7. Bölüm

7. Bölüm: "Yanık Kalplerin Kokusu"

Selene Nox
seleneisadark

Ona vereceğim hasarlarda üzülecek tarafın bile ben olacağımdan o kadar emindim ki. Her bir parçam un ufak olmuşken onun beni hasar vererek sevmesi benim parçalarımı dağıtmak yerine toplamaktı nazarımda. Onun ilgisi, benim dağılmama değil toparlanmama yetecek güçteydi.

Savaş Yiğit Dalkıran, kendine bile vermediği sevgiyi ve özveriyi bana gösterirken, siyah harelerine yerleşen şefkati avuçlarının arasından bana yöneltecekti.

"Amacım size hasar vermek olmazdı, aksine oluşan hasarı gül yaprakları ile örterek güzelliğe boğulmanızı sağlamak olurdu." diye fısıldadım. Rüzgara karışan fısıltımı duyduğunu biliyordum, koyulaşan hareleri bile bu cümlemi duyduğunun en büyük kanıtıydı. Beni çok güzel severdin Savaş Yiğit.

Derin bir yutkunma boğazımdan geçerken, bakışlarımı utanırmışçasına ondan ayırarak kapalı seraya baktım. Anne kız, gözlerini ayakta duran bedenlerimize çevirmişti. Dikkatle bizi inceleyen bakışlarının ağırlığını hissetmemek bir an için dişlerimi sıkıca birbirine bastırmama neden olacakken karşımda verdiğim tüm mimikleri izleyen adamın varlığı, sadece dudaklarımı aralamama neden oldu.

"Dikkatli bakışlara alışık olduğunu düşünmüştüm." Tek düze söylenen sözlerle mimiklerimi değiştirmedim. "Bu dikkatli bakışlar nedense biraz nefret ve kinle harmanlanmış."

"Aldırma." Tek kelime. Hiçbir açıklama yapılmadan söylenen sözler ile beraber omuzlarımı dikleştirdim. Seranın kapısı aralanırken, beyaza yakın saçlara sahip olan kadın elinde gümüş tepsi ile dışarı doğru adımını attı. Zarifçe attığı her bir adımda, beyaz bir kuğuyu andıran görüntüsü daha da netleşiyordu. Bir an için, onun yanında kendimi yetersiz ve kimsesiz bir güzellikte hissettim. Ancak bu sadece kısa bir an içindi. Daha sonrasında, burnumu biraz daha havaya kaldırarak dudağımın kenarını kıvırdım.

"Merhaba abi." diyerek konuştuğunda, mücevheri andıran mavi gözlerini kırpıştırarak Savaş Yiğit'e bakıyordu, bu görüntü kaşlarımı çatmama neden oldu. Onun mavi harelerinin arasına gizlenmiş dikenler, bir kardeşin abisine olan bakışından çok daha farklıydı. Konuşmadan ayakta dikilmeye devam eden Savaş Yiğit ona bakmadı, bir süre daha bakışlarını benim üzerimde tutarak ikilinin arasında küçülen bedenimi inceledi.

Kısıkça öksüren kadınla beraber ciğerlerine derin bir nefes çekerek geniş göğsünü daha da kabarttı, bedenini hareket ettirerek kardeşine doğru dönerken gözlerini aşağıya indirip gümüş tepside duran tek bir kadehe doğrulttu. "Gül şerbeti, sizin sevdiğiniz gibi." Kedi mırıltısını andıran ses tonu, insanda nedensizce göğsünün tıkanmasına yetecek nitelikteydi. Ellerini arkadan birleştirmiş adam ve yanında gümüş tepsiyle ona bakan kadınla beraber dudaklarımı birbirine bastırdım ancak dudaklarımın arasından kaçan kıkırtı ile beraber bakışları bana doğru döndü.

Bakışları gülen yüzümdeyken gözlerimi kırpıştırdım. "Pardon." Hafif bir fısıltı dudaklarımın arasından dökülüp, onların kulağını ulaşırken halen aynı görüntüde durmaları daha da komikti. Nesiniz siz, padişah ve cariyesi mi?

Bana doğru doğrultulan bakışlarda nefret ve kin daha da belirginleşirken karşımdaki kadın artık bunu saklamaya çalışmıyordu. Dudakları sinirden titreyecek kadar hareketlenirken ani tuh hali geçişlerini şaşkınlıkla izledim. Burun delikleri genişlerken elindeki gümüş tepsinin kenarını sıkıca kavrayarak, gül bahçesinin içine doğru fırlattı. "Ay!" diyerek bir adım sağa doğru kaydığımda, tepsi benden oldukça uzağa düşmüştü.

Toprak zeminden dolayı duyamadığımız tıkırtı sesi, kafamın içinde kendi kendine yankılanırken tepsinin kendi etrafında bir kaç tur dönerek toprak zeminin üzerinde durdu. Gümüşi renge sahip bardağın da toprak zenle buluşması ile beraber, içinde olan gül şerbeti de güllerin yapraklarının üzerine sıçramıştı. Adrenalin ike beraber, birkaç derin nefesi ciğerlerime yolladığımda soluklarım şiddetliydi.

Kuğu olarak adlandırdığım kadın, vahşi bir biçimde arkasını dönerek seraya doğru yol aldığında her şey bir kaç saniye içinde gerçekleşmişti. Gergin sırtı ile beraber koşarcasına adımları seranın içine girdiğinde, şeffaf olan duvarlar buzlu bir hal alarak görüntüyü bulurlaştırdı. "Ben ne yaptım şimdi?" diye homurdanarak konuşurken gözlerimi Savaş Yiğit'e doğru çevirdim.

Koyu bakışları üzerimde iken, keyifli parıltılar uzaktan bile belli oluyordu. Bana doğru bir kaç adım attığında, daha yakınlaşarak aramızda sadece bir adımlık mesafe bıraktı. Gül kokuyordu.. Güllerin kokusu, bir erkeğin üzerinde, onun üzerinde hiç bu kadar güzel kokmamıştı. Bunu zihnimde tekrar ederek kendime onun ne kadar sarsılmaz olduğunu hatırlattım.

"Bir şey yapmana gerek kalmadı, sadece dudaklarının arasından çıkan küçük mırıltılar yeterli oldu Asi." Açık kahvelerim kehribara boyanırken, ikinci adımı kullanmasının ardında bir neden aradım. Bana göz dağı mı vermeye çalışıyordu?

"Dudaklarımın arasından hangi mırıltıların çıkacağı konusunda daha dikkatli olmalıyım öyleyse." Sözlerimle beraber, kahvelerime kenetlenen gözlerini aşağıya indirerek dudaklarıma baktı. Hareleri bir kaç ton daha koyulaşırken, adem elmasının hareketlenmesini sağlayan derin bir yutkunma geçti boğazından. Dudaklarım istemsizce aralanırken, ona doğru hissettiğim karşı konulamaz çekimi inkar edemezdim.

"Mırıltılarının bir kediyi andırdığına yemin edebilirim." Kalın dudaklarının arasından yükselen ses tonu hırıltılıydı. Ne ara bu duruma gelmiştik? Sadece bir kaç adım mı bizi birbirimize bu derece yakın olmaya itmişti? "Vahşi bir kedi olduğunu söylemem daha doğru olur."

Dudağının üst tarafı hafifçe titreşirken, bunun sinirden olmadığı kesindi. Derin bir nefesi ciğerlerime yollayarak hızla arkamı döndüm. Genişçe alana yayılmış güllerin görüntüsü gözlerimin önüne serili bir halde dururken, elimi kaldırarak kalp krizi geçirdiğime emin olduğum kalbimin üzerine koydum. Kalbimin bu kadar hızlı çarpmasının tek nedeni benim kalp krizi geçiriyor olmamdı, onun bana bu kadar yaklaşmış olması değil.

Arkamdan yükselen sesli soluklar dinginleşirken, konuşmadan uzaklaşan beden ile güllerin içinde yalnızdım. Seradan bizi izleyen gözler harici yalnızdım...

Meraklı bakışlar, sırtıma kenetli bir halde iken omurgamdan aşağıya doğru süzülen ter damlası biraz önce yaşanan kor alevlerle kaplı anıyı tekrar hatırlattı. Yanaklarıma doğru yükselen sıcaklığın nedeni hissettiğim utanç değildi, aksine bu anının tekrar yaşanmasını istediğimden dolayı titrekleşen nefeslerimden dolayıydı. "Aden, bak neler topladım?"

Ömer'in sesi düşüncelerimin arasına aniden sızarken, kafamı şaşağıya doğru eğerek ona baktım. Küçük bedeni, ayaklarımın önünde iken altını andıran sarı saçları rüzgarın etkisi ile beraber dalgalanıyordu. "Neler topladın bakayım?" diyerek dizlerimin üzerinde eğildiğimde, elinde kırmızı gelinciğe rastladım.

"Kırmızı gelincik mi bu? Daha farklı görünüyor sanki." Başımı çiçeğe doğru daha da yaklaştırırken onun irileştirdiği mavilikleri de üzerimdeydi. "Higanbana çiçeği bu çiçek." Hevesle konuştuğunda, bilgilerinin tümünü bana aktaracağını anladım.

"Bu japonyada yetişen bir çiçek normalde biliyor musun? Ama amcam burada da yetiştiriyor. Bu çiçek, ölen kişilerin arkasından yeşerir ve yeniden doğuşu kutsar." Gözlerim kırmızı çiçeğin güzelliğine kayarken, zihnimde görünüşünün bu kadar güzel olmasının nedeninin ölüm olması yer edindi.

Ölüm, bu kadar güzel görünmemeliydi...

"Ne kadar da değişik bir bakış açısı." dedim kafamı sallarken. Elimi ona doğru uzattığımda, parmaklarımın arasına bir dal çiçeği bırakırken dik bir konuma geldim. Tomurcukları onu her çevirişimde dalgalanırken, parmaklarımı gezdirdiğim yeşil sap kısmından bir diken parmağımın ucuna battı. "Ah!" Parmağımı tutarken, çiçek ellerimin arasından kayarak toprak zemine doğru düştü. İşaret parmağımın uç kısmına batan dikeni, diğer elimle çıkarmaya çalışırken yüzüm buruştu. "Aden, dikeni mi battı?" Yerinde zıplayarak bana yetişmeye çalışan çocuğa cevap vermedim. Dikeni parmağımdan çekip çıkardığımda, bir kan damlası parmağımın ucundan süzülerek yere damladı.

"Hii, elin kanıyor Aden!" Ömer'in telaşlı bağırtısı duyulurken, dikeni çıkarmamdan dolayı kalp gibi atmaya başlayan parmağımın ucuna dokundum. "Tamam sorun değil acımadı." dedim mırıltıyla. "Acımadı diye bir şey mi olur Aden, kanıyor. Kanıyorsa bu acıdığı anlamına gelir."

Bilmişlik ile konuşan Ömer'e baktığımda, avuçlarının arasındaki çiçekleri toprak zeminin üzerindeydi. Tekrardan dizlerimin üzerine geldiğimde, işaret parmağımı göz hizasına doğru kaldırdım. "Bak, küçük bir diken parçası battı sadece. Acımıyor." Gözleri, parmağıma dikkatle baktığında büzülen dudakları arasından üzgünce konuştu. "Acımıyor mu gerçekten?"

"Gerçekten acımıyor." diyerek kıkırdadım. Gülen yüzüme doğru baktığında, onun da dudaklarının kenarında ufak bir kıvrım oluştu. "Tamam o zaman." Tatlılığına karşın elimi uzatarak yanaklarına koydum ve iki yandan bastırdım. Balık şeklini alan dudakları tuhaf bir biçimdeyken keyifli kıkırtılarım ikimizin de kulaklarında yankılanıyordu.

Minik ellerini uzatarak, ellerimin üzerine doğru yerleştirdiğinde mavi gözlerinin içinde yer edinen sevgiyi hissettim. Bu sevgi, gerçekten de dört yaşında olan bir çocuğun oynadığı bir oyundan mı ibaretti? Yanaklarını sıktığım bir kaç dakikada o buna engel olmaya çalışmış ancak başaramamıştı.

Elimi yanağından ayırarak, elinin üzerine yerleştirdiğimde, elini sıkıca kavradım. Hissettiğim pütürlü zemin ile, elimi bileklerine doğru kaydırarak onu kendime doğru çektim. Öne doğru savrulan bedeni şok içinde sarsılırken, "Aden?!" diye bağırdı. Onu umursamadan avuç içlerini göz hizama kaldırdığımda, avuç içinde irili ufaklı bir çok yara vardı. Gözlerim kan kırmızısı çiçeğe doğru kaydığında, bunu güzel görüntüsü ile insanları yanıltan çiçeğin yapmış olduğunu anladım.

Tek bir damla kanın sızmadığı yaralardan, üstteki deri sıyrılarak yaranın üst kısmında ve yanlarında toplanmıştı. Ellerim titrerken, böyle bir acıya rağmen nasıl bir kaç dakika önce kahkahalar ile güldüğüne hayret ettim. "Ömer, acımıyor mu?"

Ona yönelttiğim soru ile mavi gözleri, kendi avuçlarının arasına doğru kayarken, benim yüzümdeki ifadeden dolayı puslu bir görüntü aldı. Yüzümdeki ifadeye tekrardan göz gezdirirken, "Acıyor." diyerek fısıldadı. Onun gözlerindeki boş bakışları bir süre izledim.

Acımıyordu.

Ellerininde, dikenlerin oluşturduğu yaralar onun canını bir gram dahi olsa yakmıyordu.

Merhabalar ask bahçelerim.

İnstagramda paylaştığım kesiti, bir sonraki bölümde okuyacağız. Sizi çok fazla bekletmemek için bunu hemen paylaştım.

Vote ve yorum yapmayı unutmayınız.

Aden Asi'nin gerçekteki amacı ne?

Peki Savaş Yiğit? Bu gelgitli tavırları biraz garip gibi sanki...

 

Bölüm : 06.01.2025 22:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...