Genç kız aynanın karşısında kahverengi saçlarını tarayıp aynadaki yansımasını izlerken kendisine gülümsedi. Badem rengi gözleri ışıldayarak kendisine bakıyordu. Güzel bir kızdı bunun farkındaydı ama hiçbir zaman bununla övünmemişti. Ne zaman kendisine bu konuda iltifat edilse hep annesinin şu sözü aklına gelirdi. 'yüzün güzel olsa ne olur kızım Allah'a dua et ki bahtın güzel olsun. Ben nice güzeller gördüm ki bahtı kara.' Annesi bu sözleri öyle kederli söylemişti ki Aycan ne zaman güzelliği ile bakışsa istemsizce kendisini Allah'a dua ederken buluyordu. Güzellik geçiciydi lakin kötü bahttan kuruluş zordu. Bu düşüncelerle yine keyfi kaçtığı için oturduğu sandalyeden kalkıp hazırladığı çantasını eline aldı. Karnını doyurup hastaneye gitmesi gerekiyordu. İki yıldır kendi şehirlerindeki hastanede doktorluk yapıyordu. Mesleğini seviyordu. Yıllardır bunun için çabalamış ve sonunda başarmıştı. Bu konuda en çok da annesi ve babasına minnettardı. Onların maddi ve manevi desteği olmasaydı hayalini gerçekleştiremezdi. Onlara olan sevgisini ifade etmeye çalışsa yapamazdı.
Son kez aynada üstüne başına bakıp saçlarının üzerine mor şalını geçirdi ve kapıyı açıp odasından çıktı. Evleri iki katlıydı. Aşağı kattaki mutfaktan annesinin ve babasının sesleri geliyordu. Anlaşılan ikisi de kahvaltı masasına oturmuş kendisini bekliyorlardı. Aycan daha fazla onları bekletmemek için merdivenleri inip mutfak kapısının önünde belirdi. Tam da tahmin ettiği gibiydi. Annesi ve babası onu bekliyorlardı. Aycan kolundaki çantayı sedirin üzerine koyarken neşeyle şakıdı.
"Sabahınız hayır olsun çifte kumrular."
Onun bu neşesine karşılık karı koca gülüp aynı anda cevap verdiler.
"Senin de sabahın hayır olsun can kızım."
Aycan hissettiği açlıkla hemen yerine geçerken anne ve babasına tebessüm etti. Onların tek çocuğu olmanın en büyük avantajını yaşıyordu. Bütün sevgilerini kendi üzerinde hissediyordu. Annesinin çay bardağına çay koyduğu sırada eline çatalını alıp karnını doyurmaya başladı. Babası onu dudağındaki hafif tebessümüyle izlerken konuşarak dikkati üzerine çekti.
"Çok acıkmış benim ay kızım. Hanım sen bu kızın karnını iyi doyormuyor musun yoksa?"
Aycan babasının kendi üzerinden annesine takılmasına kıkırdarken annesi çoktan babasına lafı yapıştırmıştı.
"Çok konuşma bey! Koskoca kız oldu ay kızın, tokluğunu açlığını benden daha iyi bilir."
Aycan babasına göz kırpıp gördün mü bak dercesine baktı. Yaşlı adam başını sallarken çayını yudumladı ve sanki aklına kötü bir düşünce üşüşmüş gibi rahatsızca yerinde kıpırdandı. Bu Aycan'ın gözünden kaçmamıştı. Nedense onun da keyfi kaçmaya yüz tutmuştu. Dayanamayıp babasına hafifçe eğilerek sordu.
"Bir sorun mu var baba? Sanki rengin kaçtı birden."
Babası derin bir iç çektikten sonra elini kızının elinin üzerine koyup şefkatle okşarken konuştu.
"Suriye'nin durumu belli kızım. Siyasi karışıklıklar aldı başını gidiyor. Bir çok yere acı hakim olmuş. Senin başına bir iş gelecek diye korkuyorum. Hastanede her şey yolunda değil mi?"
