11. Bölüm

10- DİLİ YAKAN GERÇEKLER

Bulmaca Ustaları
semyy8

 

Merhaba Dostlar

 

 

Yeni bölümle geldim.

 

 

Nasılsınız? Ben çok iyiyim.

 

 

Küçük bir aksaklık nedeniyle bölümü bir gün geç yayınladım. Bunun için kusura bakmayın.

 

 

Kitap sizin açınızdan nasıl ilerliyor?

 

 

Aşağıya bu kitaba başladığınız tarihi bırakırsanız sevinirim.

 

Kurguma buraya kadar şans veren, beğenen herkese çok teşekkür ederim. Destek görmek beni motive ediyor. İlham oluyor.

 

 

Bölüm sonu duygularınızı da yorumlarda görmek isterim..

 

 

 

 

 

Bana doğrudan ulaşacağınız hesaplar

 

 

Instagram; Bulmacaustalar

 

 

TikTok; Semyy8

 

 

Twitter; Semyy8

 

 

#bulmacaustaları etiketiyle kitabıma destek olabilirsin.

 

 

 

 

 

Keyifle okuyun..

 

 

 

 

 

Zakkum - Al Gece Yarılarımı Benden

 

 

Emre Aydın - Bu Yağmurlar

 

 

Candan Erçetin - Annem

 

 

Emre Aydın - Hoşçakal

 

 

Selda Bağcan - Yürüyorum Dikenlerin Üstüne

 

 

 

 

 

 

 

 

Sumru Eryavuz

 

Özlemin azı çoğu olmaz, ağırdır işte!

 

Nazım Hikmet Ran..

 

 

 

Kaçamadığımız tüm gerçeklere gün gelir yakalanırız. Ölüm; tüm gerçeklerle yüzleştiğimiz tek mertebedir. Orada her şey sakildir. Yalındır. En çıplak halimizdir. Ölüm tüm perdelerimiz kalktığında, hayata en saf haliyle bakabilmemizdir. Ben ölümün bin bir yüzünü görmüş biri olarak, ne kadar çaresiz bir yakarış olduğunu anlatamam.

 

 

Çığlık çığlığa bir haykırıştır ölüm. Ne zaman kapına dayanıp sevdiğin insanı senden alacağını anlayamazsın. Anidir, keskindir. Bıçak gibi yüzer derini. En içine kadar ilerleyip salar zehrini kanına. Ölümün tadı ağırdır. Her vücûd taşıyamaz.

 

 

Ama benim vücudum gördüğü her ölümü yük diye sırtlandı. Gördüğüm her yüzü bir gün olay yerinde görür müyüm diye hafızasına kazıdı. Hafıza öyle güçlü bir bellek ki, içine attığın yığınla veriyi sana tek bir anıyla gösterebilir.Hafızamın bu kadar iyi olmasından bazen nefret ediyorum.Yaşadığın hayatın her bir parçasını hatırlamak bu dünyadaki lanetindir.

 

 

Benim lanetimse bana doğru gelmekteydi. Son sürat hız kesmeden üzerime çarpmak için beni bekliyordu.

 

 

Karanlık beni içine almaya yemin etmişçesine gözlerimi açmakta zorlandım. Sesler uğultu şeklinde kulağıma dolsada yorgun vücudum uzandığı rahat yerden kalkmaya hazır değildi.

 

 

"Benim yüzümden oldu. Çok özür dilerim."kulağıma dolan ses Beraya aitti. Kendini suçlamasına kızmak istedim ama kendimde o gücü asla bulamadım. "Senin suçun değildi. Bilemezdin."Savcının sesini duyduğumda bana oldukça yakın bir yerde oturduklarını anladım.

 

 

"İğnesini her zaman yanında taşıması şansımız oldu."Esilayın ve Berkunun sesleri de geliyordu.

 

 

"Çantasında olmasaydı arabasında da vardı."dedi Berkun. Hatırlatma yapıyor gibiydi.

 

 

"Buradaki en yakın hastane 2 saatlik mesafede. Şanslıyız ki iğnesi yanındaymış."sesler silik silik geliyordu. Kimin ne söylediğini seçmekte zorlandım. "O tedbiri hiç bir zaman bırakmaz."bariton ses Berkuna ait gibi kalın ve tarazlıydı. "Onu çok iyi tanıyor gibisin?"

 

 

"Evet, onu çok iyi tanıyorum."bunu adeta nispet yapar gibi söylemişti. İkisinin de durmaya niyeti yoktu. " O kadar emin olma." Burada bayılmışım iki seksen bunlar başımda dırdır çene çalıyordu. Yazıklar olsundu böyle arkadaşalara. "Zorunuza mı gitti?"altta kalmak isteyen taraf kesinlikle Berkundu.

 

 

"Benim değil ama senin epey zoruna giden şeyler var gibi."koskoca Savcı ağız dalaşına da girer mi demeyin. Giriyor işte. Çocuk gibi paylaşamadıkları şeyse tam olarak beni kimin daha çok tanıdığı mı? Gerçekten büyük yazıklar olsun.

 

 

Az önce ölümden döndük alo.

 

 

Sesimi duyurmak için biraz daha gayret gösterdim. Açılmaya başlayan gözlerime minnet duyuyordum. Loş ortama hemen adapte olan gözlerimi bir kaç kez kırpıştırdım. Boğazımı temizler gibi çıkardığım seslerle bütün gözler anında bana döndü. "Şükürler olsun. Çok korktum Sumru."Beranın ağlamaklı sesini işitince yattığım koltuktan doğrulmaya çalıştım. "Dur kalkma."kolumdan destekleyen Esilay beni oturur konuma getirdi. Herkes başıma toplanmış gözlerimin içine bakıyordu. Bir kaç kez öksürerek sesimi bulmaya çalıştım. "İyiyim merak etmeyin. İğ- iğne yanımdaydı."sesimin pürüzlü çıkmasına engel olamamıştım.

 

 

Esilay yanıma gelerek elimi tuttu. "Şükür ki yanındaydı."gözlerinden okuduğum korku içine işlemiş gibiydi. En son şarap içtiklerini anımsadığım için fazla sarhoş olmamalarına şaşırdım. Ardından orta sehpada gördüğüm kahve bardaklarıyla her şey netliğe kavuştu. Ben baygınken kahve keyfi yapmışlardı. Ulan biraz daha yazıklar olsun. Bunuda Berkundan çalmıştım arada lazım olur diye şu anda en uygun zamandı.

 

 

"Ben tedbiri ne zaman elden bıraktım ki."demiş bulunduğum kelimeler Berkunun yüzünde güller açtırırken, Savcının yüzü gölgelenmişti. Savcıya tip bakışlar atan Berkun baş ucuma geçti. "Daha iyi misin? Başın dönüyor mu?"Zevkten dört köşe halini de asla gizlemiyordu.

 

 

"İyiyim. Biraz kaşıntı var sadece."dedim. Elim boynuma doğru uzanmıştı ki, Esilay elimi yarı yolda yakaladı. "Kaşımak daha kötü yapar."çocuğunu tembihleyen anne edasıyla elimi avucunun içine sakladı. "Bizi korkuttun be sumrukuş."hepsinin telefonunda bu şekilde kayıtlı olduğum için bana arada kullandıkları lakaba göz devirdim. Yada öyle bir hareket yaptığımı sandım. "Nasılsın daha iyi misin? Arkana bir yastık daha koyayım mı? Su ister misin?" En kötü bakışları yolladığım Tuna, ağzına fermuar çekerek kapadı.

 

 

"Mesaj alınmıştır Sumrukuş."

 

 

"Ulan biraz sus. Kızın başında mahalle ablaları gibi amma konuştun."diye Tuna ya çıkışan Berkunla Tuna günah keçisi ilan edilmiş kurbanlıklar gibi boynunu büktü. Dudaklarını da büzse tam bir şebek olacaktı. "Üzülme üzülme, iyiyim ben."diyerek onu teskin ettim. Erende dikkatli bakışlarla bana baksada iyi olduğumu gördüğü için bir tebessüm edip göz kırptı. Bende ona gülümsediğimde konuyu tatlıya bağladığımız için seviniyordum. "Kusura bakmayın. Sizinde gecenizi böldüm."üzgün gözlerle hem Baraya hemde Yiğit beye baktım. İkiside kaşlarını çattı. Falaz Savcı da onlara katıldığında hepsi bana sinirli bakışlar atıyordu. "O ne demek öyle. Duymamış gibi yapıyorum. Zaten benim yüzümden oldu. Kendimi çok suçlu hissetim sen öyle bayılınca."ağladı ağlayacak halini hiç sevmemiştim. Hiç tanımadığım insanların hayatlarında bu kadar yer edinmek beni rahatsız hissettirirdi. "Ağlama sakın. Senin suçun değildi. Başta söylemeliydik."dedim. Küçük bir tebessüm sundum ona.

 

 

Derin bir içe çekti. "Çok iyi kalplisin Sumru. Hepsinizi çok sevdim. Başka bir zamanda yine gelin."dedi. Yanıma gelip boynuma sarılarak. Sarılmak bir çok dilde iyi hissetmenin en güçlü halidir. Ama ben sarıldığım insanların acılarını üstüme geçiyor gibi hissederim. Bu yüzden kimseyle kolayca temasa geçmem. Sanki içsel bir dürtü bana Bera'nın acılı bir kalbi olduğunu fısıldadı. "Tamam geliriz. Mayayı görmek için bile geliriz."dedim. Tüm samimi duygularımla. Ağlamaklı hali yerini gülmeye bıraktığında derin bir nefes aldım. Benden ayrılıp yeniden kocasının kollarına döndü. "Geçmiş olsun Sumru."Yiğit beyde en az eşi kadar iyi biriydi. Nasipten öte yol yok derler. Nasibin en güzel haliydi bu çekirdek aile.

 

 

"Teşekkür ederim."en içten gülümseme yüzümde yer edindi.

 

 

"Kendini nasıl hissediyorsun. Kaşıntı geçti mi?"sırayla bana bin kez daha iyi olup olmadığımı soracak gibiydiler. Buradan bir an önce kaçmanın tek yolu dinlenmeyi bahane edip tüğmekti.

 

 

"İyiyim, kaşıntı hafifledi ama ma gidip dinlensem iyi olur. Sizede zahmet olduk yeterince."diyerek ellerimi koltuğa yaslayıp ayağa kalktım. Bir anda hızlı kalkınca başım dönmüştü. Berkun hızla koluma yapıştı. "Ben bırakırım seni eve."dedi.

 

 

"Zahmet ne demek Sumru. Gerçekten çok özür dilerim."beni bir kez daha kendine çekerek kollarına aldı. Çok düz bir insandı ama onu bana çeken güçlü bir duygu vardı. Hislerim, bu güne kadar beni hiç yanıltmamıştı. Ona karşı içinde oluşan bu merhamet duygusu, daha önce kimseye hissetmediğim kadar yoğundu. "Herşey için teşekkür ederiz. Yemekler harikaydı."dedim ortamın havasını dağıtmak için.

 

 

"Bizde kalkalım. Çok geç oldu. Herşey için çok teşekkür ederiz."diyerek Esilay ve diğerleri de ayaklandı. Ekip olarak onlarla vedalaşıp evlere dağılmak üzere kış bahçesini çıktığımızda bir kolumda Esilay diğer kolumda Berkun vardı. Kış bahçesinden çıkamadan arkamızdan gelen hızlı adım seslerini duyduk. "Size eşlik edeyim."bize doğru gelen Savcıyı gördüğümde yanımda gerilen beden bir adım atarak ilerledi. Kimsenin konuşmaması gerçekten iyi olmuştu. Berkun ve Esilay ilerlemeye devam ederken bende onlarla birlikte hareket ettim. Ağaç dallarına takılı ışıklandırmalar yolumuzu aydınlatırken, yavaş adımlarla evlerin olduğunu alana ilerledik. Bahçede ekilmiş mis kokan çiçeklerin arasından geçerken derin bir nefes aldım.

