Hangi gün okuyorsanız beni, o gününüz mükemmel geçsin. Kötülükler sizi asla bulmasın!
Değerli okuyucular.. Bu asla bir son değil ama Defne ve Boran için müthiş bir son. Geceleri, rüyama giren sonu yazmak benim içinde kolay değildi. Bana inanın.
Bitti işte, her güzel şey gibi. Bu da bitti.
Opia'yla vedalaşsamda, yazmakla vedalaşmayacağımı size söylemek isterim. Sizinle yeni kitabımı konuşacağımız günlerin geleceğini biliyorum.
Final bölümümüzde eksik kalan hiç bir şey olmasını istemediğim için uzun bir final yazdım. Tek bölümde yayınlamayıp ikiye böldüm. O yüzden en aşağıya indiğinizde direkt yeni bölümümüze geçebilirsiniz.
Umarım sizinle başka satırlarda, başka kelimelerde ve başka hayatlarda buluşabiliriz.
Kendinize çok iyi bakın!
Yapay zekanın final bölümümüz için hazırladığı resim;
Bölüm şarkıları
Sezen Aksu- Unuttun mu Beni?
Hande Menan Sen beni güzel hatırla
Cem Adrian Bahçelerde Mor meni
'Hayat çoğu zaman bir bilmecedir.' Diye başlayan çoğu filmi izlemişimdir. Veya Bir varmış, bir yokmuş diye başlayan masalları.
Hepsi bana yapmacık gelirdi. 'Bu kadar da olmaz!'Dedirtirdi.
Oysa ki gerçek daha beterdi.. Bu kadar da olmaz dediğim ne varsa, o kadardan da fazlası olmuştu. Boran'ın bana anlattığı her masala tepkim buydu ama gerçekler daha farklıydı.
Daha acıydı, daha yaralayıcıydı.
'Hikayeye yarıdan başlamak.' Diye bir deyim var demişti Edebiyat hocamız. 'Hikayeyi başlangıcında önemsemezsin. Öylesine okursun. Sonra kendinden hatta hayatından bir parça bulursun o satırlarda. Heyecanla okursun ama bazı şeyler eksiktir işte. Tamamlayamazsın, sonradan olduramazsın. Giriş bölümünde ki asıl olayları bilmediğin için bağdaştıramazsın. Sonra da hikayenin yazarına atarsın suçu. 'Bu nasıl hikaye?' diye suçlarsın onu,Derdi.
Hikayeyi başta hiç önemsememiş, ortalarına doğru ise meseleye ben atlamıştım. Hem de balıklama. Şimdi ise ufacık şeye şikayet ediyordum.
Boran'ın ailem ve benim hakkımda söylediği yalanları unutmam çok kısa sürmüştü. Bana her şeyi farklı anlatmıştı. Oysa ki gerçek başkaydı, bambaşka..
Omzumda ki yanık izini baban seni bulalım diye yaptı demişti. Yalandı. Babam koluma silahların haritasını çizdirmişti.
Töreden koruyorum derken, Label'in varlığından bile bahsetmemişti. Anlattıkları gerçek olsa bile ne zaman intikam almaya karar vermişti?
Annenle baban birbirini çok seviyordu demişti. Annem, babamı hiç sevmemişti.
Seni ilk evinin çatısında gördüm demişti ama beni küçükken gördüğünü yok saymıştı.
Bana o hikayeleri anlatırken biliyor muydu her şeyi?
Söylediği tüm yalanlar beni alıştırmak içindi, biliyordum. Beni bu meseleden yarasız çıkarmak istiyordu ama bilmediği tek bir şey vardı ki o da benim kan kaybından ölmek üzere olduğumdu.
Boran için her şey daha zordu, biliyordum ama beni bu kadar yalanlarla boğmak zorunda mıydı? Beni bu kadar zorluğa atmak zorunda mıydı?
Bilseydim, önlem alırdım. Bilseydim farklı olurdu.
Vazgeçmiştim. Bilseydim korkuyla yaşardım. Bilseydim dışarı bile çıkmazdım.
İkili ihtimallerin arasında ki ip boğazımı kesiyordu ve benim ölmeye bile zamanım yoktu.
Soğuk sudan çıktığımı hatırlamıyordum. Muhtemelen soğuktan beynim uyuşmuştu. Tek hatırladığım deli gibi öksürüp boğazımdan dışarı suların oluk oluk akmak istemeseydi.
Öyle de yaptım. Gölün kenarında ki çimlerin üstündeydim. Başımda Mert vardı. Beni usulca kaldırmış sırtıma vuruyordu. Çok fazla su yutmuştum. "İyi misin?" Diyordu. Sesi net gelmiyordu. Öksürmeye devam ediyordum. Cevap veremedim. Kafamı salladım.
"Hemen içeri girmeliyiz. Telefonda anlatmaman iyi olmuş." Dedi. Ne anlatıyordu?
"Telefonlarımız dinleniyor burada. Muhtemelen mesaj haberi çoktan uçmuştur Boran'a."
Islak bedenimi yavaşça kaldırmaya çalıştım. Oturur pozisyonda Mert'e baktım. Uyuşmuş gibiydim ve üşümeye yeni başlamıştım. "Aklında ki ne?" Dedim Mert'e.
"Egemen'in burada olduğunu söyle." Diye de devam etti.
"Ne?! Nasıl söyleyeyim. Yalan olduğu anlaşılır. Her yerde kamera var!"
"Yalan değil. Bizi takip etti." Dedi Mert. "Ama korkma. Burayı bulamadı. Muhtemelen babasını arıyor."
"Babasını neden burada arıyor?!"
"Çünkü Boran'ın babasını kaçırdığını düşünüyor."
Öyle bir şey var mı? Der gibi Mert'e baktım ama o yüzünü başka tarafa çevirdi. Mert'in de bildikleri ve sakladıları mı vardı yani?
"Kafandaki tilkileri siktirtme bana. Senden bir şey gizlediğim yok! Boran'ın gizli işler yaptığını biliyoruz. Bazı label üyeleriyle samimiyet kurduğuna da. Orada ki çocukları sakladığını söylemiştim. Hatırlıyorsun değil mi?"
"İşte bende tam bundan bahsediyorum. Muhtemelen Egemen'in babası da onların içinde."
"Şimdi Boran'ın yanına git ve Egemen'i yolda gördüğünü söyle."
"Neden daha önce söylemedin derse?"
"Doğru, der o. Birlikte gidelim. Seni ben ikna etmişim gibi gösterelim." Dedi.
"Yürüyebilecek misin?" Dedi. Kafamı salladım. Ayaklanmaya çalıştım ama Mert birden beni omzuna attı. "Karnında ki iyi mi?" Dedi.
"Sanırsam. Yani.. bilmiyorum."
Ben havada giderken daha çok üşümeye başlamıştım. Eve girdiğimde ki sıcaklık iyi gelmesi gerekirken daha kötü bir hale gelmiştim. Her yerim kaşınmaya başlamıştı. Bu da soğuktan sıcağa girmemin etkisiydi. Vücudum alışana kadar buna dayanmalıydım.
Mert, boran'ın kapısını çaldı ve açmayınca içeri girdi. Boran odada yoktu. Tıpkı bir kayaya benzeyen omuzlarından indim.Mert kendi kendine mi konuştu yoksa bana mı söylemişti anlamamıştım. "Tam da tahmin ettiğim gibi. Bizi arıyor. Muhtemelen adamların yanına gitti."
Boran yanında korumayla geldiğinde nefes nefeseydi. "Ne oldu? Neden ıslaksınız? Mert?" Dedi. Sararmıştı.
Mert konuştu. Benim yapamayacağıma inanmadı galiba. "Defne, Egemen'i görmüş."
"Ne?" Dedi Boran. Gözleri ayrıldı. Ellerini yumruk yaptı. "Nerede? Ne zaman?"
"Yolda gelirken. Emin olamadım ama Mert'e yine de söylemek istedim. Gölün oraya çağırdım Mert'i. Yanına yürürken yılan gördüm ve suya düştüm. O da beni çıkarmak isteyince ikimizde ıslandık." Dedim. Umarım inanırdı.
"Bende Egemen'i gördüğünü sana söylememiz daha iyi olur diye düşündüm." Dedi Mert.
Kısa ama bana ömürlük gibi gelen bir sessizlik oldu. Boran yüzümüze baktı. İfadesizliğini korudu. İnanması için dua ettim. Şu an değildi. Şu an anlatamazdım ona. Silahları veremezdim. Kafasındakileri hala bilmiyordum. Mert'le hızlı nefes alıyorduk.
"Eğemen olduğuna emin misin?" Dedi Boran.
Boran yüzüme baktı. Yumruklarını sıktı. Yüzünü hafifçe okşadıktan sonra nefes aldı. "Burayı bulmuş olabilir mi? Girmesi imkansız ama."
"Her ihtimali değerlendirmen gerekiyor." Dedi Mert.
Kafa salladı Boran. "Şu anlık yapacak bir şey yok. Uyuyalım. Sabah halledeceğim bu işi."
"İyi geceler." Dedi Mert. "İyi geceler." Deyip odalarımıza geçtik.
Boran'la odaya geçtik. O banyoya geçti. Ben ise Uzun bir süre ne yapmam gerektiğini çözemedim. Yatağın yanında ki koltuğa oturdum. Aklımdakilere yetişemedim. Bedenim bu koltukta, ruhum ise hiç olmaması gereken yerlerdeydi.. Kurtuluyorduk bu bataklıktan. Silahlardan, düşmanlardan ve kaçmamız gereken her şeyden. Boran'ın kucağında kızımız vardı. Gölün etrafında koşuyorduk. Sevdiklerimizle mutlu bir akşam yemeği yiyorduk. Hava soğuk değildi mesela. Bir yaz akşamıydı. Hafif rüzgar esse bile üşütmüyordu. Herkes mutluydu ve en önemlisi hepimiz hayattaydık.
Boran banyodan çıktığında yanıma geldiğini farketmedim. "İyi misin?" Dediğinde daldığım hayallerden çıktım. Kafamı salladım. "İyiyim. Çok soğuktu." Diyebildim.
"Dudakların morarmış. Kaya gölü acımasızdır. Küçükken bende düşmüştüm. Hayatımın en zor anlarından biriydi. Sonsuzdu sanki su." Dedi. "Hadi gel. Çıkaralım üstünü. Hasta olacaksın." Beni ayağa kaldırdığında valizimden pijamalarımı çıkardı. Beni ayaklarımla belimden yakaladıktan sonra havaya kaldırdı. Şu an hiç bir şeyi sorgulamıyordum. Sorgulamaya da mecalim yoktu zaten.
Beni banyo tezgahının üstüne oturttuğunda sakince onu izledim. Küvetin yanında ki yere oturmuştu. Kazağını çıkardı ve yere fırlattı. Suyu açtı ve bana bakınca göz kırptı. Ona gülümsemeye çalıştım ama başarılı olabildiğime emin değildim. Küveti doldurduktan sonra beni yavaşça kaldırdı. Üstümde ki her şeyi çıkardı. Utanmıyordum artık. Hatta bana iyi hissettiriyor bile diyebilirdim.
Küvete girdiğimde sıcak suyla vücudum gevşemişti. Boran arkamda durduğunda yavaşça dibe sokuldum. Gözlerimi kapattığımda o saçlarımla oyalanıyordu. "Kötü bir şey olmadığına emin misin?" Dedi.
"Gölün içinde yılanlar var." Dedim.
"Korkmadım." Dediğimde eğilip yüzüme baktı. Kafama şampuan döküyordu. "Yani biraz korktum." Dediğimde hafifçe güldü. "Ben çok korkmuştum. Ali'yle birlikte düşmüştük. Nasıl düştüğümüzü bile anlamadım. Sanki biri itmişti bizi. Oysa ki annem çok tembihlerdi bizi. O gölle ilgili çok korkutucu şeyler söylerdi. Canavarların onların içinde yaşadığını, eğer onları rahatsız edersek her gün odamıza geleceğini söylerdi."
Canavarlar zaten o suyun içerisindeydi.
"İnanıyor muydun?" Dedim bilinçsizce.
"İnanıyordum. Ta ki. O göle düşene kadar."
"16." Dediğinde ona baktım. "O kadar büyük müydün?"
"Hıhı." Dedi saçıma su dökerken. "Babam öldükten sonra dedemle birlikte hepimiz yeniden buraya dönmüştük. O zamanlardı."
Boran nasıl silahları görmemişti ki? Yoksa.. yoksa baştan belli biliyor muydu?
Sessizleştim. Konuşmadım. O da uzatmadı. Saçlarımı incelikle yıkadı. Taradı. Kuruttu beni. Üstümü giydikten sonra saçlarımı kuruttu. Bir bebekmişim gibi yatağa yatırdı. Artık uyuyordum. Bilincim kapanmak üzereydi. Yorulmuştum.
Sabah kalktığımızda herkes telaşlıydı. Ben ise durgundum. Boran uyanmadan mutfağa gidip yardımcıdan sıcak bir çay aldıktan sonra verandaya çıkmıştım. Sessizce oturup düşünmüştüm. Ne yapacağımı artık biliyordum. Uzatmaya gerek yoktu. Bugün herkes otele geçecekti ama ben hariç.
Boran'a gitmek istemediğimi söylediğimde anlayışla karşılamıştı. Onarın ise gitmesine engel olmamıştı. Onlar için özel koruma bile ayarlamıştı.
Hızlı bir gün olmuştu. Herkes otobüslere doluşup giderken Boran ve ben arabalarımıza binip eve dönmüştük. Mert ise arkamızdan çıkacağını söylemişti ama işin asıl öyle değildi. Mert, gece gizlice girebileceği ve sinyali keseceği alanları araştıracaktı ve gölün dibinde herhangi bir bombanın veya kimyasal silahların olmadığına dair kanıt arayacaktı. Bende o gelene kadar Boran'ın aklını dağıtacaktım.
Pekala fikirimiz işlemiş gibi gözüküyordu.. Boran'la gün boyu birlikte film izlemiştik. Telefonla bile çok az konuşmuştu çünkü ben telefonunu çoğu zaman meşgule alıyordum. 'Benimle ilgilen.' Diye ilgi arıyormuşum gibi davranıyordum.
Gün boyu yemek yiyip film izlemiştik. Bir ara kalkıp dışarı çıktım. Mert o ara mesaj atmıştı. 'İstediğin boyaları aldım.' Demişti. Bu da demekti ki işlem tamamdı.
Derin bir uyku çektiğim ve Boran'ın kollarında huzur bulduğum o gecenin sabahına vardım. Label'e mesajlarımızı abim iletmişti. Bu hafta onların belirlediği gün oraya girecektim. Bilgi aldıktan sonra Mert'in ve abimin bahsettiği özel haraket polisleriyle çalışacaktık. Mert ve abim polislere daha önce haber vermemiz gerektiğini düşünse de ben riske atmak istemiyordum.
