama saatler tam 10 olduğunda klasik bir müzik açıp kahvaltı hazırlamaya başlıyordu.

 

Telefonuma uzanıp saate baktığımda saat 09:57'i gösteriyordu. Ayağa kalktım ve 1 haftadır aynı pijamayı yıkayıp yıkayıp giydiğimden dolayı buruşukluğunu düzeltmeye çalıştım.

 

Bugün yeni kıyafetler almaya gitsem iyi olurdu ama Gülden Hanımla planımız vardı. Bana bugün önemli şeyler söyleyecekti ve merak etmekten neredeyse uyuyamayacaktım.

 

Odamdan çıkıp yüzümü yıkadığımda direkt mutfağa geçmiştim. Mert her zaman ki gibi kahvaltı hazırlıyordu.

 

"Günaydın."

 

"Günaydın Defne." Dedi yüzüme bakarak. Her gün ifademi inceleyip anlamaya çalışıyordu.

 

"Gerçekten her gün müzik açıp kahvaltı hazırlayacak kadar seviyor musun bu hayatı?" Dediğimde çoktan dolaptan bardak alıp suyu doldurmuştum.

 

"Yaşamayı hiç sevmem ama ilk defa birini misafir ediyorum. Benim içinde ilk. Alışmaya çalışıyorum."

 

"Misafir miyim ben şimdi?" Dediğimde yüzüme baktı.

 

"Boran her gün, bugünde olduğu gibi sessizce kapının önünde bekleyip gidecek mi sanıyorsun? Bir yerde sabrı bitecek ve seni tuttuğu gibi yanına götürecek. Dayanamaz o piç."

 

"Neden bahane arıyorsun? Gitmeni istiyorum desene." Dedim gülerek. Onun nabzını ölçüyordum.

 

"Ben kalmanı istesem sen Boran'dan ayrı kalacak mısın?"

 

Sustum.

Haklıydı.

Zaten çok özlemiştim.

 

"Bende öyle düşünmüştüm."

 

Ben cevap vermeyince devam etti. "Abin aradı. Ne haltlar çeviriyorsun diye bir sürü sövdü."

 

"Öğrenmiş mi?" Dediğimde hafifçe kafasını salladı. "Durmamı beklemesi yanlış değil mi?"

 

"Yıllardır seni korumak için yanına gelmemişti ama şimdi konunun tam ortasında olman onun canını yakıyor olmalı."

 

"Neyi hedefliyor?" Dediğimde Mert elinde ki bıçağı bırakıp yüzüme baktı.

 

"Eskiden kendini ve ailesini tehlikeye atan her şeyi bitirmeyi derdim ama şimdi.."

 

"Ama şimdi diyemiyorsun." Dedim.

 

Hafifçe kafasını salladı.

 

"Aşk işte. Ne yaptıracağı belli olmuyor." Dedim sessizce.

 

"Bizim meselemiz bu kadar basit değil Defne. Biz eğitimlerden geçerken bile taş kalpli olmak için eğitildik. Aşk bize yasaktı. Oysa ki Boran'da, Çağrı'da aşk uğruna kendilerini feda ediyorlar. Her şeyi mahvedecekler sik kafalılar."

 

Ellerimi önümde bağladım ve kafamı havaya kaldırdım. "Hiç aşık olmadın mı sen? Nasıl bu kadar hafife alıyorsun?"

 

"Aşk benim için bir kadındı ve ben 19 yaşındayken öldü." Dediğinde kanım donmuştu. Kahverengi gözleri soğuk tonlara bürünmüştü. Saçlarının neredeyse sıfıra vurulduğuna emin olduğum, kaslı ve yapılı kuzenim neredeyse 19 yaşına geri dönmüştü.

 

Bu cümlenin altında bir hikaye yatıyordu ve ben bu hikayeyi deşmeyecektim. O ne zaman anlatırsa o zaman dinleyecektim.

 

Uzun bir süre birbirimizde başka noktalara baktıktan sonra konuşabilen ben olmuştum. "Ee ben ne yapayım? Yardım lazım mı?"

 

"Yok sen otur. Çıkacağız şimdi."

 

"Nereye?"

 

"Gülden Hanımla buluşacaktık unuttun mu?"

 

"Yok unutmadım ama daha geç buluşuruz sanmıştım."

 

"Bu sefer erken buluşacağız. Silahların yerini acil bulmamız lazım. Koltuğa oturacak güçlü nedenlere ihtiyacımız var."

 

Haklıydı. Çabuk olmamız gerekiyordu.

 

"Diğer topluluktan ses var mı?" Ağzıma salatalık attığımda Mert'te karşıma oturmuştu.

 

Kafasını hayır anlamında sağa ve sola salladı.

 

"Kim yönetiyor o grubu? Adı ne?"

 

"Bilmiyorum ama Çağrı bir şeyler bulmuş olabilir."

 

"Abimi de çağıralım bugün. Ona da anlatmak istiyorum her şeyi. Gizleyecek bir şeyim yok artık. Silahların yerini bildiğimi söyleyeceğim sadece."

 

"Sen nasıl istersen. Gülden hanım gittikten sonra şirkete geçeriz."

 

"Hayır. Gülden Hanımla birlikte buluşsunlar istiyorum. Madem ona yardım etmeyi bıraktı. Benim ona yardım ettiğimi bilsin."

 

"Aklından ne geçiyor Defne?"

 

"Anlayacaksın Mert."

 

Kahvaltımızı yaptığımız da ikimizde sofrayı toplayıp bulaşıkları halletmiştik.

 

Gülden Hanımla Mert'in eski evinin otoparkında buluşacaktık çünkü en güvenilir yer orasıydı.

 

Odama geçip Mert'in benim için aldığı siyah askılı uzun elbiseyi giydim. Benim için bir kaç kıyafet almıştı. Zevki kötü değildi ama yine de benim bu işe el atmam gerekiyordu.

 

Yere yakın terliklerimi giydiğimde karnımın elbise de az da olsa çıktığını gördüm. Aynada ki kendime ufak bir gülücük yolladıktan sonra karnıma dokundum.

 

'Büyüyordu.'

 

'İçimde bir minik vardı ve büyüyordu.'

 

'Acıların gibi.' Dedi siyah olan.

 

Duymadım. Duymak istemedim.

 

Çantamı hazırladıktan sonra haritayı yanıma aldım. Üzerime ince bir gömlek attım. Yüzüme ufak tefek makyaj yaptıktan sonra dışarı çıktım.

 

Mert ise oturma odasında biriyle konuşuyordu. Kafamı eğdiğimde abimi gördüm. Beni görünce gülümsemişti. Ayağa kalktı ve yanıma geldi.

 

"Nasılsın Dafi?"

 

Boyunun neredeyse 2 metre olduğuna emin olduğum abimin üzerinde ilk defa açık pembe bir gömlek görüyordum. Altında keten bir pantolon vardı. Abim çok sık tarz değiştiriyordu. Bugünde çok klas bir adamı taklit ediyordu. Elinde ki şapka ve gözlüğe baktığımda anlamıştım bunu.

 

"İyiyim. Sen nasılsın? Kılık değiştirmeye devam mı?"

 

Üzerindekilere baktıktan sonra yüzüme baktı. "Ne yaparsın? Kardeşimi görmek için her yol mübah."

 

"Başka hangi yollar mübah?"

 

O konuşmadan ben konuştum. Sesim hafif alaycı da olsa ciddiydim.

 

"Hım.. Mesala.. Helin'in yolları değil mi?"

 

Çağrı Dereli bir bana bir Mert'e baktıktan sonra burnuma dokundu.

 

"Yeni Levele mi geçtin?" Ellerini havaya kaldırdı ve sanki tabela tutuyormuş gibi ellerini açtı. "Korkusuz ve cesur Dafi. Sevdim bunu."

 

Kollarımı belime bağladım. "Sende bir alt seviyeye düşmüş gibi gözüküyorsun." Ellerimi bende onun gibi açtım. "Aşık ve Dikkatsiz Çağ."

 

"Çağ?" Dedi şaşkınca. Dikkatsiz dememe değilde ismini çağ diye kısaltmama kızmıştı.

 

Mert'te arkadan şaşkınca bakıyordu.

 

"Ne? Ne bakıyorsunuz? İsmini kısalttım. Dafi oluyor da Çağ neden olmuyor?"

 

Abim güldü. Mert'te arkasından dudaklarını kıvırdı ve konuştu. "Çok saçma." Dedi.

 

"Bence de." Dedi Çağrı.

 

"Tek saçma olan konumuz bu mu yani? Bu işi bir tek ben mi ciddiye alıyorum yoksa beynim bana bir yanılsama mı yapıyor?"

 

Çağrı koluma girdiğinde ilerleyip beni de yürümeye zorladı. "Kız sen Boran'ın yanında mı beyin hücrelerini kaybediyordun? O yokken zeki bir kafan var maşallah."

 

"Ne diyorsun ya? Ne zaman öyle davrandım?"

 

Mert alık alık yüzüme baktı. Sessizliğinin altında bir sebep yatıyordu. 'Güney'i anlamadın. Beril'i tanıyamadın.' Diyordu.

 

"Yani tamam bazen donabiliyorum ama yaşadığım ve öğrendiğim şeylerin basit olduğunu kimse söyleyemez bana!"

 

Sesim istemsizce yükselmişti. Abim ve Mert birbirine bakıp kaşlarını çattıktan sonra bana baktılar.

 

"Sakin ol Dafi." Elini omzuma attı. "Seni sinirlendirmek değildi amacım. İyi misin? Karnında ki nasıl?"

 

"Karnında ki ne ya? Yeğenin o senin!"

 

Mert ayağa kalktı. "Sik kırığı işte."

 

Abim çaresizce odadan çıkan Mert'in arkasından baktı. "Lan ben ne yaptım şimdi?"

 

Sinirle bakıp bende odadan çıktım. Yanımda olmayışına mı kızgındım, yoksa bir zamanlar beni Boran'a karşı kullanıyor olmasına mıydı?

