24. Bölüm

23. Bölüm: "Ölüm'ün Avuçları"

Selene Nox
seleneisadark

Selam bebeklerim. Uzunca bir bölüm ile karşınızdayım.

Bu bölümü yazarken, hayallere dalarak uzunca bir süre geçirdim. Küçük bir kız çocuğu olarak bile zihnimde oluşturduğum karakterler aklımı bulandırırken artık bu karakterleri bir kitap olsrak yansıtmak benim mutluluğum. Burada yazmak bile benim içşn mutluluk oluştururken,

Ekrana bakarak okuduğumuz bu satırları ellerimizin arasında tutarak okumak benim en büyük hayallerimden.

Kalemim her geçen gün kendiliğinden şekil alarak güçlenirken, bir sonraki anda ne yazacağımı artık biliyorum.

Bolca yorum ve vote göndermeyi unutmayın.

Bir gün ellerimizin arasında olan Yakut'un Fısıltısı dileği ile...

Sizleri seviyorum.

Selene...

 

 

Yakutun Fısıltısı: "Ölüm'ün Avuçları"

Bazı yaralar daima kanardı. Açık yaradan sızan koyu kırmızı renk, kimine acıyı yaşatırken kimine mutluluğu bahşederdi. Yakut, açık yaralarla büyümüş adamdı. Kanayan yarası soyunu devam ettiren renge bürünmüş, damarlı sızıntılar şeklinde soyunun tamamına yayılmıştı. Geçmişten bugüne damarlı sızıntılar ilerleyerek büyümüş ve değiştirilemez bir hal almıştı.

Geçmişte saklı sırlar vardı.

Yakut'un bana verdiği sözler vardı.

Yakut'un benden sakladığı sırlar vardı.

"Fyjun senin abindi." Dedim. Kim olduğunu biliyormuş gibi. Eski bir tanıdık, bir raslantı sonucu karşılaştığımızda yanından geçip gidemeyeceğim biri miydi? Yoksa yüzüne haykırarak birinin tüm yarasına sahip olduğunu söyleyebileceğim biri miydi?

Eski Fısıldayan soyundakiler, Yakut'un ailesinin katlini görmüş müydü?

"Sen görebilirsin." Dedi zihnimdeki Fısıldayan. Görebilirdim.. bu istemiyordum. Göreceğim şey belki mutlu bir aile olacaktı ya da kana bulanmış bedenler olacaktı. Ama iki türlü de mutlu bir ben olmayacaktım.

"Evet." Dedi Yakut kırmızı gözleri ile bana bakarken. Klanı ilk başta onun Klan Alfası olmasını istememişti ama o gece evden sağ çıkan tek kişi Yakut olduğundan Klan Alfası olmuştu. "Ölüm?" dedim. Ölüm gerçekten Yakut'un bir parçası mıydı?

Ne sorduğumu içten içe biliyordum.

Ölüm ile bağlantısı neydi? Soyundan uzanan bir anlaşmanın tohumu muydu?

"Bunu ben söylememeliyim." Kafamı sağ tarafa doğru çevirirken şömineden yayılan sıcak alevler yanağımı ısıttı, söylediklerine devam etti. "Yapma böyle, bu anlaşmayı ben yapmadım."

"Ben bir şey yapmadım. Sen buna rağmen Ölüm'ün bir parçasısın."

Derin bir nefesi ciğerlerine doğru çekerken, sözlerimle duraksadı. "Ben mi Ölüm'ün bir parçasıyım?" Burnundan bir nefes verirken, ses tonu gerçekten şaşkınlık içeriyordu. "Senin ruh bağın onun yanında."

Yaşam ve Ölüm birer yapboz parçası gibi birbirlerine kenetli bir halde tüm evrene yayılmıştı. O Ölüm'ün bir parçası, ben ise Yaşam'ın bir bağıydım.

"Bunu ben seçmedim!" dige haykırdım yüzüne. "Peki ben seçtim mi?" dedi benim aksime sakin bir ses tonuyla.

"En azından sen her şeyi biliyorsun." Gözlerimle bedenini süzdüm. Yüzü sertleşirken, "Yine aynı şeyi yapıyorsun." Kaşlarım anlamsızca çatılırken sözlerini anlamadığımı yüz ifademden görebiliyordu. "Her şeyi bilmenin benim istediğim bir şey olduğunu sanıyorsun." Sıkılı dişlerinin arasından konuşurken devam etti.

"Kendi yaptıklarının sorumluluğunu bana yüklerken, bir de beni her şeyi hatırlayan olduğum için suçlama Lena. Her şeyi hatırlamam bir lütuf değil bir lanet."

Söylediklerine karşın yutkunarak yüzüne bakakaldım. Benim sorumluluğum... Ben mi yapmıştım? Gözlerim şaşkınlıkla kırpıştırırken, "Lanet olsun." Diye mırıldandı. Şakaklarını ovalayarak gözlerini kapattı. İfadesini benden gizlediğinde, kalbim sıkıştı. "Demek ben yaptım."

Yüzümü acıyla buruşturdum. Öğrendiklerimin her şey kayıp yapboz parçaları gibi zihnimde birleşmeye başladığında boğazımda bir düğüm oluştu.

Ailem gerçek değildi. Aslında bir kelebek olarak yüzyıllardır dolaşıyordum.