Boran, beni o gecenin sabahına Mert'in evine bıraktı. Mert'in yanında kalmak istediğimi söylediğimde ilk önce tuhaf bulsa da ısrar etmemişti. Bir kaç gündür hiç bir şeye itiraz etmiyor gibiydi. O da biliyor muydu sona yaklaştığımızı? Ben iliklerime kadar hissediyordum. Korkmadığımı söyleyemezdim ama ömür boyu korkacağım günlerin daha az olacağını düşününce iyi hissediyordum. Güçlüydüm. Silah çalışmayı ihmal etmemiştim. Gülden hanımla buluşup onunda istekleri doğrultusunda planlarımızı şekillendirmiştik. Hatta abimin ısrarlarıyla tekrar bebeğimi kontrol etmek için hastaneye gitmiştik. Her şey güzel ilerliyordu. Bebeğim şeftali kadar olmuştu bile. Ellerinin kollarının oluştuğu aylarda olduğumuzu söylemişti doktorumuz.
Label'e gireceğim o gün uyanıp beyaz blazerimi giydim. Tıpkı Gülden Hanım gibi. Bugün kötü bir rüya görmüştüm ve düşünüp kendimi yormak istemiyordum ama düşünmemek zordu.
Mert sürekli etrafımda bir şeyler mırıldanıyordu. Boran'la sabahında buluşup şirket ile ilgili bir şeyler konuşacaktık. Her gün iletişimde olsakta beni görmediği gün olmuyordu. Yoğunluğu bittiği an beni tekrar evimizde görmek istediğini söylüyordu.
Hazırlanıp oturma odasına geçtikten sonra ilaçlarımı içtim. Mert 'dikkatli ol' cümlesinin 120. Tekrarındaydı. Artık duymuyordum. Bir şeyi çok tekrar etmezdi ama bugün olacaklar onu gerçekten korkutuyordu. Resmen abimi öldürecektim. Gerçek olmasa bile saniyelik kalbi duracaktı ve bu ihtimal beni bile geriyordu.
İçeriye korumalardan biri girdiğinde Boran'ın geldiğini anlamış ve ayaklanmıştım. 'Boran bey gel..'
'Tamamdır. Teşekkür ederim.'diye cevap vermiş ve dışarı çıkmıştım.
Arabasına yaklaştığım an arabadan indi. Yanıma yaklaştı ve saçlarımdan öptü. Yine siyahlar içerisindeydi. Kapımı açtı ve binmem için bekledikten sonra şoför koltuğuna geçti. "Bugün çok şıksın. Özel bir yere mi gidiyorsun?" Dedi.
"Evet. Senin yanına geliyorum. Şirkete gitmeyecek miyiz?"
"Doğru." Dedi ellerimden öperken.
"Kırmızı gülleri sevmiyorum." Dedim dün ki rüyanın etkisiyle.
"Biliyorum. Sana o kadar basiti de yakışmazdı zaten."
"Bilmen güzel. Kırmızı gül sevmiyorum."
"Anladım." Dedi gözlerime bakarken. "Kırmızı gül sevmiyorsun."
"Şakayık severim, orkide severim, hatta papatya bile severim ama Kırmızı gül sevmiyorum. Artık sevmiyorum." Dedim dosyalarla uğraşırken.
Elimi tuttu. "Şakayık sevdiğini biliyorum. Defne yaprağında ise ısrarcıyım." Dedi ve beni öldüren göz kırpma haraketini yaptı.
Arabada sürekli evimizden bahsetti. Helin'in abimle sevgili olduğuna kızdığını ama kardeşine kıyamadığını söyledi. Her şey olağan ilerliyordu. Şirkete el ele girdik. Tüm gözlerin üzerimizde olduğunu biliyordum. Esra önümüze yine dosyayla çıktığında Boran bana bakarak gülümsedi. "Dejavu mu deniliyordu buna?"
Beni, Şirketten zorla götürdüğünde Esra dosyayla yanımıza gelmişti. Boran'da o anıdan bahsetmişti.
"Efendim?" Dedi Esra. Şaşkındı. Boran ise gülüyordu.
"İyiyim Boran Bey. Siz Nasılsınız?"
"Gördüğün gibi." Dedi ve bana baktı.
"İyi görünüyorsunuz." Sonra bana baktı. "Defne hanım. Siz de öyle. Özlettiniz kendinizi."
Elinde dosya vardı. "Kurul içeride toplandı. Dosyalar bende. Siz katılacak mısınız, yoksa sonucu size bildireyim mi?" Dedi Esra.
"Yok. Ben de orada olacağım. Herkes tam mı?"
"Evet Boran bey. Toplantı odasındalar."
Esra'nın gidişinin ardından Boran'a baktım. "Ne toplantısı bu? Benim neden haberim yok?"
"Anlatmaya zamanım olmadı hayatım. Kusura bakma." Dedi Boran. "Hadi öğrenirsin birazdan." Dedi ve beni toplantı odasına yürüttü.
Odaya girdiğimizde girmem için yolu açtı. İçeri göz gezdirdiğimde Helin'in, Ali'nin, şirket muhasebecimizin, Hakan'ın ve şirket yönetiminde ki herkesin burada olduğunu gördüm.
"Hoşgeldin yenge." Dedi Hakan. Hafifçe kafamı salladım. Neler oluyordu?
Helin ve Ali kafa salladı. Memnun değillerdi. Bir sorun vardı. Helin'in yanına oturacakken Boran elimden tuttu ve masanın baş köşesine, tam yanına oturttu. Şaşkınlıkla ona baktım.
"Evet. Prosedürler hazır mı? Çok vaktimiz yok." Dedi Boran.
Helin bir belge uzattı. "Benim onay belgem burada." Dedi ve Ali devraldı. "Benim onay belgem ve annemin vekaletnamesi de burada."
"Şirket onayı için sadece senin ve Defne'nin imzası kaldı kardeşim." Diyen ise Hakan'dı.
"Burada neler oluyor?" Dedim. Herkesin yüzüne baksam da Boran'dan cevap bekliyordum. "Bana da söyleyecek misiniz?"
En son konuşmasını bekleyeceğim kişi konuştu. "Annem şirket üzerinde ki haklarını sana bıraktı." Dedi Ali.
"Orasını Nare sultana sor. Biz, bize verilen emri gerçekleştiriyoruz." Dedi Helin.
"Bende şirket haklarımın %20'i sana vererek haklarımız eşitledim." Dedi Boran.
Boran'ın bu şirkette de babama ait olan diğer şirkette de %70 payı vardı. Kalan %30'luk payı ise annesi ve kardeşleri tamamlıyordu. Ben ise babama ait olan diğer şirketin üzerinde %20 hakka sahiptim. Bu anlattığına göre iki şirketinde ortaklarından oluyordum. Yani iki patrondan biri oluyordum. Şaşkınlıktan donmuştum. Ne söyleyeceğimi bilmiyordum ama mutlu olmamıştım. Neyin hazırlığıydı bu?
"Kusura bakmayın. Ben.. ben biraz şaşkınım. Bana biraz müsade eder misiniz? Boran? Dışarı da konuşalım mı?"
"Gerek yok" dedi Hakan. "Bizim görevimiz bitti. Çıkıyorduk zaten."
Herkes tek tek odadan çıkarken Boran'a baktım. Hızlıca ayağa kalktım. "Bu.. bu ne demek oluyor?"
"Sakin ol. Annem sana bunu bilerek yaptı. Çünkü Ruşa teyzeye sözü vardı. Çağrı'ya ödeyemediğini sana ödeyecek."
"Ben böyle bir şeyi istemiyorum. Derdim para değil."
"Defne Bana ait olan zaten senin. Sadece resmileştirdik. O kadar."
"Boran. Altında sebep aramalı mıyım?"
Boran gözlerini kaçırdı. "Bak. Babana ne olacağını bilmiyorum. Yılmaz holdingin gidişatı iyi görünmüyor. Benimde çok ilgilenesim yok. Yarın o şirket üzerinde ki haklarımı satacağım. Eğer senin de iznin olursa senin de orada hakkın olsun istemiyorum. Sadece Kaya holding ortaklarından ol istiyorum."
Ayağa kalkıp yanıma gelmişti. Babamın haram parasını bende istemiyordum. Benim için iyi bir karardı ama Boran'ın şirketinde hakkım yoktu.
"Bak.. annemin sana verdiği zaten senin. Annenden kalan."
"Ama sen de haklarını bana vererek patronu ikiledin." Dedim.
"Dediğim gibi. Sadece resmileşti. Benim olan zaten senindi."
"Ben.. bilmiyorum. Düşünmeliyim." Yanıma iyice yaklaştı. Burnunu burnuma dayadı. "Düşünme. Elimden gelse nüfusundan babanı bile silerim. Bırak onu yapamıyorum. Bari haram parasını sileyim üstümüzden."
Gözlerimi kapattım. Zaten ben ona her koşulda tamamdım. Bunu o da biliyordu. Aceleye getirtip bana evet dedirtecekti ve başarılı da olmuştu.
"Pekala." Dedim. "Benim için de iyi olur. En azından o adamla iletişime geçmem."
"Evet." Dedi burnumdan öperken. "Hadi imzala şunu." Dediğinde kalemi elime verdi. Uzunca kağıdı okudum. Gözüme çarpan bir şey olmadığında imzaladım..
Boran o gün gözlerime ilk defa umutla bakmıştı. Belki o hiç hatırlamayacaktı ama gözlerini kıstığı o an eğilen kirpiklerinin şeklini ben asla unutmayacaktım. Elinde tuttuğu kalemi bana uzatışını hiç bir zaman beynimin derinliklerinden silemeyecektim. Boran ben olmuştu. Benim bir yansımam. Hissedişim, yanışım,soluşum.
O gün oradan birbirimizi öpüp ayrıldık. Uzun bir süre telefonuna bakamayacağını söyledi. Bende bakabileceğimi sanmıyordum zaten. Bugün o gündü. Label'e gireceğim gündü. Planımızın bir süresi yoktu. Günlerde sürebilirdi, 2 saatte. Bunu Quvera'nın Türkiye'ye gelişi belirleyecekti.
Boran beni eve bıraktığında Mert masa başındaydı. Kâğıt kalemle uğraşıyordu. Sinirli gözükmesini umursamadan koltuğa yürüdüm. Topuklularımı çıkarıp konuştum. "Selam."
Cevap vermedi. Bugün Label'e girmemi riskli buluyordu. Her şeyin ters gideceğinden korkuyordu ama başka çaremiz yoktu. Quvera'yı ispatlamak zordu. Yüzünü gören, gerçek ismini bilen yoktu. Bu grup maske kullandığı için bu kadar gizli kalabilmişti. Biz ise sadece parmak izini edinsek yeterliydi. Çağrı bile o adamla ilgili hiç bir şey bilmiyordu. Emirler bile yazılı geliyordu. Çok önemli bir şey olduğunda robotik sesli bir cihazla konuşuyorlardı. Bizim bugün Quvera'yı deliğinden çıkartmamız şarttı.
Planlar değişmemişti ama ekleme yapmıştık. Ne kadar ısrar etsem de label'e yeni başkanın ben olma fikrini kimseye kabullendirememiştim. Ki bunun artık bize yararı yoktu çünkü yeni ünlenen şu grup hızla büyüyordu. Daha fazla adam eksilmeden polisler tarafından yakalanmalıydı bu 2 grup.
Mert cevap vermeyince ben konuştum. "Sana selam dedim." Yine cevap vermediğinde ayağa kalkıp yanına gittim. "Sana diyorum. Duymuyor musun sen?"
"Duyuyorum ama bugün yapacağın deliliği hatırlamamak için duymamış gibi yapıyorum."
"Abartıyorsun." Dediğimde yüzüme yine o baygın bakışını yerleştirdi.
"Abartıyorsun mu? Elinde bir kamerayla delil toplayacağını söylüyorsun. Label gibi bir toplulukta başkanı öldüreceğini söylüyorsun. Hesaplamadığımız bir yere sıksan Çağrı'yı öldürebilirsin bile. Sence ben mi abartıyorum?"
Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Uzun süredir silah çalışıyorum. Bana güvenebilirsin."
"Ben sana zaten güveniyorum Defne. İnan kendimden bile çok güveniyorum ama Label topluluğunu basite almamalısın. Aşkının, acının seni ne kadar güçlü yaptığını görebiliyorum. Gözün kara. Onun da farkındayım ama ya her şey ters giderse? Ya beni orada vururlarsa ve seni koruyamazsam? Hiç başka ihtimalleri düşünüyor musun?"
Gözlerimi kaçırdım. "Her an, her saat." Sessizlikten sonra konuşan yine bendim. "Bak Mert. Bugün beni korumak için ölmemeyi değil de kendi hayatını önemsediğin için bedenini korumaya ne dersin? Bu sayede benim üzerimde ki yükleri de atmış olursun."
"Defne.. bak" dediğinde abim içeri dosyalarla girdi. Arkasında ise Gülden hanım vardı. Bugün epey yorgun gözüküyordu çünkü son bir haftadır neredeyse uyumuyorduk. Ben bir kaç saat uyusam bile onlar hiç uyumuyordu.
"Selam millet!" Dedi Meksikalı kılığında ki abim. Yakalanmamak için sürekli kılıktan kılığa giriyordu. Label başkanını zaten kimse tanımıyordu ama Sami'nin oğlunun sürekli Defne'nin yanına geliyor olması şüphe çekerdi ve abim çocuk gibi önlem alıyordu.
"Ne bu surat ya? Savaş mı oldu burada?"
Kimse cevap vermeyince Gülden hanım sessizce sandalyeye çöktü. Bir bana bir Mert'in yüzüne bakıp kulağıma eğildi. "Bu savaşın içeriği 'tehlikeli' gibi sözcükler mi barındırıyor?"
"Aynen. Mert'in bugün ki tehlikeden bahsettiği 40. Marşı."
"Siz mi tuhafsınız, ben mi amınakoyayım. Defne hamile! Unutmuyorsunuz değil mi?"
"Dostum sakin ol. Unutmuyoruz. Elimizden geleni yapıyoruz. Merak etme. Ayrıca Defne'yi silahların yerini bildiği için onu öldürmek gibi bir gaflete düşmezler. Silahlar Label için zayıf nokta. Ayrıca çok sevineceğiniz bir şey oldu." Dedi dosyaları masaya atarken. Bende direkt masaya yürüdüm.
"Ertuğrul Yılmaz. 7 yıl İstanbul Emniyet müdürlüğü yapmış. Eli kolu uzun. Şimdi ise kimse bilmese bile MİT'te çalışıyor. Çok saygın biri. Sözü geçiyor. Böyle terör gruplarının çoğunun feleğinden geçmiş bir adam. Bizim için en önemlisi ise vatanına aşık bir vatandaş olması."
"Tamam ama biliyorsun ki bundan önce de görüştüğümüz diğer emniyet müdürü de vatanına aşıktı. Anlattıklarımıza güldü. Bazıları görüşmeyi bile kabul etmedi. Böyle adamlar ince eleyip sık dokur. Kanıt olmadan onları dahil edemeyiz."
