8. Bölüm

8. Bölüm: "Bir Kutu"

Selene Nox
seleneisadark

Kanayan avuçlarından dökülen damlalar, güneşin ısıttığı toprağa damlıyordu. Kan kırmızısı renk, kahverengi toprağın üzerinde halen yaşadığını belirtircesine yaşam dolu parıldıyordu. "Acıyor Aden, ne yapacağız?" diye fısıldadı çocuksu ses tonuyla. Onun o küçük ve çocuk bedenine bürünmüş ruh hali içten içe korkmama neden oluyordu. Çünkü bunun gerçek olmadığını biliyordum.

"Krem sürelim, gel hadi." Ona doğru anlamını çözemediğim gözler ile bakarken, yeni avının ben olup olmadığımı düşündüm.

"Krem sürünce acısı geçer ama krem sürene kadar acıyor." diye mırıldandı yanımda kısıkça. Tekrar eder gibi söylediği kelimeler, onun için bir hatırlatma gibiydi. "Hıhı." Diyerek ona küçük bir mırıldanma verdim.

Ömer Ares Dalkıran, acıyı hissetmiyordu. Bu bir hastalık mıydı? Yoksa başlı başına Dalkıran Ailesinin bir komplosu muydu? Onların bir ağacın dalları gibi uzanan kökleri arasından çıkan düşünceler her bir insanın hayatını tepetaklak etmeye yetiyordu.

Büyük bir yalıyı andıran çiftlik evinin, gri döşemeli kapısını aralayarak içeriye doğru yürümeye başladığımızda eğilerek kendi ayakkabılarımı ayağımdan çıkardım. Eğilen başımı hafifçe yukarı doğru kaldırdığımda, Ömer'im küçük bedeni dimdik ayakta, mavi gözlerindeki boş bakışlar eşliğinde bana doğru bakıyordu. Ona soran gözler ile baktığımda, "Ayakkabılarım..." diye kısıkça mırıldandı.

Derince yutkunurken, ellerimi kaldırarak onun beyazın ve mavinin karıştığı ayakkabılarına yöneldim. "Ellerim yaralandı ve acıyor, bu yüzden de ayakkabılarımı kendim çıkaramam." Diyerek mırıldanmaya devam etti. Sözlerinin bana yönelik olup olmadığını tam olarak anlayamadım. Her defasında kendini inandırmak ya da ona söylenen şeyleri tekrar etmekti belki de amacı.

Benim işim gerçekten ona piyano öğretmek miydi? Yoksa tıpkı beni planlarımın olduğu gibi

Dalkıran Ailesinin de mi planları vardı? Bu düğümü çözecek şey, bizim kendi boynumuza doladığımız urganın ilmekleri mi olacaktı? Yoksa kader başlı başına her şeyin planlarına ortak mıydı?

Eğildiğim yerden, ayakkabı bağcıklarını çözerek ayağındaki ayakkabıyı çıkardığımda "Hadi gidelim." dedim. Attığım adımlara eşlik eden adımları, büyük evin içerisinde yankı uyandırıyordu. Onun odasının içerisine doğru bir adım attığımızda, daha öncesinden yerini bildiğine emin olduğum ecza dolabına yöneldi. Dolaptan kremi çıkardığı anda, küçük omuzları gerilirken gözlerimi kırpıştırarak ona baktım.

Sanki ne yaptığını son anda fark ediyormuş gibi, bana doğru dönerek gözlerini masumca kırpıştırdı. "Krem burada." diye mırıldandı. İşaret parmağı ile boyunun yetişebileceği bir mesafede olan ecza dolabını gösterirken. Küçük adımlarla yanına doğru ilerleyerek dolaptan, açık yaralar için olan kremi ve pamuk ile sıvı çıkararak onu yatağının üzerine oturturdum.

Küçük avuçlarını bana gösterirken, yaraların üzerinde ıslak pamuğu gezdirdim. Daha sonrasında ise kremi avuç içlerine sürerken, "İşte oldu." Diye fısıldadım. Açık kahvelerimi yukarı doğru kaldırarak ona bakarken, mavi gözleri üzerimdeydi. "Evet, teşekkür ederim." Diye fısıldadı o da bana doğru. Açık mavilikleri bana doğru bakarken, ayağa kalktım."Sen biraz dinlen burada. Ben geleceğim."

Odadan çıkıp, koridorda yavaş adımlarla ilerlemeye başladığımda adımlarım Savaş Yiğit'in odasına doğru yol alıyordu. "Bu beni ilgilendirmiyor, olası herhangi bir problemde sorumluluk bana ait değil Emrah duydun mu beni?!" Savaş'ın sesi tüm koridorda yankılanırken, adımlarımı kapının önünde durdurdum.

"O adamın ne yaptığı umrumda bile değil, önemli olan o lanet arazi!" Sesi tüm koridorda yankılandığında, kaşlarımı yukarı doğru kaldırdım. Boğazımı temizleyerek kapıyı tıklattığımda, bir süre sonra "Gir." Kapıyı aralayıp içeriye girdiğimde, gerilmiş bedeni pencerenin önündeydi. Hızlı alıp verdiği soluklar, gergin olduğunun bir işareti iken bana dönmeden konuştu. "Bir sorun mu var Aden?"

Derin bir soluğu ciğerlerime doğru çekerken, "Sonra da konuşabiliriz Savaş Bey, pek.. müsait gibi değilsiniz." Diye fısıldadım. Gerçekten de şuan onunla konuşmak istemiyordum, her söylediğim şeyi yanlış anlayarak sinirini benden çıkarabilirdi. "Belki de daha sonrasında konuşmalıyız." Diye mırıldanırken bir adım geriye doğru attım.

"Sakın bir adım daha atayım deme!" derken bana doğru dönmüş ve işaret parmağını doğrultmuştu. Adımlarım olduğu yerde duraksarken, gözlerimi kırpıştırdım, "Peki."diye mırıldandım. Ellerini şakaklarına götürerek ovalarken, birkaç dakikayı o şekilde geçirdik. "Sadece," derin birkaç nefesi ciğerlerine doldurdu. "Sonra gel tamam." Dedi eliyle çıkmam için işaret ederken.

İçten içe gözlerimi devirirken, yüzümde kısa bir tebessüm oluşturup arkamı dönerek koridora çıktım. Sahi, neden gelmiştim? Savaş Bey'in bana Ömer hakkında gerçekleri anlatacağını düşündüğüm için mi? Şimdi düşününce bu komik geldi.

Kapının önünde derin nefesler alırken, "Neden geldiğini unutma. Sadece bir süre, sonra her şey eski haline dönecek." Diye fısıldadım. Başta düşündüğüm her şey, yanlış gibi görünse de yolun sonunda doğruları bulacaktım.

🚪 🚪

Neyin doğru olduğunu bilemediğin o zamanlarda, geçmişe dönüp baktığında adımlarını gerçekliğe atacaksın derler.

Bir adımın takıntısından doğan sarmaşıklarla örülmüş güzelliği, yine bir adama olan takıntısının temelini atmıştı. Mina'nın dediği gibi, benim yapamayacağım hiçbir şey yoktu. O sarmaşıkları zehirle karıştırıp tenime sürecek dahi olsam, bu yolun sonunda kazanan tek kişi ben olacaktım.

Kazanmak için başlatılmış bir oyundu bu.

Benim oyunumdu.

Adımlarımı konağın yam tarafındaki yıkık dökük araziye doğru atarken, sıcaklığın düştüğü sokak arasında kollarımı titreme esir aldı. Çantamı kavrayan ellerim sıkılaşırken gördüğüm bedenle çenemi ve omuzlarımı dikleştirerek adımlarımı daha sert basmaya başladım. Benim oyunumdu...

"Oo, Aden Hanım nerelerde kaldınız? Bu sokak aralarında sizleri beklerken yorulduk vallahi." Siyah bıyıklarının altında görünmeyen dudaklarını bir sırıtışın esir aldığını biliyordu. Gözlerimi devirerek karşısına geçtim. "Abartma Feyyaz, çok beklemedin zaten." Gözlerimi etrafta gezdirerek tekrardan ona döndüm.

"Araştırdın mı? Var mı bir şeyler?" dedim gözlerimi onun kahverengi gözlerine dikerek. Gözlerinin etrafında beliren ince kırışıklıklar artık yaşlandığın göstergesiydi, geride bıraktığım çocukluğum da onunla beraber bu kırışıklıkların arasında kayboluyordu. Anısı zihnimde taze olan o kor alevler, onun zihninin derinliklerine gömülmüştü.

"Pek bir şey yok. Bir çocuğa ders vermek için Sivas'tan ayrılmış. Daha sonra ne olduğunu kimse bilmiyor." Diye mırıldandı üzerimde gözlerini gezdirerek. "Senin olayın ne bu adamla?"

"Bir şey yok, olay benimle ilgili değil. Birine bir yanlış mı yaptı yoksa yanlışı biri ona mı yaptı merak ediyorum sadece." Dedim onun yüzüne bakarken. Kafasını onaylarcasına sallarken, "Pek yoksun bu aralar, hayırdır? Mevzularda mısın?"

"Ne zaman mevzularda olmadım ki?" dedim derin bir nefesi ciğerlerime çekerken. "Adamdan haber gelirse sana söylerim. Sıkıntı yapma."

"Tamamdır, sağol." Sırtımı ben de onun gibi yıkık dökük duvara doğru yaslarken, "Sen nasılsın? Sende bir sıkıntı yok değil mi? Gelen, giden..." diye fısıldadım. "Yok, yok. O mevzudan sonra kimse gelmedi." Kafamı onaylarcasına salladım. Bu iyiyiye işaretti.

"Arada bir Gülcan'a soruyorlarmış." Yan bakışlarım onun üzerindeydi. "Bir şey çıkmaz ama Gülcan'dan merak etme." Derin bir nefes çekip kafamı onaylarcasına salladım.

"Sende durumlar nasıl? Adamla aran iyi mi?"

"Adam bir değişik." Gözlerimi düşünürcesine kıstım. "Gerçi komple hepsi bir değişik. Bunun bir ablası var onu araştırsana."

"Adı ne?"

"Gülçehre." Gözlerimi, kahve gözlerine diktim. "Gülçehre Dalkıran."

"S*ktiğimin adamının kız kardeşini mi araştırmamı istiyorsun Aden?" Bana doğru bir adım yaklaştı ve dişlerini sıkarak konuştu. "Bu işe bir son ver. Bu önceki oyunlarına benzemez. Artık arkanda sana sahip çıkacak fiyakalı bir herif yok."

"Fiyakalı birini bulmama gerek yok." Dudağımın kenarının alayla kıvrıldığına emindim. "Son olanlardan sonra, fiyakalı herifleri bıraktım. Tek fiyakalı kişi artık benim unuttun mu?"

"İşler sandığın gibi ilerlemez kızım. Bu işlerin içinde doğdun sen, bilmiyormuşsun gibi davranma bana." Üzerimdeki elbisenin eteğini çekiştirerek konuştu. "İçinde kim olduğuna bakmazlar kızım, nasıl biri olduğuna bakarlar. Ne kadar adam olduğuna. Kimi ne kadar koruyabildiğine."

Doğruydu.

Çağlayan Camiasındaki tek kız olarak, Çağlayan'ı korumam değil, Çağlayan'a bir varis vermem gerekiyordu.

"O zaman ben de fiyakalı bir herif bulurum." Başımı yana doğru eğdim. "Savaş gibi biri." Derin bir nefesi ciğerlerime çektim. "Sinir problemleri olan, yiğenini bir amaç doğrultusunda kullanan, benim gibi oyunlara hükmeden biri."

Feyyaz kafasını iki yana salladı. "Kendin söyledin, oyunlara hükmeden biri.. neden senin oyununa da hükmetmesin ki?"

Ona kınarcasına baktım. "En başta Gülcan'ı neden ele vermedin Feyyaz? İkimiz de gerçeği biliyoruz.. onun tüm bu oyunları kaldıramayacağını düşündün. Onun zayıf olduğunu.. kendini koruyamayacağını düşündün.."

"Ben de böyle yapacağım. Zayıf biri olacağım."

"Oyununda ele geçirileceksin haberin yok." Küçük bir kıkırtı dudaklarımın arasından çıktı. "Bu aslında hoşuma gider. Ne de olsa, bu da yeni bir oyunun başlangıcı olur öyle değil mi?" Feyyaz'ın bana bakışları değişirken, yıllardır beni nasıl tanıyamadığını anlayamıyordum. Ben bu hikayenin acıklı küçük kızı değildim, bir şeyleri elde etmek için onları tırnaklarıyla kazıyan bir kadındım.

🩸🩸

Evden içeriye doğru girerken salonun ışıkları kapalıydı. Annem çoktan uyumuş olmalıydı, babam da zaten yataktan çıkamıyordu. Ayakkabılarımı ayağımdan çıkarırken, kafamda yarının senaryolarını düşünmeye başladım.

"Beklediğimden erken geldin."

"Ay!" Korkuyla açılan gözlerimle, sesin geldiği yere doğru dönerken Mina'yı salondaki tekli kanepenin üzerine oturmuş bir halde buldum. "Ödümü kopardın." Bana boş gözlerle bakarken, üzerinde sıfır kollu bir atlet ve şort takımı vardı. Tüm yanıkları ortaya çıkmıştı. Tüm o buruşmuş ve geçmişin hatıralarını taşıyan yanık izleri gözlerimin önünde bir kanıtmış gibi duruyordu.

"Bugün ne fark ettim biliyor musun?" Karanlığın içindeki vücuduna sokaktaki sarı ışığın yansıması vururken, bir yüzü halen karanlıkta kalıyordu. "Yengeme çok az yardım ediyorum. Bu evde kalıyorsam eğer bir şekilde bir şeylere yardım etmek zorundayım diye düşündüm."

"Sen bir şey mi içtin?" Hızlı adımlarla ona doğru yürürken, elimi yüzüne doğru uzattım. Çenesinden tuttuğum yüzüyle iki yana doğru çevirdim. Gözlerinin beyazı normal dururken, boş bakışları değişmemişti. "Hep böyle oluyor ama.." Kafasını hızla geriye doğru çekerek, ayağa kalktı.

Boyumun hizasında duran bedeni ile beraber bana doğru baktı. "Hep ben bir şeyler içmiş olurum. Hep ben bir şeyleri hatırlamakta güçlük çekip, acıyı taşıyan olurum." Gözlerini kırpıştırdı. "Neyse bunun bir önemi yok zaten.. artık."

Boğazını temizleyerek devam etti. "Yengeme yardım etmediğimi fark ettim. Ben de bugün bir şey yapmaya karar verdim." Bana doğru bir adım yaklaştığında, ben de geriye doğru bir adım attım. "Çöpü atmaya karar verdim."

"Senin bu saçmalıklarını dinleyemeyeceğim." Hızla arkamı döndüğümde, kolumdan sertçe çekerek yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı. "Çöp konteynırı bugün boşaltılmamıştı. Belediyenin ihmalsizliği mi yoksa kaderin bir cilvesi mi bilmem.."

"İçinde ne gördüm dersin?" Kolumdan sarstı, savrulan saçlarım arasından ona bakarak kolumu çekiştirmeye başladım. "Ayakkabılarımı."

"Benim ayakkabılarımı! Yıllardır sakladığım, bir şey olmasın diye dua ettiğim o ayakkabıları!"

"Ben ne yapayım be bunu! Eski püskü ayakkabılarını biri çöp sanıp attıysa benim mi suçum bu?" Yüzüne doğru haykırdım. Gözlerim sinirle titreşirken, onun da benden ayrı kalır bir yanı yoktu. "Çöp mü?"

"O ayakkabıları vestiyere düzgünce koyduğuma adım gibi eminim." Dudaklarımın arasından alaycı bir kahkahanın dökülmesine engel olamadım. "O zaman buna sevinmeliyiz.."

Kafamı yana doğru eğdim, "Ne de olsa senin adın da belli değil." diye fısıldadım. "Yani ortada bir sorun yok sanırım."

Dudaklarımda beliren kocaman bir gülümseme ile ona bakarak arkamı döndüm. Döndüğüm amda kaybolan gülümsemem, yerini sinirli bir diş gıcırdatmasına bıraktı. Her bir adımımı sertçe yere doğru basarken, her bir adımımda aklıma bir hatıranın izi düşüyordu.

"Aden, baksana!" Arkamı döndüğümde Mina elindeki kutuyu sallayarak bana doğru koşuyordu. Yüzündeki kocaman gülümseme, ona şeker hediye edilen birinin yansıması gibiyidi. "O elindeki ne?"

Kurdele ile bağladığım sarı saçlarımın arasından, bir kaç tel firar ederek önüme düştüğünde onun ellerinin arasındaki kutuya baktım. "Bak, ayakkabı!"

"Oha kızım! Sanki biri hissetmiş." Elindeki kutuyu hızla açmasını beklerken konuştum. "Ayakkabının kaybolduğuna üzülüyordun bak yenisi gelmiş. Baban mı hediye etmiş?"

"Yok, babam değil." Yanaklarının üzerinde kızarıklıklar oluşurken, yüzümdeki gülümseme azaldı. Tahmin ettiğim şey olamazdı değil mi? "Çakır hediye etti."

Çakır...

Yüreğimde en derin köşeye sıkıştırdığım.. Ama buna rağmen kalbimde baş köşeye oturan, kara gözlere sahip olan adam.

"O mu hediye etti dedin?" Dudaklarım gülümsemek adına titrerken, "Ne zaman oldu bu?" dedim. Yüzündeki gülümseme o kadar heyecan doluydu ki.. mutluluğun ışıltıları gözlerine ulaşmıştı. "Sabah okula giderken, akşam beni köşede bekle dedi. Beklemeyecektim ilk,sonra düştü aklıma işte.."

Gözlerini benden kaçırdı. "Kimseye de söyleme dedi, o yüzden sana da söyleyemedim kusura bakma."

"Sadece hediye mi verdi?" Lütfen Mina. Lütfen..

"Şey.." Omuzlarını içe doğru bükerken, bir ayağı yerdeki çakıl taşlarını itekledi. "Öptü bir de." Kutuyu koltuk altına sıkıştırırken, elleri ellerimi endişeyle kavradı. "Ama yanaktan, valla bak. Başka da bir şey olmadı zaten."

Birkaç şey daha söylemeye devam etmiştin o zaman Mina. Ne dediğini inan ki dinlemedim. Aklım bulanıktı. Kalbimin acısı o kadar derindi ki, bir an orada nefes alamayıp yere düşeceğimi sandım. Sen heyecanla ellerimi tutarken, onun hakkında konuşurken gözlerimden damlamayan yaşlar kalbimden kan akıttı.

Ben o gün bir ayakkabı kutusuna sahip olamadım.

Sen olamamanın acısını yaşadım.



Bebişlerim, siz beni neden insta ve tktk'tan takip etmiyorsunuz bakem.

İnsta ve tktk: seleneisadark

Bir sürü şey paylaşıyorum...

 

Bölüm : 13.01.2025 19:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...