Eşim aslında Ölüm'dü. Ve Ölüm de beni Yaşam için kullanmak issteyen biriydi.

Teknik olarak aslında ben Yaşam'dım ve yine teknik olarak Ölüm ile suça sebep olan bir birliktelik geçirmiştim.

Ve kim olduğumu bilmiyordum.

"Lena."

"Hayır." Dedim kafamı iki yana doğru sallarken. Konuşmak istemiyordum. Tam söylenmeyen doğrular yalan söylemediği anlamına gelmiyordu. "Yeter Yakut." Ellerimi birbirine kenetleyerek ovuştururken, onunla yalnız kaldığım her dakika ileriyi göremediğimi ve geçmişin acıttığı yaraları açtığımı biliyordum. Bu yara ikimizi de sarmalayarak acıtıyordu.

"Bana söylemeyeceğin sözlerin acısını daha fazla yükleme omuzlarıma. Benim çözmemi istediğin sırların baş harfini bana söylerken bana iyilik yapmıyorsun. Eğer çözmemi istiyorsan kabullen, çözemiyorum." Ellerimi iki yana açarken omuzlarımı yukarı doğru kaldırdım. "Çözmek istemiyorum. Sadece yaşamak istiyorum."

"Zaten yaşıyorsun." Dedi acıyla. Ellerini yüzünden indirmiş bana doğru bakıyordu. Aramızda beş adımlık mesafe vardı.

"Evet ama acıyla. Cephe'de erzaklarımı saklı bir dolaba koyarken doyasıya yemek yediğim zamanlar gelsin isterdim. Ya da babam saçlarımı örüyor diye saçlarımı açık bırakırken beni tıpkı babam gibi sevecek bir adam olsun isterdim. Ama artık öyle değil." Nefes nefese konuştum.

"Artık bunların hiçbirinin doğru olmadığını biliyorum. Doyasıya yemekk yiyorum ama yediklerim midemi bulandırıyor. Saçlarımı örüyorsun ama bu saçları bir gün urgan gibi boynuma dolayıp beni öldüreceğini de biliyorum."

Yüzüne doğru gerçekleri haykırırken, gözlerinde bir şeyler değişti. Bakışları anlamadığım bir hal alırken"Böyle bir şey olmayacak." Dedi hiddetle.

Sözleri ruhumuzda dolanan mühürlerin damarlarını kaplayan sözler gibi kurmuştu. Bilinen bir gerçek gibi. Ama gerçek olmadığını biliyordum. Rüyalarıma giren, siyahlığın içinde görünen bir çift yakut kırmızısı gözün benim ölümüm olacağını biliyordum.

"Beni dinle Lena, böyle bir şey olmayacak." Diye devam etti.. Gözlerinde yerli yerinde duran şefkat halen oradaydı. Ardında gizlenmiş Ölüm'ün kanlı ayak izlerinin rengi, gözlerindeki harelerde dolaşıyordu.

"Ben Fısıldayan'ım Yakut. Duvarların arasına gizlenen fısıltıların bana sunduğu gerçeği ve geleceği görürüm. Şimdiyi ve geçmişi görürüm."

"Ama geçmişi göremezsin. Tıpkı onu değiştiremediğin gibi." Acıyla söylediklerine karşın duraksadım. Geçmişte değiştirmek istediği bir şeyler vardı. Ailesi mi? Yoksa ben miydim?

"Geçmişe mi dönmemi istiyorsun?" diye sordum. Belki de en başından itibaren bunu planlıyordu dedi Fısıldayan zihnimde. Bizi gerçekten sevmedi. Bizi değiştirmek istiyor.

"Aklını bulandırıyor." Gözleri büyük bir nefretle bana kilitlenirken yutkundum. "Ya da bana gerçekleri söylüyor." Dedim hızla yüzüne. Sözler ağzımdan firar ederken yine ve yeniden düşünmeden konuştuğumu biliyordum.

Gözlerindeki ifade değişirken artık bana bakışlarında boşluk vardı. Dişlerini sıktığını gerilen çenesinden anladım. Sinirlenmişti. Neden?

"Hiçbir şey bilmiyorsun ama sana olan bağlılığımı, kader bağımı reddederken kendinden çok eminsin." Cevap vermeden ona bakmaya devam ettim. "Her şeyi öğrendikten sonra ne olacak merak ediyorum." Bana doğru bir adım atarken, ona olan sözlerimin kalbini incittiğini ama buna rağmen bana ihtiyacı olduğunu düşündüm.

"Beni tekrar Ölüm'ün avuçlarının arasına hapsedecek misin?" Sesi bir uğultu gibi kulaklarıma ulaşırken bunu söylemek istemediğini yüzündeki ifadeden anladım. Sırf onu incittiğim ve kırdığım için, o kırık parçalardan birini bana batırmak istemişti. Yüzüme bir şey söylemem gerekiyormuş gibi bakmaya devam etti ancak konuşmadan boş gözlerle ona baktım.

Fısıldayan zihnimin içinde sessizliğini koruyordu, içimdeki bir yerlerde örgü saçlarıyla bir köşeye sinmiş küçük kız çocuğu gözlerindeki yaşlarla karşısındaki adama bakıyordu. Kırık cam parçası doğrulttuğumuz kişinin o cam parçasını bize çevirmesi canını acıtmıştı.