"Gülden hanım haklı." Dedi Mert. "Görüşmek bile istemez." Diye de bitirdi.
"Ya siz karşınızda Çağrı Dereli olduğunu unutuyorsunuz bazen." Dedi gülümserken. O sırada zil çaldı. Salonun çıkışına yürüdü abim. Mert'in ise telefonu çaldı. Bu demek oluyordu ki evimize yabancı biri girmişti.
İçeri giren esmer, uzun boylu Hatta baya baya uzun boylu bir adam ve korumalar girince gözümü kırptım. Adam bildiğin kas yığınıydı ve çehresi korkutucuydu. Bu adamın silah sıkmasına gerek yoktu zaten gözleri o işi hallediyordu. Abimde içeri girdiğinde gülümsedi. "İşte bize yardım edecek o kişi." Dedi gülümserken. "Hoşgeldiniz Ertuğrul Bey." Dedi.
"Hoşbulduk. Ben Ertuğrul Kancalı."
Hepimiz şaşkınlıkla esmer adama bakıyorduk. İlk öne atılan Gülden hanım oldu. "Merhaba." Dediğinde adam sadece başını salladı. "Ben Defne Yılmaz. Hoşgeldiniz." Dedim ellerimi sıkarken.
"Mert." Deyip elini uzatan Mert ise tereddütlüydü.
"Gençler tanışma Faslını geçelim." Dedi ve korumalara dışarı çıkın gibi bir işaret yaptı. Bir anda salonda yalnız hissettim. Çünkü bir adam dolusu adam dışarı çıkmıştı.
Masaya oturan Ertuğrul bey elini masaya doğru uzattı. "Buyurun oturun. Umarım anlattıklarınız da ciddisinizdir çünkü bu devletimiz için büyük bir sorun."
Hepimiz tek tek masaya otururken tereddütlüydük. Gerçekten bize inanıyor muydu?
"Anlatın bakalım. Buraya gelmek için nelerden vazgeçtiğime inanamazsınız. Beni inandırabilmeniz için sadece 17 dakikanız var." Dedi telefonundan sayacı açıp masaya koyarken.
"Aslında ben hikayenin büyük bir bölümünü anlattım. Sadece detaylar kaldı." Dedi abim. Çantasından dosyalar ve fotoğraflar çıkarıp masaya koydu. "Burada bildiklerimizin bir çoğunun dosyası mevcut. Bu çeteye üye olan isimlerin çoğu burada ama size anlattığım gibi yüz şeklini bilmiyoruz. Azad ve Sami için geçerli değil tabii bu."
Hikayemizi baştan sona anlattık. Herkes tüm bildiklerini döküldü. Gülden hanım bile anlattı. İlk defa onu böyle yalın görüyordum. Silahlardan, boks maçlarından, babalarımızdan, dedelerimizden, Sami'den ve Label hakkında bildiğimiz her şeyden bahsettik. Tek eksik vardı. Abim ve Gülden hanımın oraya üye olduğuydu. Nedense o hikayeyi hepimiz es geçmiştik çünkü hiçbirimiz onların yargılanmasını istemiyorduk. Boran'ı bile anlatmıştım. Hikayede onun da varlığını bilmek tüylerimi ürpertiyordu.
Mert ise hiç konuşmadı. Herkes anlatırken o elinde ki kalemiyle oynuyordu. "Sen?" Dedi Ertuğrul bey sessizce dinledikten sonra.
"Sen bu hikayenin neresindesin?"
"En altında. Boran'ın babası Sami'ye düşman arıyordu. En başta da ben vardım. O yüzden beni yetiştirdi. Oğluna ve Defne'ye sahip çıkayım diye."
"Sen de pat diye kabul mu ettin Çağrı'yla yer değiştirmeyi?"
Mert yerinden kıpırdadı. Sandalyede dikleşti. "Annemin cesedi ayaklarımın önüne düştükten sonra hayatımın bir daha asla eskisi gibi olamayacağını bilecek kadar zeki bir çocuktum ben. Ki eskisi gibi olmasını isteyecek kadar güzel bir hayatım da yoktu."
Ertuğrul bey sessizleşti. "Peki neden şimdi? Neden Defne'nin bu planını daha önce denemediniz?"
"Çünkü silahların yerini daha önce bilmiyorduk. Silahları bulalımız Bir hafta oldu." Dedim.
"Silahlar bu grupla ilgili tek delil galiba. O yüzden bahsettiğiniz o yerlere adamlarımı koyacağım. Bildiğim kadarıyla Çağrı ve Boran'ın adamları oralarda menzil almışlar ama yeterli değil. O silahlar acil devlete teslim edilmeli. Bunlar ciddi suçlamalar çocuklar. Buraya gerçekten Çağrı'nın ısrarlarıyla geldim. Label grubunun izinsiz boks maçı uyguladığına dair belgeleri var evet. Ülkeden tarihi eser kaçırdığına dair de kanıt gösterdi Çağrı. Diğerleriyle ilgili de ufak da olsa bilgiler var ama teröre silah aktardıkları veya ürettiklerine dair bir kanıt yok. Bize daha güçlü bir delil ve muhattap lazım. Maske kullanıyorlar diyorsunuz. Sami ve Azad'dan başkasının yüzlerini bile bilmediğinizi söylüyorsunuz. Nasıl bir çıkış yolu ararsınız bilmiyorum ama ciddi konular olduğunu düşünmenizi isterim. Bir devlet adamı olarak yıllardır sadece Devletimle ilgileniyorum. Öyle ki vatanımdan başka görevim olmadı. Görev verildi, yerine getirdim. Oysa ki şimdi durum farklı. Kesin olmayan bir şeyin peşinden koşacağım. Takdir edersiniz ki benimde her konuya şüpheyle yaklaşmam şart. Bu konuyu gündeme sadece ama sadece kesin delillerle getirebilirim. Devamı ise sizde. Eğer kanıt getirirseniz size söz vatansever savcı da, poliste, hakimde benden. Onları topa dizecek bir sürü vatan aşkıyla iş yapan arkadaşlarım var. Hepsi bu vatanın emrinde."
"Onlara ulaşmamız epey zor oldu." Dedi abim. "Yıllar önce yine şikayette bulundum. Delil bile teslim ettim ama delillerim karartıldı. Artık emin olmak istiyorum. Yanımızda gerçekten duracağınızdan bir an bile şüphe duymak istemiyorum."
"Senin yaşında kaç asker bana canını emanet ediyor biliyor musun sen?"
"Doğrudur Ertuğrul Bey ama bahsettiğimiz topluluk çok güçlü. Yalnız Türkiye'de örgütlenmiş değil. Bir çok ülkede bu örgüt aktif. Korkumuzu ve endişemizi anlayın. Aile kurmamız bile yasak. Çocuğum var benim. 6 yaşında. Ona isim bile veremedim. İsmi olursa daha çabuk bulunur diye." Sıkıntıyla nefes verdi Gülden hanım. Sinirlenince kaşları havalanıyordu.
"İsminiz Gülşen'di değil mi?" Dedi Ertuğrul Bey.
"Gülden." Dedi.. "Gülşen değil, Gülden."
"Pardon Gülden Hanım. Madem çocuk yapmanız yasak, aile kurmanız yasak. Nasıl olurda hepiniz o üyelerin bir çocuğu olabilirsiniz?" Bana baktı. "Sen Azad'ın kızısın." Kafasını çevirdi. Abime baktı. "Sende öyle."
"Ee sende Sami'nin oğlusun." Dedi En son Mert'e bakarak.
"Aslında bakarsanız o grupta ki çoğu insanın ailesi olduğunun bilincindeyiz. Çoğu üvey olduklarından bahsediyor ama yalan. Hepsi gerçek çocukları ama Label işlerine geldiği gibi kuralları yönetmeyi sever. Bakın Azad ve Sami o grupta bir sürü ihlali aştı ama 2.katmandan ölüm haberi gelmedi çünkü Label'in önemsediği bir şey vardı. O da silahların bulunma ihtimali."
"Pekala. Hepinizi anladım... Tek anlamadığım Sizsiniz hanımefendi. Sizinle derdi ne bu grubun?" Dedi Ertuğrul bey, Gülden hanımı işaret ederek.
"Ben.. Ben." Dedi Gülden Hanım. Oraya üye olduğunu söyledikten sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı.
"Gülden Hanım babamın eski karısı. Label onunla da ilgileniyor. Silahlar yüzünden." Dedim bir anda. Neden böyle bir şey söylemiştim bilmiyorum ama topun ucunu kaçırmamam lazımdı.
"Çocukta Azad Beyden mi?" Dedi.
"Bu benim özel hayatım." Dedi Gülden hanım.
Aralarında saçma bir gerginlik vardı. Hepimiz zaten gergindik şu an fazla bir gerginliğe gerek yoktu.
"Pekala. Artık ne yapmamız gerektiğini konuşalım mı? Bugün Label'e giriyorum. İstediğiniz delili size getireceğim. Quvera'nın gerçek ismini de yüzünü de size bulacağım." Dedim ayağa kalkarken.
Ertuğrul bey sandalyesine yaslandı. "Bu çok riskli. Sıradan, eğitimsiz ve hamile birini çete diye bahsettiğiniz grubun içine gönderemem." Dedi.
"Defne'nin anneside girdi oraya. Hepsinin de gayet üstesinden geldi. En iyi koz Defne. Silahların onda olduğunu yıllardır biliyorlardı."
"Defne'nin annesinin akıbeti ne oldu peki? Ben aramızda göremiyorum. Onu da öldürdüler demediniz mi? Neden Defne'yi de öldürmesinler?"
"Çünkü annemin silahların yerini bilmediğinden emin oldular. Ondan sonra ise işlerini bitirdiler ve annemi de..." dedi abim ve sustu. Bu konu ikimize de ağır geliyordu.
"Gençler. Sizi anlıyorum. Yaşadığınız şeyler gerçekten kolay değil ama normal bir vatandaşı göz göre göre ölüme gönderemem. Başka bir plan yapmalıyız. Veya beklemeliyiz. Daha detaylı ve oturaklı bir planımız olmalı. Bu böyle olacak işler değil." Dedi Ertuğrul bey.
Direkt yanına yürüdüm. "Bakın Ertuğrul bey. Ben hamileyim. Çocuğumun babası ise yıllardır bu insanların peşinde. Boran'ın Annesi, babam Azad yüzünden kafayı yedi. Bir sürü çocuk beklediğimiz her an uyuşturucu bağımlısı oluyor. Bir sürü kadın tecavüze uğruyor. Doğuda hatta dünyanın her yerinde terör saldırıları oluyor. Masum insanlar ölüyor. Bekledikçe zaman kaybediyoruz. Bakın biz yıllardır bekliyoruz. Eskiden 'neden ben?' Diyordum. Ama artık demiyorum biliyor musunuz? Çünkü o grubu bitirecek kadar acı çektim. Hala da çekiyorum. İntikam almak istemiyorum. Bu savaş bitsin istiyorum. İzlediğim görüntülerden sonra, annemin bildiklerinden sonra, Boran'ın hayatını gördükten sonra öylece beklememi istemeyin benden. Kör mü olmak istiyorsunuz? Buyrun! Sağır mı olmak istiyorsunuz? Kulaklarınızı kapatın. Yıllardır bunu herkes yapıyor zaten! Ama ben artık olmayacağım. Çocuğum için, annem için, abim, Boran, Mert için! Hatta Gülden Hanım için bile! Sevdiklerimden sadece birini daha bu gruba yem yapmayacağım! O yüzden bugün Label'e gireceğim. Sizde bize destek olmak isterseniz buyurun. Yoksa.."
Kaşlarını kaldırdı ve ayağa kalktı. "Yoksa?"
"Yoksa Vatanını seven başka bir polis bulacağım!" Dedim bir çırpıda.
Uzun bir sessizlik oldu. Kimse benden bu çıkışı beklemiyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse bende beklemiyordum ama yorulmuştum.
Abime baktım. 'Ne yaptın sen?' Der gibi bakıyordu.
Mert'e baktığımda ise sırıtıyordu. Sonra bunun dalgasını geçeceğinden emindim.
Gözlerimi tekrar Ertuğrul beye çevirdim. Cevap vermesini bekliyordum. O ise sessizce beni izliyordu. Baktı..
Baktı ve telefonunu çıkardı. Gözlerimin içine bakarak birini seçti ve aradı.
"Kod 02. Yeni görev. Hayaleti ve Atsız'ı buraya yönlendir. Konumu gönderiyorum." Dedi. Bu demek oluyordu ki bizimle olmayı kabul ediyordu. Telefonu kapattı.
"Bakın. Bugün tek birinizin bile zarar görmesini istemiyorum. Anlaştık mı?" Dedi Ertuğrul bey.
Hepimiz kafa salladıktan sonra kocaman gülüp ayakta duran ve sarılmamı bekleyen Gülden Hanıma sarıldım.
Ertuğrul Bey bugün için önlemlerini bana anlattı. Abim zehirli bir dumandan bahsedince vücuduma yapıştırmam gereken bantlardan bahsetti. Zehrin içimde yayılmasını önlüyormuş. Bu sayede bebeğim zarar görmeyecekti.
Ertuğrul beyin bahsettiği hayalet ve Atsız gelmişti. Hayal edemeyeceğim kadar irilerdi. En az Ertuğrul Bey kadar.
Ortalıkta bir süre plan yaptık. Ben bir ara Boran'la konuştum. Gece boyunca toplantı da olacaktı. Bu da benim işime gelecekti.
Odama çekildiğimde abimde geldi.
Kafa salladım. Blazerimi çıkardığım için yarım tşhirtümle kalmıştım. "İyiyim ama şu günü atlatırsak daha iyi olacağım."
"Merak etme. Beni vuracak olmandan Ertuğrul Beye bahsetmedim ama Gülden hanımı bu işten nasıl kurtaracaksın? Eğer Ertuğrul bey onun da üye olduğunu anlarsa hapise atması için can atacaktır." Dedi, haklıydı.
"Gülden hanım hafta sonu yeni tarihi eserler için Lübnan'a gidiyor. Orada onu öldü göstereceğiz. Türkiye'ye ise yeni bir kimlikle yeniden dönmesini sağlayacağız." Dedim sakince.
"Ulan.. Sen varya sen!" Dedi abim sıkıca sarılırken.
"Abi dur." Dedim boynumdan iterken.
"Durmam kız. Zekisin valla sen. Kime çektin böyle?"
"Kuş kadar aklı olan Azad'a değil. Büyükbabama benziyorum ben." Dedim.
Sonra kaşlarımı çattım. "Bu arada. Babaannemden haberin var mı? Büyükbabam onu aramayın dese de merak ediyorum."
"Mardin'de bir huzur evinde." Dedi abim.
"Ama.. ama orada çok çabuk bulurlar."
"Merak etme Behram Yılmaz ismini değiştirmiş." Dedi.
