44. Bölüm

II

Sedef Özçelik
sedefozclkk

Mercedes markalı, son derece lüks bir transitin içerisinde oturuyordum. Sadece ama sadece olacakları düşünüyordum. Çantamda silah vardı ama önlem içindi ve kullanmak istemiyordum. Abim ile farklı arabalarda gidiyorduk. Araba da slow bir müzik çalıyordu ve arabayı kullanan smokinli adamda hepimizde olduğu gibi maske vardı. Maskem de kırmızıydı ve burnumun üstüne kadar uzanan daire şeklinde pırlantaları vardı. Bu sıradan bir maske değildi. Abim bu pırlantaların içine kamera yerleştirmişti.

 

Bugün ne olursa olsun şans bizimle olmalıydı çünkü başka yolumuz yoktu. Bu grup, bu devlet tarafından yıkılmalıydı!

 

Mert bizimle gelmese bile Ertuğrul beyle olacaktı.

 

Telefonumdan saate baktım. Saat 00:47 olmuştu. 47 dakikadır yoldaydık. Şoförü bile görmüyordum ama sıkılmıştım.

 

Vardığımızda büyük daire şeklinde bir binanın önündeydik. Kapım açıldığında yavaşça kırmızı topuklularımın üstünde yürüdüm. Binanın önüne durduğumda abimin de yanıma geldiğini farkettim. Gülden hanım ise daha gelmemiş gibi gözüküyordu. Binanın önü kalabalıktı ve binaya girebilmek için tekneye binmek zorundaydık. Abimin küfürünü duydum. "Bu iyi olmadı." Dedi kulağıma. Ulaşılması zor olacaktı.

 

İçeri girdiğimde kenarları cam olan yuvarlak balo salonunu taşlı avizeler tamamlıyordu. Bir kaç gözün üzerimde gezindiğini görsem de kafamı çevirmedim. Kafam oldukça dikti. Mert'in bahsettiği şu cesaret yeleğini tekrar giymiştim.

 

Ortada kocaman bir ekran vardı. Masalara içki servis ediliyordu ve herkes masanın etrafında birileriyle bir şeyler konuşuyordu. Abim kulağıma eğildi. "Emir'le, Nisa'da burada. Sami Dereli'nin ailesi sandığı insanlar da burada."

 

"Azad Yılmaz. O burada mı?"

 

Abim sol tarafımda ki masayı gösterdi. "Şu masada. Yeni sevgilisiyle." Dediğinde içimde hiç bir taş kıpırdamadı. Ufacık bile sevgim kalmamıştı babama karşı. Bakmak bile istemeden önüme döndüm.

Bu kadar çok sevdiğim biri, nasıl olurda içimde bir anda toz bulutuna dönüşüyordu?

Derin nefes aldım. Bugün böyle şeyleri sorgulamayacaktım.

 

Şu an her şey normal gözüküyordu. Kafamı masalara çevirdiğimde ise yuvarlak masaların ortasında ki kırmızı gülleri gördüm. Ayaklarım durdu. Kırmızı görmek istemiyordum. Midem bulanmıştı. Ağzımı tuttuğumda abim maskesinin altından bana baktı. "Lavaboya gitmem gerekiyor."

 

"Dayıcığım sırası mıydı?" Dedi. Karnıma bakarak.

 

"Sen bekle. Ben geri geleceğim." Dedim.

 

"Dikkatli ol." Dedi ve kafamı salladım. Eteğimi yavaşça toplayıp koridora yürüdüm.Bu mide bulantısı geçmeyecek gibiydi.

 

Lavaboyu bulmak için baya yürüdüm. Büyük ve şatafatlı balo salonundan ince bir koridora çıktığımda tulum giymiş adamların alt kattan yukarı çıktığını görmüştüm. Onlar ıslak mıydı?

 

Arkalarından tereddütsüz bende çıktım. Binlerce oda vardı.

 

O sıra biri yürüdü yanıma. Siyah smokinine kırmızı mendil takmıştı. Tanıdık gelmişti.

Yanımdan geçip gidecekken durdu. "Aman allahım! Bu güzellik kim diyecektim.. Bizim Ruşa'nın altın kızıymış."

 

Bir adım atacaktı ki durdu. Ben ise direkt saçlarımdan tutttum. Travma yaratmışlardı bana! "Merak etme. Sen değil, ben korkmam lazım. Sonuçta Label'e korkusuzca giren sensin. Nasıl birden vurdun o başkanı? Şaşırmamak elde değildi."

 

"Sana konuşma hakkı vermiyorum Sami Dereli. Yolumdan çekil."

 

"Label acımasızdır. Nasıl hala yaşamana izin veriyorlar senin?"

 

"Senin yapmadığını yaptığım için olabilir mi? Silahları buldum ya hani.." dediğimde kafam yine dikti.

 

"Şu küçük kıza da bak sen. Demek silahları buldun ha!"

 

"Ne oldu? Sen beceremedin, ben başardım diye zoruna mı gitti? Çekil yolumdan Sami Dereli!"

 

Yumruklarını sıktığında anladım sinirlendiğini. "Ne oldu? Sinirlendin mi?" Dedim gülerken. Bugün zafer benimdi.

 

"Sana üzülüyorum biliyor musun?" Dedi.

 

Bu sefer sessiz kalan bendim. "Etrafında ki herkes sana yalan söyledi. Yeni hayatınla baş ederken de iyice kafanı sıyırdın." Dediğinde içimde yanan gerçeklerle beraber gözlerimi kararttım.

 

"Peki ben.. Ben sana acıyorum Sami Dereli! Yıllarca yalanlarla yaşayan sensin, ben değil!"

 

Omuzundan ittim onu. "Yıllar önce Behram Yılmaz'ın 2 çocuğu oldu. Biri Azad,Diğeri ise Sami'ydi." Dediğimde Gözlerinde ki o şaşkınlığı gördüm.

 

"Ne? Ne diyorsun sen? İyice kafayı yemişsin amınakoyayım!" Dedi Sami. Yanımdan geçip gitmeye kalktığında tekrar önüne geçtim.

 

"Öyle gitmek yok. Dinleyeceksin! Ama ne olmuş biliyor musun? Büyükbabamın diğer çocuğunu Label kaçırmış. Büyükbabama düşman yetiştirmek için. Silahları bulması için!"

 

Donmuş kalmıştı. "Bu adam kimmiş biliyor musun?"

 

Kelimelerimin acıtacağını biliyordum. Tane tane konuştum. "Sami Dereli'ymiş! Yer altı mafyasının Kralı. Ailesinin bile yalan olduğu adam! Babasının kalp krizi geçirmesine sebep olan o kalpsiz, vicdansız adam!"

 

Saçlarımdan tuttu yine. Bu sefer ise tavrım netti. Ayaklarımla erkekliğine vurup kolunu çevirdim. "Merhaba Sami Dereli! Yeğenin Çağla Dereli'yle tanış!"

 

Donup kaldığında yoluma devam etmek için yürüdüm ama aklıma gelenlerle Sami'ye tekrar döndüm ve bir de yumruk attım.

 

"Bu da Mert içindi! Gerçek oğlun Mert için!"

 

Yüzüne bakmadım. Bu söylediklerim ona bir ömür yeterdi.

Daha fazla ileri gitmeyerek lavaboyu buldum. İçeride ruj süren bir kaç kadın vardı. Maskelerini çıkarmamışlardı. Beni görünce çıktılar. Heyecandan yine elim ayağım titriyordu ama söylediklerim için iyi hissediyordum. Hapiste bol bol düşünürdü ne boklar yaptığını!

 

İşimi hallettiğimde bende çıktım. Midemde ne var ne yoksa çıkarmıştım. Streslenince daha çok oluyordu. Yavaşça karnımı ovdum. Düzelecekti. Düzelmeliydi..

Balo salonuna inerken telefonum çaldı. Arayan Boran'dı. Ses duymamalıydı. Açmazsam şüphelenirdi. Aceleyle sessiz bir oda bulmaya çalıştım ama hepsi kilitliydi. Son bir tane kaldığında şanslıydım. Kapı açılmıştı ama gördüğümle şok olmuştum. En az içerisi kadar lüks bir odaydı burası. Odanın aydınlık bir ruhu vardı ve boydan boya her yeri camdı. Kocaman oda ve dizaynı bana otellerin kral Dairesini anımsatmıştı. Muhtemelen bu binada eskiden otel olarak kullanılıyordu.

 

Camlara doğru ilerledim. Daha fazla beklemeden telefonu açtım.

 

Gözüm tam karşımda kalan teknedeydi. Lüks bir tekneydi ve önde ki kırmızı ışıkla belli ediyordu varlığını. Karanlıkta kaybolmuş gibiydi.

 

"Alo."

 

"Defne." Dedi Boran'ın sesi. İsmimi ondan duymak beni her defasında mutlu ediyordu.

'İsmini bile ben koymuşken..' dedi içimde ki ses..

 

"Efendim?"

 

"Sana Mayısları sevmediğimi söylemiştim. Hatırlıyor musun?"dedi. Sesi boğuk geliyordu.

 

Sesimi çıkarmadım. "Sen benim Mayıslarımı güzelleştirdin. Ben senin Tüm zamanlarını güzelleştireceğim."

 

"Anlamadım. Boran. Neredesin sen?"

 

"Eylül ayındayız. Günler sonra senin doğum günün. Ben yıllarca seni uzaktan izlerken cehennemimi yaşadım. Son iki senedir ise cennetimi yaşıyordum. Her şey bitti."dedi.

 

"Ne? Ne bitti Boran?" Elim ayağım titremeye başlamıştı.

 

"Bitti işte. Kurtarıyorum bizi bu hayattan.Yüklerimizi alıyorum sırtımızdan."

 

"Boran. Bak.. Eğer Kendine bir şey yapacaksan.."

 

"Bizim hayatımızı katleden o canavarlara bir şey yapacaktım ama benimde o canavarlara benzediğimi fark ettim."

 

İşte o an içimde bir şeyler koptu. Beynimde derin bir uğultu oldu. Her şey film şeridi gibi gözlerimin önüne geldi.

 

Balo salonunda ki Kırmızı güller.

Karnımda ki kan.

Boran'ın evde ki bakışı..

 

Tesadüf değildi, değildi..

 

 

"Ne sanıyordun?" Dedi Boran. Sesinden kalbimin acıyacağı o kadar belliydi ki.. "Seni sevince babanın yaptıklarını unutacak mıyım sandın?" Acımıştı. Acıtmaya da devam ediyordu. "Anneme yapılanları unuttum mu sandın?!" Dedi.

Bu benim sevdiğim adam olamazdı. Nefes alışı bile diken gibi batıyordu bedenime.

 

'Kamil Zorlu'yu kaçırmış Boran' dedi beynimde ki Mert'in sesi.

'Label'dekiler yeni grupla birlikte yıkılmaya mahkum dedi abim.' Yeni anlıyordum. Her şeyi yeni anlıyordum.

Rüyamda ki vuruluşum. Boran'ın Yunanistan'da Sami'nin ses kaydını dinlediğinde ki o cümle..

 

Elimaste sto diamerisma duo. (2.dairedeyiz)

 

"Boran.." dedim Umutsuzca.

 

Biliyorsun Defne.. Baştan biliyordun. Diye bağırıyordu içimde ki çığlık. Biri boğazıma yapışmıştı ve beni öldürmeye yemin etmiş gibi gözüküyordu ama ben hala sesini duymak için can atıyordum.

 

"Babanın,babamı öldürdüğünü unuttum mu sandın?"

 

'Kırılıyorum Boran. Yapma.' Demek istedim ama ağzımdan adam akıllı bir kelime çıkmadı.

 

"Ben.."

 

"Üzgünüm Defne. Ben babamın doğrularından seni severken bile vazgeçmedim." Durdu. Nefes aldı. "Başkası sulasın demiştim. Başkası umut etsin demiştim. Ben sana her şeyi söyledim ama görmedin! Görmek istemedin! Sana bir iş var dedim. Sende bana yardım edeceksin dedim. Ettin biliyor musun? Silahları buldun ve yıllardır yanımızda olmayan şanlı devletimizi yanına aldın... Annenin topladığı tüm delilleri ise sana ben hediye ediyorum. Ertuğrul beye mail olarak gönderiyorum." dedi.

 

O her şeyi biliyordu..

 

"Üzgünüm Defne. Babam hiç bir şey vatanından önemli değil dedi ama tek bir şeyi çekti aldı içinden. İntikam.. Ailemizin intikamı."

 

"Sus!" Dedim. Gücüm sadece buna yetmişti.

 

"Bil ki seni çok sevdiğim için yapıyorum bunu. Seni sevdikçe babanın babamı öldürdüğü daha çok yaktı canımı. Unutamıyorum işte! Unutamam Defne."

 

Ağlıyordu ama ben ölüyordum..

 

"Unutamam! Sen onun kanındansın. Nasıl unutayım? Sen söyle?"

 

"Biz.. Başaramadık mı Boran? Aşkımızla her şeyin üstesinden gelemedik mi?"

 

"2 seçenek vardı. Birincisi, Seninle her şeyden kaçıp kulaklarımı duyduğum tüm kötülüklere sağır edecektim. Mutlu yaşayacaktık ama ben gizliden gizliye sana her baktığımda intikamımı hatırlayacaktım. Seni gördüğümde geçecekti belki ama arkanı döndüğünde ben yine o intikamla yaşayacaktım. İkincisi ise intikamımı alıp Ölm.." dediğinde bağırdım.

 

"Hayır! Hayır Boran Hayır! Hayır! Sus!"

 

"Kabullen artık. Bu dünya'da bize yer yok! Bizim için şans yok! Bizim sevgimizi kucaklayacak bir yer yok!"

 

Ağlamaya başlamıştım. Kolum kanadım kırılmıştı. Tutunacak dallarımı Boran kırmıştı. Ağacı ise ateşe vermişti.

 

"Seni seviyorum Defne. Evimizde hep mutlu yaşa."

 

"Hayır! Dur. Hayır!" İşte o an kapının altından bir kart girdi odama.

 

Yere yığıldım. Orada yazanı biliyordum. Bilmek istemiyordum. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Sürünerek dolabın yanına gittim ve ayağa kalktım.Kapının kenarına gittim. Kâğıdı elime aldığımda derin nefes aldım.

 

Label alfabesiyle yazan notu anlamaya çalıştım.

 

Doğruydu. Her şey bitmişti. Boran bu oyunu en başından kendi şekillendirmişti. Biz hepimiz onun için birer piyonduk.

 

"Boran Kaya." Yazıyordu ve altında tek bir şey. "İkinci daire grup yöneticisi."

 

Quvera'nın öldürmemi istediği o kişi Boran'dı.

Büyük aşkım, Boran..

 

Gözyaşlarımı sildim. Odadan çıktım. Koşuyordum. Oda oda onu arıyordum.

Helin'i aradım. Açmadı. Abime söyle demişti.

'Bugün. abime. Hamile. olduğunu. söyle.'

Bugün söylemeliydim! Beklememeliydim!

 

Koşarken kulaklığıma dokundum ve aktif hale getirdim. "Yeni grubumuzun yöneticisi Boran Kaya! Beni duyuyor musunuz? Buraya herkesi öldürmek için çağırmış! Engel olun. Beni duyuyor musunuz?" Dediğimde ilk gelen ses abime aitti.

 

"Ne?"

 

"Onu bulun!" Dedi Ertuğrul bey.

 

Hala koşuyordum. Mert'e seslendim. "Mert! Boran hakkında ne biliyorsan anlat! Yeni bir bomba. Makine, veya icat! Anlat!" Dedim kulaklığıma doğru. "Bilmiyorum! O her şeyi herkese söylemez. Bilmiyorum!"

 

"Allah kahretsin!" Dediğimde kime çarptığım önemli değildi. "Helin'i arayın. O da işin içinde!"

 

"Güller." Dedi Gülden hanım. "Güllerin içinde bomba var!"

 

Ertuğrul beyin sesini duydum. "Oradan derhal Çıkın. Çağrı ve Gülden hanım! Orayı derhal terk edin! Herkesi oradan çıkarın!"

O an ayaklarım durdu. Balkondaydım. Ve suyun içinde ki o tekneyi gördüm. Az önce ıslak olan adamlar..

 

Ayaklarımı geriye çevirdim ve var gücümle binanın çıkışına yöneldim. Boran gemideydi. Kıyıya yakın bir gemide.. Ve biliyordum ki o gemide yalnız değildi. Quvera'da oradaydı.

 

"Gemiye yönelin! Gemiyi oradan derhal çıkarın!" Dedim.