 

Mert'in evinden çıktığımda arka koltuğa oturup şişen ayaklarıma baktım. Bu aralar çok fazla şişiyordu ve bazen katlanmak gerçekten zor oluyordu. Ayağımı ovalarken arabanın çalıştığını gördüm. Abim elinde bir dosya tutuyordu. Gözlüğünü ve şapkasını takmayı ihmal etmemişti.

 

"Gülden Hanımla iş birliği yaptığını söyledi Mert. Aklında neler var bilmiyorum ama basite alman tuhafıma gidiyor."

 

"Basite aldığımı kim söyledi? O gruba dahil olacağım. Tıpkı annem gibi."

 

"Annem mecburdu. Sen değilsin."

 

"Ben daha çok mecburum." Elimi karnıma götürdüm. "Bizim için, annem için, Nare teyze için hatta belkide Helin için."

 

Helin deyince yüzünü bana döndü. "Kararlı olmanı sevdim. Elinde neler var? Onların lehine bir şey yapmadan içeriye giremezsin."

 

Tekrar önüne dönmüştü.

 

"Çok fazla dahil olmak istemiyorum. Sadece elimde büyük bir koz var ve değerlendirmek istiyorum. İçeride ki adamların burcuna kadar öğrendim. İyi bir gözlemciyimdir. Herkesin zayıf noktalarını bir yerde çözebilirim."

 

"Elinde ki büyük bir kozu merak ettim doğrusu. Benimle paylaşmayacak mısın?"

 

Sustum. Söylemeliydim. En azından bilmeliydi. "Silahların yerini biliyorum."

 

"Bende biliyorum. Büyükbabamızın evinin altında."

 

"Sadece o değil. Şahmer Dedenin sakladığı yeri de biliyorum."

 

Mert'in ani freniyle hepimiz öne ve arkaya gittiğimizde abim 'Ne?!' Diye bağırdı ve kafasını arkaya çevirdi.

 

"Nasıl? Nasıl biliyorsun? Biz yıllardır onu arıyoruz."

 

"Yanlış yerde aramışsınız demek ki."

 

Nare teyzenin o kağıdı Boran'a değilde bana vermesi gerçekten bir lütuftu. Annem yine yapmıştı yapacağını.

 

Silahların yerini henüz bilmiyordum ama harita bende olduğu için kolay olacağını biliyordum. En azından şimdilik Mert hariç herkes silahların yerini benim bildiğimi bilmeleri gerekiyordu.

 

Abim sessizleşti. Bunu o da beklemiyor gibiydi.

 

"Helin'le nasılsınız?" Dediğimde konuşmadı.

 

Sessizlik oluşunca Mert konuştu. "Sana konuşuyor lan it." Dedi abime bakarak.

 

"Duyuyorum ve ne cevap vereceğimi düşünüyorum."

 

"O kadar mı kötü?" Dedim.

 

"O kadardan da kötü." Derin nefes aldı ve devam etti. "Çok asi. Beni kabullenmemesini anlıyorum ama aşk her şeyi aşmamıza yetmez mi?

 

"Yeter mi?" Dedi Mert.

 

"Yeter. Beni bile ne hale getirdi lan baksana."

 

"Demek ki sen de ki kadar büyük bir şey yok onda. Olsaydı o da aşardı."

 

"Aynı şey değil Mert. Onun yaşadığı duyguyu anlayamam. Annesini delirten kişi babam Azad Yılmaz . Babasını öldüren kişi.."

 

Devam ettirmedim. "Yeter. Kesin şu konuşmayı."

 

"Defne.. Boran'ın da aynı şeyler hissettiğini.." dediğinde lafını böldüm.

 

"Lütfen!" Nefes aldım ve verdim. "Lütfen bu konuşmaya devam etmeyelim. İçimde bağırdıklarımı senin yüksek sesle söylemene gerek yok."

 

Güldü. "Ah be Dafi. Görüyor musun? İkimizde aynı sınavdayız. Kazanır mıyız sence?"

 

Şakaya vurmasından nefret ediyordum ama Kazanır mıydık?

 

Kazanmalıydık.

Başka yolu yoktu.

Başka yolum yoktu.

 

 

🪄

 

Gülden hanımla Mert'in camları kırık evinde buluşmuştuk. Abimi ilk gördüğümde Tereddütle bakan Gülden hanıma sorun yok bakışı atmaktan çekinmemiştim. Yanında küçük bir çocukla geldiğini gördüğümde ise onu direkt yanıma almıştım. Önüne doğru eğildiğimde kocaman gözleri olan, kumral ve uzun kirpikli en fazla 5-6 yaşlarında olan çocukla karşılaştım. Ellerimi uzattım.

 

"Merhaba, ben Defne. Senin ismin ne?"

 

Sesimi duyunca bir iki adım gerilemişti. Tereddüt ederek annesine baktı. Annesi gözünü yumunca benimle konuştu.

 

"İsmim yok. Sen nasıl istersen öyle hitap et."

 

Şaşkınlıkla gözlerimi açtım. Ne demek ismi yoktu? Çocuğu daha fazla korkutmamak adına soru sormayacaktım ama abim arkadan benden önce davrandı.

 

"Ben ona Ali dedim. Baksana tıpkı Ali'nin küçüklüğü."

 

Abime baygın bir bakış gönderdiğimde güldü.

 

"Evet bu abi bana Ali dedi. Nenej ise 'K' diye sesleniyor." Mert'e döndü. "Bu abi de şşş demişti."

 

Herkes Mert'e baktığında "yuh amınakoyayım." Deyip arkasını döndüğünü görmüştüm. İstemsizce gülmüştüm.

 

"Nenej?" Dedim merakla.

 

"Anne demek. Çerkez dilinde." Dedi Gülden Hanım.

 

Gülden Hanımın önlem adına isim koymadığının da farkındaydım.

Çocuğa baktım.

"Sen çok sevmemiş gibisin."

 

Kafasını hayır anlamında salladı.

 

"Bak şöyle düşünürsek. Küçükken ismimi ben seçmeyi çok isterdim. O yüzden şu an gözümde çok şanslı bir adamsın."

 

Abim kollarını bağlamış etrafa bakarken gözlerini bana çevirdi. Anlam veremediğim bakışlarını üzerime dikti.

 

Annesine baktı. "Ne yani? İsmimi ben seçebilir miyim?"

 

"Neden olmasın?" Dedim.

 

Annesi de kafa salladığında çocuk bana usulca yürüdü ve sarıldı.

 

"Teşekkür ederim Defne."

 

"Rica ederim."

 

Gülden hanım çocuğuna eğildi "Hadi bakalım. Kendine boş bir alan bul ve dersine başla." Dediğinde çocuğun sırtında çantası olduğunu gördüm.

 

"Tamam." Dediğinde koşarak mutfağa girdi.

 

 

Hepimiz arkasından bakarken Gülden hanım tuhaf bir şekilde bana bakıyordu.

 

"Ona isim vermenin zamanı değil." Dedi.

 

"Ona isim vermenin zamanı mı var?" Dedim. Haddim olmayan konulara girdiğimin farkındaydım ama bir çocuğun hayatını ellerinden almak bana saçma geliyordu. Özellikle kendi yaşadıklarımdan sonra.

 

"Ne olacağı belli değil. Onu korumak adına böyle bir yol buldum."

 

"Biliyorum." Ellerimi ellerine uzattım. "Artık yalnız değilsin. Onu ismiyle de koruyabileceğimize emin olabilirsin. Bir çocuk için hayal kurmak zor olmamalı. Bırakalım ismiyle ilgili de hayaller kursun."

 

"K hayal kurmamayı bilir. O küçüklükten bu yana öğrendiği ilk şeydi."

 

Bunu duymak yüreğimi yakmıştı. "İsmiyle bile ilgili hayal kuramayan çocuğa biri babasıyla ilgili hayal kursa nasıl hissederdin?" Gözlerime baktı. Cesaretimi alıp devam ettim. "Küçük şeylerin üstüne basıp geçin artık. Büyük şeyleri bırakın demiyorum. Bir çocuğun hayallerini öldürmek dünyada ki tüm katillerin acımasızlığının da üstünde. Onlardan olmayın Gülden Hanım. Zira ben umudum olduğu için sizin yanınızdayım. Sizin umudunuz yoksa lütfen bu görüşmeyi sonlandırın."

 

Abim konuştu. Oysa ki varlığını unutmuştum. "Gülden hanım umuduna değil son çaresine tutundu."

 

"Çare olarak gördüğü şeyi umut olarak görmüyorsa hiç bir şey başaramayız." Dedim.

 

"Bu kadar kolay değil. Korkuyla yaşamak Umutlarını öldürüyor." Dedi Gülden hanım. Bu konu demek ki onu da üzüyordu. O yüzden uzatmayacaktım.

 

"Korkmayın o zaman. Korkmazsanız, Umutlarınız ölmez."

 

Gözlerini hafifçe kapatıp açtığında Mert'in girdiği odaya girdik. Bu odanın camları yapılmıştı. Odada klima çalışıyordu. Hava artık çok sıcaktı.

 

Yavaşça masanın ortasına toplandığımızda başa abim geçti. Yanında ise ben ve Mert vardık. Karşımıza da Gülden hanım oturmuştu. Bugün siyah takımını giymişti. Etek yerine ise pantolon tercih etmişti. O hep aynı tarz giyiniyordu.

 

"Label üyelerinin yurt dışı konseyinin Türkiye'ye geleceği haberleri dolaşıyor ortalıkta. Ne kadar doğru bilmiyorum. Yeni kuruluşun açılış davetine katılacakları düşünülüyor." Dedi Gülden Hanım. Direkt konuya girmişti.

 

"Yeni kuruluş resmen ilan ettiler mi varlıklarını?" Dedim.

 

"Kısmen." Dedi abim.

 

"Kim olduklarını bulabildiniz mi?" Dedim.

 

"Hayır." Dedi abim.

 

"Hayır." Dedi karşımda ki kadın.

 

"Amaçlarını anlayabildiniz mi?"

 

İkiside yeniden 'hayır' cevabını vermişlerdi.

 

Mert konuştu. "Sami ve Azad'ın Armağanlar'la yeni nakliyet aldığını duydum. Büyük bir vurgun düşünüyorlar. Çağrı'nın piyasadan çekilmesi onlar için büyük bir kazanç oldu. Ülkeye yüzlerce tırda uyuşturucu girmesi bir sürü gencin ölmesi demek. Bunun hakkında bir planınız var mı?" Dedi Mert. Gerçekleri gün gibi yüzümüze vuruyordu ve bundan gram korkmuyordu. Onun bu huyunu seviyorum.

 

"Bu konu bende." Dedi abim.

 

"Nasıl?" Dedi Gülden hanım. "Nasıl sende? Bu kararları sadece Label'in başkanı sorgulayabilir. Bu yetkiyi nasıl elde ediyorsun? Sami'nin oğlu olmak yeterli değil diye düşünüyorum."

 

"Elbette yeterli değil. Benim de kendime göre yöntemlerim var Gülden Hanım." Dedi abim. Göz kırpmayı da ihmal etmemişti.

 

"Güven vermiyorsun. Açık değilsin Çağrı Dereli."

 

"Güvenmememiniz kendi probleminiz Gülden hanım."

 

"Tam aksine. Güvensizliğim sizin yüzünüzden. Yardım edeceğini söyleyip bir anda anlaşmayı iptal ettiniz."

 

Abim sandalyesinde dikleşti. Öksürdü ve ses tellerini düzeltti. "Bunun sebebi ben değilim. Bunun sebebi sizin yalanlarınız."

 

Gülden hanım bana bakarken Mert gözlerini kaçırmıştı. Hiç bir ortamda mutlu değildi.

 

"Ne yalanı?" Dedi Gülden hanım.

 

"Kamil Zorlu'yu söylüyor." Dedi Mert.

 

Kamil Zorlu'yla ne alakası vardı?

 

"Meert!" Dedi Abim.

 

"Ne var lan? Açık olun artık." Gülden hanıma baktı. "Çocuğunun Kamil'den olduğunu söylemediğini söylüyor sana." Dedi Mert.

 

Gözlerim direkt büyüdü ve şaşkınlıktan elimi ağzıma götürdüm. O yüzden oğluna 'K' diyordu. İnanamıyordum. Label kuruluşunun üyelerindendi Kamil. Egemen Zorlu'nun babasıydı.

 

Seni kaçırmaya çalışan ve kucağında zıplatma imaları yapan. Dedi içimde ki bir ses. Duymadım.

 

Veya duymamazlıktan geldim.

 

"Bir dakika. Mert. Bana niye bahsetmedin bundan?" Dedim.

 

"Herkesin özel hayatından bana ne amına koyayım. Magazinci miyim ben?"

 

"Kamil Zorlu Label üyesi! Bilmeye hakkım vardı!"

 

"Sakin olun." Dedi Gülden hanım. "Size söyleyecektim. Biraz daha beklemek istedim."

 

"Biraz daha güvenmek istedin." Dedi Mert.

 

"Evet. Biraz öyle." Dedi Gülden hanım.

 

Bu masada neler oluyordu?

 

Derin bir nefes aldım. "Neyse. Konumuz bu değil. Bu hafta label topluluğuna gireceğim. Gülden hanım geçen hafta benim için haber yollamıştı. 2 gün önce kabul edildi. İlk önce kendi mahkemelerinden geçirecekler sonra üyelerin karşılarına çıkacağım."

 

"Önemli olan oraya çıkmak değil. Oraya çıktıktan sonra ne yapacağın?" Dedi Gülden Hanım. Haklıydı ama benim zaten bir planım vardı.

 

"Oraya çıktıktan sonra başkanı tehdit edeceğim ve onu vuracağım. Bu bir baş kaldırı olarak görülecek."

 

Abim ayağa fırladı. "Ne?!"

 

Mert ise geriye yaslandı. "Hassiktir!"

 

"Seni orada öldürürler." Dedi Gülden Hanım.

 

"Öldüremezler çünkü baş üyeler için başkan değil, silahlar önemli. Onların terörist olduklarını ve silahlara ihtiyaç duyduklarını sakın unutmayın."

 

Abim hızlıca konuştu. "Başkanı öldürmek çare değil!"

 

"Zaten oraya girmem için kan istemiyorlar mı? Bende o kanı dökeceğim." Dediğimde abim suratıma bakıyordu.

 

Başkanın abim olduğunu elbette unutmamıştım.

 

Hayır kafayı da yememiştim! Abimle küçük bir oyun oynayıp onu öldü gösterecektim ve silahlar bende olduğu için abimden daha çok bilgiye ulaşıp onları içten vuracaktım. Bana güveneceklerdi, biliyordum. Hissediyordum.

 

"Defne mantıklı düşünüyor. Başkanla anlaşma yapmamız hiç mantıklı olmaz. Bizim tarafımıza gelse bile Label topluluğunun başkana güvenmediği ortada. Yeni bir başkan, yeni bilgiler demek. Hemde daha güçlü olanından."

 

"Hıh, bende tam bundan bahsediyorum." Dedim.

 

"Kafayı mı yediniz lan? O koltuğun lanetini biliyor musunuz siz?! Defne bunu kaldıramaz. O hamile!"

 

"Risk almaya değer." Dedim.

 

"Ne riski? Ne riskinden bahsediyorsun? Seni onlara yem yapmam! Ne istiyorsanız söyleyin ben yapayım?!"

 

"Sen nasıl yapacaksın Çağrı? Onların içinde sende yoksun"

 

Gülden Hanım Abimin asıl başkan olduğunu bilmediği için şaşırmıştı. Abim ise kızgın bakışlarını ona yöneltip tekrar bana baktı.

 

"Kabul etmiyorum. Böyle bir şeyi yapamazsın!"

 

"Yapacağım!" Dediğimde oldukça kararlıydım. "Asıl başkanın önce ki amacı neydi?"

 

"Düzeni bozmak. Planlarının ortasına sıçmak." Dedi Mert.

 

"Tamam. Onun o görevi bitti. Yeni görev o düzeni yıkmak! Bunu da ancak yeni bir başkanla çözebiliriz."

 

Gülden Hanım ayağa kalktı. "Ne demek eski başkan düzeni bozuyordu? Bu ne demek oluyor?"

 

Abime baktım. Anlatmalıydı. Gizli hiç bir şey kalmamalıydı.

 

"Düzeninizi ben bozdum."

 

"Ne?" Dedi Gülden Hanım. Bugün herkes şaşırma günündeydi.

 

"Bir saniye bir saniye. Sen yıllardır bizim başkanımız mısın?"

 

"Yıllar değil ya. 2 senecik." Dedi abim.

 

"Bunu nasıl yaptın?! Oraya parmak iziyle giriyoruz!"

 

Mert abimin baş parmağını kaldırdı. "Ufak bir ameliyatla baş parmağını Çağrıya diktik."

 

Gözlerim ayrıldı. Bunu da ben yeni duyuyordum. "Ne?!"

 

"Şu ne lafını bıraksak mı artık?" Dedi Mert.

 

"O yüzden her şeye bu kadar hakimsin. O yüzden bu kadar güçlüsün. Şimdi anlıyorum." Dedi Gülden hanım aklında ki aydınlanmayla.

 

Kısık sesle gülen ise Mert'ti.

 

"Ulan tüm label ayakta uyuyor lan."

 

İstemsizce bende güldüğümde Gülden Hanımda sinirden gülmüştü ve bir anda ciddileşip bana döndü.

 

"Yani abini mi öldüreceksin?" Dedi.

 

"Hayır tabii ki. Anlık kalbini durduracağız. Öldü göstereceğiz."

 

Abim ellerini saçlarına götürüp resmen yoldu. "Çok sağol ya. En azından kardeşim beni öldürmeyecek. Hay ben böyle işin. Bunları ne zaman düşündün kızım sen?"

 

"Uzun zamandır." Dediğimde herkes sustu.

 

"Denemekten zarar gelmez. Mert her an benimle olacak. Bu işte benimle misiniz? Değil misiniz?"

 

Abim kafasını çevirdi. Gülden hanım ise tereddütle baktı.

Mert ise direkt elini masaya koydu.

 

"Defne buradaysa benim yanım her zaman bir adım arkası."

 

Gülümsedim. Sanırsam 23 yanımın en güzel hediyesi kuzenim Mert'ti.

 

"Lan ben nasıl güveneyim? Sen iki canlısın Dafi."

 

"Merak etme." Dedim ve devam ettim. "Abi."

 

Gözlerime baktı. "Ben olmasam bile vazgeçmeyeceksin değil mi?"

 

Kafamı hayır anlamında salladım. Uzun bir süre bekledi ve konuştu.

 

"Yanındayım." Dedi ve devam etti. "Kardeşim."

 

Gülden hanım "çocuğum için her şeyi yaparım. Bu illetten kurtulmak için her şeyi denerim. Seninleyim Defne. Sana inanıyorum." Ona da gülümsediğimde gözlerim dolmuştu. Tekrar umut dolmuştum.

 

Masadan yoğun sevgiye muhtaç kalan Mert'e baktım. Kalkıp gitmişti.

 

Uzun bir süre herkes önüne baktıktan sonra abim konuştu.

 

" Label ölmeye hazırlanan yaşlı bir hasta gibi. Bu aralar çok sarsıldı. Çok fazla adamı eksildi. Darbeyi tam şu an vurmalıyız. Emniyetten bir kaç kişiyle görüşeceğim. Bizimle yan yana olacaklar. İç işleri bakanından gizli yürütecekler bu operasyonu. En azından emniyette güveneceğimiz adamlar var. Onların gerçek yüzünü çıkaracağız ortaya. Ben zaten belli bir noktaya geldim delil kısmında ama yeterli değil. Bundan sonrası için planlı ilerlemeliyiz." Dedi. Planıma dahil olması hoşuma gitmişti ama benimsemesi ise daha da çok hoşuma gitmişti.

 

Gülden Hanım koluma bakarken yanık izimde durdu.

 

"Ne zaman oldu bu?"

 

"Ben küçükken. Aynısı abimde de var." Dedim.

 

"Nasıl yani? Bilerek mi yapıldı?"

 

Abim konuştu. Gülden hanıma bakmıyordu. "Azad yaptı."

 

"Seninkine de bakabilir miyim?" Dedi Gülden Hanım.

 

"Neden? Kaslarımı mı merak ettiniz?" Hafif gülüyordu. Abim çapkın mıydı? Bana mı öyle geliyordu?

 

"Abi!" Dedim. Kızgınca.

 

"Ne münasebet? Bir şey dikkatimi çekti."

 

Abim yavaşça gömleğini çıkardığında onunda yanık izine ayağa kalkıp bakmıştı.

 

"Çok tuhaf. Çok düzenli bir yanık. Sanki.. Sanki."

 

"Sanki çizilmiş gibi." Dedim.

 

"Çizildi mi bilmem ama Azad şerefsizi tuhaf şekli olan kızgın demirle yaptı. Dün gibi hatırlıyorum." Dedi. Boşluğa bakıyordu. O güne döndüğüne emindim.

 

Gülden hanım şaşkınlıkla ağzını açarken bunu duymak yine kalbimi acıtmıştı.

 

Bu sırada Mert mutfaktan çıkmıştı ve elinde kırmızı bir elma vardı. Birini ısırırken diğerini bana fırlatmıştı.

 

Yavaşça tutup ısırırken onları dinliyordum.

 

"Bende harita var demiştin. Nerede o?" Dedi Gülden Hanım.

 

Çantamdan çıkardığım haritayı masaya koydum. Gülden hanım uzunca baktıktan sonra ellerini masaya koyup ritim tuttu.

 

Ben elmamı yerken abim sürekli beni izliyordu. Mert ise umursamazca koltuğa yayılmıştı.

 

Kağıdı eline alıp ters çeviren Gülden hanıma baktım. Kolumda ki yanığın yanına koyduktan sonra aynı işlemi abime de yapmıştı.

 

"Çocuklar. Size bir haberim var." Dedi.

 

Bütün merakımla ona baktım.

 

"Siz yıllardır silahların yerini kolunuzda taşıyorsunuz." Dedi Gülden Hanım.

 

"Ne?!" Dediğimde en büyük şaşkınlık ifademi vermiştim. Bu 'Ne?!' Çok başkaydı.

 

"Hassiktir!" Dedi abim.

 

"Yok artık!" Dedi Mert.

 

Gülden hanım ise bize şaşkınca bakıyordu.

 

🪄

 

Gülden hanım ve Abimi gönderdikten sonra Mert'le dışarı çıkmıştım. Avm'ye uğrayıp tüm eksikliklerimi almak istiyordum. Mert'te arkamdan sessizce ilerliyordu. Poşetleri elimde tutmama asla izin vermiyordu ve ne zaman kartımı çıkarsam kendisi tak diye ödüyordu.

 

Artık sinir olmaya başlıyordum. Mağazadan çıkarken büyük adımlı kuzenime yetişmeye çalıştım. "Şu hesap ödeme işini kes! Nefret ederim emrivakilerden."

 

Durdu ve omzunun gerisinden bana baktı. "Yıllardır seni koruduğum için para kazandım. Para harcayacağım bir yerim yok ki amına koyayım."

 

"Küfür etme!"

 

"Küfür ettirecek durumlarda bulunma. Hadi geç önüme. Sigara içmem lazım. Bitti mi şu zımbırtıların?"

 

"Bitmedi ama inan hiç umrumda değil. Karnımda ki fena halde acıkmış durumda."

 

"İyi sen geç. Bir şeyler alıp geliyorum ben." Dedi Mert.

 

Ben dışarı çıktığımda Avm'nin en üst katındaydık. Cam bölmelerin birinin yanına oturup sabahtan bu yana titreyen telefonuma baktım.

 

💬 !Boran kişisinden 17 Cevapsız çağrı, 23 okunmamış mesajınız var!

 

💬 !Beril kişisinden 5 cevapsız Çağrı, 117 yeni mesajınız var!

 

Boran'ın mesajlarına dayanamayıp baksamda Beril'in mesajlarına hiç bakmamıştım.

 

Kızgın değildim ama yine de birden bire konuşacak cesaretim yoktu.

 

Beril'i es geçip Boran'ın mesajlarına ilerledim.

 

"Gözlerini özlüyorum." (01:02)

 

"Gülümsemeni de tabii." (01:04)

 

"Birde şey var. Şaşırınca tırnaklarınla oynaman. O da çok güzel." (01:22)

 

"Küçükken ki şaşkın bakışının hiç değişmemesi da çok iyi." (01:32)

 

"O yüzden tekrar aşık oldum galiba." (01:37)

 

"Tekrar diyorum çünkü küçükken de sana aşıktım." (01:42)

 

"Annem seni sordu bugün." (01:47)

 

"Cevap veremedim. Kızdı bana. 'Yine peşinden mi koşturuyorsun. Terletip hasta edeceksin dedi.' Bir şey diyemedim." (02:03)

 

"Yine peşimden gelecek misin?" (02:04)

 

"Seni özledim. İyi geceler." (03:07)

 

"Nerdesin?" (04:21)

 

"Evden çıkmadınız mı hala?"(07:22)

 

"Bir şeye ihtiyacın var mı?"(09:37)

 

"Konuşmayacak mıyız?" (11:32)

 

"Sensiz gün geçirmek berbat hissettiriyor." (11:34)

 

"Mert şerefsizinin beni senden çok görüyor olması sinirimi bozuyor." (14:47)

 

"Seni özlüyorum." (14:58)

 

"Sen gittiğinden bu yana yatağımıza yatmaya cesaret edemedim. Her yer sen kokuyor." (15:10)

 

"Dışarı çıkmışsın. Üstünde ki çok güzel. Kıskanmak beni mağara adamı yapar mı?" (16:10)

 

"O zaman ben Homo sapiens'im." (16:10)

 

"Seni özlüyorum." (16:12)

 

"Dayanamıyorum. Kalbim ağrıyor. Duygularımı ifade edemem ama.. Seni özlüyorum Defne." (16:15)

 

"Seni kırdığımı biliyorum. Daha fazla yazıp rahatsız etmeyeceğim." (16:32)

 

En son yazdığı mesajın üzerinden neredeyse 3 saat geçmişti. Saat 19:17'di.

 

Normalde kendini belli edecek şekilde aralıklı olarak mesaj atıyordu. Koskoca Boran Kaya'yı telefon elinde ve mesajlaşır halde hayal edemediğimden güldüm. Sonra bir anda gülümsememi kestim.

 

3 saat boyunca yazmamıştı. Ne olmuştu da yazmaktan vazgeçmişti ki?

 

Ben telefona bakarken tepemde dikilen Mert'i gördüm. Elinde iki tane hamburger menüsü vardı. Az olanı bana koyduğunda onun önünde ki 5 hamburgere bakakalmıştım.

 

"Sana su aldım. Saçma sapan beslenme artık. Hamileler kilo alır, zayıflamaz."

 

Kızartmamdan bir tane ağzıma attığımda konuştum. "Sen benim yerime yiyorsun zaten."

 

Beni duymadan yemeye devam ediyordu. Arkasında ki bir kız ise sürekli kahkaha atıyor, arada gözlerini Mert'le buluşturuyordu. Mert'in ise gram umrunda değildi.

 

"Boran'la konuştun mu bugün?" Dedim.

 

"Yok. Evden çıkarken evimizin etrafında görmüştüm. Neden? Mesaj atmayı kesti mi?"

 

"Mesaj attığını nereden biliyorsun?"

 

"Uzun süre telefona bakmazsın sen. Mesajları tekrar tekrar açıp okuyorsun."

 

"Hain! Ayıp değil mi bu yaptığın? Her hareketimi inceleyemezsin!" Dedim.

 

"İncelemiyorum. Sen çok açık oynuyorsun."

 

Sinirimden hamburgerimi daha büyük ısırdığımda yanımıza yaklaşan kıza baktım. Pembe, kolları olmayan bir crop giymişti. Altında ise kot şortu vardı. Sandaletiyle ve çantasıyla gayet uyumluydu. Sarışındı ama doğal olmadığı belliydi. Mert'in yanına yaklaştı. Az önce kahkaha atan halinden eser yoktu.

 

"Çakmağınız var mı?" Dedi.

 

Mert hamburgerinden ısırırken kıza bakmadan cebinden çakmak çıkardı ve resmen kıza fırlattı. Kız çakmağı havada yakalarken sahte bir gülümsemeyle güldü. Sigarayı yaktı.

 

"Uzakta iç. Defne rahatsız oluyor." Dediğinde gözlerimi açtım. Kız onunla flört etmek isterken o yanından kovuyordu.

 

"Sevgili misiniz?" Dedi kız.

 

"Kuzenim." Dedim gülümseyerek.

 

Kızın gülüşü daha da büyümüştü. Çakmakla birlikte bir kağıt koyduğunda masada Mert'e uzattı. Mert ise kıza hiç bakmayarak yemeğini yemeye devam etti.

 

Kız "teşekkürler." Deyip gittiğinde Mert hafifçe kafasını salladı.

 

"Hödük müsün sen? Kız seninle konuşmak istedi."

 

İşaret parmağıyla kendisini gösterdi. "Ben istedim mi?"

 

"İnce davranabilirdin."

 

"Neden? Umutlansın diye mi?"

 

Gözümü sen adam olmazsın der gibi eğdim. "Hayatında ki tek kız benim değil mi?"

 

"Başka kimi isterdin?"

 

"Seni, sen edecek birini. Kalbini yumuşatacak birini. Bu kadar nefret dolu bakmanı engelleyecek birini." Dedim hiç düşünmeden.

 

Kafasını benden çevirdi. Yemeğini yemeyi kesti. Elini peçeteye sildi ve ayağa kalktı. Benden en uzak köşeye oturup sigara yaktı. Sonra ise bana baktı.

 

"Zor bir şey demedim. Yalnız devam edemezsin. Aşık olmak güzel şey." Dedim.

 

"Aşık olmak boktan şey."

 

"Mert! Sevgi dolu olmaktan korkma. Bak geçmişte ne yaşadın bilmiyorum ama her zaman aynı şeyler olacak de.."

 

Lafımı kesti.

 

"Her zaman aynı şeyler oluyor. Aşık oldun diye çok mu mutlusun sen?"

 

Şaşkınca yüzüne baktım.

 

"Ben böyle iyiyim. Bana karışma." Dediğinde kızın yazdığı numarayı sigarasıyla yaktı ve küllüğün içine attı.

 

Sesimi çıkarmadım. Belki de yeniden aşık olana kadar beni anlamayacaktı.

19 yaşında aşık olduğu kız ona ne yapmıştı da bu hale gelmişti?

 

Eve geldiğimizde yol boyu hiç konuşmadık. Mert ardı ardına sigara yaktı. Sabah ki aşk konuşmamızdan sonra da arttırmıştı sanki.

 

Direkt odama geçip duşa girdim. Maskemi takıp banyodan çıktım ve pijamamı giydim. Maskemle birlikte Yeni kıyafetlerimi çamaşır makinesine attıktan sonra odama tekrar girip ilaçlarımı içtim.

 

Odamdan dışarı çıktığımda telefonumdan saati kontrol ettim. Saat gece yarısı olmuştu ve Boran o mesajından sonra cevap yazmamıştı. Telefonumu kilitleyip pijamamın cebine attım ve sıcak su için su ısıtıcısına bastım.

 

Karanlıkta sadece su ısıtıcının ışığı ve yüzümde ki renkli maskenin parıltıları vardı. Ellerimle mermer tezgahta ritim tutarken ayak sesi duymamla kafamı kapıya çevirdim.

 

Mert atletiyle ve elinde ki bardakla yanıma gelirken "Lan!" Diye bağırmasıyla bende bağırdım.

 

"Ne? Ne bağırıyorsun be?"

 

"Ulan ne sikik sonik şeyler takıyorsun böyle. Şaklaban mısın?"

 

"Ne dedin ne? Ne takmışım ki?"

 

Eliyle yüzümü işaret ettiğinde elime değen ıslaklıkla birlikte maskemi hatırladım.

 

Yavaşça yüzümden çektikten sonra masaj yaparak çıkardım.

 

"Sikik sonik değil. Nemlendirici maske o! Sana da öneririm."

 

"Gerekmez." Dedi buzdolabına yönelirken.

 

"Korktun mu sen?" Dediğimde kafasını kapaktan kaldırdı.

 

"Hı aynen." Dedi.

 

"Vay be. Mert Andaç korkar mıydı?"

 

"Dereli." Dedi.

 

"Ne?"dediğimde daha dik durdu.

 

"Andaç sahte soy ismim. Gerçeği Dereli." Dedi.

 

"Mert Dereli.." dediğimde kafasını tekrar eğdi.

 

"Mert Dereli'nin korktuğu şeylerde varmış."

 

"Kendim için değil. Senin için." Dedi.

 

"Beni nasıl bu kadar önemseyebilirsin? Sanki yıllardır tanıyormuşsun gibi."

 

"Tanıyorum zaten." Dedi. Haklıydı.

 

"Ben seni tanımıyorum ama yıllardır tanıyormuş gibi hissediyorum." Dediğimde su ısıtıcısı bittiğini işaret edercesine ses çıkardı.

 

Fincanlara yükselirken Mert benim için 2 tane çıkarmıştı.

 

O Kurumuş papatyaları çıkarırken ben kendime vişne çayı yapmıştım.

 

Balkona ilerlediğinde bende arkasından çıktım. Masanın etrafında ki karşılıklı iki sandalyeye oturmuş sessizce çaylarımızı içiyorduk.

 

Yüzüne baktığımda merak ettiğim hikayeyi anlamış gibi kafasını çevirdi. Masanın üstünde duran sigaradan çıkarıp bir tane yaktı.

 

"Boran mesaj atmadı mı?" Dedi.

 

"Yok. Bir daha rahatsız etmeyeceğim mesajından sonra yazmadı."

 

"Aklında ne dönüyor acaba piçin?"

 

"Küfür etme!" Dediğimde sustu. Sigarasından bir yudum çekip balkonunun manzarasından dışarı baktı.

 

"Mihri'ydi." Dedi. Sonra sigarasına baktı.

 

Masaya yaklaştım. "Anlamadım?"

 

"İsmi işte, Mihri."

 

"Mihri.. Güzel isimmiş. Anlamını biliyordum sanki ben." Dediğimde onu incitmeden konuşmam gerektiğini hissetmiş gibi kendisi cevap verdi.

 

"Güneş." Dedi. "Güneş demek."

 

Acıtıyordu. Bu hikaye onun canını çok yakmıştı. Belliydi.

 

Ne konuşmam gerektiğini bilmiyordum. "Güzel miydi?" Dedim patavatsızca.

 

"Güzeldi." Dedi.

 

"Bunu ona hiç söyledin mi?" Dediğimde sustu. Hep mi böyle soğuk muydu yoksa sonradan mı böyle olmuştu onu anlamaya çalışıyordum.

 

"Söyleyemedim."

 

"Neden?" Dedim.

 

"Bilmem." Dedi. Israr etmeli miydim? Yoksa susmalı mıydım?

 

Ben konuşmak istesem de dilim susmuştu. Uzun bir sessizlikten sonra Mert sigaranın kutusuyla oynamaya başladı.

 

"Sami'yi küçükken hiç görmedim. Annem yıllarca yolunu gözledi ama ben hiç beklemedim." Sigarasından bir yudum aldı ve devam etti. "5 yaşında var ya da yoktum Hasan amca bizi Güney'le değiştirdiğinde."

 

"Sami seni hiç görmedi mi? Nasıl tanımadı oğlunu?"

 

"O yanımıza hiç bir zaman gelmedi. Annem onu seviyordu. O şerefsizi ölene kadar sevdi ama o hiç bir zaman annemi sevmedi. Hayatta bile olmaması gereken insanlardık biz."

 

Ondan duyduğum en uzun cümleleri merakla dinliyordum.

 

"Sonra.." dedi ve sustu. Sigara paketini büktü.

 

"Sonra?" Dediğimde gözümün içine baktı.

 

"Sonra şerefsiz bize gelmeye karar verdi. Annemi ilk defa o gün mutlu gördüm. Beyaz bir elbise bile giymişti. Bana ilk defa o zaman oğlum demişti."

 

Duraklıyordu. Canını acıtıyordu, farkındaydım.

 

"Yemekler hazırladı hizmetlimiz Meliha abla ile. Onları mutfak masasının altında sessizce izledim."

 

Sigara paketinin kağıdını çıkarıp üçgen şekiller yapmaya başladı.

 

"O adama ne tepki vermeliydim bilmiyordum. O yüzden saklandım. Tıpkı senin her şeyden saklandığın gibi."

 

Haklıydı. Bildiklerime rağmen kaçmıştım.

 

"Sonra ne oldu?" Dedim.

 

"O geldi ve ben masanın altından hiç çıkmadım. Annemde beni bile unuttu aşkını görünce."

 

"Sormadı mı seni Sami?"

 

"Sordu. İsmimi bile bilmiyordu. Annem söyledi. Eğitileceğimden bahsetti. Üvey oğlum diye tanıtacakmış beni. Hatta o gün oraya beni almaya gelmiş. Annem kızdı. Senden tek hatıra o bana dedi. Alamazsın dedi. Sami anneme hiçmiş gibi davrandı.. o gün o adamdan Korktum. Bakışları sertti. Yanına gitmek istemedim.Gitmek istedim oradan. Mutfak kapısından dışarı kaçtığımda yukarıdan bir beden ayaklarımın önüne düştü. Anlamadım o an. Hayal sandım. Ne yapacağımı bilemeyeceğimden koştum. Her zaman çıktığım o gizli kapıdan kuyunun başına gittim. Kime anlatsam intihar diyecekti annemin ölümüne ama benim için cinayetti. Sami, ilk önce annemin hayallerini öldürdü. Sonra ise bedenini."

 

Kanım donmuştu. Annesini Sami öldürdü sanmıştım ama intihar etmesine neden olmuştu.

 

"Sonra arkamdan biri omzuma dokundu. Yanında küçük bir çocuk vardı. Benden iriydi. Sanırsam 8 yaşlarındaydı."

 

O devam etmeden ben konuştum. "Abim ve Hasan amca." Dedim.

 

Kafasını evet anlamında salladı. "O gün oraya geldiklerinde kaybedecek hiç bir şeyim kalmamıştı. İntikam dedi Hasan amca kafa salladım. Yanında olacağım, Seni kurtaracağım dedi inandım. Kumar oynadım. İlk defa birine inandım. Güney'i benim yerime geçirdi. Sami o gün Güney'le çıktı o evden ben ise Hasan amcanın korumalarından birinin çocuğu oldum."

 

Sustu. Sigarasını yeni söndürmesine rağmen yeniden yaktı.

 

"Mardin'e geldiğim ilk gün sessizdim. Ölü gibiydim. Hasan amcanın baban diye tanıttığı o kişiyle hiç konuşmadım. Dışarı çıktım. Yürüdüm. Yine bir kuyu buldum. O kuyunun başında durdum saatlerce annemi düşündüm. Ağaçların arasından birisi geldi. Yüzüne bakmadım. 'İyi misin?' Dedi duymadım. 'Sana sesleniyorum.' dediğinde kafamı çevirdim. Saçlarının iki örgüsü iki yanına düşen mavi gözlü, küçük bir kız çocuğuydu. Gözleri nemliydi."

 

Yine sustu ve derin nefes aldı. "'Senin de mi annen öldü?'Dedi bana. Cevap veremedim. Aynı gün annelerimiz ölmüştü. Her gün o kuyu da buluştuk. O konuşur ben dinlerdim. Evdekileri tanımadığımdan yemek yemezdim o yüzden zayıflardım. O da çok zayıfladın deyip yemekler getirirdi. Aynı acıyı paylaşıyorduk ama ben annem öldüğünde ki suskunluğumu hiç bozmamıştım. Her gün o kuyuda onu dinlemeye alıştığımdan gelmediği o gün hayatımın en kötü günüydü. İlk defa o gün insan gibi hissetmiştim kendimi. İlk defa o gün yaşadığımı anlamıştım. Evlerinin önüne gitim. Kapıyı çaldım. Kapıyı açtığında nevrim döndü. Yüzünde morluklar vardı. Saçları dağılmıştı. Hiç bir şey diyemedim. Kim yaptı diye soramadım. Bir korkak gibi davrandım."

 

Mert bu acıları nasıl içine sığdırmıştı?

 

"Çağırdın mı yanına?"

 

Kafasını hayır anlamında salladı. "O yüzü kendimde bulamadım ama diğer gün onu orada bekledim."

 

"Geldi mi?" Dedim.

 

"Geldi. O gün ilk defa konuştum onunla. İsmin ne dedim. Mihri dedi. Güzelmiş dedim. 'Aslında hiç Beğenmezdim, sen beğenince güzel geldi.' dedi. Kocaman gülümsedi. Mavi gözleri ışıldadı. Sesimi beğendiğini söyledi. Günlerce devam ettik. Seneler geçti. Ben artık eğitimler almaya başlamıştım. Sonra Askeri liseye yazıldım... Mihri dört gözle beklerdi. Artık büyümüştük. O genç ve güzeller güzeli bir kız olmuştu. Herkesin dikkatini çekiyordu. Onu isteyenler oluyordu ama o benden hiç bir zaman vazgeçmemişti. Suskunluğuma, asabiliğime, umursamazlığıma hiç kızmazdı. Ben olsam, benim gibi sik kırığını beklemezdim ama Mihri beklemişti."

 

Mert sessizliğiyle çok şey paylaşmıştı Mihri'yle. Bunu sadece onu tanıyanlar anlardı.

 

"Neden yetiştirildiğimi biliyordum. Acımasız antremanlarda bulunuyordum. Bazen ölünceye kadar dayak yiyordum. Çok zordu. Insana ait duygularım bile yok oluyordu. Hasan amca kuralları iyi yönetiyordu. Beni hem intikam için, hemde oğlunu korumam için büyüttüğünü biliyordum. Boran'la bir kaç kez karşılaşmıştık küçükken ama büyüdükten sonra görmemiştim. Askeri liseye başladığım için Mihri'yi de göremiyordum. Evinde sorun olduğunu hep biliyordum. Dayak yediğini de biliyordum. Bir kaç kez o adamı gözlerini kapatıp dövmüştüm. 15 yaşımda ki halim 45 yaşında ki adama kafa tutmuştu."

 

Nefes aldı, sigarasını söndürdü. "Daha sonra Hasan amca geldi. Sanki öleceğini biliyor gibi bana bir kaç bir şey söyledi. Tüm hayatıma yetecek kadar para bıraktı. Defne'yi koru dedi. Boran'ı yanlıştan uzak tut dedi. Bitirin o topluluğu dedi. Kafa salladım. Ayaklanıp gidecekken bana döndü. Aşık mı oldun dedi. Sesimi çıkaramadım. Zaafların mı var dedi kafamı eğdim. Zaaflarını kurtların kapacağını bilirsen savaşını bitirir misin dedi. Asla dedim."

 

Hasan amca zeki adamdı. Mert'in nabzını ölçmüştü. Aşkı için savaştan vazgeçer miydi onu sorguluyordu.

 

Kafasını gökyüzüne kaldırdı. " 'Eğer gülünü sulamayacaksan koklayıp ömrünü bitirme.' Dedi. Haklıydı. Hiç bir şey diyemedim. Karmaşada yaşıyordum. Mihri'yi nasıl sokacaktım o savaşa?"

 

Derin bir nefes aldı. "Dayak yerken bile o şerefsizlerin yaptığı şeyleri izletiyorlardı. Kanım donuyordu. Bir tarafta kendi aşkım vardı. Diğer tarafta vatanım vardı. O günden sonra Hasan amcanın ölüm haberi geldi. Uzun bir süre düşündüm. Mardin'e dönmeye korktum. 3 yıla yakın dönmedim. Mihri mektup yollamıştı liseye. Beni merak ediyordu. Gitmemeye niyetliydim. Beni görmezse.. unutur sandım ama o hiç unutmadı."

 

"Bir gece çok kötü bir rüya gördüm. Babası Mihri'yi öldürüyordu. Karnında bebeği vardı. Bana sesleniyordu. Elimi tut diyordu."

 

"Gittin mi?" Dedim.

 

"Gittim." Dedi ve devam etti.

 

"Gittim. Mihri nişanlanmıştı. Babasının bir akrabasıymış." Mert konuşurken zorlanıyordu. Sesi artık çok kısık çıkıyordu.

 

"Köye gittim. Her yerde onu aradım. Kuyunun başına gittiğimde onu orada kitap okurken buldum. Beni görünce ayağa kalktı. Bağıra bağıra ağladı. O ağlayınca.. canım çok acıdı. Dayak yerken bile hissiz olan bedenim ilmek ilmek ağrıdı."

 

Ellerini saçlarına geçirdi. "Ağlama dedim. Nasıl ağlamayayım dedi? Nişanlandın mı dedim. Nişanlandım dedi. Gelmedin dedi. Bana sahip çıkmadın dedi. Haklıydı. Benimle gezdiğini görenler adını çıkarmış Mihri'nin. Çocuktuk. Nerden bilirdim böyle olacağını. Babası zorla bekaret testi yaptırmış kıza. Evleneceksin demiş. Her zaman ki gibi o anlattı, ben dinledim. Hiç bir şey diyemedim. Seni seviyorum evlenme demedim. Mavi gözlerini her gece rüyamda görüyorum demedim. Yaşadığımı en çok sen hissettiriyorsun demedim. Yine sustum."

 

"Bir şey demeyecek misin dedi bana. Mutlu musun onunla dedim. Senden başkasıyla mutlu olacak mıyım dedi. Yine ve yine sustum. Kaçsam seninle bırakır mısın beni dedi. Cevap vermedim. Orada patladı. Ayağa kalktı bağırdı. Elinde bir bıçak tuttuğunu o an gördüm. Yıllarca senin için savaştım dedi. Senin için dayak yedim, bir kez bile gocunmadım dedi. Sen ne yaptın? Benim arkamda bile durmadın! Dedi. Babam gibisin dedi bana. O bedenime vuruyor. Sen ruhuma vuruyorsun dedi. O an nefret ettim kendimden. Bıçağı elinden almaya çalıştığımda yapma dedim. Yapamıyorum dedi. Bunca zaman senden hiç bir şey beklemedim dedi. En azından bir şey söyle bana dedi. Bir şey söyle diye bağırdı. Rüyamda hep beni sevdiğini söylüyorsun. Gerçekte niye konuşmuyorsun dedi. Söylesem ne olacaktı diye ilk defa düşünmedim orada. Yanına yaklaştım. Bıçağı karnıma çevirdim."

 

Anlatmakta zorlanıyordu.

 

"Bu acımasız dünya da ki tek hissettiğim şey mavi gözün Mihri dedim. Bıçağı bıraktı elinden. Ellerini yüzüme getirdi. Bana dünyaları verdin dedi. Beni sevdiğini duydum ya dedi. Ölsem de benim için artık bir anlamı var dedi. Beni de götür dedi. İstersen hiç gelme ama seni beklememe izin ver dedi. Hiç bir şey düşünmedim. Tuttum kolundan. Götürdüm onu. Bir ev tuttum. Gözümün önünden hiç ayırmadım. 3 gün sadece sarıldık birbirimize. Bir ara öptü beni. Yatağıma kokusu sinmişti. Dünya'da bir annem, bir de Mihri öyle kokardı. Son gün.." dediğinde sustu.

 

"Son gün.. Ekmek almaya gittim. Geldiğimde kapı açıktı. Mihri.." dedi ve sustu.

 

Elimi ağzıma götürdüm. Ağladığımı bile o an anlamıştım.

 

"Mihri.." devam edemiyordu.

 

"Mihri gitmiş. Babasıyla gitmiş.. Giderken bana not bırakmış. Kağıttan uçak yapmış. Onun içine saklamış. Peşimden gelme diye. Hiç bir şey yapamadım. Zorla gittiğini biliyordum ama.."

 

"Sonradan öğrendim. Evlenmiş." Diye bitirdi.

 

"19 yaşındaydık ve ikimizde.."

"İkimizde o gün, o evde öldük." Dediğinde gözümden akan yaşı bu sefer durdurdum.

 

"Şimdi o kadar iyi anlıyorum ki. Yaşattığımız her an, her duygu bir insanın güveninin ömür boyu yıkılmasına neden olabiliyormuş.. Eğer Mihri'ye o güveni verseydim. Gideceğimi düşünmeseydi, gitmezdi biliyorum."

 

Konuşacaktım ama ne konuşmam gerektiğini bilmiyordum.

 

"Mert." Dediğimde sustu.

 

"Bir şey söylemen için anlatmadım. Ben her gün bu anıları yatmadan tekrar tekrar kalbime anlatıyorum. Bugün sadece sesli konuştum o kadar."

 

"Onu bir daha gördün mü?"

 

"Hayır."

 

"Görmek ister misin?" Dedim.

 

Sesini çıkarmadı.

 

Uzun bir süre sessizce manzarayı izledik. İkimizde ne konuşacağımızı bilmiyorduk.

 

Mert hiç bir zaman Mihri'yi suçlamamıştı çünkü hiç bir zaman elinden geleni tam anlamıyla yapamamıştı. Bu hikayenin suçlusu yoktu.

 

Mert ve Mihri'nin hikayesi yarım kalmıştı. İkiside birbirine olan aşkına sahip çıkamamışlardı. Bu hikayede tamamlanması gereken yerler vardı ve ben nedense tamamlanacağını hissetmiş gibi susmuştum.

 

Odalarımıza çekildiğimizde kaç saat döndüm durdum bilmiyordum. Boran'ı düşünmek, karnımda ki canlıyı düşünmek, Mert'i, hatta Mihri'yi, Hakan'ı, Beril'i, abimi düşünmek benim bu gece ki cehennemimdi. Tavana baktığım an da kapım tıklatıldı. Refleks olarak elim karnıma ve çekmece de ki silaha gitmişti. Neyse ki gelen Mert'ti. Elinde telefon tutuyordu.

 

"Uyandırdım mı?"

 

"Hayır gelsene." Dedim.

 

Bir adım attı. "Boran'ın evinde ki korumalardan Remzi aradı."

 

Direkt ayağa kalktım. "Ne oldu? Neden?"

 

"Korkma bir şey yok. İçmişler, sapıtmışlar biraz."

 

"İçmişler mi? Kimle?"

 

"Hakan'la." Dedi.

 

"Ee yani?"

 

"Hakan, seni görmek istiyormuş. Eğer seni görmezse sabaha kadar gezer durur bulurum diye bağırıyormuş."

 

"Nasıl yani? Hakan mı? Neden?"

 

"Ne bileyim amına koyayım. Gitmek istiyor musun onu söyle?"

 

"Ee gidelim madem. Ne yapalım dimi?"

 

Ben yataktan inip dolabıma uzanınca ellerini beline koyup bana baktı.

 

"Koskoca kadınsın. Birde umursamıyormuş gibi haraketler yapıyorsun."

 

"Ne? Ben Hakan yorulmasın diye gidiyorum."

 

"Aynen aynen. Bende geceleri uçabiliyorum zaten."

 

"Mert!" Diye bağırdığımda odamdan çıkmış arkamdan 'la havle' dualarına başlıyordu. 'Üstüne hırka al!' Diye bağırmayı da ihmal etmemişti.

 

Hızlıca arabaya bindiğimizde merakımdan çatlayacaktım. Hakan neden beni görmek istemişti ki? Boran mı zorlamıştı yoksa?

Boran böyle saçma oyunlarla uğraşmazdı ki..

 

Boran'ın villasına vardığımızda arabadan indim. Bahçede cılız bir ışık yanıyordu ve Hakan sandalye yerine yere oturmuştu.

 

Boran ise sandalyede masaya eğilmiş elinde içki bardağı tutuyordu. Geldiğimi göremeyecek kadar dalmıştı. Yanında ki hoparlörde yüksek sesle Müslüm Gürses çalıyordu.

 

"Vazgeçtim.." diyordu Müslüm..

 

"Vazgeçtim gözlerinden, sözlerinden.."

 

"Bir ah de yeter.." diye devam ettirdi.

 

Boran bardağı kafasına dikti. Gözlerim sadece onu görüyordu.

 

"Sessizce, kimsesizce gönderdim dudaklarını.."

 

Sonra Boran bağıra bağıra kendisi söyledi şarkıyı.

 

"Hiç tanımaz tenim ellerini, bilmez yüreğim, bilmez yüreğini.."

 

"Ah bu koku,

bu ten,

bu dokunuş,

 

Ah bu delilik sarsa bedenimi..

 

Yok olmak anıdır şimdi.."

 

Sonra gözleri beni gördü. Kafasını ellerinin üstüne koydu.

 

"Yine geldi bak." Kaşlarımı çattım.

 

"Hakan. Ben yine hayal görüyorum lan." Dedi.

 

Hakan cevap vermedi. Onun yerine hıçkırdı. Ben ise Boran'a bakmaya devam ettim.

 

"Bu sefer gülümsemiyor. Kızgın bakıyor. En son baktığı gibi."

 

Salak salak gülümseyen Boran'ın elinde ki bardağı aldım. "İçme artık." Dedim.

 

"Bak bak. Hemde konuşuyor. Ben iyice kafayı yedim dostum."

 

Koyduğum yerden bardağı aldığında kafasına dikecekken tekrar elinden aldım. "Sana içme dedim!"

 

Hakan oturduğu yerden ayağa kalktığında bana baktı. "Lan! Bende görüyorum. Ben niye Defne'yi görüyorum?"

 

Mert araya girdi. Hakan'ı kolundan tutup oturttu. Masanın üstünde ki bir şişe suyu önce Boran'ın, sonra Hakan'ın suratına fırlattı.

 

"Lan!" Dedi ikiside.

 

Boran yüzünü silerken Hakan deli gibi bağırıyordu. "Defne'yi istemişsin ne söyleyeceksen söyle." Dedi Mert.

 

"Şimdi Defne gerçek mi?" Dedi Hakan.

 

"Gerçek." Dedi Boran. Ayılmıştı galiba. Gözünü kırpmadan yüzüme bakıyordu.

 

"Otur." Dedi Hakan. Tedirginlikle Mert'e baktım.

 

Hakan ise ıslanan saçlarını düzeltti. Yüzünü kurulamaya çalıştı.

 

"Otursana kız aaa." Dedi kolumdan tutarken. Mecburiyet ve isteklilik arasında tereddütteyken sandalyeye oturdum.

 

"Beril.." dedi. Kafamı çevirdim.

 

"Beril'i çok seviyorum." Dedi.

 

"Biliyorum, görebiliyorum." Dedim.

 

"Ama devam edemiyorum" dedi. Kaşlarımı çattım. Güldü Hakan.

 

"Kırgınken bile nasıl hala düşünebiliyorsun Beril'i?" Dedi.

 

"Düşünmüyorum." Dedim. Yalandı.

 

"Düşünüyorsun. Hamile olduğundan bağırıp çağırmadın ama içinde bir fırtına kopuyor. Görüyorum." Dedi. Bazen sözcükleri yuvarlıyordu. Konuşmakta zorlanıyordu.

 

"Sorun ne?" Dedim Hakan'a. Boran hala beni izliyordu.

 

"Yapamıyorum. Senin günahınla mutlu olamam ben."

 

"Seninle ne alakası var Hakan?"

 

"Beril'in yaptığı affedilir gibi bir şey değil ama yalanlarla kurulmuş bir ilişki istemiyorum. Ben yalan söylediğini öğrendiğimde kızdım ama sonra.."

 

"Sonra affettin." Dedim. Kafa salladı.

 

"Ama gidemedim. Neden biliyor musun? Başkasının mutsuzluğunun üzerine kendime mutlu yol açamam Defne. Ne Beril devam edebilir, ne de ben."

 

"İlişkinizle benim ne alakam var? Devam etmenizi isterim tabii ki de."

 

"Yıllarca sana yalan söyleyen bir dostun var.. Allah bunun acısını çıkarmaz mı sanıyorsun?"

 

Gözlerimi kapattım. "Ne istiyorsun?" Dedim.

 

"Bizi affetmeni." Dedi.

 

"Kendini katma. Suçlu sen değilsin."dedim.

 

"Ha Beril ha ben. Onun yaptığı şeylerden ben de sorumluyum." Dedi. Gözleri bana bakıyordu..

Cevap istiyordu.

 

"Geçiştirme beni. Kalbinle söyle. Beril'i affettiğini söyle ki bende yanına gittiğimde yüzüne bakabileyim."

 

Cevap vermedim. Kızgındım, kırgındım. Kandırılmıştım. Beril benim en güvendiğim yanımken dağ gibi yıkılmıştı.

 

"Hakan."

 

"Defne. Affedebilecek misin bizi?" Dedi.

 

Önüme döndüm. Önce Hakan'a, sonra Boran'a en son Mert'e baktım.

 

Ellerimi Hakan'a uzattım. "Mecbur olduğumuz şeyler bizi bazen acıya sürükler. Önemli olan bu acıyı sürdürmemek öyle değil mi? Beril'e şimdilik hiç bir şey demeyeceğim. O hamile ama doğurduktan sonra burnundan getirmeyeceğime söz veremem."

 

Kafamı eğdim. "Ben ona istesem de kızamam." Dedim.

 

"Affetin mi?" Dedi.

 

"Affettim."dedim.

 

"Allaaaaahhhh." Diye bağırıp beni ayağa kaldırdı. Mert direkt bağırıp beni kucağından aldı. "Yavaş ol lan Hayvan!"

 

Boran oturduğu yerden elini salladı. "Peki ben? Ben affedildim mi?"

 

"Oradan bakınca eski salak Defne'yi görüyorsan hemen zihnindekileri değiştir. Sana hemen inanan o kız yok artık!"

 

Hakan ağzınla ıslık sesi çıkardığında ayağa kalkmaya çalıştı. "Kardeşim sen büyük ve sağlam bir kazığa oturmuşsun. Sana bol şanslar." Dedi. Tam düşecekken Mert tuttu. Onu eve götürmeye çalışırken Boran'la yalnız kaldık. Ben uzun süre masaya baktım. O ise bana.

 

"Evimize..." dedi sustu. "Gelmeyecek misin?"

 

"Evine." Dedim üstüne basa basa. Artık kendimi buraya ait hissetmiyordum. "Gelmeyeceğim."

 

"Sensiz anlamı yok." Dedi.

 

"Benden gizlediğin şeyler canını yakınca oyuncak gibi beni oradan oraya sürükleyemezsin. Büyü artık." Dedim. Kelimeleri düşünmeden söylüyordum. Buna ihtiyacım vardı.

 

"Hı?" Dedi alık alık. İçkiden dolayı beyin algıları kapalıydı.

 

"Ayyaş." Dedim sinirlice. "Gelmediğim her gün götü başı dağıtacaksın değil mi?"

 

Eline rakı bardağını aldığında gözünü kırptı. "Götümü ve başımı toparlayan sen olacaksan her zaman dağıtabilirim."

 

"Sen akıllanmayacaksın değil mi?"

 

"Akıllanacağım." Dedi. Parmaklarıyla kısa bir mesafe gösterdi. "Şu kadar kaldı. Ondan sonra seni yanımdan bir adım öteye göndermeyeceğim."

 

"Peki bana sordun mu? Ben gelmek istiyor muyum diye?"

 

"Gözlerin bile bana yalvarıyor 'beni sev!' Diye. Sen söylesen ne olur, söylemesen ne olur." Dedi. Kahretsin ki haklıydı!

 

"Bana saygı duymalısın. Kararlarıma, isteklerime, hayatıma. Mağarandan çık! Ben bez bebeğin değilim. Beni her şeyden koruyamazsın."

 

3 kere cıkladı. "Mağaram da mutluyum. Sende gelmek ister misin?"

 

"İstemez!" Dedim sertçe.

 

Yavaşça kafasını üzerime eğdi. Elleriyle saçlarımı okşadı. Dudaklarımın üstünden bilerek geçtiğine emindim.

 

"Bazen anlamıyorum."dedi.

 

"Neyi?" Dedim.

 

"Sana her defasında nasıl düştüğümü." Dedi.

 

"Saçmalıyorsun." Dedim ve elimi salladım. "Kalk artık. Yatağına yat. Leş gibi kokuyorsun." Dediğimde ayaklandı.

 

"Sende benimle yatacaksan olur." Dedi.

 

"Rüyanda görürsün." Dedim.

 

"Rüyada değil miyiz zaten?" Dedi omzunun üstünden bakarak.

 

"Senin bana gelişin hep rüya." Dedi ve sonra düşündü. Hıçkırık yükseldi boğazından. Sonra devam etti. "Gidişlerinde kabus.."

 

Uzun bir süre etkisinden çıkamadım. Onu seviyordum ve söylediği her sözcük yüreğimin festival alanına dönmesini sağlıyordu. Etkisinden çıkmak için kafamı salladım. Onu ayağa kaldırıp elini omzuma attım.

 

"Benimle kalacaksın değil mi?" Dedi.

 

"Hayır." Dedim.

 

"Seni özledim." Lafını ise duymamış gibi devam ettim.

 

Yavaşça eve geçtiğimizde onu taşımakta zorlanıyordum. O ise bir şarkı fısıldıyordu. Odasına girmeye çalışsam da birlikte kaldığımız odayı işaret etti.

 

"Sen geldin. Kokun gidecek diye korkmama gerek yok. Gel bu odaya.Biraz daha kalsın kokun evimizde." Dedi.

 

Cevap veremedim. Yangınıma ortak oluşu güzeldi.

 

Odaya girdiğimizde yavaşça üzerindekileri çıkardım gözlerimden başka hiç bir yere bakmıyordu. Dolaptan eşofman altı verdiğimde giymedi. Giydirmem içinde uğraşmayacaktım. Onu direkt yatağa götürdüm. Elini uzattı.

 

"Lütfen." Dedi. "Lütfen en azından bugün kokunla uyuyayım. Yarın kızgınlığına devam edersin istersen." Dedi. Uzun bir süre yüzüne baktığımda içimde ki beyaz kabul et diye bağırırken, siyah olan 'salak mısın?' Diyordu. Yine susturdum siyahı.

 

Yavaşça yatağa oturdum. Kafasını dizlerime yasladı. Çıplak belinin üstüne yorganı örttüm. 'Örtmeseydin bayram ederdik biraz.' Diyen beyazı hiç duymadım.

 

Sessiz sessiz mırıldanırken yine Müslüm Gürses söylüyordu.

 

"Affet beni akşam üstü, gölgem uzarken.

 

Öğleden sonra affet. Ne zaman istersen.

 

Affet beni gece vakti, ay doğmuş süzülürken..

 

Sabaha kalmadan affet.

 

Tam ayrıldık derken.."

 

Aynı mısrayı defalarca söylediğinde uyudu sandım. Ellerimi saçlarına geçirme isteğime dur dedim. Yeni çıkmış sakallarına dokunmak için yanan beynimi dinlemedim. O ise Ellerini ellerime kenetledi. Bırakmak istemedi.

 

"Defne." Dediğinde. Zar zor tuttuğum ve içime sıkıştırdığım o duyguyu dışarı çıkardım. Ellerimi saçlarına geçirdim. Rahatladığını hissettiren bir ses çıkardı. Daha çok mırıldamak gibiydi.

 

"Efendim?" Dedim.

 

"Küçükken. Çok koşardın peşimden. Annen çok kızardı ama sen hep bana gelirdin. Hayal mayal hatırlıyorum."

 

Ses çıkarmadım. "Çok güzeldin. Çok çok güzeldin."

 

"İlk adımlarını bile gördüm biliyor musun? İlk kelimen anneydi. Mesela ben Boran demeni isterdim ama sen inatçıydın. Ne desem tam tersini söylerdin. Tüm oyuncaklarımı kırardın. Ali'ye kızsam sana kızamazdım. Bu duygu nasıl aşka dönüştü bilmiyorum. Çok ilginç ve.." dedi sustu.

 

Boran'ın susmasıyla bende elimi durdurdum. Kafasını bana çevirdi. Artık göz göze bakıyorduk. "Çok güzel.." diye bitirdi.

 

Tekrar saçlarını okşamaya başladım. "Ama en güzeli ne biliyor musun?" Dedi.

 

Soru işaretiyle baktım. "Ömür boyu bana ait olacak olman. Beni sevdiğini biliyorum. En az benimki kadar." Dedi.

 

Hiç bir şey demedim. "En kötüsü de.." dedi ve tekrar önüne döndü. "En kötüsü de beni sevdiğini eskisi kadar sevmediğini hissetmek. Beni sevmek üzüyor mu seni?" Dedi.

 

Sustum. Biraz düşündüm ve cevap verdim. "Seni sevmeyi düşünmek bile içimde baharı getiriyor. Sevmemeyi düşünmedim bile." Dedim açık yüreklilikle.

 

"Sevmek sana acı vermiyor mu?"

 

Kulağına yaklaştım. "Hayır. Bana güç veriyor." Dedim ve devam ettim. "Benim sevmediğim tek şey sensizlik. O yüzden savaşıyorum. Sensiz kalmamak için." Dediğimde sustu.

 

"Bedenime ihtiyacın yok. Kalbindeyim." Dediğinde kızdım.

 

"Böyle konuşursan.." dedim ve sustum.

 

"Ee?" dedi. Dudaklarının kıvrıldığına emindim.

 

"Seni fena yaparım. Yüzümü göremezsin. Vazgeçerim senden." Dedim.

 

Cık'ladı. Sesi uykuluydu. Son kelimesi döküldü dudaklarından..

 

"İsmini bile ben koymuşken benden nasıl

Vazgeçeceksin Dafi?"

 

🔖

 

 

(2Hafta sonra)

 

 

Blazer takımım ve ince topuklularımla merdivenden çıkarken aklımda ki tek şey özgürlüğümüzdü. Ben Boran'sız yapamazdım. Bunun farkındaydım ve planlarımı daha da hızlandırmıştım.

 

Label topluluğunun ana binasındaydım. Arkamda Mert Andaç yürüyordu. Gerçek adıyla Güney Dereli..

 

Elimde dosyalar vardı. Silahların yerini bulmuştum. Hiç beklemediğim yerden çıkmıştı. Kabul etmeliydim ki Şahmer ve Behram ikilisi bu dünyanın görebilecekleri sayılı zekilerdendi..

 

Merdivenlerden çıktığımda iki maskeli koruma kapımı açtı. Koskocaman odada oval masanın etrafında oturan kişilerin başında siyah elbiseli korumalar vardı. Beni görünce hepsi ayağa kalktı. Masanın en ucunda ki isim ise abimdi. Maskesiyle birlikte en son ayağa kalkan oydu. Herkesin gözü bana döndü. Bense yüzümü daha da yukarı kaldırdım. Cesaretliydim. Bildiklerim.. kimsenin bilmedikleriydi. Hırsım, aşkım, bebeğim beni güçlendirmişti. Eskiden içimde kaybolan o egomu şimdi ellerimde tutuyordum. Kendime güveniyordum...

 

Büyükbabam da öyle dememiş miydi? "Kimseye değil, en çok kendine güven Defne!"

 

Şu an tam da oradaydım. Ellerimde tuttuğum dosyayı masaya bıraktım. Yavaşça belimde ki silahı çıkardım.

Korumalar direkt silahını çıkarmıştı. Ben ise masanın başında ki kişiye doğrulttum. Tek hamlede abim Çağrı'yı vurdum..

 

"Selam millet!" Derken yüzüme en sahte gülüşümü takındım.

 

 

"Label'e hoşgeldininiz yok mu?"

 

 

B Ö L Ü M S O N U

 

 

Selamlar!! Wattpad Türkiye yasağının bir an önce kalkmasını gönülden diliyorum. Kalemimizi özgürlüğe açan Wattpad uygulamasının kapanması hepinizi olduğu gibi beni de üzdü.

 

Bu sürecin geçici olmasını dileyerek sizinle yeni bir bölümü paylaşıyorum. Bu bölüm normalde iki parttı ama ben birleştirmek istedim.

 

Uzun bölümler sevdiğinizi biliyorum. Beğenmeyi ve yorumlamayı unutmayın!

 

Sizi seviyorum!

 

Instagram 📺 @sedefkizilcikk

Bölüm : 14.01.2025 10:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...