"Sana zeki olduğunu söylemiştim." Dedim. Abim bana uzunca baktı ve sarıldı. Bu çok başka bir sarılmaydı. Acı vardı, hüzün vardı. Kaybolan yıllarımız vardı.
"Her şey bittikten sonra. Sana abi olamam belki ama kızına dayı olabilirim."
"Biter. Yani bitmeli. Benim hem kendime, hemde sana bir geçmiş borcum var. Ödemeden gitmeye niyetim yok."
"Bugün silahı sıkarken... Ayarladığımız o noktaya değilde başka yere vurmamdan korkmuyor musun?"
'Cık'ladı. "Korkmuyorum çünkü güçlü bir kardeşim var ve ölmem gerekiyorsa ölürüm." Dedi.
"Ya! Ölüm yok! Ölüm lafı duymayacağım bir daha ağzından. Duydun mu?" Dedim.
"Benim artık hiçbirinizi kaybetmeye gücüm yok abi. Anlıyorsun değil mi?"
"Anlıyorum küçüğüm.." dedi tekrar sarılırken.
"Akşama Ertuğrul beye nerede olduğunu söyleyeceksin?"
"Boks maçlarını benim yönettiğimi biliyor. Orayla ilgilendiğimi söyleyeceğim. Merak etme. Her şey yolunda." Dedi odadan çıkarken.
"Telefonlarımı açıyor. Bu da iyi bir şey değil mi?" Dedi. Gülümsedi. Kumral teni ve çekik bal gözleriyle gülümsedi. Helin'in adı geçince abim çocuk gibi oluyordu. Onu gerçekten seviyordu.
Hafifçe kafamı salladım ve ona gülümsedim. Büyük bir gülüşle geri cevap verdi bu halime ve odadan çıktı.
Uzun bir süre kendimle oyalandım. Bugün yapmam gereken şeyler vardı. Boran'ın şirket üzerinde ki dosyalarını inceledim. İmzalamam gerekenleri hallettim. İlaçlarımı içip uzandım. Heyecanlı olmam gerekirken hiçbir şey hissetmiyordum. İçeride bir fırtına kopuyordu ama ben dingin denizlerdeydim. Ne olacaksa olsun kafasına mı girmiştim?
Aslında bir bakıma gayet iyiydim. Beyinimde birbirine karışmayan fırtınalar ve okyanuslar vardı. Hepsi aynı şeyin peşindeydi..
O gün, gün boyu ne yapacağımızı konuştuk. Toplantılar yaptık. Gülden hanım yorulduğunda dinlenmek için odasına çekildi. Biz Mert'le yapacaklarımızı konuştuk. Ertuğrul Bey ise kendi Adamlarıyla konuşuyordu. Abim bir ara Helin'le konuşmuştu. Onunla olacakları söylememesi adına küçük bir konuşma yapmıştık. Helin iyi bir kızdı ama menfaatleri ortaya çıkana kadar. Duyduklarını Abisine yetiştirmekte zaman kaybetmezdi.
'Hamile olduğunu yetiştirmedi ama.' Dedi içimde ki o ses. Ama ben biliyordum ki Helin için İntikam bile bizden daha önemliydi. Bilerek söylememişti. Boran intikamdan vazgeçmesin istiyordu. Öyle de olmuştu ama beni hesaba katmamıştı. Sadece o değil. Kimse beni hesaba katmamıştı.
Bazen gerçekleri hayalden ayırt etmek zordu ama ben her şeyi çok net ayırt ettiğim günlerdeydim. Yansıma yoktu, bulanıklık yoktu, kararsızlık yoktu.
Bazı rüyaların enerjisi yüksek olurmuş. Günler, aylar hatta yıllar da geçse hatırlatırmış kendisi. Bende dün gece yaşamıştım bunu. Çoğu rüyamı hatırlamazdım. Uyanınca unuturdum. Ya da unutmak isterdim ama ne o Mavi kurdeleli rüyamı unutabilmiştim ne de dün ki rüyamı.
Artık kırmızı gülleri sevmiyordum.
Abim odadan çıktıktan sonrası ise hayal gibiydi. Odaya beni giyindirmek için Gülden hanım geldi. Üzerime bir şeyler yapıştırdı. Abim ve Ertuğrul bey sürekli bir şeyler anlattı. Mert ise uzaktan izledi. Vazgeçmek istedim o an. Her şey bitsin istedim. Bencil olmak istedim ama aynada karnımı gördüm. Minicikti ve oradaydı işte. Nasıl inkar edecektim? Nasıl vazgeçecektim? Vazgeçemezdim. Benim kaderim buydu. Ben buraya kendi isteğimle düşmemiştim. Ben bu Dünya'ya doğmuştum. Tıpkı Boran gibi..
Yürüdüm. Bazen koştum gibi oldu ama korkmadım. Arkamda Yürüyen Mert'i ve diğer korumayı unutmadım. Mert'in dediği gibi Cesaretimi yelek gibi üzerime geçirdim. Bir binanın önünde durdum. Kolumda altın bir bileklik vardı. İçinde makinenin bile göremeyeceği kadar küçük moleküllü bir kamera vardı. Bunu abim yaptırtmıştı. 3 gün bunu beklemiştik. Ertuğrul bey sonradan bunu nasıl yaptırdığına dair abimi sorguya alacağı kesindi.
Yürüdüm. Yürümek istemiyordum.
Anne?
Kurtaramaz mısın beni buradan?
Yürüdüm. Önüme çekik gözlü bir kadın geldi. Tüm vücudumu aradı. Her yerime dokundu. Elimde ki dosyalardan Blazer ceketimin düğmelerine kadar aradı. Bilekliğime baktı ve makineyi yaklaştırdı. Gözlerimi kırpmadım. Yeleğim üzerimdeydi.
Tüm hayatımızı alt üst eden o yerde.
Mert dikkat dağıtmak için ona dokunma gibi bir şeyler dedi. Kafamı çevirdim. Saatinden bahsediyordu ama konu saati değil, benim altın bilekliğimdi. Ötmeyecekti. Öyle demişti abim. Mert'in korkusu neydi?
Kadının dikkati dağıldı ama vazgeçmedi. Tanımadığım bir dilde konuştu ve bilekliğimi aramaya devam etti. İçimden saydım. Kırmızı gülü gördüm yine. Gözümü hemen açtım.
Kırmızı gülleri artık sevmeyecektim.
Yürüdüm. Kapıdan içeri girdim. Yüzümde maske yoktu. Herkeste varken bende yoktu ama bende sahte bir maske kullanıyordum. Yüzüm gülüyordu ama içimde ki fırtınadan kimsenin haberi yoktu.
Babamı gördüm, görmemezlikten geldim.
Abimi vurdum. Elim bile titremedi.
Benim artık öldürmeye bile zamanım yoktu.
Kolumdan tuttular. O zehirli dumanı verdiler.
Nefesim düzensizleşti. Görüşüm bulanıklaştı.
Elim karnımdaydı ama artık kırmızı gülleri sevmeyecektim.
🥀
Hayatın mutluluktan ibaret olmadığını elbet biliyordum ama Mutlu olmayı en çok biz hak etmiştik. Masamızdaydık. Hepimiz bir aradaydık. Mert'in kucağında nehir vardı. Çok seviyordu onu. Dayı olmak kolay değildi. O da yavaş yavaş bu sürece alışıyordu.
Gülden hanım çocuğuyla hamakta kitap okuyordu. Hakan ve Beril yeni yürümeye başlayan Aslan Ali'nin yanındalardı. Helin ise abimle sofra kuruyordu. Mutluyduk işte. Sonunda biz de mutluyduk. Ali annesiyle içerideydi. Nare teyze artık daha iyiydi. Babaannemde kendi odasında namaz kılıyordu. Artık korku yoktu. Biz vardık. Ve minik ailemiz.
Beyaz bir elbise vardı üzerimde. Her şey hayal olacak kadar güzeldi.
Boran ise dalgındı. Eğildim ve iyice uzayan sakallarından öptüm onu. Direkt ellerimden tuttu. Diğer elini saklıyordu. Bakmak istedim. İzin vermedi. Ayağa kalktı. Sakladığı elleri karnımın üstünde kalsa da sarılışına cevap verdim. Aynı kokuyordu. Sandal kokusu. Kampüste ki gibi. Gözlerime ilk baktığında ki gibi..
Yak, yık, geç Opia'yı. İlk gördüğünde hissettin onu. Gözlerine baktı. Dünyan kaydı. Gezegenler yerinden oynadı ama kimse hissetmedi. Senden başka, Defne. Senden başka..
Eline baktığımda kırmızı bir gül vardı. Gülümsedim ve direkt gülümsememden öptü. Bunu çok sık yapıyordu. "Seni ellerinde Defne yaprağıyla beklerdim. Şaşırttın beni." Dedim Boran'a bakarken. Güle uzandığımda elime bir şey battı. Direkt elime bakmak istedim ama artık orada kırmızı gül yoktu. Boran'ın gözleri kızarmıştı. Aramıza baktım.
Silah vardı. Kan olmuştu. Karnıma baktım. Kan vardı. Çok kan vardı. Kırmızıyı sevemeyecektim çünkü vurulan bendim.
Vurulmuştum. Boran beni vurmuştu. Herkese karşı savaşmış. Boran'a karşı yenilmiştim.
Yere yığıldım. Yanıma o kırmızı gül düştü. Ölmek istemedim. Kırmızı güle bakamadım. Boran'a baktım. O ise bana değil kırmızı gülün kaybolduğu yere bakıyordu.
Devamı yoktu çünkü bu hikayede ne yaşanırsa yaşansın her şey eksik kalacaktı.
🥀
Uyandığımda deri koltuktaydım. Kaç saattir buradaydım? Abim nasıldı? En son Label'e girip deliler gibi bağırmıştım. Babamı görmüştüm. Topal ayağıyla yanıma yürümüştü. Abimi vurmuştum.
Mert Silahın yerini iyi tutturduğuma dair işaret vermişti ama her şey yolunda mıydı? Onu oradan alacaklardı. Almışlar mıydı? Mert en son arkamda baygın yatıyordu. Ayılmış mıydı?
Ellerim karnımda etrafıma baktım. Bomboş bir odada ellerim kollarım boş oturuyordum. Bir kapı bile yoktu. Nasıl bir yerdi burası?
Karşımda kocaman ekran vardı. Her yerde o işaret vardı. iki çizgi arasında ki nokta. Ayağa kalktım yavaşça. Midem bulanıyordu, başım dönüyordu ve anlam veremediğim kadar yoğun bir şekilde kemiklerim sızlıyordu. Adım atamadım. Abim kas haraketlerini yavaşlatan bir iğne vurabilirler demişti. Koluma ve omzuma baktım. İğne giriş yeri aradım. Sol kolumdaydı. İstesem de kaçamazdım. Zaten buradan o delilleri toplamadan gitmeye de niyetim yoktu. Quvera buraya gelecekti. Başka yolu yoktu.
Bir adım daha attığımda düştüm. O sırada ekran yana kaydı. 3 kişi odaya girdi. Üçüde maskeliydi. Birini buraya ilk geldiğimde görmüştüm. Siyah maskeliydi. Koluma baktım altın bilekliğim benimleydi. İyice kaldırdım kolumu. Kafamı dikleştirdim. Ne olursa olsun korktuğumu kimse görmesin istiyordum. Ben kendimi kandıramazsam diğerlerini nasıl kandıracaktım? O yüzden güldüm. Üçü yanıma yürüdü, ben ise güldüm.
Fotoğrafları attı önüme. Maskesinin arkasından yanıma yaklaştı. "Bu silahların sende olduğunu iddia etmişsin. Doğru mu?"
Güldüm. Daha çok kahkaha gibiydi. "O fotoğraflar shop olmayacak kadar gerçek. Ayrıca shoplu fotoğraflarla Label'e girecek kadar kafayı yemedim!"
Yere eğildi. Saçlarımdan tuttu ve bir anda kafamı yere vurdu. Çenem yüzüme veda etmiş gibiydi ama gülüşümü bozmadım. Yere bir kaç damla kan damladı.
3 oldu dedi içimde ki siyah. Saçımı çeken üçüncü eldi ve inanın bana dördüncüsüne tahammülüm kalmamıştı.
"Doğru konuş! Sorularıma doğru cevap ver!" Dedi.
"Doğrudur. Adamım size söylemedi mi? Silahlar bizde."
"Adamına bir süre veda etmelisin. Uykusu var gibiydi. Bizde ona yardımcı olduk."
Yine güldüm. Kendime yabancılaşıyordum. "İyi olmamış. İnanmazsanız diye Bir tanesini getirmiştik bile. O da arkadaşım Mert'te olmalıydı. Şansınıza küsün."
Durdu ve yüzüme bakıyor gibiydi. Lanet olsun dedim içimden. Yüzünü göremiyordum!
"Sen.. Gerçekten Ruşa'nın kızı mısın?"
"Nereden anladın? Alnımda yazıyor değil mi?"
"Cesaretinden."Dedi. Yüz şeklini görmediğim için ciddi mi yoksa alay eden bir cümle miydi anlamamıştım. "O da ilk geldiğinde korkusuyla cesareti arasında kalmıştı ama en çok cesaretli gibiydi. Sen de onun gibisin."
Yüzümün değiştiğini gördüğü 3 saliselik bir dilimde yerde olan parmağıma maskelilerden biri ufak bir kesik açtı.
"Biz yine de işimizi sağlama alalım. Bakalım gerçekten Ruşa'nın altın kızı Defne'misin? Veya Çağla. Hangisini kullanıyordun?"
"Neyse çok da önemli değil. Yıllarca silahları bunak dedende aradık ve silahlar sendeymiş öyle mi?"
"Ne istiyorsun?" Dedi. Ezberim başlıyordu.
"Label'in yeni yöneticisi olmak." Dedim.
"Bu halimle." Dedim. Bu sefer gülen oydu.
"Oyun parkı mı sandın burayı? Git sen şu yakışıklı çocukla oyna. Neydi adı? Boran mı?"
Kanım dondu. Kafamı iyice kaldırdım "Oyun parkı olarak burayı uygun gördüm." Dedim.
"Seni başkan yapmamız için yapman gerekenlerden haberin var mı senin?"
"Evet hemde kelimesi kelimesine."
"Babası Label üyelerinden olan birinin başkan olması mümkün değil." Dedi.
Robotik sesiyle bir kahkaha daha attı. "Bunu sevdim."
İleri uzandım ve son kalan gücümle kolunu sıktım. Şaşırmış mıydı bilmiyordum ama donup kalmıştı.
"Quverayla konuşacağım. Elimde silahtan fazlası var! Bana Quverayı getirene kadar istediklerinizi vermeyeceğim."
"Mümkün değil! Quvera senin gibi basit biri için buraya gelmez!"
"Bunu ona da sormak ister misin? Belki şu yeni grup hakkında bildiklerimi duyarsa fikirleri değişebilir. Öyle değil mi?"