"Geleceği, geçmişi ve şimdiyi görebilirsin Fısıldayan." Bir elini kaldırarak saçımı kulağımın arkasına itti. "Ama bize dair olan seçimleri asla değiştiremezsin. Yaşarken bile bunu değiştiremiyorsun."

Alev alan gözlerinde dinginlik oluşurken, gözlerimi gözlerimden kaçırdım. "Fısıldayan ya da sen Lena, ikisi de sen olduğun sürece seni bırakmayacağım."

Gür sesiyle önceden kurduğu sözler zihnimde yankılanırken, bunun doğru olmadığını artık biliyordum. Belki Fısıldayan ve ben birdik. Belki de ayrı kurulmuş o kişilikteydik. Ancak Yakut'un gözünde kader bağı onun için bir hataydı.

Onu Ölüm'e götüren bir hata.

Ben belki de birilerinin hayatında daima hata olarak kalmaya devam edecektim.

Yakut arkasını dönerek odadan çıkarken, bana sırtını dönmüş bedenine baktım. Kapıdan çıkarken herkesin arkasını dönmesi gerekirdi ama neden bana sırtını dönmüş hissettiriyordu?

"Bizim birbirimizden başka kimsemiz yok." Fısıldayan sözlerini kurarken şöminenin başına tekrardan oturarak yanan alevlere baktım. "Benden başkasına güvenemezsin."

"Sana en son güvendiğimde, kalbim Ölüm'ün avuçlarında, Yaşam gözyaşları ile bir kayalıktaydı Fısıldayan. Bana güvenden bahsetme." Dedim fısıltıyla. Kendi köşesine çekilen Fısıldayan sözlerimle sessizleşti. Ölüm herlesin dostuydu. Yaşam'ı sevinçle karşılarken Ölüm'ün zifiri siyahlığını gözyaşları ile karşılıyorduk. Ancak herkesin unuttuğu Yaşam gibi Ölüm'ün de var olduğuydu.

"Artık gidelim mi?" Veronica odamın kapısını aralayarak bana bakarken, Yakut'un alevlerini hatılatan şömine ateşinden gözlerimi ayırdım. Şhain Aydoğan'ın yanından ayrılırken, sessizce kurduğumuz ittifak üzerine odamdaydı.

Şahin Aydoğan'ın anılarında bir yerlerde gezinirken geçmişten izleri bularak geleceğimizi birleştirebileceğimizi düşünmüştük. Veronica'nın yanında Gonca ve arkasında duran Dila bana bakıyordu. "Bunu yapmak zorunda değilsiniz." Dedim onlara. Her daim yanımda olduklarını biliyordum, ilk geldiğimde yatağımda oturarak kahkahalar ile güldüğümüz saatler çok da uzak bir geçmişte değildi.

"Bunu senin için yapmıyorum geleceğim için yapıyorum." Homurdanırcasına konuşan kızıl saçlı kadının aksine Dila bana bakarak gülümsedi. "Ruh eşim daima beni bulur ama hayatını benim için feda eden bir arkadaş.. pek sanmam." Gonca konuşmadı. Ama gözlerindeki o ifade ile yüzüme bakarken; benden, birbirimizden başka kimsemiz olmadığın anlatıyordu.

Ayağa kalkarken, "Onu getirdiniz mi?" diye sordum. Dila ve Gonca içeriye doğru adım atıp arkalarında yarı baygın, havada süzülen kişiyi gösterdiler. Şahin Aydoğan oradaydı.

"Bir günde iki gerçek ona ağır gelecektir." Dedi Veronica bana bakarken. "Neyse ki hatıralarımda pek iyi bir adam olarak anılmıyor yoksa bu duruma üzülebilirdik." Dedim onlara bakamazken.

Buraya gelişim iki aile ferdinin buluşması değildi.

"Uyandır onu." Veronica onu odada bulunan tek sandalyenin üzerine yerleştirip kan damlalarını gönderirirken, "Ne kadar süre gerçekleri söyleyecek?"

"Kanı dökülene kadar." Ona bakarken çehresinde babama dair izler vardı. Ama bu izler, içinde farklı bir ruh taşıdığının bir kanıtıydı.

"Bugün tüm gerçekleri öğrenme zamanı." Fısıltıyla söylediğim sözler odada olan herkesin kulaklarına ulaştığında hepimiz yutkunduk. "Gideceğimize ya da kalacağımıza buna göre karar verceeğiz.." Dila'nın zarif ses tonu aramıza düştüğünde gözlerimizi ona çevirmedik.

"Ya da öleceğimize." Veronica son kan damlasını da harcadığında, Şahin Aydoğan derin bir nefesi ciğerlerine doğru çekti. Babamın gözlerinin zümrüdü andırdığını biliyordum. İlk başta Şahin Aydoğan için de aynısını düşünmüştüm ama şimdi baktığımda gözleri bir yılanın sinsiliğine sahipti.

"Bana gerçekleri göster, Üçlü." Adımlarım Şahin Aydoğan'ın önünde durmuşken gözlerimi indirerek ona baktım. Dila ve Gonca da yanımdaki yerini almışken, Veronica Şahin Aydoğan'ın arkasındaki infazcıydı.

Tıpkı bin asır önce olduğu gibi.

