12. Bölüm

11- KAN KIRMIZI GÖKYÜZÜ

Bulmaca Ustaları
semyy8

Merhaba Dostlar

 

 

 

 

Yeni bir bölümle geldim.

 

Hikaye artık tamda istediğim noktada en can alıcı, aksiyonlu, yüksek tansiyonlu bölümleri geliyor.

 

Bulmaca Ustalarını kurgularken 2 tane dönüm noktası vardı aklımda. İlk dönüm noktası bu bölüm. Diğer dönüm noktasında hepinizi büyük bir şok bekliyor..

 

Okuduğunuz bölümleri beğenmeden ve yorum yapmadan geçmeyin rica ediyorum. Bölüm hakkındaki yorumlarınızı da belirtmeyi unutmayın.

 

Mendilleriniz hazırsa başlıyoruz.

 

 

 

 

Bana doğrudan ulaşabileceğiz hesaplar.

 

Instagram; Bulmacaustalar

 

Tiktok; Semyy8

 

Twitter; Semyy8

 

#bulmacaustaları etiketiyle desteklerinizi bekliyorum.

 

 

 

 

 

 

 

Keyifle okuyun..

 

 

 

 

 

 

 

Ahmet Kaya - Niye Böyle Anne

 

Anıl Emre Daldal - Anlatamadığım Şeyler Var

 

Candan Erçetin - Annem

 

Jem - Ay Karanlık

 

Can Ozan - Mutlu Olmak Zordur Derler

 

Sezen Aksu - Gidiyorum Bu Şehirden

 

Duman - Kolay Değildir

 

Ayfer Vardar - Gide Gide Bir Söğüde Dayandım

 

Aliye Mutlu - Çalın Davulları

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sumru Eryavuz 2012 İstanbul

 

 

 

 

Her gün olduğu gibi bugünde, çocukluğumun geçtiği sokakları arşınlayarak eve doğru yürüyorum. Sırtımdaki ağır çantam omzumu kesede de servise binmek yerine bugün yürüyerek gelmeyi tercih ettim. Mahalle okulda olan çocuklar nedeniyle epey sakindi. Eve doğru yürürken kaldırım taşlarını sayarak ilerliyordum. Babamın dükkanına gelince duraksadım. Çiçekçinin kapalı olduğunu fark ettiğimde kaşlarım çatıldı. Öğle vaktı babam çiçekçiyi kapatmazdı.

 

Acaba kötü bişey mi oldu demekten kendimi alıkoyamadım. Adımlarım daha da hızlandı. Sonunda evin önüne geldiğimde koşarak bahçeyi geçip evin kapısını anahtarımla açtım. "Baba, babaanne?"diye bağırarak evi gezdim. Babaannemi namaz kılarken görünce rahat bir nefes aldım. "Çok şükür."dedim elimi kalbime yaslayarak. Buraya nasıl geldiğimi bilememiştim.

 

"Kızım, sen mi geldin."diyen Babannem seccadesini katlayarak yatağın üstüne bıraktı.

 

"Benim Nermin sultan. Babamın çiçekçisini kapalı görünce korktum. O yüzden öyle bağırdım. Seni mi korkuttum yoksa?"

 

"Ne plašim se devojko. Baban çiçek siparişi bırakmaya gitti.Eve uğradı gitmeden."(korkmadım kızım.)dedi.

 

"Ohh nasıl rahatladım.Çiçekçiyi kapalı görünce korktum. Eve kadar hızlı geldim."kesik nefeslerim yeni düzeliyordu. "Deli kız,"diyen bahaneme gülümsedim. Yanağından çapkın bir makas aldım. Elime vurarak beni uzaklaştırmaya çalıştı. "Yapma şunu kızım.Kaç yaşına geldin. Hala benim gibi yaşlı bir kadınla uğraşıyorsun."elimi yanağından çekip hafif kızaran yere bir öpücük bıraktım.

 

"Ne yaşlısı aşk olsun. Sen hala 30 luk çıtırsın." Nermin Sultan'nın çatılı kaşları düzeldi. Gülen yüzünü mıncırmak istesemde dayak yemek için çok gençtim.

 

"Yemekte ne var sultanım. Çok acıktım."diye sorduğumda kapının önünde bıraktığım çantamı yeniden yüklendim. "Sarma sardım. Elini yüzünü yıkada gel bir tabak koyayım."diyen Babanemin yanağını şapur şupur öptüm. Hiçte mütevazi olamam hayvan gibi açtım. Ve sarma en sevdiğim yemeklerden biriydi. Beni nasılda iyi tanıyordu yaşlı kurdum.

 

Beni yumuşak karnımdan vurmuştu. "Allah sarma mı? Hemen geliyorum."koşar adımlarla odama gittim. Babaannenin arkamdan güldüğünü duydum. Hızlıca okul formamı çıkarıp ev için rahat bişeyler giydim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra odamdan çıktım. Mutfağa yönelen adımlarım babamın açık kapısını görünce duraksadı. Baş ucunda daha önce dikkatimi çeken küçük sandığı fark ettim. İçinde ne olduğunu hep merak ederdim. Sessiz adımlarım kendiliğinden babamın odasına girdi.

 

Yaptığımın yanlış olduğu fısıldayan iç sesimi içimdeki merak tohumları bastırdı. Merakım ağır bastığında baş ucuna koyduğu sandığı alıp yatağa oturdum. Yavaşça sandığı açtım. İçinden bir kaç kağıt ve bir resim çıktı. Oldukça genç ve güzel bir kadın. Sarı saçları ela gözleri, çenesindeki çukurla tıpkı benim kopyam olan bir kadın resmi. Yada ben onun kopyasıydım.

 

İlk kez gördüğüm bu güzel kadın benim annem miydi? 16 yaşındaki genç bir kız annesini ilk kez görür mü?

 

Ben ilk kez görüyorum. Ve bu, hayatımda onun tarafından aldığım ikinci darbeydi.ilki şüphesiz beni doğduğum günden üç gün sonra terk edip gitmesiydi. Bir anne, yeni doğmuş kendime muhtaç olan bebeğini öylece bırakıp gidebilir miydi? Benim annem gitmişti. Ben bir anne ne demek bilmeden büyümüştüm. Hayatım boyunca bir parçam eksik kalmıştı. Şimdi onu gördüğümde duygularımın bu kadar dağılması benimde beklediğim birşey değildi. Onu gördüğümde hiç bir duygu hissetmem diyordum.

 

O zaman neden şuan bütün duygularım etrafıma saçılmıştı.

 

Bir gün olurda geri gelirse, karşıma çıkarsa, ona karşı tepkisizce durabilirim sanıyordum. Yanıldığımı bir fotoğraf parçasına bakarken daha iyi anlıyorum. Fotoğrafına tepkisiz kalamadan dağıldıysam eğer, onu canlı gördüğümde tüm duygularımın yerle bir olup beni ele vermesinden korktum. O benim dikiş tutmayan, sarılmayan açık yaramdı. Şimdi bu kadar kanaması normal miydi?

 

Ben bugün ilk kez annemle tanışıyorum. Üstelik canlı değil, yalnızca eski bir fotoğrafıyla.

 

O benim değil, ben onun kopyasıydım.Karşımdaki gülen yüzlü genç kadın benim Annem miydi? İnanması güçtü ama çok güzeldi, ve karşımdaydı.Eski yıpranmış bir fotoğraftı, ama buna rağmen ışıl ışıldı. Gözlerinde ki hayat ışığı sönmemişti. O zamanlar çok mutluydu demekki. Peki ne onu mutsuz etmişti de bizi terk edip gitmişti?

 

Fotoğrafın arkasını çevirdim. 1955 Asuman Eryavuz. Yazısını görünce kalbim göğüs kafesimde sıkıştı. Ellerim titremeye gözlerim dolmaya başladığında bir damla yaş Annemin resmine damladı. "Anne,"fısıltı gibi çıkan sesim odanın dört duvarında yankılandı.

 

Doğduğum günden bu yana ilk kez gördüğüm annem fotoğraf bile olsa bana gülümsüyordu.

 

"Anne,"diye tekrar ettim, dilimi yakan adını. "Neden?"yutkunamadım.

 

"Neden beni bırakıp gittin?"belkide hiç bir zaman yüzüne soramayacağım bu gerçeği ona açık ettim. Daha 10 yaşındayken Babam ve Halamın konuşmasında duyduğum bu gerçek babamın bana söylemeye cesaret edemediği tek şeydi. O günden sonra da annemi sormayı bırakmıştım. Ta ki bu fotoğraf bugün önüme gelene kadar. Açılmış yarama tuz basmıştı bu yüzü görmek. İçimde sızlayan yalnızlığın sesini açmıştı. Yüzüme haykırıyordu içim, seni yarım bırakan kadını özlemen kendine yapacağın en büyük saygısızlık. Kendine bunu yapma, sen bunu hiç bir zaman hak etmedin.

 

16 yıllık hayatımda Annemin yüzünü ilk kez görüyorum. Babamın benden sır gibi sakladığı annem. Benimle bugün ilk kez karşılaşıyor. "Şimdi ben seni nasıl unutacağım."diye fısıldadım fotoğrafa.

 

Acılar çöreklendi kaldı kalbimde. Boğazım düğüm düğüm yutkunamıyorum.

 

"Keşke,"dedim derin bir nefesle. "Keşke ölmüş olsaydın, herşey daha kolay olurdu."anne diyemedim. Dilim kavruldu, ama anne kelimesi ağzımdan çıkmadı. Yüreğimde sakladığım tek yaraydı anne. Nasıl söyleyip açık ederdim yaramı. Nasıl kabullenirdim beni terk edişini..

 

"İnsanın, bunu söylemesi bile o kadar zor ki, bana bunu söylettiğin için bile seni asla affetmeyeceğim."dedim.

 

Hangi evlat, annesine keşke ölseydin demek ister ki.

 

Ama bana bunu söylettiği için bile nefret ettim ondan.

 

İçimdeki nefreti tek bir fotoğraf karesine akıttım. Bunca yılın zehri kolay akmıyordu, ama içimde ona karşı kırıntıda olsa merhamet vardı. Bunu söküp atmanın mümkün olmadığını da biliyorum. Bunca yıl başaramadığım şeyi bundan sonra başaracağıma inancımda yoktu.

 

"Sen merhametimi bile hak etmiyorsun."bazı sözleri yutkunamazsınız, ben bu cümleyi yutkunamadım. Boğazıma çöreklenen ağrı ciğerlerime kadar ilerleyen bir yangın başlattı. Nefes almak ilk kez bu kadar ağırdı. Acılar, yoğun bir girdap gibi beni içine çekiyordu. Kaçmanın mümkün olmadığı yerdeydim. Kollarında kalakalmıştım. Beni kıskıvrak yakalamıştı. Bu acıdan kaçışım yoktu.

 

Elimdeki fotoğrafı yeniden kutuya koymak isterken kutuda eskimiş bir kağıt parçası dikkatimi çekti. Fotoğrafı bırakıp kağıdı elime aldım. Kağıdı açtığımda önüme dökülen satırlar inci gibi dizilmişti. Acının en sakil haliydi yazılan her bir satır.

 

 

Derman,

 

Sana böyle veda etmek istemezdim. Ama ben gidiyorum. Bir daha sana ve bu eve dönmemek üzere. Beni arama, peşime düşme. Unut beni, kendi yolunuz çiz.

 

Bunca zaman benim için yaptıklarına minnettarım. Hakkım sana helal olsun. Biliyorum sende bana helal ediyorsun. Sen hep böyle iyi kalpli, cesur ve sadık bir adamdın. Ben senin gibi birini hiç hak etmedim. Fazlaydın sen bana. Kalbin öyle güzeldi ki beni de hep güzel ve temiz gördü. Böyle bir kalbi hayatım boyunca hiç hak etmeyeceğim. Ama yinede beni affet.

 

Bu gerçek kalbimi yakar, ama beni affedersin biliyorum. Beni anlarsın.

 

Sen beni hep anladın. Hatta şu hayatta bir sen beni anladın. Bir sen böyle güzel baktın, güzel gördün beni. Ama ben senin sevgini hak eden bir kadın olmadım. Hiç bir zamanda olamayacağım. Bu aşkın hatırına kızımı sana bırakıyorum. Ona en iyi şekilde bakacağını biliyorum. Günün birinde senin gibi biri olsun. Sevgi dolu, hayat dolu, Neşe saçan bir kız olsun. Benim gibi bir annenin hayatını hiç bir çocuk çekmemeli. O, bunu hak etmiyor. Çok üzgünüm. Sizi öylece bıraktığım için..

 

Ama ben böyle bir sevgiyede, senin bunca iyiliğine layık biri değilim. Olamam da...

 

Seni sevdim. Her şeyden şüphe duy, bundan asla duyma. Sana olan sevgim beni yeniden hayata bağladı. Sen olmasaydın bataklıkta açan bir Nilüfer olmazdım. O bataklık beni yutardı. Hayatta kalamazdım. İyiki sen vardın. Elimden tutup kaldırdın beni. Kızımı da sana borçluyum. Sen olmasan asla yapamazdım. Dünyanın en güzel duygusunu tadamazdım.

 

Ama bunu ona yapamam. Beni anla. Beni anlamana çok ihtiyacım var.

 

Beni affet, Sumru ya iyi bak. Ona annesinin öldüğünü söyle. Benim gibi biri onu bile hak etmiyor. Benim kirlendiğim bu dünyada o bari temiz kalsın..

 

Önce Allah'a sonra sana emanet. Bilirim ki emanetime gözüm gibi sahip çıkar, sakınırsın.