Aycan babasının derdini anlayınca yüzünü asmaktan kendini alamadı. Suriye'de iç savaş başlayalı diken üstünde yaşıyorlardı. Babasının endişesine hak veriyordu. İşler bu kadar karışıkken tek başına hastaneye gidip gelmesi elbette sıkıntılıydı. Babasının yüreğini ferahlatmak için zorla tebessüm ederken konuştu.
"Yüreğini ferah tut baba. Hastanede her şey yolunda. Rejimin hastanesi olduğu için oraya herhangi bir zararları dokunmuyor. Zaten genellikle kendi askerlerini hastaneye getiriyorlar. Sivil bile sokmuyorlar."
Bu sözler babasının yüreğini pek ferhlatmamış gözüküyordu ama itiraz edecek bir söz de söylememişti. Annesinin çayını önüne koymasıyla odağını babasından çekip çayına baktı. Hastaneye geç kalmamak için hızla içine iki kaşık şeker atıp yudumladı. Hastane askeri hastane olduktan sonra bütün sağlık personeli yoğun takibat altına alınmıştı. Giriş çıkışlar çok sıkı bir şekilde kontrol ediliyordu. Rejime muhalif olan bütün doktorlar birer birer ortadan kaybılmuşken Aycan kendisini tehlikeye atmak istemiyordu. Annesi ve babasının endişeli bakışlarının altında kahvaltısını yaptıktan sonra onları yanaklarından öptü ve dualar eşliğinde evden ayrıldı. Şehre inen arabanın gelmesine iki dakika kaldığını görünce koşarak bineceği yere gelip bekledi. Araba onu bekletmeden önünde durduğunda binmeden önce son kez anne ve babasına gülümsedi ve elini salladı. Koltuğa otururken içinde beliren hissi garipse de dudaklarındaki tebbesümü bozmadı. İşine gidecek ve yoğun bir çalışma tenposundan sonra akşam anne ve babasına tekrar kavuşacaktı.
Araba orta hızda toprak yolda akarken camdan dışarıyı seyre daldı. İçini kaplayan huzursuzluk hissinden kurtulmak istercesine düzenli nefesler alıp verirken bir anda izlediği duygusu yüreğinde yer edindi. Badem rengi gözlerini arabanın ön kısmına çevirdiğinde dikiz aynasında göz göze geldiği kahverengi gözlerle içini bir ürperti esir aldı. Bu adamı çok iyi tanımasa da onun rejime çalıştığını biliyordu. Şimdi ise gözlerinin üzerinde olmasıyla yutkunmaktan kendisini alamayarak gözlerini kaçırdı. Minibüste başka yolcuların olmasıyla derin bir nefes alıp kendisini rahatlatmaya çalıştı. Hastaneye varana kadar diken üstünde yolculuk yapacağının farkında olarak çantasının kulplarını sıkı sıkıya tuttuyordu. Başına bir iş gelmesi çok da uzak bir ihtimal değildi.
Hastaneye varana kadar bir daha dikiz aynasına bakmadı ama yol boyunca izlendiğini biliyordu. Araba hastanenin önünde durduğunda rahat bir nefes alıp arabadan ilk o indi. Bir ana önce bu adamdan uzaklaşma isteğiyle yanıp tutuşuyordu. Hızlı adımlarla yürüyüp hastanenin kapısını açtı ve içeri girdi. İçerideki kalabalıkla karşılaşınca derin bir nefes aldı. Bugün de her yer tıklım tıklımdı. Savaş çıktıktan sonra ölüm Suriye'de kol geziyordu. Her yer harap olmuştu. İnsanlar evlerini barklarını terk etmek ve ülkeden kaçmak zorunda bırakılmıştı. Bütün bunlara sebep olan insanlar ise kendi çalıştığı hastanede kendisi tarafından tedavi edilmeyi bekliyorlardı. Aycan'ın vicdanı rahat değildi. Yanlış yapıyor olma düşüncesi gece uykularını kaçırıyordu.
Kendi iç hesaplaşması içerisinde gözlerini kapatıp açtı ve kendini hazır hissettiğinde kalabalık koridorda ilerlemeye başladı. Anlaşılan muhalifler tarafından bir saldırı olmuştu ve rejim güçleri kayıp vermişti. Yaralananlar da bu hastaneye getirilmiş olmalılardı. Aycan adımlarını hızlandırıp işinin başına geçmek için harekete geçti. Önce odasına geçip doktor önlüğünü giydi sonra da yaralıların tedavi edildiği acil servise geçti. Hastane sistemi karma karışık olmuştu. Her yerde bir yaralı ve başlarında sağlık görevlileri vardı. Doktor sayısı az olduğu için sıkıntı çekiyorlardı. İlk gördüğü yaralının yanına yaklaşıp durumuna baktı. Vücuduna şarapnel parçaları isabet etmişti. Ellerine beyaz eldivenlerini geçirip hemen müdahale etmeye başladı. Yanına yaklaşan hemşireden bilgiler alırken hastanenin kapısından gelen yüksek seslerle elindeki işi hemşireye devredip yönünü gelen kişilere çevirdi. İçeri bir grup adam girmişti. İçlerinden biri ağır yaralı gibi duruyordu. Yaralı adamı kollarından tutan kişiler boş bir yatak ararken içlerinden biri bağırdı.
"Bir doktor acil buraya baksın!"
Aycan onlara son kez baktıktan sonra kendi hastasına müdahale etmeye başladı. O işine dalmış müdahale ediyorken yanına yaklaşan sert adımlarla dikkati dağılırken kolunu turan elle tamam bırakmak zorunda kaldı. Kolunu tutan adama dönüp soran gözlerle bakınca adam konuştu.
"Yaralı var, acil diyoruz değil mi doktor!"
Aycan adamın öfkeyle parlayan kahverengi gözlerine bakıp cevap vermeden önce derin bir iç çekti. Böylesi adamlar zorluk çıkarmadan edemezlerdi.
"Gördüğünüz üzere meşgulüm. Tedavi bekleyen bir hastam var."
Adam onun bu söylediklerini önemsemediğini belli edercesine kaşlarını çattı ve kendi getirdikleri hastayı işaret etti.
"Orada yatan adamın kim olduğunu bilmiyor musun sen doktor?"
Aycan yatakta bilinçsizce yatan adama üstün körü bakıp başını hayır dercesine salladı.
"Bilmiyorum. Bilsem de bir şey değişmez. Ben doktorum, hastalarım arasında ayrım yapmam!"
Adam bu sözleriyle öfkelenip kolundaki baskıyı daha çok arttırırken konuştu.
"O adam komutan Mirşah! O bir kahraman! Eğer şimdi onu iyileştirmezsen ölür ve sen de bunun bedelini ağır ödersin doktor!"
Aycan kolundaki acıyla yüzünü buruştururken dolan gözlerini kırpıştırdı. Biraz daha bu adam kendisini oyalarsa her iki yaralı da kan kaybından ölürdü.
"Bakın beni anlamaya çalışın. Ben meşgulüm hastanede mutlaka müsait bir doktor vardır. Burada durup tartışmanın komutanınıza faydası olmaz zararı olur."
Adam sıkılmışçasına ofladıktan sonra Aycan'ı kolundan çekiştirip komutan Mirşah'ın yattığı yatağın yanına getirdi.
"O hastaya başka doktor baksın. Sen Mirşah komutanla ilgileneceksin!"
Aycan bu inatçı adamdan kurtulamayacağını anlayıp yanındaki hemşireye talimatlar verdi.
"Ben bu yaralıyla ilgileneceğim. Sen diğer yaralı için başka bir doktor bul Esma!"
Hemşire onun isteğini yerine getireceğini, baş sallama hareketiyle gösterip yanından ayrıldı. Aycan elimdeki kanlı eldivenleri başka temiz eldivenlerle değiştirdikten sonra gizemli yaralıya müdahale etmeye başladı. Başında kukuman kuşu gibi bekleyen adamların gözlerinin üzerinde olması dikkatinin dağılmasına sebep olsa da güç bela gerekli müdahaleyi yaptı. Kurşunlar hayati noktalarına isabet etmediği için kısa sürede toparlanırdı ama çok kan kaybetmişti. Her ne kadar kan takviyesinde bulunsa da bir süre hastanede kalması onun yararına olurdu. Amaliyathaneler dolu olduğu için steril bir ortam sağlayamıyorlardı. Bu adamın amaliyatı da bu şekilde olmuştu.
Aycan üzerindeki amalithane kıyafetlerini çıkarırken kendisine merakla bakan adamlara cevap vermek için yönünü onlara döndü.
"Amaliyatı iyi geçti lakin hastane koşullarından dolayı amaliyathanede yapamadığımız için enfeksiyon kapma riski var. Sizde bir an için başından ayrılmadığınız için bu risk yüksek."
Adamlardan inatçı olanı öne çıkıp dik dik bakan gözleriyle Aycan'ı rahatsız edercesine konuştu.
"Dua et öyle bir risk oluşmasın doktor. Yoksa o güzel yüzünü büyük bir zevkle çizerim!"
Aycan adamın tehdidiyle sertçe yutkunurken korkudan kısık çıkan sesiyle konuştu.
"Ben elimden geleni yaptım. Gerisi artık onun direnciyle alakalı."
Adam elini ortadan kaybol dercesine savurup Aycan'ı itti. Dengesini zor sağlayan kadın gözlerinden akmak için ısrar eden gözyaşlarını içine akıtarak yanlarından uzaklaşırken, arkasından kendi hakkında konuştuklarını işitti.
"Mirşah komutandan bize kalmaz. Boşuna hayal kurma."
Aycan bu sözlerle dehşete düşerken başına nasıl bir bela aldığının hâla farkında değildi. Bütün hayatını değiştirecek olan adamı eğer az önce amaliyat etmeseydi belki güzel bir hayat sürdürebilecekti.
Titreyen vücuduna söz geçiremiyordu. Adamların o korkunç sözleri kulağında çınlayıp duruyordu. Yorgunluğu da cabasıydı. Hastaneye geldiğinden beri bir an olsun boş durmamıştı. Aklındaki korkunç sesleri susturmak için kendisini işine vermişti. Şimdi ise bedeni adeta isyan ediyordu. Ağrıyan bacaklarını ve kollarını sıvazlarken üzerindeki doktor önlüğünü çıkarıp bir köşeye koydu. Akşam olmuş eve gitme vakti gelmişti. Yavaş hareketlerle hazırlanıp odasından çıktı ve elindeki çantasını omzuna takarken hastanenin çıkış kapısından geçti. Sabahki servis yine hastanenin önünde bekliyordu. He ene kadar sabah yaşanan rahatsız edici olaydan sonra o arabaya binmek istemese de mecburdu. Evi hastaneden uzaktaydı.
İsteksiz adımlarla merdivenleri inip servise yürürken şoförün keskin kahve gözlerini yine üzerinde hissetti. Korkudan bedeni titrerken arabaya bindi ve en arka koltuğa oturdu. Burada şoförün taciz eden gözleriyle karşılaşmayacağını umut ediyordu. Araba yavaştan dolmaya başlamıştı. Beklenen son kişilerde geldiğinde servis hareket etti. Aycan diken üstünde oturuyormuşçasına rahatszılık hissediyordu. Sağ salim eve varmak için içinden dua edip duruyordu. Bugün haddinden fazla bu duygunun esiri olmuştu. Başına bir işin gelmesinden delicesine korkuyordu. Belli de babası ve annesi haklıydı. Ülke bu kadar karışmışken kimin ne olduğu belli değilken hastaneye gidip gelmesi kendisini tehlikeye atmaktan başka bir şey değildi. Güzelliğinden dolayı dikkatleri üzerine çekmek zor değildi. Birisi musallat olsa kendisini koruyacak gücü yoktu. Birden aklına çantasının içine koyduğu neşter geldi. Zor durumda kaldığında gerçekten onu kullanabilecek miydi?
Koltukta iyice aşağıya kayarak akşam karanlığında akıp giden yolu izledi. Gözleri yoldaydı ama her duruma karşı da kendini hazırlıklı tutuyordu. Sonunda evinin yokuşunu gördüğünde rahat bir nefes aldı. Bir an önce araçtan inmek için can atıyordu. Araba yokuşu çıkınca yerinde hareketlendi ve ayağa kalktı. Birazdan inecekti. Şoför koltuğuna doğru yürüyüp cüzdanından parayı çıkartı ve adama uzattı. Düz çıkan sesiyle:
Adam ilgili gözlerini ona çevirip önce uzattığı parayı eline aldı. Sonra ise yüzünde beliren pis sırıtışla önüne döndü. Aycan pencerenden evini gördüğünde arabanın artık durması gerektiğini söyledi tekrar. Lakin adam duymamazlıktan geldi. Kızın içini bir endişe ele geçirdi. Beyninde tehlike sinyalleri çalıyordu.
"Ne yapıyorsun sen, evimi geçtik? İndir beni hemen!"
Adam dudağında bir ıslıkla dikiz aynasından ona baktı. Aycan'ı iyiden iyiye korku esir aldığında eli refleksle çantasının içine kaydı. Sertçe yutkunurken eline değen soğuk metali iyice kavradı. Bir yandan da servisin için de gözlerini gezdiriyordu. Arabada şoförle birlikte üç tane adam vardı. Hiçbiri de tekin insanlara benzemiyordu. Aycan dehşete düştü. Şoföre iyice yaklaşıp bağırdı.
Adamın yüzündeki tebessümü yavaştan yok olurken dikiz aynasından arkadaki adamlara kaş göz işareti yaptı. Adamlar tam aldıkları talimatla ayaklanıyordu ki Aycan elinde sıkıca tuttuğu neşteri adamın boynuna bastırdı.
"Eğer bir adım dahi atarlarsa ke*erim gırtlağını!"
Elinin altındaki adam, korkudan titrerken öfkeyle bağırdı.
"Sen eceline mi susadın kadın! Hemen bırak beni!"
Aycan neşteri daha derin bastırırken sızan kan adamın boynundan doğru aktı. Aycan kararlı çıkan sesiyle tekrar konuştu.
Adam kanın akmasıyla iyiden iyiye korkup arabayı durdurdu. Aycan arkada her an saldıracaklarmış gibi duran adamlara sertçe bakıp:
"En arka koltuğa geçin, hemen!" diye bağırdı.
Adamlar kararsız kalsalarda homurdanarak arka koltuğa geçtiler.
Aycan elindeki neşterin baskısını birazcık hafiletirken:
Adam onu ikiletmeden kapıyı açtığında Aycan içinden şükretti. Adrenalin bütün vücudunu ele geçirdiği için mantıklı düşünmesi zorlaşıyordu. Bu sebeple bir an önce arabadan inmeliydi.
"Şimdi ben ineceğim siz de basıp gideceksiniz! Tamam mı?"
Adam korkuyla başını salladığında Aycan nefesini tutup hızla neşteri adamın boynundan çekti ve arabadan atlayıp süratle koştu. Neşteri hala elinde sıkıca tutuyordu. Yaşadığı korku bacaklarını titretirken olabildiğince hızlı koşmaya çalışıyordu. Arada bir arkasına dönüp geliyorlar mı diye bakmayı da ihmal etmiyordu. Sonunda harmanlarına girdiğinde derin bir nefes aldı. Koştuğu için nefes nefese kalmıştı. Gözlerinden akan yaşlarla evin kapısına yaklaştığında titreyen dizleri daha fazla dayanamadı ve yere yığıldı. Gözyaşlarının ıslattığı yanaklarına yapışan saçlarını, eliyle çekerken elini son anda ağzına kapatarak hıçkırığını tututabildi. Az önce ne yaşamıştı böyle. Ya neşteri çantasına koymasaydı hali ne olurdu.
Bir süre oturduğu yerde sessizce ağladı. Anne ve babasına yaşadıklarını söyleyip söylememe konusunda kararsızdı. Bu yaşa kadar onlardan bir şey gizlememişti. Şimdi de gizlememeliydi. Böyle bir saldırıdan haberdar olmaları kendi fayadasına olurdu. Lakin şimdi söylemeyecekti. Yarın ilk iş hastaneye gidecek ve istifasını verecekti. Daha fazla kendisini tehlikeye atamazdı. Gözyaşlarını silip elimi yüzünü yıkamak için kapının hemen arka yanında kalan çeşmeye adımladı. Musluğu açıp soğuk suyu yüzüne her çarptığında biraz daha sakinleştiğini hissetti. Gözlerinin kızardığına emindi ama yapacak bir şey yoktu. Soğuktandır diyip geçiştirecekti.
Çeşmede işi bitince kapıya dönüp çantasından anahtarı çıkardı ve kapıyı açtı. İçeri girdiğinde yüzüne vuran sıcaklıkla güvende olduğunu hissetti. Gözlerinde akmak isteğiyle yanıp tutuşan gözyaşlarını gözlerini kırpıştırarak bertaraf etti ve üst kata çıkan merdivenleri tırmandı. Anne ve babası tahmin ettiği gibi sedirlerin üzerinde oturmuş sohbet ediyorlardı. Onların aşklarına ve muhabbetlerine her zaman imrenmişti. Geldiğini ilk gören babası oldu.
"Benim ay kızım gelmiş. Nerede kaldın kızım bu saate kadar? Meraktan öldük."
Aycan yüzüne yalancı bir tebbesüm yerleştirip babasına cevap verdi.
"Bugün çok yoğunduk baba. Benim dinlenmem gerekiyor. Size Allah rahatlık versin."
Annesi hızla yerinden kalkıp hüzünle konuştu.
"Yemek yemeden mi yatacaksın?"
Aycan başını güçlükle sallayıp anne babasını arkasında bıraktı ve odasına geçti. Üstünü bitkinlikle çıkarıp yatağına girdiğinde gözlerine akın eden gözyaşlarını serbest bıraktı. Bugünü hiçbir zaman unutamayacaktı. Bundan sornaki günlerde ise kabusu yaşayacaktı. Sabah olduğunda tuttuğu güvenli bir araçla hastaneye gidip istifasını verdi ama Mirşah dene adamın askerleri ona engel olup komutanları iyileşmeden hiçbir yere gidemeyeceğini söylediler. Aycan el mecbur kabul etmek zorunda kaldı. Bir kaç gün sonrasında ise Mirşah iyileşti ve kendisini hayata bağlayan Aycan'ı gözüne kestirdi. Onu hastaneden kaçırdığında ise anne babası bir daha ondan haber alamadı. Sanki kızları hiç yaşamamış gibi sırra kadem basmıştı.
Bölümü daha uzun tutacaktım ama sizi daha fazla bekletmek istemedim.
Bu bölüm Aycan'ı kaleme döktüm. Onun Mirşah ile nasıl karşılaştığının birinci kesitini okudunuz. İnşallah beğenmiştirsiniz.
Bir bilgi vermek istiyorum bu arada.
Bedenlere Tutsak'a sonra Aycan'ın hikayesini yazacağım.
Aycan - Oğuzhan - Mirşah
Bu üç karkaterin çatışmasını ele alacağım. Bence çok ilgi çekici bir kurgu olacak.
Diğer bölüm asıl karakterlerimize döneceğiz.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
11.05k Okunma |
855 Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |