
Bölüm şarkıları
Emircan iğrek- Bir karanfil
Aleyna tilki-Sana güvenmiyorum
Sydros- Sana iyi gelemem
Lahza: Zamanın bölünemeyecek kadar kısa bir parçası
42.BÖLÜM
LAHZA
Şu an tam da oradaydım. Ellerimde tuttuğum dosyayı masaya bıraktım. Yavaşça belimde ki silahı çıkardım.
Korumalar da direkt silahını çıkarmıştı. Ben ise masanın başında ki kişiye doğrulttum. Tek hamlede abim Çağrı'yı vurdum..
"Selam millet!" Derken yüzüme en sahte gülüşümü takındım.
"Label'e hoşgeldininiz yok mu?"
Direkt elime koluma korumalar yapıştı. Oda da ki tüm bilgisayarlar açıldı ve acil durum diye adlandırdıkları sesler çıktı. Bunun olacağını biliyordum. Önlem almıştım.
Bileğime lazerlerle örülmüş bir kelepçe takıldı. Herkes masanın altına eğildiğinde etrafımda bir sürü insan vardı.
Maskeli bir adam yanıma geldiğinde maskemin içinden gözlerime baktı.
"Ne istiyorsun?" Dedi.
"Üstünüzü." Dedim. Nefes nefeseydim. Bileğimde ki şeyler canımı acıtıyordu.
"Ne yapacaksın?"
"Konuşacağım." Dedim.
"Benimle konuş." Dedi.
"O kadar önemli biri olduğunu sanmam." Dediğimde elinde ki lazerle bacağıma nişan aldı. Acıyla birlikte iki büklüm olurken yere düşmedim. Bunların olacağını elbette biliyordum. Acıyla karışık güldüm.
"Quvera'ya tam da böyle söyle; 'Ruşa'nın kızı altın Defne silahların yerini biliyor.'" Dediğimde adam geri çekildi. Bir kaç dakika gözlerime baktı. Adamlara 'bırakın' işareti yaptıktan sonra bilekliğine konuştu. Yabancı konuşuyordu. Anlamak mümkün değildi.
Masanın en başından bir adam kalktı. Arkasında ki korumayı umursamadan bana yürüdü. Topallasa da dik yürüyordu. "Defne. Ne işin var senin burada?" Dediğinde anlamıştım Azad Yılmaz olduğunu. Arkasından yürüyenin ise Sami olduğunu anlamamak mümkün değildi. Gülden Hanımın ise beyaz maskesinden tanımıştım. Yerinden kıpırdamadan bana bakıyordu. Güçlü kadındı, onu nedensizce seviyordum.
Arkamda ki aslan maskeli adam bana yürüyen Azad'ı hiç umursamadı ve beni öne doğru itti.
"Yürü." Dedi saçlarımdan tutarken.
Odadakilerin gözlerini görmezden geldiğimde arkamda ki Mert'e baktım. Baygındı. Ayaklarım beni durdurdu.
"Adamımı bayıltmanız çok kaba davranış."
Hiç bir şey konuşmayan, siyah giyimli, aslan yeleli maskesi olan adam adımlarını daha da hızlandırdı.
Kaç odadan geçtik bilmiyordum ama her şey ışık hızıyla gerçekleşiyordu. Bir tünele girdiğimizde adamın duvara bir şeyler yazdığını gördüm.
Dada alfabesiydi. Sadece benim bildiğimi düşündüğüm ama herkesin de bildiği bir alfabeydi. Tam çözemesemde 'özel görüş' yazdığını anlamıştım. Ellerimi kaldırdı ve beni yine çemberin ortasına attı.
Kafamı kaldırmama imkan bırakmadan yerden göğe doğru yükselen camın ortasında kaldım. Camın etrafı filmle kaplıydı. Dışarıyı göremiyordum. 'Hassiktir.' Demek için geç kaldığımın farkındaydım.
Ben mi basite almıştım? Yoksa bunlar bildiğim şeyi önemsememişler miydi?
Bağırdım ama kafamı eğmedim.
Camı yumrukladım ama dik duruşumu asla bozmadım.
Mert, tam da böyle söylemişti. 'Korksan bile gösterme. Cesaretini diri tut ki sana inansınlar. Çok fazla da cesur olma. Cesaret ve egoistlik arasında ki ince çizgiden atlama.'
Atlamamıştım ama biri beni ayaklarımdan tutmuş düşmem için çaba gösteriyordu. Ellerimi karnıma götürdüm. Ufak bir sızı hissediyordum ama emin olamıyordum.
Camın içinden zehir olduğunu anladığım dumanlar girmişti.
Ölüyor muydum?
Bilmiyordum ama çok uykum vardı.
Uyumak istemiyordum. Boran'a kavuşmamıştım. Kızımı onun kucağında görememiştim. Mutlu olamamıştım. Annemin intikamını alamamıştım.
Ben eksik kalmıştım ama eksik yanlarım içimde bir yerlerde tepkisizdi. Konuşmuyorlardı. Harakete ihtiyacım vardı.
Uyumak istemiyordum.
✨
(10 Gün öncesi)
Kabus gibi gecenin sonundaydım. Sonunda gün doğmuştu. 3 gündür, yani Boran'ın yanında uyuyakaldıktan sonra uyku gözüme uğramamıştı. Neden böyle oluyordu bilmiyordum ama uyuyamıyordum. Yatakta dönüp duruyordum. Bunalıyordum ve uykuya çok ihtiyacım vardı. Gün boyu ölü gibi gözüküyordum. Hamilelikten dolayı ekstra yorgun olan bedenim uykusuzluktan her an ölecekmişim gibi gözüküyordu.
Haritaya odaklanamıyordum, Label'e Girmeme günler kalmışken dinç değildim ve acilen uyku problemimi çözmem gerekiyordu.
Gece son çareyi yaz gününde mum yakarak bulmaya çalışmıştım. Kendi odamda mum yakmaya bayılırdım ama elbette mevsim yaz olmadığındaydı. Huzurlu hissettirmesi adına her şeyi yapıyordum.
Yatağımdan kalktım. Masanın üstünde ki mumu söndürdüm. Aynada karışmış saçlarıma baktım. Düzeltmeye çalışırken daha çok karıştırdım. Bugün hiç iyi değildim.
Odamdan yavaşça çıktım. Mert'in odasının kapısı açıktı. Genelde kapısını az da olsa açık bırakırdı ama bu sefer yatağında değildi. Salonun önünden geçip sabahın seheriyle yeni aydınlanmış mutfağa ilerledim. Gözüme takılan şeyle durdum. Mert secdenin başındaydı. Onu böyle görmeye alışık olmadığım için durakladım. Büyükbabam da namaz kıldığında aynı şimdi olduğu gibi huzur dolardım.
Mert'i sabahın 6'da silah sıkarken bile görmeyi beklerdim ama namaz kılarken görmeyi tahmin etmemiştim. Mutfak kapısına yaslandım. Usulca onu izledim ve maneviyatının huzurunun bana yansıyışını izledim.
Ellerimi karnıma götürdüm. O huzuru ikimizde tatmalıydık. Şimdilik yavrumla her şey yolundaydı ama babamız bu yolda değildi.
Çabalıyordum.
Çaba gösteriyordum.
Boran'la mutlu bir gelecek için savaşmam gerektiğini biliyordum.
Mert namazını bitirip duaya başladığında onu izlediğimi anlamaması için ayak uçlarında mutfağa girdim. Bir bardak su alıp balkona çıktım.
Sandalyeye yavaşça oturduğumda dışarıyı izledim. Uykusuzluktan ölecektim. Kafamı sandalyenin kafasına yasladığımda çıplak bacağıma örtülen örtü ile kafamı kaldırdım. Mert üstüme ince bir örtü getirmişti.
"Hava sıcak." Dedim tek gözümü açarak.
"Biliyorum." Dedi. Üstünde siyah pantolon ve tişört vardı.
"Ee o zaman?" Dediğimde dışarıyı gösterdi. Gözlerim ağaçların arasında ki yola kaydığında tekrar Mert'e döndüm.
"Ne?" Dedim anlamayarak.
Tekrar gözüyle dışarıyı işaret ettiğinde kafamı çevirdim. Ağaçları kontrol ettim, yola baktım, havaya baktım ve sonra yine Mert'e baktım.
Ağzından emin olamadığım bir 'üf' sesi geldiğinde beni ayağa kaldırdı. "Şu amınakoduğumu görüyor musun?" Dediğinde eliyle gösterdiği yere baktım. Gözlerim onun gözlerini gördüğünde ayrıldığına hatta yerlerinden fırladıklarına emindim.
Boran buradaydı. Sabahın köründe hemde.
"Gördün mü?" Dedi Mert.
Kafamı salladım.
"Dışarıya niye böyle çıkıyorsun gibi bakıyor. Gördün mü?" Dediğinde tekrar Boran'a baktım. Gerçekten de kaşları çatıktı.
"Gördüm de! Onun burada ne işi var?!"
"O gerizekalıyı ben çağırdım." Dedi.
"Ne?!" Dedim. "Neden yaptın bunu?"
"Uyuman için Defne. Günlerdir uykusuzsun. Onu özlediğinin farkındaydım." Dedi. Haklıydı. Mert'in her zaman haklı olması hoşuma gitmiyordu.
"Ne alakası var? Ben onsuz da uyuyabiliyorum." Dedim ellerimi belime koyarak.
'Salak salak konuşma' bakışını hemen yakaladığımda sustum.
"Tek sebep o değil. Bugün gün boyu şehir dışında olacağım. İşlerim var. Onu ben çağırdım sana göz kulak olması için. Çağırması benden. İçeriye mi alırsın, dışarıda kulun, köpeğin mi edersin bilmem. O da sana kalmış." Dedi.
"Sen nereye gideceksin?"
"İşim var."
"Ne işi ya?!" Dediğimde bana baktı. Arkasını dönüp gittiğinde peşinden gittim.
"Söylesene? Ne işi?"
Beni duymuyordu çantasını koluna takmakla meşguldü.
"Sana diyorum Mert. Ne işi? Nerede olacaksın?"
Sonunda durmuştu. Onun durmasıyla bende durmuştum. Arkasını döndü ve yüzüme baktı.
"Annemin yarın ölüm yıl dönümü. Bugünden mezarına gideceğim. Mezar, Şehir dışında olduğu içinde gün boyu burada olmayacağım." Dediğinde alık alık yüzüne baktım. "Oldu mu? Rahatladın mı?" Dedi.
Kafamı salladım. "Neden yarın gitmiyorsun?"
"Yarın Çağrı gider. Bunu hep böyle yaparız. Dikkat çekmemek için." Dediğinde kafamı salladım.
"Dikkatli ol." Dediğimde kafasını salladı. 'Sende.' Dedi bakışlarıyla. Sonra kapıdan çıktı ve gitti.
Ben ise tırnaklarımı yiyip camlardan uzak durmaya çalışıyordum. Perdenin arkasından gizlice baktığımda hala yolun karşısındaydı. Sigara içiyordu. Korumalar arabanın içinde olmalıydı. Perdeyi açar açmaz gözleri beni buldu. Hemen geri çekildim. Beni görüyormuş gibi duvarın arkasına saklandım. Sonra ise ayaklarımı malum yerlerime vura vura yatağıma geri döndüm.
Ona sinirliydim. Çocuk istememesine anlayış gösterebilirdim ama benim yerime karar alıyor olması anlayışımı yerle bir ediyordu. Sürekli her şeyi tek başına üstleniyordu ve ben bu durumdan feci halde sıkılmıştım. Benimde, varlığımında gücümüzü farketsin istiyordum.
Bir yandan ise onu elbette anlıyordum. Babam, babasını öldürmüştü. Annesi babam yüzünden delirmişti. Bunlarla savaşması bir yana bana aşık olmasıyla da savaştığına emindim. Bir yanının rahat olmadığını görebiliyordum. Yine de beni intikamının bile önüne aldığını düşünmek istiyordum.
Yatakta düşüncelerle neredeyse 20 kez sağa ve sola dönmüştüm. Onu içeriye almak istemiyordum ama kapının önünde olduğunu bilerek de uyuyamazdım.
O yüzden sözümden çıkmamaya karar verip evden ben çıktım.
Evet, hemde terliklerimle.
Hızlı hızlı adımlayıp zaten boş olan yolun karşısına geçtim. Beni görünce ayaklanır sandım ama yüzünü bana bile çevirmemişti. Sinirlice yanına oturduğumda hızla yanımdan kalktı. Direkt kaşlarımı çattığımda ne yaptığını izledim. Arabadan ceket alıp çıplak olan bacaklarıma örttü.
"Derdin ne?" Dedim.
Konuşmadı. Bir şey mi olmuştu? Trip atan ve konuşmayan taraf ben olmalıydım öyle değil mi?
"Sana diyorum?" Dediğimde sigarasını yakıyordu.
"Beni duyuyor musun?" Dediğimde sigarasını yakıp yüzüme baktı. Gözleri kızarmıştı. Hatta morarmaya yakın bir renge dönüşmüştü.
"Seni duyuyorum hemde her an, her saat." Dediğinde sustum. Kaşlarımın ince çizgisi normal bir hal aldı. O ise sigarasını nefesledi.
"Sen yokken bile seni duyuyorum." Dedi işaret parmağını şakaklarına getirerek. "Normal değil, hiç normal değil." Dedi.
Cevaplayamadım. Önüme döndüm ve parmaklarımla oynadım. Kalbimin ritminin düzelmesi adına bana bakmadığını düşünsemde nefesini kulağımda hissediyordum.
"Nasıl olur da her saat sevebilirim seni? Bu nasıl bir şey? Sen çözebiliyor musun?" Dedi.
"Gece 12 oluyor, Aklım sana kayıyor. Sabah oluyor, hiç uyumadan hemde ve ben seninle uyuyamadığım her gecenin sabahına uyanıyorum." Saatine baktı. "Saat 6,47 ve ben yine seni seviyorum. Anlatsana defne?" Dedi.
"Neyi?" Dedim.
"Nasıl uyuyorsun bensiz? Anlatsana." Dedi.
Konuşmadım.
"Sana hatalar yapıyorum, Üzüyorum, yanlışlar yapıyorum, senin adına kararlar alıyorum. Sence neden?" Dedi kısık sesle.
Konuşmadım ağlamak üzereydim. "Neden?" Dedi daha yüksek bir sesle.
"Neden lan neden?" Dedi bağırarak. Sinirleniyordu.
"Neden?" Dediğimde önüne döndü.
"Ben sensiz uyuyamıyorum. Evimize gidelim." Dedi konuyu değiştirerek.
"İstemiyorum." Dedim.
"Neden?" Dedi.
"Bugün çok fazla sorguluyorsun." Dediğimde bana döndü.
"Kızdığın başka bir şey var. Benden bir şeyler gizliyorsun. Anlamıyorum sanma. Başına dertler açmadığından emin olmak istiyorum." Dedi.
"Kızdığım başka bir şey yok. Senin planlarını anlayana kadar eve dönmeyeceğim." Dediğimde ayağa kalktı.
Bir oraya bir buraya yürüyordu. Sinirlice saçlarını yoluyordu.
"Neden anlamıyorsun beni? Sırtımda ki yükleri görmüyor musun?" Dedi. Hala yürüyordu. Başım dönmüştü.
"Lan sorgulama artık. Seni sevdiğimi de, yaşatmak uğruna savaş verdiğimi de sorgulama!"
Ayağa fırladım. "Sende beni sorgulama artık! Seni yaşatmak istediğimi de, uğruna savaş verdiğimi de sorgulama!" Dedim onu tekrar ederek.
"Bak. Ben geleceğimiz için savaşan bir Boran istiyorum anladın mı? Her an çekip gidecekmiş gibi birine ihtiyacım yok!" Dediğimde durdu.
"Seninle yaşamak istiyorum, seninle olmak istiyorum, seninle uyumak veya uyanmak istiyorum!"
Susmaya devam ediyordu.
