9. Bölüm

9. Bölüm: "Oyun Kurucu"

Selene Nox
seleneisadark

Artık düzenli bölüm attığıma göre, maşşalllah. Ben bu bölüme kadar; Aden'in gerçekten Oyun kurucu mu yoksa başkasının oyununda bir piyon mu olduğunu merak ettim..

Geçmişte yaşanan izlerin anısı, Mina'nın bedeninde ne kadar iz bıraksa da, 8. Bölümde okuduğumuz Çakır'a olan sevgisinde Aden'in masum olduğu konusunda hemfikiriz..

Aden benim için karanlık bir kadın. Onu acıları bu hale getirmedi, kendisi acılarını karanlık tarafa çekti..

Bölümü severek okumanız dileğiyle..

vote ve yorum yapmayı unutmayın.

İnst, tiktk: seleneisadark

 

Dilldade 9. Bölüm: "Oyun Kurucu"

 

Geçmişin hatıraları asla eksilmiyordu benim zihnimde. Daima hatırlayacağım dünün anısı gibi tazeydi yarası. Bedenimdeki izler belki daha azdı, daha az acıtmıştı. Bazı yaraları bende Çakır açmıştı. Şimdilerde nerede olduğunu bile bilmediğim ama eskiden her adımını kuytu köşede takip ettiğim o adam.

Onun benden haberi yoktu. Belki de vardı,, gizlice bakışlarını yakaladığı birinin ilgisini fark etmiştir. Buna rağmen kara gözlerini çevirdiği kişi ben olmamıştım.

Hiç sahip olamadığım birinin acısını o zaman yaşamıştım.

Derin bir nefesi ciğerlerime doğru çektiğimde, piyonun tuşları parmak uçlarımın altında eziliyordu. Notanın sesleri, ruhumda ninni etkisi yaratıyordu. "Bunlar sanki tekrar eden notalar gibi." Ömer'in sesi yan tarafımdan gelirken, parmaklarımı durdurdum.

"Evet biraz öyle gibi."

"Ama bunu daha önce duymamıştım Aden, hangi parça?" Gözlerimi kırpıştırarak ona bakarken yüzümü ona doğru eğdim. "Beğendin mi yoksa?"

"Aslında beğendim ama sanki.. çok karmaşık."

"Aslında bunu besteleyen kişi de bunun olmasından korkuyordu. Karmaşıklıktan yani. Ama daha sonra, karmaşık olmasının da duygularının bir aynası olduğuna karar verdi."

Bana gözlerini kısarak bakan Ömer gülümsedi. "Yoksa sen mi besteledin? Kendin bestelemiş gibi konuşuyorsun."

"Hayır ben değildim." Elimi saçlarının arasına götürerek yumuşak tutamlarının arasında elimi gezdirdim. "Babamdı."

Gözlerindeki dalgaların üzerine kara bulutlar hakim oldu. Bir kelimenin insanda açtığı yara, küçük bir çocuğun kalbinde yer edinmişti. "Baban, neden böyle bir beste yaptı ki?"

"Belki de kendi içinde savaştığı bir şey vardı. Savaşı ne kendi kazanabildi ne de kaybedebildi."

"Babalar hep böyle mi?" Kaşlarım hafifçe çatılırken ona doğru baktım. "Nasıl?"

"Ne yapmak istediklerini bilmezler mi?" Dudağını öne doğru büzerken, bunun onun gerçek sorusu olduğunu biliyordum. "Herkes yetişkin olduğunda ne yapmak istediğini bileceğini söylüyor. O zaman babalar neden ne yapacağına asla karar veremiyor?"

Boğazımda bir düğüm oluştu. Gerçeği bildiğim için yutkunamadım bile. Kundaktaki bir bebeği ölüme terk eden anneye, ona sarıp sarmalamayan bir babaya sahip olmak onun en büyük şanssızlığıydı...

Ona verecek bir cevabım yoktu. Neticede ben de bir yetişkindim ama hala oyunlar oynamayı çok seviyordum. "Uzun zamandır Leyla'yı görmüyorum nerelerde?"

"Bilmiyorum ki, belki tavan arasına gitmiştir." Bana bakışlarında ufak bir değişiklilik sezdim, bir noktada bakışları değişti. "Ne yapıyor ki orada?"

"Bilmem ki." Onun üzerinde olan bakışlarımı çekerek kapıya doğru yürüdüm. Tavan arası, ha. Merdivenlerden yukarıya doğru çıkarken, içimdeki meraka engel olamıyordum. Bunu yapmamam gerekirdi değil mi? İşverenimin evinde ondan izin almadan bir yerlere gitmemem gerekirdi öyle değil mi?

Yukarıya doğru çıkarken, sessizliğin hakim olduğu tavan arasının koridoruna ilk adımımı atmıştım. Tavan arasından sönük sarı ışık karanlığa inat gibi zayıfça kendini gösterirken, belli belirsiz sesler kulağıma geldi. "Birkaç küçük detay Leyla, eminim kolayca yapabilirsin."

Sessiz fısıltının hakim olduğu o sesi tanıyordum. Hatırlarımı kilitlediğim o sandığın içinde, anahtarını yine gizlice sakladığım o sandıktaydı. "Hmm?" diye devam etti daha sonrasında. Güzel yüzünde hakim olan o kibirli ve kendinden emin gülümsemeyi görmesem bile hissedebiliyordum.

"Emin değilim Gülçehre Hanım.. Savaş Bey eğer fark ederse.." Leyla sızlanırcasına konuşurken, Gülçehre onun sözünü hızla kesti. "Bana bak! Sana yap diyorum, yapabilir misin demiyorum. Anladın mı?"

Leyla'nın korkuyla aldığı titrek nefes sesleri, sessizlikle sonuçlanırken hızla buraya doğru gelen ayak sesleri ile hızlıca tavan arası merdivenlerinden aşağıya doğru inerek yan taraftaki odaya girdim. Bembeyaz saçlara sahip Gülçehre Hanım, kapının önünden hızlıca geçerken yüzünde memnun bir gülümseme vardı.

Onun gitmesi ile, girdiğim odadan dışarıya doğru adımımı atarak tavan arasına doğru baktım. Adımlarımı tekrardan sessizce tavan arasına yönlendirirken, Leyla'yı görüş alanıma katarak ona doğru yürüdüm. Sessiz hıçkırıklar duyulurken, "Leyla.." diye mırıldandım.

Leyla'nın sesimi duyması ile elleri ile hızlıca yüzünü kurularken, yüzünün yaşlarla ıslandığını gördüm. Muhtemelen, Gülçehre'nin karşısında ağlamaya başlamıştı. "Aden.." diyerek yüzüne bir gülümseme kondurmaya çalıştı. "İyi misin?" diyerek ona yaklaştığımda onaylarcasına kafasını salladı.

Tavan arasında, sarı ışığın aydınlattığı küçük odada tahta bir sandalyede oturuyorken etrafında beyaz örtülerle çevrilmiş bir çok eşya vardı. Yüzüme bakarken, ona doğru yaklaşıp kollarımı boynuna doğru doladım. "Şşt.." diyerek omuz kısmını ve saçlarını okşadığımda omuzları ağlarken titremeye başladı.

Birkaç dakika daha bu şekilde geçtiğinde, kafasını yukarıya doğru kaldırarak bana doğru baktı. "Bir şey yok, gerçekten." Bu söylediğini beni değil de, kendini inandırmak istediği için söylemişti sanki. "Hıhı." Diyerek ona küçük bir gülümseme verdim. "Bana anlatmak zorunda değilsin." Diyerek onun kahve gözlerine doğru baktım. "Sadece seni birkaç gün görmemiştim ve seni özledim."

"Ben de.." diyerek fısıldadı. "Bu birkaç gündür.." ona bakarken çıkmış saç tellerini kulağının arkasına doğru sıkıştırdım. "Gülçehre Hanım zorluyor beni Aden." Ona bakarken sessizliğimi korudum. Açık kahve gözlerim sakinlikle ona bakmaya devam etti. "Savaş Bey hemen fark eder her şeyi. Masasının üzerinden eksilen parfüm şişesini nasıl fark etmesin?" diyerek dolu dolu gözlerle bana baktı.

"Parfüm şişesi mi?" Kaşlarım yukarıya doğru kalktığında, şaşkınlıkla ona baktım. Gülçehre'nin istediği tek şey sadece küçük bir parfüm şişesi miydi yani?

"Sadece bir parfüm değil diyorum Aden. Savaş Bey hemen fark eder. Eşyalarına çok değer verir o, özenlidir, düzenlidir bir kere. Küçük bir açı değişikliliğini bile hemen fark eden bir adam o."

Savaş'ın fark edeceğini bile bile bunu isteyen bir Gülçehre...

"Eğer benim aldığımı öğrenirse bir de, valla bu evden gideriz. Adam o şişeyi kendim için aldığımı sanar." Ona bakarken kahveliklerime endişe tohunları serpişti. "Eğer bu kadar kötü bir şeyse, yapmasan..."

"İki arada kaldım işte, yapmasam Gülçehre Hanım ama yapsam bu defa da Savaş Bey düşmez yakamdan."

"Eğer istersen yardım edeyim mi sana.." diye fısıldadım. İki elim omuzlarının üzerinde yerini almışken ona doğru baktım. "Ben alırım şişeyi, sonra da sana veririm olmaz mı?"

🩸🩸

Ellerim soğuk metali sıkıca kavramışken, etrafıma hızlıca göz gezdirdim. Kapıyı sessizce aralayıp içeriye doğru girdiğimde, arkamdan kapıyı tekrardan hızlıca kapatarak sırtımı kapıya yasladım. Etrafa göz gezdirirken, Savaş'ın odasındaydım.

Beyaz ve Siyah'ın hakim olduğu odada tek renk bu ikiliydi. Odanın büyük çoğunluğunu kapatan büyük yatak sol tarafta duruyordu. Üzerindeki saten siyah örtü satenin kusursuzluğunu daha da belirginleştirmişti.

Oraya doğru yürürken, bir elimi satenin üzerinde tüy dokunuşuyla gezdirdim. Yatağın hemen yanında küçük bir komidin dururken, komidinin üzerinde beyaz bir abajur vardı. Abajurun yanında duran gözlük kutusuna doğru yürüyerek elime aldığımda içinde kmuma gözlüğü duruyordu. Tekrardan gözlüğü yerine koyarken, bu defa yatağım tam karşısına konumlandırılmış tamamen ayna görünümlü dolaba doğru yürüdüm.

Elimle kapısını aralarken, takımları görüş alanıma girdi. Üyülü ve temiz olan takımları gayet düzenli bir biçimde yerinde duruyordu. Çekmecelerin içinde iç çamaşırı ve çorapları varken diğer dolabın kapısını araladım.

Burada gecelikleri asılı bir halde dururken onun da ütülü olduklarını fark ettim. Onların üzerinde de elimi gezdirdiğimde gözlerimi kıstım. Bir eşofman takımını elime aldığımda, siyah dümdüz pamuktan oluşan yüzeyinde elimi gezdirip tişörtü üzerime geçirdim.

Daha büyük olan şifonyere yöneldiğimde, üzerinde iki üç parça vardı. İlki, tarağıyı. Aslında tarağının olmasını bekliyordum ancak dümdüz ince ve kalın dişlere sahip bir tarsk beklemiyordum. Tarağı saçlarımın arasından geçirerek yerine tekrar koyduğumda, ikinci şeye doğru yöneldim.

Parfümü.

Adını bile bilmediğim, muhtemelen oldukça lüks bir markaya ait olan mavi ve siyahla harmanlanmış bir parfüm şişesi vardı. Yarısı kullanılmış şişeyi gözlerimin önüne doğru kaldırdığımda kapağını açarak burnuma doğru getirdim. Sert.

Oldukça sert ve keskin nir kokusu vardı. Narin birinin yanında kullanıldığında hemen yüzünü buruşturup kendini geri çekeceği kadar sert bir kokuydu.. ama benim için öyle değildi.

Şişeden minik bir parçayı üzerime doğru sıktığımda yayılan kokuyu derince içime doğru çektim. Adını ezberimde tutamayacağımı bildiğim için, hızlıca bir fotoğrafını çekerek yerine tekrardan koyduğumda, üzerimdeki tişörtün eteklerinden tutarak üzerimden çıkardım.

Bozulan ütüsünü ellerimle düzelterek dolaba tekrardan koyduğumda, kahveliklerim tekrardan yatağına doğru baktı. Yatağa doğru yaklaştığımda, satenin ütüsünü bozmadan narince kaldırdım. Beyaz nevresim görüş alanıma girdiğinde, diğerine göre daha inik olan, onun yattığını gösteren yastığı kaldırıp saçlarımı üzerinde gezdirdim.

Birkaç saniye sonra yastığı tekrardan yerine koyarken, sateni tekrardan bozmadan düzelttim. Etrafa hızlıca göz atarken, buraya geldiğime dair milimlik dokunuşlar bile yoktu. Dudağımın kenarı kıvrıldığında, odanın içindeki kapıya doğru yöneldim.

Odanın içinde bir banyosu vardı. Duşakabinin hemen yanında bulunan kirli sepetine doğru yönelirken, kapağını hızla açarak içindekilere baktım. Temiz bir gömlek.. temiz bir pantolan.. ütüsü bozulmamış tişört...

Ve, lekeli bir iç çamaşırı. Kaşlarımı yukarıya doğru kaldırırken kenarından tuttuğum şeyi yukarıya doğru kaldırıp gözlerimi kıstım. İç çamaşırına boşalacak kadar deneyimsiz ve ergen görünmüyordu, tabi acelesi yoksa.

Onu da bi kenara koyduğumda, pantolonun ceplerinde ellerim gezindi. Elime değen kâğıt parçasını çıkardığımda, lüks bir mekanın fişi ellerimdeydi. "Hmm.." Sessiz mırıltımla onu tekrardan yerine koyarken, siyah bir gömleği yukarıya doğru kaldırdım. Eğer bu gömlek siyah olmasaydı ya da benim gözlerim bu kadar keskin olmasaydı belki de buradaki sarı saç telini ve kırmızı ruju fark etmezdim.

Bu iki kombinasyon beni düşündürürken, onu da yerine koyduğumda en azından düzenli bir partneri olduğunu anlamış oldum. Ne zaman yere oturduğumu bilmezken ayağa kalktığımda onu da yerine doğru kattım. Buraya her ne kadar daha fazla göz gezdirmek istesem de zamanımın daraldığını bildiğim için hızlıca dışarı çıkarak kendimi odasına doğru yönlendirdim.

Koridora açılan kapının önüne geldiğimde, kapı hızla aralanırken gözlerim irileşti. Savaş Yiğit gergin omuzları ile beraber görüş alanıma girdiğinde aramızda sadece birkaç adımlık mesafe vardı. "Savaş.." Kaşlarını yukarıya doğru kaldırarak bana doğru baktığında devam ettim. "Bey."

"Aden." Diyerek bana baktığında arkasından kapıyı kapatarak ellerini ceplerine koydu. "Ve benim odam." Diyerek devam etti.

"Ben.." etrafa hızlıca göz gezdirdim. "Bir şeyi bıraktım da.."

"Neyi?" derken kafasını yana doğru eğdi. Gözlerimi kırpıştırırken, ellerimi birbirine vurdum. "Ay, bıraktım yanlış oldu. Aldım diyecektim. Kirlileri aldım." Gözlerini birbirine vurduğum ellerime çevirdi. "Ama alamadım."

"Neden?"

"Çünkü baktım ama çok kirliniz yokmuş ondan almadım." Bana sessizlikle bakmaya devam edince ensemden bir ter damlası omuriliğime doğru altı. "Neyse, ben çıkayım."

"Ben çık demedim." Kafamı ona doğru çevirdiğimde, gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Kanuni sanıyordu bu da kendini ama.. neyse.

"Odama girilmesinden hoşlanmam. Özellikle de buraya bir amaçla gelen ama farklı amaçları olmayan birilerinin girilmesinden.." bana doğru yaklaştı. "Hiç hoşlanmam."

"Anladım." Diyerek kafamı onaylarcasına salladım. Bukleler halinde omuzlarımdan dökülen saçlarım da benimle beraber hareket ettiğinde gözleri saçlarıma doğru kaydı. Bir hayli gür olan saçlarım, kimin ona baktığının farkındaymış gibi Medusa'nın yılanlarını kıskandırır bir biçimde tek omzumdam dökülmeye başladılar.

"Şimdi çıkabilirsin." Kapıya doğru yürürken, ikimiz de yan yanayken derin bir nefesi ciğerlerime doğru çektim.

Sert ve keskin.

Ama ciğerlerine tek nefesi çeken kişi ben değildim.

Savaş Yiğit de, derin bir nefes alarak kaburgalarını şişirdiğinde çenesi sertçe kilitlendi. Aldığı kokuyu biliyordum.

Gül.

Ve biraz da, o.

Sert ve keskin.

"Neyi amaçladığını tahmin edebiliyorum." Ellerini ceplerinin içine koymuştu. Gözlerini aşağıya indirerek bana bakarken, buradaki tüm üstünlüğün onda olduğunun farkındaydı. Ona gözlerimi kırpıştırarak baktım. "Bunun olacağını sanmam."diye devam etti.

"Neden?" Sözcükler dudaklarımın arasından firar ederken buna engel olamadım. Oyunlarımı anlayacak kadar akıllı bir adam olduğu için mi bunun olacağını sanmıyordu." Dişlerinin arasından bir nefes bıraktığında, benimle alay edermişçesine konuştu. "Ben yalan söyleyenleri sevmem." Dilini dişlerinin üzerinde gezdirdikten sonra devam etti. . "Hele de usta yalancıları hiç sevmem."

"Yalan söylediğimi nereden çıkardınız?"

"Sen, herkese Aden'in farklı biri olduğunu gösterebilirsin. Aynaya baktığında bile kendini buna inandırabilirsin. Ama ben, senin böyle bir insan olmadığına eminim."

"Nasıl bir insan?"

"Masum."

Kahveliklerim, dipsiz bir kuyuyu andıran gözlerine kilitlendi. Doğru söylüyordu. Ben burada her şey olabilirdim. Ama masum biri değildim. Bana ne olduğumu biliyormuş, geçmişimden ve oyunlarımdan haberdarmış gibi bakmaya devam etti ancak kapıdan çıkıp soğuk metali kavradığımda ben artık ona bakmıyordum.

"Ve bir de," Adımlarım duraksarken gözlerini sırtımda hissedebiliyordum. "Leyla'ya söyle gelip nevresimlerimi değiştirsin. Bir kedi odama girerken, tüylerini burada unutmuş gibi duruyor."

Kapıyı kapatıp arkamı döndüğümde, ciğerlerimde birikmiş olam o tozlu nefesi bıraktım. Gözlerimi parkeli zeminden kaldırırken bu defa karşımda benim kaşlarımı kaldırmama neden olan biri vardı. Kalın dudaklarım aralandığında, "Gülçehre Hanım?" diyerek ona doğru baktım.

"Seni hiç sevmedim."

Ona gözlerimi kırpıştırarak baktım. "Şey.." derken gerçekten ne demem gerektiğini bilmiyordum. "Savaş'ın odasından çıkan bir kadını sevmem hiç mümkün değil." Diye mırıldandı. Kafasının içinde dönen çarkların sesi kulağımda yankılanmaya başlarken, kalp atışlarımın gümbürtüsü ellerimin titremesine neden oldu.

"Aslında kirli çamaşırlarını almak için girmiştim." Sarı, beyaza yakın kaşları çatılırken ellerime doğru baktı. "Ama yokmuş, kirlileri." Diye hızlıca devam ettim.

Siktir. Beklediğimden daha telaşlı bir ses tonu ile söylemiştim. Gözlerini kısarak beni süzdüğünde, mavi gözlerindeki parıltılar yüzüme odaklandı. Gözlerindeki buzdan hançerler, yüzümdeki her noktaya iz bırakabilirmiş gibiydi. Bedenimin üzerinde yer alan, düşündükçe sızısının arttığı o derin yanıklar görünürde hiçbir yerimde yoktu. Ama şuan, belki de bunun olmasını dilerdim. Bu kadını şuan için oyuna almaya niyetli değildim.

Bana doğru bir adım attı. "Seninle tanışamamıştık değil mi?"

"Evet Gülçehre Hanım, öyle olmuştu." Dudağının tek tarafı alayla kıvrılırken konuştu. "O zaman tanışalım." Bana sırtını dönerek yürümeye başladığında, onu takip edeceğimi biliyordu. Titrek bir nefesi dudaklarımın arasından bıraktım.

Bugün, oyun kurucu ve oyuncu karşı karşıyaydı.

 

Bölüm : 19.01.2025 23:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...