6. Bölüm

6. Bölüm: "Güllerin İçinden"

Selene Nox
seleneisadark

Neyi söylediğini ikimiz de biliyorduk.

Sakladığımız, sakladığım sırlar boynuma urgan gibi dolanırken kalın örgülü kısımları onun bedeninin ve benim ruhuma zarar verenlerin saç telinden alınmıştı. Akıp giden yola bakarken, yanda duran yansımama doğru baktım. Gerçekten doğru olanı mı yağıyordum?

 

Mina'nın sandığı gibi o benim yeni avım değildi. Yani, bir bakıma öyle değildi. Ancak Savaş, benim oyunumda çok önemli bir role sahipti.

 

"Teşekkür ederim Cemal amca." Arabanın kapısı ı açıp dışarı çıktığımda, aramızda süren kısa konuşmayla beraber evin kapısını açtım. İçeride sessizliğin hakim olduğu beyaz boyalı evde, açık televizyon sesi bu sessizliği bozan tek şeydi.

 

Mina yanımdaki yerini alarak ayağındaki yırtılan ayakkabıyı özenle çıkararak kenara koyarken, ben ayağımdan fırlatırcasına çıkardığım ayakkabıyı onun yanına koydum.

"Anne biz geldik." Sesim koca evde yankılanmaya başlarken, sessiz adımlarımı salona doğru attım. Açık televizyonun aydınlattığı üçlü koltukta annemin bedeni görüş alanıma girerken, gözlerini büyük bir huzurla kapatarak derin bir uykuya dalmıştı.

Yüzüme ufak bir tebessüm kondurarak ona baktığımda elimi üzerindeki çarşafa doğru atarak üzerini tamamen örterek televizyonu kapattım.

 

Mutfağa geçerek annemin hazırladığı yemeği ısıtarak bir tabak hazırladım. Yukarıya doğru çıkmaya başlarken, yan taraftaki yırtık ayakkabılar görüş alanıma girdi. Bugün ve daha nice gün giymeye devam edeceği ayakkabılar dişlerimi sıkıca birbirine kenetlememe neden olurken yönümü değiştirip ayakkabılığın oraya geçtim.

 

Elimi uzatarak ayakkabıları avuçlarımın arasına koyduğumda, giriş kapısını sessizce açarak dışarıya doğru adımımı attım. Gökyüzü kızıl rengine boyanmışken kenardan gördüğüm pembe terliklerimi ayağıma geçirerek hemen kapımızın önünde yer alan çöp konteynırına doğru yürüyerek elimdeki ayakkabıları oraya doğru attım. Çöplerin arasına karışmış ve daha bugün özenle temizlenen ayakkabılar artık ait olduğu yerdeydi.

 

{~}

 

Kahvaltımı yaparken, ağrıyan başımı ellerimle masaj yaparak yok etmeye çalıştım. Gram etkisi olmayan yöntemim ile kısıkça inlerken migrenimin tekrardan kendini göstermesi üzülmemi sağladı.

 

"Sen bugün okula gidecek misin kızım?" Annemin kahvaltı sofrasında konuşan sesiyle kapalı gözlerimi açtım. Karşı sandalyemde oturan Mina, anneme doğru onaylarcasına kafasını sallarken hızlı hareket etmeye çalışarak ekmeğini ağzına sıkıştırdı.

 

"Yavaş ye kızım, boğulacaksın şimdi." Gülerek söylenen annem kafasını sallayarak mutfağa yol alırken, Mina ayaklanarak kapının girişine doğru yürüdü. Ayakkabıları yan yana dizdiğimiz yerde kendi yırtık ayakkabılarını arayan Mina kaşlarını çatarak aramaya koyulmuşken ondan gözlerimi ayırarak kahvaltı tabağıma doğru çevirdim.

 

"Yenge, benim ayakkabılarımı gördün mü?"

 

Mutfağa doğru bağırarak konuşurken, dudağımın kenarı usulca kıvrıldı. Bunu hemen yok ederek, dudaklarımın arasına beyaz peynir sıkıştırdım.

 

Cemil Amca'nın arabasının korna sesi tüm mahallede yankılanırken, ayağa kalkarak giriş kapısına yürüdüm. Mina geçmem için kenara çekilirken, bana bakmadan ayakkabısını aramaya devam ediyordu. Ancak ayakkabısı artık o rafta dizili değildi, ayakkabısı öğütülmek üzere çoktan yola çıkmış olan binlerce çöpün arasına sıkışmıştı. Ait olduğu yere doğru gidiyordu.

 

"Ben çıkıyorum!" diye bağırarak kapıyı araladığımda kimsenin konuşmasına fırsat vermeden arabaya doğru hızlı adımlarla yürüdüm. Cemil Amcanın yanına oturduğumda kısa bir selamlaşmanın ardından sohbete devam ettiğimizde motoru çalıştırarak direksiyonu sağa doğru kıvırdı.

 

Dikiz aynasından arkaya doğru baktığımda, Mina'nın telaşlı bedeni merdivenlerin başında göründüğünde ayağına hızlıca giymeye çalıştığı pembe ayakkabılar siyah elbisesi ile büyük bir tezat oluşturuyordu. Pembe ayakkabılar bana aitti.

 

Görüş açımdan çıktığında, halen dikiz aynasından arkaya doğru bakıyordum. Onun varlığını orada bir yerlerde, bana kocaman gülümsemiş bir halde ve ellerini mutlulukla çırparken görmüş bir halde arıyordum. Ancak, mutlu olan masalın tozlu sayfalarına karışmış olan o Mina çoktan yok olmuştu. Onun masalındaki sayfalar tıpkı bedeni ve mutluluğu gibi yanarak yok olmuştu.

 

"Bugün ne öğreteceksin bakayım bizim Küçük Bey'e?" Gözlerimi yan tarafa doğru çevirerek baktığımda Amcamın her sabah olduğu gibi gülümseyen yüzünü gördüm. "Bilmiyorum ki, daha netleştirmedim kafamda. Ama o zaten her şeyi biliyor gibi geldi bana Cemil Amca, neden piyano öğretmeni istediler ki?"

"Kızım bilse bile öğretmeni olmadan olmaz diye söylemişti Şengül Hanım. Ondan heralde." Kaşlarımı çatarken, sorarcasına baktım.

"Şengül Hanım mı? O kim ki?"

 

"Savaş Bey'imin analığı işte. Kimseler bahsetmez geçmişinden ama ben söyleyeyim kızım sana, zamanında bu konakta çalılırmış o da. Ne iş görürmüş bilmem ama sonradan Bey Konağının Hanımı oldu işte." Bana telaşlı bir bakış attı. "Bak sakın kimseye bahsetme bundan, Şengül Hanım geçmişinden bahsetmeyi sevmez. Tüm cemiyete de önceden de saygın biriymiş gibi anlatır kendisini."

 

Ona dair güvencelerde bulunurken aklımdaki soruyu cevaplaması adına sordum. "Peki Büyük Bey'den çocuğu var mı Şengül Hanım'ın?"

 

"Yok, hepsi vefat etti. Ya karnında öldüler, ya da doğunca öldüler." diye söyledi bana doğru.

 

"Anladım Amcacım."

 

Giriş kapısının önüne geldiğimde arabadan hızlıca inerken, Cemil Amca arka tarafa doğru sürmeye başladı arabayı. Üzerimde pembe elbise ve pembe babetlerim ile yürümeye başladığımda, rüzgarın esintisi ile beraber burnuma kokusunu getiren güllerin varlığı kendini belli etti. Konağın arka tarafına doğru bir bakış attığımda, kendimi durdurmadan yürümeye başladım.

 

Sonuçta ne demişler, her zaman ilk düşündüğün şey en doğru olan şeydir.

Rengarenk güllerin yan yana dizildiği bahçede i, pembe elbisem uçuşmaya başlarken dizlerimin üzerinde eğilerek bir güle acıtmadan dokunmaya başladım. Çenemi dizlerime yaslarken, bu güllerin bana nedense bir matem havası verdiği kesindi.

 

Bu güller, bir annenin ruhu için dikilmiş son dilekleriydi.

 

"Görünenin aksine, onu toprağından çekip koparmak istiyor gibisin." Arkamdan duyulan ses ile beraber, kırmızı gülün yapraklarını okşayan elim duraksarken derin bir nefesi ciğerlerime çektim. "Bir gülü toprağından koparacak kadar acımasız değilim."

 

"Acımasız olduğunu ama bu kadar acımasız olmadığını mı söylüyorsun?"

 

"Herkes biraz acımasız değil midir Savaş Bey. Sonuçta dünyaya gelişimiz bile bize can nefesini veren kadına büyük acılar yaşatıyor."

 

Beni inceleyen bakışları bir ok gibi sırtıma saplanırken, okun ucu göğüs kafesimin altındaki kalbime doğru yol alıyordu.

 

"Bunun için anneyi mi suçluyorsun? Yoksa doğan o çocuğu mu?"

 

"Kimseyi suçlamıyorum. Hayatın doğal akışını dile getiriyorum."

 

Dizlerimin üzerinde doğrularak, ayakta durduğumda onun yanında oyuncak bebek gibi kalan vücudumu hizaladım. Yan tarafımda yerini aldığında, gözlerini indirerek bana doğru baktı. Koyu kahverengi gözlerinin harelerinde dikenli güllerin dalları her bir uzvunu ele geçirmişti, buna rağmen dimdik ayakta kalarak bana doğru gülümsemişti.

 

"Belki de bir anneyi ya da doğacak olanları suçlamıyorsundur. Hayatın doğal akışını suçluyorsundur."

 

Yüzümü ona doğru çevirirken, zihnimde dönüp duran çarkların sesi rüzgara karışmış, gül kokusunu ardında bırakarak sessizliğe kavuşmuştu. "Belki de doğrudur, belki de yanlıştır."

 

Oyunumda kısa süreli aldığı role rağmen, bakışları ellerimi terletecek türden bir ağırlığa sahipti.

 

Aramızda süren kısa süreli sessizlikle beraber, derin bir nefesi ciğerlerine doğru çekti. Göğüs kafesi havalanıp alçalırken mırıldandı. "Ares'e bugün ders vermeyecek gibisiniz, halen bahçede olduğunuza göre?"

 

İma dolu sesi bir an için gözlerimi devirmeme neden olacaktı. Son anda kendimi durdurarak dudaklarıma zoraki bir gülümseme kondurdum. "Ben de sizinle konuşmadan önce gidiyordum."

 

"Öyle mi? Gülleri kokladığını düşünmüştüm ben de."

 

"Bir an için öyleydi, daha sonra siz gelerek benim gitmeme engel oldunuz."

 

"Engel olan şey varlığım mı mıydı? Zira gitmemen için hiçbir şey yapmadım."

 

Kim bana Savaş Yiğit olarak adlandırılan kişinin soğuk ve son derece ketum olduğunu söylemişti? Gelseydi de bu hallerini bir görseydi, daha sonrasıda ne kadar yanıldığını anlamış olurdu.

 

"Siz konuşurken çekip gitmemi istiyorsanız bunu söyleyebilirsiniz. Benim nazarımda ne kadar bu saygısızlık olarak adlandırılsa da sizin öyle görmediğiniz sözlerinizden anlaşılabiliyor."

 

Kaşlarını kaldırarak bana bakan adam kafasını hafifçe salladı. "Anladım. Ne söylersem söyleyeyim daima ardında söyleyecek kelimelerin olacak ama Ares'i daha fazla bekletme, bekletilince çok huysuz oluyor."

Arkamı dönerek hızla oradan uzaklaşırken, onun bu sözlerini bekliyor gibiydim. Ancak beklemiyordum, kendim de gayet gidebilirdim sadece işverenine saygısızlık yapmak istememiştim.

 

"Küstah adam."

 

Merdivenleri hırsla çıkarken, son derece hızlı hareket ederek Ömer Ares'in odasına ulaşmış oldum. Hafif aralık duran kapıyı sonuna kadar araladığımda, Ömer'in piyano başında sessizce beklediğini gördüm. Terk edilmiş bir çocuğu andıran mahsun ifadesi bana içimdeki o benliği hatırlatırken düşen omuzlarını piyonunun siyah beyaz notalarına doğru yaklaştırmıştı.

 

"Ben geldim!" diyerek bağırdığımda kafasını hızla kaldırarak kocaman açtığı mavi gözlerini görüş alanıma kattı. Gözlerinde oluşan duygu selini takip edemeden durgun bir tavır aldığında, "Hoşgeldin Aden." dedi.

 

"Özledin mi beni? Bugün biraz geciktim."

Piyonun taburesinde, yanına doğru oturduğumda küçük bedeni hareketlenerek sağ tarafa doğru hareket etti. "Sorun değil, fark etmedim bile." Burnumdan bir nefes bıraktım. Fark etmemiş birine göre oldukça kasvetli bir görüntüye sahip görünüyordu. Terk edilmiş çocuklar, birbirlerini acılarından tanırdı. Bundandır ki kalbimin ağrısı ellerimin ona sıkıca sarılmasına sağlayacak kadar can yakıcıydı.

 

Kollarım onun bedenini kavradığında, tombul yanaklarına kıyasla kemiklerini hissedebiliyordum. Kaskatı kesilen bedeni sırtını okşamamla kesilirken, belime doğru yavaşça sarılan küçük kolları hissettim. Birkaç saniye sonra ondan ayrıldığımda gözlerini kaldırarak bana bakıyordu, yanaklarının üzerinde kalemle çizilmiş gibi duran bir dairenin içinde kırmızılıklar mevcuttu.

 

"Neden sarıldın ki bana? Hiçbir şey de yapmamıştım" Ona sarılmam için bir şeyin olmasını bekleyecek kadar küçüktü ancak ona sebepsizce ceza vereceğimi düşünecek kadar büyümüştü. Kim ne derse desindi, küçük bir çocuğu sevgiyle sarmaladığımda onun üzerime uzanan elleri beni boğmak yerine çiçeklerle sarılmıştı. Varsın çiçeklerde dikenler olsundu, en güzeli de buydu.

 

"İçimden geldi sarıldım." Piyanoyu çalarken ona müdahale etmedim, bugün özgürce onun istediği notalarla dans etmesini mutluluk dolu gözlerle izledim. Dersimiz bittiğinde hiçbir şey söylemeden bana baktığında gözlerininin içinde yavaşça kırılan o buz kütlesini görebiliyordum.

 

Ömer benim için Savaş Bey'den daha zor bir bulmacaydı. Her bir adımını takip edemeyeceğim kadar hızla hareket ediyor ve oturmamış kişiliği ile yapabileceklerini asla kestiremiyordum. Ayaklarını taburenin üzerinden sallarken, "Biraz konağı gezmek
ister misin? Güzel yerlerini."

 

"Bunu çok isterim zaten buna pek fırsatım olmamıştı. Ama önce biraz tatlı yiyelim mi, Leyla bizim için bir kaç şey hazırlanış olmalı." Elimi uzatmamı beklemeden tuttuğunda, mutfağa doğru adımladık. Leyla mutfakta yoktu ancak masanın üzerine cam bir borcamın içinde görünen güllaç tatlısı enfes görünüyordu.

 

"Güllaç yiyelim bakalım."

 

"Bence onu yemeyelim Aden, Leyla bizim için başka bir tatlı yapmıştır onu yiyelim." Kaşlarımı çattım, "Niye ki? Bir yere falan mı götürülecek bu güllaç?"

 

"Bilmiyorum ama gül ile ilgili olan hiçbir şeyi yemiyoruz biz."

 

"Neden? Amcan mı yiyebiliyor sadece?"

 

Alayla konuştuğumda, dudaklarını büzerek güllaça doğru baktı. "Hayır, Şengül Hanım yiyor." Sözleri alaylı ifademi dağıtırken, bugün bu ismi ikinci kez duymam yutkunmamı sağladı. Dalkıran Konağı, Ziyagil Yalısına benziyordu. İçinde olan entrikaları kimse tahmin edemezdi.

 

"Öyleyse biz de suyumuzu içelim ve öyle gidelim olmaz mı? Başka zaman tatlı yeriz."

dedim onun avuçlarımın arasındaki elindekini sıkarak yola koyularak. Beni takip eden sessiz adımları, güllerle çevrili bahçeye çıktığında hevesli görünüyordu. "Bence Konağın en güzel yeri burası Aden."

 

"Neden rengarenk güllerle çevrili olması seni cezbediyor mu?"

 

"Hayır bu güller ile amcam ilgileniyor, diğer yerleri ile bir başkası." dedi elimi bırakıp güllerin arasına doğru koşarak. Güllere zarar vermeden dizlerinin üzerinde eğildi ve dokunmadan sadece bakarak onları seyretti. Çevrede gezinen gözlerim etrafı tarandığında, yan taraftaki camlarla örtülü serada iki kadın bedeni ayakta durmuş ve kapalı seranın içerisinde bulunan güllere dokunuyordu.

Beyaza yakın saçlar görüş alanıma girerken, bunun Savaş Bey'in kardeşi olduğunu anladım. Yanında duran kadının kimliği benim için belirsizken onları net görmek adına gözlerimi hafifçe kıstım. Dikkatli bakışlarımın arasında seçemediğim yüz ile bir adım öne doğru atmaya başladım.

 

"İstersen seranın içerisine girebilirsin, böylelikle daha net görmüş olursun." Savaş Bey'in sesi duyulduğunda artık buna şaşırmak yerine olağan bir tavır takınarak ona doğru döndüm. "Yok teşekkür ederim." Koyu kahveleri seranın içerisinde bulunan ikilide iken, kardeşiyle oldukça tezat duran tem rengi güneş ışığının etkisi ile parıldıyordu. Sabahın aksine üzerinde rahat görünen eşofman ve tişört bulunurken, geniş omuzları dikti.

Ömer, yerinden hiç kıpırdamamış ve tüm bahçeyi öylece izlemeye dalmışken mırıldandım. "Zarar vermekten korkuyor gibi."

 

"Zarar vermek istemiyor, ne kadar dokunacağını kestiremiyor ve vu da onun hiç dokunmamasını sağlıyor." Gözleri seradan ayrılmazken, sözlerime hitaben mırıldandı.

 

"Neden kestiremesin ki? Ufacık dokunabilir."

 

Omuzları bir an için gerilirken, gözlerini dizlerini bükmüş yeğenine doğru çevirdi. "Bizler ne kadar dokunacağımızı bilemeden acı veren yaratıklarız. Cansız olarak adlandırdığımız bitkilerin bile en ufak dokunuşumuzda zarar görmesi onu üzüyor." Demek bu küçüğün üzüldüğü bazı şeyler vardı.

 

"İlerde daha fazla zarar vermemesi için şimdi az hasarla ne yapacağını öğrenmesi daha güzel olmaz mıydı?" Gözlerini bana çevirirken, kalın dudaklarını diliyle ıslattı. Devam etmemi bekler gibi bana doğru bakıyorken omuzlarımı silkerek, "Sonuçta güllerin de dikeni var öyle değil mi, biz o dikenleri sökerek canımızın yanmamasını sağlıyorsak o da farklı çözümler üretebilir."

 

"Onun gelecekte vereceği hasarı azaltması için şimdi bir yıkımı başlatmamı tavsiye etmeniz, oldukça ilginç bir bakış açısı."

 

"Ben yıkım olacağını düşünmüyorum Savaş Bey. Kimse güllerinin içinden yalın ayak yürüyerek yol alırken canının acıdığını söylemez, üzerinize sinen gül kokusu dikenlerin size zarar vermesini de örtbas etmez." Bakışlarım onun heybetli gövdesinde göz gezdirirken devam ettim. "En büyük örneği siz değil misiniz?"

 

"Benim dikenli güllerle çevrili bir yolda yürüdüğümü mü ima ediyorsun?"

 

Sözlerine tek taraflı bir gülüş sundum. "Hayır, ben Ömer için, örnek aldığı kişinin siz olduğunu söylemek istedim."

 

Elini kaldırarak iki kaşının ortasını kaşırken, alaylı bir gülüş attı. Sözlerimi çarpıtarak ona aktarmam belki hoşuna gitmemişti ama söylediğim her iki şey de doğruydu. Kaşlarımı kaldırarak ona baktığımda, elini indirerek gözlerini kıstı. "Kelimelerle aran çok iyi."

"Bu sizi rahatsız mı etti?" dedim ona doğru hızla. Bu telaşla yaptığım bir eylem değildi, aksine bu durumdan rahatsız olması hoşuma bile giderdi. "Hayır ilgimi çekti."

 

Arkada birleştirdiğim ellerimin sallantısı sözleri ile durdu. "Peki bu kötü bir şey mi?"

 

"Bilmem sen söyle." Bana bir adım yaklaşırken, her ikimizden de yükselen gül kokusu, bahçeden yükselen gül kokusu ike bütünleşti. "Benim ilgimi çekersen sana yaklaşmak isterim ve ben ufak hasarda üzülen biri değilim."

Bölüm : 06.01.2025 13:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...