 

 

Bakımı özenle yapıldığını belli edercesine nizami ve renkliydi. Bera dekorasyon zevkini çiçeklere yansıtmıştı. Renkli ışıkların altında salınan yapraklarıyla adeta dans ediyor, havaya karışan mis kokularıyla insanın ruhuna dokunuyorlardı.

 

 

İnsan böyle bir yerde asla yaşlanmaz.

 

 

Temkinli adımlarla evlerin önüne geldiğimizde diğerleriyle iyi geceler diyerek vedalaşırken, hala benimle kalan Berkun, Esilay ve Savcı gitmeye niyetleri yok gibi dikiliyorlardı. Yeniden didişmeye başlayıp gecenin sonunu mahvetmesinler diye birini göndermem gerekiyordu. Şuan ikisiylede baş etmem mümkün olmadığında en tehlikeli madde olan Berkuna döndüm. "Gerisini biz hallederiz. Gidip dinlen."diyerek kolundan çıktım. "Ama,"diye itiraz edecekti ki, Esilayın ona sorun yok ben hallederim demesiyle pes etti. İyi geceler diyerek yanımızdan ayrılmadan önce Savcıya tip bakışlar atmayı da ihmal etmedi. "Bir şey olursa hemen beni arayın."onu başımla onayladığımda hiç istemesede yan eve doğru yürümeye başladı.

 

 

Berkunun gitmesiyle aramızda süre gelen sessizliği Esilay bozdu. "Ben kapıyı açayım."kapıyı açmak için eve doğru yöneldi. Savcıyla yeniden baş başa kaldığımızda istemsizce gerildim. Bakışlarını bir kez olsun benden ayırmadan izliyordu. Gözlerimin içine bakan mavi bakışları içimi görmek ister gibi derindi.

 

 

"İyi olduğuna emin misin? Hastaneye gidebiliriz."diye teklifte bulundu. İyi olduğuma asla inanmayan yanı gördüklerine reddiyor gibiydi. Ayakta sağlam duran bedenimi, kızarıklığı hafiflemiş tenimi görmüyor muydu?

 

 

Derin bir nefes aldım. Bahçeden gelen çiçek kokuları doldu içim. "Teşekkür ederim ama çok iyiyim ben."dedim. Bir an önce konuyu kapatmasını umarak. Oflar gibi bir nefes kaçtı dudaklarından. "Bu kadar teşekkür etme. Sadece bana da değil, hiç kimseye etme. İyi olduğunu da görüyorum. Sadece inanmak istiyorum."En yalın ve sakil haliydi karşımdaki. Dengesizliği garip bir şekilde kaybolmuştu. Tekrar eder miydi kestiremiyorum. Bugün iyi olduğuma inanmak isteyen adam, yarın bir yabancı olur muydu? Konu Savcıysa olma ihtimali yok diyemiyorum.

 

 

Yinede ona sert çıkmadım. "İnanabilirsiniz. Gerçekten iyiyim."diyerek gülümsedim. Bakışları gözlerimden kopup gülümsememde kaldı. Çenemde ki ufak çukura dalan gözleri önce çillerime sonra kaküllerime ve en sonunda elalarıma uğradı.Mavi gözleri ışıklandırmanın yaydığı ışıkla aydınlanmış daha canlı duruyordu. "Sen öyle diyorsan"diyerek konuyu şükür ki kapattı.

 

 

"Gece falan bişey olursa, mutlaka beni ara. Saatin önemi yok."diye de vurguladı.

 

 

"Tamam ararım. Sizde dinlenin artık."diyerek gitmesi için bir adım yana kaydım. Adımlarımı takip ederek oda benimle yana kaydı. Gözlerimle teması kesemeden bana doğru bir adım daha attı. "Sende güzelce dinlen. Ablam kahvaltıya davet etti. Bu geceyi telefi etmek için."

 

 

"Olur, geliriz ama telafilik bir durum yok."gülümseyen yüzüme bakarken oda gülümsedi. "Hava serin artık içeriye gir."bir adım geriye giderek benden uzaklaştı. Üzerimdeki etkisi bu aralar o kadar yoğun ki, ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi şaşırmıştım. Bir erkeğin karşısında bu denli afallıyor oluşum ilkti.

 

 

Mavi mavi bakan gözleri aklıma girmek ister gibi kısıldı. Yüzümdeki bakışları ufak bir gülümsemeye ev sahipliği yaparken, bu halleri başımı döndürmek istercesine derindi. "İyi geceler."tebessüm eden yüzüm gerilerek büyüdü. "İyi geceler Sumru"ismimi ondan duymak kulağıma bu kadar naif ve güzel gelmemeliydi. Kulağımı okşayıp geçen sesi içimi titretti. Yüzündeki gülümseme genişleyerek büyüdü. Hala ona bakıyor olduğumu fark ettiğimde ayaklarım kendiliğinden harekete geçerek eve doğru yürüdü. Ardımdan gelen derin nefes sesini işittiğimde kendimi gülümsemekten alıkoyamadım.

 

 

"Zambak."dediğini duyduğumda artık otuz iki diş sırıtıyordum.

 

 

Eve girip kapıyı kapattığımda sırtımı arkasına yaslayarak bekledim. Yüzümdeki şapşal sırıtmayı nihayet silebildiğimde salon kapsında bana deli görmüş gibi bakan Esliayı fark ettim.

 

 

"Ne oldu sana? Pişmiş kelle gibi ne sırıtıyorsun."diye sordu. Dışlarıda gerçekleşen konuşmayı ona anlatmayı es geçerek ona baktım. "Bir kapı açmak kaç dakika sürdü?"bizi baş başa bırakmak için kapıyı bahane ettiğini bilsemde yinede cevabı ondan duymalıydım. "Vallahi onu siz söyleyin Sumru hanım, geri döndüğümde Savcıyla muhabbet ediyordunuz. Bende karışmak istemediğim için evde bekleyeyim dedim."diyerek açıkladı durumu. Gayette mantıklı bir açıklamaydı.

 

 

"Muhabbet etmiyorduk. İyi misin diye sordu durdu. İnanmamış iyi olduğuma."dedim. Kurduğum cümle içimden ılıkça akıp gitti. "İyi olduğuna inanmayacak kadar nerede samimi oldunuz siz?"meraklı Esilay çok bile kalmıştı içeride, çıkarmasa olmazdı. "Allah aşkına Esilay ne samimiyeti. Ben burda ayakta zor duruyorum. Senin şu yaptığına bak. Ayak üstü sorguya çekiyorsun. Başım dönüyor."diyerek elimi başıma atıp sanki her an bayılacak gibi olduğum yerde sendeledim. Esilay herseyi bırakıp hızla yanıma geldi. Elini belime dolayarak beni yavaşça kendine yasladı. "Özür dilerim Sumru, daha iyi misin?"bu gece kaç kez iyi olduğumu söylediğimi hatırlamıyorum bile. "İyiyim geçti gibi,"diyerek onu kandırmaya devam ettim. Çünkü; bütün gece susmadan bunu konuşabilirdi. En azından bu gazabı bir süre daha öteleyebilirdim.

 

 

"Yorgunum. Uyumak istiyorum."desemde Esilay beni o elbiseyle uyumaktan kurtarıp kalın düz pijama takımını giydirdi. "Şimdi uyuyabilirsin."diyerek baş ucumdan doğruldu. Yüzümdeki makyajı elindeki pamuk ve suyla iyice temizlemişti. Daha fazlasına dayanamayan bedenim yatakla bir bütün haline geldi.

 

 

Esilay bana doğru uzandı. "İyi geceler."diyerek alnıma bir buse bıraktı. "İyi geceler."fısıltı gibi çıkan sesim çoktan uykunun kollarına bırakmıştı kendini.

 

 

Yarın erken kalkıp gökyüzünün güzel manzarasında günü selamlıyacaktım.

 

 

 

🪦

 

 

 

 

Yeni bir güne uyanmanın yeni umutlar doğurduğuna inanırdım. Her yeni sabah, başlangıç yapmanın en iyi yoludur. Bu sabahta benim için o sabahlardan biriydi. Böyle güzel bir göl manzarası varken, güneşin doğuşunu izlememek aptallık olurdu. Yemyeşil orman ve göl manzarasıyla birleşen kızıl turuncu gökyüzü, sabahın ilk ışıklarını yüzüme yansıtıyordu. Sabah gözümü açar açmaz, kendimi dışarı atarak bu manzarayla ödüllendirdim. Güzel bir fotoğrafını da çektiğimde, bu anı sonsuza dek hatırlamak için saklayacağım.

 

 

Sabahın ilk ışıkları olması nedeniyle herkes uyuyordu. Etraftan yayılan çiçek kokularına karışan çam kokusu keskin noktasıyla baskındı. Derin nefesleri içime hapsedip depoladım. İstanbul'un gürültüsü, kirliliğinden sonra burası insana cennet gibi geliyordu. Doyasıya tadını çıkarmak varken de uyumak istemeyerek, saat 05.00 da kendimi dün oturduğum kütüğün üstünde buldum.

 

 

Kızıl turuncu kaybolup gün yavaş yavaş ağarırken kolumdaki saate baktığımda çoktan 06.00 olduğunu fark ettim. Bir saattir burada oturup güneşi selamlamıştım. İçime çektiğim ferin nefesler bir umut bahşeder gibi içime dolmuştu. Tüm bu güzellikleri bırakıp dönmek, beni epey üzecek gibiydi. Keşke her sabah bu manzaraya uyansam. Akşamları da yıldızlarla süslü gökyüzünde parlayan ay eşlik etse geceme.

 

 

"Bu saatte ne bok yiyorsun sen orada."arkamdan gelen yeni uyandığını belli eden ses, tüm bu manzaraya limon sıkana dileklerimde iyi gidiyordum. Daldığım rüyadan uyanmış gibi esnedim. Bir sabah ancak bu kadar güzel başlardı.

 

 

"Sanada günaydın Berkun."dedim en huysuz halimle. Bana doğru bir adım atarak yaklaştı. "Günaydın,"ona attığım iğne doğru noktayı bulmuş olmalı ki huysuz halinden sıyrılıp yanıma oturdu. Elindeki çakmak ve sigarayı fark ettiğimde neden uyandığını da anlamış oldum. "Sabah sabah içme şunu aç karnına."çocuğunu azarlayan anne edası halime ufak bir tebessüm etti. Dudağına götürdüğü sigarayı ateşlemek üzereyken eline hızla vurup düşürdüm. Sigarayı ondan önce hızla kavrayan parmaklarım, ortadan ikiye ayırarak sigarayı ezdi. Zafer kazanmış bir tebessümle ona döndüğümde çatılan kaşlarıyla bana bakıyordu. Sinirli gibi değilde bu halimle eğleniyor gibi duran yüz ifadesine bakakaldım. Sigarasını kırdığım için şu dakika ortalığı ayağa kaldırması gerekiyordu. "Hayırdır, sen dün gece sakinleştirici içip mi uyudun?"elimdeki ayrılmış sigarayı avuçlarına bırakarak önüme döndüm. Yüz hatları aleni şekilde daha da gevşedi. "Hayır, nerenden uydurdun bunu?"İçten bir kahkaha atacak olan yüz ifadesi kafamı karıştırmaya yetti. Keyifli tarafından kalmıştı, yada güzel bir rüya görmüştü.

 

 

Acaba ateşimi vardı? Temiz hava çarpmışta olabilir?

 

 

Gevşek ifadesine karşı çatılan kaşlarımla doğrudan yüzüne baktım. "Birisi gelip sigaranı kıracak ve sen güleceksin?"

 

 

"Sen birisi değilsin."dedi kızarak. "Kendini kimseyle kıyaslama."diye de ekledi.

 

 

"Kendimi kimseyle kıyaslandığım yok. Sadece tepkin beni şaşırttı."dedim dürüst olarak.

 

 

"Haklıydın çünkü. Aç karnına sigara içmek mideme iyi gelmiyor."omuz silkerek manzaraya çevirdiği başıyla yeniden bana baktı. Yandan bakışı, kaçamak gülüşü bugün epey keyfi yerindeydi. Allah nazarlardan saklasın. Zira; bazen epey çekilmez oluyordu.