 

Sumru, senin gibi bir babaya sahip olduğu için çok şanslı.Ona her şeyden önce iyiliği öğret. En az senin kadar iyi bir insan olsun. Onu hep koru, kolla vakti geldiğinde uçması için kanatlarını kendi ellerinle tak ona. Özgürce uçsun, özgürce yaşasın. Annesi gibi esir olmasın. Acının zindanında büyümesin. Bilki her şey sadece onu korumak için. Ben onu korumak için kendimden vazgeçiyorum. Ama sen sakın ondan vazgeçme..

 

Onu beni sevdiğin kadar çok sev..

 

 

 

Bir senin gökyüzündeki Asuman..

 

 

 

Yazdığı kelimeler boğazımı yaktı geçti. İçim çekildi. Gözümden süzülen yaşlar mektubun siyah yazılarını dağıttı. Kalbime yasladığım mektupla hıçkırarak ağlamaya başladım. İçimden dökülen acılar, göz yaşlarımda can buldu. Değdiği her bir noktayı yakıp geçti. Acı ilk kez somut haliyle boğazımda takılı kalmıştı. Şimdi yutkunursam geçer miydi? Tüm yarım kalmışlıklarım, eksik zamanlarım, anne diye ağladığım her anım. Yutkunursam hayatım boyunca onu isteyen her bir yanım, sızlayan kalbimin acısı da geçer miydi?

 

Geçmesi için onun bana sarılması gerekmiyor muydu? Anne koksuna, şefkatine bulanmalıydım. Böylece yarım kalmak hiç bir çocuğa yakışmıyordu.

 

"Sumru,"diyen sesi duyana kadar ağladım.Gözümde yaş kalmaya kadar ağladım. Ama o kadın asla gelmedi. Annem bir daha geri dönmemek üzere beni terk etmişti.

 

Yutkunamadım. Acılar bir bir dizildi boğazıma, ben onlara tuz bastım da yutkunmaya kıyamadım.

 

"Sumru kızım,"babam yanıma gelip önümde diz çöktü. Yatağın üzerindeki kutuyu ve kalbime bastırdığım mektubu fark etti. "Sumru,"dedi. Sesinde dağılan hüznün kırıntıları canımı daha çok yaktı. Kollarımı boynuna doladım. "Na- nasıl-" hıçkırıklarım konuşmama engel oluyordu. "Na-nasıl dayandın baba.Onun yokluğuyla nasıl baş ettin."isyanım onunla içindeki bir şeyleri ateşledi. Oda benimle birlikte ağlamaya başladı. Baba kız bizi terk eden kadın için öylece ağladık. İçimiz çıktı. Sesimiz kayboldu. Ağlamamız iç çekişlere dönene kadar ağladık. Kollarımı daha da sıkı sardım ona. Ben burdayım der gibi sarıldım. Ben seni terk etmeyeceğim der gibi sarmaladım. "Çünkü; sen varsın. Sen varsan ben her şeye dayanırım bu hayatta."

 

"Ba- baba,"

 

"Ben burdayım, babacım. Her zaman da burda olacağım."dedi. Kendini değil her zaman beni düşünüyordu. "Biliyorum.Bende burdayım baba."dedim ona. İçini bana dökebilirsin. Birlikte ağlayabiliriz demek istesemde kelimleri yuttum. O ne zaman isterse anlatır, birlikte ağlardık tüm anılara. "Biliyorum canımın içi. Sen hep burda kal."diyerek beni daha çok bastırdı kalbine.

 

Ben bir ömür onun kalbinde, o bir ömür benim kalbimde kalamaya sessiz bir yemin ettik.

 

"Bende kalayım mı?"arkamızdan gelen Nermin sultanın sesiyle ayrıldık. Kollarımı açıp bu kezde onunla sarmalandım. Sonra babam ikimizi birden sarmaladı. Saçlarımıza derin birer öpücük bıraktı. Babannem sessizce saçlarımı okşadı. Babam belli belirsiz bir tebessümle yüzümü aydınlattı.

 

"Sizi çok seviyorum."diyebildim sadece. Bazı cümleler için geç kalmak yersizdi. Bunu doğduğu zamanda öksüz kalan biri olarak en iyi ben anlardım. "Biz seni daha çok."bu cümlenin hissettirdiği güven tüm bedenimi sarmaladı. Boşluklarımdan sızdı şefkatleri. Yarım kalan tüm yanlarımı tamamlamaya yemin etmişlerdi. Öylede oldu.

 

Saçlarıma konan derin bir öpücük, bedenimi daha sıkı saran kollarla o an dünyanın en şanslı insanıydım. Annem beni terk etse dahi beni seven insanlar hala vardı. Ve ben onlara sarılmayı bu dünyada hiç bir şeye değişmeyeceğimi anladım. Burası en güvenli limandı.

 

Bu duyguya sıkı sıkı tutundum.Seni hala seven, değer veren, kalbinde saklayan insanlar için yaşa artık. Seni terk edip giden, bunca zaman bir kez aramayan biri için tüm hayatını zehir etme. İçinde açılan oyuk zamanla kapanacak. Yaralar artık eskisi gibi acıtmayacak. O sensiz nasıl kaldıysa, bunu başardıysa sende başarabilirsin. Onsuz mutlu olabilirim.

 

Sadece seni seven insanlar için var ol.Hayat ardında bıraktıklarını düşünmek onlarla ziyan olmak için çok kısa. Kanatlarını tak, özgürce uç. Özgürce sev, sevil.

 

Sumru için Baba; Koşulsuz sevgi ve güvendi.

 

Sumru için Anne; Kalbinde dilsiz bir yara. Soluğunu kesen bir acıydı.

 

 

 

 

 

 

🪦

 

 

 

 

 

 

 

Sumru Eryavuz Günümüz

 

 

 

Ölüm o kadar kât i ve zahirdir ki; bugünün gecesi ve güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek.

 

 

 

Ölüm insanoğlunun başına öyle ani gelir ki, ne olduğunu dahi anlamazsın. Bir mezar taşına bakıp kalırsın öylece. İçin çekilir, ruhun kanar da dilin lal olur kalır. Bazı acılar sessizce çekilir. Fark ettirmeden, hissettirmeden. Nefes dahi almadan...Ölüme yabancı gözler bir sevdikleri söz konusu olduğunda açılır. Bir sevdiklerin öldüğünde kanatırsın kendini...

 

İçime dolan keskin acıyı yutkundum. "Anne mi dedi?" Bakışlarımı yerde yatan bedenden ayırmak öyle zordu ki. Berkun bunu benim yerime yaptı. Kollarımdan tutup beni ayağa kaldırdı. "Sumru,"sessiz bir yakarışla bağırdı adımı. Ama benim kulaklarımda yalnızca ölümün sesi duyuldu. İşte dedi. Senin kapını da çaldım. Senin sevdiklerin de bir gün ölecek. Ama bugün bu hayatta hiç görmediğin o kişiyi almaya geldim. En özlem duyduğunu.En çok hasretlik çektiğini.

 

"Anne,"

 

"Sumru, kendine gel."diye bağırdı bir ses. Algılarım açık olmasına rağmen kimin sesi olduğunu anlamadım. "Sumru,"diye devam etti aynı ses. Ama kimin adımı bu denli acıyla bağırdığını duymadım. Gözlerimi yerde yatan kadından çekemedim. "Sumru, bana bak! Ona değil bana bak!"

 

Tam o sırada gözlerimin önüne serildi bir beden, cesetle arama girdi. Gözlerini benim gözlerime dikti. Mavi hareler hiç bu kadar hüzünlü bakmamıştı bana. İkimizin gözleri arasında bir rüzgar esti. O bana hüzünle baktı. Ben ise bomboş. Hüzünlü bakan mavi hareleri ilk kez canımı yaktı. Canıma batan bu gözlere daha fazla bakamadım. Kollarımı beni tutan bedenden ayırdım. Bir kaç adım atarak herkesten uzaklaştım. Sendeleyen bacaklarım beni taşımaz sandım, ama inatla ayakta durmak için var gücümle direndim. Başımı bir daha cesede çevirmeden ormanın diğer tarafına ilerledim. Ciğerlerim derin bir nefes için sızlarken, içime çektiğim her nefese kan kokusu sindi. "Sumru,"diyen hiç bir sese dönüp bakmadım. Adımlarım dik olsada omuzlarım çoktan kendini salmıştı. Büyük bir çöküşün kıyısındaydı yüreğim. Öyle zor, öyle dikenli yollarda yürüyordum.

 

"Dur lütfen."arkamda kalan bedenler beni durdurmak için sesleniyordu.Lakin; ben durmadan yürümek, yürürken nefes nefese koşmak istiyordum. İçime oturan bu kan kokusundan kurtulmak için ağzımdan aldığım nefeslerim bile yarımdı. Göğsümde derin bir sancı vardı. Oysa onu bir gün görürsem böyle olmam sanıyordum. Kalbimden söküp atmıştım bu duyguları. Onun için son kez ağladığım gün, tüm bu duyguları içimden sildim sanıyordum. Yanıldığımı ise sıkışan göğüs kafesimden anlıyordum. O kadının dirisine değil, ölüsüne yenilmem ise hayatın bana oynadığı en büyük oyundu.

 

"Sumru, dur."diyen sesle adımlarım olduğu yerde kaldı. Sert ve tok adımları yerdeki kurumuş yaprakları ezerek yanıma ulaştı. Gözlerine bakmadan önce öksürerek sesimi bulmaya çalıştım. Mavi harelere yansıyan hüzne bulanmadan önce güç toplamam gerekiyordu. Ayak tabanlarımı yere öyle sert bastım ki, bacaklarımın arkasından bir ağrı yükseldi. Beni dik tutmaya çalışan ayaklarım zemine çakılmıştı.

 

"Birazdan geliyorum."dedim.Cılız ve titreyen sesim ona yansıdığında, göğsüne değen bakışlarımla kasıldı. "Gelemene gerek yok. Diğerleri hallediyor. Seni evine bırakayım."her zaman sert ve tok çıkan sesi ilk defa bana karşı yumuşaktı. Bana acıyor olabilir miydi? Bunu anlamak için bakışlarımı ona kaldırdım. Ama gözlerinde gördüğüm şey acıma değildi.

 

Saf bir şefkâtti.

 

"Bana acıyor musunuz?"dilimden dökülen en acı isyandı. Ama bastırmam gereken hiç bir duyguyu bastıramadım. O an patlamaya hazır bir bomba gibiydim. "Ne acımasından bahsediyorsun. Sana acıdığını mı düşünüyorsun?"gür sesi boş ormanda yankılanıp yeniden bana döndü. Kaçları çatılmış, öfkesi gün yüzüne çıkmıştı.

 

Yarım bir nefes aldım. "Bilmiyorum, ben düşünemiyorum."dedim sesim haddinden fazla yükselmişti. Çatılan kaşları gevşedi. Bana doğru bir adım atarak tam karşımda durdu.

 

"Onu çok mu bekledin?"diye sordu bir anda. Hakkımda bu kadar bilgiye sahip olması hiç iyi değildi. Karşısında kendimi çıplak hissetmeme neden oluyordu. "Siz hakkımda bu kadar bilgiyi nereden öğrendiniz?"dedim onu arafta bırakarak. Ona dair hiç bir sorunun cevabı net değildi bende. "Çalıştığım insanları tanımak isterim."dedi. Ve bakışları kısıldı. Aklından neler geçtiğine emin olamadan bana yeniden aynı soruyu sordu.

 

"Onu çok mu bekledin?"

 

"Bilmiyorum."dedim tıpkı onun gibi kestirip atarak.

 

O benim hayatımda yoktu. Hiç tanımadığım ilk kez gördüğüm bir yabancıydı. Ben Anne ne demek bilmiyordum. Hayatım boyunca bir annenin özleminde büyüdüm. Ama onun nasıl bir duygu olduğunu hiç tatmadım.

 

"Biliyorsun. Kabullenemiyorsun sadece..."çok bilmişliğini konuşturmaktan zevk alıyordu. İçimde büyüyen öfkeyi sıkıca tuttum.

 

"Hayır bilmiyorum! Ben ona dair hiç bir şey bilmiyorum!"öfkemi ona püskürtmekte geri kalmadan yükseldim.

 

"Sakin ol!"diyerek oda yükseldiğinde damarlarımda kan yerine öfke akıyordu. Ona değil kendime öfkeliydim. O bendeki bu duyguları hak etmeyen bencil bir kadındı.

 

"Sakinim zaten!"derken asla sakin kalmadığımı fark ettim.

 

"Sumru!"diye uyardı, durmam gereken yere kalın bir sınır çizdi.

 

"O-"dedim derin bir nefes alarak. Kalbimde saklı sözleri kendiliğinden döküldü.

 

"O benim ruhumda bir dikişti. Hiç açılmaması gereken bir yara. Bugün o yara açıldı.Yıllardır içimde bastırdığım tüm duygular etrafıma saçıldı. Artık o yara ne kabuk bağlar,ne dikiş tutar savcı."içim kanıyordu. Yüzüne bir kez bakmak bile içimde kalan duyguları harekete geçirip saklı kalan yerinden çıkarmıştı. Küf kokuyordu göz yaşlarım. Geçmiş, kara bir ise bulanmıştı.

 

Derin bir nefesle bana baktı. Tam gözlerimin içine, tüm duygularımı anlıyormuş gibi baktı. Gök mavileri ilk kez bu kadar yumuşak ve saydamdı. Gözlerinden akan tüm duyguları görmeme izin veriyordu. Şefkati içimde saklı kalan yarama sarıldı. Kendimi ilk kez bu kadar güvende hissettim.

 

"O yara ancak onu affettiğinde kapanır. Ardil." kelimelerinde büyü vardı.Kanımı kaynatan can damarıma yasladığı ama asla kanatmayan bir büyü. Sözleri öyle tesirliydi ki, bir kaç dakika önce kanımda akan öfke yerini sakin sulara bırakmıştı. Gördüğüm manzara gözlerimin önünden silinirken bana söylediği sözleri içimden tekrar ettim.

