20. Bölüm

20. Bölüm: "Kehanet"

Selene Nox
seleneisadark

Selam bebişlerr..

 

Düzenli bölüm gelmediğinin farkındayım ancak çalıştığım için sadece boş günlerimde bölüm yazabiliyorum maruz görün..

 

Bu bölüm hafiften +18 bilginiz olsun, imare koymadım ama hızla geçebilirsiniz o kısımları..

 

Kısa bir bölüm de olsa sizi bekletmemek için atıyorum..

 

Ormanın sessizliğinin içinde, ayaklarımızın altında nemli toprağı hissederek yürüyorduk. Onunla bir gün…

 

Onunla geçirdiğim ve sadece bizim olan bir gün.

 

Evin kapısını usulca aralarken, benim geçmem için bir adım yana doğru çekildi. Adım adım hazırlanmış masaya doğru yürürken adımlarının sessizliği arkamdaydı..

 

Benim için.. bizim için hazırlanmış masaya. “Bunların hepsini sen mi hazırladın?” diye mırıldandım yine benim için geriye doğru çektiği sandalyeye otururken. Dudaklarının üzerinde bir gülümseme oluştu. “Her ne kadar sadece bana ait olan ve benim yaptığım şeylere bezenmiş olmanı arzulasam da bu yemeği ben yapmadım.”

 

Yanımdaki sandalyeye otururken, masanın üzerinde olan mercimek çorbasından benim tabağıma koydu. “Ama bir gün,” gözlerini bana doğru çevirdi. “Bir gün onu da yapacağım.” Dudaklarımın arasından bir kıkırtı kaçarken, bunun sebebi onun her sözünü ciddiyetle söylemesiydi.

 

“Eminim bu olacaktır, Yakut.” dedim çorbamdan bir kaşık alırken Sözlerim her ne kadar alaycı çıksa da bunu yapacağını biliyordum. Marc Red, verilmeyen sözlerin tutulmasını sağlardı.

 

. “Ama bugün sen de benimle yiyeceksin değil mi?” Kaşlarımı kaldırıp ona baktım. Alevlerin söndüğü kırmızı gözlerini kısarak, masaya ufak bir bakış attı. “Evet, senin için bu sebze yığınının tadına bakacağım.” Onun sebze yığını benim en büyük mutluluğumdu.

 

🍃🍃

 

Gün batımının yansıması camın üzerine düşerken, masanın üzerinde birbirine dolanmış parmaklarımızın arasında yemek yiyorduk. Onun benim için hazırladığı masanın üzerinde, her birinin ona ait olduğunu bildiğim hücrelerim çığlıkla yankılanırken açık kahveliklerim onun alev alan gözlerini seyretmeye başladı.

 

Kader bu muydu?

 

Zaten ona aşık olacağımı bildiğimden mi ona aşık olmuştum? Yoksa en başından zaten ona aşık mıydım?

 

“Bana bu kadar dikkatli bakarsan düşüneceğim şeyler artık daha farklı şeyler olur Fısıldayan.” Elini yüzüme doğru uzatırken parmak uçlarıyla yanağımı okşadı. “Ne gibi şeyler?” diye fısıldadım yanağımı avuç içine yaslarken. Zihnimin karanlık ve dipsiz köşelerinde gezinen görüntülerle beraber soluk alışverişlerim hızlanırken gözlerine doğru baktım.

 

“Lena..” dedi bana doğru yaklaşırken. Avuç içi yanağımdan enseme doğru kayarken, beni kendine doğru çekerek dudaklarını açlıkla dudaklarımın üzerine kapattı. “Ah.” Sızının hakim olduğu dudaklarımın üzerinde, onun ağzına doğru inlerken bu onu durdurmaya yetmedi.

 

Avuç içlerimin altındaki teninin sıcaklığını hissedebiliyordum… Onun kollarına yasladığım ellerimden güç alırken, ellerini belime götürerek beni havaya doğru kaldırdı. Dili beni keşfederken, beni masaya doğru oturttu. Kolları tekrardan belime dolanırken, benim ellerim ensesindeki saç köklerini sıkıca kavramıştı. “Başımı döndürüyorsun Lena.” Diye hırladı Yakut dudaklarımın üzerine.

 

Dudaklarının üzerinden yanardağ patlamasını andıran bir lav akışı dolgun dudaklarımın yanmasını sağlarken, aynı ateş onun da bedenindeydi. Bu ateş ikimizi de yakmak üzere, birnirine karışmak üzere başlamıştı.

 

“Sen benim Belladonnamsın.”

