
Ömer Ares Dalkıran, ikinci isminin anlamını yaşatırcasına türlü oyunlar sergiliyordu. Küçük zihninde tarifi imkansız oyunlar kurguluyor, bir çok insan silüetine bürünmüş bedenler oyun kurucusunun, yani onun arkasında onu korumak için bekliyordu. Onu koruyan insanlarla çevriliyken oyunlar oynamak çok kolay olmalıydı.
O, özel bir çocuktu. Belki de yaptıklarına onu iten şey o eşsiz zekası olmuştu. Ancak yine de bu yaptıklarının telafisi değildi ve de olamazdı.
"Sanırım siz beğenmediniz." diye konuşan Savaş Bey'in sesi ile ona doğru bakarken küçük yeğeninin yaptıklarından bir habermiş gibi ifadesiz bir yüzle portakallı kekini yiyordu. "Beğendim aslında ama evden çıkmadan önce bir şeyler atıştırdığım için şuan yiyemiyorum."
Söylediklerimle kafasını sallarken, Ömer tabağındaki tüm kekleri çiğnemeden hızlıca bitirerek heves dolu gözlerini Savaş Bey'e çevirdi. "Amca, acaba tayımın yanına gidebilir miyim?"
Kekini yavaşça çiğneyen adam peçete ile ağzını silerek konuştu. "Elbette gidebilirsin. Cemal sana yardımcı olsun, yaralanmanı istemiyorum." Büyük bir sakinlikle kurduğu cümlenin ardından bitirmiş olduğu tabağın üstüne çatalını bıraktı Savaş Bey. Ömer bana bakmadan hızlıca giriş kapısından çıkıp gittiğinde aklımdaki soruları yanıtlaması adına yüzümü Savaş Bey'e döndüm.
"Savaş Bey, acaba Ömer.." diye konuşmama kalmadan sözümü kesti. "Siz Aden Hanım, sizin bu konuda olan yardımınız için teşekkür ederim ancak Ömer ile ilgili daha fazla konuşmanızı istemiyorum."
Kahveleri bana çevrilirken, "Ama eğer halen endişe ediyorsanız onunla bizzat ben ilgileneceğim." dedi, sert bakışları benim üzerimdeyken. Sözlerine karşın kelimelerim boğazımda kaybolurken, gözlerimi yavaşça kırpıştırarak başka yöne doğru çevirdim. Demek ki, bazı şeyleri biliyordu ve gizliyordu. Ve her ne ise bunu benim öğrenmemi kesinlikle istemiyor gibiydi.
"Ben çalışma odamda olacağım, Ömer'in bugün piyano dersi almasına gerek yok. Eve geçebilirsiniz." diyerek ayağa kalktı, uzun bedeni masanın baş köşesinde ayakta dikilirken bakışlarını bana çevirdi. "Paranızı yine de alacaksınız merak etmeyin."
Sus payı.
Bugün gördüğün tüm olaylara karşın ağzımı sıkıca kapalı tutmam için verilen normal emeğimin karşılığından bile yüksek olacak olan o para. "Anlıyorum." diyerek yüzüne karşı koca bir gülümseme sunarken açık kahvelerim güneşin yüzüme vurmasıyla daha da açılmış ve kısılmıştı. Bakışlarıyla yüzümde kısa bir tur atarken yavaşça arkasını dönerek merdivenlerden yukarıya doğru tırmandı. Kısa bir süre sonra da görüş açımdan çıkmış oldu.
Portakallı keke doğru sertçe bir çatal saplayıp ağzıma doğru götürdüğümde ne kadar gıcık bir insan olduğuyla ilgili söyleniyordum. "Niye öyle sinirli yiyorsun o keki? Mundar ettin elinde, bırak."
Leyla önümde bir anda belirerek keki önümden çektiğinde bakışlarımı ona çevirdim. Gülen yüzüyle masanın üzerindekileri toplamaya başlarken mutlu yüz ifadesinin ardına saklanmış, evin duvarlarından tüm olanları izleyen acıklı bakışları biliyordum.
''Hiç öyle, ben artık eve geçeyim Leyla. Savaş Bey şimdi odasının penceresinden gidip gitmediğimi kontrol ediyordur.'' Ayağa kalkarken mırıldandığım kelimelerle başını sallayan Leyla mutfağın olduğu kısma doğru adımlamaya başladı. ''Aden,'' dedi adımları duraksarken. Adımlarım çıkış kapısının yönündeki merdivenlerdeyken durup ona doğru baktım. ''Hmm?''
''Şey, sadece dikkatli git diyecektim.'' dedi gözlerini kırpıştırarak. Her ne söylemek istiyorsa, bazı nedenlerden dolayı o kelimeleri tekrardan yutmuştu. Ona kocaman bir gülümseme sunarken, büyük konağın çıkış kapısından dışarı adımlayıp ahırın olduğu kısma doğru yürümeye başladım. Ayağıma giydiğim ayakkabılar toprak yolda tozlanarak kirlenirken yüzümü buruşturdum.