 

"O yara ancak onu affettiğinde kapanır. Ardil." Ardil yürek ateşi demekti.

 

Bana yürek ateşi diyordu. Ateşin kendi olduğundan habersiz.

 

Sözleri dengemi şaşırtmak, yönümü karıştırmak için söylenmişti ama ansızın yakalandığım bu duyguyla bozguna uğradım. Bakışlarına yansıyan şefkat olduğu gibi gözlerime serildi. Benden kaçmadan, ciddiyet maskesine sığınmadan bakmaya devam etti. "Ben,"derin bir nefes aldım. "Ben işimim başına döneyim."zor çıkan sesimle ancak kurulduğum bu cümleye kaşları çatıldı. "Sen eve gidip dinleneceksin. Gerisini biz halledeceğiz."dedi. İtiraz kabul etmeyen sesi sınırlarımı zorlama der gibiydi. Ama ben sınırları zorlamaktan hiç bir zaman geri durmamıştım. "Hayır, işimin başına döneceğim."diye direttim. Israrımı anladı. Bana saygı duyan bakışları yeniden şefkate bulandı. "Sen,"dedi derin bir nefesle. Sen iyi misin? diye sormak istiyordu. Bakışlarını anladığım için başımı hafifçe salladım. Kaşları yukarıya kalktı. Onu gözlerinden anlamamı beklemiyordu ama ben gözce biliyordum.

 

"Sumru,"dedi içli bir nefesle. Bu kez gerçekten iyi misin diye sordu. Berkun la ikimize ait olan bu dili Falaz Savcının bilmesine şaşırdım. "Savcım,"dedim bende. "Şu an yalnızız."ona Falaz diye seslenmemi istiyordu. Gözlerindeki derin isteği gördüm. Ona karşı çıkmak ilk kez bu kadar güçtü. İsmi öyle bir güçtü ki, söylersem beni yakıp kül edecekti.

 

Yinede karşımdaki adama karşı koyamadım. "Falaz,"ilk kez ismini söyledim. Dudaklarım ismiyle alev aldı. Dilimi yakıp geçen ismi içimde bir yangın başlattı. Yandım yandım... Sönmek için bir damla su yeterdi ama yanmak hiç bu kadar talepkar olmamıştı.

 

İsmini söylediğim anda derince yutkundu. Göz bebekleri genişledi, çatılı duran kaşları gevşedi. Sanki üstünden tonla yük kalkmış gibi rahatladı. Bana doğru bir adım attı. Eli bir kez daha elime dokundu. "Seni evine bırakayım."dedi gözlerimin içine.Buradan gitmem demek sanki yarımı burda bırakmak demekti. Bu fikri reddettim.

 

"Hayır,"diyerek bir kez daha itiraz ettim.Bakışları tüm yüzümü taradı. Kendimi sıktığım için kızaran yüzüm ve gözlerimde daha çok oyalandı. "Emin misin?"diye sordu. Gördüklerimi kaldırıp kaldırmayacağımı soruyorsa eğer ben, o kadının cenazesini yıllar önce içimde kaldırmıştım.

 

Bakışlarımı dikleştirdim. Çenemi yukarıya kaldırdım, baktım gözlerine. "Eminim."dedim. Oysa yeniden dağılmam çok olsaydı. İçimi yakan bu ateşe teslim olursam onsuz geçen hayatıma yazık etmiş olacaktım. Kendime olan saygım için dik durdum. Falaz savcının yanından geçip giderken eli yeniden elimin sırtını okşadı. Bu ufacık temasın etkisiyle tüylerim ürperdi. Yinede dik adımlarla yürümeye devam ettim.

 

"Bu kadar inatçı olmak zorunda mısın?"dediğini duysamda arkama bakmadan yürümeye devam ettim. Beni bu kadar zamanda tanıması hiç iyi değildi.

 

Geldiğim yolu gerisin geri yürüdüm. Her adımımda keskin bir ağrı göğüs kafesime sokuldu. Kalbim hiç atmadığı kadar hızlı atıyordu.Cesedin başına geldiğimizde ekip çoktan çalışmaya başlamıştı.

 

"Sumru, iyi misin?"koşarak yanıma gelen Esilaya döndüm. Esilay beni kendi etrafında evirdi çevirdi. "Napıyorsun kızım sen? Bırak şu kızı?"beni kendi etrafımda çeviren Esilay dan kurtaran Berkun kendine çekti. Bakışları yüzümü taradı. Kollarımdaki eli sırtıma ulaşıp sıvazladı. "Sumru?"dedi sadece.

 

"İyiyim,"başka kelimemde yoktu.Duygularım içimden taşmak için hazırda bekliyordu ama inatla onu baskılayıp içimde tutuyordum. "Seni eve bırakayım mı?"diye sordu. Beni burda tutmak istememelerini anlıyordum. Eğer ondan şimdi kaçarsam, ölüsüyle bile yüzleşememekten korkuyorum.

 

"Gitmeyeceğim."

 

"Sumru lütfen,"dedi Berkun.

 

Bana doğru bir adım attı. Ama Savcı anında kolundan tutup bana yaklaşmasına engel oldu. "Kalmak istiyorsa kalır."dedi.Sert ve tok çıkan sesi tüm ormana yayıldı. Bir adım daha attı. Berkun bu adımla birlikte kolumu serbest bıraktı. Berkun sinirlense de benim için geri çekilmek zorunda kaldı.

 

"Biz devam edelim."diyerek araya giren Erenle ekip yeniden cesede doğru ilerledi. Derin bir nefes aldım. "Bunu kendine yapma."Savcıya bakmadan bir anda arkamı döndüm.

 

Kan gölünün ortasında öylece yatıyordu. Sarı saçları koyu kırmızıya boyanmış, kıyafetleri kan içinde kalmıştı. "Tecavüz bulgusuna rastlanmadı. Darp izi de yok."dedi birileri ama duymadım. Bakışlarım öylece yerde yatan kadına kilitlendi. "Orman girişinden buraya kadar sürüklenmiş, tam bu noktada bıçaklanmış."uğultulu sesler gürültüyle doldu kulaklarıma. Morarmış yüzü ve dudakları, ak düşmüş saçları. Doğduğum günden bu yana ilk kez canlı kanlı görüyordum.

 

Bir kaç fotoğraf karesine sığan hatırasından başka bir şey bırakmadan, bir mektupla yok olup gitmişti hayatımızdan. Gittiği günden bu yana ismi anılmamış, sanki hayatımızda hiç var olmamışcasına yaşamıştık. İçimde bir yerlerde hep bir umut bırakmıştım ona. Belki gitmek zorundaydı. Belki beni isteyerek bırakmadı. Ama hayır, isteyerek bıraktı. Bununla yüzleştiğim gün, ona karşı içimdeki tüm duyguları yendiğimi düşünmüştüm. Oysa şimdi daha iyi anlıyorum ki, ben o umudu hiç söndürmemişim. Bir gün gelirde karşılaşırsak eğer, herşeye rağmen onun yüzüne bakabilmek için hep diri tutmuşum.

 

Geç kaldığı hayatıma bir merhaba bile demeden veda etti..

 

Anne artık benim için; Umut kırıntılarının bir vedayla solması, kesif bir acının yüreği parçalaması demekti..

 

Şimdi karşımdaki cesette tek bir umut kırıntısı dahi kalmadı. O benim celladım olduğu kadar umutlarımın da katili oldu. O benim için küf kokan sandığın, tozlu hatıralarına gömüldü. Bir resim karesinde gülümseyerek bakan gökyüzü olarak kaldı.

 

Gökyüzü benim için hep Asuman demekti. Asuman'dan geriye sadece ucu yanık bir mektup, silik bir resim kaldı.

 

Nefeslerimi artık içime sığdıramadığım noktada olduğum yere çöktüm. Bir ağaca yaslanan sırtım, güneşli günde üşüdü. Titreyen vücudum yaprakların üzerine öylece süzüldü. Bedenim artık içinde taşıdığı yaranın kabuklarını atmış, kanamasına izin veriyordu.

 

"Kuşum, birlikte eve dönelim mi?"cesetle önüme bariyer kuran Esilaya değilde hala arkasında kalmış solan kadına baktım. Baktım...

 

Baktıkça ne kadar benzediğimizi farkettim. Yüz hatlarımız, saçlarımız. Belki gözlerimizde benziyordur. Benim ki gibi güneşte renk değiştiriyor muydu? Yada ağladığında yemyeşil bir orman oluyor muydu? Ona dair merak ettiğim herşey bunca yıldan sonra gözlerimin önündeydi. Öylece bakıyordum. Onunda bana bakması gerekmez miydi? Beni görmesi, anlaması gerekmez miydi?

 

Ne zalimce bir kalpti. Doğurduğun çocuğu 3 günlükken terk edebilmek. Anneler evladının sırtına kambur, yüreğine yara mı olurdu. Oysa benim etrafımda gördüğüm tüm anneler evladı için yuvaydı. Güvendi. Sıcak bir kalpti. Neden benim annemin kalbi bir bana taş kesilmişti? Neden beni görmeye dayanamamıştı? Ben bu kadar mı sevilmeyecek bir insandım? Bir çocuğa sırt dönmek bu kadar mı kolaydı?

 

Asuman hanım öylece dönmüştü. Ardına bile bakmadan terk etmişti beni. Şimdi karşımdaki kadını tanımıyordum. Öyle yabancıydı.

 

Onu affetmeye hazır yüreğim, onun ölüsünü bile affedemiyor. Çünkü; ben onunla hiç tanışmadım. Hiç konuşmadık. Hiç bakmadı gözlerime babam gibi. O bana yabancıdan başka birşey olmadı.

 

"Sumru, hadi kuşum. Gidelim artık gel."bedenim olduğum yerden ayaklandı. Belime sarılı kollar beni uzaklaştırmak için bir adım attı ama ben tek bir an bile gözlerimi cesetten ayıramadım. Esilayın beni tutan kolları gevşedi. Ellerinden kurtulup ona doğru yaklaştım. "Sumru, gidelim lütfen."diyen sesi duymadım. "Yapma bunu kendine."dedi. Oysa ben değil, burda yatan kadın yapmıştı her şeyi. İçimin boşluklarına sızan bu yas, kanayan her bir hücremde bir yangın başlattı.

 

"Merhaba,"dedim kanlı cesede doğru. "Ben geldim. Sumru,"beni bugün görse tanımazdı. Bu yumruyu yutkunmakta zorlandım. "Ben-" kesik bir nefes verdim. Kan kokan bu kadın benim annemdi. "Ben, sana veda etmek için burdayım. Hiç tanışmamış olsak bile umarım toprak seni incitmez. Hoşçakal Anne."

 

Hoşçakal Anne...

 

İçimde yaktığın ateşle sana veda ediyorum. Sırtıma bıraktığın bunca yükü ben artık taşıyamıyorum. Sen giderken tek bir veda bile etmedin bu canımı o kadar kanattı ki, ben bu acıyla nasıl yaşarım bilemiyorum. Bana bıraktığın kanlı hatıralar canımı daha çok yakacak. İçime içime kanayacakta sesim bile çıkmayacak. Sen beni çocukluğumla öldürdün. Bende bugün içimdeki seni öldürdüm...

 

Hoşçakal Anne...

 

Bedenim güçlü bir kol tarafından yerden kaldırıldı. Sarmalandığım beden beni sert göğsüne yasladı. "Gidelim."dedi sadece. Bedenimi saran kollarıyla benide kendiyle birlikte ilerletti. Hiç kimseyle göz teması kurmadan ilerledim. Bentley Bentayga araca yaklaştığımızda kapıyı benim için açtı. Bedenimi koltuğa bırakıp oda sürücü koltuğuna geçtiğinde, etrafımdaki hiç bir şeyi görmüyordum. Sanki bedenim burda ama ruhum o cesedin başında kalmış gibiydi.

 

Araç ormanlık alandan ayrılırken bana üzgün gözlerle bakan ekibin diğer üyelerini gördüm. Öylece durup bana baktılar. Araç uzaklaştıkça görüntü silindi. Toprak yolda sarsılarak ilerlemeye başladık.

Geçip giden yolda ağaçların arasından masmavi gökyüzüne baktım. Artık gökyüzü benim için kan kırmızısıydı. Maviliğini bugün yitirmişti. Sahip olduğu en güzel rengi bugün solmuştu.

 

"Sumru,"dedi yanımda oturan beden. Gözlerimi gökyüzünden ayırmadım. Ona bakacak gücü kendimde bulamıyordum. "Efendim,"öyle yavan ve tatsız çıkmıştı sesim. "Artık gökyüzünde ne gördüğünü daha iyi anladım."dedi. Beni şaşırtmayı hergün başarabiliyordu. İyi misin diye sorar sanıyordum. "Hıhı,"diye mırıldandım sadece. Neyi anladığını şu an düşünmek bile beynime matkapla oyulmuş hissi verecekti. "Gökyüzü senin için başka. Senin gökyüzün Asuman demek."ben sormadığım halde gördüğünü dile dökmekten çekinmedi.

 

"Belki de sadece gökyüzüne bakmayı seviyorumdur."dedim.Acılarımızın üstüne gitmemiz gerektiği lafını kim söylediyse iyi halt yemişti. Şu an Savcının yaptığı tam olarak buydu. Acılarımı dökmemi bekliyorsa çok doğru bir yolda ilerliyordu.

 

"Bakmayı değil, gökyüzünde gördüğün sureti seviyorsun..."

 

Fazla ileriye gidiyordu. " Siz ne yapamaya çalışıyorsunuz?"beni delirmek gibi amaçları varsa başarıyordu. Daha fazla kendimi tutamadım.

 

"Siz değil sen. Ayrıca bişey yapmıyorum. Sadece sohpet ediyoruz."dedi olağan serin kanlılığıyla. Yok yok bilerek yapıyordu, damarıma basmaktan zevk alıyordu.