Hepimiz elimizi Şahin Aydoğan'a doğru yaklaştırdığımızda artık onun anılarının arasındaydık. Gerçeklerin içinde.

🕰️⏳

Şahin Aydoğan tıpkı kendisi gibi karanlık bir zihne sahipti. Karanlık, kasvetli ve acı dolu. Anılarının olduğu kapılar kapalıydı ancak her birinden yüksek sesler geliyordu. Bir kapının ardından acı dolu haykırışlar yükselirken, diğer kapının ardından kahkahalar...

Veronica önümde dururken, Gonca'nın eli kolumu sardı. Ona doğru döndüğümde, " Bundan emin misin?" dedi. Emindim. "Artık Yakut ile aramıza bir şeylerin girmesini istemiyorum."1

"Bir şeyler dediğin tam olarak senin geçmiş anıların ama olsun." Veronica'nın gülerek söylediklerine göz devridim. "İşte tam da bu yüzden. Geçmiş yaşam. Şimdi değil ama yine de ona kızmakta ve haksızlık yapmaktan kendimi alamıyorum "

"En azından bunu biliyorsun." Dila homurdanırcasına konuştu. Ona doğru baktım. "Safir kurt haline büründüğünde düşünceleri birbirlerine yansıyormuş. Bu yüzden de sürekli ne düşündüğü kafasının içindeylen Safir bana pek odaklanamıyor."

Gözlerimi kırpıştırdım. Dila ve Safir yalnız kaldıklarında sohbet ediyor, birbirleri ile önemsiz gördükleri her anı paylaşıyorlardı. Peki ya biz? Aramızdaki ilişkiyi başkaları ile kıyaslamak istemiyordum ama onun kurt haline bile ne zaman büründüğünü bilmiyordum.

"Yine düşünüyorsun ve onu suçluyorsun.." Dedi Gonca kolumdaki elini sıkılaştırırken, "Onun senden daha fazlasını bildiğini düşündüğün için, sana senin istediğin şeyleri anlatmadığı, senin istediğin şeyleri seninle konuşmadığı için onu suçluyorsun." Diye devam etti.

Anı koridorunda bir haykırış kulaklarıma ulaştığında, boğazımda derin bir düğüm oluştu. Hiçbir şey bilmiyorsun ama sana olan bağlılığımı, kader bağımı sorgularken kendinden çok eminsin.

Gonca siyah inciyi andıran gözleri ile ruhumu görebiliyordu. Ait olmadığım bir dünyanın parçası haline geldiğim o noktada, bencilce davrandığımı biliyordu.

Yakut belki benimle kurt halinde iken ne yaptığını ya da ne zamam kurt formu alacağını, nasıl uyuduğunu ya da nasıl uyandığını konuşmuyordu ancak bana değer veriyordu. Bana kendinden bir parça anlatmak, kendini açıklamak yerine benim saatlerce onunla konuşmamı istiyordu.

"Bazı şeyleri belki de senin yapman gerekiyordur Lena."

"Yeterince şey yaptım."

"Ne yaptın?" Veronica koridorun başında duraksayarak bana doğru döndü. "Yakut ya da Marc fark etmez. Onun için ne yaptın?"

"Onun için başka bir dünyaya geldim." Belki isteyerek değildi ancak onun için kendi dünyamı bırakıp gelmiştim. "Ama yine de ilk başta mührü reddettin."

"Bunu yapmadım." Kafamı iki yana sallarken, kaşlarım çatıldı. "Hayır yaptın. Üçlüler yalan söylemez Lena. Sen onun mührünü pek de derin sayılmayan bir yerlerde red ettin." Diye devam etti. Sözlerinden sonra duraksadım, içten içe bir yerlerde mührünü sorgulamış mıydım gerçekten?

"Bu da onu kendini senden gizlemeye itti." Kızıl kahveli gözleri üzerimden ayrılmadı, gözleri gerçekleri bildiğini haykırıyordu. "Sen onu daima yanında duracak bir insan olarak istedin. Olmadığı biri olarak." Kaşlarını kaldırarak yanından geçtiğimiz kapıya doğru baktı. "Ama o hala kurtluğuna hüküm süren bir alfa. Senden gizlediği şeyler, senin istemediğin şeyler."

"İstemiyorum demedim."

"Ama istiyorum da demedin." Burnundan bir nefes verirken gözleri bana bunları hala nasıl anlamadığımı haykırıyordu. "Onun yanında bir çok kez Fısıldayan olarak yer aldın. Seni bir çok kez gördü."

Ne söylemek istediği çok açıktı, ben onu asla kurt haliyle görmemiştim. İlk mühürlendiğim ve arkadaş olduğumu düşündüğüm kurttan sonra bunu yapmamıştım.

O zamandan bu yana çok değişmiştim.

"Bunları seni yargılamak için döylemedim." Gonca yanımdaki varlığını bana tekrardan hatırlattı. "Sadece gördüklerimi aktarmak istedim."1

Dila da yanımda yürürken omuz silkerek konuştu. "Bazen ben de başkalarının ilişkisine bakarak kendi ilişkimi yargılıyorum." Kaşları çatılırken, "Ama hiç hatayı Safir'ce aramıyorum. Kendi hatalarım benim için daha ön planda oluyor. Sen ise hiç kendini yargılamıyorsun." Yüzünü bana doğru çevirerek mağrurca gülümsedi. "Sanırım ikimiz de doğru olanı yapamıyoruz değil mi?"