 

 

"Ne neden bana öyle bakıyorsun?"diye de sormaz mı? Bugün içine başka bişey girmişti kesin. Tövbe haşa ama üç harfliler olabilir miydi? Yok canım ne alakası var. Ya varsa?

 

 

Zorla güldüm. "Sen iyi misin bugün?"

 

 

Bana delirmişim gibi baktı. "Bence bu soruyu benim sormam gerekiyordu. Asıl sen iyi misin?"

 

 

"Ben iyiyim boşver şimdi. Bir şey mi oldu? Sevdiğin bir haber mi aldın?"diye sordum dayanamayarak. "Hayır, ablam la konuştum ama ne alaka kızım?"işte şimdi özüne dönmüştü. Çok şükür diyerek semaya bir el açtım. Elimi yüzüme sürüp ona döndüğümde bana gerçekten deliymişim gibi baktı. "Sumru? Korkutuyorsun beni. Ne oluyor?"

 

 

Bu kez içten bir tebessüm ettim. "Hiç, yok bişey. Herşey yolunda."dedim. Garip bakışları bir süre yüzümde kaldığında ikna olmuş olacak ki, başını çevirip oda manzaraya eşlikçi oldu. Güzel havanın ve manzaranın tadını çıkardığımız yarım saatin ardından ekibin uyanmaya başlamasıyla bende ayaklanıp odaya geçtim. Berkuna kahvaltıyı söylediğim için diğerleri gitmek için bizi bekleyecekti.

 

 

Hazırlıklarımızı tamamlayıp evden çıktığımızda saat 08.00 geliyordu. Bu kez havanın soğuk olasına dayanarak elime gelen siyah triko alt üst takımı giydim. Saçlarımla uğraşmadan tepeden topuz yaptım. Soluk yüzüme biraz allık sürdüğümde hazırdım. Sabahın yedisinde kalkıp hazırlanmaya başlayan Esilay da işgal ettiği banyodan ancak çıkabilmişti. Üzerine giydiği deniz mavisi yün kazağı ve siyah kotuyla epey güzel görünüyordu. Göbeğindeki piercing açığa çıkaran kazağı seksi bir görüntü sunuyordu. Saçlarını açarak dalgalandırmış yüzüne hafif ama belirgin bir makyaj yapmıştı. Benim pespaye halimden bin kat güzel görünüyordu.

 

 

"Kendini nerde ölü unuttun kızım bu halin ne?"

 

 

"Ne varmış ki halimde? Gayet iyi bence."sözlerime karşı gözlerini devirdi. Hala elinde tutuğu makyaj çantasıyla ban doğru yaklaştığında refleksle geriye doğru bir adım attım. "Esilay hayır."dedim ne düşündüğünü anlayarak.

 

 

"Neye hayır tam olarak?"üzerime gelmeye devam eden adımları beni sıkıştırmak için an kolluyordu. "O şeyleri yüzüme boca etmene izin vermem."dediğim anda bastı kahkahayı. Makyajı sevsem dahi çok hafif kullanırdım. Ne zaman Esilay bana el atsa yüzüme boya kutusu fırlatılmış gibi gezerdim.

 

 

"O şeyleri derken Sumrucuğum?"adımları sık atarak üzerime yürümeye devam etti. Koltukların arasından geçerken dikkatli adımlarla geriye kaçıyordum. Elindeki makyaj çantasını göstererek, "Yüzümde tüp patlamış gibi geziyorum tüm gün."kahkahası şen bir hal alırken üzerime yürümeye devam etti. "Merak etme bu kez hafif ama vurucu bir şeyler yapacağız."diyerek beni koltuğa doğru itekledi. Elindeki makyaj çantasını açtığında elini tutarak durdurdum. "Gerek yok. İyi böyle." asla beni dinlemedi. "Yüzüne biraz renk geldiğinde daha iyi olacak."

 

 

Yirmi dakikanın sonunda hafif bir makyaj yapmıştı. Zorla yaptığı için herseye kulp taksamda dakikalar sonra aynadaki yansımam epey güzeldi. Gözlerimi vurgulan bir göz makyajı yapıp saçımı düzleştirmişti. Saçlarım hafif dalgalı olduğu için genelde olduğu gibi kullanırdım. Özel günler dışında da düzleştirdiğim pek söylenemezdi.Çok uğraştırıcı bulduğum için tercih etmiyordum.

 

 

Ama bundan sonra düşünebilirim. "Çok güzel oldun. Hadi üstüne de başka bişey bakalım."kolumu tutup çekiştirerek odama çıktık. Dört parça getirdiğim kıyafetlerimin içinden haki yeşili triko elbiseyi çıkardı. Altına getirdiğim siyah ten çorabı çıkardı. "Siyah çizmelerimi yanımda getirmiştim. Sana kısmetmiş. Giyinip gel."diyerek odadan çıktı. Bu kadar hazırlığa bu halimle gitmek uygun olmazdı. Esilayın çıkardıklarını giyinip aynada son kez saçlarımı düzelttim. Hafif çiçeksi parfümümden de sıktığımda hazırdım. Aşağı kata indiğimde kapının hemen yanına koyulan uzun çizmeleri fark ettim.

 

 

Elbise tam dizimin üstünde bitiyordu. Bacak boyum uzun olduğu için çizmeyle giymek çok iyi fikirdi. "Hadi çıkalım."siyah kabanını giyip çantasını alan Esilayla bende çizmeleri giyip krem kabanımı üzerime geçirdim. Dışarısı biraz esiyordu. Sonbahar kendini epey belli etmeye başlamıştı.Dışarıya çıktığım anda evin verandasında bizi bekleyen erkekleri gördüm.

 

 

"Nerde kaldınız kız-"Tuna'nın serzenişi bizi görene kadar sürdü. "Oha Sumru, bu sen misin?"elimden tutarak beni kendi etrafımda bir tur çevirdi. "Bizim pasaklı Sumrumuz nerede?"dalga geçesine gözlerimi devirdim. "Harbi çok güzel olmuşsunuz kızlar.Nazar boncuğu falan taksaydınız." Erenin de Tunaya katılmasıyla ikisi birlik olmuştu. Berkun geldiğimiz dakikadan beri sessizliğini koruyordu. Kaşlarını çatarak bize bakmasına hiç iyi anlamlar yükleyemiyordum. "Takmadığımızı kim söyledi."Esilay bunuda yaptıysa gerçekten inanırdım.

 

 

"Bırakın zevzekliği de düşün önüme."nihayet bir yaşam belirtisi veren Berkun, tavuk kovarlarcasına hepimizi önüne kattı.

 

 

"Abi bir insan her dakika gergin olabilir mi? Berkun rekora koşuyor."Tuna kısık sesle konuştuğunu sanırken Erenin kulağına söylediği gerçeği duymamız ona da süprizdi. Berkun'un kaşları havalanmış sert bir yüz ifadesiyle Tunaya baksana Tuna, tırsak hareketlerle geri geri koşarak kaçtı. Berkun elini kirletmeye değmeyeceğini düşündüğü için onu ellemeden kendi haline bıraktı.

 

 

"Yürüyün sizde."yüksek desibelde çıkan sesi az önce koşarak kaçan Tunaya aitti. Ama elimde olmadan irkilmiştim. Bunu fark ettiği an özür dileyen bakışlarına sorun yok dercesine gülümsedim. "Gidelim artık. İnsanlar bizi bekliyor."önden Esliay ve ben arkamızdan Berkun ve Eren geliyordu.

 

 

Bera nın evine yaklaştığımız sırada evin kapısı açılıp kapandı. Savcı kapıdan çıkarak bize doğru yürüdü. "Günaydın,"diyerek hepimize genel bir selam verdi. Bugün giydiği beyaz kazak ve siyah kotuyla epey spor ve şıktı. Mavi gözlerini kısarak bedenimi turlayıp hasar tespiti yapsada gördüğü görüntü onu da şaşırtmıştı. Bir süre gözlerini benden çekmeden bakamaya devam etti. Saçlarımda daha çok oyalanan bakışları, yanağımda göremediği çillerle çatıldı. Esilayın yüzümü fondötenle kapatması sonucunda çillerim artık görünmüyordu.

 

 

Bugün epey farklı görünüyordum.

 

 

Ve bu farklılığı da sevmiştim. Arada sırada kendimi şımartmak bana iyi gelebilirdi. Savcı hala gözlerini üzerimden çekmeden ağır ağır süzdü beni. Uzun çizmelerimden saçlarımın uçlarına kadar giden bakışları gördüğü görüntüyü hem beğenmişti. Hemde kaşları alabildiğine çatılmış yüzü düşmüştü. Bunun sebebini sorgulamadım. Gözlerinde gördüğüm ufak ışıltılar bana gereken cevabı vermişti.

 

 

"Günaydın,"gülümseyerek bize doğru gelen Berayla Savcıda kalan gözlerimi çekip aldım. Bugün bütün kadınlar olarak şık olmaya yemin etmişiz gibi, oda epey güzel görünüyordu. Üzerindeki triko açık pembe elbisesi. Krem çizimleri ve havalı saçlarıyla barbie gibiydi.

 

 

"Kızlar çok güzelsiniz bugün. Maşallah nazarlar değmesin."diyerek yanımıza gelip Esilay ve beni öptü. Diğerleriylede tokalaşarak günaydınlaştı.

 

 

"Sende çok güzelsin."diyerek karışık aldığında gülümsesi utangaç bir hal aldı. "Hadi geçelim."önümüzden ilerleyen adımlarıyla bizi kış bahçesine yönlendirdi. Bir kaç dakika sonra Yiğit beyinde bize katılmasıyla kahvaltı masasına geçtik. Maya bale okuluna gittiği için üzülmüştüm. Onu görmeden buradan ayrılmak istemezdim. Ama öğlen sonunda eve dönüp birazda ailemle vakit geçirmek istiyordum. Diğerleride benimle aynı fikirde olduğu için öğle sonunda buradan ayrılacaktık.

 

 

Çok tuhaf bir şekilde burada kendimi hem çok rahat hemde rahatsız hissettim. İlk kez insanlara karşı gardımı bu kadar indirmiştim.Sumru gibi olmak, kalabalık insanların yanında benim için çok zordu. Bu insanları gerçekten sevdiğim için olduğum gibi davranmak zor olmamıştı. Çok güzel bir aileydi.

 

 

Ben hiç bir zaman böyle bir tabloya ait olamamıştım. Benim olduğum resimler hep eksikti, yarımdı. Eksik hissetmenin ne demek olduğunu bilen kalbim bu duyguyu dibine kadar tatmış bütün insanlarıda, kalbinden tanırdı. Dün gece bana sarılan Bera da hissettiğim gibi...

 

 

Oda bir acının parçası mı olmuştu?

 

 

Bu kadar hayat dolu bir kadının acıya yakışmayacağını düşünmüştüm. Arada gözleri boşluğa dalıyordu o anlarda gülen yüzünün altında, ne acılar sakladığını da merak etmeden duramadım.

 

 

Acısı büyük olan insanların gülümsemesi güzel olur derler.

 

 

Bera buna en canlı örnek olabilir. Masada olağan güzelliği ve sıcak kanlılığıyla gülümseyen, sohpet eden, neşe saçan bu kadın bir zamanlar eksik mi kalmıştı?Eksik parçasında Yiğit beyde bulup Mayayala mı tamamlamıştı? Gülen yüzündeki çizgileri tek tek sayabilirdim. O çizgilerin yaşanmışlıkları benim için daha önemliydi.

 

 

Sorular beynimi kemiren bir fare gibiydi. Ne zaman bir insan sureti görse altında ne sakladığını hep merak eder, bulana kadar asla sıkılmadan incelerdim. Bu huyum bana küçüklükten miras olup zamanla alışkanlığa dönmüştü. Yüz yüze geldiğim her insanın hayat hikayesi okumaya çalışır, mimiklerini ve beden dilini analiz ederim. Bu özelliğime tezat tek bir kişiyle tanışmıştım.

 

 

Bakışları gök mavisi olan bir adamla.