Cemal Amca eğer oradaysa, benim eve gitmemde bana yardımcı olabileceğini düşünüyordum.
Ahırın önüne geldiğimde, iri ve heybetli bir çok at burada kilitli kapılar ardına kapatılmıştı. Gözlerim gri siyah saçları olan atın önünde duraksadığında yemini önünde yediğini gören elimi yelelerine uzatıp okşadım. ''Ne kadar güzel birisin.'' Kısıkça mırıldanmamın ardından arkamdan çocuksu bir ses duydum.
''O benim tayımın annesi.'' Arkamı dönerek küçük bedeni görüş açıma aldığımda, Ömer binici kıyafetlerini giymişti ve kaskını elinde tutarken bana doğru konuşuyordu. ''Öyle mi? O zaman senin de tayın bu güzellik kadar sıra dışı.'' dedim ona doğru gülümseyerek.
''Tabiki de öyle, o benim tayım ne de olsa.'' diyerek gururla başını kaldırdı. Ona bakarken, ''Ne zaman bineceksin tayına?'' diye konuştum. Gri atı ardımda bırakırken, Ömer'in önüne doğru yürüyerek ona yaklaştım. ''Şimdi, sadece kaskımı takmam gerekli.'' dedi.
''O zaman sana yardım edeyim.'' Elimle parmakları ile tuttuğu kaskı avuçlarımın arasına aldığımda, sarı saçlarını gelmeden önce taradığını fark ettim. Mavi gözlerini yukarıya, bana doğru kaldırırken parıltılı hareler maviliklerinin arasında dolaşıyordu.
Kaskı başına takıp, kayışı bağladığımda küçük dudaklarını araladı. ''Sen iyi birisin değil mi Aden?'' Fısıltıyla kurduğu kelimler duraksamamı sağlarken gülümsedim, ''Elbette, öyleyim.''
''Evet sen iyi birisin ve bu yüzden de bana iyi davranacaksın değil mi?'' Sesi çocuksu masumiyetin altına gizlenmiş kötü niyetleri bana aktardığında dudaklarımı gülümseme ile kıvırdım. ''Elbette, öyle olacak.''
''Ah, Aden kızım buradasın demek. Hadi gel gidelim.'' Cemal Amcanın sesi kulaklarıma dolarken, Ömer'in kaskının kayışını ellerimin arasından bırakarak arkamı döndüm. ''Hadi gidelim. Görüşürüz, Ömer.'' diyerek elimi ona doğru sallarken ahırı her bir adımımızda arkamızda bırakıyorduk.
"Sevdi seni Ömer oğlum. Yoksa bu kadar yakın davranmazdı sana." Söylediği kelimelerle boğazıma kadar ulaşmış olan safrayı yok etmek adına yutkundum. "Bilmiyorum öyle galiba."
Göbeğini titreten bir gülümseme sunan Cemal Amca keyiflenmişti. "Öyle, öyle. Sevdikleri insana bu kadar yakın davranıyorsa sevmediklerine nasıl acaba?"
Kısıkça mırıldanmam ikimizin de kulaklarına dolduğunda, arabanın içindeki yerimizi alıp yola doğru koyulmuştuk. Söylediğim kelimelere verilen yanıt gecikmedi.
"Bey Konağını burnundan getirir Ömer oğlum sevmediğinin. Öyle bir davranır ki, ne yaptım da bana bunları yapıyor dersin kızım." Kelimelerine karşın kafamı anladığımı belirtircesine onaylarcasına sallarken, kısıkça mırıldandım. ''Ama o daha bir çocuk değil mi? Nasıl bu kadar..''
''Acımasız mı? Yaş olarak epey küçük görünüyor evet ama öyle olmadığını oradaki herkes bilir.'' Arabanın direksiyonunu sağ tarafta kalan eve doğru kırdığında devam etti. ''Sen de ders harici çok ilgi gösterme kızım, sana tek tavsiyem budur.'' Gözlerini gözlerime çevirmişken kafamı onaylarcasına sallayıp arabadan indim.
Eve yavaş adımlarla ilerlerken, giriş kapısının açılması ile gözlerimi oraya doğru çevirdim. Mina, açtığı evin kapısından bana doğru bakıyorken üzerini tamamen örten bir kıyafet giymişti. Bacaklarını sımsıkı saran pantolonu üzerine otururken, uzun kollu bodysinin önünde küçük harflerle bir yazı yazıyordu.
''Selam.'' Adımlarımı açtığı evin kapısının içine doğru atarken mırıldandım, ayağımdaki ayakkabının bağcıklarını çözerken beni izledi. ''Erken geldin sanki.''
''Evet öyle oldu. Ömer bugün piyano dersi almayacakmış, o yüzden de eve geçebilirsin dediler.''
''Hmm, annen de evde değil.'' Ayağımdan çıkardığım ayakkabıları elime alırken onun yanında kasılan vücudumu gevşetmeye çalıştım. ''Nereye gitti ki?'' Benim adımlarımı takip ederek arkamdan yürürken, ''Yan evden biri çağırdı, onun yanına gitti. Amam da yukarıda uyuyor.'' dedi.
Kafamla söylediklerini onaylarken, odamın kapısını açtım. ''Böyle mi olacak?'' Sözleri ellerimin kapı kolunda duraksamasını sağlarken, gözlerimi parkeli zemine çevirdim. ''Nasıl olacak?''
''Böyle işte, garip. Yıllar sonra buraya geliyorum, o yaşanan olaylardan sonra birbirirmizi ilk defa görüyoruz ve sen böyle mi davranacaksın?''
Sözleri, içimde dalgalanmaya başlayan kasırganın sebebiydi. ''Sanırım öyle olacak.'' dedim gözlerimi siyahlıklarına çevirirken. İfadesiz yüzünde alaycı bir gülümseme oluşurken, kollarını göğsünde bağladı. ''Böyle davranan kişinin sen olması ne kadar garip, hem de buna hiç hakkın yokken.''
Yüzüne tekrardan bir ifadesizlik maskesi kondururken devam etti. ''Aslında umursamaz ve görmezden gelen kişinin ben olması gerekirken bu yaptığın oldukça bencilce. Senin yaptıklarından sonra buna şaşırmamak gerekirdi.''
Haklıydı.
Bana sırtını çevirip adım adım uzaklaşırken, tek söyleyebileceğim şey haklı olduğuydu. Ona öyle davranmaya hakkım yoktu ancak yüzüne bakarken bile sızlayan kemiklerimden yükselen acı öyle davranmamı sağlıyordu. Yüzüne bakmaya yüzüm yoktu.
Kapıyı kapatıp yatağıma doğru adımlamaya başlarken, yutkunarak duraksadım. O her şey yaşandıktan sonra yalnız kalmıştı. Ben çevremde sayısız insanla o şehre veda ederken, o tek başına belki de gözlerine ve yüzüne yerleştirdiği o ifadesizlik maskesi ile duvarın dibindeki o köşesinde oturmuş ve çevresindeki yalnızlığı izlemişti.
Adımlarımı kapıya çevirirken bir an olsun düşünmedim. Birbiri ardına attığım adımları devam ettirirken onun kapısın önüne geldiğimde kapının kulpunu hızlıca kavrayarak açtım.
O aynanın önünde, çıkardığı kıyafetlerin sayesinde çıplak vücudu ile orada durup tüm bedenini inceliyordu. Üzerinde sadece iç çamaşırları bulunurken, aynadan gözlerini çevirerek bana doğru baktı. İki yanda duran elleri yumruk halini alırken, benim gözlerim tüm bedenini kaplayan yanık izlerine çevirdim.
Tüm vücudu, yanık izleri ile doluydu. Pütürlü izler her zerresini kaplamışken, tek pürüzsüz olan kısım sadece yüzü ve geriye kalan bazı görünür kısımlar olmuştu.
''Canım çok yanıyor!'' Kulağıma dolan haykırışla dudaklarım titremeye başlarken, kollarımı kendime daha sıkı sardım. ''Aden, canım çok yanıyor! Ne olur kurtar beni buradan.'' Sessiz hıçkırıklarım tekrardan baş göstermeye başlarken, Mina'nın haykırışının ne kadar acı yüklü olduğunu biliyordum.
Bunu ona ben yapmıştım.
Bunu ona ben istemeden de olsa yapmıştım. Ona ne olduğunu bilmiyordum ancak göğsümde başlayan yangının buna sebebiyet verdiğini hissedebiliyordum. ''Hadi Aden, arkadaşını kurtarmayacak mısın?''
Önümde konuşan alaylı sese doğru kafamı çevirirken, çevremde sayısız insanın gölgesini acıdan dolayı kararan gözlerimden bile hissedebiliyordum. Ayakta dikilen bedenlerin çoğunun belinde silahlar bulunurken, karşımdaki beden silahının namlusunu bana doğru doğrultmuş ve elinde bulunan kırmızı bez ile kabzasını siliyordu.
Biri mavi ve biri görme yetisini kaybetmiş gözlerinden dolayı beyaza boyanmış gözlerini bana doğru çevirdiğinde hıçkırıklarım sessizliğini koruyamadı. Hem burada oluşumun hem de arkadaşımın nerede olduğu belirsizliği, önümdeki adamın varlığı ile beraber korkudan titrememi sağlamıştı.
''Ama sen böyle yaparsan biz anlaşamayız ki. Senin daha uzlaşmacı olman gerekiyor, daha uysal olman gerekiyor.'' Ayakta olan bedenini tahta sandalyeye bırakırken, derin bir nefesi burnundan bırakarak alayla güldü. ''Senin bu güzelliğine biraz yaraşır olman gerekiyor, öyle değil mi Aden? Ne de olsa, bu güzelliğin için sen buradasın ve de arkadaşın orada.''
Aç bakışları tüm yüzümde dolaşırken, yırtılan kıyafetlerimin arasında gezinen gözleri tüm bedenimde dolaştı. O, şeytandı. Güzelliğe olan takıntısı ise, onun sonunu getirecekti.
Zihnime dolan anılardan çıkarken, Mina'nın gözleri gözlerime doğru çevrilmişti. Belki aynı anı ikimizin de zihninde belirmişti, belki de farklı anılar aynı sahnelerde tekrardan oynamaya başlamıştı. ''Ne oldu, benimle konuşmaya mı karar verdin?'' Sesinde ifadesizlik hakimken, adımımı öne doğru atarak odanın içine doğru yürüdüm.
''Ben..'' diyerek bedeninin arkasında durduğumda, aynanın yansımasında ikimiz de vardık artık. ''Seninle konuşmaya hakkım yokmuş gibi hissediyordum.'' Aralanan dudakları ile hızlıca devam ettim konuşmaya.
''Hayır, dur ben konuşmamı bitireyim. Benim sana yaşattıklarımdan sonra seninle konuşmaya hakkım yokmuş gibi hissediyorum, bu yüzden de konuşamıyorum. Ama düzelecek, biz düzeleceğiz.''
Konuşmamı sessizce dinlerken, ifadesiz yüzü değişmedi ancak gözleri yaşlarla parıldamaya başladı. ''O yangını sen başlatmadın Aden ama o yangını sen harladın. Bunun olacağını bilemezdin, bunun olacağını kimse bilemezdi. Ama bundan sonra olacakları herkes bilebilirdi.''
Nefes alamıyormuş gibi kızaran yüzüyle konuşmaya devam etti. ''Senin gideceğini ve çevrende sayısız insanla oraya, bana veda edeceğini herkes biliyordu. Senin olanları kötü bir anı olarak hatırlayacağını ama benim tüm hayatıma son veren o şey olduğunu herkes biliyordu!''
Sözlerine karşın hiçbir şey diyemezken derince yutkundum. ''Evet, biliyorlardı ama ben çocuktum.'' diyerek kısıkça mırıldandım. ''Öyle mi? Peki ya ben, ben çocuk değil miydim?''
Çocuktu. Hatta o, çocuksu masumiyete benden daha fazla sahipti.
Dumura uğramış bir yüz ifadesi ile ona bakakaldığımda gözlerimi kırpıştırdım. ''Ne yapmak istiyorsan onu yapabilirsin Aden. Sadece sana bana öyle davranmaya hakkının olmadığını hatırlatmak istedim.''
Kafamı sallarken, daha fazla konuşmadan arkamı dönerek oradan uzaklaştım. Yatağa kendimi bıraktığımda, diğer güne kadar sayısız kabusun içinde boğuşarak uyumaya çalışmıştım.
Uyandığımda, günün yeni doğduğunu belli eden kızıllık halen tüm havaya hakimdi. Yatağın içinde dün üzerimde olan kıyafetlerle beraber kalktığımda kendimi hemen beyaz fayanslarla döşenmiş banyoya atarak yıkandım.
Tekrardan odama dönerek, üzerime mavi bir elbise geçirdiğimde esen rüzgarla beraber yanıma beyaz bir hırka da aldım. Aşağıya doğru adımlarken, annem mutfak tezgahının üzerinde patatesleri doğruyordu.
''Günaydın.'' Mutfağın içindeki hazırlanmış sofraya oturduğumda üzerime dünden kalan bir yorgunluk çökmüştü. ''Günaydın, güzel kızım benim. Dün çok yoruldun mu??'' Patatesleri kızgın yağın içine bırakırken bana bakmadı. ''Biraz yorgundum.''
''Geçer inşallah birkaç güne yorgunluğun. İşine alışınca hiçbir şeyin kalmaz.'' Bana dönerek gülümserken, yüzünde yılların izlerini taşıyan dudak çizgileri ile orada duruyordu. Ben de ona kısa bir gülümseme sunarken devam etti. ''Dün babana yemeğini yedirdin değil m? Ben gitmeden yedirmiştim ama aç karnın yatmadı inşallah.''
Yüzüne bakarken, dudaklarım aralandı. Yedirmemiştim. Dün, duyduğum sözlerden sonra yatağa geçerek uyumuştum. ''Ben yedirdim yenge.''
Mina'nın sesi mutfakta yankılanırken, bedeni de görüş alanıma girdi. Üzerindeki siyah elbise ayak bileklerine kadar ulaşırken, üzerine kan kırmızısı bir hırka geçirmişti. Bana bakmadan, karşımdaki sandalyeye otururken annem konuştu.
''İyi yapmışsın kızım, sağolasın. Senin dersin var mı bugün?''
''Yok yenge, boş günüm bugün.'' dedi önünden bir domatesi ağzına atarak. ''Bugün benimle gelsene.'' dedim ona bakarken.
Gözlerini gözlerime çevirirken bunu beklemediğini anlamıştım. Bunu dün söylemezdim belki ama bugün söyleyebilirdim. ''Rahatsızlık vermeyeyim, senin işin de yeni. Bir sıkıntı çıkmasın.''
''Yok, çıkmaz.'' Kafasını sözlerime onaylarcasına sallarken, bir şey demeden annemin önümüze koyduğu patates kızartmasına çevirdi. ''Ben babanın yemeğini yedireyim kızım. Siz çıkarsınız evden, dikkatli olun ama tamam mı?''
Annemin sözleri aramızda duyulurken en son bizi evden böyle gönderdiğinde ben gözyaşları içinde kapıya gelmiş ve Mina kanlı, is kokan kıyafeti ile hastahaneye kaldırılmıştı. Kafamı sallarken, o çoktan merdivenlerden yukarıya doğru çıkmaya başlamıştı bile.
Sessizlik içinde kahvaltımızı ederken, Cemal Amcanın arabasının korna sesinin kulağımıza gelmesi ile ayaklandım. Odamdan getirdiğim ayakkabı merdivenlerin köşesinde duruyorken, Mina'nın ayakkabısı görüş alanıma girdi.
Üzerinde sayısız yırtığa rağmen temiz görünen ayakkabısı orada duruyorken Mina'nın adımlarını arkamdan duymaya başladım. Gözlerimi hızlıca kendi ayakkabıma doğru çevirirken ayağıma geçirdiğim ayakkabılar ile ev anahtarını elime alarak kapının önüne yürüdüm.
Giriş kapısını açarken, Mina da ayağına geçirdiği ayakkabılar ile beni takip ederek arabanın koltuğuna yerleşti. Öne ben otururken, bedenini arka koltuğa atarak gözlerini Cemal Amca'ya doğru çevirdim.
''Nasılsın Cemal Amca?'' Konuşmamla gözlerini bana doğru çevirmeden arabanın direksiyonunu çevirdi. ''İyiyim sen nasılsın? Arkadaki güzel kızımız kimlerden?'' dedi dikiz aynasından arkaya doğru çevirerek. ''Merhaba, Mina ben. Aden'in babası ile babalarımız kardeş.'' dedi hafifçe gülümseyerek.
Hem kendi babasının hem de benim babamın adını söylememişti. ''Ah, öyle mi kızım? Ziyarete mi geldin?''
''Hayır efendim, buraya okumak için geldim.'' Açıklayıcı sözleri kulaklarımıza dolarken, araba konağın önüne ulaşana kadar sohbet etmeye devam etmişlerdi. Aslında bakarsanız, Mina belki de sadece benimle konuşmuyordu.
Konağın önüne ulaşan adımlarımızla beraber yürümeye başlarken açılan kapıdan içeriye girdik. İçeriden duyulan kahkaha sesleri ile kaşlarımı kaldırırken yan tarafımdaki Leyla'ya doğru konuştum. ''Sanırım bugün bir kaç misafir var.''
''Misafir değil de, ev sahipleri geri döndü diyelim biz ona.'' Sözlerini kederle söylerken, mutfağa doğru adımladık. ''Üzülmüş gibisin.''
''Biraz öyle oldu, Savaş Bey'in annesi ile kardeşi geldi. Pek de iyi niyetli değillerdir.'' dedi önündeki kahve bardaklarını eline alırken. Mina'ya doğru konuşmadan yürümeye başlarken, mutfaktaki sandalyeden birine oturdum.
''Sen de mi ilk defa göreceksin onları?''
''Hıhı, zaten bir tek Ömer ile Savaş Bey'i tanıyorum.'' dedim ona doğru. Kafasını sallarken, başımı ona doğru uzattım. ''Sen mutfakta dur biraz ben dersten çıkınca atlara falan bakarız.'' dedim.
Benden uzaklaşırken, söylediklerimi kafasıyla onayladı. Onun benden uzaklaşmasına karşın ben de kendimi geri çekerken boğazımı temizledim. Aramızda oluşan sessizlikle o mutfağı seyrederken ben de masanın üzerinden aldığım muzu yiyordum.
''Aden, derse başlayabilirmişsin.'' Leyla'nın sesi duyduğumda muzun kabuğunu kenara koyara ayaklandım. ''Sen de istersen Leyla ile sohbet et Mina.'' dedim ona bakmadan çıkışa doğru yürürken.
Kahkaha sesleri tüm evde yankılanırken salonun kapalı kapısına göz ucuyla bakıp tekrardan yürümeye başladım. Ömer'in kapısını açarak içeriye doğru girdiğimde, Ömer piyanonun başında ellerini dizlerine yaslamış beni bekliyordu.
''Merhaba Ömer, hazır mısın dersimize?'' Adımımı içeriye doğru atarak yürüdüğümde arkamdan kapıyı kapattım. Beyaz hırkamı mutfakta sandalyenin üzerinde bıraktığımdan çılak omuzlarımdan bir ürperti geçti.
Açık cama doğru yürüyerek, aşağıya doğru çekerek yarım olacak şekilde kapattım. ''İlerleyen dakikalarda üşüyebiliriz.'' dedim mırıldanarak. Odadaki sessizlik bozulmadan piyanonun koltuğuna, Ömer'in yanına oturduğumda kafamı ona çevirdim.
Kafasını yukarı doğru kaldırmış, mavi gözlerinde parıltılarla gözlerime doğru bakıyordu. O küçük bir çocuk, diye hatırlattım kendime. Onun daha önce bir piyano öğretmeni olduğunu ve piyano ile ilgili küçük noktaları bildiğini bildiğimden, bestelere geçiş yaptım.
Derin bir nefesi ciğerlerime doğru çektiğimde, buraya ilk geldiğimde çalmış olduğum besteyi tekrar çalarak ona gösterdim. ''Hadi bakalım, sen de çalmaya başla.'' Ellerini piyanonun siyah beyaz notalarına doğru uzattığında çalmaya başladı.
Hiçbir hata olmadan, notaları eksiltmeden ve atlamadan çalmayı bitirdiğinde kafasını tekrardan bana doğru çevirdi. Dudaklarımın üzerine hafif bir gülümseme kondurarak ona baktığımda, benim gülümsememin yansıması olan bir tebessüm onun da yüzüne hakimdi.
''Gayet güzel, pürüzsüze yakın bir nota stilin var. Sol anahtarını ve Fa anahtarını çok iyi okuyorsun.''
Ona bir kaç kelime sıralarken, siyah ve beyaz tuşların üzerinde ellerimi gezdirmeye devam ediyordum. ''Teşekkür ederim, öğretmenim.''
''Bana öğretmenim diyerek seslenmene gerek yok, Ömer. Sadece Aden ikimiz için de yeterli.'' Kafasını onaylarken, yüzündeki gülümseme daha da büyümüş ve piyano taburesinden sarkan ayaklarını neşeyle sallamaya başlamıştı.
''Daha sonra çaldığımda Amcam da beğenecek öyle değil mi, Aden?''
''Evet öyle, Amacının da beğeneceğine çok eminim. Ama daha fazla pratik yaparak daha da güzelleştirebiliriz.''
Ellerimi notadan çekerek ayağa kalktığımda, ''Hemen gidecek misin?'' diye soru yöneltti. ''Hayır hemen gitmeyeceğim.''
Mina ile ilgili olan ayrıntıyı ona vermeden kapıya doğru yürümeye başladığımda, arkamda parkeye değen ayaklarının sesi duyuldu. Arkamı dönerek ona baktığımda kaşlarını kaldırarak bana baktı. ''Ben de geleyim seninle.''
Titrek bir şekilde gülümsemeye çalıştığımda, yüzümde tuhaf bir ifadenin yer aldığına emindim. ''Tamam, olur. Hadi ge bakalım.'' Yanda duran ellerimden birini ona doğru uzattığımda, mavi gözlerime doğru bakarak elimi salladım.
Elime, sanki daha önce ulaşamadığı ve sahip olamayacağı o şeyi uzatmışım gibi bakarken bana adım adım yaklaşarak elimi yavaşça tuttu. Küçük elini avuçlarımın içine bıraktığında, sıcak avuçlarım onun soğukluğu ile ürperdi. Ancak avuçları benim sayemde az da olsa ısınmış gibiydi.
Birbirine tutunan ellerimize doğru bakarken, çıkışa merdivenlerin aşağısına doğru yürümeye başladığımızda kahkaha sesleri kulağıma daha net gelmeye başladı. Mutluluğun simgesi olan kahkahalara, bu evde bu üç gün boyunca ilk defa şahit oluyordum.
''Sanırım, Babaannen ve Halan gelmişler.'' dedim ona bakmadan. Gözlerim kapalı salon kapısına çevrilmişken, onun da gözlerinin oraya çevrildiğini hissettim. ''Evet, öyle. ''Sesindeki masumiyet bir anlığına da olsa kendini yitirmiş gibi çıkarken, tekrardan yürümeye başladım.
''Demek aşağıya indin.'' Duyulan ses ile beraber, Ömer'in eli avuçlarımı daha sıkı sarmaya başladı. Arkamı dönerek sesin geldiği yöne doğru baktığımda, zarif ve uzun boylu bir kadının ayakta durduğunu gördüm.
Tıpkı Ömer gibi mavi gözlere sahipken, saçlarının beyaza yakın tonu cildini solgun göstermek yerine daha da canlı gösteriyordu. Yanaklarındaki pembelik dudaklarına yansımış ve cam biblo bebeği görüntüsü her yerine yansımıştı.
''Ben de benim küçük ve akıllı yeğenim neden beni karşılamaya gelmedi diye üzülmüştüm.'' Son kelimelerinde dudaklarını büzerek konuşurken, sesindeki rahatsız edici ton kulak tırmalıyordu. ''Dersteydim Halacım, o yüzden de seni görmeye inemedim.''
Küçük beden karşısındaki zarif kadına doğru konuştuğunda her ikisi de birbirinin yansıması gibi karşı karşıya duruyorlardı. ''Demek öyle.'' Gözlerini bana doğru çevirdiğinde, yüzüme bir gülümseme kondurarak ona doğru baktım.
''Merhabalar, ben Ömer'in piyano öğretmeni Aden Asi.'' Boşta duran elimi öne doğru uzatırken, gözlerini yüzümde gezdirmeye devam ederek elimin havada kalmasına sebep oldu. Gülümsememi yüzümde bozmadan elimi aşağıda doğru indrdiğimde pembe ve kalın dudaklarını araladı.
''Ne kadar da güzel bir yüz.''
Rahatsız edici ses tonu hafifçe yutkunmamı sağlarken, kısıkça mırıldandım. ''Teşekkür ederim.'' Yüzümle ilgili kafasında gerçekleştirdiği sayısız senaryo gözlerine bile yansımışken elimden gelen tek şey ona hiçbir şey olmamış gibi bakarak gülümsemek olmuştu.
''Ben sizi daha fazla tutmayayım.'' Gözlerini hareket dahi ettirmeden bana doğru bakarken, bir adımımı arkaya doğru atarak ona arkamı dönmeden mutfağın içine girdim. Beni takip eden Ömer de yanımdaki yerini aldığında ellerimiz birbirinden bir an olsun ayrılmamıştı.
Beni takip eden gözlere bakarken, yırtıcı bir hayvanın avına odaklanması gibi bana doğru kilitlenmişti. Mutfağın kapısına doğru elimi uzattığımda kapıyı hızlıca kapatarak bakışlarının ağırlığını üzerimden attım.
Kapının kulpunda duran elimle soluklanırken, üzerimde hissettiğim bakışların ağırlığı duraksamamı sağladı. Tekrarda arkamı dönerken, her defasında yeni bir yırtıcı hayvanın avı olduğumu hissediyordum.
Çünkü bu defa karşımda, Savaş Yiğit Dalkıran duruyordu. ''Sanırım bir şeylerden kaçıyordunuz, Aden Hanım.'' Gözleri ellerini tuttuğum küçük bedene çevrilirken, ''Halamdan kaçıyordu Amcacım.'' diye duyulan ses ile dudaklarım aralandı.
Küçük beden elimi bırakarak, amcasına doğru koştuğunda artık benim bir önemimin kalmadığını anlamıştım. ''Korkmuş gibi duruyorsunuz, sizi korkutacak kelimeler mi söyledi?''
''Benim korkmamı sağlayan şey, kullandığı kelimeler değildi.'' Evet, benim korkmamı sağlayan şey kullandığı kelimelerden ziyada rahatsız edici bakışları ve gözleri olmuştu. Niyetlerinin çoğu gözlerine yansımışken o gözlere bakmak içten içe korkmamı ve mide bulantısı ile kavrulmamı sağlamıştı.
''Ah, iyi o zaman.'' Kavruk tenindeki siyah saçları açık bahçe kapısından gelen rüzgar ile beraber dalgalanırken, mutfak masasına oturan Mina'ya doğru baktım. Onun da bakışları benim üzerimde iken gözlerindeki ifadesizliğin arkasına oturan parçalanma orada duruyordu.
Bu benim duraksamamı sağlarken, Savaş Bey ile arasında kısa bir konuşma geçtiğini anladım. ''İşin bittiyse artık gidelim.''
Hırkamı asılı olan koltuktan kaldırırken, ayağa kalkmış ve mutfağın çıkış kapısına doğru yürümeye başlamıştı. Onun adımlarını takip etmeden önce kısıkça mırıldandım. ''Ben bilgilendirme yapıp geleceğim hemen.''
Sözlerimi onaylayan hiçbir şey söylemezken, varlığı hızlıca yanımızdan uzaklaşmıştı. Onun gittiği noktaya bakmayı bırakarak Savaş Bey'e doğru döndüğümde onun bakışları da benim üzerimdeydi. ''Biraz asosyal bir tip gibi.''
Hiçbir şey söylemeden gereken bilgilendirmeyi yapmak adına dudaklarımı araladım. ''Bugün geçen piyano dersimiz oldukça verimliydi. Ömer, piyanoya tamamen hakim iken notaları oldukça pürüzsüz kullanıyor.''
Kafası her bir sözümde sallanırken, Ömer onun yanında beklenti dolu gözlerle amcasıa doğru baktı. ''Oldukça güzel Ömer.'' Kısa bir takdir sözünden sonra yüzünde bir gülümseme ile yeğenine baktığında devam ettim. ''O zaman iyi günler dilerim Savaş Bey.''
''Neden Leyla'nın nerede olduğuna bakmıyorsun, böylelikle o nefis dondurmalardan yiyebiliriz.'' Sakinlik ile kurduğu cümlelerle beraber, Ömer'in hızlı adımları mutfaktan uzaklaşmaya başladı.
''Aden Hanım,'' diyerek bir adım bana doğru yaklaştığında saçlarımdan yayılan gül kokusunun ciğerlerine dolduğunu genişleyen burun deliklerinden anlamış oldum. ''Bugünlerde, buraya daha özensiz gelirseniz sevinirim.''
Ne? Bir dakika, ne?
Kaşlarımı çatarak yüzüne doğru baktığımda, sözlerine devam etti. ''En azından kendi iyiliğiniz için. Makyaj yapmayın ya da her ne yapıyorsanız onu yapmayın.''
''Ben zaten makyaj yapmıyorum Savaş Bey ve kıyafetlerim de hep böyle. Yani farklı bir kıyafetim yok.'' Kaşları kalkerken, yüzümde gezinen bakışlarını gördüm. Makyajsız bile güzelsem, ben ne yapabilirim ki..
''Kardeşimin bazı takıntıları var, bunun size zarar vermesini istemem.''
''Kardeşiniz takıntısı, güzellik mi?'' dedim. Bana koridorda söylediği söz aklıma gelirken bunun olağan olduğunu anladım. ''Bir nevi öyle denilebilir.''
''Dolaylı yoldan da olsa güzelliğimi övmeniz çok hoş ancak onunla olabildiğince karşılaşmamaya çalışırım.'' Dudaklarında dişlerini gösteren bir gülümseme yer edinirken, kafasını sallarken mırıldandı. ''İnanılmaz.''
Bir omzumu kaldırarak, saçlarımı savurduğumda ''O zaman iyi günler.'' diyerek çıkış kapısına doğru yürüdüm. Savaş Yiğit, bugün olmasa da bir gün bana yenilecekti ve ben o gün büyük bir keyifle onun beni kazanmak için yapacağı tüm hamleleri izliyor olacaktım.
Mina'nın görüntüsü incir ağacının gölgesinde yer edinirken ona doğru yürüdüm. Bana bakmadan ağaçtan kopardığı bir inciri ellerinin arasına koyarak soydu ve iç kısmını ağzına aldı. Yere doğru attığı incir kabuğuna bakmadan yanına ulaştığımda bana bakmadan konuştu.
''Cemal Amca'nın biraz işi varmış, bekleyin dedi.'' Ben de bir tane inciri elime doğru aldığımda soymaya başladım. ''Sana bir şey mi dedi?'' Kısa süreli sessizlikte, inciri yerken çıkan seslerimiz ve ağacın hışırtıları duyuluyordu.
''Yeni avın o mu?'' diye mırıldanırken inciri soyan ellerim duraksadı. ''Bunu da nerede çıkardın?''
''Aden'in küçük bir çocuğa piyano öğretmesi ve o çocuk için bazı sırları ortaya çıkarması pek alır gibi değil.'' Burnumdan bir nefes vererek güldüm. ''Böyle düşünmene üzüldüm, ben çocukları her zaman sevmişimdir.''
''Ah, evet sevmişsindir. Sana avın konusunda yardımları dokundukları sürece ama.'' İncir kabuğunu yere doğru atarken, ona cevap vermedim. ''Onu sevdim, bana benziyor.''
''Öyle mi? Sana benzeyen özelliği tam olarak ne mesela?'' Sözlerinin arasında duraksayarak devam etti. ''Yoksa senin gibi bencil, sadece kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden, yaptığı oyunlar için kime ne olduğunu umursamayan biri mi?''
Bize doğru yürüyen Cemal Amca'ya doğru bakarken, sözlerimde ucu doğrultulmuş bıçak keskinliği ile konuştum. ''Bir kere daha bu evin sınırları içerinde benimle ilgili yorumlarda bulunursan bu kadar nazik olmam. Senin dürüst benliğinin sana bir faydası yokken benim yalanlarımı sorgulaman garip.''
Bir şey demeden Cemal Amca'ya doğru yürürken, benim adımlarımı takip etmeye başladı. Arabaya doğru bindiğimizde, onunla olan konuşmamın çoktan bittiğini biliyordum. Ve bugün benim planladığım gibi o adamla karşılaşmamış olması dişlerimi sıkıca birbirine bastırmama sebebiyet verdi.
Planlarımda hiçbir pürüz olmamalıydı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.65k Okunma |
96 Oy |
0 Takip |
12 Bölümlü Kitap |