 

"Sohpet mi? Başka konu bulmadınız mı?"inatla ona siz diye hitap etmeye devam ettim.Yolda olan bakışları saniyelik beni buldu. " İnatlaşmak mı istiyorsun, ona da tamam."arabayı sağa çekip durdu. Gözlerini yeniden bana dikti. Mavileri küçük bir kıvılcımla tutuşmaya başlamıştı.

 

"O ceset annene mi aitti?"böylece soracağını düşünmedim. Halimi görürde susup bana ayak uydurur sanmıştım. O benim acılarıma parmak basma derdindeydi. Kan beynime sıçramıştı, şu dakikadan sonra gözüm hiç bir şey görmeyecekti.

 

"O ceset anane mi aitti?"

 

Sakin kalmak için tırnaklarımı avuç içime bastırdım. İçimden saymak bile sakin kalmama yetmiyordu. "Bildiğiniz soruları sormayın. Hatta hiç konuşmayın."diye bağırdım. Başımı cama yaslamaya çalışırken sert bir darbe yedim. Elimi ağrıyan başıma götürdüm. Ovuşturarak ağrısını almaya çalıştım ama çok acıyordu.

 

Allah kahretsin ki, gözlerim yanmaya ve sızlamaya başladı. Şimdi hiç sırası değildi. Ağlamayı eve saklamıştım. Kendimi sıkmaktan kızaran gözlerim gittikçe buğulandı. "Sumru, bak bana."diyen sese dönmedim. Her an gözlerimden yaşlar akabilirdi. Onun yanında ağlamak istemiyordum.

 

"Sumru, bana bak."dedi yeniden.

 

Elini bana doğru uzattığını gördüm. "Bak bana hadi."çeneme koyduğu eliyle başımı kendine doğru çevirdi. "Çok acıdı mı?"diye sordu. Başımdan bahsetmediğine o kadar emindim ki, gözlerim daha da buğulandı. "Şşş, ağlamak istiyorsan buradayım.Sıkma kendini."yumuşak ve kısık çıkan sesi boğazımda bir düğüm bıraktı. "İstemiyorum."dedim küskün çocuklar gibi omzumu kaldırıp indirdim. Bana sataşırken tek derdi beni ağlatmak mıydı? Amacına ulaşmıştı.

 

"Tamam istemiyorsan ağlama."dedi. Ama gözleri ağlamamı ister gibi bakıyordu. İçimdeki zehri böyle akıtacağıma emin gibiydi. "Ağlamayacağım."dedim yeniden.

 

"Ağlama."dedi yeniden. Ama kolları ve omzu beni sarmak ister gibi bana doğru gelmişti.

 

"Annen, nasıl biriydi?"bilerek yaptığını biliyorum. Kafamın acısı daha da arttı. Ovuşturan elim yenilmişlikle kucağıma düştü. "Bilmem,"dedim en dürüst halimle. Bana bakmadı bakışları ormanın içinde bir yerdeydi. " Bazı acılar dilsizdir, bazı acılar gürültülü. Senin acın dilsizmiş. Bunca zaman içinden kanamışsın."Söylediği her kelimeyi yutmakta zorlandım. Boğazıma dizilip kalmıştı her kelimesi. Yutkunursam geçer miydi tüm acılar.

 

" Bunu yapma kendine, acını artık gürültülü yaşa."

 

Yapamam der gibi başımı iki yana salladım. Ama gözlerimin sızısı arttı. Genzime dolan yaşları yutmakta zorlandım. "Bırak kendine eziyet etmeyi, derin kesen acıları istesen de susturamazsın."İçimde biriken her şey o an koptu. Gözümden aşağıya yuvarlanan yaşı tutamadım. Göğsümden kopan hıçkırık, dudaklarımın arasından sızdı. Göğsümde yaşanan depremler kendini bıraktı. Sarsılarak ağlama başlamam tamamen onun eseriydi.

 

"İşte böyle, akıt içindeki zehri. Durulduğunda canın daha az acıyacak."

 

Beni kolumdan yakalayarak kendine çekip sarıldı. Gözümden akan yaşlar onun göğsüne aktı. İçimdeki artçı depremleri sessizce sarılarak karşıladı. Kolları o kadar güvenli hissettirdi ki, tüm acımı söküp almak ister gibiydi. Şefkatini damarlarımda akan kanda hissettim. Sık nefesleri saçımı havalandırıyordu. Ellerini belli belirsiz saçlarımı okşadı.

 

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama akıttığım yaşlar son buldu. İç çekişlere dönen ağlamalarımı göğsüne kabul eden adam, bir saniye bile benden ayrılmadı. Kolları beni sarmaya, göğsü başımı kabul etmeye hep hazır gibiydi. Elleri hala saçlarımın üzerinde duruyordu. Saçlarıma vuran ılık nefesi içime bir ürperti yayıyordu. Onun yanında kendimi bu kadar güvenli hissetmem, kafamı karışıklığımı arttırdı.

 

"Bırakabilirsiniz."dedim zor duyulan sesimle. Ağladığım için çatallaşan pürüzlü sesimi boğazımı temizleyerek düzeltmeye çalıştım. "Biliyorum, sadece iyi olduğundan emin olmaya çalışıyorum."Söylediği sözlerin içimi oyduğundan bir haberdi.

 

"İyiyim, daha iyiyim."dedim. Başımı göğsünden yavaşça çektim. Kızaran gözlerim ve burnumla oldukça komik görünüyor olmalıydım. Bana baktığı an kaşları şaşkınlıkla havalandı. Bakışları kısıldı. Gözlerime o kadar dikkatli bakıyordu ki, göz rengimin değiştiğine emin oldum. "Gözlerin,"dedi derin bir nefes aldı. Ah edercesine havaya bıraktığı nefes benim içime doldu. "Orman yeşili?"gördüğüne kendi de inanamıyor gibiydi. Bakışları efsunlu, sözleri büyülüydü.

 

"Ağlayınca renk değiştiriyor."dedim ona bakarken. "Güneşte açılıyor ama şu an koyu bir yeşil."Gördüğünü nasıl tarif edeceğini bilemiyor, haksızlık edeceğini bilerek susuyordu.Beni tüm dikkatiyle analiz etmesi içten içe utanmama sebeb oluyordu.

 

Gök mavileri yoğun yoğun bakıyordu. "Güneşte açıldığını nasıl anladınız?"diye sordum bende. Ne zaman fark ettiğini merak etmiştim.

 

Derin bir nefesle arkasına yaslandı. "Seni ilk gördüğümde bankta otururken, güneş gözlerine yansıyordu. Rengi sarıyla karışan yeşildi."dedi. O kadar dikkatli baktığını fark etmemiştim. Hala gözlerime bakarken sanki bir hazine keşfetmiş gibi dikkatle incelemeye devam ediyordu. "Yeniden açılıyor, çok tuhaf."Sesi tuhaf bir tınıda parlıyordu. Kolay utanan bir yapım yoktu. Omuzlarımı düşürmeden, bakışlarımı çekmeden onu izlemeye devam edebilirdim, ama gözlerime o kadar dikkatle bakıyordu ki, bakışlarımı kaçırmaktan alı koyamadım.

 

"Gidelim mi?"diye sordum kısılan sesimle. Hala bana bakıyordu. Bakışları tüm yüzümü ateşe vermiş gibi yanıyordu.

 

"Gidelim."Sesinde parlayan yıldızlar hala yerindeydi.Beni ilk kez görüyor, ilk kez bu kadar yakından bakıyor gibi davranıyordu. Bana bakarken kendimi bu kadar değişik ve karışık hissetmem normal miydi? Bu delilikti. Son bulması gereken bir delilik.

 

Arabayı çalıştırdı. Yeniden yola çıktığımızda göğsümün üstündeki yükün azaldığını farkettim.Zehri akıtmak vücudu yeniden ayağa kaldırıyordu. Bunu o kadar iyi biliyor gibiydi ki, benimle konuşurken sesindeki o tını, acıya bulanmış bir adama ait gibiydi. Başımı yasladığım göğsü bir yangını kucaklamış gibi yanıyordu.

 

Yandan ona baktığımın farkında olarak arabayı sürmeye devam etti. O saatten sonra ne ben konuştum ne de o konuştu. Ağladığım anları unutarak yola devam ettik. Sadece evimin adresini sormak için konuştuğunda ona adresi verdim. Beni evime kadar bıraktı. Hatta benimle birlikte araçtan indiğinde şaşırmıştım. "Siz neden indiniz?"diye sordum. Bir kaç adımda bana yaklaştı. "Bende gelebilir miyim?"diyerek evi gösterdiğinde daha çok şaşırdım. "Ama,"kelimesi döküldü dudaklarımdan. "Bu öylece söyleyebileceğin bir şey değil. İzin verirsen Ailenle ben konuşabilirim."dedi. Gözleriyle bana destek oluyordu. Burdayım, hemen arkanda, düşersen tutarım. Diyen gözlerine kayıtsız kalmak mümkün değil gibiydi.

 

"Siz, ben-"konuşmayı unutmuş gibi tutulup kalmıştım karşısında.

 

"Sen istersen,"dedi. Bakışları hala bana sarılıyor gibiydi. Kollarıyla değilde gözleriyle bunu yapması, içimde sıcak bir duygunun akmasına neden oldu.

 

"Peki."diyebildim sadece. Benim içinde çok zordu. Babama nasıl söyleyeceğimi düşündüm. Böyle bişey nasıl söylenirdi ki, eski de olsa karısıydı. Biz zamanlar sevdiği kadındı. Belki de hala seviyordu. O gittikten sonra kimseye bir daha o gözle bakmamış evlenmemişti. Onu beklediğini düşünürdüm eskiden. Zamanla bu düşünceden uzaklaşsamda neden evlenmediği benim için hala soru işaretiydi.

 

Ben önden giderek bahçe kapısını açtım. Ardımdan gelerek beni takip etti. Evin kapısına geldiğimde yumruklarımı sıktım. Derin bir nefes aldım. Yeniden genzim yandı. Gözlerimse hala sızlıyordu. Göz pınarlarıma sokulmak için bekleyen yaşları serçe yutkundum. Boğazımdan akıp geçen tüm duygular beni bir yangının kollarına bırakıyordu. Koluma dokunan elle irkildim. Gözlerine bakmadım, göğsüne doğru baktım. "Hazır değilsen bekleyelim."dedi yumuşacık sesiyle. Göğüsü bir nefesle inip kalktı. Kolumu sıkan eliydi, beni ayakta tutan. Düşmemek için savaşıyordum kendimle. Tırnaklarımı var gücümle avucuma bastırmak istesem de yapmadım. Aldığım sert nefesler kendimi dizginleme konusunda bana yardımcı oluyordu.

 

"Yok,"dedim zorla yutkunarak. Acı boğazımda bir ateş yakmıştı. "Kendini zorlama."eli yeniden kolumu sıktı. Gözlerim bana ihanet ederek gözlerine çıktı. Mavileri anlayışla parlıyordu. Daha fazla gözlerine bakamadım. Bakışlarımı kaçırarak kapıya döndüm. Yumruk olmuş elimi ahşap yüzeye vurdum. Sadece bir kez vursam da bir kaç dakikanın ardından kapı, Nermin sultan tarafından açıldı. "Sumru, kızım."beni gören gözleri ardımda kalan heybetli bedene kayınca bakışları çatıldı. "Kızım bu kim?"dedi bir anda.Şu an ne Savcının kim olduğunu nede burda ne aradığını babaanneme uzun uzun anlatamayacaktım.

 

"Babam, evde mi?"kendime bile yancı sesim Babannem tarafından duyuldu. "Ne oldu sana kuzum? Ağlamışsın."elime uzanıp avuçlarıyla sardı. Bedenimi içeriye buyur ettiğinde, ardımdan kalan Savcıyı da ben içeriye davet ettim. "Buyrun Savcım."dediğimde Nermin Sultan da merakını gidermişti. "Anne, kim gelmiş."diyerek üst kattan inen babamı fark ettim. Merdivenlerin sonuna geldiğinde bizi fark etti. "Sumru,"dedi telaş içinde yanıma gelerek. "Ne oldu sana kızım?"yanaklarımı avuçlarıyla sardı. "Babacım bana bakar mısın. Ne oldu sana böyle?"sesindeki şefkat ilk kez içimi parçaladı.

 

"Baba içeriye geçelim."dedim. Arkasını işaret ederek. Babam ellerini yüzümden ayırarak arkasını döndü. Sanki Savcıyı o an fark etmiş gibiydi. "Hoşgeldiniz."dedi buraya neden ve kim olarak geldiğini bakışlarıyla sorguladı. Savcının babamda olan bakışları donuk bir renkteydi. Bir kaç saniye öylece babama baktı. Gök mavilerine sıçrayan öfke onu yutmuş gibi katıydı. Neden öfkeli olduğunu anlamadığım adam boğazını temizleyerek babama doğru bir adım attı. "Hoşbulduk. Sizinle biraz konuşabilir miyiz?"sert bir geçişle direk konuya girmesi asla beklediğim bir şey değildi. Olduğum yerden bir adım bile atmadan gerildim. Sızlayan göz kapaklarım ağırca açılıp kapandı.

 

Babam Savcıya bakarak kaşlarını kaldırdı. Hızlı ve aceleci tavrı dikkatini çekmişti. "Derman Eryavuz."diyerek ellerini uzatan babamla Savcıda aynı nezaketle elini sıktı.

 

"Cumhuriyet Savcısı Falaz Aslankara."diyerek kendini tanıttı. Babamın kaşları daha çok çatıldı. Bana dönen bakışları soru işaretleriyle doluydu. Ama ben hiç birine cevap verecek güce sahip değildim. "Hoşgeldin evladım."diyerek araya giren bahanemin eline uzanıp öptü. "Hoşbulduk."dedi yeniden. "Bende Sumru'nun babannesi Nermin."diyerek oda kendini tanıttığında daha fazla kapı ağzında kalamadık. "Buyurun Savcım."diyerek içeriye davet eden babamla hepimiz salona geçtik. İkili koltuğa oturan babam ve Babannem karşılarındaki tekli berjere oturan Savcıya döndüler. "Derman bey, kızınız Sumruyla birlikte olay yerinden geliyoruz."bu kadar hızlı bir geçişle konuya girmesini beklemiyordum. Oturduğum koltukta öne kayarak dikleştim. Babamın bakışları anında bana döndü.Bana attığı kısa bakışın ardından hala çatılı duran kaşlarıyla yeniden Savcıya döndü. Sessiz kaldıkları için Savcı kaldığı yerden devam etti.

 

"Olay yerindeki maktul sizin eski eşiniz, Asuman Taşkın."dedi tek solukta.

 

Nefesim boğazımı aşıp geçti. Ciğerlerime ulaşamadan beni boğmaya başlamıştı. Babam bir kaç saniye Savcıya bakkaldı.Söylediği kelimeleri doğru duyup duymadığını kontrol etmeye çalışıyordu. Babannem elini ağzına kapatıp bana döndü. Bakışlarını yakaladığımda göz yaşlarımı zaptetmeye çalışmak hiç bu kadar zor olmamıştı.

 

Boğazımdaki yumru büyüdü. Babam bakışlarını bana çevirdi. Bana baktı. Beni gördü... Ne halde olduğumu belki bir o anladı. Ağlamamak için verdiğim mücadelenin farkındaydı. İçimde yanan ateşi görüyordu. Ellerini dizine yasladı. Başını benden çekip yere eğdi. Aklından ne geçtiğini bilmesem de onunda üzüldüğünü görebiliyordum.

 

Babamın bu halide içimi yaktı. Falaz Savcı nın babama bakan gözleri en sonunda bana çevirildi. Usulca ayaklanıp yanıma geldi. " Ailenle vakit geçir. Bu hafta da izinlisin. Seni şubede göremeyeceğim."dedi. Sessiz sözlerini bir tek ben anladım. Usulca boyun eğip başımı salladım. Ona kapıya kadar eşlik ettim. Dışarıya adım attığında yeniden bana döndü.

 

"Çok ağlama. Yeşile dönen ormanlar çok güzeller ama gözlerden düşen yaşlara yazık."dedi ve arkasını dönerek uzaklaştı.

 

Başka bir zaman diliminde olsaydık üzerine uzun uzun düşünmem gerek bir şey söylemişti. Şu an kafam da kalbimde öyle karışık ki, düğümleri birbirinden ayıramıyorum.

 

Adımlarım yeniden salona düştüğünde pencereden dışarıya bakan babamı, tekli koltuğa çökmüş kalmış babanemi gördüm. Ağlamıyordu ama gözleri dolmuştu. "Baba,"dedim usulca. İkisinde dalgın bakışları bana döndü. "Sumru, gel kızım."diyerek beni yanına çağırdı. Kolları arasına çekti. Saçlarımı okşadı sırtımı sıvazladı ama tek kelime konuşmadı.

 

"Baba,"dedim ısrarla.

 

"Efendim babacım."

 

"Benim,"yutkundum. Genzim yandı. "Annem öldü."dedim tek nefeste. Gözlerime bakan kahve gözleri doldu. Kendini şu ana kadar sıktığını yeni farkediyordum. Akmayı bekleyen yaşlar onunda genzini doldurmuştu. Öyle bir acıyla baktı ki bana, dünyadan tek bir toz zerresi olarak kaybolmayı istedim. İçimdeki küçük Sumru çoktan saklanmıştı bir yerlere. En çok hayal ettiği an bu andı ama büyük bir hayal kırıklığına dönüşmesini oda beklemiyordu. Boynu bükük, öksüz kalmıştı.

 

Hayatı boyunca yarım kalmışlığı ilk kez suratına bu kadar sert çarpıyordu.

 

Babannem anında yanıma gelerek. Sol yanıma oturdu. "Güzel kızım."dedi ellerimi avuçlarına alarak. "Bunu görmeni hiç istemezdim."diyebildi babam. İçi yanıyor ama belli etmemeye çalışıyor gibiydi. Kaskatı kesilmiş bedeni önümde zırh gibi dik duruyordu. "Bunu görmemen gerekirdi."diye tekrar etti. Bana değilde kendine söyler gibi.Söyleyecek tek kelimem yoktu. Kelimelerim anne ye denk düştüğünde tükeniyordu.

 

Ona dair belki de içimi kemiren tek soruyu sordum. "Baba, onun gözleri de renk değiştiriyor muydu?"bana bakan gözleri buruk bir gülümsemeyle kısıldı. "Evet, senin gözlerin gibi güneşte açık yeşil, ağlayınca da koyu bir orman olurdu."Devam etmek ister gibiydi. Onunla geçirdiği tüm güzel günleri tek bir kelimeye sığdır desem yine böyle güzel güler miydi? Onu bana hiç anlatmamıştı. Bu ilkti. Babamdan annemi ilk dinleyişimdi.

 

İlk ve sondu...

 

"Huylarında çok benziyor. Bazen,"göğsünü derin bir nefesle şişirdi. "Bazı haraketlerin, bakışın çok benziyor. İnadın, gülümsemen, dik başlılığın, güçlü olman. Her birini annenden almışsın. Onun kadar güzel ve narinsin."gülümsedi. Gözlerinden akan yaşları gülümsemesine doldu.

 

"Bazen öyle dik ve asi bakıyorsun ki, karşımda sen değilde annen duruyor gibi."diye devam etti. Ağlaması şiddetlensede annemden bahsetmeye devam etti. "Saçların, gözlerin hatta kulağının kenarındaki küçük benin bile ona benziyor."sessizce yaşadı acısını. Onu anmak zor geliyordu. Derince yutkunarak devam etti. "Onunda antep fıstığına alerjisi var. Hep yanında taşırdı ilacını."dedi gözyaşlarına boğularak. Bende bir noktadan sonra kendimi sıkmayı bıraktım. Hıçkırıklarım artıkça aldığım nefesler boğazıma takıldı. Boğulduğumu hisseder gibi derin nefesler almaya çalıştım ama ciğerlerime dolan nefeslerim hep yarımdı.

 

"Sana annenin en sevdiği türküyü söyleyeyim mi?"dedi babam belli belirsiz fısıltıyla. "Hıhı,"diyebildim sadece.

 

 

Gide gide bir söğüde dayandım dayandım

O söğüdün allarına boyandım gelin boyandım

O söğüdün allarına boyandım gelin boyandım

Ben o yare dağlar kadar güvendim güvendim

Güvendiğim dağlar elime geldi elime geldi

Güvendiğim dağlar elime geldi elime geldi..

 

 

Bu kadar yarım kalmak canımı yaktı.

 

 

Ölem ben ölem ben

Kurban olam ağzındaki

Dile ben gelin dile ben

Ölem ben ölem ben

Kurban olam ağzındaki

Dile ben gelin dile ben

 

 

Canımın acısını bastırmak için var gücümle geçirdim tırnaklarımı avuçlarıma. Belkide fiziksel bir acı, kalbin acısına iyi gelirdi. Omuzlarım artçı deprem etkisiyle sarsılırken beni kolları arasına alan babam ve bahaneme sarılmaya devam ettim.

 

Hiç tanımadığım annem için ağladım. Beni hiç tanımadığı için ağladım. Bir merhaba bile diyemeden ayrıldığımız için ağladım. Bir vedayı bile bana çok gördüğü için ağladım.

 

O kadar ağladım ki, gözlerimde yaşlar çekildi. İçim kurudu. Artık tek damla gözyaşı yoktu.

 

Gözyaşlarım, içimdeki büyük yasa yer açmıştı.

 

Anne; benim için artık yastı.

 

 

 

Yüce dağlar size var mı zararım zararım

Yar yitirdim uğrun uğrun ararım gelin ararım

Yar yitirdim uğrun uğrun ararım gelin ararım..

 

 

 

🪦

 

 

 

 

Zaman kavramını yitirmiş, bir yaşamın döngüsünde dönüp durdum.

 

Aradan geçen 2 günde temel ihtiyaçlar dışında odamdan dışarıya çıkmadım. Kimseyle konuşmadım. Telefonuma gelen mesajlara ve aramalara dönmedim. Büyük bir yastaydım. İçten içe kanıyor, kanayarak ağlıyordum. Dışım ise kurumuş bir sonbahardan farksızdı.

 

Yaprak döküyordu.

 

Havaların daha da serinlemesiyle artık sonbahar gelmişti. Sadece İstanbul değil, içimde sonbahardı. Üşüyordum nedensiz. Ve üşüyen bedenim değil, kalbimdi. Öyle körelmişti hislerim; zihnim,bir duvardan farklı değildi.

 

İçimde yaşadığım bu yasta ekipte beni asla yalnız bırakmadı. Aradıklarının hatta kapıma geldiklerinin farkındaydım. Ama kati suretle kimseyle göz göze gelmek dahi istemiyordum. En çokta babamla. İki gündür onunda gözlerine bakmaktan kaçıyordum. Belki de göreceklerimden. Görmek istemediklerimden kaçıyordum. Babamın duygularına çarparak dağılmaktan kaçıyordum belkide. İçimde açacağı boşluğun farkındaydım. Kendimden bile saklanmaksa bu duruma bulduğum tek çareydi.

 

Oysa bu hayatta hiç bir şeyden kaçmamış, sonuna kadar mücadele etmiştim.

 

Konu kendi sevdiklerime geldiğinde, neden bu kadar korkak olduğumu bilmiyorum. Ama içimde karşı koyamadığım duygular beni olduğum yere mıhlıyordu. Kaçmak o anlarda bulduğum tek çözümdü.

 

"Sumrum, limonlu kek yaptım sana ister misin?"diyen babaanneme bakmadım. Çatı katındaki piyanomun tozunu nihayet alabilmiştim. İki gündür zihnimi meşgul etmenin yolunu müzikte bulmuştum. Sürekli buraya gelerek farklı şeyler çalıyordum. "İstemiyorum."dedim. Babannem bu halime çok üzülüyordu ama benimde elimden gelen buydu. Ben hayatımda ikinci kez annemi kaybediyordum.

 

Ve bu kez geri dönüşü yoktu.

 

İlkinde küçüktüm. Daha liseye gidiyordum, onun beni bir mektupla terk edip gittiğini öğrendiğimde. Şimdi ise 29 yaşında koca bir kadındım, ama hala onun geri geleceğine umut beslediğimi, onun cesedini görünce anlamıştım.

 

Ve bu his iki gündür beynimi, kalbimi kemiriyordu. Belki de onu ben bulmalıydım. Karşısına geçip neden diye sormalıydım. Tanışmalıydım onunla. Geç kalınmışlıklar bu ara epey meşguldü zihnimde. Yaşanamamış tüm anılarında acısı yüklenmişti sırtıma, hepsini yük diye taşımak omuzlarıma ağır geliyordu.

 

"Ama olmaz ki böyle mojâ cerkâ.İki gündür lokma geçmedi boğazından."(kızım)dedi. Hala kapının kenarında dikiliyordu. Bense nota kağıtlarına boş bakışlar atıyordum. "Çalışmam gerek babane. Müsadenle."dedim sadece. Beni anlıyacağını düşünüyorum.

 

"Peki kızım. Sen nasıl istersen. Sen iyi ol yeter bana."yine beni anladı. Sessiz adımlarla odadan çıktı. Ardından kapıyı kapatmamıştı. Piyanonun notalarını duymak istiyordu. Her gün kapıma gelip bişeyler yedirmeye çalışıyor. Başarılı olmayınca da kapıyı açık bırakıp gidiyordu. Sessiz notalarımı kapının dışından dinlediklerine eminim ama onları görmemek için artık yüzlerine bile bakmıyorum. Eğer bakarsam içimde taşıdığım tüm yaslarım ayaklarımın dibine dökülecekti. Güçlü kalmak omuzlarıma yüklenen en ağır yüktü.

 

Altında eziliyorum.

 

Tüm yükleri öylece bırakmak isteyen yanımı susturdum.Parmaklarımı piyanonun tuşlarına yasladığımda, babamın iki gün önce bana söylediği türkünün notalarını çıkardım. İki gündür aralıksız sadece bu türküyü çalamaya uğraşıyordum.

 

Ölem ben ölem ben

Kurban olam ağzındaki

Dile ben gelin dile ben

Ölem ben ölem ben

Kurban olam ağzındaki

Dile ben gelin dile ben

 

Piyonun tuşlarında sakince dans eden parmaklarımla notlar bir yükseliyor bir alçalıyordu. Bu türküyü sadece onun anısına çalmaya başladım, onu anmak için. Ayaklarımın girmediği mezarına belki de bir türküyle yakın olmak için. Cenazesine dahi gidemedim. Babamın gidip gitmediğinden emin değilim ama bana sorduğunda ona hayır demiştim. Gitmek istemediğimden değil, ona gittiğimde ne söyleyeceğimi bilemediğimdendi. Belki bir gün mezarına gidecek cesaretim olurdu.

 

Bir merhabaya sığamayan hikayemiz, belki bir elvedaya sığabilirdi. İçimde ona karşı veda etmek isteyen bir yanım vardı. Gözlerine değil kabrine bakmak da benim nasibime düşendi.

 

 

Yüce dağlar size var mı zararım zararım,

Yar yitirdim uğrun uğrun ararım gelin ararım.

Ben o yâri her gelenden sorarım sorarım,

Güvendiğim dağlar elime geldi elime geldi.

 

 

Müziğin eşsiz bir ruhu vardı. Hangi anılara gitmek istersen seni o anılara ışınlayan. Müzik bir ruha bürünüp seninle konuşur çoğu zaman. Bazen ağıtlar yaktırır, bazen güller açtırır yüzünde. İçimde bir yere dokunuyordu bu türkü. Ormanda yerde uzanmış, kanlar içindeki sarışın kadın beliriyordu zihnimde. O cesede bakarken içimin nasıl kanadığını anımsatıyor, kan kokusunun ağırca sindiği her bir yaprağı.

 

Zihnim bile bu kirli oyuna ortak oluyor. Notalar bir ezgiden çok yağlı urgan misali geçiyordu boynuma. Ve ben bu acının somut bir tarifini yapamıyorum. Sadece zihnimin dalgalarına vuruyor yeşile çalan küskün bakışlar. Biliyorum, tanıyorum o bakışı.

 

Çocuk Sumru'nun anne özlemi şiddetli dalgalarla vuruyor zihnime.

 

O küçük kızı teselli edecek tek kelimem yok. Bakışları öyle masum ve hüzün dolu ki, yüreğimi parçalıyor her bakışı. Dizleri kanadığında anne diye ağlayan ve bu ağlayışın bir karşılığı olmadığını fark ettiğinde büyüyen güçlü kız, minik dizlerinden öpüyor, küçük kalbini şefkatle sarmalıyorum. Seni bu kadar yalnız bırakan bir kadın, seni asla hak etmedi. Seni böyle perişan eden o kadın, içinde biriken tüm güzel duygulara ihanet etti. Oysa hiç bilemeyecek ki, kapına gelse affederdin. Herşeye rağmen sarıp sarmalardın onu. İşte o zaman 9 yaşındaki Sumru da 19 yaşındaki Sumru da 29 yaşındaki Sumru da huzur bulurdu.

 

Belki de affetmek gerekiyordu.

 

Son notaya geldiğimde parmaklarımın ritmi duruldu. Notaların üstünde kayarak sona geldim. Uyuşan parmaklarımı piyanodan kaldırdığımda arkamda duyduğum nefes sesiyle duraksadım.Duyduğumda emin olduğum adım sesleri odanın içinde yankılandı. "Neden burdasınız?"insanları nefes sesinden ayırt edebilmek gibi özelliklerim vardı. Ama onu adım seslerinden tanıyorum. Derin bir soluk bıraktı odamın içine. "Çok güzeldi."dedi. Bir kaç büyük adımla yanıma geldi. Piyanonun eskimiş yüzeyine ellerini yasladığında nefesi saçlarıma vurdu. "Yaşanmışlığı var. Kaç yaşında başladın çalmaya?"bunu öğrenmek için gelmiş olamazdı. Yine de bakışlarındaki merak tohumları benimle ilgili yeni bir bilgiye aç gibiydi.

 

Merakını bir an için görmezden geldim. "Neden burdasınız Savcım?"diye yeniledim sorumu.

 

Bakışları sorumla kısıldı. İstediğimi almadan ona cevap vermeceğimi fark etti. "Babanla konuşmam gerekiyordu. Piyanoyu kaç yaşında çalmaya başladın?"konudan konuya atlama hızına yetişemiyordum. Merakı epey ileri düzeyde ve ısrarcıydı.

 

"8 yaşımda."

 

"Çocukluk tutkun muydu?"bu bir soru değil tespitti. Yinede sesindeki saf merakı baskın şekilde ortaya serildi. Benimle ilgili bir şeyi bu kadar merak etmesi kafamı karıştırıyordu. Yinede onunla saçma muhabbetler yapmak bana iyi geliyordu. Şuan bu saçma muhabbeti yapmaya, bu kadar ihtiyaç duyacağımı hiç düşünmemiştim. Sanki şu anda ihtiyacım olan tek şey onun saçma sorularıydı. Yada sadece oydu...

 

"Evet, çocukluk hayalimdi.Çok istiyordum babamda beni kırmadı."dedim tek nefeste. Oturduğum küçük tabureden kalkıp karşısına geçtim. Salaş ev halimle berbat görünüyordum. Ama o umursamadan bana doğru bir adım atarak yaklaştı.

 

"Çok güzel çalıyorsun. Belki birgün başka notalarda dinlerim."dedi. Yeniden onun yanında piyano çalmamı mı istiyordu? Ben bu zamana kadar ailem dışında kimsenin yanında çalmamıştım. Onun geldiğini fark etseydim de çalamaya devam etmezdim.

 

"Dinlemezsiniz."diyerek kestirip attım.

 

"Neden? Bana çalmaz mısın?"

 

"Hayır, ailem dışında kimsenin yanında çalmıyorum." dedim bu konudaki çizgimi ona göstererek. Ekibin yanında çalmaya fırsatım olmamışken onun yanında çalmak ne kadar doğru olurdu? Beni kendi büyüsüne çeken bir yanı vardı.

 

 

"Ben kimse olurum, sen çalarsın. Sonra da unuturuz." diyerek ısrar etmeye devam etti. Bana bakan mavilerinde deli bir inat vardı. Ama ona yenilmeye niyetim yoktu.

 

"Ben bişeyleri unutmada iyi değilim. Çok keskin bir hafızam vardır."

 

"Ben unuttururum."diye konuştu deli bir özgüvenle.

 

"Sanmıyorum. Benimle bir şey mi konuşacaktınız?" konuyu değiştirmenin en iyisi olduğunu düşündüm. Oyunbaz bakışları bu isteğimi yakaladı ve bana uyum sağladı.

 

"Evet,"

 

"Nedir?"

 

"Asuman Taşkın davasını ben aldım. Sonuca ulaşmak için elimden geleni yapacağımdan emin ol." dedi. Bana güven veriyordu. Katili bulmadan bu işin peşini bırakmayacağını çakmak çakmak yanan mavilerinden anladım. "Tamam," diyebildim sadece başka ne denirdi bilmiyorum. Boğazıma yeniden bir düğüm atılmıştı. "Tamam," dedi oda beni taklit eder gibi. Bakışları tüm yüzümde gezindi. En çokta alnımı kapatan kaküllerim, sağ yanağıma yığılan çillerimde oyalandı. Bakışları en sonunda durgun elalarımda durdu. Mor göz altlarım, solan yüzümle berbat haldeydim. 2 gündür toplasan 3 saat ancak uyuyabilmiştim. Düşünceler beynimde cirit atarken de uyuyabilmem mümkün değildi.

 

"Sumru," diye seslendi ruhuma. İyi misin diye sormak yerine adımla sesleniyor, hasar tespiti yaparcasına elalarımı didikliyordu. Beni iyi görmek isteyen yanı deli bir istekle gözlerinde parlıyor, bunu belli etmemek için sık sık gözlerini kaçırıyordu. Bu halleri onu tanıdığım tüm yanlarına güçlü bir darbe savuruyor, bazen küçük bir çocuk gibi oluyordu. Kendini saklayamadığı anlarda gök mavileri duru bir deniz oluyor. Tıpkı şu an olduğu gibi...

 

"Sumru," ismim dudaklarından alev gibi çıkıyor, kulaklarıma dolduğunda içimi yakıyordu. Ateş olduğundan habersizce Ardil diyordu bana. Asıl yürek ateşi oydu. Tek bir sözüyle içimin bu kadar çekilmesi delilikti.

 

"Efendim," dedim boş bulunarak. Dudağının ucu havaya kalktı.

 

"Sumru," diye yeniledi. Oyunbaz bir tavırla. Ona ismiyle hitap etmemi beklediğinin farkındaydım. "Falaz," diyerek ona istediğini verdim. Adıyla seslenmem için yanan bakışları, ismini benden duyduğu anda pare pare döküldü. Bir avuç kül doldu genzime. Dudakları daha çok gerildi. Güzel bir gülümsemeyle baktı gözlerime. "İyi olmaya çalışıyorum." dedim sadece. Ama o bakışlarımdaki çaresizliğimi de yorgunluğumu da gördü. Yine de bir şey söylemedi. Sessiz bakışları çok şey anlattı.

 

Gerçekten iyi misin?

 

Gözleri çok şey söyledi ama benim için en net olanı buydu. Başımı hafif bir açıyla eğerek baktım ona. Uzun boyundan dolayı başımı geriye yatırmak zorunda kalıyorum. Başımın omuzlarına denk geldiğini o an fark etmiştim. Benim boyumda kısa değildi. Hatta kadın ortalamasına göre uzun bile sayılırdım. Ama onun yanında küçük bir çocuk gibi kalmam, onu dev bir cüsseye sahip olmasından kaynaklanıyordu.

 

"İyi ol, hayat kötü olmak için çok kısa."

 

Mavi bakışlarıyla yarım adım daha attı. Parmakları elimin sırtına sürtündüğünde nefesim kesilir gibi oldu. Bunu artık bilerek yaptığının farkındaydım. Parmakları ne zaman elime değse teninden tenime yayılan sıcaklıktan etkileniyorum. Tüplerim ürperiyor, kalbim deli bir istekle tekliyordu. Kokusu genzimi yakarak döküldü içime. Gök mavileri gözlerime tüm yoğunluğuyla baktı.

 

"Kalan izninde güzelce dinlen. Ekibin gözü yolda kaldı. Fazla bekletme." dedi. Ekibi düşünmesine başka zaman olsa göz devirirdim. Ama " Her gün geliyorlar, arıyorlar." dedim. Başımı dikip, burnumu havaya kaldırdım. Bu tavrım hoşuna gitmiş olsa gerek yarım bir gülüşle karşılık verdi. Ona diklenmem, dişimi çıkarmam hoşuna gidiyordu.

 

" Ekibin işlerini yapmak yerine tüm gün seni düşünüyor.Sen gelince belki yeniden işlerine odaklanabilirler."bir ekibe laf sokmadığı kalmıştı. Berkun la derdini anlayabilirdim ama diğerleri hiç birşey yapmamıştı. "Bulmaca Ustaları işten kaçmaz. En iyisini yapmak için ellerinden geleni yaparlar."diyerek ekibi savunma moduna geçtim. İkinci ailem dediğim insanları kimseye yedirecek değildim.

 

"En iyisi olmak için ellerinden geleni yaparlar demek.Görelim bakalım gerçekten öylemi."dedi. Daha çok kendi kendine konuşur gibiydi.Çatılan kaşları düzeldi yüzüne yayılan muzip pırıltıları farkettim. "Aklınızdan ne geçiyorsa bunu unutun."demek zorunda hissettim. Zira ekip ondan çokta haz etmiyordu. Onlara böyle sert davranmalarına daha çok bileneceklerdi. Savcının umrunda olmadığı için tek kelime etmeden yamuk bir şekilde güldü.

 

"Kendine iyi bak."elimin sırtına değen parmakları çok hafif hareket ederek elime temas etti. Nefesim sekteye uğradığında o bunu umursamasan arkasını dönerek ilerledi. Savcı odadan çıkmasına rağmen elinin sıcaklığı hala elimin üzerindeydi. Tenimde ılık bir meltem esti, her harareti böyle başımı mı döndürecekti? Hala arkasından sersem gibi baktığımı fark ettiğimde kendime gelerek bende odadan çıktım. Dış kapıya yönelen adımlarım babamla Savcıyı gördüğüm anda duraksadı.

 

"Asuman hanımla en son hangi tarihte konuştunuz?"diye sordu Savcı. Derin bir yutkunuşla gelecek cevabı bekledim. "25 sene önceydi. Görüşmemiz 10 dakika bile sürmedi."dedi babamda. Ben 4 yaşındayken nerde karşılaştıklarını ne konuştukalarını merak ettim.Yine de sessizliğimi koruyarak onları dinlemeye devam ettim.

 

"Daha sonradan sizinle iletişime geçemeye çalıştı mı? Ya da Asuman hanımdan bir haber aldınız mı?"diye sordu Savcı. Rahat bir tavırla ellerini cebine koydu. Bir Savcı olarak görevini yapıyor olsa da babamı bu kadar köşeye sıkıştırmasından hoşlanmamıştım.

 

"Geçmedi. Yada geçemedi. 25 sene evvel başkasıyla evlendiğini duyunca, benim için öyle biri yaşamadı hiç. O günden sonra adı bile anılmadı bu evde."dişlerinin birbirine vurma sesini duydum. Babam konu annem olduğunda yıllardır hem kırgın hem kızgındı. İlk kez açıkça ondan bahsediyordu. Sadece bahsi bile geçse ne kadar rahatsız ve üzgün olduğunu görebiliyordum.

 

Savcı başını sallayarak onayladı. "Kartımı bırakayım. Aklınıza başka bişey gelirse beni arayabilirisiniz."diyerek kartını babama doğru uzattı. Babam kartı alarak elini Falaz'a uzattı. Erkeksi bir tavırla tokalaşıp geri çekildiler.

 

"İyi günler,"diyerek kapıyı kapatan babam arkasına döndüğü anda göz göze geldik. Günler sonra ilk kez gözlerine bakmanın hüznüyle boynum büküldü. Babam bir kaç adımla hızla yanıma gelip sıkıca sarıldı. "Özür dilerim babacım."bedenimi kendine çekerek sıkıca salırdı. Saçlarımı okşadı, öpücükler kondurdu. Sardı sarmaladı tüm kalbiyle. Bir an bile elini üstümden çekmeden öylece kaldık.

 

Bir yanlışın ortasında, iki ölüm birbirine kenetli şekilde.

 

"Baba ona gidelim mi?"

 

Kelimleriminim bile hüznü vardı. İçime sığmayan, ama bir umut bir vedaya sığdırabileceğim. "Olur babacım, gidelim."beni destekleyerek sırtımı sıvazladı. Bugün değil ama bir gün onunla vedalaşmak için mezarına gidecektik. Onunda vedalaştığımızda içimizdeki bu hüzünde, onunla birlikte gömülecekti toprağa. Akamayan göz yaşlarımız, belki o gün akar toprağa karışırdı. Üstümüze sinen yas son bulurdu.

 

Bugün değil ama bir gün onunla sonsuza denk vedalaşacaktım.

 

Biz onunla bir merhabayla tanışmadık ama bir elvedayla tanışacağız..

 

 

 

 

 

🪦

 

 

 

 

 

Yeniden aynı döngüde sürüyor hayat. Başladığımız noktada biten hikayemiz yeni bir serüvenle devam ediyor. Her yeni günde yeniden başlıyoruz yaşamaya. İnançlarımız, umutlarımız bizi yeniden bağlıyor hayatın akışına.

 

Yaşa diyor arsızca..

 

Yaşa ki anla, ölüm yaşamın sadece bir nefesi. Sen binlercesini görmedin daha...

 

Oysa ben binlerce ölüm nefesi gördüm. Bir yudum yaşam için çırpınan onca bedeni tanıdım. Bildim. Benden öncede sonrada hayat devam ediyor. Yaşadım bende arsızca. Yaşamanın ölüm olduğunu bilerek yaşadım.

 

Ölmedim ama ölümün nefesini her seferinde yüzümde hissettim.

 

Ayaklarım daha sağlam basıyordu, attığım adımlar zeminde tok ses bırakarak yankılandı. Kendimden emin adımlarla ilerledim koridor boyunca. Bir haftalık iznimi doldurmadan burada bulunduğum için Talat amirden ayrı, Savcıdan ayrı azar işitecektim ama bunu şu an umursamıyorum. Topuğumun altında ezilen zemin titriyor ama ben başım dik ilerliyorum. Yanımdan geçip giden insanlar bana bakıyor ama gözlerimi hiç kimseye değdirecek gücü bulamıyorum.

 

Eninde sonunda yüzleşecektim. Kaçmak bana göre değildi.

 

"Sumru,"ismimi duyduğum anda adımlarım durdu.Arkamdan gelen adımlar aceleci ve toktu. Sert zemini döverek ilerliyordu, beni dövmesi de yakındı. "Kızım senin ne işin var burada. Kendinle zorun mu var?"diye azar çeken Talat amir hızlı adımlarla karşıma geçti. Gözleri deli öfkeyle parlarken benimle göz göze geldiği anda öfkesi çekildi. Yerini kesik bir hüzne bıraktığında, gözlerindeki hüzün canıma battı. "Amirim ben,"diye başlamadan sözümü kesti.

 

"Bakıyorum, ve gördüklerim hiç hoşuma gitmiyor. Senin evinde dinleniyor olman gerekiyordu kızım." Azardan vazgeçip baba modunu açmıştı. Bizim için baba dan bir farkı yoktu. Elinde büyümüştük hepimiz. Daha toy bir genç kızken tanışmıştım Talat amirle mesleğe başladığım ilk yılda. Kol kanat gerip sahip çıkmıştı her birimize. Ne olursa olsun bizim arkamızda durmaktan, bize inanmaktan vazgeçmemişti. Adam gibi adam. Baba gibi babaydı.

 

"Haklısınız Amirim. Ama daha fazla duramadım. Lütfen sizde beni anlayın. Benim çalışmam lazım."kendimi daha iyi hissedeceğim yer şüphesiz burasıydı. İkinci evim, ikinci ailem. Bana her koşulda destek olan, elimi bırakmadan bu yolda benimle yürüyecek insanlar. Ama benim herkesten önce tek bir şeye ihtiyacım vardı.

 

Adalete.

 

"Ben seni anlıyorum. Acını da yasınıda, sende beni anla. Ben seni kızım gibi seviyorum. Bir kızım yok belki ama Esilayda sende benim kızım gibisiniz. İkinizlede gurur duyuyorum. Sonuna kadar da arkanızdayım. Ama ölenin yasını ertelersen, gün gelir ertelediğin o yasta boğulursun. İçine çeker seni, yakanı bırakmaz. Acınıda yasını da zamanında yaşa ki, akıp gitsin ruhundan."sert elleriyle omzumu sıvazladı. Gözleriyle sarıp sarmaladı. Baba gibi sıcak ve şefkatliydi bakışları.

 

Beni bu koşulda anlayabilecek tek insan Talat abiydi. Sözleri kör bir bıçak darbesi gibi kanatsa da kalbimi, söylediklerinde haklıydı. Ertelediğim bu yas bir gün içimden patlayacaktı. Beni yok etmek için şah damarıma dayandığında, en çok korktuğum şey kendimi kaybetmemdi. Bir daha bulamayacağımı bilmekse tek bir kurşunu beynime sıkmaktan farksızdı.

 

"Ben bunları sen dağılma, toparlan diye söylüyorum."demeyi de ihmal etmedi.Haklıydı ama ben evde oturup, bir vedaya bile sığdıramadığım bir acıyı yaşamaktansa, işime odaklanıp bu acının hırsını çalışarak ödemeyi tercih etmiştim. Bazen bazı tercihlere de saygı duyulmalıydı. Şu an en çok o saygıya ihtiyacım vardı. "Abi,"dedim sadece. Gözlerine karşı beni anla diyordum. "Canım kızım."diyerek beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Genzime dolan yaşlar gözlerimden akmasın diye kendimi sıktım. Tırnaklarım istemsiz bir hareketle avucuma battı. Canım kökünden sarsılırken öylece dik durmak en iyi bildiğim yalandı. Farkında bile olmadan bu yalanın en usta oyuncusu olmuştum.

 

"Yaralı kızım, güzel kızım."diyerek sırtımı sıvazladı. Kalbindeki sevgisi öyle büyüktü ki, bu dünyaya baba olmak için gelmiş gibiydi. Hayat bu ya en çok istediğini elinden alır, seni onsuz yaşatırdı. Kulağa zalimce gelse de kaderin oyunu çetrefilli bir labirentti. Okların sana ne zaman döneceği belli olmuyor, döndüğü anda ise canını yakmadan bırakmıyordu. "Ölüm böyle habersiz çalar kapını, böyle ansızın yakar canını. Ölüme karşı çıkmak değil. Arkasından usülünce yasını tutmak kalır bizede."dedi hüzne bulanmış sesiyle. Onun yası hiç bitmeyecekti. Kalbinden sökülmeyen aşkına da ondan giden oğluna da kalbinde beslediği yas ve sevgi hiç tükenmiyordu. Böyle koşulsuzca sevmek, yaşlanmış omuzlarına yük olsa dahi sevmekten usanmıyordu.

 

Kendimi sıktığım bedenim yavaşça bedeninden koparken, sırtıma pat pat vurarak benden ayrıldı. "Hadi git. Seninkiler seni merak etmekten dağıldı." diye söylenmeyi ihmal etmedi. Beni ileriye doğru itekledi kendisi de arkamdan geliyordu. "İşlerini yapamadılar sen yokken."Falaz da benzer cümleler kurmuştu. Aile olmak böyle bişeydi. Bir kişi yıkıldığında diğerleri de onunla birlikte yıkılırdı. Ayakta kalabilmek için hepimizin tam olması gerekiyordu.

 

Odanın kapısına geldiğimde beklemeden içeriye girdim. Bilgisayar başında işini yapan Esilay, Tuna ve Ereni gördüm. Kapı sesiyle onlarda bana döndüğünde bakışlarımız kesişti. "Sumru,"diyerek hepsi birlikte üzerime doğru geldi. "Nasıl merak ettik seni, içimizi kemirdik seni göremedik diye."diyerek yanıma gelip beni boğma aşamasında sarıldı. "Nasıl özledim."diye çıkan sesi titredi. "Kızı boğdun yeter artık."diyerek Esilayı üzerimden alan Tuna'yla derin bir nefes aldım.

 

"Seni çok merak ettik. Daha iyi misin?"bir turda onunla sarılıp iyi olduğumu bir kez daha söyledim. Ardından Erenlede sarıldık. Bir şey söylemedi ama sarılması bile yetti. Hepsi iyi olduğumu görmek için gözümün içine bakıyordu. Onlar beni bu kadar sahiplenip severken iyi olmamak da mümkün değildi. Hafif bir tebessümle gülümsedim hepsine. Hepsi bu anı bekler gibi rahatlayıp olduğu yere çöktü. Ben kolay gülümsemezdim, ama onların sevgisiydi bana tebessüm ettiren. Onların dostluğu, kardeşliğiydi böyle dik durmamı sağlayan. Biz gerçek dost, gerçek bir aileydik. Bunu kimsenin bozmasına da izin vermezdim.

 

"Berkun nerede?"diye sordum gülümseyerek bana bakan ekibe.

 

Eren oturduğu yerde dikleşti."Raporları teslim etmek için Savcnın yanına geçti."dedi. Dertli bir nefesi koyverdim. "Berkun ve Savcı tek başına bir odada mı?"diye sordum dayanamayıp. Kafasını aşağı yukarı yaparak beni onaylayan Esilayla bu kez sinirli bir nefes aldım. "Berkun zaten mimli. Siz deli misiniz? O ikisinin yan yana bir ortmada bulunmaması gerekiyordu?" bende burda değildim. Berkunun arkasını her daim kollardım. Bunun için belki en çok bana gelirdi. Bilirdi sessiz sedasız arkasını toplardım, oda bana sözsüz bir teşekkür ederdi.Bazen bir çikolatayla bazende tek bir bakışla. Bizim anlaşmak için kelimelere ihtiyacımız yoktu. Aramızdaki bağ öyle derin ve sarsılmazdı.

 

"Kendisi götürmek istedi. Bizde anlamadık."diyen Tunaya baktım. Başımla onayladım. Bir bildiği vardır diyerek bu konuyu kapattım. "Dosya almışsınız."dedim. Rastgele muhabbet açmak için. "Aldık da ilerleme kaydedemedik."dedi Eren. Yüzündeki sıkıntılı ifade ayan beyan ortadaydı.

 

"Ne oldu? anlatın banada."

 

"Genç bir kız intihar mektubu bırakarak öldürülmüş. Herkes intihar desede uyumayan noktalar var."dedi elindeki mavi kapaklı dosyayı bana doğru uzatarak. "Hangi noktalar uyuşmuyor?"dosyayı açıp çektiği resimlere baktım. Genç bir kız bilekleri kesilmiş bir şekilde bir küvetin içinde uzanıyordu. "Kız çok dakik ve çok başarılı bir öğrenci. Hiç bir dersi kaçırmıyor. Ama o gün eve ders saatinde gelmiş. Okul çıkışı ve sokaklarda bazı kameralara yansıyan görüntüleri var. Korkmuş gibi sürekli arkasına bakıyor. Tedirgin adımları yüzünden bir kaç kez düşmekten son anda kurtuluyor. Ve sürekli telefonuna bakıyor. Telefonu olay yerinde çıkmadı. Ekip numaradan bişeyler bulmak için uğraşıyor. Otopsiye de ailesi izin vermedi ama ölüm sebebi fazla kan kaybı."

 

"Kızın okul arkadaşları ve ailesiyle konuştunuz mu?"

 

"Evet, ama ordan bişey çıkmadı. Hepsi kızdan çok memnun. Çok çalışkan ve düzgün bir öğrenciymiş."dedi Esilay.

 

"O gün gerçekten peşinde biri var mıymış? Oturduğu semtte bir araştırma yapılmış mı?"diye sordum bende. Hala önümdeki fotoğraflara bakıyordum. "Cinayet şube ilgileniyor."diye yanıtladı Tuna.

 

"Evin içinden herhangi bir ayak izi yada parmak izi?"

 

"Çıkmadı.Heryer tek tek kontrol edildi."

 

"Berkun balkon ve pencereleri de kontrol etti mi?"diye takıldım bu kezde. Berkun takıntılarından ödün vermezdi.

 

Esilay, Eren ve Tuna öylece bana baktı. "Hayır,"dediler koro şeklinde. Hepsinin bana bakan gözlerindeki şaşkınlığı okudum. "Nasıl hayır? Berkun bu evin altını üstüne getirmeden bırakmaz."diye ısrar ettim. Ama hepsi önce birbirine ardından bana baktı. Söylemeye çekindikleri ben miydim? Benim yüzümden mi bu kadar dağılmıştı?

 

"Benim yüzümden mi?"bu bakışların başka anlamı yoktu.

 

Derin bir nefes veren Esilay bana doğru eğildi. Elini elimin üstüne sardığında bakışları ilk kez bu kadar hüzün doluydu. "Sen yokken dağıldık biraz. Gelip bizi toparlamana ihtiyacımız varmış."dediğinde boğazıma oturan yumruyu yutkunmakta zorlandım. Mavi irislerinde yaşlar titreşti. Ağlıyacağının oda farkındaydı ama kendini elinden geldiğince sıktı. Elimi saran parmakları da sıkılaştı. "Birimiz eksik olduğunda biz Bulmaca Ustaları olmuyoruz. Yapboz tamamlanmıyor."duygusallığın dibine vurmuşlardı ben yokken.

 

"Esilaya katılıyorum. Sen yokken eksik kaldık."diyerek Esilaya destek oldu Tuna'da.

 

"Sen bişeyler söylemeyecek misin?"diye Erene döndüm. Ellerini masaya yaslamış olağanca rahatlığıyla bize bakıyordu. "Hayır,"diyerek omuz silkti. Her zamanki soğuk kanlılığını koruyan tek kişinin Eren olması beni şaşırtan diğer etkendi. Bu davranışı Berkun da bekliyordum. Ben yokken başlarında durup önderlik eder, toparlar sanıyordum. Tam tersi yokluğumda dağılmaya yer arıyorlarmış.

 

"Neden abicim, sende bir şeyler söylesene. Duygusuz musun?"diye çıkıştı Tuna. Eren onu ciddiye almadı. "Siz ekibin tüm duygu durumunu karşıladığınız için birimizde ciddi kalalım."Tuna ciddi bakışlarıyla Ereni süzdü ona hak verircesine onayladı. "Bir insan hep mi doğruyu söyler. Hep mi haklı olur. Adam haklı."diye mırıldandı. Hepimizin duyduğundan habersizce konuşuyor gibiydi. "Boşuna bu ekibin ciddi kişisi değil. Adam haklı olmak için gelmiş dünyaya."hala konuşuyordu. Masada diktiği bakışları bize kaldırdığında durdu. "Ne, ne oldu?"diye bir anda yükseldi. "Sesli konuşuyordun."dedi Esilayda. Tuna'nın çatık kaşları gevşedi. "Olabilir, insan sesli konuşmaz mı? Oda mı yasak bu ekipte. Yazıklar olsun."diyerek daha da yükseldi. Bir anda ayağa kalkıp odanın çıkışına yöneldi. Garip hareketleri hız kesmeden devam ediyordu.

 

"Ben gidiyorum sakın peşimden gelmeyin."diyerek kapıyı açtı. Arkasında kalan Berkunu fark etmeden arkaya doğru adımlamaya devam etti. "Gelmeyin."diye yükseldiği sırada Berkunun bedenine çarptı. Kafası karışmış gibi arkasına döndü. Berkunu gördüğünde daha çok gerildi. "Hah ekibin atarlısı da geldi."Berkuna toslayan adımlarını geri çekti. Kapının üzerinde kalan eli araya girerek Berkunu geriye çekti. Yanından sıvışarak kaçtığında Esilay ve Eren kahkahalarını tutamadı. Onların gülmesiyle Berkun Tuna'nın arkasından bakmayı bırakıp başını bize çevirdi. Beni fark ettiğinde diğerlerini umursamadan bana doğru geldi. Bedenimi kolumdan çekerek yukarıya kaldırdı ve bir anda sıkıca sarıldı. Kolları bedenimi sıkıca kavrarken eli yavaşça sırtımı sıvazladı.

 

Berkun bu hayatta beni en iyi anlayan insandı. Önce annesi sonra da babası tarafından terk edilmiş bir çocuktu. "Sumru,"dedi sadece. İyi misin diye sormadı. Neden burda olduğumla ilgili nutuk da çekmedi. Sadece sarıldı, şefkatli bir sarmalamanın yanında beni anlayan bir hisle sarıldığını fazlasıyla belli ediyordu. Diğerlerinin bu andan sonra odadan çıktığını göz ucuyla gördüm. Kapıyı arkalarından kapattılar. Biz öylece bir kaç dakika daha sarıldık. Kollarını sıkıca etrafıma dolayan kolları bedenimi biraz daha sıktı.

 

Nefeslerim sekteye uğradığında bir elimi kaldırıp koluna vurdum."Berkun nefes alamıyorum."dediğimde kollarını biraz da olsa gevşetti ama ben daha fazlasına izin vermeden yavaşça ayrıldım. Keskin kahveleri elalarıma denk düştüğünde gözlerinde gördüğüm tek duygu şefkâtti. Merhametli bir hüznü vardı. Kolay kolay çevresine yansıtmadığı içinde yaşadığı acıları. Onu okumak çoğu zaman zordu. İstediğinde öyle kapalı bir kutu olurdu ki, çözmeye çalışmam epey zamanımı almıştı. Aynı dili konuşmaya başlamamızsa acılarımızı anladığımız noktada baş göstermişti.

 

"Sende hesap sormayacak mısın? Neden burdasın diye?"sormayacaktı. Beni anlıyor, anlamaktan daha fazlası görüyordu. İçimde kopan fırtınaları, o fırtınalarda yaşadığım her bir duygu kırıntısını görüyordu. Kaçmıyordu. Çünkü; onunda içinde uğurlayamadığı insanlar vardı. Görmezden gelmiyordu. Benzer duyguları misafir edip, benimle aynı yollardan geçmişti.

 

Aile; her koşulda ikimizinde aynı yarayı aldığı tek mevkiydi. Ne kovabiliyorduk bu acıları, ne de doğru düzgün sarılıp sahip çıkabiliyorduk. Yaşıyorduk sadece… Günün birinde uğurlayacağımız bir dost gibi yanı başımızda tutarak yaşıyorduk.

 

"Hayır,"oldukça net ve kesin bir cevaptı. Bana bakan gözleri tüm yüzümü turlayarak hasar tespiti yapıyordu. Keskin kahveler istediğini almış gibi rahatladı. Başını yana eğerek bana üstten bir bakış attığında tespiti sadece"İyisin," oldu. Başka bişey konuşmadı ama eli kolumu sıvazladı. Burdayım, her zaman yanındayım der gibi. Konuşmadı ama bana çok şey anlattı.

 

Ağır bakışlarından kaçmak için konuyu başka yöne çektim."Bulduğunuz cesette kızın evinin pencere ve balkon kapılarına bakmamışsın?"diye sorduğumda alakasız sorduğum soruyla rahatladı. Sanki oda bu anı bekliyor gibi bir adım geriye giderek tam karşımda durdu. "Unuttum."Berkun için bir ilki bu durum. İşi söz konusu olduğunda hiç bir detayı es geçmezdi. Unutma gibi bir lüksüde yoktu. "Sen, unuttun?" dediğimde ise yüzünde ki rahatlamaya karşı hafifte bir tebessüm oluştu. "Sadece unuttum Sumru. Dalgındım. Aklıma bile gelmedi bakmak. Yeniden gideceğim bakmak için. Bende insanım. Bazen bu detayı atlıyorsunuz."unuttum dediyse unutmuştur. Haklıydı ama Berkun için bir ilk daha kimseye bu kadar uzun açıklama yapmazdı. Unuttum der geçerdi. Yada gözden kaçırmışım derdi. Kimsenin karşısına geçipte kendini bu kadar uzun anlatmazdı.

 

"Haklısın, sende insansın ve unutabilirsin."diyebildim sadece. Aklımdan geçenleri bir ara uygulamaya dökerdim ama şu an hiç zamanı değildi. Bir adım geri giderek gözlerine bakmaya devam ettim. "Savcı hala odasında mı?"anında kaşları çatıldı ifadesinde kara bir rüzgar estiğinde "Ne iş? Savcıyla ne yapacaksın?"dedi. Hesap sorar tavrı yine hoşuma gitmedi. Tek kaşım istemsizce havaya kalktığında artık ikimizde aynı sınırlarda öfkeliydik.

 

"Dava dosyasıyla alakalı konuşmam gerek."diyerek kestirip attım. Karşımda o değil başkası olsa bu açıklamaydı dahi duyamazdı. Ona olan saygımdı bana kendimi açıklatan. Çantamı yeniden omzuma ittirdim. Odadan çıkmak için bir adım attığım anda kolumdan tutarak engel oldu.

 

"Savcı, annenin davasını mı almış?"kendince çıkarımını yapmıştı. İşte Berkun buydu. Gerçek Berkun şu an karşımda duran bu zeki adamdı. "Kendine gelmene sevdindim."diyerek kolumu elinden kurtardım. "Git kızın evine yeniden incele."dedim kapıdan çıkmadan. Arkamdan öylece baktığının farkındalığıyla odayı terk ettim. Bakışlarım koridora düştüğünde kimseyi göremedim. Savcı dışında şu an kimseyle karılaşacak durumda da değildim. Adımlarım sadece onun odasının olduğu koridora yöneldi. Yanımdan bir kaç kişi selam vererek geçti. Koridor yeniden boşaldığında Savcının kapısını çaldım. İçeriden gir sesini duyduğumda kapıyı açarak içeriye girdim.

 

"Evet siz halledin gerisini bende."telefonda konuştuğunu fark ettiğim anda olduğum yerde kaldım. Koltuğunda oturarak bilgisayar ekranına eğilmiş bakışları kısıktı. Diğer kulağına yaslı telefonuyla biriyle konuşuyordu. "Tamam."diyerek telefonu karşıdaki kişinin yüzüne kapattı. Bakışlarını bilgisayardan ayırmadan "Evet, dinliyorum."dedi. Baktığı her neyse önemli bir şey olmalıydı. Boğazımı temizleyerek bir adım daha attım. Ona doğru yaklaştığımda başını bilgisayardan kaldırıp bana baktı. Beni gördüğü an göz bebeklerinin büyüdüğüne şahit oldum. Burada olmamdan memnun olmayan bakışları anında çatıldı. Elini masaya yaslayarak oturduğu yerde biraz daha dikleşti.

 

"Sumru,"neden şubede ve odasında olduğumu soruyordu. Ona uzun uzun açıklamak yerine aklımdaki tek gerçeği sundum.

 

"Lafı dolandırmayacağım. Ben Asuman Taşkın dosyasında yer almak istiyorum."dedim öylece. Bana bakan irisleri kısıldı. Doğru duyup duymadığını teyit etmek ister gibi bir kaç saniye sessiz kaldı. Sessizliği arasında bakışlarıyla tüm bedenimi taradı. Hasar tespiti yapan tavrı karşısında göz devirmek istesemde, yeri olmadığını bildiğimden kendimi dizginledim.

 

Düşünceli sessizliğinin ardından, “Bu mümkün değil." dedi. Ayağa kalkıp bir kaç adımla yanıma geldi. Ayakkabılarının ucu benimkilere değene kadar yaklaştı. Parmak uçları yeniden elime yaslandığında kısık bir nefes verdim. Aramızda dağılan nefesim çenesine çarptı. Tüm yüzünde dağıldığında bakışları daha da kısıldı. Gözleri meraklı bir ifadeyle bir saniye dudaklarıma uğradı. Nefes alamayı dahi unuttum. Nefes alamadığımı fark ettiğinde bakışları yeniden gözlerime çevrildi. Haylaz bakan gök mavileri derin bir tebessüme ve sahipliği yapıyordu. Beni böyle köşeye sıkıştırmaktan, nefesimi kesmekten alanken zevk alıyordu.

 

Aramızdaki bu yoğunluğa son vermek ister gibi boğazımı temizledim. "Buna hakkım olduğunu biliyorsunuz. Bu davada yer almak istiyorum. Ne yardımım olursa."diye direttim. Elalarım öyle keskin ve kararlıydı ki, bir adım geriye düşen bedeniyle parmak uçları elimden koptu. "Bu mümkün değil."diye diretti inadıma. Ama ona aldırmadan bu kez üstüne doğru yürüyen bendim. Bu kez benim parmak uçlarım elinin sırtına yaslandı. Göz bebeklerinde gördüğüm büyümeyle neredeyse gülümsüyordum. Onunda bu andan etkilendiğini görmek özgüvenimi yükseltti. Omuzlarım artık daha dikti. Tırnaklarımı ona göstermekten geri durmadım. Havaya dikilen burnum da son derece kendinden emindi.

 

"Ben çocuk değilim. Kaldıramayacağım yükün altına girmem. Bu davada olacağım. Sizde bunu kabul edeceksiniz. Ya güzellikle yada zorla. Seçim sizin."dediğimde gözleri alev aldı. Mavi irisleri alacalı bir kırmızıya boyandığında başımı dik tutarak gözlerine bakmaya devam ettim. Gözlerinde başlayan yangın aramıza sıçradı. Bizi yakamaya hazırdı. Tek bir kıvılcım üzerimize sıçradığında kül olurduk.

 

Bakışları yangın mavisi gibi kızıl bir kırmızıydı. Kumral saçları alnına dökülmüş yorgun bir ifade oturmuştu yüzüne. Uykusuz kaldığını fark etmem uzun sürmedi. “Benim bu yoldan dönmem mümkün değil. Bunu kabullensen iyi olur. Yoksa sen zararlı çıkarsın.”tehditim karşısında derin bir nefes aldı. Dudaklarından dökülen nefesle kaküllerim havalandı. Gözleri tüm yüzümü taradı. Yeniden dudaklarıma değen bakışları derin bir soluğu boğazımda tıkadı.

 

İçime dolan nefesinden bir yudum aldım.

 

Bir yudumda sarhoş oldum.

 

Nefesi, yaşamdan koparılmış bir parça umut gibi serildi yüreğimin ortasına. Kaçmanın artık mümkün olmadığı bir savaş başlattı aramızda.

 

Nefesi nefesimde idam edildi.

 

Kan kırmızı gökyüzü, giden bir kızın nefesine ağladı.

 

 

 

 

🪦

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir bölümün daha sonuna geldik.

 

Umarım severek ve beğenerek okumuşsunuzdur. Zira ben yazarken epey zorlandım. Sumru’nun duygu durumuna adapte olmaya çalışmak çok zordu. Yine de onu anlayarak yazdığımı düşünüyorum.

 

Yazdığım en uzun ve duygu yüklü bölüm buydu. Sumru annesini kaybetti ama ona karşı son görevini yerine getirip onun katillerinin yasaklanmasını istiyor. Ancak bu şekilde mezarına gidip onunla vedalaşabilir.

 

Sumru sizce haklı mı? Siz olsanız ne yapardınız?

 

Falazın kararı ne olacak? Sumru inat etmeye ve ona diklenmeye devam mı edecek? Yoksa boyun mu eğecek hep birlikte göreceğiz.

Bu bölümden sonra duygu yüklü değilde daha aksiyon ve tansiyonu yüksek bölümler bizi bekliyor.

 

Sumru annesinin yasını biraz erteleyip katillerin peşine düştü. Bakalım Surmuyu nasıl bir imtihan bekliyor.

 

Falaz ve Sumru çok iyi bir ikili olur diyenleri de yoruma bekliyorum. Bu bölüm olumlu yada olumsuz yorumu hak etti bence.

 

Yıldıza basmayı, kaydetmeyi ve arkadaşlarınıza önermeyi unutmayın. Bir sonraki bölümde görüşene kadar kendinize iyi bakın.

 

 

Destek hatlarımız.

 

İnstagram: Bulmacaustalar

 

Tiktok: Bulmacaa.ustalarr

 

#bulmacaustaları etiketiyle destek olabilirsiniz.


 

 

Sevgiler

 

 

 

Semyy8

Bölüm : 27.03.2025 19:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...