 

 

Gözlerinde gördüğüm yangın en çok kimi yakmıştı bilmiyorum. Ama en çok hasarı o almış gibiydi. Farkındaydım. Berada gördüğüm yarım kalmışlığın bir benzeri vardı onda. O hissettirmese de farketmeden üzerini örtmeye çalışsada, insan en çok kendine benzeyeni bulduğunda tüm duygularını yansıtırdı. Yasemin Tozlu cinayetinde üvey babasının kızına tecavüz ettiğini öğrendiği o gün bana şöyle demişti.

 

 

"Seninde mi ruhunu sakatladılar?"

 

 

Evet demekten o anda kaçmıştım. Yakalanmaktan korkmuştum. Ama o soru benden çok kendine sorulan bir soru gibiydi. Seninde mi ruhunu sakatladılar Savcı ? Ona bu soruyu sormak için çıldıran bir yanım vardı. Gözlerinde yakalayacağım ifadeden korksamda bu soruyu bir gün bende ona soracaktım. Cevap alamayacağımı bilmeme rağmen. Gözlerindeki duygu kırıntılarına tutunacaktım.

 

 

"Sumru, Sumru?"dalıp gittiğim iç dünyamdan yanımda kolumu dürtükleyerek oymaya çalışan Esilay sayesinde çıktım. Tek lokma dahi yemediğim sofrada tabağım öylece boş duruyordu.

 

 

"Hiç bir şey yememişsin. Epeyde dalgınsın bugün."başını kulağıma doğru uzatıp fısıldayarak konuşuyordu.

 

 

"İştahım yok. Dalmışım öyle. Sabah erken kalkınca uykum geldi."dedim. Yalan değil biraz uykum vardı ama bunu yola saklamaya kararlıydım. Bir istisna yaparak arabamı Esilayın sürmesine izin vermeliydim.

 

 

"Giderken sen kullan. Ben biraz kestireceğim."dedim. Yüzünde oluşan parıltılar la başını salladı. Arabamı kimseyle paylaşmadığım içindi bu halleri. "Buna pişman olmam umarım."desemde Esilay beni umursamadan sırıtmakla meşguldü. "Söz ağızdan bir kere çıkar."diyerek konuyu kapattı. Herkes kendi arasında muhabbete daldığı için bizi fark eden olmadı. Erken konuştuğumu bana dikkatle bakan Savcıyla göz göze geldiğimde anladım. Mavileri bugün durgun bir denizdi sert dalgaları misafir değildi gözlerine.

 

 

Dikkatli bakışlarına ufak bir gülümseme kondurdu. Başını hafif sola doğru eğip göz kırptı. Bu hareketi o kadar havalı yapmıştı ki, beynim tüm düşünce sistemimi ekarte etmiş gibi kaldım. Haylaz bakışları kısılarak gülmeye devam etsede daha fazla ona bakmadım. Önüme döndüğümde bir kaç kahvaltılık alarak tabağıma bıraktım.

 

 

"Ne zaman çıkarız yola?"Tunanın ortaya sunduğu fikre döndüm. Berkunla konuşuyorlardı. "Kızlar ne zaman hazır olursa."diyerek net bir cevap vermeden önce bize danışması çok nazik bir hareketti.Bana döndüğünü fark ettiğimde. "Bir kaç saate çıkarız."dedim. Başını sallayarak beni onayladı. "Keşke daha uzun kalsaydınız."diyen Beraya baktım. Tebessümü buruk bir hal almıştı. Bunu bize değil gidecek olan kardeşine yorumladım. "Hepsinizi yine bekliyorum. Bu kez benim misafirimsiniz." diyerek beni yanılttı. Bizi düşünmesi bu kadar düşünmesi çok naif bir kalbi olduğunu gösteriyordu.

 

 

Bazen Savcının da böyle olduğunu anımsadım. İstediği zaman tam bir Beyefendi oluyordu. Huysuz olduğu zamanlarda ise tam bir dengesiz. Dengesini bulması için ne gerekiyor bilmiyorum ama bu hallerinin, benim dengemi bozduğununda farkındayım.

 

 

İçli bir nefes alıp verdim sonra da tabağımdaki kahvaltılıkları yemeye başladım. Yemeklerle aram her zaman iyiydi, her yaşımda iştahlı biri olmuştum. Ama bugün nedensizce mideme taş oturmuş gibi hissediyorum. Bir kaç lokmadan sonra yiyemeyeceğimi anlayarak zorlamadan bıraktım. "Sumru sen iyi misin?"hemen yanımda oturan Esilay bana doğru eğilerek kulağıma fısıldamıştı. "İyiyim. Dün gecenin kalıntıları heralde yorgunum."diyerek geçiştirdim.

 

 

Beni hiç bir konuda yanıltmayan hislerim bir kenardan gülüyordu. Mideme oturan taş yüzünden yutkunmakta da güçlük çektim. İlk kez böyle boğucu bir hissin pençesine düşmüştüm. Yorgun bakışlarıma inanan Esilay ısrar etmedi. Kahvaltı boyunca bana dönen bakışların farkında olarak diken üstünde oturdum. Biten kahvaltı sonrası ise birer kahve içerek sohpet ettik. Sohpet sırasında çevreyi gezmek istediğinden bahseden Esilay la gölün kenarında gezinmek için dışarıya çıktık. Bizi Bera yada Yiğit Bey yerine Savcı gezdirecekti. Buraya çok sık olmasada sürekli geldiği için ormanı iyi bildiğini söylemişti Bera.

 

 

Bir süre sonbaharın dökülen yaprakları üzerinde, sessizlik içinde yürüdük. Kimse tek kelime etmeden derin nefesler alarak etrafı keşfetme derdindeydi. Bu dinginlik benim ruhuma da iyi geldi. Sık ağaçların altından geçerken gözlerim sürekli çevreyi tarıyor, göreceğim herşeyi zihnime resmetmek üzere kaydediyordum. Böylesine yaşam dolu bir yerde yaşamak bu hayattaki en paha biçilmez duyguydu. Bunu sık sık dile getiren Bera ve eşi burada mutlu anılarını anlatırken gözleri gülümsüyordu.

 

 

Burada mutsuz olmak mümkün değildi.

 

 

"İnsan burda hiç yaşlanmaz."dedi. Tam önümde Tuna'nın koluna girip ilerlemeye çalışan Esilay. "Emekli olduktan sonra böyle bir yerde mi yaşasak."diye ona katıldı Tuna da. "Bu mesleği bırakabileceğimi sanmıyorum."işlerini gerçekten severek yapıyorlardı.

 

 

Tüm ekip Bulmaca Ustalarının bir parçası olmaktan mutluydu. Bir gün ayrılırsak buna bende nasıl katlanırım bilmiyorum. "Ben emekli olmayacağım."dedi sonunda Esilay. "60 yaşında bile hala cinayet peşinde mi koşacaksın?"saf bir merakla sordu Tuna. Bu ikisi neyin kafasındaydı bilmiyorum ama muhabbetleri saçma bir şekilde hoşuma gidiyordu. "Evet, hatta 70 yaşında bile o olay yeri senin bu olay yeri benim gezeceğim."havalı bir saç savurma hareketiyle bu konuya son noktayı koydu.

 

 

"Bende seninle birlikte gezerim o zaman."Tuna'nın verdiği cevapla konuyu tatlıya bağlayıp kapattılar. Eren ve Berkun onların bir adım önünde yürüyordu. İkisinin de sohbeti duyduklarına eminim ama çaktırmadan sessizce ilerlemeye devam ettiler.

 

 

"Bu ikisi her zaman böyle mi?"hemen yanımda ağır adımlarlarla ilerleyen Savcı başını bana çevirdi. Yüzümün yandan profiline bakarken de oldukça eğleniyor gibiydi. "Evet,böyleler. Ve çok tatlılar bence."arkadaşlarımı yargılamasına açık kapı bırakmadan kapattım.

 

 

"Tatlı mı? Bunlar daha çok gerilim filmindeki karakterlerlere benziyor."dedi. Buna gülmeden durmadım.Minik bir tebessüm dudaklarımı ikiye ayırarak yerine kuruldu. "Bazen felaket tellallığı yapıyorlar. Ama bu eğlenmeyeceklerini de göstermez."dedim. Benim gülümsemem bulaşıcı gibi oda bana gülümsedi.

 

 

Bu aralar bana fazla gülümsüyordu.

 

 

"Peki sen? Eğlenmeyi sevmez misin?"konu her zaman nasıl dönüp dolaşıp bana çıkıyordu anlamıyorum. Ama benim hakkımda gereğinden fazla bilgi bildiğine adım kadar eminim. "Pek değil. Ben daha çok yalnız kalıp kitap okumayı seven o insanım."dedim. Kendim hakkında bir bilgiyi daha ifşa ederek. Yüz ifadesi yumuşak bir zemine başmış gibiydi. Kaşları hiç çatılmıyor alnındaki damarlar olduğu yerde kalıyordu. Bugün fazla sakin ve dengeliydi.

 

 

"Kitaplar demek... En çok ne okursun?"

 

 

"Her türden kitap okuyorum. Ayırt etmek zor."dedim omuz silkerek. "Atsız seviyorsun, başka?"sorguda Leyla ya söylediğim Atsız sözünden bahsediyordu. Bunu hatırlamasına bir an şaşırdım.

 

 

"Atsızın çok güzel bir sözü var.İnsanlar mizah ve şaka yapabilirler. Fakat bazı konularda vardır ki, onlar asla şakaya gelmez! Onlarda ciddi olmak insanlık borcudur." Demiştim Leyla'ya. Unutmamış olması bizi dikkatle dinlediğini gösteriyordu. Yada sadece beni..

 

 

Bakışlarını ısrarla yüzümde gezdirdiğinde benden bir cevap beklediğini fark ettim.Oflarcasına bir nefes verdim. "Dostoyevski Suç ve ceza, Tolstoy Savaş ve barış, insan ne ile yaşar. Sanırım en sevdiklerim bunlar."

 

 

"Klasikler, bende çok severim. Özellikle Dostoyevski Kubarbaz kitabı çok iyidir. Okudun mu?"diyerek bana döndü.

 

 

"Evet, bende seviyorum."adım atmayı bir anda kesti. Bende onunla bilikte durdum.

 

 

"Şiir sever misin?"diye sordu bir anda. Önümüzde ilerleyen ekiple aramızdaki mesafe epey açılmıştı. Bizim arkalarından geldiğimizi fark etmeden ilerlemeye devam ettiler.

 

 

Hala yüzüme bakarak bir cevap bekleyen adama gülümsedim. "Şiir çok severim."dediğimde gözlerinden geçen küçük parıltı tüm yüzünü aydınlattı. "En sevdiğin şiir?"bugün sınırları fazla zorluyordu. Ama buna takılmadan ona ayak uydurdum. Onunla böyle sıradan şeyleri konuşmak benimde hoşuma gidiyordu.

 

 

"Seçmek çok zor."dediğimde bu kez. "En sevdiğin şair?"diye sordu.

 

 

" Özdemir Asaf, Cemel Süreyya, Atilla İlhan."

 

 

"Güzel seçimler."dedi. Ne demek istediğini anlamadım. Bana bakan dingin maviler yumuşak bir tebessüm sundu. Ve dudakları aralandı.

 

 

Bir şey kaldı gecelerden birinde senden.

 

Öncesinde bilinmemiş bir şey,

 

Silinme bir ses gibi giden...

 

Kelimelerden büyük, kelimelerin içinde,

 

Bir şey kaldı senden

 

Yaşamalar'ın arasında kaçamaklı.

  

 

Veriliş rengi başka, alınış rengi başka..

 

Söylemeye vakit kalmadan

 

Dudakların altına bırakılmış bir şey.

 

Karanlıkların tam ortasında bir kırmızı nokta...

 

Gözlerce pırıl pırıl, ellerce saklı.

  

 

Bir şey kaldı, bir denizin kıyısında senden,

 

Bakışlarla yüklü, söylemelerle sessiz...

 

Seninle dolu, seninle sensiz bir şey...

 

Arandıkça bulunmamış yıllar yılı,

 

Bulundukça aramaklı.

 

 

"Özdemir Asaf."dedim. Kelimeleri bir araya getirebildiğimde. Derin bir nefes aldım. İçime dolan nefes değil, oydu sanki. Şiir okuyacağını asla tahmin etmemiştim. Ama öyle güzel bir sesi vardı ki, şiir okumasa yazık olacak gibiydi. Bana bakan mavi hareleri bile gülümsüyordu şimdi. "Sever misin bu şiirini?"sesinde kuşlar cıvıldadı. "Severim,"derken yutkunmak öyle zor geldi ki, bakışlarını bir an bile benden çekmeden tepkilerimi izliyordu. Alenen gülmesi de eğlendiği anlamına geliyordu. Bugün ne kadar gülümsedi öyle.

 

 

"Siz? Sever misiniz şiir?"dedim. Siz dememden ötürü gülümsemesi soldu. Kaşaları yukarıya kalktı, derin bir nefes çekti. Daha çok sabır çekmişti ama neyse. "Siz değil sen, iş yerinde değiliz. Sivil hayatta sadece sen."dedi. Israrlı bakışları ise irademe vurduğu balyozdu.

 

 

"Peki, sen. Sen sever misin şiir?"dedim. Kendimi çok garip hissederek. Alışık olmadığım bir düzenin dışına çıkmak benim olayım değildi. "Severim,"dedi elalarıma gülümseyerek.

 

 

"Ama bir tane çok sevdiğin vardır?"dediğimde bana bakarak sesli gülümsedi. Gözlerine kadar ulaşan gülüşü yanağındaki gamzeyi ortaya çıkardı. " Ahmet Haşim, Necip Fazıl, Nazım Hikmet. Sanırım en çok bunları okudum."dedi.O zaman onu şaşırtma sırası bendeydi. Gülen yüzüne ve kısılan gözlerine baktım. Ve Ahmet Haşimin bildiğim tek şiirini okudum.

 

 

Zannetme ki ne güldür, ne de lale

 

Âteş doludur, tutma yanarsın

 

Karşında şu gülsün piyâle...

 

 

İçmişti Fuzuli bu alevden,

 

Düşmüştü bu iksir ile Mecnûn

 

Şi'rin sana anlattığı hâle...

 

 

Yanmakta bu sagârdan içenler,

 

Doldurmuş onunçün şeb-i aşkı

 

Baştanbaşa efgân ile nâle...

 

 

Âteş doludur, tutma yanarsın

 

Karşında şu gülgün piyâle...

 

 

 

 

Karşında duran şu gül renkli şarap kadehini, gül veya lale zannetme. O ne gül ne de laledir. İçi ateş doludur; sakın tutma, yanarsın... Şiire adını veren içki kadehi anlamındaki "piyâle" şiirde aşkın sembolüdür. Bu kadehi içenler, yanmakta yani aşk belasına uğramaktadır. Ahmet haşim şiirini oldukça sade ama derin bir anlatımla yansıtıyordu. Bu şiirin anlamını biliyor muydu? Öylece bana bakan mavileri şaşkınlıkla karışık hayranlıkla parıldıyordu. Ormanın ortasında öylece durmuş birbirimize şiirler okuyorduk. Bu delilikti. Son bulması gereken bir delilik.

 

 

"Sumru,"şaşırmış halini görmek için bile bir kez daha şiir okunabilirdi. Bu ifadeyi her zaman yakalamak mümkün olmuyordu. "Efendim,"hala gözlerime şaşkın bakan adam bir adım atarak bana yaklaştı. "Sen-"cümlesini tamamlamasını engelleyen Tuna nın üzerimize doğru koşarak gelmesiydi. "Sumruuu, yardım et."diyerek üzerime doğru çullandı. Arkama saklandığı sırada diğerleri girdi görüş açıma. Bunlar bizden ne ara uzaklaşmıştı? Geçen zaman algımı dahi yitirmiştim onunla. Bu delilik hali son bulmalıydı.

 

 

"Gel ulan buraya. Seni o gölde boğarak gebertmezsem bu gece uyuyamam."kırmızı görmüş boğa gibi üzerime doğru yürüyen Berkunu gördüğümde bir adım geriledim. "Ah Sumru, ayağıma basıyorsun."diye arkamda böğüren Tuna'yla ne yapacağımı şaşırıp kalmıştım. Berkun'un ıslak kıyafetlerini gördüğümde Tuna'nın yine bir haltlar yediğini anladım. Önünden çekilmek için soluma doğru kaydığımda, montumu tutan elleri sayesinde benimle birlikte hareket etti. "Tuna çekil arkamdan."diye söylendim. Oralı olmayan beden arkamda kalmaya devam etti. Berkun önümde bir adım kala durduğunda başından aşağıya damlayan suları gördüm. Kahve gözleri öfkeden alev topu gibiydi. "Çekil Sumru,"dedi. Ama arkamdaki beden buna izin vermiyordu.

 

 

"Arkamdan çekil dedim Tuna."bir kez daha ikaz etmemle beni dinlemeden arkamda saklanmaya devam etti. "Çık şuradan Tuna.Orda kaldığın her saniye sinir katsayım artıyor."Berkun üzerine oynamaya kararlı olsada Tuna'yı bu sözlerle yola getiremeyeceğini biliyordu.

 

 

"Tuna bir adım kenara geç."diye uyaran kişi bu kez Savcıydı. Onun sesini duyunca montumda ki eli gevşedi. Bunu fırsat bilen Savcı elini koluma koyarak beni Tuna'dan ayırdı. Göğsüne doğru çarptığımda ayağım sendeler gibi oldu ama kolumdaki eli beni dengede tutmaya yetti.

 

 

"Gel ulan buraya."Berkun yeniden Tunaya doğru meylettiğinde Tuna yönünü değiştirip bu kezde Esilayı arkasına saklandı. "Tuna hayır, çık arkamdan."diye ciyaklayan Esilayın imdadına Eren yetişti. Tuna'yı ensesinden tutuğu gibi Berkuna doğru savurdu. Berkun göğsüne çarpan bedenle şeytani bir gülümseme doğurdu.

 

 

"Şimdi seni elimden kim alacak bakalım."dedi. Sesinde yatan kötü karakter efektiyle Tuna'yı ensesinden kavrayarak Ormana doğru ilerledi. Diğerleri de onu takip ederek uzaklaşmaya başladıklarında derin bir nefesi koyverdim.

 

 

"Bu ikisi gerçekten 30 yaşında mı? Çocuk gibiler."diye homurdanan Savcıyla bedenimi göğsünden ayırdım. Yönümü ona dönmek istediğimde bir saç telimin sakallarına takıldığını fark ettim. Elini kaldırıp yavaşça saç telimi sakalından kurtardı. "Sen iyi misin?"diye sordu.

 

 

"İyiyim, siz takılmayın onlara her zamanki halleri."desemde bana çatık kaşlarıyla baktı. Neden öyle baktığını soracaktım ki. Cümledeki siz kelimesine takıldığını anladım. "Ağız alışkanlığı."dedim omuz silkerek. "Alışkanlıklarını değiştirmelisin."kulağıma dolan kelimeleri midemdeki kurtçukları harekete geçirdi. İçimi kemirerek ilerlemeye çalışıyorlardı.

 

 

"Ulan ben senin, gelmişine geçmişine sövdüreceksin beni." Berkunun sesi kulaklarıma doldu. Ama o tarafa bakmadan yanımdaki adama bakmaya devam ettim. "Mesela hangilerini?"diye sordum açıkça. "Siz değilde sen demeyi alışkanlıklarına eklesen iyi olur."dedi oda tüm açıklığıyla. Midemdeki kurtçuklar yeniden ilerledi. "Eren kurtar beni."Tuna'nın sesi tüm ormanda yankılandı.

 

 

"Peki,"dedim. Derin bir kabullenişle. Yüzünde oluşan gülümsemeyle "Güzel,"dedi. Neye güzel dediği hakkında bir fikrim yoktu. Çünkü; bizimkiler son sürat yeniden geliyordu.

 

 

"Yeter bu kadar! Durun artık! Çocuk musunuz siz!"diye yükseldim bir anda. Savcı dahi ne olduğunu anlamadan bana bakıyordu. Ona dönmedim ekibe bakarak başımla geldiğimiz yönü işaret ettim. "Düşün önüme, gidiyoruz."dedim sadece ve geldiğimiz yönde ilerlemeye başladım. "Senin böyle özelliklerinde mi vardı?"Savcı aleni şekilde bu durumla eğleniyordu.

 

 

"Gerektiğinde evet."ona karşı haddinden fazla açık ve dürüsttüm.

 

 

"Gerekmediğinde de kullan."Yüzündeki haylaz gülümseyle beş yaşındaki çocuk gibi görünüyordu.

 

 

"Bazen amaçsızca eğlenmek onların da hakkı. Gördüğümüz yüzleri silebilmek için bazen gamsız olmayız."gülen yüzü soldu. Bakışları ileriye tutunup içli bir nefes aldı. "Haklısın."dedi sadece. Ne diyeceğini oda bilemedi. Söz konusu işimiz olduğunda bazen gamsız olmak fazlasıyla işe yarıyordu.

 

 

Haklı olmak bazen lanet gibidir. Keşke bu konuda haklı olmasaydım. Onlar gamsız bir tasayla eğlenirken, onlara bakarken gördüklerimi dile getirmek, beni haklı yapmasaydı. Belki de acılar daha katlanır olabilirdi. Rüyalarımıza kadar işleyen cesetleri, dimağımıza imza gibi kazınan kan kokusunu silebilirdik. Gamsız olmak bazen iyi geliyordu. Düşünce havuzunda boğulmaktan kan gölüne sürüklenmekten kurtarıyordu. Normal bir hayatımız olduğunu hatırlamamızı sağlıyor, o akışa uyum sağlamamıza yardım ediyordu.

 

 

O dakikadan sonra kimse konuşmadı. Arada homurdanarak yürüyen Berkun'u duysamda hız kesmeden yolumuza devam ettik. Orman yolundan çıkıp evlerin olduğu alana geçtik. Berkun bu noktada üzerini değiştirmek için bizden ayrıldı. Onu beklerken bizde ayak üstü biraz sohpet ettik. En nihayetinde gitme vakti gelmişti.

 

 

Güzel anıları cebimize yükleyip, hep böyle hatırlamak için saklayacaktım. Berkunun yeniden aramıza dönmesiyle Bera ve eşi de bize katıldı. Ekip çoktan vedalaşma kısmına geçmişti. Bera tok adımlarıyla bana yaklaştı. Vedalaşmak için yanıma geldiğini düşündüm. "Mutlaka yine bekliyorum. Hepinizi çok sevdim. Kardeşimin böyle iyi çalışma arkadaşları olduğunu bilmiyordum."dedi. Gülen gözlerine yansıyan parlaklık güneşte daha belirgindi. Mavilerini dikkatle yüzümde tutmaya devam etti.

 

 

"Her şey için çok teşekkür ederiz. Bizi çok güzel ağırladınız."Bana gülümserken aynı zamanda kolumu sıvazladı. "Teşekküre gerek yok. Artık misafir değilsiniz."tıpkı kardeşi gibi teşekkür alerjisi vardı. Teşekkür etmek isteyen dilimi ısırıp son dakikada kendimi frenledim. "Senden bir şey isteyebilir miyim?"

 

 

"Tabi, yardımcı olacağım bir şeyse seve seve."arkama takılan bakışları yeniden bana döndü. Başını olumlu anlamda sallarken, kolumdan tutarak bizi yürütmeye başladı. "Arada kardeşime göz kulak olabilir misin? Sinirlenince gözü pek bişey görmez. Yakar yıkar. Çok korkuyorum başına iş gelecek diye."kardeşi için ince düşüncesi çok güzeldi. Bir kaç saniyelik suskunluğumu yanlış anlayarak yeniden konuştu.