Uzun süre sessizce bekledi. Sonra kafasını çevirdi ve adamlara işaret yaptı. Biri iğneyi tam boynuma sapladı. Uykuya daldım. Derin bir uykuydu ama bu sefer kırmızı gülleri görmediğim rahat bir uykuydu.
Günlerin uykusuzluğunu ve Defne'yi düşündüğüm için yorulan beynimin acısını koltuğa uzandığımda anladım. Defne'ye toplantıda olduğumu söylediğimden bu yana sesi çıkmamıştı. Mert'in yanında kalması canımı yakıyordu ama şu an böylesi ikimiz içinde en doğru olanıydı.
Yine o binadaydım. Son 2 aydır neredeyse burada sabahlıyordum. Bu planı Helin ve Ali'yle yapmıştık ama bu kadar zorluklarla karşılaşacağımızın farkında değildik. Son aşaması da bitmek üzereydi. Hafta sonu yapacağımız maskeli baloyla yer altı dünyasına yeni topluluğumuzu duyuracaktık. Ben ise kendi planımı bizzat o gün devreye sokacaktım.
Quverayla o gün konuşacaktım. Yıllardır bu anı bekliyordum. Bir gün o adamı kendi isteğiyle ayağıma getireceğimi biliyordum. Kolay olmamıştı yalan yoktu.
Bir gün büyük emeklerle kurduğu Label'e karşı kurulan gruba destek vereceğini düşünür müydü? Tabii ki de düşünemezdi. O şerefsiz de diğerleri gibi gücün yanındaydı. O yüzden Label'i tek kalemde silmişti. Ona teklif gönderdiğimde bana dönmesi uzun sürmemişti. Kötülüğün, iğrençliğin olduğu yerde Quvera iti beliriyordu. Onu öldürmek için can atıyordum!
Label üyeleri ve diğer güçlü mafyaları kendi grubuma çekmek kolay olmamıştı ama bu şerefsizler de güç neredeyse onlar da oradaydı. Parayı ve Şöhreti için karakterlerini bile satacak kadar yarrak kafalılardı ama Ben onlar içinde çözüm düşünmüştüm. Önümde yuvarlak bir masa vardı. Her şey için sona yaklaştığımız günlerdeydik.
Telefonumu çıkardım saate baktım. Saat sabahın dördü olmuştu. Defne'den hala ses yoktu ama muhtemelen uyuyordu. Güvendeydi. Onların evini izleyen Fevzi'yi aradım. Sesi hoparlöre verip birlikte çekildiğimiz resmi açtım.
2. Çalışta açtı. "Buyurun Boran bey."
Gözlerini iyice yaklaştırdım. Bakılmayacak hatta bu dünyaya ait olamayacak kadar güzellerdi. Yeşillerdi, umut veriyorlardı.
"Sizden sonra evden çıkmadılar Boran bey. Bir ara Çağrı Bey'le birlikte birileri geldi eve. Bir kaç saat sonra gittiler."
"Kim olduklarını öğrendin mi?"
"Maalesef. Araştırıyorum efendim."
"Sonucu bana bildir. Bir sorun olduğunda.." dediğimde her zamanki cümlesini tamamladı.
"Kontrol bende efendim. Size bildiririm."
Telefonu kapattım. İyi olduğunu bilmek güzeldi. Ben olmasam bile iyi olmalıydı.
Bu hayatın oyunlarını kabul edeli uzun zaman olmuştu. Birileri hayatını mahvediyordu çünkü diğerleri iyi yaşamalıydı. Mutlu yaşamalıydı. Ben ise kendi yolumdan ve hayatımdan vazgeçmiştim. Defne ve diğer masumlar için kendimden ödün vermiştim. Vatan her şeyden önce gelirdi ve ben babamın doğrularından vazgeçmemiştim. Defne'de beni anlayacaktı.
Belki çok uzun sürecekti ama anlayacaktı.
Odaya Helin girdi. Elinde dosyalar vardı. Günlerdir o da uyumuyordu. Yanıma gelip başucumda durdu. Yine soluksuz konuşmaya başladı. Bir kaç gündür aynı şeyler oluyordu.. "Baloyu organize ettim. Her şey bizim kontrolümüzde. Masalarda ki özel isteklerinizi bildirdim. Kamil Zorlu'yu yeni grubun başkanı ilan ettik. Balo'da hepsini bildireceğiz."
"Kimliğimizi sakladın değil mi?"
"İsimsiz olarak biliniyorsunuz piyasada. Maske takmak işimizi kolaylaştırıyor."
"Quvera kimliğimi bilmek istiyor. Uygun kimlik araştırması yaptır çocuklara. Hafta sonu hiç bir engel istemiyorum."
"Merak etmeyin."Dedi. Sonra ayağa kalkıp yüzüme baktı.
"Abi." Dedi. Resmiyetten çıkmak istiyordu. Bu da özel konuşacağımıza işaretti. Etrafıma baktım. Etraf uygundu.
"Efendim?" Dedim cebimden çıkardığım sigarayı yakarken.
Yavaşça doğruldum. Yüzüne baktım.
"Yıllardır bunu beklemiyor muyuz biz? Emin olduğumu söylemek sana iyi hissettirecek mi?"
"Benimle alakalı değil ama Defne'ye aşık olacağın planlarımızın içinde değildi. Vazgeçmek istersen.."
Ayağa kalktım. Sigaramı nefeslendim. Cevaplamadım.
"Abi bak. Ali'yi tanıtalım bu cemiyete. Sen Defne'yle hayatına devam et. Belki ileride çocu.."
Arkamı döndüm ve Helin'le yüz yüze geldim. "Derdin ne senin? Canımı acıtmak mı istiyorsun? Bunları baştan bilmiyor muydum sanıyorsun? Sona geldiğimizde mi söylüyorsun bunları? Sen değil miydin Bunca olanları nasıl yok sayacaksın diyen? Masum insanları unutuyorsun diyen. Annemin babamın intikamını alalım diyen. Ne değişti Helin?" Kaşlarımı çatmıştım. Helin sert bir kızdı ama abisinin sinirini görene kadar.
"Ben.. Ben biraz yoruldum galiba."
"Yorulma! Saygını koru. Senin düşündüklerini bende düşünüyorum. Konuşmana dikkat et."
Önüne baktı. "Afe..Afedersiniz Efendim. İstediğiniz dosyaları masaya bırakıyorum. Başka bir isteğiniz var mıydı?" Dedi. Yine Resmiyete geçmişti. Uzun zamandır bu resmiyette kalıyorduk.
"Çıkabilirsin." Dediğimde sigaramı söndürdüm ve çok sevdiğim kardeşimin suratına bakmadım.
Bakarsam, kontrolü kaybederdim.
Vücudumun titremesiyle uyandım. Diğerinin aksine koltukta değil, rahat bir yataktaydım. Tam karşımda bir ekran vardı. Başucumda komidin ve bir bardak su vardı. Yavaşça doğruldum. Herhangi bir kamera riskine karşı karnıma dokunmadım. Çocuğumun varlığından emin olmamaları gerekiyordu. Sol kolumda ki ağrı gitgide artıyordu. İğnenin etkisi geçmiş olmalıydı. Öyleyse ben neden hala acı çekiyordum?
Yavaşça oturduğumda ekran açıldı. Kimseyi görmüyordum ama bir şeylerin hareket ettiğinin farkındaydım. Ayağa kalkmaya çalıştığımda girişimim başarısız oldu. O yüzden yerime sindim ve kafamı duvara dayadım. İstemsizce gözümden yaş akmıştı. Neden böyle hissediyordum. Neden acı çekiyordum? Planım tıkırında değil miydi?
Bir ses duydum. Kafamı yine ekrana çevirdim. "Günaydın." Dedi aksanlı ve robotik o ses.
"Umarım seni orada iyi ağırlıyorlardır. Ha, Defne Yılmaz."
Sesim çıkmıyordu. Konuşamıyordum. Ne oluyordu? "Konuşamıyorsun ama geçecek merak etme."
Ekrana baktım. Kafam hala duvara yaslıydı. "Duydum ki bizim yıllardır aradığımız kimyasal silahlar sendeymiş ve beni görmek istemişsin." Dedi.
Gözlerimi ayırmaya çalıştım. Quvera'ya ulaşmıştım. Benimle konuşan oydu. Ayağa kalkmaya çalıştım ama başaramadım. Tek hareket eden şey ayaklarım oldu. O ise taşıyamayacağım kadar ağır bir yük gibi hissettiriyordu.
"Şaşırdın mı? Amacın bu değil miydi?"
"Evet Defne. Benim Quvera. Labcot'un torunu Quvera Eldridge."
"Anne.." dedim bilinsizce. Ne diyordum ben?
"Ruşa Yılmaz. Bir zamanlar o da katıldı aramıza. Silahlar karşılığında çocuklarının can güvenliğini istedi. Bende isteğini yerine getirdim ama sen rahat durmuyor gibisin. Label'e başkan olmak sana ne kazandıracak ki?" Dedi. Sesi alaycıydı.
"Ha?" Dediğinde kahkaha sesi yankılandı bu ıssız odada. "Sende mi doldun bu kibirle?"Arkadan tuhaf sesler geliyordu. Cam bardağa bir sıvı dökülme sesi gibiydi.
"Aslında takdir ettim biliyor musun? Azad Yılmaz, Boran Kaya, Sami Dereli. Çağrı felan derken hepsi senin adına tuhaf tuhaf kararlar alıyordu. Kendini önemsedin. Annenin yapamadığını yaptın."
"Anne..Annemi katma." Dediğimde sesim iyice kısılmıştı.
"Duyamadım." Dediğinde kafama anlamadığım bir yerden sular fışkırdı.İstemsizce çığlık attım.
Sular her yerimi ıslatırken gözlerimi sildim ve küçük bir tebessüm yerleştirdim yüzüme.
Bir kaç dakika bekledim. Gücümü toparlamaya çalıştım.
"İşkenceyle mi alacaksınız silahların yerini? Canımı veriririm, Silahların yerini söylemem size." Dedim.
"Ne işkencesi? Sana ayılman için yardımcı oldum sadece. İşe de yaradı baksana.Ayrıca İşkence görevini şu senin adamına yeterince uyguladık. Adamdan ses çıkmadı. İşe yaramayacağının farkındayız yani. Şu iri olan yakışıklı var ya. Ondan bahsediyorum
Dişlerimi sıktım. Mert'e işkence ediyorlardı. Bir an önce bu kabus bitmeliydi.
"Label'e yeni başkan ben olacağım! Sizden büyükbabamdan aldığınız gücü istiyorum."
Başkan olmak istediğim felan yoktu. Şu an sebep arıyordum. Onu yanıma getirecek büyük bir sebep.
"Güzel.. Devam et.. İkna oluyor gibiyim ama asıl amacını söylemiyorsun.."
"Benim amacım Bell.." diye konuşuyordum ki ekranda ki o ses bağırdı.
"Yeterli.." dedi. Sonra devam etti. "Label karşılıksız hiç bir şey yapmaz. Buraya üye olan mafyalar kaç insan öldürdü. Kendinden ne kadar ödün verdi biliyor musun sen? Eğer istediklerimi yerine getirirsen bende senin isteklerini yerine getiririm. ."
"Merak etme küçük kız. Öyle korkacağın kadar büyük bir şey istemiyorum senden. Duydum ki bizim farelerin sığınacak delikleri varmış. Yeni bir güçden bahsediyorlar.Label'de ki kaçan üyelerimiz oraya sığınıyormuş. Ee bu deliği yıkmak lazım öyle değil mi?"
Sessiz kaldım. O ise devam etti. "1 Eylül Cumartesi günü balo düzenliyormuş bu grup. O grubun kurucularının leşini ayağıma getirmeni istiyorum. O gün seninle yüz yüze de tanışmış oluruz ve şu başkanlık işini bir daha konuşmuş oluruz."
"Kim olduklarını bilmiyorum. Siz bile bulamadınız. Benim bulacağıma inanabiliyor musunuz?"
"Sen, bizi çok hafife alıyor gibisin. Kimsenin bilmediğini bilir Label ve unutma ki burada ki her şey sır kalır. Sırrımızı ortaya çıkaranı ise yaşatmamız mümkün olmaz." Dedi.
"Sana balo günü isimler verilecek ve sen onların hepsini öldüreceksin."
"Öldürmezsem.."dedim. Sesim nedense alaycı çıkmıştı.
"Öldürmezsen, gözüm silahları bile görmeden seni öldürürüm ve abin Güney'i de yanına gömerim." Dediğinde kanım dondu. "Ama dediklerimi yaparsan, isteklerini yerine getirebilirim. Sen gücüne kavuşursun ben de yalnızlığıma ve silahlarıma. Görüşürüz Ruşa'nın altın kızı Defne.."
Sessiz kaldığında kapatacağını sandım ama tekrar konuştu. "Ha bu arada.. Bilekliğinde ki şu kameranın sinyalini kesmek epey zor oldu. İyi bir işçilik kabul ediyorum. Onu çıkaramadığımız için omzuna bir sinyal kesici yerleştirdik. En kısa sürede çıkarmalısın yoksa.. Yoksasını da sen tahmin et işte. . Önce kolun şişecek. Sonra tüm bedeni.Kanına karıştıktan sonrası ise sen düşün.Bu da benden sana ufak bir iyilik. Karşılığını en yakın zamanda istiyorum."Dediğinde gözlerim ayrıldı. Her şeyi fark etmişlerdi.
"Hassikktir!" Dedim ve direkt omzuma baktım. Gerçekten etrafı kan toplamıştı.
"Zaman daralıyor. Tik..Tak.. Tik Tak.." dedi ve ekran kapandı.
Ellerimi acıyla üzerine bastırdım. Çıkarmalıydım. Bunu hemen bedenimden çıkarmalıydım. Çocuğum zarar görmemeliydi. İçeri yine maskeli adamlar girdi. Elinde yine o iğneden vardı. "Durun! Durun bir Saniye! Yalvarırım Çıkarın bunu!"
"Bir şey verin. Keseceğim. Kolumu keseceğim!" Dedim ama beni duymadılar ve yine uykuya dalmamı sağlayacak o iğneyi boynuma sapladılar.
Mantığım benden koşarak uzaklaşmıştı. Tek düşündüğüm karnımdaki küçük candı. Anne olmak böyle bir şey miydi? Tek bir an bile kolumu düşünmemiştim. Ona zarar gelmemesi için her şeyi yapardım.
Benim annemde yapmıştı değil mi? Bizim için Label'e girmişti. Bildiklerinin karşılığında iki evladının da can güvenliğini istemişti. Kendini bir an olsun düşünmüş müydü?
Doğdum, yaşadım, çözmeye çalıştım, öğrendim ve yıkıldım. 'Hayatın alışma ve öğrenme aşamalarının tamamında insanlar birilerine ihtiyaç duyarlar'. Diye bir söz okumuştum eskiden. Ben de sürekli birilerine ihtiyaç duyardım. Yalnızlıkla bir sorunum yoktu ama kalabalık olmayı seviyordum. Yalnızlık beni acıtıyordu. Eksiltiyordu ve gerçeklerle birlikte beni zelzelenin tam ortasında bırakıyordu.
Mert'in dediği gibi kaçıyor muydum her şeyden?
Bildiklerime sağır mı oluyordum?
Yüzleşmiyor muydum eksikliklerimle?
Çocukken Kediler bana yalnız gelirdi. Sokakta, mahallede gördüğümde üzülürdüm. Tek başlarına ve yalnız olduklarını düşünürdüm.
Sürekli soru sorar ve karışımdakini bıktırana kadar konuşurdum. Cevap alamazdım sorularıma veya cevaplar yetmezdi sorularıma. Benim sorularım büyükbabamın ölmesiyle yarım kalmıştı. Ben ise kendi kalabalığımda ki yalnızlığımla kalmıştım. Kediler de öyleydi işte. Sokaklar onların yuvası deselerde inanmazdım.
Arka mahalleden komşumuz Ali amcanın oğlu Emre abi vardı. Bizden bir kaç yaş büyüktü ama uzundu baya. İriydi. Dış görünüşü sorun değildi ama korkutucuydu o abi. İnsanların zorla oyuncağını alırdı. Onu görünce yolumu değiştirirdim. Büyükbabamda bilirdi o abiden korktuğumu. O varken göndermezdi beni dışarıya.
İlkokula gidiyordum. Okuldan sürekli babaannem alırdı beni. O günde yine öyleydi. Caminin yanından indik ve bizim mahalleye yaklaştık. Turuncu demirli evi gördüğümde anlardım evimize geldiğimizi. Babaannem markete gittiğinde ben dışarıda bekledim. Kırmızı önlüğümün eteğiyle oynarken yine onu gördüm. Emre abiyi. Yanında bir kaç kişi vardı. Tanıdıktı yüzleri. Yavru bir kediyle uğraşıyorlardı. Yavaş yavaş adımlarımı onlara yönelttim.
Yaklaştığımda yavru kedinin annesinin de orada olduğunu gördüm. Annesi olduğunu anlamak o yaştaki kız çocuğu için bile zor değildi çünkü kedi kızgınlıkla tıslıyor ve cırmalıyordu. Emre abinin ise umurunda değildi. Yavru kedinin boğazını sıkıyor, kulaklarını çekiştiriyordu.
İzledim. Bir süre onları orada izledim. Yanlarına çıkmaya korktum. Zaten korkardım çoğu şeyden ama o kediyi orada bırakmak istemedim. Emre abiden zaten çok korkardım ama kediyi de bırakmak istememiştim. Turuncu ve beyaz tüyleri vardı. Kafasında siyah benekleri o gün okulda öğrendiğim şekillere benziyordu.
O an Aslı'yı gördüm.Arkadaşım Aslı'yı.
Bana ihaneti hatırlatan Aslı'yı.
Didem diye bir arkadaşıyla yerde bir şeylerle uğraşıyordu. Onlara doğru yaklaştım. "Ne yapıyorsunuz burada?"
"Sen anlamazsın." Dedi kıvırcık Didem.
"Neyden anlamayacakmışım? Ney ki o?"
"Pata." Dedi Aslı. "Yere hızlı atarsan bomba sesi çıkarıyor. Bayramda bizim bakkal Rüstem amcanın önünde bi sürü patlatacağız. Sende Gelmek ister misin Defne?"
"Bilmem. Büyükbabama sorarım ama korkmaz mıyız? Çok mu ses çıkarıyor?"
Yanıma yaklaştı. "Çok ses çıkartıyor valla. Az önce Ayşe gilin yanına attım. Nasıl kaçtıklarını görmen lazımdı." Ellerini ağzına koyarak güldü Aslı. Kumral saçlarını örmüştü. Badem gözleriyle gülünce bende güldüm. O an aklıma gelenle ise durdum.
"Bana da verebilir misin? Aslı lütfen. Sadece bir Tane."
"Ver bana göstereyim." Dedim elimi uzatırken. Hemen avucuma verdi patayı.
Yine adımlarımı Emre abinin olduğu yere yönelttim. Didem, Aslı ve ben köşedeki duvara sinmiştik. Korkuyordum ama yapacaklarımdan da vazgeçmiyordum. Gizlice baktım. Hala kediyle uğraşıyorlardı.
"Nasıl yapacam bunu?" Dedim Aslı'ya bakarken.
"3 defa duvara vur ve fırlat." Dedi sessizce.
Dediğini yaptım. Emre abi ve arkadaşlarının olduğu yere fırlattım. Duvara iyice saklandıktan sonra Güm sesiyle bende irkildim. Sonra ise çıktım sindiğim köşeden. Hepsi kaçmıştı. Gerçekten de korkmuşlardı. Kediyi alıp hızla bende kaçtım. Aslı ve Didem arkamdan bağırdı ama ben duymadım. Babaannemin yanına gittim. Elimde yavru bir kediyle bakkalın çıkışında bekledim.
"Neredesin kız sen? Sana beni burada bekle demedim mi?"
"Bu kedi acıkmış babaanne. Evimizde doyurur muyuz?"
"Kız allah ne yapmasın seni. Bir bu eksikti. Evin içini pisletir bu. Büyükbaban kızar valla sana."
"Ya nolur Babanne. Küçücük kedi. Ne yapacak sanki bize? Nolur. Ben evde çok yalnızım. Bu kedi arkadaşım olur. Babanne nolur yaa."
Gözlerimi kırpıştırıp yalvardım. Babaannem ise her zaman ki gibi kafasını eğdi ve gülümsedi. "İyi tamam. Anası neredeymiş bunun?"
Durdum. Aklıma gelenlerle durdum Annesi orada kalmıştı. Yavru kediye baktım. Hareketsiz duruyordu elimde. Üzülmüş müydü? Annesinden mi ayırmıştım onu? Ama ona daha güzel bir hayat verecektim. Odamı paylaşacaktık. Arkadaş olacaktık.
"Annesi yokmuş Babanne. Yalnız kalmış sokakta."
"İyi hadi. Eve gidip benim kaynattığım sütten verelim." Bir yandan yürüyor, bir yandan konuşuyorduk.
"İsimde verelim mi?" Dedim yüzüne bakarken.
Kediyi kaldırdım ve gözlerine baktım. Sonra ise siyah dairelerine. "Daire olsun."
"Kız hiç kedinin adı Daire olur mu?" Dedi babaannem. Gülüyordu yine.
"Ama bugün derste daireyi öğrendik biz. Bu kendinin de Daire beneği var kafasında,baksana."
"Aa evet. Benek koyalım Babanne."
O gün benim bir beneğim olmuştu. Onu besleyip, yıkamıştım. Büyükbabamla birlikte yıkamıştık. Yatak yapmıştık odama. O gün heyecandan sabaha kadar uyuyamamıştım. Benek ise ne verdiğimizi yemişti. Ne de benimle oynamıştı. Durgun ve sessiz bir kediydi galiba diye düşünmüştüm o an.
Sabah olduğunda ise ben yine tüm gün onunla ilgilenmiştim. Okuldan bile heyecanla dönmeyi beklemiştim. Odama geldiğimde Beneği Camın önünde miyavlarken bulmuştum. Üzgün gibiydi. Çantamı atıp yanına koştum.
"Benek. Ne oldu Sana? Beni özledin mi? Birlikte oynayalım mı?" Dediğimde Benek bir kez daha miyavladı.
Baktığı yöne baktığımda karşı evde ki çatının üstünde annesi olduğunu düşündüğüm kediyi gördüm. "Anneni mi özledin benek?"
"Seni de annenden ben mi ayırdım şimdi?"
"Evet." Dedi arkamdan odama giren Büyükbabam. "Onu annesinden sen ayırdın kızım."
"O yüzden mi mutsuz benek Büyükbaba?"
"Galiba." Dedi ve benim gibi camın önüne geldi. "Ne kadar ısıtırsan ısıt beneği, Annesinin koynu gibi olmaz ona. Ne kadar güzel süt verirsen ver, Annesinin sütü gibi olmaz. Onun arkadaşa değil annesine ihtiyacı var kızım. Benek annesiz eksik kalmış."
Düşündüm. Bencillik etmiştim ama Büyükbabam o gün bana ayna tutmuştu. Kendi eksikliğimi göstermişti bana. 8 yaşımda anlamıştım gerçeği. Kaçamamıştım. İlk defa hissettiklerimi söylemiştim büyükbabama.
"Bende eksik kaldım Büyükbaba." Dediğimde bana sarılmıştı. O gün büyümüştüm sanki. Bir şeylerin farkına varmıştım ama sonrasını düşünmemiştim.
Beneği dışarı bıraktık ama aylarca onun için süt bırakmıştım kapıya. O da ara sıra geliyordu yanıma. Annesine kavuşmuş ve arkadaşı da ben olmuştum. O tamamlanmıştı ama ben ömür boyu eksik kalmıştım.
Uyandığımda nerede olduğumu anlamam uzun sürmüştü. Ağaçlar vardı etrafımda ve ayaklarımda ağırlık vardı. Kafamı bile kaldıramıyordum. Şakaklarımda ağrı, kulaklarımda ise uğultu vardı. Yavaşça doğrulmaya çalıştım ama nafileydi. Islak yaprakların üstündeydim. Beyaz ceketim çamur olmuştu. Ayağımın üstünde kıpırdayan bir şey olduğunda bakmak için çabaladım ama sesinden kim olduğunu anlamıştım.
Mert'ti ayaklarımda ki ağırlık. "Defne." Dedi sessizce
Buradayım diyemedim. O ise gittikçe sesini yükseltti. "Defne!" Diye bağırmaya başladı. O bağırdıkça beynimdeki hücreler inliyordu. Ufacık bir desibelli bile kaldıracak gibi değildim. O yüzden konuştum. "Bağırma. Buradayım."
Yavaşça doğruldu. Yüzüme eğildiğinde morlukları gördüm. Dudağının kenarı kanamıştı. Burnunun deliklerinden akan kan ise kurumuştu. Alnında ki yeşil ve mavi renkli morluklardan anladığım kadarıyla Kafasına daha çok çalışmış gibilerdi. "İyi misin?" Dedim onu öyle görünce. İçim acımıştı.
"İyiyim merak etme." Dedi. "Sen? Sen iyimisin? Ne oldu lan böyle? Ben hiç bir şey anlamadım bu işten!" Dediğinde olanlar aklıma geldi. Sol kolum. Sol kolumda çip vardı. Kanıma karışacak olan o çip.
Hızlıca doğruldum. Can havaliyle sol koluma baktım ama ceketimi bile çıkaramadım. "Yardım et. Mert! Yardım et."
Hızlıca yanıma geldi ve Ceketimi çıkardı. Beyaz cropumla kaldığımda koluma baktım.Kolum şişmiş ve morarmıştı. "Ne oldu lan?" Dedi Mert şaşkınlık ve kızgınlık arasındayken.
"Çıkar! bebeğim zarar görecek. Kolumda çip var. Çıkar şunu Mert!"
"Ne! Ne çipi! Nasıl Çıkarayım Defne."
"Anlatırım Sonra. Lütfen Mert. Çıkar Şunu. Seni yavaş yavaş öldürür dedi! Bebeğime zarar verecek. Çıkar!"
Mert Ellerini başının arasına aldı. O da atletle kalmıştı. Yeni fark ediyordum. "Nasıl?" Diyordu sürekli. Donmuştu. "Çağrı'yı aramalıyız. Çıkarsınlar şunu. Bekle burada." Dedi ve ayağa kalkarken kolundan tuttum.
"Vakit yok! Bu çipi kolumdan çıkar!" Dediğimde dondu kaldı. Kastettiğimi o da bende biliyorduk.
"Enfeksiyon kapabilir. Daha mantıklı kararl.."
"Mantığa değil çözüme ihtiyacım var. Kolum şişmiş bile. Kanıma karışırsa ne olur biliyor musun sen?"
"Sus!" Dedi. "Sus! Tamam! Sus! Çıkaracağım." Sürekli aynı şeyleri tekrar ediyordu. Ayağa kalktı. Bir kaç adım ötede bir taş buldu. Ne yapacağını biliyordum. Gözlerimi yumdum. Mert ise elinde taşla yanıma gelip öylece durdu.
"Hadi!" Dediğimde hareketlendi ve yanıma çöktü. Ben ise oturur şekilde sol kolumu ona çevirdim.
Gözlerimi kapattım. Daha acılarını yaşamıştım öyle değil mi?
Hafif bir sızı hissettim önce. Mert sürekli bir şeyler konuşuyordu ama ben anlamıyordum.
karnımı tuttum. Yaşamalıydı. Güçlü olmalıydı. Benim gibi eksik kalmamalıydı. Kendime de ona da sahip çıkmalıydım.
"Hazırım." Dedim. 8 yaşında Emre abiden korkan Defne, Ormanın ortasında, canlı canlı koluna yara açtıran Defne'yi görse ne yapardı acaba? Gözü karaydı bu Defne'nin. Eskisi kadar çok konuşmuyordu. Kalabalıktı. Artık camlarla kaplı odasında değildi ama gökyüzünün altında yer yüzünde sıkışmıştı ve çırpınıyordu..
Mert parmaklarını kolumdan içeri soktu. Dişlerimi sıktım. Canım acıyordu. Parmaklarını her oynattığında istemsizce bağırıyordum. Gözlerimden yaşlar oluk oluk akıyordu. "Bul artık şunu!" Dediğimde Mert'te bağırdı. "Bulamıyorum! Emin misin Çip olduğuna!"
"Öyle dedi! Bitir artık şunu!" Dediğimde gücüm kalmamıştı.
Gözü kara Defne, 8 yaşında ki korkan Defne'ye çok şey borçluydu. Bir çok şeyi çalmıştı o küçük kızdan. Bir daha asla masum biri olmayacağını biliyordu. Ömür boyu güvenmeyecekti. Arkasını kollayacaktı.
Gözlerimi sıkmaktan daha çok ağrımıştı başım. Ağrıdan bayılma noktasına gelirken Mert'ten bir ses duydum. 'Buldum!' Demişti sanki ama hayal mi, Gerçek mi ayırt edememiştim çünkü sonrasını hatırlamıyordum.
Ben Defne'ye bir gelecek değil, imkansız bir geçmiş borçluydum. Bu hikayede en çok kendime yazık etmiştim.
8 yaşında ki Defne'ye yazıktı.
Hamuruna yaralarını katan birini acıyla yoğuramazsınız.
Evini küllerden yapan birini ise ateşle korkutamazsınız.
yaşamıyorum ki ben. Yaşadığımı sanıyorum.
Gerçekler ve gerçek olmayanlar. Beynimin içindekiler gerçek.
Tutma onu göğsünde, bırak. Acını özgür bırak Defne. Ne olacak ki bu dünyada sen olmazsan? Ne kaybedecek ki insanlar? Kazanamadıktan sonra.
Ama öyle olmadı işte. Ben birinin sevdası, birinin evladı oldum. Birilerine kardeş oldum. Belki de bazılarının acısı oldum. Varım işte ben. Acımla, küllerimle, yangınımla.
Bu cihana ayak bastım. Elimden gelen her şeyi yaptım, yaparım. Özgürlüğüm için. Sevdiklerimin özgürlüğü için.
O günden sonra; Kuzenim, çipi kolumdan çıkardıktan sonra.. Mert'in evinde açmıştım gözümü. Label'de tam 27 saat geçirmiştim. O günden bu yana ayılmak çok zordu.
Bebeğimi kontrol etmek için uyanır uyanmaz hastaneye koşmuştum. Her şey yolundaydı. Sadece dinlenmeliydim ama pek mümkün gözükmüyordu.
Abim tabutla yakılmak üzereyken Gülden Hanım sayesinde kurtulmuştu. Yerine başka bir ölü koymuşlardı. Label'de ölmeden önce parmak iziyle sisteme girdiklerini ise yeni öğreniyordum. Abim o anlarda da ölü taklidi yapmak zorunda kalmış. Adam nabzını ölçmeye kalksa yakalanırmış. Neyse ki o gün rüzgar bizden taraftaymış.
Artık Label başkanı Güney Dereli değildi. Çağrı Dereli Değildi.
Artık label başkanı abimin yıllar önce öldürdü Murat Başyayla'da değildi.
Abim için her şey iyi ilerlemişti ama bizim için aynı şeyler geçerli değildi. Delil yoktu. Ertuğrul beye yine kanıt gösterememiştik ama tek bir şey vardı. Quvera'yla görüşecektim. Balo'ya geleceğini öğrenmiştim. O gün özel haraket timleri, polisler ve hatta savcılar bile orada olacaktı. Yani en azından abimin ve benim düşüncemiz böyleydi.
Ertuğrul bey tereddütlüydü. 'Ortada hiç bir şey yokken askerlerimi böyle bir şeyin içerisine atamam.' demişti ama Label binasının dışına adamlarını dikmeyi de ihmal etmemişti. O da bir şeylerden şüpheleniyordu ama emin değildi. Bize, Silahlar için bile katlanıyor olabilirdi.
İyi düşünmek istiyordum ama düşünemiyordum. Sabah uyandığımda her şey aynıydı. Mert ve abim odasında olmalıydı ben ise üzerime ceket alıp dışarı çıkmıştım. Kolum acıdığı için zorlanmıştım. Abim ve Mert enfeksiyon kapmaması için sabah akşam pansuman yapmışlardı. Ben uyurken bile.
Bugün 1 Eylül'dü. Sonbahar geliyordu. En sevdiğim mevsimlerden biriydi.
Mutfağa geçtiğimde yarı karanlık mutfağımızda kapüşonlu birinin oturduğunu gördüm. Askının altında ki dolaptan silahımı aldım. Yavaşça mutfağa girdim ve kafasına dayadım.
Arkamdan ise ayak sesi duydum. "Defne." Dediğinde abim olduğunu anladım.
Ona bakmayıp silahımın tetiğini çektim. "Defne ne yapıyorsun?!"Dedi yine Çağrı.
"Mutfağa girdim su almak için. Burada oturuyordu. Kim lan bu?"
"Sana Mert'e benzediğini söylemiş miydim?" Dedi abim. Nasıl bu kadar sakin kalabiliyordu?
"İyi. 1001 oldu o zaman. Aynı Mert'e benzedin amına koyayım. Bırak şu silahı."
Şaşkınlıkla bir anda kafamı abime çevirdim. Ciddi miydi?
Kafamı çevirdiğim 2 saniyelik bir dilimde silahı elimden kapüşonlu yabancı aldı.
Kapüşonlu yabancı.. kapüşonluydu ama yabancı Değildi.
Bu Helin'di! Üzerinde abimin eşofmanları vardı.
"Merhaba Defne." Dedi ellerini sallarken.
"Sen.. sen ne zaman geldin?" Dedim
"İnsan haber verir amına koyayım." Diye üstümüze basıp geçen ise Mert'ti.
Çağrı ise Helin'in beline yapıştı. "Sevgilimi evime çağırmak için size mi soracağım?"
"Ayıp ediyorsun. Ha sen, ha ben."
"Cimri misin kardeşim sen?" Dedi abim.
"Cimriyim amınakoyayım. Huzur istiyorum. Kovsam gider misin?"
Mert cevap verecekken susturdum. "Yeter! Mert, Önemli ayrıntıyı kaçırıyorsun. Abim, Helin'e sevgilim dedi!"
"Duydum da çok siklemedim." Dedi Mert.
Derince nefes aldım. Bu aralar ihtiyacım olan tek şey nefes almaktı.. "Siz ne ara sevgili oldunuz?"
"Aşkım gece 12'den sonra bugün oluyor ya."
"Öyle mi oluyor?" Dedi Helin. Gittikçe yakınlaşıyordu.
"Midem bulandı. Çocuğum bile dayanamadı size." Dedim ve direkt tuvalete koştum.
İlk 2 ay çok kusmamıştım ama bugünlerde her şeyden tiksiniyor ve kusuyordum.
İçeri geldiğimde daha fazla bir şeyleri sorgulamadım çünkü benim yerime Helin her şeyi soruyordu. "Mert senin tipine ne oldu?" Deyip duruyordu. Umarım laf almak için değil de abimi sevdiği için gelmiştir. Yoksa Bir Beril olayını daha kaldıramazdım.
Sessizce balkona çıktım ve sandalyelere oturdum. Kafamı demire yasladım. Düşünüyordum ve karnımı okşuyordum. O sırada yanıma biri oturdu. Gözümü açıp bakmamıştım ama Helin olduğuna emindim. Arap parfümü kullanıyordu. Onun bu parfümü midemi bulandırıyordu. Direkt burnumu tuttum.
Gözüm hala kapalıyken konuştum. "Lütfen şu parfümü değiştir. Ya da benim yanıma gelirken sıkma."
"Bu aralar çok hassassın gibi. Bir sorun mı var?"
"Sorun mu? Hamileyim ben. Koku hassasiyetim var."
"Doğru." Dedi. Sesi ciddi bir şey konuşacakmış gibiydi.
Gözümü açtım ve dik oturdum. Helin ise elinde kadehle duruyordu. Sabah sabah içiyor muydu o?
"Gün bitmedi ki başlasın." Dedi.
"Yok." Dedi. Tırnaklarıyla oynadı. "Her zaman ki şeyler."
"Abimle sevgili olmana şaşırdım." Dedim. Ona her zaman açık sözlü olmaya çalışıyordum.
"Beyninde ki savaşı bitirdin mi? Abimi içinde ki mahkemede haklayabildin mi?" Dediğimde kadehi kafasına dikti.
"Daha önemli davalarım olduğuna karar verdim."
Sustum. Hatta sustuk. Cümleleri yitirmiştik. Kaybetmiştik.
Bir kaç dakika sonra sessizliğimizi bozan Helin oldu.
"Bugün abime hamile olduğunu söyle."
"Spesifik anlamda bugün mü? Yoksa başka bir günde olur mu?" Dedim.
"Bugün." Dedi. "Ya bugün söyle, ya da sonsuza kadar sus."
Kafamı kaldırdım. "Bugün bilmediğim Bir şey mi var? Neden bugün?"
Durdu. Dışarı baktı. Arabalar çoğalmaya başlamıştı. "Bir şey yok. Daha fazla geciktirme."
"Doğru zamanı bekliyorum." Dediğimde elime uzandı.
"Doğru zaman yok ama söylenmesi gereken zaman dilimi bugün." Dedi.
"Korkutuyorsun beni. Bak eğer Boran'la ilgili bir durum varsa.."
"Yok." Dedi. "Durum felan yok. Abimin bilmeye ihtiyacı var."
Onu ilk defa böyle görüyordum. Makyajsızdı. Kısa saçları düz ama kabarıktı. Yüzü iyice beyazlaşmıştı.
"Uyumak ister misin? Odam müsait." Dediğimde kafasının salladı. "Gitmem lazım. Teşekkür ederim sorduğun için."
"Ben de teşekkür ederim." Dediğimde ayağa kalkmıştı. Bir an durdu ve neden der gibi baktı. Ellerimi karnıma götürdüm. "Kızımı ve beni kabullendiğin için."dediğimde inanamayacağım bir şey oldu. Helin bir anda geldi ve bana sarıldı. Ellerim havada kaldı bir kaç saniye. Anın şokuyla ne yapacağımı bilemedim. Bende sarılacaktım ki Helin bir anda koştu ve gitti.
Bir şeyler oluyordu. Helin hiç bir şeyi amaçsız yapmazdı. Bu duygusallığı, abime gelişi bile normal değildi.
Bugün ki baloyla ilgili şüphelerim artıyordu.
💃
"Kaçta gideceğiz baloya?" Dediğimde kahvaltı masasındaydık.
Abim, Mert ve Gülden Hanım'la birlikteydik.
"Gece yarısı başlayacakmış." Dedi abim.
"Defne'ye davetiye hala gelmedi. Güney'e ise ilk defa Label'le ilgili davet geliyor." Dedi Mert.
"Zaten Label değil, o yeni grup davet gönderiyor."
"Kim sizce?" Dedi Gülden hanım.
"Bilmiyorum ama zeki biri." Dedi abim ve lokmasını çiğnerken Mert'e döndü. "Sen misin lan?"
"Senin bir fikrin var mı?" Dedi Gülden hanım. Bana baktı.
Bir fikrim yoktu ama merak ediyordum. Herkesi kim bu kadar dize getirebilirdi ki? Quvera'yı bile ayağına getiriyordu.
"Yok ama bugün onu gözümü kırpmadan öldürebilirim."
"Öldürmek yok. Ertuğrul beyin bu konuda ki düşünceleri belli. Bizi savunmayacağını ve tereddütsüz hapise atacağını söyledi."
"Adam işini yapıyor. Destek olun." Dedi Gülden Hanım.
Masada sessizlik oldu. Herkes önünde ki tabakla ilgileniyordu. Benim ise bugün iştahım yoktu. Peynir bile midemi bulandırıyordu. Aklımda ki şeyi o an söyledim.
"Peki Boran? O grup..Onu da davet etmiş midir?"
"Bilmiyorum ama muhtemelen etmişlerdir." Dedi Abim.
Kapı çaldı. Mert saatiyle konuştu ve masadan kalktı. Döndüğünde ise elinde anahtar şeklinde bir kutu vardı. Bana uzattı.
Yavaşça elime aldım. Üzerinde ki notu açtım.
Abim uzandı ve karta baktı. "Galiba. Bana siyah bir gül geldi ama kart aynı."
"Onlar seni alacaklar." Dedi abim.
Gülden hanım kartı eline aldı. "Üstte yazan şu şey Yunanca galiba."
"Evet." Dedi Abim. "2. Dairedeyiz yazıyor."
"2. Kattayız gibi bir şey mi?"
Onların sohbetini dinlerken cümlenin tanıdıklığı tüm bedenimi sarmıştı. Daha önce duymuş muydum?
Pekala Yunanistan'da kaldığım dönem boyunca Yunanca öğrenmeye çalışmadığımdan dikkat etmemiştim ama bu cümle aşırı tanıdıktı.
Ellerimden tutan abimdi. "İyi misin?"
Kafamı salladım. "Cümle çok tanıdıktı. Daha önce duymuş gibiyim."
"Ama neden Yunanca?" Dedi Mert.
"Zaten ortalıkta bir dedikodu vardı. Kurucunun Yunanistanlı olduğunu söylüyorlardı. Ondandır." Dedi abim.
"Galiba." Dedikten sonra kutuyu alıp odama geçtim.
Derin bir nefes alıp duş aldım. Hayatımda aldığım en hızlı duştu çünkü artık suya dayanamıyordum. Aklıma Label geliyordu.
Hazırlandığımda salona çıktım. Akşama kadar çok vaktim vardı. Boran'ı görsem iyi olacaktı. Bugün neler olacağını bilmiyordum.
Abim ise Ertuğrul Beyi arıyordu. Bugün için her şeyi eksiksiz hazır ediyorduk. Akşam bir toplantı yapacaktık ve sonuca göre haraket edecektik.
Abim, bugün Sami Dereli ve Azad Yılmaz ile görüşecekti. Uzun zamandır küs olduğu sahte babası ve gerçek babasıyla.. Onlarla ilgili bilmem gereken 3 şey var demişti, bende sorgulamamıştım. Şirket vekaletnamemi ise abime devredecektim. Artık Yılmaz Holding sadece onun olacaktı. Azad Yılmaz'ı bu Dünya'dan silecektik.
Çocukları kalpsizce öldüren babamızı.
Vatanını gözünü kırpmadan satan adamı.
Uzaktan her şey güzeldi. Babamda ben onu tanımadan önce iyi bir adamdı.
Zaten Kar evden izleyene güzeldi. Eğer dışarıdaysan cefasını çekmek zorunda kalırdın. Donardın belkide. Ben dışarıda kalmıştım. Karların altındaydım ama burayı da hayallerimle ısıtmaya çalışıyordum.
Ben 10 yaşıma dönüp; camlarla kaplı evimde, babamın iyi bir adam olduğunu düşünmek isterdim mesela ama hayat bu kadar kolay değildi.
Bir şey istedin. Annenle babanı tanımak. Çok şey verdi sana. İhaneti verdi, aşkı verdi, yarayı ve acıyı verdi.
Sen çok şey istersen, senden çok şey götürür.
Üzerime rahat bir kot giymiştim ama karnımı sıktığı için düğmemi açmıştım. Bol bir beyaz gömlekle ise kamufle olmuştum. İçeri girip Boran'la konuşacakken Mert kolumdan tuttu.
"Boran'ı görmüş çocuklar. Buraya varmak üzere. İçeri gelmeden sen git."
Gözleriyle içeriyi işaret etti. Gülden hanım buradaydı. Onu görmesi hiç iyi olmazdı. Belki tanırdı...
"Ayrıca evime misafir getirip durmayın." Dedi Mert. Haklıydı.
"Senin bana misafir olacağın günlere."
Gözlerini devirip içeri gitti. Ben ise çantamı alıp spor ayakkabılarımı giydim. Villanın kapısından çıktığımda Boran'da eve geliyordu. Ona yaklaştım ve adım adım koştum. Kokusunu özlemiştim. 3 gündür görüşemiyorduk. Ona dargındım ama anlayış gösteriyordum çünkü sorgularsam o da beni sorgulardı ve buna hiç gerek yoktu.
Yanıma bir adım yürüdüğünde siyah bir gömlek ve siyah bir kumaş pantolonla olduğunu görmüştüm. Her zaman ki gibi değildi. Bir dağınık gelmişti gözüme, ama bu halinide sevdiğimi biliyordum.
Bir adım daha attığında artık kokusunu içime çekebiliyordum. Beni sarılmamı beklemeden kollarını uzattı ve bedenime sarıldı. Kafasını omzuma gömdü ve neredeyse 2 dakika öyle durdu.
Geri çekildiğinde kaşlarımla iyi misin demek istedim ama tekrar sarıldığından başarılı olamadım.
"Özledim diyeceğim, az kalacak."
Sarılmayı bıraktı. "Haklısın."
"Nereye gidiyoruz?" Dediğimde benim tarafımın kapısını açtı. Ellerimi bırakmak istemiyordu. Öptü ve ayrıldı.
"Süpriz." Dedi ve yan koltuğuma oturdu. Arabayı çalıştırdığında onu özlememin tarifi olmadığını bir kez daha anladım.
"Aynı şeyler. Mesajlarına cevap verdim."
"Defne. Biraz daha görüşmezsek akıl sağlığımı kaybedecektim."
"3 yıl gibiydi." Dediğinde güldüm ve dışarı baktım.
"Gideceğimiz yer şehir dışında mı?"
Daha fazla konuşmadım ve rutin konuşmalarımızla yolu tamamlamayı bekledim. Helin, ona bugün her şeyi söylemem gerektiğini söylemişti. Ben ise bugünü atlattıktan sonra söylemek istiyordum. Kararsızlık içinde yoluna devam ettim.
Yolda araba değiştirince Nare teyzenin yanına gittiğimizi anlamam uzun sürmedi.
Boran diğer arabaya bindiğimizde üzerime büyük ceketini giydirmişti.
Yol aktı, biz birbirimize sarıldık. Bugün çok az konuşuyorduk. Şirketle ilgilendiğini biliyordum. Abimde sürekli şirkette işlerin karışık olduğunu söylüyordu. Para kaçırıldığından ve Boran'ın bunlarla uğraştığından bahsediyordu. Yorgunluğunu anlıyordum.
"Karışık. Yolsuzluk yaptığımız yayılıyor piyasaya."
"Bilmiyorum, bulacağım. Merak etme sen."
Kucağında yatıyorken dikleştim. Gözlerimi, gözlerine diktim.
"Şirket umrumda değil. Umrumda olan sensin."
O ise konuşmak yerine dudaklarımdan öptü. 2 saniye şok geçirdikten sonra öpüşüne eşlik ettim. Bulantımın geçmesiyle gülümsedim. Bebeğimin de, benim de Boran'a ihtiyacı vardı.
Ellerimi bırakmadı. 2 saatlik yolun ardından girişe vardık. Yine tüm üzerimiz arandıktan sonra alttaki köprüden girdik. Göle ulaştığımızda kanım dondu. O silahların orada olduğunu bilmek korkutucuydu.
Etrafta ki adamlara baktım. Bazı adamların Ertuğrul beyin emriyle askerler ile değiştirildiğini biliyordum. Boran fark etmemişti değil mi?
Neyse ki bugün burası ilk defa güneşliydi. Güneşe baktığımda içimi ısıttı. Burada çocukluğum vardı, annem vardı. Sevdiğim adam bile vardı. Burası hep böyle içimi ısıtmalıydı.
Gölün etrafından Nare hanımın evine girerken Boran'ın durmasıyla ellerimiz ayrıldı. "Ee hadi. Nare teyzeyi görmeye gelmedik mi?" Dediğimde kafasını hayır anlamında salladı.
Gölün diğer ucuna geldiğimizde bana gösterdiği evin bittiğini gördüm. Tuğladan yapılmıştı, 2 katlıydı, çatısı vardı. Girişi nerede görememiştim ama ellerim ağzımda bakakalmıştım.
"Ne?!" Dediğimde Boran kollarını bacaklarıma geçirdi ve beni kucağına aldı. Yorgunluğuna rağmen hiç zorlanmadı.
'Kapı gibi adam! Bir zahmet alsın.' Dedi yine bir yerlerden duyduğum siyah.
Bu sayede anlamıştım ki siyahla beyaz beni Boran'layken rahatsız ediyordu. Uzun zamandır beynimi bulandırmıyorlardı.
"Defne Hanım. Diğer evliliğimizde seni kucağıma alamadım ama yeni evimize girerken yerin benim kucağımdır. İtirazınız var mı?" Dediğinde bir elimi kalbime diğer elimi havaya kaldırdım.
"Kesinlikle uygundur! Kabul edildi." Dediğimde güldü ve dudaklarımdan öptü. Etrafa baktığımda henüz filiz olan Defne ağaçlarını gördüm.
"Onlar, senin unuttuğun ağaçların."
"Unutmadım ki. Zamanını bekliyordum. Senin bana geleceğin zamanı."
"Ben senden gitmem Defne. Gitmeyen birinin gelişini bekleyemezsin." Dediğinde içeri giriyorduk.
"1 saniye. Bu anın videosunu çekmeliyim!"
İçeri girdiğimde girişte ki fotoğraflara baktım. Boran'la çocukluk fotoğraflarımız vardı. Mardin'de ki nikah fotoğrafımız. Her anımız buradaydı. Videoyu çekerken kucağından indirdi beni. Ben ise evi hızlı hızlı gezmeye başladım. Alt katta çamaşır odası, mutfak ve salon vardı. Salon'da yavru bile vardı. Köpeğimizi unuttuğumuza üzülsem mi, yoksa gördüğüme sevinsem mi bilemedim ama defalarca kez öpmüştüm onu. Boran "yeter bu kadar." Deyince onu yavaşça yere bırakıp Boran'ın ellerinden tutmak zorunda kalmıştım.
Üst kata çıkılan merdiven ise arkada kalıyordu. Yukarı Çıktığımda sağda kalan ilk odaya girdim.
Sade düzenlenmişti. Yatak ve çalışma masası vardı. Oradan çıktım.
"Diğer yanında ki 2 odada aynı." Dedi Boran öyle deyince diğer odalara bakmadım. Elini bırakınca kaşlarını çattı ve tekrardan tuttu. Güldüm, çünkü bu anı da videoya çekmiştim.
Diğer odaya girdiğimde kocaman bir odaya girdim. Burası yeşil ve krem renklerinden oluşuyordu. Krem renkleri daha ağırdı. Yeşil ise Çiçeklerle ortaya çıkarılmıştı. Odanın içinde ki odalarda çalışma odaları, giyinme odası vardı. Çalışma odalarının biri çizim odası Diğer oda ise gitar ve müzik aletleriyle birlikte çalışma masasını kapsıyordu.
Burası bizdik, bizim evimizdi. Bizim Yuvamızdı..
"Senin kadar değil." Dediğinde sarıldım. Belime sarıldı ve hemen dudaklarımdan öptü.
"Her fırsatta öpüyorsun bugün."
"Bir saatin içinde dudaklarınla kaç kez buluşabilirim diye hesap yapıyorum." Dediğinde kafamı havaya kaldırarak güldüm. O ise burnumu sıktı.
Yatağımız kocamandı. Her yerde cam vardı. Balkona çıktığını düşündüğüm bir kapıyı açtığımda yanılmamıştım. Çok büyük olmasa da yeterli bir balkondu. Çiçeklerle süslenmiş ve bir salıncak konulmuştu. Sıcacık gözüküyordu. Burada mutlu yaşadığımı düşünmek içimi okşamıştı.
Dışarıya baktığımda ise sonsuz gözüken bir havuz görmüştüm. Boran yeri yükseltmiş ve deniz görünümlü havuz yaptırmıştı.
"Senin yüzmeyi sevdiğini görmüştüm Milas'ta. Kendi dünyamıza da deniz getirmek istedim."
"Boran!" Kamerayı oraya çevirdim. "Harika gözüküyor. Ben.. ben ne diyeceğimi bilmiyorum."
"Bak orada ekilmiş sebzeler ve meyveler var. Onlarda senden artık. Dışarıdan hiç bir şey istemiyorum. Bu boğucu hayatta sadece seni istiyorum. Burayı güzelleştir. Sen olmadan burası soğuk kaldı ama sen içeri adımını attığın an ısındı yuvam. Yuvamızı yuva yapan sensin." Dediğinde gözleri dolmuştu.
"Annemden uzaklaşmak istemedim. Sana buraya yeni bir dünya inşa ettirdim. Babam gibi korkak olduğumdan değil inan bana..."
"Boran öyle bir şey demedim..."
"Defne.. çocukluğun burada geçti. Ömrün de burada geçsin istiyorum."
"Çocukluğumuz.." dedim gülümserken.
Sarıldığında ellerimden tutup yüzüme güldü. Odamızdan çıkıp son kalan odaya girdiğimde boş bir odada olduğumuzu gördüm. Heryerde pembe ve beyaz şakayıklar vardı. Çok güzellerdi ve en önemlisi gül değillerdi.
"Burası.." dediğimde hala kameranın elimde olduğunu farkettim. Heyecandan onu bile unutmuştum.
"Burası.. çocuğumuz için. Veya belki de başka bir şey yapmak istersin. Emin olamadım."
Ellerimi ağzıma kapattım. Çocuk istiyordu. Biliyordum. Kurtulmayı bekliyordu. Boran çırpındığı delikten çıkmayı bekliyordu. Onu o delikten sadece bebeğim kurtarırdı.
Gözyaşlarımı silerken kamerayı kapattım ve sadece ona sarıldım.
"Çocuk istemediğini düşünmüştüm."
"Ben.. neden böyle bir şeyi istemeyeyim? Baba olmak bana yakışmaz mı?" Dedi.
"En çok sana yakışır Boran. En çok sana.." gözyaşlarımı silsem de gözlerimin şiştiğine emindim. Bu kadar duygusallık yeterdi. Bu akşamdan sonra ona her şeyi söyleyecektim. Bilmesi gerekiyordu. Belki benim de yüklerim azalırdı.
"Son bir şey kaldı." Dedi ve ellerimden tutup aşağıya indirdi. Merdivenin altına doğru ilerledik.
Peteğin üzerinde ki bir çıkıntıya dokunduğunda petek yana kaydı. Orada bir çıkıntı daha vardı. Boran parmağımı aldı ve oraya dokundurdu. Tık diye bir ses geldiğinde az önce boşluk olmadığına emin olduğum duvar ikiye ayrıldı ve bizi aşağıya indiren bir merdivenin açılmasına izin verdi.
"Eğer bazı şeyleri aşamazsak ve bu evde de bizi o canavarlar bulursa ne olursa olsun buraya saklan. Altta 2 araba ve ömür boyu yetecek kadar oksijen tüpleri var. Çıkış kapısı da parmağınla açılıyor. Arama yapman için özel bir telefon var. Ne olursa olsun burayı kimsenin görmesine izin verme. Sadece sen. Tamam mı?" Dediğinde kaşlarımı çattım.
"Nefret ediyorum bu önlemlerden."
Parmaklarıyla dudaklarımı iki yandan havaya kaldırdı. "Gülümse yeniden. İçimi huzursuzlaştırdın yine."
"Bunları duymak beni korkutuyor."
"O zaman söyleme." Dediğimde sarıldı yine.
Kırmızılar içerisindeydim. Bugün bu elbiseyi benim için Gülden hanım almıştı. Kalın askılı, sırt dekolteli ve göğsümün yarısını dışarıda bırakıyordu. Beklimden itibaren ise bollaşıyordu. Satendi ve oldukça iddialıydı.
"Kırmızı olmak zorunda mıydı?" Dedim Gülden Hanıma bakarken.
"Dress Code Siyah ve kırmızı."
"Kırmızı iyi bir seçim. Cesur gözükmene yardımcı olur."
"İçimde ki cesaretin kırmızıya ihtiyaç duyacağını hiç sanmam." Dedim kırmızı ruju dudaklarıma sürerken. Saçıma maşa yapılmıştı. Evin içinde hazırlık vardı. Ertuğrul bey ve askerleri buradaydı.Toplantıda her şeyi konuşmuştuk. Kulaklık kullanacaktık. Birbirimizle iletişimde olacaktık. Abim ve ben en uygun zamanda işareti verecektik ve havadan, karadan hatta yer altında duran tüm özel harekatçılar içeriye girecekti. Bizim yapacağımız tek şey yangın tüpü sıkmak olacaktı. Kimsenin birbirini görmemesi lazımdı ve oradan kimse kaçmamalıydı. O gün oradan delil sayılacak her şey belirlencekti ve elbet biri konuşacaktı.
Gülden hanım da elbette bugün bizimleydi. Ona da davetiye gelmişti ve o siyah giymeyi tercih etmişti.
"Sizin cesarete ihtiyacınız yok galiba. Siyahı tercih etmişsiniz."
"Benim cesaretim sensin Defne. Eğer bugün o grubu yok edersen hepimiz kurtuluruz. Her şey senin elinde."
Makyaj masamdan ayağa kalktım. "Bugün o grubu bitireceğim. Sizinle de anlaştığımız gibi o partiden erken çıkacaksınız ve yurt dışına çıkacaksınız. Sizi orada öldü göstereceğiz ve Türkiye'ye yeni bir kimlikle gireceksiniz. Abim sizin için her şeyi ayarladı." Ellerini tutmuştum. Sadece ama sadece siyah kaşlarına ve koyu renk gözlerine bakıyordum. Düz kirpiklerine rağmen gergin suratı vardı. Asil kadındı.
"Kendime ve bebeğine dikkat et. Umarım hepimiz için iyi bir son olur."
"Son demesek bir arkadaş üzülüyormuş da." Dedi içeri giren smokinli abim. Beni görünce durdu. "İnanmıyorum! Kız kardeşime bak. Bugün dikkatli olmalısın. Başımızda bir sürü dert varken sana yanaşanlarla uğraşmayalım bir de."
"Merak etme. Herkes yeni gurubun heyecanından beni görmeyecek bile."
Güldüm ve ona bakarken umut doldum. Abimi geç tanımıştım ama enerjisini çok sevmiştim. İnsana iyi gelen bir yanı vardı.
"Quvera'nın geldiğini nasıl anlayacağız?"
"Ertuğrul bey drone ile kızılötesi ışınlarla giren çıkanları kontrol edecek ama adamımızın nasıl biri olduğunu bilmediğimiz için iş biraz bize düşüyor. Onu biz bulmalıyız."
"Tahminle mi yapacağız bu işi?" Dediğimde abim güldü.
"Sakın sezgilerimizi küçümseme." Dedi ve göz kırparak odadan çıktı. Ben ise bakakaldım. Bugün ne olacaktı bilmiyordum ama içimde kötü bir his vardı.
Kırmızı giymek istememle alakalı olabilir miydi?
Bilmiyordum ama o rüyadan sonra kırmızıdan soğumuştum.
Ama Boran kırmızı seviyor. Dedi siyah.
Boran şu an burada değil. Diyen ise beyazdı.
Onlar birbiriyle çatışırken ben kendimle ilgilendim. Büyük ve büyülü geceye son dokunuşlarımı yaptım.
🥀
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
11.08k Okunma |
432 Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |