22. Bölüm

2.. Bölüm: "Açığa Çıkan Gerçekler"

Selene Nox
seleneisadark

Hello bebişler.

Bugün ilk kez, Yakut'un hayatından bir kesit okuyacağız. Derinlemesine olmayacak belki ama yine de okuyacağımız bir bölüm olacak.

Lena'nın hep yakındığı ve hep içerlediği bir şey, Yakut onun hakkında her şeye ve herkese bu kadar hakimken kendisinin onun hakkında hiçbir şey bilmiyor oluşu.

Bölümü beğnmeyi ve yorumlarını unutmayın.

Seviliyorsunuz...

 

Yakutun Fısıltısı

22. Bölüm: “Açığa Çıkan Gerçekler”

Ev.

Her zaman özlemini çektiğim o iki harfin birleştiği tek kelime.

Eskiden sadece pencerelerinde çiçekler olan, güneşi alan bir ev hayal ederdim. Ama şimdi, evin etrafı tuğla duvarlarla örülü olmadığını anlıyordum. Ev, kendini oraya ait hissedebildiğin yer demekti. Oraya ait hissedebildiğin kişi demekti.

Marc Red.

Yakut Klanı Alfası, benim için evdi.

“İşte geldik.” Dila önünde duran demir zincirli kapıya doğru bakarken, benim de gözlerim oymalı kapının üzerindeydi. Koruyucu büyülerle çevrelenmiş demir kapı önümüzde büyük bir sesle yankılanarak açılırken hepimiz birbirimize bakıyorduk.

Yani kızlar birbirine bakıyordu.

Veronica kırmızı saçları keçelenmiş gibi saçlarını savururken, kızgın yüz ifadesiyle herkese bakarak önden yürümeye başladı. Onu takip eden adımlarımızla, Zümrüt Saray’ın içine doğru yürürken rüyalarımda gördüğüm büyük saati koridorda asılı bir halde gördüm. Saatin akrep ve yelkovanı dönüyorken çıkan ses tüm sarayda yankılanıyordu.

Tik, tak.

Etraf oldukça temiz bir görüntüye sahipti ancak koridorlarda kimse yoktu. Sanki, biri bizim geleceğimizi çoktan biliyormuş gibi tüm sarayı temizlemişti. “Bekle.”

Fısıldayan zihnimde kendini gösterirken adımlarımı durdurdum. Yakut da benim adımımla dururken, gözleriyle etrafa bakarak seslere odaklandı. Safir Dila’yı korumak adına onu çevrelerken, Yakut da benim önüme geçerek kurt içgüdüsü ile hissettikleri tehlikeyi yok etmeye çalıştılar.

“Ya ben, ya ben?!” Gonca’nın sessiz sesi aramızda yankılanırken Yakut’un büktüğü kolunun aralığından bakmaya çalıştım. Gonca da Veronica’ ın arkasına saklanmaya çalışıyordu ancak Veronica onu itmeye başlamıştı bile.“Neler oluyor?” Hard yan tarafımızda bize doğru konuşurken tepki vermedim.

“Gerçek değil.”

“Veronica, gerçek!” Haykırışım dudaklarımın arasından fırlarken, Veronica iki elini yana doğru açarak etrafındaki tüm koridora kırmızı kan damlaları damlattı. “İşte gerçek.”

Etrafımızda yer alan önlerinde gold kalkanlarını önünde hizalamış savaşçılar tüm çevremizi sarmalamışken, az önce gördüğümüz her şey bir ilüzyondan ibaretti. Yakut, bedenimi koruduğu etten duvarı yok ederken , “Bugün de kahraman olma zamanım değil sanırım.” Diye mırıldandı. “Sanırım.” Ben de ona mırıltımla cevap verirken kollarını benden ayırmadan belimi tek eliyle kavradı.

Sağ taraftan gelen, savaşçıların kenada çekilmesi ile oluşan açıklığa doğru bakarken gördüğüm beden ile kaşlarım çatıldı. “Baba?”

Zümrüt yeşili gözlere sahip beden, giydiği gold rengi savaşçı kıyafeti ile bize doğru yürürken bunun da illüzyon olmasını umdum. Gür saçları siyahlarını koruyordu. Onu en son ben yedi yaşındayken görmüştüm. Ama hiç yaşlanmamıştı. Ona doğru bir adım atmaya çalıştığımda, Yakut’un gövdeme sarılı kolu beni geri çekti.

“Ah, bizi herkes karıştırır.” Üzerindeki kıyafetten dolayı çeliklerin birbirine sürtünme sesleri ile yürürken konuştu. “Ama maalesef. Ben Şahin.” Önümde durduğunda halen ona şaşkınlıkla bakmaya devam ediyordum. “Ve evet, isimler pek yaratıcı değil biliyorum.”

“Nas.. nasıl?” Hiç kimsemiz yok sanıyordum. Beni o lanet evde kızlarla beraber yaşlı kadına bırakırken kimsemiz yok sanıyordum. “Şey teknik olarak doğumda gerçekleşmiş.” Bir elim yukarıya doğru çıkarken çıkıl elmacık kemiklerine dokundum. “Zayıflığını gösterme Fısıldayan.”

Zihnime fısıldanan sözleri bile umursamazken, gözlerimden yaşlar dökülmeye başladı. Yakut’un sıcak göğsü sırtıma yaslıyken halen dayanabildiğim tek bedenin güvencesini veriyordu. Dizlerimin üzerine çöküp haykırarak işin içinden sıyrılayacağım, tüm fısıltıları ortaya döküp çekip gidebileceğim bir alan tanımıyordu.

Kaçmama izin vermiyordu.

Gör,

Tanı ve

Kaçma diyordu.

🩸🩸🩸

Masanın tam önünde yer alan derisi zümrüt yeşili renginde, kenarları gold oymalı sandalyede otururken karşımdaki adama bakmaya devam ediyordum. O geçmişin acısından kopup gelmiş, sancısı halen devam eden yaranın iziydi.

“Bana daha ne kadar bakmaya devam edeceksin?” Gözlerimi ondan alamazken gözlerimin üzerine bir elin kapanmasıyla görüşüm karardı. Yakut sandalyenin arkasında bir korumaymış gibi dikilirken kulağıma doğru fısıldadı. “Ona neden baktığını biliyorum ama daha fazla bakmamanı istiyorum.”

Tekrardan yerini korurken elini gözlerimin üzerinden çekmişti. Gözlerim masanın üzerine doğru kayarken, “Sen kimsin?” diye fısıldadım. Safir, Dila, Gonca, Hard ve Veronica buradaydı. Gözlerim masanın üzerinden Veronica’ya doğru kayarken gözlerimdeki ızdıraba şahit oluşunu izledim.

Asırların hakim olduğu zihnimde sayısız yaşantı hüküm sürerken, onun tek bir odada saf bir bebeği anımsatan zihni vardı. Gördükleri, başkasının yaşantısının bir örneğiydi ama yaşanmışlıkların izlerini anlayabilirdi.

Veronica bana doğru yürürken, sessiz adımlarla arkama geçmesini izledim. İşaret parmağının ucundan dökülen kan damlaları nereye gideceğini biliyormuş gibi karşımda oturan bedenin omuzlarına doğru geçtiğinde artık bana gerçekleri söyleyeceğini biliyordum.

“Şahin Aydoğan.” Zümrüdü andıran yeşillikleri açık kahvelerimle buluştu. “Senin baba olarak tanıdığın Kartal Aydoğan’ın ikiz kardeşim.” Bir yutkunma boğazımdan geçti. “Ne zamandır?” Çatallı sesim odada yankılanırken sordum. “Asırlardır.”

Başım öne doğru düşerken ellerimle saç derimi ovaladım. “O öldü.” Şahin’in bedeni gerilirken çenesi kilitlendi. “Evet hissettim.” Hissetmişti.

İkizlerin birbirlerinin yarısı olduğunu söylerlerdi. O öldüğünde yarısını kaybetmiş gibi mi hissetmişti yoksa o artık olmadığı için tamamlanmış gibi mi?

“Soyum nereden geliyor?”

“Bu çok dalgalı bir soru.” Yakut arkamdan bana doğru fısıldadı. Onu görmezden geldim. “Fısıldayansın.” dedi Şahin gözlerime bakarak. Bana bakışında tanıdık bir şeyler aradım ama bulamadım.

“Ama Fısıldayan olarak doğmadım değil mi?” Dudaklarımı ıslatarak tekrar konuştum. “Sonuçta Fısıldayanlar sadece fısıltıları sunarlar. Zamanın içindeki kehanetleri değil.” Şahin kocaman gülümsedi.

“Evet doğru. Bir zümrüt taşına hükmetmek için doğdun.”

“Peki sonra ne oldu?”

“Fısıldayan olarak doğan öldü. Ve birinin her ikisini de yapması gerekti.”

"Yani sizin bir yediğiniz bardı ve o o yedek de bendim değil mi?" Dudağımın tel tarafı acı içinde kasılırken dişlerimin arasından bir soluk verdim. Yakut'un sırtımı dayadığım bedeni hırlarken konuştu. “Ve siz de Ölüm’e meydan okuduz. Onun ruhu üzerine bir anlaşma ile.”

“Anlaşmamızda Lena için konuşmadık. Anlaşmada sadece Yaşam vardı.” Şahin’in kaşları çatılırken, boğazında yer alan yakayı çekiştirdi. “Ama ikinizin birbirinizin ruhlarının bağlantılı olmasını beklemiyordu.”

Zümrüt yeşili gözleri parıldamaya başlarken arkamda ayakta dikilen bedene baktı. “Tıpkı Yakut’un Ölüm ile ruhlarının bir anlaşmada olması gibi.”

Yakut masanın üzerinden Şahin’e doğru atılarak bedenini devirdiğinde gözlerim şaşkınlıkla irileşerek ayağa kalktım. Yumruklarını yüzüne indirdiği bedeni her sarsışında “Kes sesini!” diye haykırıyordu.

“Bunu biliyorduk.”

Zihnimdeki ses bana tekrardan fısıldadı. Evet biliyorduk.

Gerçek olmamasını istediğimiz bir doğrunun, asla önümüze serilmemesini dileyerek yalanlarla kendimizi sarmalamıştık.

“Onu durdurma Yakut. Bırak konuşsun.” Yakut’un yumruğu havada duraksarken Şahin’i sertçe zemine doğru bıraktı. “Bu bir işe yaramaz.” Gözlerim Veroca’ya döndü. “Kanı aktı. Artık gerçekleri söyleyeceğini bilemeyiz.”

Şahin zeminin üzerinde yatarken, Yakut sırtını bana dönmüş bir halde soluk alıp veriyordu. Arkamı dönerek orayı terk ederken nereye gideceğimi bilmiyordum. “Bunu zaten biliyorduk.” Diyerek konuştu Fısıldayan. “Ama bu ihanet gibi hissettirdiği gerçeğini değiştirmiyor.”diye fısıldadım ben de ona doğru.

Bunu Fısıldayan biliyordu. Anılarımın içinde bir yerlerde ben de biliyordum belki.. ama bu yine de Ölüm'ün o siyahlığına bulanmış ruhunun yansıması olaral kırmızı yakutu sunduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

Adımlarım tekrardan koridorda gördüğüm büyük saatin önünde durduğunda, tik tak sesleri artık kafamda daha net bir şekilde zihnimde yankılanıyordu. “Tik, tak.” Saatin içine doğru yürüdüğümde, nereye gideceğimi biliyormuş gibi tüy hafifiliği ile zamanın arasında dolaştım.

“Burada olmamalısın..” Arkamı yavaşça döndüm. Dila ve Gonca yan yana bana doğru yürürken ben de onlara doğru baktım. “Nerede olmalıyım?”

“Bilmiyorum. Şu tik tak hariç yerde.” Gonca saate doğru sertçe bakarken, dudağımı büzdüm. “Bu sesi sevdim.”

“Elbette seversin sen tik takçısın.”

“Bu güzel değil. Başka bir lakap bul.” Gonca oflayarak kollarını göğsünde bağladı. "İyi be."

Dila bana bir adım yaklaşırken, “İyi misin?” diye fısıldadı. “Değilim.”dedim ben de ona aynı tonlamayla. Belki de ilk kez, birine karşı gerçekten dürüst olmuştum. Arkadaşılarım olarak tanımladığım kişiler ilk başta yanımda olsalar da sonradan onları her zaman yanımda tutmamıştı, tutamamıştım. “Bunu bilmen gerekiyordu ama değil mi?”dedi Dila.

Herkes bilmemi bekliyordu.

“Evet.” Diye mırıldandım. Tıpkı Fısıldayan’a söylediğim gibi. “Fısıldayan bunu en başından beri biliyordu.” Gözlerimde damlalar birikirken dişlerimi sıktım. “Ama bu hayal kırıklığımın önüne geçmiyor.”

Dila elini omzumun üzerinden bana doğru uzattığında beni sarmaladı. “Üzgünüm.” Başımı boyun girintisine gömerken, tıpkı Nida gibi zambak kokuyordu. Dila’nın kokusuydu belki de bu. Dostumun saflığını ve masumiyetini vurguluyordu. Maviyle olan uyumunu ortaya koyuyordu.

“Belki de benimdir.” Diye fısıldadım, ellerim onun üzerindeyken. Başım boyun girintisinden ayırılırken, önüme doğru düştü. “Ailenizin evinden bıraya gelmenizin nedeni.” Gonca sırtımdaki varlığını hissettirirlen, eski yumuşaklığını geride bıraktı. “Bazı şeyler için kendini suçlamayı bırakmalısın.”

“Bazı şeyler olur. Buna ne bir Fısıldayan ne de bir Yaşam engel olabilir.”

“Ama ikisi de benim.” Dedim dudaklarımdan dökülen bir çığlıkla. “İkisi de.. bendim.” Diye devam ettim. “Ama şimdi sadece bir Fısıldayan’sın ve Yaşam farklı bir bedende. Bunu iyiliğine kullan.” Gonca iyi niyetiyle olan gerçekleri acımasızlıkla yüzüme vurdu.

“Bazı şeyleri düşünmeyi bırakmalısın Lena.” Dila sessizce bana doğru fısıldarken koridorda üçümüzden başkası yoktu. “Bugün ne olduğunu düşünmelisin. Ve sen şu an sadece Lena’sın.”

Açık kahvelerim, gözlerine çevrilirken gerçekten düşünmeyi bıraktım. Sessizliğin içine, Ortak evin yakınlarında yaptığımız orman yürüyüşlerinde burnuma dolan çiğ kokusu, ayağımın altında ezilen yumuşak toprak parçaları zihnimde dolandı.

Sarmaşıklar her yanı kaplarken, onu zehirli köşelerini bile şifa niyetine kendime saklamıştım. Ama belki de bilmediğim şey, küçük dikenlerin beni tamamen yaralayacağıydı.

“Ben sadece Lena’yım.”

“Ne bir Fısıldayan, ne de bir alfanın eşi. Sen sadece sensin Lena.”

“Hıhım.” Derken ihtiyacım olan tek şeye sahiptim. .

Beraber adımlarken onların beni odaya götürmesini sessizlik içinde izledim. Fısıldayan ilk kez zihnimin içinde bana saygı gösterecek bir alan bırakırken, sessizliğini koruyordu. Odanın içinde kızıl alevler yaymaya başlayan odun parçaları çatırdarken dizlerimi göğsüme çekip onu izledim.

Kapım açılırken bunun Yakut olduğunu biliyordum. Yan tarafıma düşen gölgesi, alevlerin üzerime bıraktığı sıcaklığı engellerken dizlerinin üzerine çökerek bana doğru baktı. “Aslında bugün hiçbir şey düşünmedim. Gerçekten.” Yine ilk konuşan kişi ben olmuştum.

Her şeye rağmen, o alevlerin içinden ona bakan kişi yine bendim.

“Ama bazen, seni tanımıyorum Red.” Ona soyadıyla hitap ederken bugün bende bıraktığı yara izinin kabuğunun biraz olsun onun canını acıtmasını bekledim. “Tanıyorsun.”

Kafamı iki yana sallarken, dizlerimi oturduğum sandalyeden aşağı sarkıttım. “Yalan söyleme. Neredeyiz?” Bana tıpkı az önce baktığım alevleri yansıtan gözleriyle bakarken tekrarladım. “Neredeyiz?”

“Zümrüt Krallığında.”

“Evet!” desim bağırarak. Gözlerimi kapatırken, gün sonunda her defasında yan yana geldiğimizi ama birbirimizle hiç konuşmadığımızı hatırladım. Buna gerek yok sanmıştım. Birbirimizle konuşmamıza gerek olmadığını düşünürdüm hep ama şimdi.. ne komik geliyor.

“Benim amcamın sarayı.” Ayağa kalkarken o dizlerinin üzerinde bana bakmaya devam etti. “Sen benim bir kelebek olarak yaşam sürdüğümü biliyordun be!” Sözlerimi bağırarak kurarken durup soluklandım. “Ben o kavanozun içinde babama verirken ben seni gördüm!”

“İnkar etmedim ben hiçbir şeyi!” diye kükredi. Sesi dört duvarın arasında yankı yaparken, biraz önce Dila ve Gonca ile beraber yediğimiz akşam yemeğinin tadı ağzımda ekşidi. “Bu daha kötü.” Yüzüm de tıpkı ağzımda bırakılan ekşimsi tadın yansıması gibi yüzüm de tuhaf bir hal aldı.

“Keşke..” derin bir nefesi ciğerlerime doldurdum. “Keşke bir şeyleri inkar etsen.”

“O Ölüm’ün bir yansıması.”

“Desen ki, ben de bilmiyorum. Sen nereden geldin bilmiyorum.” Ona doğru yürürken hiddetle önünde duraksadım. “Annen baban kim bilmiyorum.” Elimi kaldırıp göğsüne vurdum. “En büyük acını bilmiyorum.” Elimi kaldırıp göğsüne doğru vurdum. “En büyük mutluluğunu, hayalini bilmiyorum.” Elimi kaldırıp göğsüne vurdum.

“Seni bilmiyorum.” Ellerim göğsünün üzerinde kalırken o dimdik ayaktaydı ancak yine ben.. nefes nefese bir halde yenilgiyle düşmüştüm. O konuşmadı. Ben susmadım ama o duymadı. Fısıltılar, fısıltılar

“Ben en başından itibaren Kurt Klanında doğan biriyim.” Başımı hareket ettirmedim, ayaklarıma doğru bakmaya devam ettim. Bakarsam devam etmeyeceğinden korktum ya da benim onu durduracağımdan korktum.

“Ailemin ikinci oğluydum. Babam Diogen Red, Red Markasının baş Kurucusu ve Kurt Klanının alfası. Annem onun mühürlüsü, Diana Siov. Annem normal biri, herhangi bir kurt özelliği geliştirmedi.”

Başım yukarı doğru kalkarken ona baktım ama onun yakut gözleri benim üzerimde değildi, alevleri izliyordu. “Gözlerim aslında Red’lere özgü olarak bilinse de öyle değil. Aslında ilk başında herkes abimin Alfa olacağını düşündü. Fyjun Red. Bir gözü yakut kırmızısına bürünürken biri alevlere hükmediyordu. İkisini de aynı anda kullanabilirdi.”

Yakut’un enerjisini ve Alevlerin enerjisini aynı anda kullanabilirdi, ellerim göğsünden düştü.

“Ama öyle olmadı, onun mükemmel olacağını düşündürten bu özellik İlk dönüşümünden sonra onu deliliğe götürdü. Evin içine girip tüm herkese saldırmaya başladığında daha çok küçüktüm. Ama hafızamda net olarak tek bir şey hatırlıyorum.” Elini kaldırıp yüzüne doğrulttu. Sol gözünün üzerinde yer alan üç şeritli pençe izi halen yerli yerindeydi.

“Bu bana abimden kalan bir miras. Herkes onun muhteşem özelliklerle doğan bir yırtıcı olacağını düşündü ama onun bir yırtıcı olarak avladığı ilk şey kendi ailesiydi.”

Elini yüzünden indirdiğinde devam etti. “O gece o evden üç ceset çıktı. Biri, babam. Abimi delilikten kurtarmak için alfalığını kullandı. İkinci annem. Beni.. kurtarmaya çalışırken oldu. . Ve üçüncüsü, Fyjun. Kendini deliliğe mahkum ettiğinden yırtıcı olarak kaldı. Ben o gün evden sadece pençe iziyle ayrıldım.”

“Ama buna rağmen sürü ne dedi biliyor musun Lena?” Cevap vermedim. Verebilir miydim de bilmiyorum. “O evden sağ çıktığım için Klan Alfası olmayı kanıtladığıma. Onlara bir kanıt sunmuşum gibi.."

Bunu düşündüm. Yüzünden akan kanlarla, dolabın bir köşesinde saklanan küçük çocuğun yanında annesi gözleri açık bir şekilde küçğk çocuğa doğru bakıyordu. Birkaç metre uzağında yeni dönüşüm geçirmiş abisi olarak tanıdığı kişi babasının kemiklerini kırıyordu. Abisi delilikten aklını kaçırıp yere düştüğünde ve evden yine yüzünden akan kanlarla dışarıya doğru yürüdüğünde.. herkes onun gelecekteki alfa olmaya layık olduğunu haykırıyordu.

Ama o, ailesini gözleri önünde kaybetmiş bir çocuktu.

“Bu benim ilk yaşamımdan bana miras kalan bir döngü.”

“O yüzden en büyük acım o gece annemi…” Kafasını iki yana salladı. “Hayır, hayır. Ailemi kurtaramayacak kadar zayıf olmak. En büyük mutluluğum, sonunda mühür eşime kavuşmuş olmak. Ve en büyük hayalim mühür eşimle beraber mutlu olmak.”

“Ben senin hakkında daha çok şey biliyorum diye seni bilmiş olmuyorum. Ben sadece biliyorum, bunun sende bıraktığı izleri bilmiyorum.” Bir elini kaldırıp saçımı kulağımın arkasına itti. "Sırf yarayı tanıyorum diye yara izini de tanıyacağım anlamına gelmiyor.”

“Ben senin yaran mıyım?” Dudaklarının üzerinden bir gülümseme geçti. “Sen benim en büyük yaramsın. Seni ne sarabiliyorum ne de kanatabiliyorum.”

“Ama iltahaplanırsa yaran..” Boğazımdan bir düğüm geçti. Biraz öncenin aksine daha az kendimi hiddetli hissediyordum. “O zaman çürümez mi tüm bedenin.”

“Varsın çürüsün.” Alnını alnıma yasladı. “Yara iltahaplandı diye kesip atacağımı mı sandın onu? Ben onunla bir ömür yaşamaya razıyken, sırf o iltahaplanacak diye onu masıl kesip atarım?”

“Belki istemiyordur yara senle olmayı.”

“Öyle bir şey mümkün değil.” Yarayı kesip atmamı söyleyeceğini sandım. Eğer yara onu istemiyorsa, yaranın kendisini özgür bırakmasını ister sandım.

“Yara benimle.. hem de daima.”

 

Bölüm : 27.01.2025 21:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...