 

 

"Fazla mı oldu isteğim. Yani-"susturmasam konuşmaya devam edecekti. "Hayır, tabiki fazla değil. Ama Savcı biraz şey."dedim ne demem gerektiğini kestiremedim. "Sert, duvarlı, öfkeli. Kimi zamanda dengesiz."diyerek kardeşini kelimenin tam anlamıyla açıkladı. Yüzümde ne gördü bilmiyorum ama o anda büyük bir kahkahayı salıverdi. Arkamızda kalan diğerleri bu halimize garip bakışlar atarken Savcının da buraya dikkatle baktığını fark ettim.

 

 

"Biraz öyle,"diyerek doğruyu söylemekten çekinmedim.

 

 

"Anlıyorum seni. Falaz zordur. İnsanı yıpratır. Üzer, kırar. Sonra da arkasına dahi bakmadan çeker gider. Ama sevdiklerine öyle güzel bağlanır, öyle güzel severki. Yaptığı her şeyi tek kalemde siler atarsın. Öyle naif ve nazik bir kalbe sahip."dedi. Kardeşini iyi tanıyan bir abla elbet benden iyi bilirdi. Lakin; bu söyledikleri benim tanıdığım Savcıyla pek uyuşmayan özelliklerdi.

 

 

Tanıdığım bir Savcı nasıl olurdu bilmiyorum ama tanımadığımdan hoşlandığım söylenemezdi.

 

 

Dengesizliği zirveydi. Ve o zirvede yalnız oturmak istemiyor. Benide yanına çekiyordu. Tüm ayarlarım bozulmuş çalışmayan radyo gibi hissediyorum kendimi. Yada günde iki kez doğruyu gösteren saat gibi.

 

 

" İsteğini yapmaya çalışırım. Ama başarılı olacağımı sanmıyorum."dürüstçe dile getirilen duygular her zaman daha sağlam olurdu. Bana bel bağlamayı ve kardeşinden haber uçurmamı falan beklemiyordur inşallah. Savcıya karşı hafiyelik yapmak son zamanlarda en son isteyeceğim şeydi.

 

 

"Teşekkür ederim Sumru,"diyerek bana sarıldı. "Numaramı vereyim sana. Acil bişey olursa ararsın."dedi. Elindeki telefona kendi numaramı kaydettim. Beni arayacağını bildiğim için onun numarasını almadım. "Eee anlatsana biraz. Falazla çalışmak nasıl?"imayla parlayan bakışaları, çakmak çakmak yanan mavileri, hınzır gülümsemesiyle tam olarak çöpçatan teyzelere benziyordu. Gülmeden edemedim. "Gayet iyi,"kaçak dövüşmeyi kardeşinden öğrenmiştim. Kusurada bakmasındı artık. "Sadece iyi mi? Daha fazlası var gibi."dedi. Kendinden emin ama en çok kardeşinden emin gibiydi. Ne haltlar yediğini bilecek kadar kardeşiydi sonuçta.

 

 

"Ne gibi fazlası. Anlamadım."saf ayağına yatmakta benim gibi olun. Gözleri yemedim der gibi parladığında kaçmak için bir hamle düşündüm. "Ekip beni bekliyor. Artık yola çıksak iyi olur."dedim. Gözlerinde yanan imalar neon ışıklar la süslendiğinde bir daha ki görüşmemizde kaçamayacağımı anladım. Sessiz bir kabullenişti benimki.

 

 

"Öyle olsun bakalım. Yine gelin mutlaka."kollarını açıp beni yeniden sardığında bu kez bende ona sarıldım. Saçlarımın ucuna belli belirsiz değen parmakları, benden ayrıldığında sırtımdan çekildi. "Kendinize iyi bakın. Fazlazı da takma kafana. Size alıştığında bambaşka bir insan görürsün karşında."dedi.

 

 

"Sizde kendinize iyi bakın. Mayayı da öpün benim yerime."Biraz ileride Yiğit beyle tokalaşan ekibe katılıp onunlada vedalaştım. "Yeniden bekliyoruz.Yolunuz ne zaman düşürse kapımız hep açık."dedi. En az karısı kadar açık yürekli ve iyi bir insandı. "Eyvallah,"Berkun ekip adına tek kelimelik teşekkürünü sunduğunda benim bakışlarım Savcının üzerinde kaldı. Biz erken dönüp birazda ailelerimiz le vakit geçirmek istediğimiz için o burada ailesiyle kalıp vakit geçirecekti.

 

 

Sahi annesi babası yok muydu?

 

 

Bu konuda tek kelime durduğumu hatırlamıyordum. Aralarındaki sessiz bir oyun gibi kimse aile konusunu açmamıştı. Genel konulardan ve işten yaptığımız sohbetlerde tek bir açık vermemek için ellerinden geleni yapmışlardı.

 

 

"Hadi Sumru,"bana seslenen Esilayla gözlerimi ondan çekip ekibe döndüm. Sabah Tuna eşyalarımızı yerleştirdiği için hepimiz hazırdık. Berkunlar geldikleri şekilde bizde Esilayla geldiğimiz şekilde yeniden yola koyulduk. Esilay arabayı araziden çıkarırken son kez Savcıyla göz göze geldim. Elalarımda gezinen bakışları bana göz kırpmasıyla ayrıldı. Tuhaf bir his içimi sararken buruk bir tebessüm yokladı dudaklarımı.

 

 

Taşlı arazide ilerlemeye başladık. Bu yolun sonunda bana ne geleceğini bilmeden. Tam o sırada Esilayın açtığı radyodan bir melodi çalındı kulağıma.

 

 

Sen hiç görmedin

 

Baştan böyle yazılmış

 

Yok kimsesi kimsenin, hiç kimsenin

 

Sen hiç görmedin

 

Sonu baştan yazılmış

 

Bitti, bitti, bitti, kelimlerin.

 

 

 

🪦

 

 

 

 

Akıp giden her yolun bir sonu vardır.Bizde o yolun sonunda evimize gelmiştik. Esilayı evine bıraktıktan sonra eve gelmiştim. El çantamı alarak arabayı kilitledim. Hafta sonu olduğundan mahalle coşmuştu. Kızlı erkekli bir grup çocuk yakan top oynuyor. Bir kaç kişide onları izliyordu. Mahalle kültürünü kaybetmeyen bu mahallede büyüdüğüm için çok şanslıydım. "Sumru abla,"eve yönelen adımlarım ismimi duyduğum anda durdu, arkama döndüm kimin seslendiğini baktım.

 

 

Mahallenin marangoz ustası Halil abinin oğlu Ahmet, bana doğru geliyordu. "Efendim ablacım."dedim yumuşak çıkan sesimle. "Abla topu atsana."diyerek ayağımın arkasına kadar yuvarlanan topu işaret etti. "Görmedim ben onu."Ayağımla topa vurarak ona doğru yuvarladım. İleri atılıp topu durdurdu. Ağır abiler gibi elini göğsüne koydu. "Eyvallah abla."diyerek baş selamı verdi.Ben üzerimdeki şaşkınlığı atana kadar arkasını dönüp arkadaşlarına doğru koşmaya başladı. "Bunlar da fazla mahalle kültürü canım."arkamı dönüp yeniden evime yöneldim. Bahçeye açılan kapıyı atım. Sessizlik beni karşılayan ilk şeydi. Kaşlarım çatıldı. Babannem hergün bu saatte çiçeklerini sulamak için bahçede olurdu.

 

 

Bahçeyi aşıp kapıya geldiğimde bu kez anahtar yerine zile bastım. Bir kaç kez bastıktan sonra kapı babam tarafından açıldı. "Sumru kızım, hoşgeldin."dedi babam bana kollarını açarak. Beni kanatları altına aldığında beni hiç bir gücün yıkmayacağını hissettim.

 

 

"Hoşbulduk babacım."bedenimi kendisiyle birlikte içeriye doğru çekti. Kapıyı arkamızdan kapattığında evdeki sessizliği fark ettim. "Babannem nerede?"montumu ve çantamı ayakkabılığa astım. "Ayten Teyzenin günü varmış. Oraya kadar gitti.Gel salona geçelim."içeriye yönelen adımlarını takip ettim.

 

 

"Tatil nasıldı. Dinlenebildin mi?"diye sordu.

 

 

"Çok güzeldi. Ormanın kenarında göle yakın evler. Manzara şahaneydi."dedim. Büyülendiğim manzara gözlerimin önüne denk düştü. "Eğlenmene çok sevindim kızım. Hepiniz hak etmiştiniz."beni kollarıyla sarmaladı. Saçlarımda gezinen eliyle hemen mayıştım. "Siz ne yaptınız ben yokken."bi yandan esnerken elimle ağzımı kapadım. Gün doğumunu izlemek için çok erken bir saatte uyanmıştım. Dönüş yolunda da düşünmekten gözüme uyku girmemişti. Bera'nın söyledikleri, Savcının bana karşı değişen tavırları tüm hepsi kafamı karıştırmaya yetmişti.

 

 

"Halan uğradı dün. Sana çok selam söyledi. Babaannen komşuya gidince bende Ahmet amcanlarla tavla attım."dedi gülerek. "Bensiz baya eğlenmişsiniz bakıyorum.Erda ve Erden gelmedi mi?"diye sordum. Erdanın epeydir sesi soluğu çıkmıyordu. "Yok kızım, Erden çalışıyor. Erda da yeni bir iş almış."aklıma onu aramayı not ettim. "Tamam ben ararım onu."dedim. "Arasan iyi olur. Başını işten kaldıramadı yavrucak."başımı aşağı sallayarak onu onayladım.

 

 

"Çocuklar nasıl iyi mi?"

 

 

"İyiler babacım. Her zamanki gibi Tuna ve Esilay Berkunu delirtiyor. Ben ve Erende ayırmaya çalışıyoruz."dedim gülerek. Oda sesli bir şekilde güldü. "Bu Tuna hiç akıllanmayacak. Esilay zaten hep böyleydi."Doğru söylüyordu. Esilay onu tanıdığımızdan bu yana hep aynıydı. Karakter olarak değişen bir şey yoktu. Hep böyle deli dolu, çılgın ve atarlıydı.

 

 

"Kitap mı okuyordun?"masanın üzerinde okuma gözlüğü ve kitap dikkatimi çekti. "Evet, sana da okumamı ister misin? Eski günlerdeki gibi?"dedi. Ardından masadaki kitaba ve gözlüğüne uzandı. "Çok isterim."Kaldığı sayfadan okumamaya devam etti.

 

 

İnsan niye gittiğini merak ediyor, özellikle de oraya gidip her zamanki gibi olduğunu görünce, ama sonra fark ediyorsun ki zaten bunun için gidiyormuşsun. Sanırım bir zamanlar biz de değişiklik olsun diye bir şeyler yapardık.

 

 

Çünkü unutmuştu, insanların başka insanların hayatlarında ne kadar küçük bir rol oynadığını ve onları her gün görmelerine rağmen onlar hakkında ne kadar az şey bildiklerini unutmuştu.

 

 

Kingsley Amis in Yaşlı kurtlar kitabını okuyordu. Öyle güzel çıkıyordu ki kelimeler huzurlu bir ninni gibiydi. Babamın sesinden masal dinlemek hayatımın bir parçasıydı. Onunla yapmayı en sevdiğim şey dizlerine yattığımda bana kitap okuması ve birlikte piyano çalmaktı.

 

 

Sahi ne kadar olmuştu piyanoya ellerim değmeyeli. En son ayalar önce ağır bir vakadan gelmiştim. Yine beni darmaduman eden bir kadın cinayetiydi. En son o zamana dokunmuştum tuşlara. Sanki içimdeki acıyı yansıtır gibi hüzünlü bir melodi eşlik etmişti o güne. Ve bir daha da çalmak istememiştim.

 

 

Hayat bazen fazla araya giriyordu. Yapmak istediğimiz ama zaman bulmadığımız herşey zamanın döngüsünde kayboluyordu. Hayatın gerçekleri araya girdikçe, kendimize ayırdığımız zamanda sevdiklerimize ayırdığımız zamanda yok oluyordu. Ama insan o gerçeklerden de kaçamıyordu. "Sumru?"uyuyup uyumadığını kontrol ediyordu. Sevimli bir şekilde kıkırdadım. "Uyumadım henüz, devam edebiliriz."Babam saçlarımı okşayarak bana kitap okumaya devam etti.

 

 

" Ama yapacak yeterince şeyimiz olmadığında sırtımızdaki kambur çok daha çirkin." Bunu kim demiş, biliyor musun? "

 

 

" Hayır. "

 

 

" Kipling. Joseph Rudyard Kipling..."

 

 

"Baba gerçekten yapacak bişeylerimiz olmadığında sırtımızdaki kambur daha mı çok çirkinleşiyor?"diye sordum. Sorumla birlikte duraksadı kitaptan okuduğu sayfayı katlayarak masaya bıraktı.

 

 

"Bazen evet, ama senin başkalarının yaptıkları yüzünden, yapacak bir şeylerin kalmıyorsa kamburun hiç bir zaman çirkin olmaz. Çünkü; sen sebeb olmadığın hiç bir yükü sırtlanmak zorunda değilsin."dedi. Ona hak vermeden edemedim. Başlarının yaptıklarını sırtıma yük etmeye devam edersem bir gün altında ezilmekten çok korkuyordum.

 

 

"Benim sırtımdaki kambur çirkin değil, değil mi?" sesim öyle kısık çıktı ki, babamın duyup duymadığından emin olamadım.

 

 

"Senin sırtında bir kambur yok.Olsaydı ben senin kamburunu bile severdim."bir babanın evladına söyleyebileceği en değerli seni seviyorum cümlesi sanırım buydu. Seni her halinle kabul ediyorum ve seviyorum.

 

 

"Bende senin kamburlarını seviyorum."dedim gülerek. "Sen sevme kızım. Bu hayatta kimsenin kamburunu sevme. Senin sırtına yük diye bırakırlar."şu an duygusal davranıyordu.Beni sevdiği için kıymadığını düşündüm. Ama babam gerçek bir kamburdan bahsediyordu. Başkalarının sırtıma yükleyebileceği gerçek bir kamburdan.

 

 

Ve ben bu kamburun altında kalmaktan korktum.

 

 

Bu hayatta neyden korktuysam hepsi başıma gelmişti. Ben ilk kez bir korkunun yersiz olmasını diledim.Sırtımda bir kambur var mıydı emin değildim, ama babamın sırtındaki kamburu dahi sevebileceğimi biliyorum. Sevmek, bir bütün haliydi benim için. Tek bir parçayı değil, olduğu şekiliyle kabul edip sevmekti.

 

 

Ben her insanı olduğunu gibi kabul etmiştim hayatıma. Kimseyi değiştirmeye çalışmadan, kusurlarıyla birlikte sevmiştim. Sanırım onların da beni kusurlarımla kabul etmesini bekledim. Ama her insan kusurlarıyla kabul görmez. Bende kusurlu bir çocuk muydum ki annem tarafından kabul görmemiştim...

 

 

Halbuki ben onu kusurlarıyla severdim. Herşeyiyle kabul etmeye hazırdım. Çocukken her düştüğümde anne diye ağlamak, dizlerimin yarasından daha acı gelirdi. Ve ben her yaşımda,onun yokluğunun verdiği acıdan kaçmak için uykulara sığınırdım. 9 yaşındaki Sumru da 19 yaşındaki, 29 yaşındaki Sumru da hepsi tek bir acıyla baş edemedi. Yokluğu asla dolmayacak, boşluğu hep içinde yara olacak tek kadına yenildi.

 

 

Adı Anne olan, Surmu için yara diye okunan o kadına..

 

 

"Sumru, Sumru,"kulağıma dolan sesler çok uzaktan geliyordu. "Kızım sen mi geldin?"babannemin sesini yeniden duydum. "Ahh burda uyuyakalmışlar. Güzel yavrularım benim."üzerime örtülen sıcak bir battaniyeyle olduğum yere daha da yerleştim. Kaldığım yerden derin uykuma döndüm.

 

 

Düşüncelerden kaçmak için en iyi çözüm uyumak, yeni bir gün için uyanmaktı...

 

 

Yeni bir güne değil ama yeni bir akşama uyandım. Babamın dizlerinde çektiğim mis gibi uykunun ardından ikimizde yenilenmiş şekilde uykulu halimizden sıyrıldık. Babaannem mutfakta yemek hazırlığı yaparken bende üzerimdekilerden kurtulup kısa bir duş aldım. Havaların artık iyice soğumaya başlamasıyla kalın bir eşofman takımı giyip yeniden aşağıya indim. Mis gibi yemek kokuları eşliğinde sofrayı hazırladım. Huzurlu bir aile yemeği yedik. Kendimi uzun zamandan sonra ilk kez böyle huzurlu hissettim. Gülümseyen gözlerim bu huzurla kısıldı. Çenemdeki küçük gamzemi açığa çıkaran bir gülümsemeyle baktım aileme. Bugün beni ele geçiren hislerime rağmen böyle bir tabloda yer almaktan mutluydum.

 

 

Aile olmak aynı masada oturup bir aşı paylaşmak değil. Aile olmak; bir masada kalpten gelen sevgiyi paylaşabilmektir. Ben bu ailenin bir parçası olmaktan her zaman gurur duydum.Her anda gurur duyacağım.

 

 

"Doydun mu kızım? Yemek koyayım mı biraz daha?"babannemin seslenmesiyle dalıp gittiğim masadan bakışlarımı kopardım. "Doydum babaanne. Ellerine sağlık. Her zaman olduğu gibi enfesti."masadan kalkıp iki yanağına birer öpücük kondurdum. Bu duruma kıskanç bakışlar atan babamında yanağından öptüm. "Ohh çok tatlısınız siz."ikiside kendilerini çocuk gibi sevdirmekten çok mutluydu.

 

 

"Otur bakalım. Konuşamadık hiç. Nasıldı tatilin mojâ ćerka?"(kızım) diye sordu. Meraklı bir ifadeyle bana bakıyordu. "İyiydi moj sultane. Ekiple birlikte dinlendik.Yarın için iş başına hazırız."(sultanım)yüzümdeki gülümsemede gezindi bakışları. "Görüyorum kuzum. Ruhun dinlenmiş."Nerden anladı bilmiyorum ama bende öyle hissediyordum. Bu sabahı saymazsak gayet huzurlu bir gündü. Bu sabah kalbime çöreklenen hissi yok sayamadım. Bir anda gelen, ama uzun zamanda orada kalacakmış hissettiren duygu hala bedenimde kol geziyordu. Karabasan gibi üzerime çöreklenmesi bir yana içimi kemirmesi hiçte hayra alamet değildi. "Evet, çok huzurlu bir tatil oldu. Hepimize çok iyi geldi."dedim. Babam bana bakarak gülümsedi. Uzanıp saçlarıma dokundu parmak uçlarıyla. "Kuzumla uyumakta bana çok iyi geldi. Ne zamandır yapmamıştık bunu."Gözlerinin içi gülüyordu bugün. Beni böyle mutlu görmekti ona iyi gelen.

 

 

"Bana da çok iyi geldi babacım. Seninle uyumayı özlemiştim."

 

 

"Eh iyi madem arada tekrarlayalım bunu."dedi ve göz kırptı. Munzur bakışlarıyla bana gülümseye devam etti. Yüzündeki çizgileri, gözlerindeki yaşlanmışlığı izledim bir süre. Onun yüzündeki her çizgi, bana hayatın ne kadar kısa olduğunu hatırlatıyordu.

 

 

"Tekrarlayalım."

 

 

"Hadi sohbetiniz bittiyse yardım edinde sofrayı toparlayalım."babannemin hepimizi ayaklandırmasınlar hep birlikte sofrayı topladık. Bulaşıkları makiye koyup üstüne birde mis gibi çay demledim. Babanemin yaptığı limonlu kekle güzel bir çay keyfi yaptık. Sohpet ettik, güldük, eğlendik. Bir evin çatısında aile olmanın, bir arada olmanın tadını sonuna kadar çıkardık.

 

 

Babannem çay bardaklarını toparlarken bize döndü. "Ben namaz kılacağım klinci. Sonrada yatarım." (Çocuklar)Nermin sultanın gitmesiyle salonda babamla baş başa kaldık. "Film izleyelim mi?"babamın sorusuna hevesle başımı salladım. "İzleyelim, uzun zaman oldu."babamla film izlemeyi çok severdim. Babam ve Babannem çok sevdiği için özellikle yeşil çam filmleri izlerdik. Birlikte güler, birlikte ağlardık. Babamın televizyona yansıttığı filmi gördüğümde gülmeden edemedim. İkimizinde en sevdiği filmi koymuştu. Emel Sayının mavi boncuk filmi babam içinde benim içinde başka bir yerdeydi. Ne zaman izlesek hayattaki tüm dert ve tasalarımızdan arınırdık. Birlikte izlediğimizi dahi hatırlamıyorum. O kadar çok ki sayısını bile unutmuştum. "Bir dahiki sefere Al yazmalım ne dersin?"kahkahamı bastırmakta zorlandım. "Evet,"diyerek neşeyle sırıttım.

 

 

En sevdiğimiz ikinci filmde Al yazmalımdı. Birlikte binlerce film izlemiştik. Hiç birine Al yazmalım kadar ağlayıp, Mavi boncuk kadar gülmemiştik.İkisinin yeri ayrı ayrı bambaşkaydı.

 

 

"Bugün gülme günü anlaşılan."dedim. Seçtiği filme istinaden.

 

 

"Hep ağlayacak değiliz ya. Hayat bizede gülecek." Bunu gülerek değil ciddi şekilde söylemesine takıldım. Babam benim yanımda hep güler yüzlü, sevecen ve cana yakın bir adam olurdu. Ama bilirim ki, onun da yüklediği dertleri var. Oda bazen gülmek için başka şeylere ihtiyaç duyuyor. Bu bazen ben, bazen film olsada ikimizde onu güldürmeyi başarıyoruz günün sonunda.

 

 

"Gülecek. Ben inanıyorum. Bu hayat en çok bize gülecek. Bunu bize borçlu."bize bir gülümseme değil bin kahkaha borçluydu hayat.Eksik yanıma bir tamamlanma borçluydu. Bu hayattan alacağım çok şey vardı.

 

 

"Güzelim benim. Güzel kalplim."babamın kollarında saçlarımı okşayarak başlayan filme odaklandık. Yeri geldi duygulandık, yeri geldi kahkahalar attık. Filmin sonu geldiğinde benimde uykum gelmişti. "Babacım, hadi yatalım."dedim. Ama babamdan ses gelmedi. Başımı hafifçe kaldırıp baktığımda uyuduğunu gördüm. Yüzümde oluşan derin gülümsemeyle oturduğum yerden doğruldum. Televizyonu kapattım. Babamı koltuğa yatırıp üzerini örttüm.

 

 

Salondan çıkıp kendi odama girdim. Uyuşuk adımlarla yatağıma sokulup üzerimi örttüm. Karanlık odamın içinde, ayın aydınlık verdiği yansımada uyumak hiçte zor olmadı.

 

 

Uyku beni bütünüyle kollarına sardı.

 

 

🪦

 

 

 

Güneş yeni bir günü daha doğurdu. Tenimi ısıtıp yüzüme sıcaklığını yansıttı. Adımlarım sekteye uğramadan şubeye doğru yöneldi. Sabah babam ve babaannemle yaptığım kahvaltıdan sonra işe gelmek için hazırlandım. Bugün Esilayı Tuna aldığı için direk olarak şubeye gelmiştim. Şube kapısından içeriye girdiğim anda etrafta koşturan insanlar, masa başında çalışmaya çoktan başlayanlarla, güne hızlı bir giriş yaptım. Bizimkiler her zamanki hem toplantı için hemde dinlenmek için kullandığımız odadaydı. Geniş ve büyük olması sebebiyle bize fazlasıyla yetiyordu. Bizim asıl işimiz sahadaydı.

 

 

Koridorun başından bana doğru yürüyen Larayı gördüğümde adımlarım yavaşladı. "Günaydın Sumru,"yüzündeki sıkıntılı ifade dikkatimden kaçmamıştı. Minik bir gülümsemeyle ona doğru bir adım attım. "Günaydın, erkencisin."mesainin başlamasına daha yirmi dakika vardı.

 

 

"Evet, toparlamam gereken evraklar vardı. Sen nasılsın? İzinli olduğunuz için konuşamadık."

 

 

"İyiyim, biraz dinlendik. O kadar karmaşadan sonra çok iyi geldi."başını hafif sağa eğerek bana gülümsedi. Elinde tutuğu mavi dosyayı göğsüne bastırarak "Keşke bize de izin verselerdi. Ama müdür sadece öğleden sonrası için izin verdi."dedi. Yorgunluğu gözünden okunuyordu. Yüzüne yaptığı hafif makyaj yorgunluğu bir nebzede olsa gizlemişti. "Günaydın kızlar,"diyen Esilayın sesini duydum. Toplantı odasından çıkıp bize doğru geldi. "Merhaba Laracım, nasılsın?"

 

 

Lara Esilayın bu enerjisine sadece güldü. "Ben iyiyim de, sen çok daha iyi gibisin. Tatil yaramış."diyerek ona takıldı. "Vallahi ne yalan söyleyeyim öyle. Kafa dinledik.Huzur depoladık geldik." Ellerini nereye koyacağını bilmeden sürekli oynatarak konuşuyordu. Fazla heyecanlı duran bu hali epey dikkat çekiciydi.

 

 

"Sevindim sizin adınıza. Neyse ben şu evrakları bırakayım Savcıya."Falaz Savcıdan bahsettiği için acele ederek yanımızdan ayrıldı. "Ooo seninki erken teşrif etmiş."diyen Esilayı umursamadım bile. "Hayırdır sendeki bu heyecanı neye borçluyuz?" Toplantı odasına yönelen adımlarım hız kazandı. "Tatil yaradı."yüzündeki gülümsemenin tatille pekte alakası yoktu.

 

 

"Bugün seni evden alamaya gelen Tunayla bir alakası varmı?"sırıtan ifadesi yerini derin bir tebessüme bıraktığında cevabımı almıştım. Adımlarım hız kazandığında arkamdan hala konuşarak gelen Esilay susmak bilmez bir enerjiye sahipti. "Tunayla bir alakası yok. Var tabide şimdi yok. Tamamen tatil enerjisi."

 

 

"Beni konuşuyorsak senin Savcıyla bakışmalarını, gülüşmelerini de konuşalım."dedi konuyu kendinden uzağa çekerek. "Ormandaki haliniz neydi öyle?"

 

 

“Hıı ormandaki haliniz diyorum. Neydi öyle?”cevap vermesemde hızla arkamdan ilerlemeye devam ediyordu. “Hıı Hıı neydi?”

 

 

"Esilay!"diyerek durduğumda onunla adımları kesildi. "Efendim,"Şirin bir tebessümle bana baktığında bende gülmek istedim, ama şuanki mevzuyu içerde konuşma ihtimalini göze alamazdım. "Şu saçma muhabbeti keser misin?Düşündüğün, yada kafanda kurduğun gibi bir şey olması mümkün değil. Adam bizim ekibin Savcısı ve benim üstüm. Böyle bir yakıştırma duymak sadece beni yaralar."dedim. İçten içe söylediklerim en çok beni kanattı sanki. Aramıza bir sınırda ben eklediğimde artık ikimizde o sınırların ardından kalmış gibiydik. Şu iki günde belki Falaz ve Sumruyduk. Ama burda Savcı ve Olay yeri inceleme ekibi üyesi olarak kaldığımız yerden devam edecektik. Bu sınırı ne ben geçebilirim nede o geçebilir.

 

 

Bunu benim kadar oda biliyordu. İmkansız olduğunun oda farkındaydı. Tüm dengesizliği, gelgitleri bu yüzdendi. Bir adım geliyorsa iki adım geri gidiyordu. Dengesizliğine alışmıştım. Bir gün benimle samimi olup diğer gün soğuk davranması ne kadar dengemi bozsada, ona doğru bir adım atmaktan geri durmuyordum. Sanki o adımı atmazsam yok olup gidecekti.

 

 

İçimdeki hırçın yanı susturamadım. Yok olup gitmesini istemiyordum. Ardımdan gelen Esilay, "Ama-"diyecek oldu. "Ben söyleyeceğimi söyledim. Tek kelime duymak istemiyorum."dedim. Ve onu ardımda bırakarak toplantı odasına girdim. "Günaydın,"diyerek boş bir sandalye çektim. Sert tavırlarıma ket vurmam gereken yere gelmiştim. Kendi kendime yaşadığım tüm bu duygular beni boğmanın eşiğine getiriyordu.

 

 

"Günaydın,"ekibin hepsiyle selamlaştığımda Esilayda nihayet içeriye girdi.

 

 

"Nerde kaldın kızım ya. Su içemeye diye çıktın."Esilaya söylenen Tuna oturduğu yerde yana kayarak ona yanında yer açtı. "Geldim işte. Ne oldu? Annesini bırakamayan bebekler gibisin."diye söylendi. Esilayın gülen ifadesine karşı Tuna'nın ciddi ifadesi kırıldı. Gözlerine yerleşen hüznü bir tek ben mi fark ediyordum. Esilay farkında değil miydi? Yada görmezden mi geliyordu. Tunayı ne zaman terslese gözlerine çocuksu bir hüzün yerleşiyordu. Esilay gönlünü alana kadar da kalkmıyordu yerinden. Ne zaman Esilayı gülerken görse, buruk bir tebessümle izliyordu.

 

 

Ancak büyük bir sevda bir insanı bu kadar alaşağı edebilirdi.

 

 

"Ne bebeğinden bahsediyorsun. Toplantı yapılacak. Amirle Savcı gelir şimdi."diye kıvırmaya çalıştı. Ama yüz ifadesi ve sesi o kadar çatlak ve karamsardı ki, bize karşı rol yapmasına bile gerek kalmadı. Saklayamadığı her duygu gün gibi ortadaydı.

 

 

"Sumru, nasılsın?"hemen yanına oturduğum Berkun, başını masaya yaslamış kafasını bana doğru eğmişti. "İyiyim sen nasılsın? Geçti mi sinirin?"

 

 

Güldü. "Geçti, şu dangalağın ciğerini söksem içim soğurdu ama dua etsin Erenle Esilaya elimden zorla aldılar."

 

 

Bende ufak bir tebessüm ettim. "Senin elinden uçanla kaçan kurtulamaz. Nasıl yakalayamazsın?"dedim. Üzerine gitmekten zevk aldığımı gören gözleri kısıldı. "Sumruuu aklıma sokma istersen. Her an kalkıp dövebilirim o uşağı."

 

 

Esilay ve ben Tunaya espirili uşak dediğimiz için Berkunda ona uşak derdi çoğu zaman. Bunu Karadeniz ağzı olarak değil de bizim söylediğimize istanaden olduğunu biliyordum.

 

 

"Aman aman. Otur oturduğun yerde. Şube de bari rahat durun."dedim bende. Bir gün fena patlayacaktık. Tüm şubede yankılacaktı bu patlama.

 

 

Hayırlısı.

 

 

Bir süre daha kendi halimize takıldıktan sonra Talat amir ve Savcının gelmesiyle hepimiz yayıldığımız yerden toparlandık.

 

 

Büyük bir huşuyla içeriye girdiklerinde "Günaydın çocuklar toplantı iptal. Olay var. Çıkıyoruz."O dakikadan sonra epey hızlı bir hazırlanmayla ekip otosuna atlayıp, hep birlikte olay mahaline doğru yola çıktık. Talat amir ve Savcının da bizimle gelmesiyle sessiz bir yolculuk geçirdik.

 

 

Ormanlık alana geldiğimizde sallanarak ilerleyen araç bir süre sonra durmak zorunda kaldı. İleriye devam edemediği için kaldığımız yerden sonrasını yürüyerek devam ettik. Cinayet şube ve polis ekiplerinin etrafı çevrelemesiyle ortada kalan tahminimce kadın cesedine doğru ilerledik. Ekiplerin uzattığı galoş ve eldivenleri giydik. Bilgi aktarımı için Metinle birlikte cesede doğru ilerledik. "50 li yaşlarda kadın.Sekiz yerinden bıçaklanarak öldürülmüş. Cesedi inceleyen otopsi doktoru cesedin tahmini bir hafta öncesine ait olduğunu söyledi. Kocası kayıp ihbarında bulunuyor arama emriyle her yerde aranırken Bu sabah ormancılar tarafından bulunuyor."diye özetledi.

 

 

Cesede doğru sakin adımlarla yaklaştım. Artık koklamaya ve morarmaya başlayan ceset yüz üstü yatıyordu. Kan gölünün ortasında kalmıştı. Sekiz yerinden sekiz kez darbe yiyen zavallı kadından ne istemiş olabilirlerdi. Cesedin sırtından akan kanlarla üzerindeki siyah montu taşlaşmıştı. Çıplak ayaklarına kadar her yer kan içindeydi. Ayakkabılarını buraya gelirken ormanın girişinde fark etmiştim.

 

 

Erenin çektiği bir kaç fotoğraftan sonra Berkunla birlikte cesedi çevirdiler. Saçları beyazlamış kadının yüzünden saçları çektiğinde gördüğüm yüz, nefesime bir bıçak darbesi savurdu. Kesilen nefesim beni boğmaya başladığında, ayakta durmakta zorlandım. Sendeleyen ayaklarım beni dizlerimin üzerine düşürdü. Dilimi yakan gerçek, tam karşımda duruyordu.

 

 

Tıkanan nefesim geri gelmedi.Tıpkı karşımdaki cesedin nefesi kesildiği gibi benimde nefeslerim kesikti artık. "Sumru,"beynimin içinde uğuldayan sesler, görüntümdeki bozukluk hiçbiri karşımdaki cesedin yüzünü değiştirmedi. Gençliğinin yüz hatları hiç değişmeden yaşlanmıştı. Yüz hatlarındaki benzerlik, yaşlılığına rağmen silinmemişti. Yüzündeki çizgiler, zarif bir hava katmıştı çehresine. Güzeldi.

 

 

Çok güzeldi. Tüm bu kan gölüne rağmen çok çok güzel bir kadındı.

 

 

Karşımda benim celladım yatıyordu. Beni hiç sevmeyen, beni terk edip giden. Beni kendine bir ömür hasret bırakan celladım. Bir kez bile başımı okşamayan, ömrüm boyunca yüzünü sadece bir fotoğraf karesinden gördüğüm celladım.

 

 

Ben o celladın son soluklarına esir kaldım. Kalbimde saklı kalan yarası oluk oluk kanamaya başladı. İçimi deşen yüzü, öylece gözlerimin önünde kaldı. Benimse dudaklarımdan tek bir kelime çıktı.

 

 

"Anne"

 

 

Adı anne olan, ama benim için yara diye o okunan o kadının ismi dudaklarımı yaktı geçti.

 

 

🪦

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir bölümün daha sonundayız.

 

 

Buraya çok şey yazmak istememde aslında kelimler benim yerime çok şey söylüyor. Onlar benim yerime Sumruyla konuşuyor. Onu teselli ediyor. Onu dinliyor.

 

 

Son satırdan sonra ne denir inanın bende bilmiyorum. Son satırda takılı kaldım.

 

 

Bir sonraki bölüm için mendilleri hazırlayın.

 

 

Sumru nun içinde çoktan kaldırdığı ama gerçekte ilk kez kaldıracağı o cenazeye gideceğiz.

 

 

Yıllar sonra annesinin ölüsüyle karşılaşan Sumru yu neler bekliyor hep birlikte okuyacağız.

 

 

Ve Sumru tüm bunlarla nasıl baş edecek göreceğiz.

 

 

 

 

Yıldıza basmadan bölümden ayrılmayın. Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.

 

 

Instagram; Bulmacaustalar

 

 

Tiktok; Semyy8

 

 

Twitter; Semyy8

 

 

#bulmacaustaları etiketiyle desteklerinizi bekliyorum.

 

 

 

 

 

Sevgiler.

 

 

 

Semyy8

Bölüm : 17.03.2025 20:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...