 

Yüzünü boynumun kıvrımının üzerine doğru koyarken, gözlerindeki alevlerin sıçradığı dili tenimin üzerindeydi. “Sen benim hem güzel kadınım, hem de Belladonnamsın.” Kelimelerini algılayamayacak kadar beni sarhoş etmişti. “Yakut.” Adını inlerken, bu onu daha da tetiklemiş gibiydi elleri üzerimdeki elbisenin eteklerine doğru giderek yukarı sıyırdı

 

Boynum istemsizce arkaya doğru kayarken, bunun gerçek olmayacak kadar güzel hissettirdiğini biliyordum. Yakut’un ellerinden birini göğsüme doğru çıkıyordu, hızlı nefeslerimin ardından iniltilerim yankılanmaya başladı. Hızla yaşanan dakikalar başımın dönmesine neden oluyordu

 

Kafamı yana doğru çevirdim. Camın üzerine yansıyan görüntümüz dipsiz kuyuyu andıran gözlerime yansıdı.

 

Darmadağınık görünüyorduk.

 

Yakut’un gece karası saçları birbirine karışmış ve bir elim halen onun saçlarının arasındayken diğer elim omzundan destek alıyordu. Elbisem kalçalarıma kadar sıyrılmış, avuç içi kalçamı sertçe okşayarak sıkıyordu. Diğer elini sol göğsümün üzerinde gezdirirken, avuçlarının altında ezilen tek şey göğüs uçlarımdı.

 

Sarhoş edicek kadar güzel görünüyorduk.

 

Bacaklarımın arası, dudaklarım ve göğsüm ağrı içindeydi. Bu ağrıyla beraber yanmaya devam ederken, Yakut’u sertçe kendime doğru çekerek ona boynumda daha büyük bir yer açtım. Yakut’un sertliğini bacaklarımın arasındaydı. “Mmh.” Diye bir yakarış dudaklarımın arasından firar ettiğinde, Yakut’un bedeni duraksadı.

 

“Siktir.” Diye fısıldarken, ikimizin de solukları hızlıydı. Saçlarımın dipleri terden sırılsıklam olmuştu, bunun nedeni yaşadığım dağınık anlardan mı yoksa onun teninden yayılan ısı dalgasından dolayı mıydı bilmiyordum.

 

Siktir?

 

Dudakları tenimin üzerinde tekrardan buseler bırakırken, yüzünü gözlerimin önüne getirdi. Sol gözünün üzerinde yer alan yara izinin içinden taşmaya başlayan lav dolu irinlerle gözlerim şokla aralandı. “Yakut, iyi misin?” diye bağırırken, bir elimi yüzüne doğru yaklaştırdım.

 

Bunca zamandır, bu lavlar ile beraber miydi?

 

“Dur Lena, lavlarım seni şimdi yakabilir.” Avuç içi hızlıca elimi kavrarken, bana bakan gözlerindeki lavlar hızla kaybolarak yerini kırmızılığına doğru bıraktı. “Ama yüzün..”

 

“Merak etme, birazdan geçecektir.” Elimi dudaklarının üzerine getirirken, küçük bir öpücüğü avuçlarımın içine doğru bıraktı. “Bu lavlar bende yarattığın ısının karşılığı.”

 

“Ne demek istiyorsun?” derken gözlerim teninin üzerinde akmaya devam eden irinden ayrılmıyordu. “Sadece, bu güzel anları sanırım biraz daha ertelemeliyiz.” Diye fısıldadı dişlerini dudağına doğru geçirirken. “Acıtıyor mu?”

 

“Hayır canım acımıyor, sen benim hiçbir şekilde acıma sebep olmazsın güzelim.” Dudaklarımın üzerinde minik bie gülümseme belirirken ikimizin de gözlerinin içinde patlayan lavlar hakimdi. Ona olan bakışlarım arkasında belirmeye başlayan siyahlığa doğru kayarken, gözlerim artık Yakut’un bedenin üzerinde değildi. Yakut’un arkasında beliren Fısıldayan’ın sesi kafamın içinde yankılanırken dizlerimin üzerine doğru düştüm.

 

“Gerçekleri yaşamalısın Fısıldayan.”

 

Artık üzerimde Yakut’un benim için verdiği elbise yoktu. Ben artık Fısıldayan’dım. Simsiyah tülümle kaplanmış bir halde sessiz dalgaların hakim olduğu deniz kıyısının dibindeydim. “Bunu yapmak zorunda değildin.” Dedim dudaklarımın arasından. Sesimde sessiz yakarışın tonları varken, çıplak ayaklarıma denizin serin sularının dalgası çarpıyordu.

 

“Bunu bize yapmak zorunda değildin.” Sözlerimi tekrarlarken, gözlerimi denizden ayırarak yan tarafıma doğru döndüm.

 

Yaşam.

 

Ölüm’ün Yaşam’ı karşımda beyaz tülünün arasında sessizce gözyaşı döküyorken, omuzları hüznüyle beraber titreşiyordu. “Yapmak zorundaydım.”

 

“Bembeyaz görüntünün altında karanlığa boğulmuş bir kalbin acısını taşımak zor oluyor mu Yaşam?” dedim ondan bir adım uzaklaşırken. “Ne olur Fısıldayan, dinle beni.” dedi hıçkırıkları ses kazanırken.

 

Kafamı iki yana doğru sertçe sallarken, “Ben seni taş masanın üzerinde yeterince dinledim Yaşam.” dişlerimi sertçe birbirine doğru bastırdım. “Ben seni, Taş Masanın üzerinde gerçekleri dudaklarının arasından fısıldadığında dinledim.”

 

“Ne olur, Siyah ve Beyaz olmalıyım.” Ellerini birbirine doladı. “Ne olur iki ayrı beden olmalıyım.” Başının üzerine getirdiği ellerinin arasından bembeyaz bir ışık huzmesi çıkmaya başladığında devam etti. “Ne olur karşı karşıya gelen Yaşam Ve Fısıldayan olmayalım.”

 

İfadesizce önümde göstermiş olduğu çabayı izledim. Yapmış olduğu şeylerin bedelini ödemekte bu kadar güçsüzken, bedelini ödetmekte nasıl bu kadar güçlüydü?

 

Işık huzmesi ellerinin arasında usulca sönerken, ne yaptığını yeni fark ediyormuş gibi ellerinin arasına baktı. Beyaza boyanmış tacı usulca griye bulanırken, onun beyazında siyahın lekesi ömür boyu sürecek boyuttaydı.

 

“Fısıldayan..” diyerek elini yüzüme doğru uzattığında ona bir adım yaklaştım. “Bizi karşı karşıya getirecek şeyin bu olduğunu düşünmemiştim.” Diye fısıldadı. Akını kaybetmiş gözledim siyaha boyanmışken, siyah irinlerimi akıttığım gözyaşlarım yanaklarımın üzerinden usulca kayıyordu. Bu onu bilmiyordu. Bilmeyecekti.

 

Bize ne yaptığını fark edemiyordu…

 

“Bizi karşı karşıya getiren şey bu değildi.” Gür sesim kayalıkların arasında yankılanırken, devam ettim. “Senin seçimlerindi.”

 

Güçsüzleşen dizleriyle beraber, kayalıkların sert çıkıntısına doğru bastırdı beyaz tenini. “Benden vazgeçemesin!” diye haykırdı güçsüz görüntüsüne tezat oluşturan bir sesle.

 

“Hayır, senden vazgeçebilirim.” Elimi soğuğun kızarttığı yanağının üzerine koydum. “Ama ondan vazgeçemem.”

 

O kayalıkların ardında bir tutam şeffaflığımı ve masumiyetimi bırakmıştım. O kayalıkların ardında, tüm yazgıların hakimi olan Beyaz’ı, Yaşam’ı bırakmıştım.

 

Siyah tülümün uçuştuğu, sert dalgaların hakim olduğu kasvetli kayalıkların dibinde yalnızdım. “Anlamayacak mısın?” dıye fısıldadı bana doğru. Dudaklarımın üzerinde acıyla harmanlanmış bir gülümseme oluştu. “Anlamayacağım.”

 

Bana bakan gözlerini görmüyordum ama o gözlerde acının geçtiği yılları biliyordum. Bir gözyaşı damlası yanaklarımın üzerinden kayıp dalgaların arasına karıştı. “Anlamayacağım.” Diye tekrar ettim. Bir çocuğun saflığı ile bütün değildi ruhum ancak bir çocuğun masumiyetinin izlerini taşıyan bir inatçılıkla bezenmiştim.

 

Anlamak istemiyordum.

 

“Çünkü biliyorsun.” Dedi bana doğru. “İçten içe, tahmin ediyor musun?” Kafamı sertçe iki yana doğru salladım. “Şimdi değil, ne olur.” Bir elimi durması için ona doğru uzatırken, siyah tülünün ardında akıttığı irin dolu gözyaşları benim de yanaklarımdaydı.

 

“Biraz daha, onunla biraz daha durmalıyım.” Kafasını iki yana salladı. “Hiçbir zaman yeterli gelmeyecek. Hep daha fazla zaman isteyeceksin.”

 

“Benden çalınan zamanları istiyorum!” Boğazım yırtılırcasına bağırdığımda, sert bir rüzgar dalgası yüzüme doğru çarptı. Fısıldayan’ın yüzünde asılı olan tül parçası havalanırken, yansımam olan yüz karşımda duruyordu.

 

“Senden çalınan zamanları, bizim için geri almalısın.” Bana doğru bir adım yaklaştı. Sesini öğüt verir gibi kısarken, gözlerini kapattı. “Ama bir havvakızı olarak yapamazsın. Bunu biliyorsun.”

 

Biliyordum.

 

“Üç kehaneti bulmalı,

Yakut’a kavuşmalı,

Siyah’a olan özlemi,

Zümrüt ile son bulmalı.”

 

“Söyle bana Fısıldayan..” dedim sessiz hıçkırıklarımın arasından, “Bu sşyahın özlemi sana mı yoksa hiç sahip olamadığım o adama mı?”

 

 

 

 

Bölüm : 12.12.2024 22:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...