 

"Kapılar kilitlendi." Diye bağırıyordu abim. "Biz çıktık ama girişler ve çıkışlar engellendi."

 

Suyun kenarına yaklaştım. Gemiye binecektim ki Boran'ı gördüm. "Git buradan!" Dedi güçlü sesi. Silahını bana doğrulttu.

Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu.

 

Onları duyuyordum. Boran maskesizdi. Quvera ise maskeliydi ve elleri bağlıydı.

 

"Yapma! Yapma her şeyi çözebiliriz. Yapma Boran!"

 

"Defne.. Sana git buradan dedim. Sen buraya nasıl geldin.."

 

"Ben çağırdım. Misafirimizi beğenmedin mi?" Dedi Quvera diye tahmin ettiğim kişi. Boran'ı bana öldürtecekti. Beni o yüzden buraya getirmişti ama bizzat kendisi pusuya düşürülmüştü.

 

"Siz.. Görüştünüz mü?" Dedi Boran.

 

"Sayılır." Dedi Quvera. Takım elbisesi içerisinde oldukça genç gözüküyordu.

 

"İçeride dünya'ya nam salmış mafyalar var. Eğer biri bile hayatta kalırsa.."

 

"Kalmayacak!" Dedi Boran. Öfkeliydi.

Ben.. onu bu halde hiç bir zaman görmemiştim.. Nasıl kandırmıştı bizi?

 

"Beni öldürmen işime gelir. Kafama sıksan davam için ölürüm." Dedi Quvera. "Ve yeniden kahraman olurum." Boran silahı tekrar ona doğrulttu. "Sen hala konuşuyor musun?"

 

"Boran! Bana bak. Bize bak Boran. Bunu bize yapma. Bana bakınca her şey geçiyor demiştin. Geçecek dedin! Her şey bitecek dedin! Beni bu aşka sen inandırdın. Böyle bırakamazsın bizi! Boran.. lütfen."

 

Artık ayakta duramıyordum.

 

"Defne. Git buradan!"

 

"Hayır! Gitmeyeceğim! Kendine bunu yapmana izin vermem! Bu kadar korkak bir adam değilsin sen.."

 

"Sus! Git buradan!" Abim kollarımdan tutuyordu. Çektim aldım kollarımı.

 

"Neden inandırdın o zaman beni? Neden çıktın karşıma! Bana yazık değil mi? Bize yazık değil mi?"

 

"Her şey için çok geç Defne. 3 dakika sonra bize yazık eden herkes yok olacak! Sende git buradan!"

 

"Yapma.. yapma." Ağlamalarım çığlığa dönüşmüştü. "Tüm yolları ateşe verirken beni çiçeklendiremezsin. Beni de yakıyorsun bu ateşte!" Dedim bağırırken. Bana söylediği sözdü bu. Romantik gelmişti o an. Şimdi ise keskin bir bıçak gibi hissettiriyordu.

 

Durur gibi oldu. Devam ettim. "Boran! Beni dinle!" Bir adım atıp diğer ayağımı tekneye koydum. Direkt adımını bana attı.

 

"Yaklaşma Defne! Yalvarırım git buradan!"

 

"Hayır! Hayır Boran. Hayır! Ne olur sana sarılmama izin ver. Gözlerime bak." Bir adım daha attım tekneye. "Neden yüzüme söylemedin bugün? Vazgeçerdin o zaman değil mi?"

 

Ağlıyordu.. canı yanıyordu. Ben ise kül olmuştum. "Sus.."dedi. Silahlı eliyle gözyaşlarını sildi.

 

Quvera ise alkışladı. "Neredeyse ağlayacağım.." dediğinde Boran ayağına sıktı. Quvera acı içerisinde bağırdı. Ben ise gözlerimi yumdum. Maskemi çıkarıp denize fırlattım. "Madem gidecektin! Neden o evi inşa ettin! Neden odamıza gitarlarını astırdın! Neden yaptın bunu? Ben sensiz nasıl yaşarım.. Nasıl!"

 

Cevabını bildiğim sorular artık soru değil, haykırıştı.

Diğer ayağımı da gemiye attım. Artık ona daha yakındım. Güvenilir alanımdaydım.

 

"Bencillik ettim! Beni unutma istedim! Başkası umut etsin dedim ama bunu her düşündüğümde içimde ki tüm filizleri öldürdüm! Ben yavaş yavaş öldüm Defne. Her şey bitti. Geri dönüşü yok.."

 

Mert kulağıma fısıldıyordu. "Bombalar denizin altında. Ben imha odasındayım. Nasıl imha edeceğimi bilmiyorum! Herkesi uzaklaştırın buradan! Beni duyuyor musunuz? Boran' direkt çıkarın oradan!"

 

Abim cevap verdi Mert'e. "Mert! Sen de çık. Derhal Çık oradan! Engel olamayacağız!" Dedi ama Mert'ten cevap gelmedi.

 

"Bitmedi!" Diye bağırdım. Mahvoluyordum.

 

"Bitti!"

 

"Bitmedi Boran.." dizlerimin üzerinde yere çöktüm. Gemi sallandıkça bende sallanıyordum. O an daha çok bağırdım. "Bitmedi.. Bitmedi.. Karnımda sana ait biri var.. Bitemez!"

Dediğimde Boran olduğu yerde dondu. Haraket edemedi. Gözlerini karnıma dikti.

 

"Boran içimde biri var. Nefes alıyor. Kalbi atıyor ve tamamen sana ait. Tamamen senin. Senin emanetin var içimde.. bizim için geliyor. Bize hediye.."

 

Çığlık çığlığa bağırıyordum. Onu kaybedemezdik. Baba olmak en çok Boran'a yakışırdı..

"Boran.. onun sensiz büyümesine izin verme. Ona yazık değil mi?"

 

Boran'ın kanı çekilmiş gibiydi. Böyle bir şeyi beklemiyordu.

Quvera ise dikkatinin dağıldığını anlayınca Boran'a sağlam ayağıyla tekme attı. Boran sarsıldığı an Boran'ın üzerine çöküp silahını aldı. Bu sefer silahı tutan Quvera, silahı şakaklarında hisseden ise Boran'dı.

 

"Tebrik Ederim Dostum. Baba olman güzel tabii ama sen göremeyeceksin. Siz Türkler ne diyordunuz? Ne.. Nerede kaldı bunun güzelliği?" Dedi Quvera.

 

Boran hala donmuş gibiydi.

 

Mert kulağıma seslendi. "2 dakika kaldı. 2 dakika 9 saniye sonra havaya uçacaklar."

 

Ayağımı tekneye attığımda tek düşündüğüm Boran'a koşmaktı. O ise olduğu yerde donmuştu. Bir el çekti beni. Yüzünü görmedim. "Tekneden çık!"diyordu.

 

Anımsayamıyordum. Her şey karmaşık bir hale gelmeye başlamıştı. Biri kolumdan tuttu ve beni karaya fırlattı. Dizlerimin üstüne düştüm.

 

Bağırıyordum. "Hayır! Hayır!"

 

Boran ise donmuştu. Bu hikayede her şey yanlış gitmişti. Hiç bir şey tam anlamıyla bitememişti. Bugünün sabahına nasıl uyanırdım bilmiyordum ama eski Defne olamayacağımı biliyordum.

 

Belki de ölecektim..

Belki de ölmüştüm.

Belki de bugünün sabahı yoktu. Bugün kıyamet kopacak ve hepimiz silinecektik.

 

Dizlerimin üzerinde ayağa kalktığımda gözleri bile görünmeyen bir asker tarafından uzaklaştırılıyordum. Gitmek istemiyordum, Boran'sız yaşayamazdım.

 

Tekneye baktım. Abimde oradaydı. Her şey bir anda oldu. Beni oradan çıkaran abim miydi?

Keskin nişancılardan biri Quvera'nın silah tutan omzuna sıktı. Abim ise bir anda Boran'ı tuttu ve geminin Kara ucuna sürükledi.

 

Ama.. 

 

Geç kalmıştı.

Kulaklarımı sağır edecek patlamanın sonucunda, beni tutan askerle birlikte bende yana savrulmuştum. Kafamı yere vurduğumda acıyla Abimin ve sevdiğim adamın içinde olduğu patlamaya bakmaya çalıştım.

 

Ben bazı anıların içine kalbimi koymuştum. Hayatımla ilgili kumar oynamıştım. Her şeyin biteceği o günde her şeyimi kaybetmiştim.

 

İnsan bir günde yok olur muydu? Ben olmuştum. Ben mahvolmuştum.

 

Bundan sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı..

 

🥀

 

'Canım yanıyor.' Demişti babannem. 'Oğlumu özlemekten canım yanıyor Behram Bey.'

Kapı aralığından dinlemiştim onları. Babaanneme eğilip daha çok baktım. En fazla 6 yaşındaydım. Yanmak deyince ateş görürüm sandım ama yoktu.

 

Koşup dizlerine sarıldım. 'Babanne!'

 

'Kızım.. uyumadın mı sen?"

 

"Babanne sen yanıyormuşsun." Babaannem, büyükbabamın yüzüne baktı. "Onu nereden çıkardın kızım?"

 

"Canım yanıyor dedin ya."

Babaannem dolu gözleriyle Büyükbabama baktı. Hafiften güldü. "Sen bizi mi dinliyorsun bakalım?"

 

"Kapı misafiri oldum.." dedim bilinçsizce. Bunu karşı komşu asiye abladan duymuştum. Çok meraklıydı ve sürekli kapı dinlerdi.

 

Büyükbabam güldü ve beni kucağına aldı. "Kapı misafiri değil. Kulak misafiri o kızım."dediğinde yüzüne baktım. Sakallarını inceledim. Kucağına yattım. Saçımı okşadı. "Babaannem yanmasın Büyükbaba. Babamla, annem gibi yanarlarsa geri gelemez."

 

"Bu öyle yanmak değil Defne." Dedi.

 

"Başka türlü yanmakta mı var büyükbaba?"

 

"Var tabii. İnsanlar göremez ama bazı insanların yüreği cayır cayır yanar."

Öylece baktım yüzüne. Anlamadığımı fark etti. Kalbime dokundu. "Bak burada kalbin var ama sen göremiyorsun değil mi?" Dedi.

 

Kafamı salladım. "Göremiyorsun diye kalbini yok mu sayıyorsun?"

 

"Can yanması da böyle işte. Yüreğini yakar ama kimse görmez." Dedi.

 

"Peki annemle,babam.. Onların yandığı gözükmüş mü?"

 

Kafasını salladı. "Gözükmüş ama kimse görmek istememiş Defne'm.."

 

...

 

Canım yanıyordu. Oysa ki herkes de görüyordu. Neden kimse görmek istemiyordu?

Ben değildim bu. Töre tarafından kaçırılan da, Label'e girip korkusuzca dik durmaya çalışanda ben değildim. Ben bu değildim. Olmadığım biri olmaya zorlamıştım kendimi. Sonuç berbattı.

 

Ne bekliyordun?

Herkesi kurtarmayı mı?

Masal mı sandın bu hikayeyi?

 

Yine o saat var duvarda. Büyükbabam öldüğünde ki gibi ilerliyordu..

03.56 

Abim yok, Mert yok, Gülden Hanım yok.

Boran yok..

Canımın yarısı yok. Bebeğimin babası yok.

Tek başımayım koridorda. Yanımda Hakan ve Beril var ama Boran yok, Helin yok.

 

04:24.

 

Ölmüştüm ben. Yaşamamın bir anlamı yoktu. Nefes almama sebep yoktu.

 

Abimin iyi olduğunu ve boynuna saplanan şarapnel parçasının çıkarıldığını duydum. Kim söyledi bilmiyordum ama Beril'e benzetmiştim sesini. Nereye gideceğimi bilmiyordum ama sürekli onları arıyordum. Etrafımda konuşsalar da duymuyordum.

 

Sedyeyle biri geçti önümden. Dikkate alıp kalkmadım ama o kokusunu duyunca direkt koştum. Üzerini kapatmışlardı.

 

"Hayır..."

 

"Hayır.."

 

Bağırıyordum. Canım yanıyordu, herkes görüyordu ama kimse yardım etmiyordu.

Biri kolumdan tuttu. Yüzünü, yüzüme getirdi. "Bana bak!" Dedi.

 

Mert'ti bu. Yaşıyordu..

 

"Bana bak!"

 

Sakin kaldığımı anlayınca konuştu. Sesi boğuk geliyordu. Ve ya kulağım duymuyordu.

"Boran Patlamanın etkisiyle birlikte Lümenli organlarından hasar almış. Ameliyata alınacak! Duyuyor musun? O ölmedi!"

 

"Ölmedi.."

 

"Ölmedi Defne."

 

Yaşıyordu.. Yaşıyorduk.

 

 

...

 

 

O günün üzerinden kaç gün geçmişti bilmiyordum ama hala aynı yerdeydim. O koridorda. Abim yoğun bakımından normal odaya alınmıştı. Helin iyiydi ve onun başındaydı. Gülden hanım ise patlama sonucundan gerçekleşen semptomlardan dolayı yoğun bakımda yatıyordu. Ciğerleri hasar görmüştü ama toparlayacaktı. O patlama da kimse ölmemişti çünkü herkes o gün oradan çıkarılmıştı. 10 kişinin yaralı olduğunu biliyordum ve Tüm Label üyelerinin tutuklandığını.

 

O patlama da biri ölmüştü.

Ben. 

Ben ölmüştüm.

Ama nefes alıyordum.

 

Bu hastane normal hastaların girişine yasaklanmıştı çünkü Boran'ın ve diğer hastaların hatta hepimizin sorguya alınması gerekiyordu. Ülke ayaktaydı. Haberciler günlerdir Hastane önündelerdi. O canavarların, canavar olduğunu sadece biz değil artık herkes biliyordu ve sorguya alınanların ifadesiyle tüm gerçekler ortaya çıkacaktı.

 

Ertuğrul bey sayesinde.

Mert sayesinde, Gülden hanım sayesinde..

 

Yanımda bir asker vardı. Su uzattı ama ben yüzüne bakmadım. "Hamileymişsin. Su iç." Dedi.

Ellerim titreye titreye aldım suyu. Yüzüne baktığımda beni Patlamadan kurtaran asker olduğunu gördüm.

 

O an doktorun bana yaklaşıyordu. Suyu içmekten vazgeçip doktora yürüdüm.

"Ameliyatın sonucunda gerçekleşen sonuçları size bildirmek istiyorum. Vücudunda ki yaralanmalar tedavi edildi. İç organlarıyla ilgili şu anlık bir sorun görmüyorum ama tabii ileride ne olacağını bilemem. Boran Beyin uzun bir tedavi süreci var. Patlamanın şok dalgası beyninde ciddi bir travmaya yol açmış. Beyin hepimizin bildiği gibi travmalara karşı oldukça hassas. Hastanızın ise hafızasını yönetmekte sorumlu olan hipokampus bölgesinde ciddi bir travma söz konusu. Şu anlık geçici mi veya kalıcı mı olduğunu bilmiyoruz ama tedavi etmekten geri durmayacağız."

 

O an algılayamamıştım.

"Anlamadım?" Dedi Hakan. "Sonuç?"

 

"Hafıza kaybı yaşıyor." Dedi Doktor.

 

"Geri hatırlayacak mı? Hatırlar değil mi? Geçici bu durum." Dedi Hakan.

 

"Henüz bilmiyoruz. Tedavi gördükten sonra anlaşılır bu durum."

 

"Ne" dediğimde Mert'in yanımda olduğunu gördüm. "Ne diyor bu Mert?"

 

"Defne." Dedi Mert.

 

"Mert! Doktor unuttu diyor. Boran, bana seni ölsem unutamam dedi Mert!"

 

Bağırıyordum ama beni kimse duymuyordu. "Unutmaz o beni. Bizi Unutmaz!"

 

"Öldürün artık beni" diye bağırıyordum.

Alev alan bir kuyuya mı atıyorlardı bedenimi? Neden yanıyordu yine bu canım! "Beni artık öldür Mert!"

 

Çırpınıyordum. Hayal kırıklarım ciğerlerime dolmuştu. Kulaklarım uğuldadı. Ne yapacağımı bilemedim ama bir daha asla o gün ki Defne olmadım.

Bu hayat Defne olmayı bana çok görmüştü.

Bende Defne olmaktan vazgeçmiştim.

 

♟️

 

4 Yıl sonra

 

Bazen güneş doğardı ama senin için değil. Senden aldıkları için. Sana vermeyecekleri için. Yine doğmuştu güneş ama yine benim için değil.

Benim güneşim için. Nehir'im için.

Yine koşarak geldi yatağıma. Arkasından yine babaannemi koşturuyordu. "Kız gel yanıma. Uyandıracaksın anneni. " Nehir'i alacakken durdurdum. Nehir ise Yeşil gözleriyle bağıra bağıra zıpladı yatağımızda. "Anne! Anne."

Sarıp sarmaladım onu. Yine babası gibi kokuyordu. Her kokladığımda canımı acıtıyordu ama bağrıma basmaktan asla vazgeçmemiştim.

 

Elinde telefon vardı kızımın. Yine sabah rutinini gerçekleştirmeye gelmişti.

"Dayıyı arayalım anne." Dedi. Mert'ten bahsediyordu. "Dayıyı mı arayalım yoksa Doğukan'ı mı?" Kucağıma oturdu ve yüzüme baktı. "Doğukan'ı." Dedi dalgalı saçlarıyla oynarken.

 

"Uyuyorlardır annecim. Sonra arayalım!"

 

"Hayır! Şimdi arayalım anne."

 

Babaannemi Mardin'den almaya gittiğim o gün yapmak istediğim tek bir şey vardı. Mihri'yi de almak.

Kapısına gidip zile bastığımda kaşı, gözü mor açmıştı kapıyı. "Mert'e gidelim mi?" Dedim. Tek bir an bile şüphe etmemişti. Benimle gelmişti. O günden sonra ise Mert'le evlenmişlerdi. Çok konuşan Mert hala yoktu ama mutlu bir Mert vardı hayatımızda. Her zaman ki gibi en çok o yanımdaydı.

 

 

Abim o patlamadan sonra asla eskisi gibi olmamıştı. Helin'le yollarını ayırmışlardı. Ona Helin'in bir suçu yok desem de 'hamile olduğunu biliyordu. Engel olabilirdi.' Demişti.

Haklıydı da. O yüzden bir daha konusunu açmamıştım.

Onların yolu ayrılmıştı.

 

Abim dünya turuna çıkmıştı. Hemde tek başına. Ayda bir yanımıza geliyordu ama daralıyorum deyip tekrar gidiyordu. Ben de çok fazla üstüne gitmiyordum.

 

Babaannem, Gülden hanım ve oğlu ile birlikte yaşıyorduk kızımla. Karşı komşumuz Mert ve Mihri'ydi ama şu anlık burada değillerdi. İfade vermek için Türkiye'ye gitmişlerdi. Arada ifade için çağrılıyorduk ama ben hiç gitmemiştim. Ertuğrul bey sayesinde burada ki konsolosluktan halletmiştik.

 

Gönüllü olarak burada resim öğretmenliği yapıyordum. Haftada sadece bir kaç kez gidip eğitim veriyordum. Ondan sonra ise evimdeydim. Ya Nehir ile uğraşıyordum ya da resim çiziyordum.

 

Nehir'in elinden telefonu alıp Mert'i görüntülü aradım. "Yine mi amınakoyayım!" Dedi Mert. Uyuyordu. Üzeri çıplaktı. Göğsünde Mihri vardı. Siyah saçlarından anlamıştım. Sus işareti yaptıktan sonra yatak odasından çıkmıştı. O an tekrar konuşmaya başladım.

 

"Üzgünüm Mert. Senin şu cadı sabahın köründe Doğukan diye tutturdu." Kamerayı Nehir'e çevirdim. "Dayııııı!"

 

"Dayıcığım kargalar bokunu yemeden ne yapacaksın Doğukanı?" Dedi Mert.

Nehir yanıma sokuldu. "Kargalar bokunu mu yiyor anne?" Dedi. Telefonu direkt alıp Mert'e kızdım. "Mert!"

Sonra Nehir'e baktım. "Şaka yapıyor kızım dayın. Mert ver sende şu oğlanı hadi."

 

Mert güldü ve Doğukan'ın yanına gitti. Mert'in oğlunu uyandırma çabalarını izledik Nehir'le. Uyanmayınca Mert oğluna tam olarak şöyle dedi. "Nehir seninle konuşmak istiyordu. Neyse konuşmayın o zaman."

Nehir mi?" Dedi doğukan'ın sesi. "Nehir! Nehir!"

Doğukan babasının kucağına çıktığında Nehir'de benim kucağıma çıkmıştı.

"Doğukan!" Dedi Nehir. Birbirilerine çok düşkünlerdi. "Buldun mu?" Dedi heyecanla. Mert'le birbirimize baktık.

 

"Bulamadım." Dedi doğukan. "Neyi arıyorsunuz oğlum?" Dedi Mert. "Nehir'in babasını." Dedi Doğukan. O an susmuştuk. Doğukan konuşana kadar yine uzaklara dalıp gitmiştim.

 

Boran Türkiye'de annesi ve ailesiyle kalmıştı. Eski hayatından eser yoktu. Bizim için yaptırdığı evde kalıyordu ama bizi bilmiyordu. Fotoğraflarımızın hepsini almıştım o evden. Bana ait hiç bir şey kalmamıştı. Hiç var olmamış gibi gitmiştim hayatından. O ise devam etmişti hayatına.

 

Tedavi oluyordu. Bir yandan ise istediği gibi Türkiye'nin her yerine Müzik okulları açıyordu. Hayalini gerçekleştirmişti ama ben olmadan.. unutmuştu beni, bizi.

Hatırlatmaya gerek yoktu.

O da öyle dememiş miydi?

"Seni sevince Babanın, babamı öldürdüğünü unuttum mu sandın?"

Şimdi unutmuştu ama artık ben unutmayacaktım.

Kabullenmiştim. İyi olduğunu bilmek bile yetiyordu.

 

"O da Türkiye'deymiş baba" Dedi Doğukan. Onun sesiyle gelmiştim kendimle.

Mert direkt konuyu değiştirdi. "Oğlum, sen nehire aldığın oyuncağı gösterdin mi?"

 

Çocuklar direkt oyuncaklara daldığında Nehir kamerayı bana getirdi. Mert, yüzüme baktı. Kameradan birbirimize bakıyorduk. "Onu gördün mü?" Dedim.

 

"Hayır ama iyiymiş. Doktor öyle dedi."

 

Doktoruyla konuşmuştu. Mert arada konuşuyordu doktorlarıyla.

 

"İyi." Dedim sadece.

 

"Şu üniversite işi ne oldu? Almanya'da yapıyoruz değil mi sergiyi?" Dedi Mert.

 

"Hayır. İstanbul'da yapacağız." Dediğimde yüzüme bakakaldı. "Emin misin? Türkiye'ye gelmek istiyor musun?" Dedi.

 

"Evet. Sergimi orada yapacağım. Ayarlayabilir misin?" Dediğimde kafasını salladı.

Nehir'in mutfaktan seslenmesiyle Mert'e kapatmak zorunda olduğumu söyledim ve normal hayatıma geri döndüm.

 

 

 

♟️

 

Otel odasında siyah, Dar ve kadife elbisemi üzerime giydim. Nehir ise masada boya yapıyordu. Bugün benim için önemli bir gündü. Neredeyse 4 yıldır hazırladığım "ZAMANIN BÖLÜNEMEYECEK PARÇASI" adlı tablolarımı sergileyecektim. İstanbulda'ydık ama Türkiye'ye girdiğimiz andan bu yana tek düşündüğüm Boran'dı. Onunla karşılaşmayı düşünmek bile içimi acıtıyordu ama bu imkansızdı. Allah bilir hangi şehirdeydi ve beni hatırlamıyordu bile.

 

Sergim 43 tablodan oluşuyordu. Hepsi Boran'la geçirdiğim anılardan oluşuyordu. Boran'la normal bir gün geçirdiğimiz o gün Boran benden yaşadıklarımızı çizmemi istemişti.

 

"Fotoğraflarını çeksek daha kolay olmaz mı?" Demiştim.

"Normal insanlar öyle yapardı." Demişti.

 

Anılar zihnimi parçalıyordu.

Unutulmasın diye, kimse silmesin diye. O isteğini ise şimdi gerçekleştiriyordum. Sadece biz değil, herkes görebilecekti.

 

Nehir ile özel bir arabayla sergi alanına gelmiştik. Sevdiğim herkes burada olacaktı. İçeri girdiğimde alkış sesi duydum. Bizimkiler de buradaydı. Hakan, Beril ve Aslan Ali.

 

Nehir direkt Aslan Ali'ye koştu. Ben ise hepsine teker teker sarıldım. Bugün benim için önemli bir gündü ve abim bile buradaydı. Çok konuşmadım ama gülümsedim. Tek tek tablolarıma baktım.

Kucağındaydım. Atlas'tan kurtarmıştı beni.

Sabah seherinde evlilik teklifi etmişti.

Yunanistan'da vurulmuştu.

Boks maçında izlemiştim onu.

Ve patlama anı.

 

Her anımızı 43 tablo haline getirmiştim. En can alıcı olanı ise Patlama anında ki net görünen Boran'ın yüzüydü. Herkes onun Boran olduğunu biliyordu ki bende kimseden saklamıyordum. O resmi bitirdikten sonra Nehir'i alıp, 'senin baban bu.' Demiştim. Kahraman'a benziyor diye bağırmıştı. O gün ilk defa babasıyla ilgili bir resim görmüştü.

O günden sonra ise benim babam bu diye herkese gösterip durmuştu.

Şimdi ise O tablonun karşısındaydım. Tüm sevdiklerimle birlikte buradaydım.

 

Nehir'in baba diye bağırışıyla ise zaman durmuştu. Atmaktan vazgeçmişti sanki. Birinin elinden tutmuş buraya sürüklüyordu. Nehir ve o adam..

Yıllarca görmek istediğim gerçek tablo karışımdaydı.

 

"Anne!" Diye bağırdı. "Babam geldi işte. Bak. O fotoğrafta ki adam."

 

O adam... Boran.

Buradaydı.

Üzerinde takım elbise değil bej bir kazak ve kot pantolon vardı.

 

"Anne." Dedi Nehir. Kendime geldiğimde Boran yüzüme bakıyordu. Hakan'a ve Beril'e baktı. Şaşkındı. Olanları sorguluyordu.

 

"Ben.. Davete gelmiştim ama Fotografta ki adama çok benzeyince kızınız.." dedi.

 

"Evet" dedim. "Ço..Çok Be..Benziyorsunuz."

 

"Tanışıyor muyuz?" Dedi Boran.

 

4 yıl sonra bile aynıydı sesi ama değişen tek bir şey vardı. Kaya gibi sert değildi..

 

"Belki." Gözyaşlarımı kadife eldivenime silip diğer elimi ona uzattım. "Ben Çağla. Çağla Dereli."

 

Elini uzattı. Yine mi dolmuştu o yoğun hisle? Yine mi Opia sarmıştı bedenimizi?

O an anlamıştım.. Asıl mesele ilk hissettiğinde değil son bakışındaymış. Ne kadar acıtırsa o kadar derinmiş.

 

Derin ve tozlu yaprakların arasını açtı Boran ve benim en sevdiğim ses tonuyla konuştu..

"Boran Kaya."

 

 

 

SON

Bölüm : 14.01.2025 10:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...