"Yoruluyorum ama inan sebep Sami, Azad veya Label değil." Dedim. Sesim kısılıyordu ve çatallaşıyordu.
"Sebep sensin." Dediğimde yüzüme baktı. Ağlıyordu. Tıpkı benim gibi.
"Beni bu dünya yokmuş gibi yaşatıyorsun. Yepyeni bir dünya yaratıyorsun ve beni içine hapsediyorsun. Bu kadar olayları Kendim öğrenmesem söylemeyecektin ama işlerin buraya geleceğini sen bile fark etmedin." Dedim artık ciddi ciddi ağlıyordum. "Yüklerimi görmüyor musun dedin. Gördüğüm için savaşıyorum. Bizim için adımlar atıyorum Boran."
"Yanlış adımlar atıyorsun. Sana zarar gelirse, ben yaşayamam."
"Sana bir şey olursa da ben yaşayamam." Dediğimde sustu.
Uzun bir süre gözlerimin içine baktı. "Konuşalım. Ne istiyorsan. Söyle. Neyi merak ediyorsun?"
"Seni." Dedim.
"Beni biliyorsun." Dedi.
"Kafandakileri bilmiyorum." Dedim.
Derin bir nefes aldı. "Her şeyi söyleyemem. Gizli kalması gereken şeyler var ama bizim için savaştığımızı bil. Sadece.."
"Sadece?" Dedim.
"Sadece bazı şeyler benim dışımda gerçekleşebilir. Tüm korkum bu. O yüzden sana bensiz bir gelecek inşa ettirdim. Önlem için."
Kolumu tutan elini çektim. "Bak! Bak yine aynısını yapıyorsun. Gizli kapaklı konuşuyorsun. Anlamıyorum! Anlat artık bak ben nefes alamıyorum Boran."
Bu sefer kolumu değil elimi tuttu. Çekmek istedim bırakmadı. "İsteyerek değil. Bak ben yaşamak istemiyordum. Tüm her şey bittikten sonra yaşayıp, yaşamamak umrumda değildi. Hayallerim yok olmuştu ama seninle birlikte tekrar hayal kurdum, yaşamak istedim ama Defne..."
"Aması ne Boran aması ne!"
"Ama ben yaşamak isteyemem." Dedi.
"Neden? Neden?!"
"Babama söz verdim. O köpeklerin adamları olduğum an kafama sıkacağım."
"Baban aşık olduğunu bilse, kafana sıkmana izin vermezdi öyle değil mi?" Dediğimde güldü.
"Hasan Kaya'yı tanımıyorsun. Kendinde eksik olduğu her şeyi bizimle tamamlamaya çalıştı. Babam bencil bir adamdı Defne. Ailesi ve çocukları için herkesi kurtarmaktan vazgeçti. Vatanı, devleti unuttu. Bana ise öğrettiği tek şey. 'Hiç bir şey için, bayrağından ve vatanından vazgeçme.' Oldu ve benim babamdan başka doğrularım yok."
"Bir yolu olmalı. Bizim için Boran."
"Deneyeceğim. Sana her şeyi anlatamam ama olanları anlatabilirim. Sana gelecek sözü veremem ama şimdiki zamanı garantileyebilirim. Anlıyorsun değil mi?" Dedi.
Sesimi çıkaramadım. Duymak istediğim şey başkaydı.
"Kafama sıkma düşüncesi eskisi kadar kolay gelmiyor. Senin için kendimi koruyacağıma söz veriyorum Defne ama eğer başka çarem olmazsa bil ki tereddütsüz sıkarım o kafaya."
"Sus." Dedim göğsüne vururken. "Beni bırakmayacaksın. Ne olursa olsun. Söz ver bana." Dedim burnumu çekerken.
Burnumun ucundan öpüp bana resmen sarıldı. "Seni asla bırakmayacağım Defne. Sana söz. Ölsem bile yeniden dirileceğim. Seninle yaşayacağım." Dediğinde sarıldım. Özlemiştim.
Tatmin olmuş muydum? 'Hayır.' Ama onu da bir yerlerde anlıyor olmak benim yangınımdı.
"Sana inanmak istiyorum ama inanmak kalbime ağır geliyor." Dedim hala sarılırken.
"Bana da." Dedi. "Bana da kendime inanmak ağır geliyor."
Ne kadar süre sarıldık bilmiyorum ama geri çekildiğinde yüzüme baktı. "Benimle gelecek misin?" Dedi.
"Bana biraz zaman tanımalısın." Dedim.
"Kaç dakika?" Dedi.
Ciddiydi.
Peki Benim yaşamaya zamanım var mıydı?
"Boran. Dalga geçmeyi bırak."
"Defne inan bana dalga geçmiyorum. Günleri, ayları, dakikaları bırak ben seni bir saniye bile yanımdan ayıramam. Küsüyorsan da, trip atıyorsan da evimizde yap. Yeter ki savaştan çıktığım her gün senin yüzünü görebileyim."
"Beni etkileyici sözlerle etkin altına alamazsın. Sana hala kızgın olduğumu unutuyorsun."
"Sorun ne?" Dedi kızgınca. Kaşlarını yine çatmıştı. Sabahın seherinde geniş omuzlarıyla, siyah gömleğiyle güneşimin doğmasına sebep oluyordu.
"Kızgınım işte."
"Bir şey var. Biliyorum, söyle." Dedi.
"Bir şey yok. Her şey ağır geliyor. Beril'i yanımda bilerek tutman, label, abim hepsi çok fazla."
Bir adım attı. "Biliyorum güzelim." Dedi Ve sonra sarıldı. Ona sarılmak istesemde içimde ki siyaha ilk defa uydum ve ittim onu.
"Seni hala affetmedim. Sarılma bana" dediğimde hiç yapmasını beklemediğim o şeyi yaptı. Ayaklarımdan kaldırıp omuzlarına attı. Ayaklarım havada, kafam aşağıdayken bağırdım. "Ne yapıyorsun ya?! Bırak beni!"
Hızlıca haraket ettiğinde arabaya değil Mert'in evine doğru yürümüştü.
"Sen hiç aynaya baktın mı? Komşumuz Deli Meltem'e benzemişsin. Allah bilir kaç gündür uyumuyorsun." Dediğinde ayaklarımı sallamayı durdurdum.
"Ne alakası var ya? Uyuyorum ben. Hemde mışıl mışıl!"
"Benden utanmıyorsun bari şu gözaltında ki morluklardan utan." Ben yukarıdan konuşurken o hala yürümeye devam ediyordu.
"Bırak beni Boran!" Dediğimde durdu ve beni indirdi.
Omuzlarını tuttuğunda boynunu sağa ve sola döndürdü.
"Sen ağırlaştın mı?" Dediğinde ona bakakaldım.
"Hayır, sen güçsüzleştin." Dediğimde güldü. Nefes nefese kalmıştı.
"Onu dünkü rakibime de söylemek ister misin?"
"Yine mi dövüştün?" Dediğimde kafasını kaşıdı. Hiç rahat durmuyordu.
"Ee anahtar nerede?" Dediğinde derinden gelen bir 'ııgh' sesi çektim.
"Ben.." dediğimde ceplerime baktım ama olmadıklarına emindim.
"Ben anahtar almayı unuttum."
"Biliyordum. Gelişinden belliydi." Dediğinde beni arkasına aldı. Kapıdan uzaklaştırdığında aklıma gelenlerle dökülmeye başladım. "Sen bana ne demek isiyorsun? Hem Deli Meltem kadar çirkin, hem şişko hemde gerizekalı mı demek istiyorsun?"
Boran kapıya doğru koşacağı sırada durdu ve bana baktı. "Ne?! Bu sonucu nasıl çıkardın amınakoyayım!"
"Ya niye hepiniz küfür ediyorsunuz?!"
"Hayat bizi küfüre zorluyor. Güzelim hadi çekil biraz. İnan benimde uykuya çok ihtiyacım var."
Kollarıyla beni geriye çektiğinde onu izledim. Omzuyla kapıya vurduğunda açılmadı. Gücünü biliyordum ama Mert'in de sıradan bir kapı yaptırmayacağını biliyordum.
Boran bir kaç kez denedikten sonra nefes nefese bana baktı. "Dünkü rakibin kimdi? Dünyanın en güçsüz insanı felan mı?" Dedim ve ondan sonra ellerimi birbirine bağladım.
"O surat ifadeni gülme pozisyonundan hemen çıkarıyorsun. Karşında Boran Kaya var."
"Ne yaparsınız Boran bey?"
"İnan görmek istemezsin." Yanıma yaklaştığında duvara doğru geriledim.
"Hım.. Ya görmek istiyorsam?"
"Sonuçlarını kabullenmişsindir demektir."
"Hem çirkin, hem şişman, hemde gerizekalıyım ben. Yaklaşma bana."
"Seni ne kadar çok beğendiğimi gösterebiliyorum sanıyordum. Yanılmışım."
Daha çok yaklaştı ve dudaklarıma uzandı. "Geç kaldın sayılmazsın."
"Öyle mi?" Dedi.
"Öyle." Dedim.
Dudaklarıma yaklaşırken kapıdan bir ses duyuldu. "O saçma haraketlerinizi sonraya saklayın ve evimin kapısının önünde aşk yaşamayın. Midemi bulandırıyorsunuz." Dedi gaiplerden gelen Mert'in sesi.
"Lan. Sen neredesin?" Dedi Boran geriye çekilirken.
"Arkamız da düşman ordusu varken basit bir kapı yaptıracağımı size kim söyledi?" Dedi ve yine haklıydı.
"Kapıma vurmaktan ve kapımın önünde öpüşmekten vazgeçin. Arasaydınız direkt açardım."
Boran'la birbirimize baktığımızda şaşkınlıktan donmuştuk ama kapının açılma sesiyle tekrar aynı yere baktık.
Kapıya.
"Hadi eyvallah." Deyip sesi kesilen Mert'e şaşkınca kameradan gülümsedim.
"Neden hep Mert'e yakalanıyoruz?"
"Şerefsiz, hissediyor sana dokunduğumu."
Güldüm ve elimden tutup yürütmesine izin verdim. 'Hangi oda?' Der gibi baktığında onu direkt odama götürdüm. İçeriye girdiğinde ilk önce yatağıma baktı. Sonra ise makyaj masama.
"Sen gibi kokuyor. Ne kullanıyorsun bu kokuyu elde etmek için."
"Sır." Dediğimde bana yaklaştı.
"Ölmeden önce o sırrı bulmalıyım."
"Ölümden bahsedip durma. Sinirlerim atağa geçiyor."
Güldü ve daha çok sarıldı. "Tamam tamam sustum."
Geri çekilip üstüne baktım. "Böyle mi yatacaksın? Mert'ten bir şeyler verebilirim"
"Üstümde bir şey olmadan yatmayı tercih ederim. Sana da öneriyorum hatta"
Öksürdüm. Söylediği şeyle yanaklarımın kızardığına emindim. Karnımda onun çocuğunu taşırken bile hormonlarımın beni ele verişi hiç hoş değildi.
"Iı, ben bir su içeyim." Kollarından ayrılıp mutfağa gittiğimde karnımı tutup sakinleşmeye çalıştım. Gerçekten bu adam beni bambaşka biri yapıyordu.
Çok başka biri.
Lavaboya gidip yüzümü yıkadıktan sonra dağılan tipimi azda olsa toparlamaya çalıştım. Sonra ise odama geçtim. Boran çoktan yatağa yatmıştı. Hatta uyumuş bile olabilirdi.
Yanına kıvrılıp üstümü örttüm. Uyanmasın diye çok dikkatli davrandığım için uzak durdum.
Gözlerim tavandayken bir çift el beni kendisine yaklaştırdı.
"Uzak kalma bana. Yeterince uzak kaldık." Dedi. Sesimi çıkaramadım.
Sarıldığımda nefessiz kalsam da bu andan çıkmak istemedim. Çaresizce kollarımı ona sardığımda gülümsemişti.
"Senin kokunla uyumak.." dedi mayhoş sesiyle.
"Bu dünyada ki cennetim.." diye de devam ettirdi.
Senin kokunla uyumak bu dünya da ki cennetim.
Sonrası yoktu.
Sonrası derin bir boşluktu.
🍂
Sabah uyandığımızda araştırmamız gereken bir topluluk, bulmamız gereken silahlar ve korumamız gereken bir canımız yokmuş gibi eğlene eğlene kahvaltı hazırlamıştık. Uzun zamandır bu kadar keyifli hissetmemiştim. Birlikte menemen yaptığımızda soğanlı mı soğansız mı olduğunu bile tartışmıştık.
En sonunda Gizliden soğan doğrayan Boran bu savaşın galibi olmuştu ve kesinlikle mükemmel menemen yapıyordu.
Ekmeğimin üstüne reçel sürerken Boran'ın beni izleyişiyle yemek yemeyi bıraktım.
"Bir şey söylemek istiyorsun gibi hissediyorum." Dedim.
"Evet." Dedi.
"Gitmen mi gerek?" Dedim.
"Birazdan, evet." Dedi. "Ama geri geleceğim"
"Önemli bir şey yok değil mi?"
"Yok. Annemle alakalı. İyi değildi. Onunla ilgili bir kaç işi halletmem gerekiyor." Dediğinde kafasını eğmişti.
"Sorun ne?" Dediğimde elimi tuttu.
"Saçlarını tarıyor." Dediğinde yüzünde garip bir ifade vardı.
"Bu güzel bir adım sayılmaz mı?"
Düşündü. Ayağa kalktı ve ikimize de çay doldurdu. Arkası dönükken konuştu.
"Babamı unutuyor."
Şaşkınlıkla ağzımı açtığımda konuşmak için kendimi zorladım.
"Ne? Nereden çıkardın bunu?"
"Eskisi gibi değil. İlaçlarını kullanmak istemiyor. Bitti diyor. Her şey geçti diyor."
Nare teyzenin bana baktığında ki umut dolu gözleri geldi gözümün önüne. Benim onu kurtaracağımdan emindi. Bu savaşı bitireceğimden emindi.
"Gereksiz meraklanıyorsun." Dedim elini tutarak.
"Bilmiyorum. Eskiden attığım her adımdan korkardı. Sürekli ölecekmişim gibi yaşardı. Şimdi.."
"Şimdi inanmıyor çünkü bana ne kadar aşık olduğunu gördü." Dediğimde elini çekti.
"Annem, babama her zaman kızardı. 'Çocukları aşka düşman yetiştiremezsin. Sende benim için çoğu şeyden vazgeçtin.' Derdi. Babam ise 'benim yaptığım hatayı yapmasınlar diye yetiştirdiğimi unutuyorsun Nare.' Derdi. Annem bir Anda normalleşmiş olamaz. Bir şeyler biliyor. Dışarıdan biriyle irtibata mı geçti bilmiyorum ama bir şeyler dönüyor"
"Senin aklında ki ne?" Dediğimde derin nefes aldı.
"Çağrı." Dedi.
Yüzüne şaşkınca baktım ve o devam etti. "Çağrı'nın annemle iletişimde olduğunu düşünüyorum. Bu zamana kadar aklıma nasıl gelmedi bilmiyorum ama silahların yerini annem biliyor olabilir."
Boran bir şeyleri tahmin etmeye çalışıyordu. Sonuç doğruydu ama sonuca giden bilgiler yanlıştı. Nare teyze silahların yerini abime değil, bana vermişti ve benden sonra kesinlikle daha da umut dolmuştu.
Nare teyze, kaybettiklerinden değil kaybedecek olduklarından daha çok korkuyordu. Boran ise bu durumun farkında değildi.
"Gereksiz evham yapıyorsun. Seninle ilgili şüpheleri olduğuna eminim. Senin evlendiğini ve mutlu olduğunu düşündüğü için bir şekilde iyileşmek için çaba gösteriyor olabilir."
"Seninle bu konu hakkında konuştu mu?" Dedi.
Kafamı aşağı ve yukarı salladım.
"Ne konuştu?"
"Seni korumam gerektiğini."
Bu sefer elimi tutan o oldu ve eğilip yanağımdan öptü.
"Anneni bende görebilir miyim?" Dediğimde şaşırdı.
"Ne? Yani, evet. Elbette."
"Neden şaşırdın?" Dediğimde saçlarını kaşıdı. "Bilmiyorum. Nedense oraya gitmek isteyeceğini düşünmemiştim."
"Yanılmışsın. Oraya tekrar gitmek istiyorum. Annen için."
"Sevindim." Dedi.
"Hem, orada ev inşa ettiriyordun öyle değil mi?"
"Evet." Dedi. Çayını yudumladı. "Bitmek üzere ama sürpriz olsun isterim"
"Beklemekten nefret ederim." Dediğimde güldü. "İnan, bende."
"Bugün mü gidiyoruz annene?" Dediğimde ayaklandı. "Maalesef. Bugün çok önemli işlerim var. Annemi bugün yalnız görsem iyi olacak. Hafta sonuna ne dersin?" Dedi.
"Olur." Dedim sessizce.
"Ben birazdan gideceğim ama Hakan gelecek yanına. Beril'i de ister misin?" Dediğinde durdum. Haraket etmeyi bıraktım. Kafamı eğdim ve yemek yiyor gibi çatalımla salatalığımı inceledim. "Hazır olduğumu sanmam. Biraz daha sindirmeliyim bu durumu." Dediğimde alınma yaklaştı ve öptü. "Sen nasıl istersen." Dedi.
Ayağa kalktı. Kollarıyla omuzlarımı sardığında dudaklarımı acelesiz öptü.
Mutfaktan çıktığında tekrar yanıma gelmesi dakikalar sürdü. Ben ise hala masada ve aynı yöne bakıyordum.
Ona ilerlediğim durumdan bahsetmeli miydim? Yoksa saklamaya devam mı etmeliydim?
Bilemiyordum.
Belki onun bana tamamen açıldığını hissettiğimde her şeyi söylemeliydim.
Bebeğimizi bile.
Tekrar yanıma geldiğinde yüzüme baktı. "Camlara çok yaklaşma olur mu? Tehlike hala ensemizde."
"Bilmediğim bir şey mi var?"
"Egemen bugünlerde şansını zorluyor."
"Merak etme, burada görürsem alnından vururum onu." Dediğimde güldü.
"Mert'e benzemeye başlamışsın." Dedi. Ellerini yanaklarına getirdi. "Dikkatli ol. En kısa zamanda tekrar yanında olacağıma söz veriyorum."
Kafamı salladım. Burnumun ucundan öpüp gittiğinde arkasından seslendim. "Dikkatli ol."
Ve o tık sesi geldi.
Kapı kapanmış ve ben yalnız kalmıştım.
Sakince masayı topladığımda uzanmak için odama geçtim. Gece uykumu aldığım için bugün kendimi daha iyi hissediyordum.
Yatağıma, Nare teyzenin verdiği haritayı aldım. Elime kağıt ve kalem aldıktan sonra tüm bildiklerimi bir kağıda yazmaya başladım.
Öncelikle büyükbabamdan bahsettim. Kimyasal silah işiyle bu teröristlere bulaşmak zorunda kalmıştı. Sonra ise bırakıp kaçmış, yaptıkları silahları ayrı ayrı yerlere saklamışlardı. Büyükbabamın sakladığı yeri kısmen biliyordum ama Şahmer dedenin sakladığı yeri kesinlikle bilmiyordum.
Harita önce annemin elinde olduğuna göre bu haritayı babamdan almıştı çünkü babamın, kolumda ki izle birebir aynısını çizmesi için bu haritayı görmüş olması gerekiyordu.
Peki ama nasıl olurda Hasan amca bu haritayı görmemişti. Veya görmüştü de tam yerini mi bulamamıştı?
Ya da bu bilmeceyi çözmek istememişti. Silahlarla birlikte ailesini ve çocuklarını korumuştu.
Korkarım ki 2. ihtimal daha da olasıydı çünkü Hasan Kaya zeki bir adamdı ve bu olayı çözmek için bir sürü insan yetiştirmişti.
Peki ama silahlar neredeydi?
Haritanın üzerinde ki çizgilere baktım. Kalp şeklinde olan bir çiziğin etrafında çizimler vardı. Sol üstte merdiven ve altında su diye adlandırdığım çizgiler, sağ altta ise ağaçlar vardı. Ne ağacı olduğunu tam kestiremiyordum ama çam ağacına benzeyen bir şey olabilirdi.
Diğer alt köşesinde yılan görseli vardı. Burası neresiydi bilmiyordum ama sadece görsellerin olduğu bir yeri bulmak bu dünyada iğne aramaktan farksızdı.
Uykuya daldığımı farketmemiştim. Ta ki telefonum çalana kadar. Arayan Mert'ti.
"Efendim?"
"Boran nerede?" Dedi.
"İşi varmış çıktı." Dedim.
Ağzının içinden bir sövme sesi duydum.
"Bir şey mi oldu?" Dediğimde hala homurdanma sesi geliyordu. "Yok, yok bir şey. Tek misin?"
"Evet, Hakan gelecekti."
"Kimseye açma kapıyı. Hakan'a ben açarım." Dediğinde onayladım.
Tam kapatacakken konuştum. "Bir sorun mu var?"
"Gelince konuşuruz. Dikkat et kendine."
"Olur, sende." Dedim ve telefonu kulağımdan çektim.
Mert aradıktan sonra uykuya dalmakta zorlandığım için kalkıp üzerimi giyinmiştim. Dizime gelen bir tayt ve üzerine bol bir tşhirt giymek için gayet uygun zamandı. Sonra ise mutfağa gitmiştim. Kendime bir şeyler hazırlayacağım sırada kapı açılmıştı.
Gelen Hakan'dı.
"Merhaba Yenge." Dedi en neşeli sesiyle.
Ona merhaba demek için öne atıldığımda arkasında ki Beril'i görmemle olduğum yerde durdum. "Merhaba Defne." Dedi. Karnı büyümüştü. Solgun gözüküyordu.
"Merhaba." Dedim belli belirsiz.
"Birlikte gelelim dedik. Beril'in karnı epey büyüdü. Tek bırakmak istemedim." Dedi Hakan.
Aramızda ki kırgınlığı bildiği için açıklama yapıyordu.
Ayakta birbirimize baktığımız için onlara salonu işaret ettim. Beril gözlerime bakıyordu. Bir şey demem için bekliyordu.
Salona gittiğimizde herkes bir koltuğa geçti. Ben ise olduğum yerde ayakta kaldım. "İyi misin Defne?" Dedi Beril.
Kafamı evet anlamında salladım. Ona adlandıramadığım bir kızgınlığım vardı.
"Mert'in evi de güzelmiş ha. İyi para var bu piçte." Dedi Hakan. Ortamı yumuşak tutmaya çalışıyordu.
Hiç bir şey demeden mutfağa geçtim. Hakan ise içeriden bağırdı. "Yemek ısmarladık. Birlikte yeriz. Beril pizza sevdiğini söyledi." Dedi.
Pizza severdim.
Beril'le yemeyi ise daha çok severdim ama şimdi emin değildim. Onlara ve kendime sıcak bir çay yaptıktan sonra oturma odasına geçtim.
Ortamda sessizlik vardı. Kimse birbiriyle konuşmuyordu. Beril ise sessizce karnıyla oynuyordu. "Mert nerede?" Dedi Hakan.
"İşi varmış." Dedim.
Kafa salladı.
"Sen nasılsın? İyi görünüyorsun." Dedi.
"İyiyim." Dedim.
"Siz nasılsı.." diye soracakken kapı çalmıştı. Ben ayaklanırken Hakan ayaklandı.
"Yemekler gelmiştir." Dedi Beril.
Hafifçe kafamı sallayıp onu onaylamıştım.
"Bana kızgın mısın?" Dedi.
"Hayır." Dediğimde kaşlarını çattı. "Neden böylesin?" Dediğinde "kırgınım." Cevabını verdim.
Hamile diye üstüne gitmek istemiyordum ama bilmedikleri bir şey vardı ki bende hamileydim.
"Beni affedebilecek misin?" Dediğinde sustum.
"Affetmeyi istiyorum. Zamana ihtiyacım var." Dediğimde kafasını salladı.
"Biz seni her zaman bekleriz." Dedi karnını tutarak. Gülümsedim.
"İsim buldunuz mu?"
"Aslan koyalım diyor Hakan ama ben karar veremedim." Dedi.
"Güzel isimmiş." Dediğimde güldü.
"Biraz kafam gelenekçi çalışıyor benim. Eski isimler daha çok hoşuma gidiyor."
"Aslan Ali kulağa hoş geliyor." Dediğimde gülümsemesini büyüttü.
"Evet, gerçekten güzel geliyor. Aslan Ali." Dedi aydınlanmış bir halde.
Gülümsedim.
"Hatırlıyor musun? Bizim evin karşısında ki bakkalda Sinan abinin oğlu Ali vardı." Dedi.
Düşünüp hatırlamaya çalışmıştım. Beril her zaman ondan hoşlanmıştı ama hiç bir zaman itiraf etmemişti. Hatta onu çoğu zaman da ben zorlamıştım. Yine de çabalarım karşılıksız kalmıştı.
"Şu çok zeki olan mı?" Dediğimde kafasını salladı. "Doktor olmuş biliyor musun?" Dedi.
"Bilmiyordum ama senin onu her zaman beğendiğini biliyordum." Dediğimde kahkaha attı.
"Yakışıklıydı ama." Dedi.
"Eh yani, gideri vardı." Dedim.
"Seni sordu bana." Dedi. Ciddileşmişti.
"Neden?" Dediğimde önüne baktı.
"Senden hoşlanıyordu." Dedi.
"Ne? Ben ne alaka?" Dediğimde cevap vermedi. "Ama sen.. Sen o yüzden mi açılmadın ona?" Dediğimde kafasını salladı.
"Senin onu sevmediğini de biliyordum onun senden hoşlandığını da. Bana o söyledi. Aranızı yapmamı istedi" dedi.
Cevap vermedim. Şaşkınlıkla onu dinliyordum. "Normal koşullarda olsak, gerçekten aranızı yapardım çünkü Ali'ye karşı hissettiklerim aşk değil hoşlantıydı ve canım yanmazdı." Dedi ve devam etti. "Arada Boran vardı. Onun seni sevdiğini biliyordum. Sana birini ayarlamak benim yerim için sorun oluşturabilirdi."
"Atlas? Onu hep yanımda tutmaya çalışıyordun." Dediğimde güldü.
"Atlas güçlüydü Defne. Parası vardı. Babası mafyaydı. Hatırlamıyor musun? Onunla olursan Boran'dan kurtulursun sandım. Ben.. Meselenin bu kadar derin olduğunu bilmiyordum." Dedi.
"Şimdi neden anlatıyorsun bunları?"
"Artık sana yalan söylemek istemiyorum. Seni kırmak istemiyorum. Seninle gerçekten dost olmak istiyorum." Dedi yanıma gelerek.
"Biz gerçek dost değil miydik Beril?"
"Tabii ki de öyleyd.." diye konuşacakken Hakan girdi içeri. Hemde nefes nefese.
"Defne, Azad Yılmaz Burada. Göndermeye çalıştım ama seni görmeden gitmek istemiyor." Dediğinde ayağa fırladım.
Odama girip çekmecemde ki silahımı belime yerleştirdiğimde sinirden titrediğimi farketmemiştim.
Kapıdan çıkarken bahçeye yürüyordum. Azad Yılmaz ve bir koruma ordusu elinde silahlarla bizi bekliyordu.
Azad yılmaz'ın yanına yürüdüğümde en sinirli halimi takındım. "Söyle itlerine silahları indirsinler."
Yüzüme baktı. Beni ciddiye almayışları sinirlerimi bozuyordu. Silahımı Azad Yılmaz'ın kafasının tam yanından havaya sıktım. Silah sesleriyle herkes daha çok hareketlendi.
"Sana silahlarını indirsinler dedim! İndirmezlerse sıktığım gökyüzü değil senin beynin olur Azad Yılmaz!"
Karşımda ki adam kafa işaretiyle emir verdiğinde adamlar silahlarını indirdiler. "Bakıyorum babana saygını kaybetmişsin. Oysa ki yıllarca yolumu gözledin."
"O senin ne kadar pislik olduğunu öğrenmeden önceydi." Dedim. Bir adım atıp bana yaklaştı.
"Ben silahları indirdim. Sıra sende." Dediğinde elimde ki silaha baktım. Yavaşça indirdiğimde cebime koymak yerine elimde tuttum. Babama olan güvenim gözlerimi yaşartıyordu.
Yanıma daha da yaklaştığında gözlerine baktım.
"Cesaretin içimi okşadı. Eskiden gözlerinde duygularının hepsini görürdüm. Şimdi tahmin etmek bile zor görünüyor."
"Sayenizde." Dedim.
Sustu. Yuvarlak gözleri ve düzensiz kaşları vardı. Şekilli burnum anneme değil babama benzemişti. Çünkü onun gibi ucu dik burnum vardı. Kirpikleri epey fazlaydı. Çenesi gözünün yuvarlağına zıttı. Sert bir çehresi vardı ama kaşlarının yuvarlaklığı yüzünü masum gösteriyordu. Saçları nedense gençken daha gürmüş gibi hissettirse de şimdi de çok duruyordu.
Karşımda ki adam yaşına rağmen dinç ve genç görünüyordu.
Sahi?
Benim babam kaç yaşındaydı?
"Lafı uzatmayacağım." Dedi. Oysa ki uzatmak için şekilden şekile giriyordu. "Silahların yerini bildiğini düşünüyorum."
Durdum ve sessizce ne anlatacağını bekledim. "Annen yol katetttiğinde silahları buldu sandım ama hiç bir şey bulamamıştı. Eğer sana mektup gibi bir şey bıraktıysa.."
"O yüzden mi öldürdün onu? Silahların yerini bulamadığı için mi?"
Yumruklarını sıktı. "Bana ihanet ettiği için!" Dedi sert dişleriyle. Bu annemi öldürdüğüne dair ilk kabullenişiydi.
Bir adım daha yaklaştım. "Sana ihanet ediyorum Azad Yılmaz. Beni de öldürsene."
"Zamanımı boşa harcama. O silahlar sayesinde canımızı koruduğumu bil. Eğer bizi devre dışı bırakırsan beni öldürürler."
Gözlerimi kırpıp ona baktığımda bu ihtimali göz ardı ettiğimi hatırladım. "Seni neden koruyayım? Nare teyzenin de, annemin de hatta tüm insanlığın intikamını alıp onları rahat bırakmak varken neden senin gibi bir adamın canını koruyayım?"
"Ben senin babanım!" Dedi.
"Yıllarca yapmadığın babalığın, evlatlığını mı istiyorsun? Hadi oradan Azad Yılmaz!"
"Defne. Bak gözünü kararttığının farkındayım. Düşündüğün kadar basit değil bu topluluk. Senelerdir çıkar yol arıyorum ama yaptığım her şey beni pisliğe daha çok çekti. Sende onlardan olma. Bak silahların yerini ver bana. Sana söz veriyorum çıkacağım o topluluktan."
"Birincisi o topluluktan çıkman gram umrumda değil. İkincisi sana artık inanmıyorum. Üçüncüsü ise basite alsaydım seninle duygusal bir sarılma içerisinde olurduk. Oysa ki ben, sana bile düşman olmayı seçtim."
"Silahların yerini biliyor musun?" Dedi. Sonuç istiyordu.
Sessiz kaldığımda yüzüme baktı. Nedense güçlendiğimi anlasın istiyordum.
"Biliyorsun elbet." Dedi.
Tişörtümün kolunu kaldırdım. Yanık izini gösterdim. "Bu izi yaparken canının acımadığı gibi seni polislere teslim ederken de benim canım acımayacak Azad Yılmaz. Vatanına ihanet eden bir terrorist benim babam asla olamaz." Dediğimde gözlerini ayırdı.
"Sen.. Sen gerçekten bulmuşsun. O haritayı.. Silahların yerini." Dediğinde bana yaklaştı. Saçlarımdan tuttu.
Babam, saçlarımdan çekmişti ama hiç bir acı bu gerçekten daha çok acıtmamıştı.
"Söyle. Nerede! Söyle dedim!"
Elimde ki silahı topuğuna sıktığım an korumalar silahlarını çektiler. Azad Yılmaz ise acıyla olduğu yere çöktü.
"Sana ne olmuş böyle! Benden ne farkın kalmış senin? Boran'ın intikam sırası sende mi ha?! Sende mi?" Dedi acı içinde bağırırken.
"Nare'ye dokunmadım. Onu o hale getiren Sami'ydi. Ruşa'da biliyordu. Benim yapmadığımı o da biliyordu. O sürtük kadın her şeyi unutmasa benim yapmadığımı anlardı! İntikam almanız gereken kişi ben değilim!" Dedi.
Dedikleri ne kadar doğruydu bilmiyordum ama çokta umrumda değildi. Onların kalbi pislenmişti.
Hakan'ın arkamda olduğunu silah sıkınca fark etmiştim. "O silahları indirmezseniz hepinizin kafasına sıkarım." Dediğinde Azad Yılmaz arkasına baktı. Yavaşça ayağa kalktığında "görüşeceğiz." Dedi.
Her şey bir anda oldu. Arabaların hızla bahçeden uzaklaştığını gördüğümde derin bir nefes aldım. Gözümü açtığımda ise Hakan kaşlarını kaldırmış yarı gülümser halde bana bakıyordu. "Vay be. Mert'in yanında kala kala ona benzemişsin. Doğru söyle, seni eğitiyor mu?"dedi. Ona bıkkın bir nefes yolladıktan sonra arkamı döndüm ve eve yürüdüm. O ise hala konuşuyordu. "Doğru söyle. Silah eğitimi de verdi dimi?"
İçeri girdiğimizde Beril kapıda bana bakıyordu. "Vay canına! Ne kadar asil gözüküyordun. Korkusuzdun. Nasıl yaptın bunu?" Dedi. Şaşkın ve mutlu bir hali vardı.
"Mert şerefsizi kısa zamanda büyük iş başarmış. Ürkek bir kız çocuğunu cesur bir askere dönüştürmüş." Dedi Hakan gülerek sonra ise ekledi. "Senin bize ihtiyacın yokmuş be yenge." Dedi.
Bilmiyorlardı. En çok onlara ihtiyacım vardı.
"Ben bir elimi yüzümü yıkayayım." Dediğimde ikiside "tabii." Cevabını verdi.
Lavaboya girip yüzümü yıkadığımda saçlarımı geriye attım. Az önce duygusuz gibi davransam da içimde kopan fırtınaların farkındaydım. Bir yanım acıyordu.
Acı damarlarımda bir örgü oluşturmuş her bir telini koparıyordu. Uzun bir yol seçiyordu. Acıtmak için en can alıcı anını bekliyor ve yavaşça öldürüyordu.
Ben yavaşça ölüyor muydum?
Yoksa buna yaşamak denmez miydi?
Babamın canının yanışı nasıl canımı yakmazdı?
Bende onlara mı benziyordum?
'Hayır!' dedi o beyaz. Sonunda konuşmuştu.
'Doğru olanı yapıyorsun. Mecbursun.'
Doğru olan neydi?
Artık bilmiyordum.
Nefes alıp dışarı çıktığımda pizza kokuları evin her tarafını sarmıştı.
Beril'in yanına oturduğumda sessizce ve sararmış suratımla bir dilim pizza yemiştim. Devamını ise midem almamıştı. Hakan sürekli bir şeyler konuşmuştu. Beril ise onu onaylıyordu. Ben ise burada yok gibiydim.
Akşam olduğunda Beril televizyonda bir film açmıştı. Sessizce izliyor gibi yapıyordum ama gram umrumda değildi. Boran'ı özlemiştim ve tek istediğim şu an onun kollarında olmaktı.
Beril'in yanından kalkıp yavaşça mutfağa gittim. Bir bardak su alıp balkona oturdum. Ağaçların arasından görünen yol boştu. Sahi, saat kaç olmuştu?
Hakan içeriden telefon melodisiyle yaklaşırken kafamı o yöne çevirdim. Elinde telefon bana yürüyordu. Gözlerimle 'kim o?' İşareti verdiğimde 'boran, seni merak etmiş.' Cevabını vermişti.
Telefona uzandım. Hakan'da bu sırada içeri girmişti. "Efendim." Dediğimde nefes nefese kalmış sesiyle Boran'ı duydum.
Kulaklarımın bayram etmediğini kim ispatlayabilirdi?
"Güzelim.. Ne oldu? İyi misin?" Dedi panik olmuş haliyle.
"İyiyim. Merak etme." Dediğimde inanmışa benzemiyordu.
"Ne iyisi? Babanı vurmuşsun. Özür dilerim ben yanında olmalıydım."
"Sorun değil. Eskisi kadar can acıtmıyor." Dediğimde sustu.
"Ne zaman döneceksin?" Diyen bu sefer ben oldum. "Sabaha karşı dönmüş olurum." Dedi.
"Daha çokmuş." Dedim.
"Uyu ve güzelce dinlen. Annem seni dinç görsün istiyorum." Dedi.
"Peki." Dediğimde ikimizde telefonu kapatmadan birbirimizin nefesini dinliyorduk.
"Azad.. Yani baban. Birşey dedi mi sana?"
"Ne gibi?" Dedim.
"Öyle. Yani saçmalamamıştır umarım." Dedi.
"Silahların yerini sordu." Dedim ve sonra düşündüm. Tek söylediği şey bu değildi. "Ve şey."
"Ne?" Dedi Boran.
"Nare'yi o hale getiren ben değildim. Sami'ydi dedi. Ne kadar doğru bilmiyorum." Dedim.
Uzun bir sessizlik olduktan sonra Boran konuşmadan ben konuştum. "Orada mısın?"
"Buradayım Güzelim. Sen beni bekleme. Uyu. Yarın görüşürüz."
"Tamam. Görüşürüz." Dediğimde telefonu kulağımdan çekmek için hazırlanmıştım ama Boran'ı duyduğum için tekrar kulağıma götürmüştüm. "Ha bu arada. Helin bugün sende kalacak. Sıkıntı olur mu?" Dedi.
Şaşırmıştım. Peki neden benimle kalıyordu?
"Yok.. yani tabii ki kalabilir ama neden?"Dediğimde cevabı kendim bulmuştum. Beril'le yalnız kalmanın beni üzeceğini düşündüğü için destek ekibi yolluyordu.
"Tam da o düşündüğün şey Dafi." Dedi Boran.
"Gerek yoktu. Kimseye ihtiyacım yok. Senden başka." Dediğimde gülümsemesini gözümün önünde görür gibi oldum.
"Haklısın. Onlar geçici ihtiyaçlar. Geleceğim" dediğinde çok oyalanmadan telefonu kapattık.
Balkonda bir süre daha oturduğumda telefonuma gelen bildirim sesleriyle kaşlarımı çattım. Instagramı, uzun süredir kullanmıyordum. Whatsaptan ise arada sırada Beril yazıyordu.
Şimdi ise whatsaptan mesja yağmuruna tutuluyordum. Ekrana girdiğimde gruba dahil olduğumu görmüştüm.
Gülümsedim.
Hakan adlı kişi sizi 'Yıkım Ekibi ⛏️' grubuna ekledi.
Hakan adlı kişi rehberinizde ki 'Mert Andaç' kişisini grubuna ekledi.
Hakan adlı kişi rehberinizde ki 'Boran Kaya' kişisini grubuna ekledi.
Hakan adlı kişi rehberinizde ki 'Beril' kişisini grubuna ekledi.
Hakan adlı kişi '05** *** 3180' numaralı kişiyi gruba ekledi.
Hakan adlı kişi '05** *** 5670' numaralı kişiyi gruba ekledi.
Hakan adlı kişi '05** *** 9998' numaralı kişiyi gruba ekledi.
Hakan: Grubumuza Hoşgeldiniz! Bir araya gelemediğimiz için grup kurmaya karar verdim!
Beril: Ay çok iyi düşünmüşsün aşkım. 🥰
Hakan: Sağol çocuğumun anası.
05** *** 5670; Iyyy. Midem bulandı.
Tanımadığım numara Helin'e aitti. Profil resmini 10 km öteden görsem tanırdım çünkü kısa saçları ve surat şekli onu gerçekten farklı gösteriyordu. Hemen kaydettim.
05** *** 3180: Ne gerek vardı?
Bunu yazan ise abimden başkası değildi. Numarasını bile kaydetmeyi unutmuştum. Diğer numaranın ise kime ait olduğunu bilmiyordum çünkü profil resmi de kullanmıyordu.
Mert Andaç: sikik sonik işlerle uğraşmayın. Daha önemli işleriniz var sizin.
Haklıydı. Yani, bir bakımdan.
Boran adlı kişi|sikik sonik işlerle uğraşmayın. Daha önemli işleriniz var sizin.| mesajını yanıtladı: Haklı.
Hakan: Ne zaman haklı değil ki bu şerefsiz. Bir kere de doğrucu tavuk olma lan. Sıkıldım silahtan, savaştan. Biraz sakinlik istiyorum.
Hakan'a cevap veren bu sefer ben oldum.
-Bende.
Boran: Bende.
Beril: Bende.
Helin: Bende.
Hakan: İçimi kararttınız ha. Çıkın şu havadan. Bakın size ne diyecceğim. Hepiniz burada mısınız?
Sessizlik oluştuğunda bende bekledim. Kimse yazmamıştı.
Hakan: Lan bari mesajımı görüp bir nokta atsaydınız.
Çağrı D.: Uzatma birader. Söyle geç.
Hakan: Bir heyecan yaratmadınız be! Acun gibi bir tepki bekliyordum!
Beril: Hadi aşkım söyle ya merak ettim.
-Siz yan yana değil misiniz zaten?
Mert Andaç: sende onların yanında değil misin?
-ben balkondayım.
Hakan: Evet! Hazırsanız söylüyorum.
Beril: Evet, evet!
Helin: Söyle de bitir şu eziyeti.
Çağrı D. Adlı kişi 'Söyle de bitir şu eziyeti.' Mesajını yanıtladı: 👍
Boran Kaya Adlı kişi 'Söyle de bitir şu eziyeti.' Mesajını yanıtladı: 👍
Mert Andaç Adlı kişi 'Söyle de bitir şu eziyeti.' Mesajını yanıtladı: 👍
Hakan: haftasonu sadece bize ait bir oteli kapattım! Kutlama yapmak istiyoruz!
Hakan'ın mesajından sonra direkt oturma odasına geçtim. "Ne oteli ya?" Dedim.
"Yaz geldi geleli tatil yapamadık Defne. Hak ettik bence."
"Hakan." Dedim gözlerimi devirerek.
"Evet?" Dedi. Hala telefonla uğraşıyordu. Muhtemelen grupta ki mesajlara cevap veriyordu.
"Hakan. Biz nelerle uğraşıyoruz Farkında mısın?"
"Evet. Farkındayım. O yüzden plan yaptım zaten."
"Arkamızda milyon tane düşman var. Kafamı dışarı çıkardığım an beynime mermi yiyeceğim düşüncesiyle yaşıyorum ve sen tatil mi yapalım diyorsun?" Dedim. O ise hala telefonla uğraşıyordu.
"Aynen öyle diyorum." Dedi.
"Allahım bu evde herkes çıldırmış!" Dedim ve odama yürüdüm.
Kapının çalmasıyla tekrar girişe döndüm ve kapıyı kontrol edip açtım. Karşımda Helin vardı ve diyafona bir şeyler mırıldanıyordu.
"Çabuk söyle!" Dedi.
"Mert! Sana diyorum!"
Sonra ise nihayet beni gördü. "Merhaba Defne. Abinden haberin var mı?"
Kafamı hayır anlamında salladım. "Evet benimde yok." Dedi ve beni umursamadan içeri geçti. Arkasından girdim.
"Aa turizm şefimiz de buradaymış." Dedi. Onun gerçekten açık uçuk tarzı vardı.
"Hoşgeldin Helin." Dedi Hakan.
"Hoşbulduk."
"Hoşgeldin." Dedi Beril. "Tanışmaya fırsatımız olmamıştı. Ben Beril." Dedi en tatlı haliyle. Elini uzattı.
Helin ise bir ele bir de Beril'e baktı. "Bakıcaz canım." Dedi.
"Efendim?" Dedi Beril.
"Tanışmaya memnun olacak mıyım? Bakıcam diyorum."
"Ben? Anlamadım?" Dedi Beril.
Hakan araya girdi. "Sen boşver hayatım onu. Yabani o. Isırır felan. Uzak tut bebeğimizi ondan."
Helin ise ellerini pençe haline getirip bir aslan gibi 'hırr'ladı. Beril ise korkuyla gözlerini açtı.
"Nasılsın Defne?" Dedi. İyiyim diyecektim ki cevap vermemi beklemeden konuşmaya devam etti. "Sağol bende iyiyim. Telefonunu verir misin?" Dedi.
Cebimden telefonu çıkarıp ona uzattığımda hızla şifremi sordu. Onun için yazıp tekrar verdiğimde numara tuşlayıp kulağına götürdü.
"Yok! Seninkini de açmıyor! Kesin bir halt peşinde." Dedi.
"Başım döndü. Otur şuraya!" Diyerek kolundan tutup mutfağa sürükledim.
"Kimi arıyorsun? Ne oldu?" Dedim.
"Abini!" Dedi.
"Ne? Ne oldu abime?" Dediğimde gözlerini devirdi.
"Bensiz adımlar atıyor. Çok sinirleniyorum. Kesin silahları felan buldular bunlar. Üçü de orta da yok. Normal değil." Dedi.
"Haaa." Deyip mutfağa döndüm. Dolaptan soğuk su alıp bardağa koyduğumda Helin'in karşısına oturdum.
"Sen onu diyorsun. Mert annesinin mezarında. Çağrı'da oraya gitmiştir muhtemelen." Dedim.
"Ya defne Saf mısın kızım? Mezarda olsalar telefonlarımı neden açmasınlar. İş peşindeler işte."
Helin'in söyledikleriyle düşündüm. Haklı olabilirdi. Mert saatler önce Boran'ı sormuştu.
"Hayır beni neden almadılar onu anlamıyorum."
"Acaba neden?" Dedim Helin'e bakarken.
"Abin yüzünden." Dedi.
"Ne oldu?" Dediğimde sustu. Biraz önce konuşmaya çok hevesli gözüküyordu oysa ki.
"Abimi seviyor musun?" Dedi bana.
"Tabii ki seviyorum." Dedim düşünmeden.
"Onu sevmeyi seviyor musun?" Dedi.
"Onu sevme düşüncesi bile yaşamama sebep oluyor." Dedim.
Derin bir nefes alıp önüne döndü. "Çağrı'nın benden beklentilerini karşılayamamam. İlk başlarda cinsel çekimimiz olduğunu sanıyordum ama şimdi.."
"Ama şimdi daha da ileride olduğunuzu fark ettin" dedim onu tamamlayarak.
"Evet ama bunu istiyor muyum emin değilim."
"Aşk sen istiyorsun diye olmaz ki. Sen yönlendiremezsin. Yönlendirsen aşk olmaz zaten." Dedim.
"Abin, bana bakarken intikamı, labeli, silahları unutmuş gibi davranıyor. Gerçeklik kavramını yitiriyor." Dedi.
"Bu hoşuna gitmiyor mu?" Dediğimde gözlerini gözlerimden kaçırdı.
"Bazen.." dedi. Sonra devam etti. "Bazense kulağa korkutucu geliyor. Resmen delilik bu!"
"Delilik olan ne? Senin için her şeyden vazgeçmesi mi?"
"Ben.. yani hayır. Yani ben bilmiyorum." Dedi.
"Sorunun tam olarak ne olduğunu anlatmak ister misin?" Dediğimde sustu.
"Belki başka zamana."dedi. Onu sıkıştırmaya niyetim yoktu. Elimi elinin üstüne koydum. "Gerçeklere kendini bu kadar kaptırma. Bazen yüreğini okşayacak duygusal anlar da lazım." Dediğimde bana baktı. "Duygusallık aptal insanların bahanesi derdi babam."
"Babalar her zaman haklı olmaz." Dediğimde karşı çıkmadı. "Belkide." Dedi ve sustu.
"Ee." Dedi. "Ne tatilinden bahsediyor bunlar? Abim, anneme gideceğiz demişti."
"Bilmiyorum. Hakan otel kapattım felan diyor." Dedim.
"Gerçekleri bir tek ben kabulleniyorum gibi gözüküyor." Dedi dudağını büzerek.
"Sıkıldı herkes bu havadan. Sadece bir kaç gün normal takılmak istiyorlar." Dedim.
"Peki sen? Sen de sıkıldın mı?" Dedi.
"Fazlasıyla ama bir günlüğüne değil devamlı bir normallik istediğim için sabır gösteriyorum."
"Sonunda mantıklı biri." Dedi kollarını bağlayarak.
Suyunu içerken kafasını bana yaklaştırdı. Sesini kısıp kulağıma konuştu. "İçeride ki sana ihanet etmiş doğru mu?" Dedi.
"İçeride ki kim?"
"Beril mi ne? O işte."
"İhaneti o değil abin etti." Dedim bende kollarımı bağlarken.
"Ne? Oturup seninle abimin dedikodusunu yapacağımı düşünmüyorsun herhalde."
"Aslında düşünüyordum. Onu birilerine şikayet etmeliyim değil mi?"
Helin bana kaşlarını kaldırıp baktığında ters bir şey söyleyeceğini sandım.
"Aramızda kalacağına emin olabilirsin. Abimin ne kadar takıntılı, korumacı ve planlı olduğunu en iyi ben bilirim. Bu huyları hayatı dar eder. Sakın bunları sana söylediğimi ona söyleme! Banka kartlarımla beni ayırmasına hiç niyetim yok!"
Kıkırdadım. "Merak etme. Aramızda." Dedim.
"Bu kadar eğlenceli biri olduğunu bilmiyordum." Dedim açık sözlülükle.
"Eğlenceli mi? Arkadaşlarım boşboğaz olduğumu söyler."
"Yanılmışlar. Doğrucu tavuksun sen. Babannem burada olsa sana öyle derdi. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar misali." Dediğimde oda güldü.
"İşte şimdi beni neden sevmediklerini anladım." Dedi. "Aslında ben senden nefret ediyordum." Dediğinde gülmem kesildi. Benzim soldu. Damlarlarımda ki kan çekildi.
"Annemin de, abimin de seni bu denli sevmesi ergen bir kız için travma yaratabiliyor." Dediğinde daha rahat nefes aldım.
Ben konuşacaktım ki o konuştu. "Babandan nefret ediyorum. Onun baba oluşuna felan da saygı duymuyorum. Az önce onu topuğundan vurduğunu duyunca buraya resmen koşa koşa geldim." Dedi.
"Haklısın. Seni anlıyorum." Dediğimde sesim kısılmıştı.
Ellerini omzuma attı. "Ama sen farklısın. Abimin seni sevmesini anlıyorum." Dedi.
"Biliyor musun? Bende benim abimin seni sevmesini anlıyorum." Dediğimde kaşlarını çattı. "Nedenmiş?" Dedi.
"Dobrasın. Güzelsin. Haraketlisin. Eğlencelisin. Abim gibisin işte."
"Abini kısa zamanda iyi tanımışsın." Dedi.
"Kan çekiyorsa demek." Dediğimde gülümsedi. O sırada Mutfağın girişinde Beril vardı.
"Bende gelebilir miyim?" Dedi.
Helin ise bana baktı. "Bilmem. Gelebilir mi Defne?" Dedi en umursamaz haliyle.
"O nasıl soru? Tabiiki de gelebilirsin." Dedim. Beril gelip yanıma oturduğunda "bir şey içecek misin?" Sorusuna cevap olarak su istemişti. Kalkıp ona su verdiğimde ortama sessizlik çökmüştü.
"Mesajları okudunuz mu? Yarın sabah Nare teyzeye gidecekmişiz. Orada bir gün kaldıktan sonra ise Hakan'ın ayarladığı otele gideceğiz." Dedi Beril. Sohbet açıyordu.
"Bu nasıl iş ya? Başımızda ki dertler yetmiyor yenisini mi istiyor bu salaklar?"Dedi Helin.
"Hakan, ileride ne olacağını bilmediği için bebek kutlamamızı şimdi yapmak istiyor. Hepinizi yanımızda görmek bana ve bebeğime iyi gelecek." Dedi.
Üzgün ve pişman gözüküyordu. Onu daha fazla böyle görmek istemiyordum. Beril'i gerçekten çok seviyordum ve üzülmesine izin veremezdim. Ellerimi ellerine uzattım. "Tabii ki yanında olacağız. Fırsat varken değerlendirilmeli. Öyle değil mi?" Dediğimde Beril gülümserken Helin ağzının içinde homurdandı.
"Teşekkür ederim. Uzanmak istiyorum. Neresi müsait?" dediğinde ona yolu gösterdim. Misafir odasının birine onu yerleştirdikten sonra rahat edeceği pijama takımını verdim. Hakan ise çoktan salonda uyuyakalmıştı.
Helin balkondayken bende mutfağa girdim. Karnım acıkmıştı. Masanın üstünde kalan pizzaları tabağa koyup balkona götürdüm. Belki Helin'in de canı isterdi. Helin telefonunu kapatıp benimle aynı anda sandalyelere oturdu.
Pizzadan o da bir dilim aldığında bende aldım. Katlayıp ağzımın içine attığımda soğuk bir pizzanın şu an çok iyi hissettirdiğinin farkındaydım.
"Sen bikiniyle nasıl gizleyeceksin o karnını?" Dediğinde boğazımda kalan pizzaları dışarı püskürttüm.
Ben Öksürürken o belime vuruyordu. Mutfaktan koşup su aldığında neredeyse boğulacağımı sanmıştım.
"İyi misin? Abim gelene kader sakın ölme! Öldürür vallaha beni." Dediğinde daha çok öksürmeye başlamıştım.
Sonunda ufak çaplı krizi atlattığımda sormayı başardım. "Sen! Sen nereden biliyorsun?"
"Ee. Benden bir şey kaçmaz." Dediğinde kaşlarımı kaldırdım. "Çağrı mı söyledi?"
"Hayır. Annemin yanına geldiğinde anlamıştım ama çok sorgulamamıştım.. Geçen haftalarda küçük bir sağlık problemi yaşadım. Bizim Kaya kliniğe gittim. Söylememe gerek var mı bilmem ama o doktor Murat bana çok fena hasta."
Ayağa kalktım. Heyecandan bir oraya bir buraya yürüyordum. "Ne?! Bir anda söyledi mi sana? Kesin Boran'a da söylemiştir dimi?!"
"Merak etme. Ben zorladığım için söyledi. Kağıtlarınızı gördüm."
"Emin misin?"
"Eminim de sen nereye kadar saklayacaksın böyle?" Dediğinde yavaşça sandalyeme tekrar oturdum.
"Boran'ın planlarını öğrenene kadar." Dediğimde bana yaklaştı.
"Geleceğin de abim olmasa doğurmayacak mısın yani?" Dediğinde kafamı hayır anlamında sağa sola salladım. "Tabiiki de doğuracağım ama ona söylemeyeceğim. Tek başıma uzaklaşacağım." Dediğimde bunu kendime itiraf etmek bile zor gelmişti.
"Abim bir çocuğu olduğunu öğrendiğinde her şeyden vazgeçer." Dedi Helin.
"Öyle olmadı işte. Abin çocuk istemediğini söyledi. Zamanı değil dedi. O yüzden söyleyemedim."
"Doğru demiş." Dediğinde başımdan aşağı kaynar sular akmıştı. "Ne? Bakma öyle defne. Durduk durduk intikamın sonuna geldik. Onu bu yoldan vazgeçirme." Dedi. Açık sözlüydü.
"Abinin intikamdan vazgeçmesini istemiyorum. Kendi canını ortaya atmasın yeter. Ben çocuğumu onsuz doğurmak istemiyorum."
"Abim kumar oynadı. Canıyla. Şimdi onu bir anda inancından vazgeçiremezsin."
"İnancından vazgeçirmiyorum. Ona intikamında destek oluyorum. Bu savaştan ikimizinde sağ çıkmasını sağlayacağım."
"Sana başarılar." Dediğinde sesimi çıkarmadan sessizce pizzamı yedim.
"Merak etme. Sen söylemeden abime bir şey söylemem. Bunun kararını en iyi sen veririrsin." Dediğinde "teşekkür ederim." Cevabını vermiştim.
İçim rahatlamıştı ama yine de huzursuzdum. Nedenini bilemediğim bir huzursuzluğun karnımı ağrıdan kıvrandırmasına anlam veremiyordum.
Helin'e misafir odalarından birini ayarladığımda odama geçmiştim. Vitamin ve kan ilaçlarımı içip yatağıma girmiştim. Gece oldukça fazla uyuduğum için şu an uykusuz gibiydim ama yine de uzanmak iyi gelmişti.
Kafam olabildiğince doluydu. Boran'ı affetmek bana gerçekten iyi hissettiriyordu ama karnımda ki bebeği daha fazla saklayamayacağımı biliyordum.
Ellerimi karnıma götürdüm. Cinsiyeti belli olmuş muydu acaba? Ben nehir diye seviyordum ama erkek de olabilirdi.
Boran hangisini istiyordu acaba? Nehir demişti ama gönlünde ki erkek miydi? Kız mıydı? Pekala bence çocuk istemiyor da olabilirdi.
Hayır, istiyordu. Sadece kötü zamanlar geçirdiği için çocuğunu koruyamayacağını düşünüyordu ki haksız da sayılmazdı.
Küçükken yaşadığım zamanlar bu kadar kötü insanlarla aynı hayatta yaşadığımızı asla düşünemezdim.
Aslında bakarsanız 22 yaşında ki Defne bile hala düşünemezdi. Ta ki Mert'in gösterdiği görüntülerden sonra. Tecavüz edilen çocuklar. Bunu gösterip annelerine şantaj yapan örgüt üyeleri. Uyuşturucuya bağımlı hale getirip işlerini halletmek için yetiştirilen gençler. Kaçak boks maçları. Çocuk ticareti, uyuşturucu, kimyasal silah ticareti gibi aklıma gelemeyen daha çok konu vardı. Bu örgüt nasıl büyümüştü böyle?
Peki benim büyükbabam bunlara nasıl bulaşmıştı?
Gerçekten kötü insanlar bitmeyecekti ama ben bu örgütün tüm gücünü elinden almaya kararlıydım.
Örgütün tam kuruluş tarihini bilmesem de 1969 yıllarında aktif olduklarını biliyordum. Öyle ki sağcı solcu davasını bile bu örgüt çıkarmış olabilirdi. İngiltere'de kurulduğu ve o dönemin iç savaşından yararlanan Label örgütü, halkı kışkırtmakla başlayıp her türlü terör eylemini yapan bir topluluktu.
Peki ama İngiltere de kurulan bu topluluk neden Türkiye ayağını bu kadar önemsemişti?
Cevabı basitti. Label'i kuran Labcot Eldridge, spiritüalizme* aşırı derece de inanan insandı. Mert'in söylediğine göre, İngiltere'de yaşasa da Diyarbakır'da ki belli başlı tapınaklara gelip ayin yapıyordu. Orta asya ona her zaman büyülü geliyormuş. O ayinlerde binlerce insan öldürüp onun kanıyla güçlendiğini düşünüyormuş. O yüzden Türkiye ayağı onun en önemsediği gruplardan biriymiş.
Tabii sebebinin sadece bu olmadığını biliyordum. Labcot bence dönemin iç karışıklıklılığını sebep bilip Türkiye'nin sahibi olmak istedi ama unuttuğu tek bir şey vardı ki bu topluluk küsse de, aç da kalsa, görüş ayrılığına da düşse vatanını paylaşmazdı. Bu ülkede bayrağının aşkıyla yaşayan onlarca insan vardı ve Labcot kesinlikle bu ayrıntıyı göz ardı etmişti.
İlk başlarda çok güçlü olsa da Şu an yıkılmak üzereydi Label. Büyükbabamın silahları saklaması onlar için gerçekten büyük kayıp olmuştu çünkü Rusya silah anlaşmasının gerçekleşmediği için grup başkanları, tüm Rusya'da ki Label grup üyelerini öldürmüştü. Bu da Label'e güç kaybettirmişti. Çoğu grup üyeleri ise intihar etmişti. Artık Label eskisi kadar güçlü değildi ve yıkılmanın tam sırasıydı.
Özellikle şu yeni grup kafamı karıştırıyordu. Label'den ayrılmanın cezası ölümken o gruba gizliden dahil olan bir sürü üye vardı. O yeni grubun da planlarını öğrenmeliydik. Başka türlü başarılı olamayacağımızın farkındaydım.
Düşüncelerin içindeyken kapının örtülme sesine odamdan dışarı çıktım. Gelen sırt çantasıyla Mert'ti. Yüzü asıktı. Gergin bir gün geçirmiş olmalıydı.
Yanıma gelip kolumdan tutup beni odasına götürdüğünde o kadar hızlı davranmıştı ki bir an nevrim dönmüştü.
"Ne oldu ya? Kolumu acıttın!" Dediğimde eliyle sus işareti yaptı.
"Boran gelecek sus."
"Ne oldu ya? Yolda bir şey mi oldu? Gergin misin sen?" Dediğimde derin bir 'of' çekti.
"Annenin ölüm yıl dönümü olduğu için mi?" Dediğimde saçlarını çekti. "Annemin mezarına gidemedim." Dedi kısık sesle.
"Ne? Neden?"
"Çünkü Boran silahların yerini buldu!" Dediğinde gözlerimi ayırdım. Kalbim hızla atmaya başladı.
"Korkma Çağrı arayıp haber verince Mardin'e gittik. Boran'ı gizliden takip ettik. Mardin'de bir yer altı mağarasına indik. Antik kentin altındaydı. Silahlar ilk başta orayadaymış ama sonra taşımışlar. Yani ulaşamadık. Şahmer dede yerini değiştirmiş olmalı."
"İnanmıyorum. Bana neden söylemedin?"
"Sana söylesem ne değişecekti? Boran silahlara çok yakın. Ondan önce bulmamız lazım."
"Silahlarla ne yapacağını bilsem birlikte haraket edebilirdik ama Kafasındakileri çözemiyorum!" Dedim sinirlice.
"Bak sakin ol." Dedi Mert. Kollarımdan tuttu. Bu sefer acıtmıyordu. "Birazdan buraya gelecek. Bir şey bildiğini belli etme. Olur mu?" Dedi.
Hafifçe kafamı salladım. "Azad Yılmaz geldi." Dediğimde elini bıraktı. "Korkma bir şey yapamadı. Silahların yerini istedi. Bende onu topuğundan vurdum." Dediğimde dudakları yana kıvrıldı. "Aferin. İyi yapmışsın." Dedi.
"Hıhı."
"Bu canını acıttı mı?" Dedi.
"Acıtmadı. Üzüldüğüm nokta da bu. Duygusuzlaşıyor muyum ben?"
"Hayır, gardını alıyorsun. Herkese hakettiği gibi davranıyorsun. Bunu öğrendiğini görmek güzel. Eğitimler işe yarıyor."dedi gülerek.
"Neyse ben Boran gelmeden odama geçeyim. Sende geliyorsun değil mi Nare teyzenin yanına?"
Hafifçe kafasını salladı. Üzgün görünüyordu veyahut da yorgun. Karar verememiştim.
"Tatil yapalım diyor Hakan. Sen ne düşünüyorsun?"
"Şerefsiz her rengi boyadı Fıstık yeşili kaldı" dedi bilmediğim bir atasözüyle.
"Hı?"
"Hiç. Mecbur gideceğiz. Seni tek bırakamam." Dediğinde güldüm. "Teşekkürler." Dedim.
Arkasını döndü. Dolabından bir şeyler alıyordu.
"Bu arada evimde kaç kelle var?" Dedi sinirlice.
"Hakan, Beril ve Helin."
"Kalabalığı sevmem. Siktir olup gitmelerini söyleyebilirdin." Dedi.
"Ne? Hayır! Benim için geldiler."
"İyi tamam ben geldim artık gidebilirler."
"Olmaz. Yarın birlikte gideceğiz. Karışma insanlara."
"Pekala. İyi geceler." Dedi ve odasında ki banyoya girdi.
Bende odasından çıkıp her zaman ki yerime geçtim. Balkona.
Soğuk demirlere kafamı koyup dışarıyı izlediğim bir anda arka arkaya siyah mercedeslerin durduğunu gördüm. Boran arabadan indiğinde onu net olarak göremesem de o olduğunu biliyordum.
Balkondan çıkıp kapıya koştuğumda hemen kilitli kapıyı açtım. Boran elinde çiçeklerle beni bekliyordu. Hem de şakayık olanlarla. Yüzünde gülümser bir yüz ifadesi vardı. "Geç kaldım. Özür içinde çiçek almak istedim. Koparılanları çok sevmezsin ama ben bunları senin eline çok yakıştırdım." Dedi.
Hemen elinden alıp kokladım. "Çok güzelmiş. Teşekkür ederim." Dediğimde içeri geçti.
"Mert geldi mi?" Dedi. İçeri girer girmez.
"Evet. Az önce geldi." Dedim.
Kafasını salladı ve odamıza yürüdü. "Çok yorgunum. Hemen uyumak istiyorum." Dedi.
"Sen uyu. Ben çiçekleri vazoya koyayım." Dediğimde kaşlarını çattı.
Beni kocaman buketlerle birlikte kucağına aldı. Mutfağa doğru yürüttü. Ben ise sersemlik ve şaşkınlıkla onu izledim. Beni tezgahın üstüne oturttu ve dolapları tek tek açıp içlerine baktı. Sonunda vazo bulduğunda içine su koydu.
Buketi vazoya yerleştirip etrafında ki kartonu yırttım. Sonra ise eğilip mis gibi baharımsı kokuyu içime çektim. "Çok güzel kokuyorlar." Boran ise tezgahın üstünde sallanan bacaklarımı iki yana ayırdı. Sonra bana sarılıp saçlarımın arasına gömüldü.
"Evet. Çok güzel kokuyor." Dedi.
Geri çekildim. "Ben çiçekten bahsediyorum." Dedim.
"Evet, bende çiçeğimden bahsediyorum." Dedi gözlerime bakarak. Sonra kucağına alıp beni odamıza götürdü. Gömleğini çıkarıp yanıma yattı ve çok sürmeden uykuya daldı. Ben ise o gün onu izleyerek çok derin bir uykuya daldım.
⏳
Sabah uyandığımızda herkes valiz telaşına girmişti. Helin bile eve geçip valizlerini hazırlamıştı. Benim ise tüm eşyam Boran'ın evinde olduğu için Boran'la oraya geçecektik.
Arabaya bindiğimizde Mert'te arkamızdan ilerliyordu. Boran sessizdi. Konuşmayı ben açtım.
"Dün bir sorun mu oldu? Durgunsun." Dedim.
"Yok, her şey yolunda." Dedi. Arabayı sürerken.
"Öyle gözükmüyor ama."
"Silahları bulduğumu sandım." Dedi birden bire. Bana açık olmaya mı karar vermişti?
"Ee bulamadın mı yani?"
Yüzünü bana çevirdi ve 'sanki bilmiyorsun' gibi baktı.
"Ne? Ben nereden bileyim?" Dedim.
"Çağrı ve Mert yetiştirmedi mi sana? Peşimdelerdi oysa."
Boran farkına varmıştı. Gözünden hiç bir detay kaçmıyordu.
Bu sefer sessizleşen ben oldum. Koltuğuma sindim ve sadece yolu izledim.
Boran'ın evine uğrayıp gerekli eşyalarımı aldım ve tekrar yola çıkmıştık. Tüm herkes arkamızdaydı ara sıra gruptan mesaj gelip Beril için hepimiz tuvalet molası veriyorduk. 4. molada ise Mert artık küfür etmişti.
Mert Andaç: yeter amk. Musluk mu var içinde?
Hakan: He lan, musluk var içinde. Oğlumun ki var. İster misin?
Helin: Terbiyesiz!
Hakan: çok konuşmayın ilk çıkan benzinlikte mola!
Çağrı D.: araba sürerken mesaj atmaya devam ederseniz o parmaklarınızı götünüze sokarım.
Abimin ettiği küfürle gözlerimi ayırıp Boran'a baktım.
"Ne oldu?" Dedi hemen.
"Abim küfür etti."
"Ee ne var bunda?" Dedi.
"O da mı bizimle geliyor? Bu.. çok tehlikeli değil mi?"
Güldü. "Sen abinin kılığını gördün mü? En son prensler gibiydi." Dedi.
"Ne?" Dediğimde abimin prens halini düşünmeden edemedim. Ufak bir kıkırtı çıkardığımda Boran elimi dudağını götürdü ve küçük bir Buse kondurdu.
"İlk benzinlikte Mola dedi Hakan."
"Yine mi?" Dedi Boran.
"Beril hamile. Benimde ihtiyacım var." Dediğimde bana baktı.
"Hadi o hamile. Sen neden bu kadar çok gittin?" Dedi.
"Çok kahve içtim galiba." Dediğimde kafasını salladı.
"10 dakika sonra bir benzinlik var. Orada dururuz." Dediğinde onayladım.
Ve benzinliğe varmıştık. Herkes tüm ihtiyacını giderdiğinde tekrar arabalara dönüp yola koyulmuştuk. 1 saatlik yoldan sonra herkes Boran'ın duruşuyla durmuştu. Arabadan inerken kapımı açmıştı. Bende temiz havayla birlikte soğukla karşılaştım.
Nasıl 2 saatte sıcaktan soğuk bir alana girebiliyorduk? Burası neresiydi? 2 saatlik yol olduğuna göre uzak değildi ama Gaziantep bu kadar sıcakken nasıl burası böyle soğuktu?
Beril kollarını sarıp dudaklarını titretti. "Burası nasıl bu kadar soğuk?"
"Dağın yamacındayız. Burası her zaman soğuk olur." Dedi Boran.
"Neredeyiz?" Dedi Beril.
"Maalesef onu söyleyemiyoruz." Dedi Helin.
Arkadan Mert battaniye getirdiğinde Beril'e de uzatmıştı ama Mert onun yüzüne dahi bakmamıştı. Anlaşılan herkes Beril'e mesafeliydi. Ben ise siyah tayt ve kısa tişörtümün üstüne zaten kazak getirmiştim. Buranın soğuğunu geçen sefer hissetmiştim ve ona göre kıyafetler getirmiştim.
"Niye durduk?" Dedi Beril.
"Bir şey yok kelebeğim. Buradan sonra tek araba ilerleyeceğiz.. güvenlik için."
Herkes kafasını salladıktan sonra abimle Helin takıldı gözüme. Hala kavgalılar mıydı? Herkes Wolksvagen Markalı transportera binerken ben abimin yanına kaydım. Üzerinde tuhaf bir kostüm vardı. Sanki az sonra erkek bir çocuğun doğum gününe gidecek gibiydi. Kostümü ayaklarından çıkardı ve kaldırıp fırlattı. "Çıkarmasaydın. Çok yakışmıştı." Dedim gülerek. "Dalga geçme." Dedi.
Kollarıyla hemen beni sardı.
"Geleceğini bilmiyordum." Dedim.
"Ölmeden önce güzel zamanlar geçirmek istedim." Dedi.
"Ya, sussana söyleme şunu heryerde."
"Kızım, ilk planında beni öldürdün. Sonra ki planlarını tahmin bile edemiyorum."
"Sanki gerçekten ölecekmişsin gibi konuşuyorsun."
"Kim bilir. Her an her şey olabilir. Hayat bu."
"Sus be! Ağzından yel alsın. Babannem olsa şom ağızlı diye bağırırdı sana!" Dedim sinirlenerek.
"Tamam, tamam. Sustum. Merak etme. Bu ilk ölüşüm değil." Dedi gözlerini kaçırarak.
"Her şeyi espriye vurmaktan vazgeç de git sevgilinin gönlünü al." Dedim Helini göstererek. Yere oturmuş toprağı kazıyordu.
"Ne istediğini anlayamıyorum." Dedi abim derin nefes verirken. Siyah keten bir gömlek ve siyah keten pantolon giymişti. Oldukça yakışıklı gözüküyordu.
"Korkutma. Böyle şeylere açık değil. İntikamını unutmak istemiyor. Yıllarca abisini sorguladı bana aşık olduğu için. Şimdi aynısını kendisi yaşıyor. Kolay olmamalı." Dedim.
"Haklısın. Üstüne gitmemeye karar verdim. Biraz geri çekileceğim. Ona zaman tanıyacağım. Kendi gelmek istiyorsa her zaman beklerim."
"Arayı uzak tutma. Çok da ısrar etme. Her şeyin tam ortasını bulmalısın. Ürkütme Ceylanı." Dedim.
"Anlattığın şeyleri anlamadığımın farkında mısın? Siz kadınlar ne olsun istiyorsunuz? Ben o kadar zeki biri değilim!" Dedi abim.
"Zeki değilim diyen adam Label'i mi yönetiyor?" Dediğimde kolumu cimcikledi. 'Ahh!'
"Her yerde söyleme şunu." Dedi beni tekrar ederek.
Yavaşça hepimiz geniş bir arabaya bindiğimizde arabanın camları yoktu. Ön koltuğunu ve şoför kısmı ise filmlerle kapanmıştı.
Herkes yerine yerleştiğinde en son Boran yanıma oturdu. Abimle Helin tam karşımızda olduğu için Boran gergin gözüküyordu. Helin ise tırnaklarıyla oynuyordu. Abim ise onu izliyordu. Koltuklarımız karşı karşıya olduğu için haraketlerimizi de net şekilde görüyorduk.
Boran oturuşunu düzeltirken ani bir haraketle abimin ayağına vurmuştu. "Pardon yanlışlıkla oldu." Dedi.
Gözlerimi devirip ona baktım. Abimde problem değil gibi bir işaret yapıp Helin'e bakmaktan vazgeçti.
"Bilerek vurdun." Dedim kısık sesle.
"Şş. Karışma her şeye." Dedi Boran.
"Abim o benim."
"Bende Helin'in abisiyim."
"Bende Çağrı'nın kardeşiyim. Aynısını sana yapsa hoşuna gider mi?"
"Ben çocukluğumdan beri tarafımı gösteriyorum. Ayrıca biz evlenmiştik." Dedi.
"Hatırlıyor musun bilmiyorum ama o evlilik boşanmayla bitmişti."
"Onu hatırlamak istemiyorum. Sen benim karımsın. İmza atmama gerek yok."
"Bazen çok geri kafalıymışsın gibi hissediyorum."
"Sadece sevdiklerimi paylaşmak zor geliyor." Dedi kollarını boynuma dolarken.
Sarılmanın huzuruyla gözlerimi kapattığım anda abimin Boran'ın ayağına vurmasıyla irkildim.
"Pardon yanlışlıkla oldu." Dedi abim. Anlaşılan bugün ikiside kıskanç günündeydi. Boran kollarını omzumdan çekerken ayaklandı ve sinirlice Hakan'ın yanına gitti.
"Çocuk musunuz siz?" Dedi Helin. Benim yerime konuşmuştu.
"Ne? Ben mi başlattım?" Dedi abim.
"Devam ettirmek zorunda mıydın?" Dedi Helin.
En iyisi aralarına girmemekti.
"Sen onun kardeşiysen, Defne'de benim kardeşim."
"Öyle mi? Kardeşinle otur o zaman." Dedi Helin ve ayaklandı. Neyin gerginliğiydi bu?
Arkada bir yerde tek başına oturmaya gittiğinde abimde ayaklanıyordu ki tuttum. "Bırak. Biraz dinlenmek istiyor. Sana sinirli gibi." Dediğimde abim kafasını salladı. Yanıma oturup beni omzuna çekti. Yavaşça saçlarımla oynadı.
"Şöyle düşünüyorum da, hiç abi kardeş olamamışız. Hep eksik kalmışız."
Gülümsedim. "Tamamlayalım o zaman."
O da gülümsemişti. "Küçükken de böyle uyurdun kucağımda. Beni severdin ama Boran'ı görene kadar. Onu görünce direkt ona koşardın."
"Küçüklükten seçmişim yakışıklı adamı." Dedim.
"Düzgün konuş kız. Döverim seni."
"Ne? Kıskanıyor musun yoksa?"
"Eee tabi!"
"Sen yokken Boran vardı. O zaman kıskanmıyor muydun?"
"Kıskanmaz olur muyum? Tabii ki kıskanıyordum. Genelde bu işi benim yerime Mert hallediyordu." Dedi gülerek.
"Doğru. Sürekli bölüyordu bizi." Dedim.
Sonra kafamı kaldırdım. Mert neredeydi?
"Hey? Mert nerede?" Dedim ayağa kalkarak. Ayağa kalkınca Hakan'ı ve Beril'i de görmüştüm.
"Arabayı o kullanıyor." Dedi Hakan.
"Ha. Tamam o zaman."dedim yerime çökerken.
"Mert'i çok sevdin galiba." Dedi abim.
"Öyle. Mert hepinizden daha dürüst hissettiriyor." Dedim.
"Doğru. Mert bir şey gizlemeyi sevmez. Olduğu gibidir. Seni de kız kardeşi gibi benimsemiş anlaşılan."
"Onu yıllardır tanıyor gibi hissediyorum."
"Sen de onu abin gibi görüyorsun değil mi?"
"Evet. Onu kendi kanımdan görüyorum." Dedim açık yüreklilikle.
Yol bitimine kadar Hakan'la abimin atışmalarına katlandık. Bir ara şarkı açıp oynamaya başladıklarında Boran'la sessizce onları izledik. Telefonumu çıkarıp instagrama baktığımda ise mide bulantımla baş başa kalmıştım.
Sonunda gelmiştik. Yer altına girdiğimiz o köprüde arabanın heryerini aramışlardı. Önlem ve güvenlik birinci seviyedeydi. Üstlerimiz, çantalarımız ve valizlerimiz her ihtimale karşı aranmaya gitmişti ve biz neredeyse yarım saattir bu aramanın sonlanmasını bekliyorduk. Telefonlarımıza kadar almışlardı. Hayır telefonda ne saklıyor olabilirdik? Boran'da güvenliklerle gittiğinde arkasından bakakalmıştım.
"İçeride ne saklıyorsunuz? Kralın hazinesi felan mı? Bu ne böyle?" Dedi Beril.
"Kralın hazinesinden daha değerli bir şeyi. Kraliçemizi." Dedi Helin.
Hemen sustu Beril.
Nihayet herkesin valizi ve telefonları tek tek geldiğinde gölün olduğu alana yürüdük.
"Vay canına! Burası cennet gibi. Gerçek değil gibi."
"Öyle." Dedi abim. Burayı özlüyordu. Burası onun çocukluğuydu.
"Göl doğal mı?" Dedi Beril.
"Doğal ama bu kadar büyük değildi. Sonradan böyle büyüdü. Sanırsam çevre köylerden gelen su da buraya aktı." Dedi Helin.
"O zaman göl değil akarsu olurdu ama." Dedi Beril, haklıydı da. Bunu aklımın bir köşesine not ettim.
"Ay çok zekisin sen." Diye sinirlenen ise Helin'di.
"Uzatmayın."Diye konuyu kapatan ise Boran oldu. Oldukça stresli görünüyordu. Buraya kimseyi kolay kolay getirmediğini biliyordum.
O sırada Ali, Nare Hanım ve Zilan Hanım bize doğru yürüyordu. Nare hanım diğer gördüğüme göre daha dinç gözüküyordu. Boran'ı ve Helin'i es geçip bana yürüdü ve boynuma sarıldı. Ne yapacağımı bilemeyerek yavaşça sarıldım. "Sonunda geldin. Çok korktum sende gelmeyeceksin diye."
Yavaşça geri çekilip ellerinden tuttum. "Neden gelmeyeyim? Sizi ve burayı çok sevdim Nare hanım."
"İyi ki geldin. Keşke abini de getirseydin. Abin.. Neydi adı? Bir saniye hatırlayacağım." Dedi Nare Hanım şakaklarını tutarken.
"Çağrı." Dedi abim.
"Ha evet o. Neden getirmedin onu? Eşşek sıpası. Söz dinlemez o. Kafasına kafasına vurman lazım." Dedi Nare Hanım.
Abim Nare hanıma yaklaştı. "Ayıp oluyor ama Nare sultan. Bari arkamdan konuşta yüreğim parçalanmasın."
Nare hanım şaşkın şakın bakarken saçlarının düzenliliğine baktım. Boran haklıydı. Diğer geldiğimde saçları dolaşık ve kabarıkken şu an oldukça düz ve normal duruyordu.
"Hadi lan oradan. Yoksa sen.."
"Evet Nare teyze. Benim Çağrı."
Nare hanım direkt öne atıldı. Her zaman ki gibi siyah kalem eteğinin üzerine siyah gömlek giymişti. "Gel bakayım buraya sen. Hala aynı mı kokuyorsun?" Dedi Nare hanım abimin boynuna asılırken.
"Eşşek kadar olmuşsun. Boran'da sende maşallah delikanlı oldunuz. Sizi ben besledim. Boyumu geçtiniz." Dedi Nare Hanım.
"Ali'ye de aynı yiyecekleri verdim ama o sizin kadar uzamadı." Dediğinde Boran gülerken Ali sinirlendi. "Anne."
"Ne var oğlum? Yalan mı?" Dedikten sonra herkesin yüzüne baktı Nare Hanım. "Hakan, sende mi geldin oğlum?"
"Evet Nare sultan. Bende geldim."
"Hoşgeldiniz. Yemek hazırlattım size. Çok soğutmadan gelin." Dedi. Zilan hanımın koluna girdi tekrar.
"Çok dere kenarında gezmeyin. Yılan çok olur buralarda" dedi yürümeye başladığında. Beril hemen koşup Hakan'ın diğer tarafına geçti.
Yılan çok olur buralarda. Lafını aklımın bir köşesine yazmıştım. Çok geçmeden hepimiz odalarımıza yerleşmiştik. Boran'ı bir kaç saattir hiç görmüyordum. Kapım tıklatıldığında içeri girenin Nare hanım olduğunu görmüştüm. Gülümsememi yerleştirmeyi unutmamıştım.
'Yerleştin mi kızım?'
'Evet yerleştim Nare hanım. Teşekkür ederim.'
"Ne hanımı canım? Anne diyebilirsin, teyze bile diyebilirsin ama hanım deme. Elimde büyüdün sen benim."
'Tamamdır Nare teyzeciğim.' Dedim. Yanıma yatağa oturmuştu. Elime uzandı ve sıkıca tuttu. 'Bir dosya vermemi istedi Ruşa sana iki saattir onu arıyorum. Yatağımın kenarında parkenin altında diyor ama baktım orası bomboştu.'
Nare hanım silahların yerini gösteren belgeyi bana verdiğini unutmuştu. Hatırlatmalı mıydım?
'Sorun değil Nare teyzeciğim. Aldım ben onu zaten.'
'Öyle mi? Kusura bakma akıl mı kaldı kızım?'
'Estağfirullah..'
'Uzun zamandan sonra kendimi sebepsizce iyi hissediyorum biliyor musun?'
'Çok sevindim.' Dedim ellerinden tutarken. 'Kendimi çok uzun zamandır cezalandırıyordum. O grubu bitirebilirdi Hasan'ım ama o bizi korumayı seçti.'
'Doğru olanı yapmış. Öyle değil mi?'
'Bilmem. O an için doğruydu ama şimdi değil.'
'Neden öyle dediniz?'
'Zaten öldürdüler Hasanımı. Vatanını kurtarıp şehit olmak varken. Ailesini koruyup göçtü buralardan. Bizim yüzümüzden.'
'Öyle demeyin lütfen. Elinden geleni yaptığına eminim.'
'Bu hikayede Boran'ım yanmasın istiyordum ama yakıp yıkılmadan da yenisini kuramayacağımızı biliyorum artık. Tek istediğim hiç birinizin canınıza zarar gelmemesi.'
Nare hanım ara ara her şeyi hatırlıyordu. Bu kurtuluş mu yoksa daha büyük bir cinnet sebebi miydi bilemiyordum.
"Boran'ın canının yanmamasını en çok sizin istediğiniz kadar bende istiyorum ama bazen inancımı kaybediyorum. Onun beynindekileri tartamıyorum. Ateşe yürümesinden korkuyorum."
Güldü nare hanım. Gülünecek ne vardı ki?
"Neden güldünüz?"
"Ateşe yürümüyor ki. Ateşin ta kendisi o." Dedi.
Yüzümü eğdim. Diyecek sözüm kalmıyordu. "Annene hakkımı nasıl öderim bilmiyorum ama sana hakkımı nasıl ödeyeceğimi biliyorum." Dedi.
Sustum ve nasıl? Dedim bakışlarımla.
"Sizin yanınızda daha aklı başında olarak. Kendimi çok daha iyi hissediyorum. Allah şahit. Hasan'ı beklemediğim tek bir günüm yok benim ama dün ilk defa gelmeyeceğine inandım. Tatlı yapmak aklıma bile düşmedi."
Çekmecesinden bir defter çıkardı. Siyah kaplıydı. Yumuşak gözüküyordu ama içindekileri okusak sertleşirdi biliyordum. "Bak bu deftere ömrümü yazdım. Kelime kelime hayatımı anlattım. Unutmamak için ama belki de unutmak lazımdı. Yaşadıklarımı, uykusuzluğumu, acılarımı."
Eliyle defterin dışıyla oynuyordu. "Zaten çoğu şey karanlık bir fotoğraftı zihnimde. Aydınlatmaya gerek yokmuş."
"Bir şey sorabilir miyim?" Dedim sessizce.
"Tabii ki yavrum."
"Annemin bulduğu o dosya da silahların yeri var mıydı?"
Düşündü. İlk öce gözlerime baktı. Daha sonra yere. "Hatırlayamıyorum. Neden sordun?"
"Annemin label topluluğuna girdiğini öğrendim. Silahları koz olarak kullanmış olabilir mi? Belki de Hasan amcadan öğrenmiştir."
"Hasan'ım silahların yerini bilmiyordu ki." Dedi.
Eksik parçalar yerine oturuyordu.
"Nasıl bilmiyordu? Canını nasıl korudu?"
"Annenin getirdiği belgelerle." Dediğinde gerçekleri yeni yeni anlıyordum. "Bir saniye buralarda olmalı." Dedi defteri açarken. 5 Mayıs yazan sayfada durduğunda dondum.
Ben Mayısları sevmem Defne. Babamı Mayıs'ta kaybettim. Dedi kulağımda ki Boran'n sesi. Annemi Mayıs'ta kaçırdılar. Ama öyle bir şey oldu ki.. tüm kötülükleri sildi kafamdan.
Hatırladığım an beni bilinmezliğe sürüklemişti.
"Bak burada yazıyor." Dedi Nare hanım. "Hasan'ın babası Şahmer bey silahları Mardin'den taşıdı. Güvenlik için. Hasan ondan önce ki yerini biliyordu ama sonra ki yerini hiç bir zaman bilemedi. Öğrenemeden.." dediğinde zorladı. Öldü diyemedi.
Gözyaşlarının arasından defteri gösterdi. "Bak."
"Hasan Mardin'e geldi. Uzun zaman sonra Boran gitar çaldı. Birlikte lunaparka gidecekler. Döndüklerinde yemeği hazır et. Tatlıyı hazırladın. Yeniden yapma." Yazmıştı. Unutmamak için böyle notlar alıyordu.
Lunapark.
Dönme dolaba binmek istememişti dedi içimde ki bir ses.
Zorlamamıştım. Binmeyelim demiştim.
Ama şimdi bir hayalim daha var. Demişti bana.
Seninle binmek.
"Hıh bak işte. Hasan o gün Mardin'e döndüğünde demişti bana. 'Silahların yerini değiştirdik bugün gitmem lazım Narem' dedi. Buraya da yazdım." Deftere uzandım ama silahlarla ilgili yazan bir şey görememiştim.
"Göremiyorsun değil?" Arada şivesi kayıyordu. Hayır dedim ona sessizce.
Elinde ki kalemin arkasında ki silgiyle boş olan yeri sildi. Sildikçe yazı geliyordu. "Silahların yeri değişti." Yazıyordu.
"Hasan'ım önemli şeyleri gizli kalemle yaz derdi. O yüzden böyle yazmış olmalıyım." Dediğinde gülümsedim.
"Anladım." Dedim ve aklımda ki o soruyu sordum. "Şahmer dede. Buraya gelir miydi?"
"Tabii gelirdi. Çok sevmezdi ama güvenilir olduğu için mecburdu.. Oda bizimle kalmıştı."
"Peki siz Hasan amcayı kaybettiğinizde neden Mardin'deydiniz?"
"Canımız bağışlanmıştı. Korkacak bir şey yoktu. Öyle demişti hasanım ama onu.."
Devam ettirmedim. Cevabımı almıştım.
"Annem neredeydi?" Dedim. "Bilmiyorum." Dedi. "Sami'ye kaçtıktan sonra dönmedi buraya. Siz gidince hiç birimiz toparlanamadık. En çokta Boran. Sana çok düşkündü. Sen bebektin hatırlamazsın ama Boran unutmaz." Dedi.
Unutmak ve Unutamamak. Tüm mesele bu muydu?
Değildi. Ne unutmuştum,Ne de unutamamıştım.
Ben hatırlamıyordum ama hatırlıyor gibi canımı yakıyordum.
"Şahmer dede ne zaman öldü?" Dediğimde bir kaç dakika durakladı. "Ben.. ben yani. Hatırlamıyorum. Zilan biliyordur ama. Sorayım mı ona? Zilaaan."
"Yok Nare hanım. Hatırlayınca konuşuruz. Olur mu?"
Kafasını salladı.
Ellerini sıktım Nare hanımın. "Teşekkür ederim." Dedim. "Ne için?" Dedi. "Yanımda olduğunuz için." Dediğimde "Her zaman." Dedi.
Ayağa kalktığımda oda kalktı. Kapı açıldığında göz yaşlarını sildi. "İlaç vakti hanımım." Diye ses duyulduğunda yavaşça odadan çıktı. Bende yalnız kaldığımda dışarı çıkmaya karar verdim. Hava kararmamıştı ama gecenin soğuğu çökmüştü her yere. Büyük tahta kapıdan geçtiğimde Helin'le Çağrıyı yan yana oturmuş hararetli bir şekilde konuşurken görmüştüm. Bölmemek uğruna sessizce ilerledim.
Uzunca bir süre gölün etrafında oyalandım. Etrafında gezdim. Defne ağaçlarının yoğun olduğu yerde oturdum. Etrafta kimse gözükmüyordu. Boran'ı da görmeyelim saatler olmuştu. Ayağa kalkıp ellerimi ceplerimde ısıtarak yürüdüm.
Tahta yoldan geçtiğimde ağaçların arasında ki hareketle durdum. Arkamı döndüğümde sigara içen Ali'yle karşılaştım. Beni görünce sigarasını attı. "Merhaba." Dedim gülümseyerek. Kafasını aşağı yukarı hareketle salladı. Bu onun merhabasıydı.
"Seninki ağaç evde." dedi uzakları gösterirken. "Beni haşlama vaktini bitirdiğine göre gözü seni arıyordur. Koş yetiş." Dedi en imalı haliyle.
Kafamı onaylar bir şekilde salladım. "İyi misin?" Dedim. "Bilmem." Dedi.
"İyi olup olmadığını bilmiyor musun?"
"Ben artık hiç bir şey bilmiyorum. Bak uzağım hepinizden. Ne olaylarınıza karışıyorum. Ne işlerinize. Koru diyor ağabeyim. Koruyorum. Kaç diyor, kaçıyorum. Emir neyse o."
"Ağabeyin iyi ol diye emretmiyor mu hiç?"
Anlamamış gibi baktı. Onun tersliklerine karşı ben olabildiğince uysaldım. Ali'yi sebepsizce seviyordum.
"Emretmelerine kızgınsan neden istediklerini yapmıyorsun. Buradan çıkmıyor musun hiç?"
Boşboğazlık ediyordum. Arada yapardım bunu. Hiç karışılmaması gereken şeylere sokardım burnumu. Gece ise bu yaptıklarıma pişman olurdum.
Sustu Ali. "Dışarı da bir hayat var ve hiç ilgilenmiyor gibi gözüküyorsun."
"Mecburiyetler. Birilerinin kendisini feda etmesi lazım."
Fedakarlık.
Küçükken karşı komşumuz Asiye ablanın oğlu vardı. Sıtkı'ydı adı. Babaannem onlara oturmaya gittiğinden bende çok giderdim onlara. Sıtkı abi eve çok az gelirdi. Onu görebildiğim gün sayısı çok azdı ama o kısa vakitlerini bile benimle oynayarak geçirirdi. Hiç gitmesin isterdim. Saatlerce benimle oynasın. Sırtında gezeyim isterdim. "Nereye gidiyorsun her zaman her zaman?" Diye sormuştum bir gün. "Vatanı korumaya." Demişti. "Vatanı başkası korusun. Sen gitme Sıtkı abi." Demiştim. "Birileri fedakarlık yapmak zorunda." Demişti. O gün nefret etmiştim fedakarlık kelimesinden.
Gözlerimin anılardan çıkması için oynamasına izin verdim. Acaba şimdi nasıldı o abi? Hala vatanını koruyor muydu?
"Ben gideyim." Dedi Ali.
"Pekala." Dedim yüzümü çevirirken. Ali arkasını dönüp gittiğinde bende önüme yürüdüm. Çok uzaklaşmadığım bir mesafeden arkamı dönüp seslendim. "Hala sevmiyor musun beni?"
Durdu. Arkasını bile dönmedi. "Seni değil." Dedi. "Damarlarında akan kanı sevmiyorum."
Yürüdü ve gözden uzaklaştı.
"Ben de." Dedim yalnız kalırken. "Bende damarlarımda akan kanı sevmiyorum."
"Yanlış." Dedi aşinası olduğum o ses. "Damarlarında akan kanı sevmelisin. Büyükbabanın kanı o." Dediğinde arkamdan belime sarılmıştı. Saçlarımın üzerinden yanağımı öptü.
"Seni üzecek bir şey demedi değil mi?" Dedi Boran.
"Hayır. Aksine. Dürüst olması bana iyi hissettiriyor."
"Biraz daha zorlasam acının sana iyi geldiğini düşüneceğim."
Güldüm. "Hayır tabiiki. Her şey o kadar yalan ki. Dürüst bir kızgınlığa bile muhtaç hissediyorum."
Ellerini belimden çekti. "Burada top bana geldi galiba." Dediğinde kafamı çevirdim. "Hepinize." Dedim.
"Neyse. Hadi gel. Ağaç evin en güzel zamanları. Kaçırmayalım." Dedi elimden tutup beni sürüklerken.
Hava kararmamıştı ama kararacağını haber eden lila ve turuncu bulutlar vardı.
Birlikte ağaç evin tepesine çıkmıştık. İlk defa zorlanmıştım yükseğe çıkarken. Midem defalarca kez bulanmıştı. Hamileliğin yeni güncellemesi miydi bu? Yükseklik korkusu.
Nihayet çıktığımızda kendimi tahtaya yasladım. Boran ise içeri girip armut koltuk çıkardı dışarıya. Geçen sefer ki rahatlığını bildiğim için kendimi şuursuzca üzerine fırlattım. Boran'da hemen yanımda ki yerini aldı. "Herkes nerede?" Dedim sessizce. Sarılmış bir haldeydim ve istemsizce huzurluydum. "İnan hiç umrumda değil." Dediğinde gülümsedim.
"Burası çok güvenilir değil mi?" Dediğimde kaşlarını çattı. "Tabii ki. Neden sordun?"
"Girerken senin de arandığını görünce şaşırdım. Sonuçta burayı sen yönetiyorsun. Seni neden aradılar ki?"
"Önlem." Dedi sessizce. "Belki zorla soktular beni. Belki uyuşturucu kullandırdılar. Her ihtimal göz önünde olmak zorunda. Burada ki adamların neredeyse hepsini babam yetiştirdi. Görünmeseler de heryerdeler. İşlerini iyi yapıyorlar. Bende engel değil, destek oluyorum." Dedi.
Uzunca süre gölü izledim. Ağaçların arasından tam olarak belli olmuyordu. "Biliyor musun? Küçükken kuş olmak istiyordum. Her şeyi gökyüzünden izlemek çok cazip geliyordu."
"Biliyorum." Dedi. Güldüğüne emindim. "Nereden biliyorsun?" Dediğimde sarılmayı bıraktı.
"Bebekken de her kuş gördüğünde saatlerce izlerdin. Bir kere takılmıştın bir kuşun peşine abinle seni zor durdurmuştuk. Yürümeyi bile bilmiyordun. Çok komikti. Sonra ise düşüp saatlerce ağlamıştın cırtlak sesinle."
"Benim sesim cırtlak değil bir kere" dedim ve kaşlarım çattım.
"Onu bizim kulaklarımıza sor." Dediğinde sırtımı ona döndüm. "Tamam tamam. Gel buraya. Cırtlak sesinle bile seviyorum seni." Zorla sarılmaya çalışıyordu.
"Bak hala." Dedim ondan kurtulmaya çalışırken. "Tamam ya. Şaka yaptım. Bırak sarılayım." Dediğinde karşı koyamadım. Yeniden sarılır halde kalmıştık. "Burası çok büyük değil mi?" Dedim.
"Çok büyük. İçerisinde bilmediğimiz çok yapı da var. Tarihi bir kastel bile var." Dediğinde meraklanmıştım.
"Atmosferinden belli zaten. Antik kent bile olabilir." Dediğimde düşündü. "Olabilir." Dedi.
Kuşlar uçmaya devam ediyordu. Gerçekten çok şanslılardı. Kim bilir yeryüzü yukarıdan nasıl görünüyordu. Boran onlara baktığımı anladığımda bana baktı. "Kısa bir zaman kuşlar gibi aşağıya bakmak ister misin?" Dediğinde güldüm. "Nasıl olacakmış o? Helikopter mi alacaksın bana?"
"Fena bir fikir değilmiş ama daha çabuk halledebileceğim bir yöntem var. Bekle burada." Dedi ve ağaç eve girdi.
Elinde pek anlamadığım bir makine vardı. Yanıma oturduğunda kabloları birbirine bağlamaya çalışıyordu. "Ne o?" Dedim merakla.
"Drone." Dedi. "Şanslıysak çalışır." Dediğinde heyecanla onu izledim. Siyah kazak ve siyah pantolonundan vazgeçmemişti. Biraz uğraştıktan sonra dudaklarından bir 'hıh' sesi çıktı. Drone yavaşça havalandığında ikimizde çocuk gibi kahkaha atmaya başlamıştık. Drone ilerledikçe kamerayı yanıma aldım. Girdiği her yeri kolun altında ki kameradan görebiliyordum. Etrafa baktığımda kocaman ağaçlar içindeki gölü gördüm. "Çok güzel." Dedim sessizce.
Boran uzun bir süre havada dolandıktan sonra boks yapılan ringin içine girdi. Mert üzeri çıplak bir şekilde kum torbasına vuruyordu. Boran kaşlarını çattı ve hoparlöre doğru bağırdı. "Aile var lan burada şerefsiz!" Dedi ve drone'u hızla oradan çıkardı.
Daha sonra ise Kastelli gösterdi. Suyu çekilmiş bir Kasteldi burası. Taşlarına bakılacak olursa 15.yy'dı. Güneydoğu çevresinde olduğumuzu hissettiriyordu bu kastel. Çünkü böyle su yapıları genelde bu bölgede yaygındı.
Drone'n bir sonraki durağı at çiftliğiydi. Çok büyük ve çok güzeldi. Sayabildiğim kadarıyla 4 tane at vardı. En yakın zamanda onları yakından görmeliydim. Daha sonra ise tüm alanları gezmiştik. Drone nihayet göle yaklaştığında Boran kolu bana uzattı. "Denemek ister misin?" Dediğinde heyecanla kafamı salladım.
Kolu sağa ve sola doğru haraket ettirdiğimde mantığını az çok anlamıştım. Kamerayı gölün tam ortasına getirdim ve yavaşça havaya kaldırdım. Kahkahalar eşliğinde drone'u haraket ettirdim. Boran'ın ara sıra bana yardım etmesine izin verdim. Gölün üzerinden yavaşça havaya yükseldiğimde kameraya dikkatli baktım ve olduğum yerde kaldım.
Emin olmak için gölün üzerinden biraz daha yükseldiğimde tekrar inceledim.
Gölün şekli tıpkı kolumda ki yanık izine benziyordu.
Yanlış görmüyordum. Şüphem doğruydu. Burası en güvenilir yerdi.
"İyi misin?" Dedi Boran. "İyiyim. Sadece başım döndü. Yükseklikten galiba." Dediğimde drone'un kolunu alıp tek eliyle bana sarıldı. "Bir de kuş olmak istiyorsun. Daha bir kuşu bile uçuramadın." Dedi. Aklımı ona veremiyordum. Beynimde sinyaller yanıyordu.
Boran ağaç eve girdiğinde ellerimi saçlarıma geçirdim. Emin olmam gerekirdi. Bir yolunu bulup Mert'e anlatmam gerekiyordu. Şüphe bile olsa kanıtlamam gereken bir şüpheydi.
Boran'la daha fazla orada kalamadım. Zaten akşam yemeği için de tekrar konağa dönmüştük. Herkes buradaydı. Çağrı, Helin, Hakan, Beril, mert,Boran ve Ali.
Ben hariç.
Ben ruhumla birlikte o göldeydim. Asla yerimde duramıyordum. Bir ara Mert 'in kaş göz işareti ile mutfağa geçmiştim ama Boran'ın'da arkamdan gelişi ile ihtimalim sıfırlanmıştı. Nare teyzenin sofraya oturmasıyla hepimiz sofraya toplanmıştık. Uzun zaman sonra herkesin birlikte yediği ilk sakin yemekti ama ben sakin değildim. Yine de onlara bu heyecanımı hissettirmemem gerektiğini bildiğim için uyum sağlıyordum. Şakalarına gülmeye çalışıyordum. Cevapları kaçırmıyordum.
Yemeği bitirdik, tatlı bile yedik ama bir türlü herkesin odasına gittiğini görememiştim. Boran sürekli 'iyi misin?' Diye sorduğu için Ali sonunda istediğim o cümleyi kurmuştu. "Yoldan geldiniz, yorgunsunuzdur. Odalarınız hazır.' Dediğinde herkes ayaklanmıştı. Bende heyecanla odama yürümüştüm. Boran'la aynı odada olacağımız için plan yapmam gerektiğini biliyordum.
Odaya girdiğimizde Beril ve Helin'e mesaj attım. Grup kurdum ve ismine hiç bir şey yazamadım.
Kızlar acil durum. Gece toplantısı yapmalıyız.
Helin: neler oluyor?
Beril: bir sorun mu var?
Hayır. Gece kahvesi içmeliyiz diye düşündüm.
Helin: bana uyar. Tek müsait oda benimki galiba. Yarım saat sonra bende toplanalım.
Beril: Hakan'i uyutup geliyorum. Kahveler benden.
Helin: niye? Kendisi uyuyamıyor mu?
Beril: Yok canım. Uyuyamıyor. Evlenmedin tabii. Nereden bileceksin.
Helin: evlenip senin gibi olacaksam, evlenmediğime şükür etmeliyim.
Helin ve Beril her fırsatta atışıyordu ve bu durum çok fena canımı sıkıyordu.
Kızlar lütfen bana odaklanın ve her fırsatta tartışmaktan vazgeçin!
En son mesajı yazan ben olduktan sonra telefonu cebime atıp odaya girdim. Boran odada gözükmüyordu. Banyo diye düşündüğüm kapının önüne geldiğimde su sesini duymuştum.
Rahatça Mert'i aradım ama telefonu kapalıydı. Odadan çıkıp Mert'e verilen odanın kapısını çaldım ama orada da yoktu.
Onu bilgilendiremeyeceğim kadar kısa bir mesaj atıp tekrar odama döndüm. Umarım o vakite kadar telefonunu kontrol edebilirdi. Yoksa tek başıma bunu nasıl yapardım bilmiyordum.
Odaya girdiğimde Boran duştan çıkmıştı. Üzerinde Bornozla laptop'un başındaydı. Telefonla konuştuğu için onu rahatsız etmeden banyoya ilerledim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra sararmış tenime baktım. İlaçlarımı alıp almadığımı bile unuttuğum için yeniden ilaç içmeyi aklıma not ettim.
Duştan çıktığımda Boran yatakta hala laptop'daydı. Yavaşça yanından geçecekken ellerimden tutup beni yanına çekti. "Nereye böyle? Üzerini değişmemişsin."
"Kızlarla kahve içeceğiz. Ondan sonra değiştiririm." Dediğimde alnımdan öptü.
"Sen iyi misin?" Dediğinde kaşlarımı çattım. "İyiyim ya. Beni bir sal."
Şaşkınca yüzüme baktığında kızgınlığımı anlamıştı. "Pekala. Sakin ol. Seni yatağımızda bekliyorum." Dediğinde hafifçe kafamı salladım.
"Beni bekleme. Uyu istersen." Dedim odadan çıkarken. "Sen gelmeden uyumayacağım." Dedi. Mesaj belliydi. Geç kalma diyordu.
Gülümseyerek odadan çıktım. Kızların yanına uğrayıp laf anlatacak kadar bile zamanım olmadığını biliyordum. O yüzden Mert'in odasını yeniden kontrol ettim. Yine boştu.
Kendim yapmalıydım. Yapabilirdim.
Yapabilirdim ama karnımdakinin zarar görmesini istemiyordum.
Hızlı adımlarla arkamda kimsenin olmamasını kontrol ederek göle yürüdüm. Gölün etrafına geldiğimde düşünemeyecek kadar heyecanlıydım.
Tereddüt etmedim, düşünmedim, donarım demedim. Sadece atladım.
Bedenim soğuk suyla karşılaştığında ilk önce etime tokat atılmış gibi hissettim. Tüm derimin kızardığına neredeyse emindim ama bunu düşünecek vaktim yoktu.
İnsan kaç dereceden sonra hipodermi olurdu bilmiyordum ama su birden soğuk hissettirmekten vazgeçmişti. Ayaklarımı hareket ettirdiğimde dibe inmeye çalıştım. Suyun içi berrak değildi. Küçük balıklar bile görüyordum ama hayal bile görüyor olabilirdim.
Bedenim tokatın etkisinden sıyrılmadı. Yanmaya devam etti. Ben ise zorluklarla dibe iniyordum. Ardımdan bir ses duyduğumu düşünsem de bakmadım. Acele etmeliydim. Kaç saniyem daha kalmıştı ki?
İyice dibe indiğimde yosunlardan bir şey göremiyordum. Elimi yosunlara attığımda siyah bir şey dolandı koluma. Yılana benziyordu ama emin değildim. Çığlık attım, duyulmadı. Hareket edemedim.
Sonunu düşünmeden yapıyordum bazı şeyleri. Bu da benim en kötü huyumdu . Aceleciydim. Yanımda biri olmadığı için şu an bile pişman olmuştum. Kolumu çekmeye çalıştığımda biri yaklaştı koluma. Hayal sandım ama gerçekti. Mert buradaydı.
Elinde bir bıçakla yılanı kaç parçaya böldü sayamadım ama en son kafasını kesmişti.
Tek eliyle beni yukarı çekti. İkimizde nefes nefeseydik. Suyun dışına çıktığımda öksürmekten üşümeyi unutmuştum.
"Sen.. nasıl.. nasıl fark ettin beni?"
"Sen delirdin mi?!" Dedi Mert. Sinirliydi. "Tek başına ne yapıyorsun burada? Göle gel yazınca konuşacağız sandım. Su baloncuklarını görünce anladım içinde olduğunu!"
Nasıl nefessiz konuşabiliyordu? Askeri lisede su altı eğitimi veriyorlar mıydı?
"Saki..sakin.. Sakin ol." Dediğimde sesim bana bile yabancıydı. "Burada." Dedim.
"Ne burada?" Dedi. Saçlarından burnuna su damlacıkları düşüyordu.
"Ar..Aradıklarımız.. Burada!' Dediğimde inanmamışçasına gözlerime baktı.
"Dışarı çık. Çabuk eve git. Ben bakacağım." Dediğin de kafamı hayır anlamında salladım. Israr etmedi. Kolumdan tuttu ve tekrar dibe yüzdük.
Bu sefer daha güvenliydi. Mert yanımdaydı. Yılanları, baktığım heryerde görüyordum sanki. Hipodermi de hayal görülüyor muydu?
Umarım hayal görüyorsundur dedi içimde ki bir ses. Bu yılanlar iğrenç gözüküyordu ama bu sefer bana değil Mert'e yöneldiler. Mert'te gördüğü hepsini doğruyordu resmen. Beni ayaklarının arasına aldığı için haraket edemiyordum ama 2 yılanla birden uğraşıyordu.
Nihayet kurtulduğumuzda derine indik. Mert yosunları kesti. Demir bir kutuya eriştik. Mert kaç defa bıçak atsa da nafileydi. Çok iyi bir malzemeydi bu. Kenarında ki yosunları biraz daha temizledim. Kolyeme benzeyen bir girişi vardı.
Hiç tereddüt etmedim. Direkt elimi boynuma attım. Bu garip sembollü kolyenin bir gün işe yarayacağını biliyordum. Kolyemi kutuda çevirdim ama artık nefes alamıyordum. Su boğazıma kaçıyordu.
Kutu açıldığında Mert kolumdan tuttu. İçinde ki silahları hayal meyal hatırlıyordum.
Kurtuluşumuzu bulmuştuk. Her şey bitecekti.
Veya..
Her şey yeniden başlayacaktı.
Bölüm sonu
Beni hayretlere sürükleyen bölümümüzün sonuna geldik. Her cümlesinin ayrı bir heyecan taşıdığı bu bölümü neredeyse bir aydır yazıyorum. Neredeyse 13000 kelime barındırıyor Lahza bölümü. Bu da 2 ayrı bölümü kapsadığını gösteriyor. Uzunca okuyun. Final bölümümüz içinse bana zaman verin.
Bu bölümün üstünde bir heyecan yaratır mısın? Diye sormayın! Daha finalimiz var.
Keyifli okumalar diliyorum.
Ayrıca dilerseniz bana özelden sorularınızı sorabilirsiniz.
🖤
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 18.53k Okunma |
676 Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |