
Merhabalarrr, artık kısa da olsa bölüm atacağımdan dolayı kendimi kutluyorumm...
Sizleri seviyor ve bölümü buraya bırakıyorum..
Aden'in amaçları, Savaş'ın silinen anıları ile,
Bolca vote bırakacağınızı umduğum bölümle baş başasınız...
İnst:seleneisadark
Tiktk: seleneisadark
Güllerin anlamı vardı benim hayatımda.
Çoğu zaman gözlerimi ayırmadan kadife yapraklarına dokunduğumda, güzelliği karşısında büyülenmiş bir halde bulurdum kendimi. İlk sıralar beni bu kadar büyüleyen şeyin ne olduğunu anlamazdım. Şimdi Asil Çağlayan ile yaptığım bir konuşma kulaklarıma fısıldanırken anlıyordum.
“Onlar çok güzeller.” Diye fısıldamıştı küçük bedenime. Sesindeki yılların vermiş olduğu hırıltı vardı. Bu hırıltı içtiği purolardan ya da sürekli yüksek ses tonundandır diye düşünüyorum. Her zaman yüksek olan ses tonunun, yanından geçtiğimiz tek bir gül dalı ile beraber fısıltıya dönmesi nedendir halen bilmem.
O gün tıpkı önümüzde sıra sıra dizilmiş güller gibi kırmızı bir elbise vardı üzerimde. İkili şekilde örülmüş saçlarımın ucunda aynı renkten bir kurdele bağlamıştı Selda Hanım o zamanlar. Asil Çağlayan nasırlı elini tam önündeki gülün kadife yaprağında gezdirirken, “Ama bir o kadar da kırılgan.” Demişti. Şefkatla bakan gözleri kısılırken, avuçlarının arasındaki gülü ezmişti.
O anki şaşkınlığıma rağmen dudaklarımı kapalı tutmuştum. Tek bir nidanın fırlamasına izin vermediğim dudaklarım, Asil Çağlayan’ı memnun etmişti.
Asil Çağlayan o zamanlar benim için kalbimin bir köşesine yerleştirdiğim, gül gibiydi. Kalbimde tomurcuklanarak büyüyen gül, dikenleri ile nefes almamı zorlaştırmıştı. Asil Çağlayan, bana dönerek elindeki ezilmiş ve koparılmış gül yapraklarını göz hizama çıkardığında bana her daim hatırlayacağım, unutamayacağım bir ders verdiğini düşünmüştü.
“Kimse için bir gül olma Asi. Sen her zaman, o gülün bir gün solacağını değil o kişinin bir gün o gülü ezip parçalayacağını bilmelisin.”
Dediği gibi olmuş muydu emin değildim. Ben Asil Çağlayan için bile, onun özenle bakımını yaptığı bir gül olamamıştım. Çünkü o rengarenk güllerinin bakımından sonra dikenlerini avuçlarımın arasına bırakarak aslında onun için ne kadar önemsiz bir varlık olduğumu bana hep hatırlatmıştı
Asil Çağlayan gibi,.
Güllerin Savaş Dalkıran için de önemi büyüktü.
Onun için annesinin bir hatırası olarak bir yerlerdeydi. O gül yapraklarını bir gün biri elleri ile parçalayarak toprağın altına usulca yerleştirmiş ve sonra dönerek özür dilemişti. Bazı şeylerin özrü olmazdı. Bazı şeylerin affı da olmazdı. Ama bazı şeylerin kazındığı acılar olurdu.
Ağlayarak hatırlayacağım acı silsilesinden kendimi çekip çıkarırken, köstekli saati tekrardan cebine yerleştirdim. Boğazımı temizlerken, tıpkı benim gibi o da anıların esiri olmuştu.
“Anılar…” diye mırıldandım kısıkça. Göz bebekleri titreşirken, yüz kasları gerildi. Onu tanıdığım solmuş ve silik hatıralar zihnimi ele geçirdiği gibi onun zihninde de yer etmiş miydi? “Anılar…” dedi tıpkı o da benim gibi.
Gözlerindeki boşlukla bana doğru bakmaya devam ettiğinde, onun aksine benim gözlerimde büyük anlamlar kazılıydı. Usulca araladığım anılar gün yüzüne çıkarken, anlaması mümkün olmayan anılardı. Onun hatıralarının arasında yer alan ama hatırlanmayan anılar…
Dimdik duran bedeni ile bana bakmaya devam ettiğinde, “Neden biraz sohbet ermiyoruz Aden? Belki bana biraz geçmişten bahsedersin.” Dedi. Belki bahsederdim. Geçmişimde onun olduğunu bilmeyen adama, onu anlatırdım belki. Kendisini tanır mıydı acaba diye düşünür, sonra bunun olmayacağını bildiğim için kıkırtı ile gülerdim.
“Olur.” Mırıltımla beraber yan yana yürümeye başladığımızda adımlarımız aynı hizada atıyorduk. Bir yaz akşamı rüyasında buluşan adımlarımız, bir kar tanesi soğukluğu ile yitip gitmişti. Geriye sadece buzlu ayak izimizi dolduran kar taneleri kalmışto.
“Nereden geliyorum demiştin Aden?”
“Durgan’dan.” Yan bakışlarla ona baktığımda bir an için kaşlarını kaldırıp indirdi. “Biliyor musunuz?” dedim.
“Birkaç kez gitmiştim. Orada bulunan önemli bir ailenin yemeğine katılmam gerekiyordu ancak gezmedim.”
“Pek gezilecek bir şehir değildi zaten.”
“Nedem öyle diyorsun?” Gümüş tonlarında çerçevesi bulunan bir pastanenin önünde durduğumuzda, üstünde yer alan ceketinin kalitesinin buraya ait olmadığını düşündüm. Tıpkı onun da buraya ait olmadığını düşündüğüm gibi.
“Çünkü orası sıradan bir şehirdi. Görülebilecek tek güzelliği belki de dedemin yetiştirdiği gülleri olmuştur.” Dedim umursamazca. Sesimin derinlerinde bir yerlerde anlamasını umut ettiğim bir sızı vardı. İkimize ait olan bir sızı.
“O zaman tekrar gittiğimde görülebilecek tek şeye, dedenin güllerine bakmak isterim.” Derken pastanenin kapısını benim için araladı, adımlarımı kahve ahşap renginde olan parkeli zemine atarak içeriye doğru geçtiğimizde yanımda adımlayarak beraber bir masaya oturduk., “Bunun mümkün olacağını sanmam.” Diye mırıldandım.
Gözlerim boş pastanede gezinirken, çeşitli tatlılar camekanın arkasında dizilmişti. “Neden, deden huysuz biri midir?” Sözlerinden sonra elini masanın üzerine çıkararak belli bir ritim olulturdu. Sol, La, Sol, La…
“Bilmem bana karşı pek huysuz değildi.” Yan tarafta bize doğru yürüyen genç oğlana bakmaya başladım. “Ama şimdilerde ölü biri.” Diye fısıldadım.
“Tıpkı gülleri gibi:” diye devam ettiğimde masanın üzerindeki ellerinin ritmi kesildi.
Bazı anılar yitip gitmeden, külleri etrafa saçılmadan gözlerimiz bu anlara şahit olmak içindi. Bir gün ellerimle söndürmeye çalıştığım o yangının alevi kalbimde sonsuz acıya yer edinebilirdi.
“Geçmişinizde solup giden kişilerin hatırası sizin üzerinizde hala.” Dudaklarının arasından çıkan cümlelerin doğruluğu ile yutkundum. “Hatıralar iyi ya da kötü Savaş Bey, pek bir önemi yok. Ama anılarımda olan kişinin iyiliği ve kötülüğü hala benim üzerimde. Tıpkı geleceğimde olduğu gibi.”
Dudaklarında titrek bir gülümseme oluşurken, sözlerime katıldığını anladım. O kişinin bizim hayatımıza olan etkisi, hatıralardan daha büyüktü. “Ama onlar solup gitmiyorlar.” Diye devam ettim. “Alev alıp küle dönüşüyorlar. İlk önce bizi yakıyorlar, sonra o alevlerden geriye küllerini bırakıyorlar.”
Sözlerim bittiğinde gözlerindeki boş bakışların yerine tanımadığım bir bakış yer almıştı. “Ne acı.” Dediğinde kafamı onaylarcasına salladım. “Bana bu kadar benzeyip hiç ben olamayaşınız ne acı.” Diye devam ettiğinde masanın üzerinde birleştirdiğim ellerim de tıpkı bedenim gibi kaskatı kesildi.
Dilimi sivri köpek dişime doğru sürttüğümde halen gerçekliğin içinde ve onun yanındaydım. “Anlamadım?” diyerek gözlerimi kıstığımda ona gerçekleri haykırmak istedim. Karşımda kasılarak oturan bedenini sarsarak ona benim kim olduğumu haykırmak istedim.
Küstah yüz ifadesinin sarsılışını izlemeyi isterdim.
“Bence gayet anladın Aden Asi Çağlayan.” Burnundan bir nefes verirken, birkaç gün öncesinde penceresinin önünde kokumu içine çeken adam gitmişti. “Senin Cemal’ın yiğeni olmadığını en başından beri bilmediğimi mi düşündün gerçekten?”
“Aslında bildiğinizi umut etmiştim.” Kaşlarımı yukarıya doğru kaldırdığımda benim de dudaklarımda küstah bir gülümseme oluştu. “Karşımdaki kişinin zeki olmasını istemişimdir.”
“Bir şey arzu eder misiniz?” diye fısıldayan genç oğlana doğru bakışımı çevirmedim. Gözlerini gözlerimden ayırmazken, bunun kimin kazanacağını ön gösteren bir savaşın galibiyeti olacağını biliyordum. “İki kahve, sade olsun.” Dediğinde yanımızdan uzaklaşan oğlana doğru bakmadık ikimiz de.
“Küçük titrek bir kuş için fazlasıyla küstahsın. Ne kanatların uçmak için yeterince gelişmiş, ne rüzgar senden yana.”
“Ama yine de buradayım değil mi?” dediğimde cevabımı çok hızlı vermiştim. “Sizin bir Bey olmanıza ve benim sadece bir piyano öğretmeni olmama rağmen.” Diye devam ettim. Gözleri kısılırken, yüzündeki ifadesi sertleşi. Sözlerim hoşuna gitmemişti. Tek dizini bükerek oturduğunda, ellerini masan çekerek o dizinin üzerine koydu.
“Neden buradasın?” dediğinde cevap vermedim. Neden burada olduğumu biliyordu.
Her şeyin tıpkı birkaç sene öncesi gibi olmasını istediğim için buradaydım.
“Gelirsin ya da gidersin küçük kuş. Ben Bey olduğum için güçlü değilim, ben Savaş Yiğit olduğum için güçlüyüm. Sana aşık olmamı mı istiyorsun? O zaman bunun için çabalaman gerekiyor küçük kuş. Ama çabalayan kişilere ne olduğunu biliyor musun? Kolayca yara aldıkları için bundan vazgeçtiler. Üstelik yarayı onlara açan kişi ben bile değildim.”
Ayağa kalktığında halen boş koltuğuna doğru bakmaya devam ettim. Sözlerinin ağırlığı kulaklarımda yankılanırken, bir adamın kalbini kazanmanın bir yarayı açmaktan daha kolay olduğunu ona söylemek istemedim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.65k Okunma |
96 Oy |
0 Takip |
12 Bölümlü Kitap |