10. Bölüm

10. Bölüm: "Piyon-lar"

Selene Nox
seleneisadark

Her adımın birbiri ardına tekrarı olurdu. Bir başkası için dökülen gözyaşları kiminin mutluluğuna sebep olurdu. Gülçehre Dalkıran böyle bir kadındı. Bir başkasının döktüğü gözyaşını yüzünde koca bir gülümseme ile karşılayarak o gözyaşının verdiği acı tadı dilinde hissetmek isteyecek türden bir kadındı. Onu tanıyordum. Aslında hatıralarının içinde o da beni tanıyordu.

O, unutmuştu.

Ben, unutmamıştım.

Kahverengi ahşap duvarların olduğu koridorda, odasının kapısı beyaz renkteydi. Kapıyı usulca aralayarak içeriye doğru yürüdüğünde adımlarım onu takip ediyordu. İçeriye girdiğimde ardımdan kapıyı kapattım. Odası beyaz renkteydi. Kimine göre masumiyetin rengi, kimine göre kefenin rengi.

“Aden değil mi?” Boy aynasının yanında, kocaman çekmeceli bir makyaj masasının önündeki pufun üzerine otururken mırıldandı. “Evet, Gülçehre Hanım.”

“Kaç yaşındasın Aden?”

“Yirmi beş yaşındayım.” Sarı kaşları yukarıya doğru kalkarken, bacaklarını üst üste attı. Onun tam karşısında ayakta duruyordum ana bana olan bakışları buna rağmen daha alçakta olduğumun kanıtı gibiydi.. “Ah, küçükmüşsün.”

Bir elini yüzüne götürerek sivri tırnağını yanağı boyunca gezdirdi. “Sence ben kaç yaşındayım?” Yüzümde bir gülümseme belirirken, “Ah, siz de mi yirmi beş yaşındasınız?” diye mırıldandım. Kafasını geriye atarak yüksek sesle bir kahkaha attığında gözlerime ulaşamayan gülümseme bir anlığına da olsa yüzümden silindi. “O kadar genç mi gösteriyorum?”

Yan tarafındaki aynaya dönerken, aynadaki yansımasını incelemeye başladı. “Hayır aslında daha yaşlıyım. Otuz bir yaşındayım.”

Savaş Yiğit ile aynı yaşta.

“Cidden mi?” diyerek şokla mırıldandığımda bir anlığına da olsa aramızdaki resmiyeti unutmuş gibi yaptım. Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. “Evet, evet.” Kibri halen yerli yerindeyken, gözlerimde bıçağını bilemiş avcının görüntüsü vardı.

Kafasını çevirip bir anlığına da olsa gözlerimin içine baksa kim olduğumu görebilirdi.

Gözlerini aynadaki görüntüsünden memnun bir şekilde ayırarak bana doğru çevirdiğinde, tekrardan beni incelemeye başladı. “Ama sen daha gençsin.” Mırıldanan ses tonuyla devam etti. “ Toysun.” Boğazımdan bir yutkunma geçti. Odada sadece ikimiz vardık.

Gözlerindeki bakışlar değişmeye başlarken mırıldanmaya devam etti. “Halen..pürüzsüzsün.” Derin bir nefesi ciğerlerine doğru çektiğinde sözlerini kafasının içinde toparlayamıyor gibiydi. Pufun üzerinde olan ellerini kaldırarak birbirine sıkıca kentlenirken, avuç içlerimden terler akmaya başladı. Birkaç dakika gözlerindeki ifadenin değişmesini umarak geçirdim. S*ktiğimin karısı yine kafasının içinde kendi kendine konuşmaya başlamıştı.

“Savaş’ın odasındaydı.” Gözlerindeki boş bakışlarla bana doğru baktığında, kendi kendine konuşuyordu. -Dı, -dın değildi. Gözlerini kırpıştırırken, “Seni buraya neden çağırdım?” dedi.

“Neden efendim?”

“Savaş için.” Yüzümde hiçbir değişiklik oluşmazken, kendini bu kadar açık ifade etmesini beklemiyordum. “Savaş, bizim için önemli. O, Varkol’un en önemli isimlerinden biri.”Yüzümde ufak bir gülümseme oluştu. “Onun tüm hayatından bizler sorumluyuz tabi ki. Ne de olsa pek çok iş ile uğraştığından bazı şeyleri unutuyor.”

Gülçehre Hanım’ın yüzünde tekrardan tatminkar bir ifade oluşurken kibirli ruh haline geri dönmüştü. Kafasını sağa yatırdı. “Bazen kahvaltı yapmayı unutuyor,” sola yatırdı, “Bazen uyumayı unutuyor.” Gözlerini gözlerime çevirdi. Ama yine de göremedi. “Bazen de aynı masada oturmayı unutuyor.”

“Bu süreçte bu hatırlatmaları bana yapmanı istiyorum. Kahvaltını yapmadığını, uyumadığını, konağa gelmediğini ve aynı masada oturmadığımızı. Bu tip şeyleri bana söylemelisin.”

Kafamı onaylarcasına sallarken, “Peki efendim.” Dedim. Yüzünde histerik bir gülümseme oluşurken, “Hiç de zorluk çıkarmıyorsun.” Zorluk çıkarmamı dileyeceğini biliyorum, seni sadist kadın. Ben de ona yüzümde ufak bir gülümseme ile ona baktım., “Çıkabilirsin.” Dedi.

Adımlarımı düzenli bir şekilde kapının ardına götürdüğümde, ayağa kalkarak aynanın karşısına geçerek kendine bakmaya başladı. Bu onun için bir rutindi. Kapıyı hızlıca kapatırken, hızlı adımlarla merdivenlerden inerek mutfağa girdim. Leyla masanın üzerinde elma soyarken beni görünce hızla ayaklandı. “Aden, halledebildin mi?”

“Hallettim, hallettim.” Cebimden telefonumu çıkarırken fotoğrafını çektiğim parfümü ona gösterdim. Yüzünde koca bir gülümseme oluşurken bana doğru baktığında, yerinde zıpladı birkaç kere. “Var ya, çok sağol. Ben olsam kesin yakalanırdım.” Kollarını bana dolayark, beni sarstı.

“Emin ol sen olsaydın yakalanmazdın.” Diye mırıldandım onun kollarının arasından çıkarken. “Ha?” Bana gözlerini kırpıştırarak bakarken kafasının karıştığını anlayabiliyordum. Bazen bu evde nasıl hayatta kalabildiğini merak ediyordum.

“Yiyecek bir şeyler var mı? Karnım çok acıktı.” Buzdolabının kapağını açıp içine göz gezdirdim. “Biraz sarma olacaktı, ısıtayım senin için.”

“Yok, soğuk seviyorum zaten ben sarmayı otur sen.” Elimle oturması için işaret ederken, onuz silkerek sandalyeye oturdu. Sarmayı dolaptan çıkarıp tencerenin kapağını açarken, içinden sarmayı alarak ayakta yemeye başladım.

“Leyla, Leyla! Odama gel.” Gül Hanım yukarıdan bağırmaya başlarken gözlerimi devirdim. “Ne istiyor acaba?” diye mırıldandım sarmayı yerken.

“Geçenlerde Barış Bey’e iğne yapacak doktor arıyorlardı, bulamadıkça sinirleniyorlar.” Kaşlarım çatıldı. “Neden doktor arıyorlar ki?”

“İğne yapacak birini bulamıyorlar da ondan,” yüzünde kararsız bir ifade oluşurken konuşmaya devam etti. “Barış Bey biraz.. sinirleniyor.” Sarmayı dudaklarımın arasından içeri gönderip tamamen ağzımın içine alarak çiğnemeye başladım. İğne yapacak biri ha?

“Leyla!” Leyla da gözlerini devirirken, merdivenlere doğru yönelmeye başladı. Sarmaları yemeye devam ettiğimde, telefonum çaldığında küçük tencereyi bir kenara bıraktım. Feyyaz’ın ismi ekranda parlarken yanıtladım. “Alo?”

“Her ne yapıyorsan bırak.” Telefondaki sesi keyifli gelirken, arkadan yükselen kahkaha sesleri ile devam etti. “Kimi bulduğuma inanamayacaksın.”

🩸🩸

Adımlarımı koştururcasına atarken Varkol’un tekin olmayan sokaklarındaydım. Önümdeki yıkılmaya yüz tutmuş o evin kapısı benim için aralandığında içeri girdim. Feyyaz yüzünde kocaman gülümseme ile bana bakarken, “Başka bir yer mi bulamadın Feyyaz?” dedim.

“Gel gel, neresi olduğunun bir önemi yok.” Hava kararmaya başlamıştı. İçeride gün batımının bir kısmı turunculuğu ve kırmızılığı ile iz bırakırken onu takip ettim. Gözleri ile bana bakıp önümden çekildiğinde, gördüğüm bedenle beni alelacele neden buraya çağırdığını anladım.

“Bakın burada kim varmış.” Adımlarımı onun sandalyeye bağlı bedeninin önüne götürdüğümde, “Sinan Yekman.” dedim.

Yüzümde gerçek bir gülümseme oluşurken dizlerimin üzerine çökerek yüzüne doğru baktım. Yüzünde bir gözü kapanmaya yakın, yer yer bir çok yaradan kan sızıyorken gözlerinde boş bakışlarla bana bakıyordu.

“Bizim sokaktaki çocuklar bulmuş. Bir ara Devran’dan ot almaya gelmiş, ne kadar içmiş baksana keş gibi. Ötmedi.” Feyyaz sinirli ses tomula konuşurken yüzünün onun eseri olduğunu anlamış oldum.

“Şşt.” Diyerek işaret parmağımla onu dürttüğümde kafasını dik tutamıyordu. “Ayıltacak bir şey yok mu? Verelim.”

“Verirsek birkaç dakikadan fazla dayanamaz.” Feyyaz’a doğru baktığımda elini boğazına götürüp keserek, dilini dışarı doğru çıkarıp kafasını önüne düşürdü. “Bana birkaç dakika gerekli. Sonuçta bu zamana kadar zaten bir ölüydü değil mi?” Keyifle mırıldanırken Sinan Yekman’dan gözlerimi ayırmadım.

Feyyaz kafası ile etrafımızda olan çocuklardan birine işaret verdiğinde çocuk cebinden bir iğneyi çıkararak Sinan Yekman’ın koluna doğru bastırdı. “Iıh.” Sinan inlercesine sesler çıkarırken, gözlerimi kırpıştırarak açtı. Gözlerinin akında damarları belirginleşmeye başladı.

“Sinan Yekman, bak tekrar karşılaştık.” Sesimdeki keyifli tonlama ile konuşmaya devam ederken, bana bakışları biraz anlam kazanmaya başladı. “Sen kimsin lan?!”

“Tanımadın mı beni? Üzüldüm bak şimdi.” Bir elimi göğsüme doğru bastırdığımda dudağımı büzerek ona baktım. “Benim ya, piyano öğretmeni.” Halen anlamsızca yüzüme bakarken devam ettim. “ Aden.”

“Siktirin gidin ucube konağa.” Kafasını geriye doğru yatırdığında, aldığı şeyin etkisini bastırmaya başladı. “Duydum ki o ucube konakta, küçük çocuklara zarar vermeyi seviyormuşsun.”

Gülmeye başlarken, yüzünü bana doğru yaklaştırdı. “Hiçbir şeyden haberin yok mu?” Yüzüne bakmaya devam ettiğimde yüzündeki gülümseme büyüdü. “ Siktir kimse sana söylemedi mi?” Kaşlarım anlamazcasına çatılırken ona bakmaya devam ettim. “O aile sosyapatlardan oluşuyor. O Gülçehre denen var ya, o kadın..” Kafasını iki yana doğru sallamaya başladı.

“O kadın manyağın teki. Ben o çocuğa bir şey yapmadım.”

“Yalan söyleme, o çocuğun koluna bastırdığın makasın izlerini gördüm.”

“Evet sen gördün çünkü izliyordun. O evde başkaları da bunu izliyordu. Sence kimsenin haberi olmadan öyle önemli bir çocuğun bedeninde nasıl izler bırakırım?”

“Çok mantıklı konuşuyorsun. Hiçbir şey içmedin değil mi?” Ona kınarcasına baktım. Dudaklarının arasından bir kıkırdama kaçtı, arkamda dikilen Feyyaz’a doğru baktığında “Sizinkileri kandırmak oldukça kolaydı.”

“O çocuğa zarar vermeni kim söyledi?”

“Evdeki herkes.” Savaş’ın böyle yapıyor olması olanaksızdı. Kaşlarımı yukarı kaldırarak ona baktım. “Savaş Dalkıran hariç.”

“Garip.” Ağzımdan kelimeler mırıldanırcasına firar etti. “Garip mi? Tek düzgün şeyleri bu. O manyak anne kız daha neler yaptırmak istedi bana biliyor musun? Hele de..” dişlerini sıktığında devam etmesini bekledim. Yüzü sertleşirken dudaklarının arasından kan sızmaya başladı.

“Ne oluyor lan?!” dediğinde ben de arkamı dönerek Feyyaz’a baktım. “Ne var? Sana dedim birkaç dakikaya gider diye.” Sinan Yekman’ın başı öne doğru düşerken yüzümdeki ifade değişmeden durdu. Ne de olsa ilk kez ölü bir beden görmüyordum.

“O karı manyak dedim sana.” Deyyaz arkamdan haıflanırcasına konuşurken ayağa kalktım. “Demedin öyle bir şey Feyyaz.” Ona doğru yürürken konuştu. “Dedim say, ben de birkaç şey öğrendim.”

“Ne?”

“Meğer Gülçehre Hanım önceden evlenmiş.” Adımlarımı durdururken ona doğru döndüm. “Hem de tahmin et kiminle?”

“Kiminle?”

“Barış Dalkıran.”Elimle şaşkınla dudaklarımın üzerine götürürken “Şaka.” Dedim . “Yok valla değil. Manyak karı evliyken ne yapmış bilmem ama Barış Dalkıran bundan boşanmış. Boşanmadan iki gün sonra ne olmuş tahmin et.”

İşte bunu tahmin ederdim. “Yangın çıkmış.” Kafasını onaylarcasına salladı Feyyaz. “Bu aile manyak Aden, Çağlayan bile bunun yanında normal sayılır. Gel yol yakınken vazgeç.”

Gözlerimi yıkık dökük duvarlarda gezdirirken, evin içerisinde yer alan birkaç çocuğa gözüm çarptı. Kimi sandalyede artık nefes almayan bedene doğru bakarken, bazıları da merakla bize doğru bakıyordu. “Sence bu normal bir oyun mu Feyyaz?”

“Senin için her şey bir oyun Aden.”

“Benim için her şey bir oyun. Ama artık anladım bu benim için bir oyun değil.” Derin bir nefesi ciğerlerime doğru çektim. “Bu benim için bir kumar. Hayatımı ortaya koyduğum bir kumar.”

“Sonunda öleceksin.” Aslında ölmeyecektim. Bunu en başında biliyordum. Çağlayan Konağından sapasağlam çıkmış bedenim bir Dalkıran konağından da sapasağlam çıkabilirdi. Ama bu defa belki yaşayan bir ölü olacaktım.

“Hadi gidelim.” Yıkık dökük evin içinden çıkarak karanlığın esir aldığı o sokağa adımımızı attık. Yan yana yürüdüğümüz o adımlarda birkaç dakikanın ardından, herkesin hakim olduğu ancak herkesin giremediği o sokaktaydık.

“Sana şu elbiseyi alayım mı?” Feyyaz’ın işaret ettiği elbiseye baktım. Balon kolları olan, altında tarlatanından dolayı gelinlik havası veren göğüs kısmının göbeğe kadar ince bir çizgi halinde indiği kirli beyaz bir elbiseydi.

“Hadi alsana çok beğendim.” Ellerimi kollarına dolayarak onun kolunu sarstım. “Şaka yaptım.” Onu dinlemeden onu sarsmaya devam ettiğimde, “Kız şaka yaptım. Param nasıl yetsin ona.” Kolunu bırakarak ona baktım, düşen yüzümü görünce omzumun üstüne kolunu attı. . “Sana ben bizim Adem’in yerinden bir iki parça alırım.”

Onunla konuşmadan vitirindeki elbiseye tekrar baktım. Beyaz elbisenin üzerinde yer alan elmas şeklindeki mücevherler gözlerime eşsiz parıltılarını dolduruyordu. Adımlarımı vitrinin önüne doğru atmaya başladım. Tıpkı bir gelinlik gibi…

“Hanımefendi, eğer içeriye adımınızı atmayacaksanız vitrinin önünden çekilir misiniz?” Gözlerim hala elbiseye doğru bakarken, gözlerim yine vitrinden görünen görüntüme kaydı. Bebek mavisi, Adem’in yerinden ucuza aldığım bir elbiseydi.

“Sana içeriye gelemeyeceğimi düşündüren ne?” Kafamı ona doğru çevirirken, yüzümde soğuk ve sert bir görüntü vardı. Satıcının yüzünde şaşkın bir ifade oluşurken bana gözlerini kırpıştırarak baktı. Onun üzerinde yer alan açık mavi yakalı iş kıyafetine ve siyah pantolonuna aşağılayarak bakarak önüne bir adım attım.

“Sen bu görüntüne bakmadan beni aşağılayabileceğini mi düşündün?”

“Ben..” diyerek mırıldanmaya başlarken yüzünde telaşlı bir ifade yer aldı.

“Bir sorun mu var?”

Feyyaz’ın donuk ses tonu arkamdan gelirken kızın bir dakika öncesinin aksine önünde saygıyla birleştirdiği ellerine baktım. Burnumdan alaylı bir nefes vererek arkamı döndüm. “Gidelim.” Feyyaz arkamdan kararlı adımlarla gelirken, “Çağlayan’larla olsaydın sana böyle davranmazdı.”dedi.

“Bana kimse böyle davranamaz.” Hızla arkamı dönüp kahverengi gözlerinin içine baktım. “Ama bir Çağlayan olduğum için değil, Aden olduğum için.” Dudağının tek tarafı kıvrılırken omuz silkti. Yüzündeki ifade öyle düşündüğümü ama aslında bunun gerçekleşmediğini haykırıyor gibiydi. Bakışlarım üzerindeylen, gözlerim onun omuzunun üstünden görünen kişiye kaydı.

Savaş Yiğit Dalkıran.

Elindeki sigarayı kalın dudaklarının arasına götürürken, derin bir nefesi ciğerlerine çekti. Üzerindeki takım elbisenin ceketi siyahtı. Sağ üst cebinden, yan cebine uzanan gold renginde bir zinciri vardı. Belli ki gerçek altındı. Yere bakan gözleri üzerinde bir çift göz hissetmiş gibi benim olduğum tarafa doğru döndü.

Saklanmadım. Gözlerimiz buluşurken, onun koyu kahve gözlerine bakmaya devam ettim. Yanında sarı bir elbise giymiş kadın koluna girdi. Gözlerimiz halen birbirindeyken buraya, bana doğru adım atmaya başladı. “Ama merak etme, senin için o elbisenin aynısından diktirmezsem bana da Feyyaz demesinler.” Feyyaz’ın sırtı onun görüş alanındayken, bakışları bir an için Feyyaz’a kayacak sandım. Ama ona bakmada, gözleri gözlerimdeyken bana doğru adımlamaya devam etti.

Dudaklarımı selam vermek için aralarken, adımları duraksamadan yanımdan geçip gitti. Önünde olduğumuz mağazaya kolundaki kadın ile beraber girdiğinde bakışları artık üzerimde değildi. Feyyaz arkasını dönerken kime baktığıma baktı.

“Kime bakıyorsun sen?”

“Hiç kimseye, hadi künefe yiyelim de dağılalım sonra.” Feyyaz arkamdan hızlı adımlarla beni takip ederken, kızın az önce gördüğüm beyaz elbiseyi Savaş’a gösterdiğini gördüm.

Biri yiyen olurdu biri de bakan. Belki de Feyyaz haklıydı, bir Çağlayan olarak kalsaydım o elbise ve daha fazlası benim olurdu.

Künefeyi yedikten sonra Feyyaz giderken, hesabı ona ödetmenin keyfi içindeydim. Ne de olsa son kuruşlarımı da ona yedirecek halim yoktu değil mi? Başım önüme doğru eğildiğinde, kafamı sert bir yere çarpmamla adımlarımı durdurdum. “Ah.” Kafamı tutarak başımı kaldırdığımda karşımda Savaş Yiğit vardı.

Tamam, bunu planlamamıştım.

Yüzümde dişlerimi gösteren koca bir gülümseme oluşurken “Selam.” Dedim. Kaşlarını kaldırarak bana bakarken, gözleri gülümsememe takıldı. Gözlerimi yanına çevirdiğimde az öncenin aksine yanında kimse yoktu. “Birini mi arıyorsunuz?”

“Hm?” Gözlerimi ona çevirdiğimde kafamı hayır anlamında iki yana salladım. Başını onaylarcasına sallarken gözleri halen üzerimdeydi. “Geziyor musunuz?”

Bu nasıl bir cümleydi. Geziyor musunuz ne? Neden bunu söyledim ki? “Sanırım evet. Ya sen?”

“Ben eve geçiyorum. Künefe yedim az önce.” Kafamı yana doğru çevirirlen dişlerimi sıktım. Gereksiz bilgi verme demiştik değil mi? “ Sanırım tek başına değildin.” Dedi bana bakarken.

“Hayır bir arkadaşımla beraber yedim.”

“Beraber künefe yiyebildiğin bir arkadaş.”

“Evet.” Kaşlarım hafifçe çatılırken yüzüne baktım. Künefe yemiş olmam gerçekten bu kadar garip miydi? “Cemal’in yiğeniydin değil mi?” Bugün işleri kurcalama günü müydü?

“Evet.” Teknik olarak hayır. Ama yiğeni gibi görüyordu beni ne de olsa. “Cemal güvenilir biridir.”

Bana bakan gözleri kısılırken, bir adım yaklaştı, “Ama sen öyle değilsin değil mi?” Bana doğru eğildiğinde sakallı yanağında saç tellerimden tutamlar belirdi. “Çağlayan.”

Biliyordu.

“Ne de olsa işe daha yeni başladım Savaş Bey.” Gözlerimi çevirip gözlerine baktım. “Ama bana güvenebilirsiniz.” Alt dudağını ısırırken, “Çok kolay birisin.”

Gözlerimde alevler belirmeye başlarken gözlerine doğru sertçe baktım. “Ne yapmak istediğini hemen anlayabiliyorum.” dedi. “Öyle mi? Ne yapmak istiyormuşum?”

“Tehlikeli sulardasın.” Bedenini doğrulttuğunda artık bana tepeden bakıyordu. Bu defa ben ona doğru bir adım attım. Oyun mu oynamak istiyordu? O zaman oyun kurucu ile oynayacaktı.

“Bu güzel.” Bir elimi kaldırarak yan cebinde yer alan zinciri çıkardım. Köstekli bir saat.. diğer elimi de kaldırırken üst cebinde birbirine sıkıştırdığı zinciri çözdüm. “Çünkü ben serin sularda yüzen biri değilim, ne de olsa alevlerin içinden geçerek buralara geldim.”

Köstekli saat ellerimin arasındayken, yam tarafa basarak saati açtım. Bir kadın. Saçlarının arasına kırmızı bir gülü sıkıştırmış, kocaman gülümseyen bir kadın.

 

Bölüm : 23.01.2025 23:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...