Derin bir nefesi ciğerlerime doğru çektiğimde, sözlerini düşünmem gerektiğini biliyordum. Konuştuklarımızdan sonra sessizlik içinde adım atmaya devam ettik.

"Bir bakalım burada neler varmış?" Veronica diğer kapıların aksine oymalı bir ahşap kapının önünde durduğunda elini sallayarak kapının açılmasını sağladı. Adımlarını içeriye doğru attığında, adımlarımız hemen onun arkadındaydı.

Kapıdan içeriye adım attığımda, hissettiğim ilk şey soğuğun iliklerime kadar işlemesi ve bedenimi titretmesiydi. Zümrüt Sarayı duvarlarının rengi daha canlıydı ama hissettirdiği soğukluk daha canlıydı. Nefesim dudaklarımın arasından firar ederek havaya karıştığında dışarıya buzdan küreler halinde yayıldı.

"Anılar daima bir elementi temsil eder." Veronica'nın kızıl saç tellerinde soğukluk yayılmaya başladı. "Bazen soğuk, bazen sıcak olur. Bazen suda boğuluruz, bazen toprağın altına gönülürüz." Omuzları titrerken, "O yüzden işimizi hızlıca halledelim."

"Tamam." Dila etrafına bakındığında ben de etrafa göz gezdirdim. Fısıldayan zihnimde sessizliğini korurken, anılar onun bana ulaşmasını engelliyordu. "Hangi anıdayız?"

Veronica boğazını temizleyerek, "Anıları biz seçmeyiz onlar bizi seçer. Girebileceğimiz tek kapı bu kapıydı." Gözleri gözlerime değdi. "O yüzden bilmiyorum."

Kafamın içindeki fısıltılar susmuşken, çakralarımı hızlıca çalıltırarak "Dağılalım. Toplayabildiğiniz kadar bilgi toplamaya çalışın. Anı bize geldiyse, bize verecekleri de var demektir."

"Kimseye görünmemeye çalışın. Biz Zaman Bükücü değiliz, bu yüzden de geçmişe müdahale edemeyiz." Kafamızı onaylarcasına salladık. "Eğer bir Zaman Bükücü görürseniz ondan uzaklaşın. Eğer bir varlık görürseniz ondan uzaklaşın. Geçmişi değiştirmek kelebek etkisine neden olur. Burada yaptığınız küçük bir şey, gelecekte yok olmamızı bile sağlayabilir." Sözlerinden sonra kafalarımı salladık, "Birkaç dakika sonra burada buluşalım. Çok fazla vaktimiz yok. Başka bir anı kapısına gideriz."

Her birimiz farklı yerlere dağıldığımızda, seçtiğim koridora doğru yürümeye başladım. Omuzlarım halen soğuktan titremeye devam ederken, dişlerimi sıkarak bunu yok etmeye çalıştım. Şahin Aydoğan'ın anılarından birinde benim aradığım şeyin olduğunu biliyordum.

Koridorda adımlarımın sesi yankılanırken, nefesim havada süzülmeye devam etti. Sarayın orta noktasında yer alan saatin tik tak sesleri kulaklarımda yankılanırken, damarlarımda dolaşan kanım ısınmaya, kalbim göğüs kafesimin içinde gümbürdemeye başladı.

Boğazımda aniden biriken sıvılar hızlıca yutkunmamı sağlarken, sağ tarafımdaki kapı kolunun aşağıya doğru çekilmesi ile sol taraftaki koridora doğru bedenimi hızlıca hareket ettirdim. Hızlı alıp verdiğim nefesler, tenimin üzerinde ter damlalarının birikmesine neden oldu.

Bazı konuşma sesleri kulaklarıma ulaşırken, seslerin kaybolmasını bekledim. Kafamı koridora doğru uzattığımda görüş alanımda kimsenin olmaması ile başımı sertçe duvara dayadım. Geçmişi değiştirmem için bir an, bir nefes anı yeterli olurdu.

"Bakın burada kim var?" Sol tarafa doğru döndüğümde, karanlığın içinde Yakut'un alev kırmızı gözleri göründü. Onun harelerini gördüğümde, kalbim daha hızlı kan pompalamaya başladı "Yakut?" Zümrüt Sarayından çıktığımı anlamış mıydı?

Kaşlarını kaldırarak bana bakarken, karanlığın içinden çıkarak bana doğru bir adım attı. Zümrüt Krallığına gelirken üzerinde olan siyan pelerin omuzlarının üzerindeydi. Tenimin üzerinde hissettiğim soğuk buz kütleleri eriyerek yerini sıcaklığa kavuştururken ben de ona doğru bir adım attım.

"Bizi nasıl buldun?" Karşıma geldiğinde, başını eğmeden gözlerini indirerek gözlerime doğru baktı. Gözlerinin altında oluşan mor halkalar, birkaç saat öncesinin yankılarını kulaklarıma ulaştırdı. "Ya da boşver." Elimi havada sallarken gözlerini gözlerimden ayırmadı.

Her hareketimi incelerken, sabahın aksine sakindim. Değişken olan oydu ancak ruh hali değişken olan bendim.

Şuan ise Lena'ydım.

"Buldum bir şekilde." Sözlerini fısıldamadan, boş koridorun duvarlarında yankılanmasına neden olacak şekilde kurarken etrafa hızlıca göz gezdirdim. "Sesizce konuşsana, kimsenin bizi görmemesi gerekiyor." Kaşları titrerken, etrafa tedirgin bakışlar atmamı, telaşlı hallerimi izliyordu.

"Neden?"

"Veronica biri bizi görürse geçmişin değişeceğini söyledi."

"Hmm." Kalın dudaklarını birbirine bastırarak anladığını belirtircesine sesler çıkardı. "Diğerleri gelmedi mi?" dedim ona kaşlarımı kaldırarak.

"Diğerleri?"

"Safir'in gelmesi gerekirdi en azından." Diğerleri gelmiyorsa bile, Safir Dila için gelmeliydi. Omuzlarında bir gerginlik oluşurken, gözlerinde alevden bir girdap oluştu. "Safir niye geliyor?"

"Dila için tabi." Gözleri halen gözlerimdeyken yanıt vermemi sessizce bekliyordu. "Sadece ben." Diye kısa bir yanıt verdi. Sözlerini eksilterek kuruyor, bana olan kırgınlığını koruyordu. Ama yine de, sadece o gelmişti.

Kalbim gümbürdedi. Senin için daima gelirim Lena. Yutkunurken, biraz önce yaşadığımız, birbirimizi parçalayan sözlere rağmen bana yeniden gelmişti.

"Hep gelirsin." Dudaklarımın üzerinde bir gülümseme oluştu. Bakışları gülümsememe doğru kayarken, gözleri orada asılı kaldı. "Benim için hep gelirsin." Dudaklarının arasından tekrardan onaylarcasına sesler çıkarırken bir süre ona baktım, o da benim gülümsememe.

"Özür dilerim." Gözleri tekrardan gözlerime doğru kaydığında, kafasını sol tarafa doğru yatırdı. Alnı neden bahsettiğimi bilmiyormuş gibi kırıştığında, "Biraz önce odada sana söylediğim sözlerden dolayı." Fısıltıyla kurdum sözlerimi. Birinin beni duymasından korktuğum için değil, onun benim sözlerimi yüksek sesle duymasından korktuğum içindi.

"Hep yapıyorum biliyorum. Seni kırcak sözler söylüyor sonra da senin onu unuttuğunu düşünüyorum ama unutmuyorsun." Elim pelerinin altında olan sol eline doğru giderken gözlerini aşağıya indirerek elimi izledi. Nefesini tutmuş bir halde hareketimi izlerken, ağır çekimde hareket ediyor gibiydim.Elini ellerimin arasına alarak, sıkıca kavradığımda teninin sıcaklığı avuç içlerimi ısıttı.

Avuç içlerime uzanan damarlı sızıntılar, onu değil benim tenimi yaktı.

"Sen daima kendinden emindin. Bir şeyleri bildiğin için değil, karşındaki ben olduğum için, artık bunu anlıyorum. Önemli olan bir şeyler bilmek değil artık.." Baş parmağımla elinin üzerini okşadığımda gözlerimi eline doğru indirdim. "Bir şeyleri bilmeyeceğim, belki yine unutacağım ama tek bir şeyi hatırlayarak göğüs kafesimin altına kazıyacağım."

Elinin üzerinde, eklem yerlerinde oluşan zedelenmelerin üzerinde parmağımı şefkatle gezdirdim. Bir kehaneti dudaklarımdan fısıltıyla kuruyordum, ona bu gerçeği ilk kez açıklıyordum. "Seni."

Tik, tak.

Gözleri gözlerime tutunduğunda, her şeyin farklı olacağını biliyordum. Parmak ucumda yükselerek boyumuzu eşitlemeye çalıştığımda, ellerim omuzlarının üzerine doğru yükseldi. Gözleri gözlerime çevrildiğinde, ellerim omuzlarının üzerindeydi. Gergin olan omuzları avuç içlerimin arasında kaskatı bir haldeydi. Öylece durmuş konuşmamı dinleyerek bana bakmıştı.

Kurumuş dudaklarım onun dudaklarının üzerine bir buse bıraktığında, gözlerimi kapatmıştım. İki eli halen bedeninin yanında öylece duruyordu. Bedenimi sarmalamayan ellerine karşım duraksarken, zamanın akışı sürerken anı kapılarının kapanma sesleri kulaklarımda yankılanıyordu ama Yakut önceliğimdi.

Bir süre dudaklarım dudaklarının üzerinde kaldı. Ayaklarım zemine doğru düşerek dudaklarım onun kalın dudaklarının üzerinden ayrıldı. Göz kapaklarım titreşerek aralanırken, gözlerinde alevler birikmiş bir dağın üzerinden yükselen lavlar gibi kaynamaya başlamıştı.

Sol elini hızlıca belime dolayarak beni kendine doğru çektiğinde, başını eğerek dudaklarını dudaklarımla hızla buluşturdu. Lavlar çoktan dudaklarının üzerinde dururken, tenimi yakarak beni de küle çevirmeye başlamıştı. "Ah."

Elini sıkarak belimin kavradığı kısmını sıkılaştırırken, beni yukarı doğru kaldırdı. Üst dudağımı kavrayarak emdiğinde öpüşü hızlı ve vahşiydi. Ayaklarımı beline doğru doladığımda, beni duvara yaslayarak öpüşünü derinleştirdi.

Sol tarafa doğru eğdiği kafası ile kafam yükselirken, bunu umursamadan dilini dışarı çıkararak dudaklarımı yaladı. Eli bacağıma inerek sıktığında, dudaklarım aralanarak dilinin ağzımın içine girmesini sağladım. Dudaklarımın arasından bir inilti firar ettiğinde hırladı.

Ellerim omuzlarından yükselerek, saç tutamlarını kavradığında parmaklarımın arasına tutundular. Devam eden öpüşmemiz, "Efendim durum raporu olarak.." sesiyle kesildiğinde kafamı geriye doğru çektim. Kafamı hızlıca sesin geldiği yöne doğru çevirdiğimde, ellerim saç tutamlarının arasından kaydı.

"Defol." Yakut'un sert ses tonu aramıza düşerken, bedenini önümde sabitleyerek hem beni hem de koridordaki kişinin bedenini gizledi, "Çok özür dilerim efendim." Diyerek göremediğim bedenin hızlı adım seslerini duydum. Soluklarımı hızlıca alıp veriyorken, Yakut belimi okşamaya devam etti. "O kimdi?"

Kafamı Yakut'a doğru çevirerek sordum. Gözlerini üzerime dikmiş bir haldeyken, "Sikko biri boşver." Dedi. Kaşlarım çatılırken, omuzlarımla kendimi duvara sertçe bastırırak ondan uzaklaştım. "Ne?" Sikko mu?

Ellerimle ellerini üzerimden hızlıca uzaklaştırdığım ayaklarım zeminle buluştu. "Hani kimse gelmemişti." Diyerek onu sorgularken ona baktım.

Burnundan sertçe nefes verdiğinde, "Gelmedi zaten." Dedi.

"O kimdi o zaman?" Sözlerimle gözleri kısılırken, gözlerim onu süzdü. Üzerindeki pelerininden görünen yansımaya doğru baktığımda duraksadım. Elim hızla hareket ederek üzerindeki pelerini aşağıya doğru çektiğinde, yakut kırmızısı zırh Yakut'un tüm bedenini kaplamıştı.

Dudaklarımın arasından firar eden "Siktir." Kelimesine engel olamadım. Yakut'un üzerinde zırh vardı. Biri ona efendim diyordu. Gözlerim eklem yerlerinde zedelenmeler bulunan ellerine doğru kaydı. O zedelenmeleri birinin onu görmesi ihtimaline karşı yaptığını düşünmüştüm ama öyle değildi.

Çünkü karşımdaki adam, geçmişteki Yakut'tu.

Ellerimle ağzımı şaşkınlıkla kapattığımda, "Siktir, siktir, siktir..." Diyerek sayıklamaya devam ettim. Geçmişten kimsenin beni görmemesi gerekirken, ben geçmişteki Yakut ile konuşmuş ve onunla öpüşmüştüm. Ayaklarım hızlıca sağ tarafa doğru yönelip kaçmaya çakıltığında, kolumu yakaladı.

"Nereye gidiyorsun?"

"Bırak beni." Gözlerim irileşirerek ona baktığımda, bir an önce kurtulmak istedim. Her şeyi berbat edemezdim. Kaşlarını çatarak "Hiç sanmıyorum." Dedi. Kolumu çekiştirdim. Kolumun üzerinde olan elleri canımı yakmıyordu ancak beni tutmaya devam ediyordu. Anı kapılarının sesi tekrardan kulaklarıma ulaştığında kafamı hem koridora hem de ona doğru çevirmeye başladım.

"Gitmem lazım."dedim onun gözlerinden kaçınırken. Beni bırakması için yalvarabilirdim."Gidemezsin."

Sözleriyle duraksadığımda, kolumu tekrardan çekiştirdim. Gözlerimin içine bakmaya devam ettiğinde duraksadım. "Burada kalamam burası benim zamanım değil."

Düşünürmüş gibi duraksarken, başını dikleştirerek dudaklarını araladı. "Senin zamanına gidelim o zaman."

"Ne?"

"Duydun, senin zamanına beraber gidelim o zaman."

"Olmaz." Diyerek kaşlarımı çatarken o da bana doğru kaşlarını çattı. "Neden?"

"Çünkü benim zamanımda sen zaten varsın." Eli, kolumdan aşağıya doğru düştü. "Var mıyım?"

"Evet varsın. Biz orada mühürlüyüz o yüzden burada kalamam. Senin burada kalıp benimle tanışman gerekiyor." Dedim. Gözleri kısılırken, bir süre beni inceledi. Doğru söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışırken, bedenim kasıldı. Eli kolumun üzerinden gevşeyerek serbest bıraktığında rahat bir nefes aldım., "Adın ne?" diye sordu.

Ciğerlerime derin bir nefes çektim. "Benim adım Lena." Geriye doğru bir adım attım. Gözlerinde korlar birikmeye devam etti, "Sen beni Alena olarak tanıyabilirsin." Ayaklarıma kayan gözleri tekrardan gözlerime çevrildi. "Ya da Fısıldayan olarak tanıyabilirsin."

Hızla arkamı dönerek koridora tekrardan çıktığımda, Veronica, Gonca ve Dila yan yana durmuş beni bekliyordu.""Neden geciktin?"

Gözlerimi kırpıştırırken, "Geçmişe bir göz atmak istedim." Diye fısıldadım. Kızların yanında durup koridora döndüğümde, karanlığın içindeki kırmızı gözler üzerimdeydi. Diğerleri de koridora bakarken, gördüğüm bir çift gözü onların da gördüğünü biliyordum.

Kor alevli gözler karanlığın içinden bana bakarken, rüyalarıma giren o anı yaşıyordum. Bir Ölüm olarak hayal ettiğim bu an bambaşka bir anı olarak karşımdaydı. Alnım kırışırken, Veronica'nın bedeni yanımda gerildi.

"Sanırım her şey böyle başladı." Sözlerim koridorun içinde yankılanırken, anı kapısı arkamızda belirdiğinde ona sırtımı dönerek anı kapısından dışarı çıktım. Odanın içine çekilen bedenim ile hızlı nefesler alırken, sersemlemiştim.

"Senmişsin!" diye haykıran bedene döndüğümde Veronica gözlerini irileştirerek bana doğru baktı. İşaret parmağını üzerime doğrulturken, gerçekleri birleştirdiği ve parmağın ucunda gösterdiği kişinin suçluluğuna artık emindi. "Her şeyi sen başlatmışsın bir Zaman Bükücü değil."

"Ne saçmalıyorsun?" Gonca önüme geçerek beni Veronica'dan korumaya çalıştığında, "Neler oluyor?" dedim. Veronica'nın bedenini titreme esir alırken, benim de ellerim titremeye başladı. Her şey açığa çıkmaya başladı Lena, Fısıldayan artık sinsi bir şekilde tırnaklarını birbirine yavaşça değdirerek konuştu.

"İnanamıyorum." Diyerek fısıldadığında karşımda artık Üçlü'nün mü yoksa Veronica'nın mı olduğunu bilmiyordum. Görüntüsü titreşmeye başladığında zihnimde sözler yankılandı.

Gerçekleri bir Fısıldayan olarak değil; bir havvakızı, Lena olarak değiştirdin. Kendinle gurur duy.

Fısıldayan zihnimde konuşurken artık ne yaptığımı biliyordum. Dudaklarım aralanırken ciğerlerime nefes dolması için kendimi zorladım. "Neler oluyor!?" Dila, ikimize bakarak konuşurken bağırdı. Neler olduğunu çözmeye çalışıyordu ama ben kendi yaptığım hatanın bedelini hem geçmişte hem gelecekte hem de şimdi ödüyordum.

"Geçmişten kimseye görünmemeliydim." Diye fısıldadım. "Bu kelebek etkisine neden olup tüm her şeyi değiştirirdi." Gonca ve Dila sözlerime karşın anlamsızca yüzüme baktılar.

"Bir şeyi mi değiştirdin?" Gonca da yüzüme doğru eğilerek konuştuğunda asıl endişesinin geçmişi değiştirmem değil, benim şu anki halimdi. Her şey sarmal döngüye bağlı kötü bir hal almışken daha da kötüsü olamazdı.

"En başından bu şekildeymiş." Dedi Veronica hissizce. Gözlerindeki boşlukla bize doğrj baktığında, "Her şeyi başlatan bir Zaman Bükücü değil bir Havvakızı olmuş."

Burnumun diğeri sızlarken, , "Ben Yakut ile konuştum." Gonca'nın dudaklarının arasından bir şaşkınlık nidası firar etti. "Ona kim olduğumu ya da kim olabileceğimi söyledim." Dila'nın elleri yüzünü kapatırken onun gözleri şaşkınlıkla irileşti.

"O da seni bulmak için her şeyi yaptı." Veronica gerçeği söylediğinde devam etti. "Ölüm ile anlaşma yaparak seni bulmaya çalıştı."

"Kelebek etkisi." Diye fısıldadı Dila. Açık kahve gözleri irileşmiş ne yaptığımın farkına varmamı sağlamıştı. "Her şey..."

"Benim yüzümden." Gonca'ya doğru baktığımda yapbozun kayıp parçalarını birleştirmişti. Gözlerindeki derin karanlıklar titreştiğinde, dudaklarını araladı. "Şahin Aydoğan söylemişti. Senin bir Fısıldayan olmaman gerekiyordu."

"Ama Fısıldayan olan öldüğü için ben oldum." Ellerim kafa derimi sıkıca kavradı. "Çünkü onu Yakut öldürdü." Göz kapaklarım titreşerek kapandı. "Böyle mi old?" dedim odadaki bedenlere doğru. Odada olan bedenlere konuştum ama bunu bilen tek kişi Üçlü'lerdi.

Veronica bana doğru bir adım atarak sıkılı dişlerinin arasından konuştu. "Hayır öldürmedi onu Ölüm aldı. O yapmadı."

Çünkü ben ona bir Fısıldayan olduğumu söylemiştim.

Ona gerçekleri ve geleceği bildiğimi haykırırken, tüm gerçekleri ve geleceği ellerimle yok ederek bizi kor alevlerin gerisinde kalmış küllere hapsetmiştim.

Tıpkı Yakut'un söylediği gibi, onu Ölüm'ün avuçlarına ben hapsetmiştim.1

 

 

Bölüm : 22.02.2025 14:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...