
Merhaba Dostlar..
Yeni bir bölümle geldim.
Nasılsınız? Ben ufak bir sağlık sorunu nedeniyle bölümü geç yayınlamak zorunda kaldım. Bunun için gerçekten üzgünüm.
Son bölümden sonra artık mendilleri bir kenara bırakıyoruz. Savaş boyalarını sürüyoruz.
Sumru Annesinin katilleri için savaşmaya hazır.
Falaz da Sumruya destek olmaya hazır. O zaman başlıyoruz!
Beğeni ve yorumlarını esirgemeyen okuyuculara çok teşekkür ederim. Lütfen bölümü beğenmeden geçmeyin.
Tiktok hesabımdan bölümlerin fragmanlarını ve kitapla ilgili içerikler yayınlıyorum. Beni oradan da takip edebilirsiniz.
Tiktok: Bulmacaa.ustalarr
İnstagram: Bulmacaustalar
#bulmacaustaları etiketiyle desteklerinizi bekliyorum.
Keyifle okuyun..
Sezen Aksu - Hasret
Sezen Aksu - Farkındayım
Göksel - Karar Verdim
Üç Nokta Bir - Dediler Ki
Ezgi Erdoğan - İz bırakan Yaralar
Ariana Grande - God is a Women
Sumru Eryavuz
Şimdi bazı şeyleri suskunlukla geçiştireceğim..
Franz Kafka.
Ölümün nefesine asmışlar ruhun ağırlığını. Ölenle ölünmez derler ama ölenle gömülüyor insan. Ya bedenen ya ruhen her gün bir parçanı kaybediyorsun. Sende ölüyorsun günden güne. Belki bedenin sağ kalıyor ama kalbin ve ruhun giriyor toprak altına...
Yaşamanın acı mayası ölümdür.
Biraz hayatın nefesinden biraz da kaderin döngüsünden koparmışlar ölümü. İkisi de ağır gelmiş bir avuç toprağa. Soğuk bir mezar taşına sığdırmışlar, ölüm yine de ağır gelmiş yaşamaya...
Savcının yanından ayrılmadan önce kesinlikle bu işe karışmayacağım konusunda uzun nutuklar dinlesemde, beni henüz tanımadığı için onu geçiştirmiştim.Bu işin peşini bırakmaya niyetim yoktu. Madem bu davanın Savcısı oydu bana bir süre katlanmak zorundaydı. Ya birlikte hareket etmemize izin verecekti yada kendi başımın çaresine bakacaktım.
Aksi taktirde bildiğime okumaktan asla geri durmazdım. Üzerine gitmem bir nevi onun nefretini kazanmamdı. Beni davadan uzaklaştırması da işime gelmezdi. Bir süre suyuna gitmem benim yararıma olacaktı. Bu yüzden yanından ayrılırken aksi bir cümle kurmamak için kendimle savaşmıştım. Dilim çok şey söylemek istesede bana düşman olmasının engellemek için susmak zorunda kaldım.
Savcıyla görüşmemiz sabah saatlerinde olduğu için şubeden ayrılır ayrılmaz kendimi spor salonuna atmıştım. Ne kadar süre geçtiğini bile fark etmeden atış çalışmışmıştım. Kendimi kum torbasının başında bulduğumda ise içimde yanan öfke dinmemiş, aksine harlanmış gibi hissediyorum.İçimde harlanan meşalenin dumanı daha da yükseldi. İs kokusu her bir yanımı kuşatıp benliğimi ele geçirmek istercesine yapışıyordu boğazıma. Bir savaş vardı içimde kime olduğunu bilmediğim, yara almadan çıkamadığım. Canıma susayan, canına susadığım derin ve hummalı bir savaş. Kalbimin en ağır hasarı aldığı, ruhumun kan revan kanadığı o savaş...
Yutkunurken boğazıma ilmek ilmek dizilen yaşlar vardı. Akıtamadığım. İçime dolup biriken yaşlar. Zehri söküp atmadan iyi olamayacağımın farkındaydım. Bu yüzdendi bu yangınım. İçimdeki kendini dizginleyemeyen kasırga bu yüzden sert esiyordu.
Kendimi tüketerek azalıyordum günden güne.
İçim içimi kemiriyordu ama dışımda yaprak kımıldamıyordu. Yüz ifadem çelik kadar sert, bir o kadar da sakindi. Sık soluklarıma eşlik eden tek ses kum torbasından çıkan şiddetli çarpmaydı. Öğle arası olduğundan spor salonu boştu. Açıkçası bu durum epey işime gelmişti. Ses kaldırmayan başım insanların gözlerinden de kaçmak istiyordu.
"Kendini öldürmeye çalışıyorsan doğru yoldasın."derin nefeslerimin arasında duyduğum sesle duraksadım. Kaçtığım tüm gerçeklere teker teker yakalanıyorum. Sarılı ellerim yumrukladığı kum torbasına vurmayı bıraktı. Hafif bir açıyla başımı omzumun üstünden geriye çevirdiğimde, bana çatılı kaşları ve öfkeli ifadesiyle bakan Berkunu gördüm.
"Burda da rahat yok."diyerek elimdeki sargıları çözmeye başladım. Bana doğru bir kaç adımla hızlıca geldi. Sargısını açtığım elime bakarken bana doğru bir kaç adım daha attı. Yer yer soyulmuş ve epeyce kızarmış elime öfkeli gözlerle bakıyordu. "Kendini öldürme niyetinde misin?"diye sordu yeniden. Elimi sıcak avucuna yasladı. Derin bakışları elimi tarayıp yeniden gözlerime çıktığında, elimi avucundan çektim.
Bakışlarında ki kor merhamet içimdeki yaraya tuz basıyor, kanamak için hazır bekleyen yarılarıma merhameti sızıyordu. İçten içe kanamanın boğazıma biriken acı tadını yutkundum. Boğazımdan aşağı lav akarcasına yandı geçti. Nefeslerim sık ve toydu. Hayat benden bir nefesi çaldığı için..
"Sen neden burdasın?"diye sorduğumda elime kitlenen bakışları bana doğruldu.
"Sence neden burdayım?"diyerek elimi gösterdi. Elimin acısını dahi hissetmiyorum, kalbim ve ruhum kan revan içinde desem beni anlar mıydı? İçime oturan kanı görür müydü? Yoksa arkasını dönüp çekip gider miydi? Gitmezdi biliyorum. Bende gitmezdim oda bunu biliyordu.
"Öfken bazen gözünü kör ediyor. Nasıl davranacağını şaşırıyorsun."diyede ekledi. Ona şaşkın bir bakış attım. Ne dercesine omuz silktiğinde "Öfkeli olduğumu nereden çıkardın?"diye sordum. Sesimdeki keskin tını bile öfkelisin diye haykırıyordu ama inat etmek damarlarındaki kanda vardı. Babam benim kadar inatçı değildi. Bu huyum ona benziyordu demek. Bunu yıllar sonra onun ölümünde fark etmem boğazıma bir düğüm daha atıyor, canıma atılan bu dikişle yaralarım daha sağlam kanıyordu.
"Ben bilirim. Kendinden bile saklayabilirsin ama benden saklanamıyorsun."mideme yumruk yemişcesine sarsıldım. Ona karşı istemsiz bir şekilde açıktım ama beni bu kadar net gördüğüne ilk kez şahit oluyorum. Ve bu benim için çok tehlikeydi. Saklı kalmak benim için güvenli bir limandı. Şimdi tüm çıplaklığımla tanınmak tüylerimi ürpertti.
Artık sadece Berkun değil, Falaz da çok iyi tanıyor.
"Çıkarımlarını kendine sakla. Ben iyiyim."dedim bir umut. Bana inanmayan bakışları bahanelerini yolumdan çek der gibiydi. Keskin kahveleri dik ve sertti. Kendinden emin ve ödün vermez tavrı geri adım atmamı sağlıyordu. Kuyruğu dik tutma çabama karşı attığı bakışlar, irademe savurduğu en güçlü darbelerdi.
Yıkılmamı istiyordu. Farkındayım. Ama yıkılırsam kaldıramam, kalkamam diye korkuyorum.
Oda bunun farkındaydı.
"Neden yapıyorsun bunu kendine? Birini mi yumruklamak istiyorsun. Ben burdayım. Beni istediğin gibi kullanabilirsin. Ama bunu yapmaya bir son vermen gerekiyor."dedi kesif bir nefesle. Ne zaman kafam atsa soluğu burda alırdım. İçimdeki bitmek bilmez öfke beni hep diri tutardı. Sadece öfke duyduğumda değil her zaman spor için geldiğim kulübe gelmiştim. Beni burayla Berkun tanıştırmıştı. Başlarda sadece spor için kullanıyordum ama içimdeki öfke ne zaman bedenime ağır gelmeye başlasa kendimi yine burada buldum. Bu yüzden beni zorlanmadan bulmuştu. Saklandığımdan değil, beni iyi tanımasından dolayıydı.
Ve beni bu kadar iyi tanıması isteyeceğim bir durum değildi. Birinin karşında bu kadar çıplak ve açık duygularla var olmak tüm benliğinle önünde serilmek demekti. Her zerreme kadar görünür olmak darmalarımdaki kanı tetikliyor, geri adım atmam için elinden geleni yapıyordu.
Oysa ben geri adım atmam. Pes etmem, yorulmam. Savaşırım. Günün sonunda kazandığım her zafer benim için kutlanmaya değer en güzel müjde olur.
"Sen bunu yapmaya ne zaman son vereceksin?"diye sordum bende. Spor salonunun ecza dolabından aldığı kremi elimin soyulan yüzeylerine sürmeye başlamıştı. Bundan hiç hoşlanmamıştım.
Bana göre dermanı olmayan yaralar sarılmamalıydı.
Ne kadar sararsan sar bazı yaralar kabuk bile bağlamaz. Benim yaralarımda hayatım boyunca kanayıp durdu. İçimdeki oyukta birikti kan. O kanın zehri içimdeki öfkeyi tetiklemeye başlamıştı. "Öfkeni kendinden çıkarmaya son verdiğinde."dedi usulca. Sesi öyle kısıktı ki, yanında oturmuyor olsam zor duyulurdu. "Peki ne yapayım?"diye sordum dayanamayıp. "Beni kullan, ama kendine zarar verme."Kati suretle başka bir seçeneği kabul etmiyordu. Kendine olan güveni her zamanki gibi yerli yerindeydi.
Bakışlarım onunla elim arasında gidip gelirken, "Elimde değil, ruhuma bir ateş sıçradı. Kıvılcımdı büyüdü tüm ruhumu sardı."kısık sesim ona ulaştığında keskin kahveleri elalarıma tutundu. Gözlerimden okudu hislerimi kanayan tüm yanlarımı gördü. "Birlikte söndürelim o ateşi. İzin ver yanında olalım. Böyle kendini harap ederek bir yere varamazsın."bu kez sessiz kaldım. Bakışları bir kaç saniye daha gözlerimde kaldıktan sonra yeniden ellerime döndü. "Açık kalsın yaran. Belki çabuk iyileşir."sessiz fısıltısı istekten çok temenni gibiydi. Çabuk iyileşmesini umarak sarmıştı yaramı, içimde kanayan yaralarımda açıktı, onalarda çabuk iyileşir miydi? Beni oturttuğu yerden ikimizde aynı anda ayaklandık. Tam ringin önünde oturduğumuzu fark ettiğimde bakışlarım spor salonunu taradı. Genelde çok kalabalık olmazdı ama bugün epey boştu. Yeniden ringe dönen bakışlarım haylaz parıltılarla kaplıydı.
Sağ kolumla Berkunu ittirip başımla arkada kalan boş ringi işaret ettim."Bir maça var mısın?"ileriye düşen bakışları sorumla birlikte bana döndü. "Mazoşist misin sen? Kendine acı çektirmek sana zevk mi veriyor? Elindeki yaralar acımıyor mu?"kaşlarını çatarak sert bir ifadeyle bir güzel azarladı. "Mazoşist değilim. Acıda çekmiyorum. İyiyim ben. Her zamankinden ne dersin?"diyerek nutuklarını da görmezden geldim. Israrım hoşuna gitmediğinden gözlerini devirdi. "Birde her zamankinden diyor. Eceline susamış."kendi kendine homurdandı. Ama onu duymamaya yeminli gibi "Kafamı dağıtıyoruz işte."dedim omuz silkerek. Olağanca rahatlığıma kaşları çatıldı. "Kafanı dağıtmamı istediğin çok belli."diye laf soktu. Güldüm istemsizce dediğine. Güldüğümü görünce yumuşar gibi olan bakışları gülüşümde takılı kalmıştı.
"Yok sen iflah olmazsın. Tuna'yla Esilay senin yanında halt etmiş."söylene söylene onu ringe çıkardığımda kendini burada bulmayı oda beklemiyordu. "Ne kadar uyanıksın sen?"gülümsüyordu ama bunu bana çaktırmamak için elinden geleni yapıyordu. "Ben yok muyum ben."ringin ortasına kadar kolundan tutarak çekiştirdim. Önce ben ardımdan da Berkun ringe girdik. Kare şeklinde kenarları çevrili alanın yerlerinde yumuşak minderler vardı. Kol kenarlarına asılı bir kaç temiz havlusu da bulunuyordu.
Benim üzerimde hali hazırda zaten spor kıyafetlerim vardı. Berkun da buraya gelirse boş dönmeyeceğini bildiği için spora gayet uygundu. Salonun sol köşesinden aldığımız bandajları elimize sararken ikimizde sert bakışlarla birbirimize meydan okuyorduk. Kıstığı keskin kahvelerde sessiz bir ciddilik asılıydı. İşini ince detayla yapmaya çalışır gibi yavaş ve dikkatliydi. Bende aynı adımları takip ederek elimi sardım. Diğer elimide hızla sararak Berkuna döndüğümde onunda işinin bittiğini gördüm.
Bakışları üzerimde dikkatle dolandıktan sonra dudağının sol köşesi hafifçe yükseldi. Beni alaya almaya çalışan tavırları, üzerimde etki etmesini beklediği manipülasyonuyla karşımda ki gerçek Berkundu."Hiç şansın yok."diyerek her zamanki moral bozma aktivitesini gerçekleştirdi. "Senin mi? Çok haklısın."diye çamur atmaktan asla geri durmadım. Sözlerimden sonra alaycı bir kahkaha attı. Boş duvarlarda yankılanan sesiyle bir kaç bakışın bize döndüğünü hissettim. "Bugün epey komiksin."alaycı tavrından ödün vermeden bana doğru bir kaç adım attığında ringin ortasında karşılıklı durduk. Ona doğru bir adım daha attığımda epey yakın olduk.
"Her zaman olduğu gibi."alaycı tavrını bir kenara bırakıp ciddileşerek. Onun için rekabet olan her konu çok ciddiydi. Acımak yok diyordu bakışları. Acırsan seni acınacak hale sokarım. Başımı sağ yanıma doğru hafif bir açıyla eğdim. Onu onaylayan tavrım karşısında tek kaşı havalandı.
"Her zaman olduğu gibi."dedim. İki elimi havaya kaldırarak pozisyon aldım. Oda aynı şekilde durduğunda bir kaç saniye öylece bakıştık. Atak yapmak için benim hamlemi bekliyordu. İlk hamleyi yaptığım çok nadir anlar olurdu. Biraz sağa kayarak olduğum yerde hareket ettim. Oda benimle birlikte hareket ettiğinde sağ yumruğunun kasıldığını fark ettim. Hamlesini yaparak bana doğru kaldırdırdığı sol kroşeyi elimle yakaladım. "Yemezler,"diyerek genişçe gülümsedim. Sağ gösterip sol vurmayı sevdiği için yaptığı hamleyi hemen anladım. Sağ elini bilerek kasmıştı. Buda benim onu ne kadar iyi tanıdığımı gösteriyordu.
"Ne zaman yedin ki?"diyerek yumruğunu tutan kolumdan çekip beni olduğum yerde çevirdi. Bacağımın arkasından dolanan bacağı sayesinde bana çelme takarak düşürmeye çalıştı. Ama kollarına sıkıca sarılarak ona tutundum. Bacaklarımı çekmeye çalışsamda başarılı olamadım. Ve kaçınılmaz son ikimiz birden yere yuvarlandık.
Nefes nefese "Ulan Tunaya uyanık derdim. Sen ondan beter çıktın."diyerek yattığı yerden doğruldu. Üzerime doğru geleceğini bildiğim için bende hızla doğruldum. Aynı anda birbirimize doğru hamle yaptık. Sağ kroşesini tam omzuma geçirdiğinde yaşadığım uyuşukluk hissi bir kaç saniye sürdü. Omzumu elimle ovarak uyuşukluğu yok etmeye çalıştım. "Hayvan mısın?"dedim dişlerimi sıkarak. "Eğitimde merhamet vatana ihanettir. Bunu ne çabuk unuttun?"Ona aldırmadan omzumu ovalamaya devam ettim. Uyuşan omzumun ağrısıyla sağa sola giderken, "Biz bordo bereli miyiz?"diye yükseldim. "Aday olmaya epey yakınsın."derken gevşekçe gülüyordu. Kolum için bana bir kaç saniye zaman tanıdıktan sonra yeniden üzerime doğru geldi. Sol kroşemi olabilecek en hızlı hamleyle karın boşluğuna geçirdim. Ardından bir tekmeyide koluna yedirdiğimde bir kaç adım geriledi. Eli hızla karın boşluğuna yerleşti.
"Kızım, bu nasıl kroşe?"diyerek inledi. Karnını tutarken bedeni öne doğru büküldü. "Bordo olma yolunda ki en net aday sensin."Ona doğru yaklaşmak isterken bir anda ayaklanıp bana doğru sağ ayağını salladı. Boş bulunduğum anda tekmesi uyuşan koluma sert bir darbe indirdi. Kolum daha fazla uyuşurken kor gibi yanan elalarım öfkeyle Berkun’a yükselmişti.
"Berkun,"diye kükrerken dişlerimi sıktım. O, buna aldırmadan sağ elinin dirseğini karnıma geçirmek için hamle yaptı. Uyuşan kolumla yakaladığım dirseği karnıma geçmeden önüne geçebilmiştim. Kolum hala sızlıyor, kendini bırakmak için fırsat kolluyordu. Yine de dişimi sıkarken dirseğini tutmaya devam ettim.
"Uyanık."diyerek bana doğru bir hamle daha yaptı. Sağ elinin yumruğunu bana doğru salladı. Anında elimle durduğum yumruğuna karşı sağ bacağımla bir tekme savurmak istedim bacağına. Ama oda diğer eliyle bacağımı havada yakaladı. Ben onun sağ yumruğunu. O benim tekmemi yakaladığı için kitlenmiş gibi kalakaldık.
Derin nefeslerimde "Bırak bacağımı."diye tısladım. "Sen bırak. Bende bırakayım."dedi. Nefes nefese deli bir öfkeyle birbirimize baktık. "Sumru, çocukluğun sırası değil."çatık kaşları ve keskin kahveleriyle korkutucu olduğunu düşünüyorsa yanılıyordu. "Şu an o kadar komik görünüyorsun ki, şu pozisyonda olmasak gülerdim."sözlerimin ardından güldüğümde bana deli görmüş gibi bakıyordu. "Harbi delilerin arasında kaldım. Allah bana sabır versin."ağzının içinden homurdanarak söylediği cümleyi kelimesi kelimesine duymuştum. Attığım gıcık bakışlara karşı gardı bir süre sağlam kalsada bir müddet sonra pes etmişlikle omuzları düştü.
"Bırakmayacaksın değil mi?"diye sorduğunda tek kaşım kalktı. Sence dercesine attığım bakışlar yüzünde limon yemiş etkisi bırakarak buruştu.Bırakmayacağımı anladığı noktada pes etti. "Ulan inatçı keçi."bacağımı iterek bıraktı. Arkaya doğru senlediğim anda kolumdan tutunarak beni durdurdu. "Hem itiyor, hem tutuyor."diye isyan ettim.
"Sende inat etmeyip bıraksaydın elimi."kız gibi trip atmasına mı gülsem, yüzünün aldığı hale mi bilmedim. "Ulan, kadın gibide girip atıyorsun."dediğim anda bana baktı. Bakışları doğru duyup duymadığını test etmek ister gibi kısıldı. Ardından şen bir kahkaha patlattı.
"Senide kendime benzetmişim."dedi gülüşleri arasından. "Olsun o kadar."dedim bende. Staj zamanlarımdan bu yana tanışıyorduk. 4 seneyi geçmişti. Birbirimizi tanımak için epey uzun bir zamandı.
"Sumru,"bir anda ciddileşti. Bakışları ısrarla yüzümde gezindi. Gerçekten iyi olup olmadığını merak ediyordu. Artık bu soruya cevap verebilecek kadar hissizleşmiştim. "İyi olmaya çalışıyorum. Tökezledim ama yeniden dimdik duracağım."omuz silkip olduğum yerden ayaklandım.Bu konuları konuşmak iyi gelmiyordu. Kanayan yaraya tuz ruhu basmaktan farklı değildi. "Hadi,"diyerek elimi uzattım. Bakışlarımda fark ettiği istediği geri çevirmedi. Vakit kaybetmeden oturduğu yerde elimi tuttu, onu yukarı çekmeme izin verirken elimi olağan gücüyle sıktı. Berkun'un dilinde buradayım demekti.
Her insanın sevgi dili farklıdır. Berkun'un ki bambaşkaydı.
"Bizim çocuklar köfteciye geçmişti. Bizde gidelim mi?"diye sordu. Elimi bırakıp bir adım önüme geçerken. Eliyle ringin geçişini kaldırdı. Önden geçmem için yolu açtığında başımı eğerek yere zıpladım. "Olur gidelim."herkesten saklansam dahi onlardan saklanamazdım.
Soyunma kabininde üstümüzü değiştirdikten sonra salonun girişinde buluştuk. "Ben taksiyle geldim sen?"diye sordu Berkun. Cevabı ise otoparka yönelen adımlarım verdi. Ardımdan beni takip eden gölgesiyle otoparka girdik. Anahtarı ona doğru atarak yolcu koltuğuna geçtim. “Bebeğim sana emanet.”diyerek göz kıpmayı da ihmal etmedim. Anahtarı havada yakaladı. Attığı tip bakışla, “Artist.”her zamanki haliyle söylenmeyide es geçmemişti. Berkun arabayı çalıştırıp bizi otoparktan çıkardığında öğlen güneşi tepeye çıkmıştı. Yavaş bir tempoda akan trafiğe karıştık.
Bakışlarım yoldan geçen araçları saymaya odaklanmışken,"Kum torbasını parçalayana kadar durmamışsın. Geçti mi sinirin?"diye konuşan Berkunla daldığım noktadan kendime geldim. Bir kaç saniye boş bakan bakışlarım sorusunu kavrayınca ona doğru döndüm. Yoldaki bakışlarını ara sıra üzerime çeviriyordu. İyi olduğuma emin olmamış bakışları bazen hüzün dolu, bazen ifadesiz bakıyordu. İçinde beslediği merhameti her zaman daha ağırdı.
"Sinirli değilim."sen onu benim külahıma anlat bakışları bir müddet yüzümde kaldı. Yeniden yeşile dönen ışıkla bakışlarımız koptuğunda, direksiyonu tutan eli daha sıkıydı. Bu halime öfke duyuyordu. İçimde tutuğum, dışarı yansıtmadığım her duygu en çok bana zarar veriyordu ve o bunu biliyordu. En çok kendime öfkeli olduğumun farkındaydı.
"Buradan hiçte öyle görünmüyor.Elinin halide ortada. Neyden kaçıyorsun Sumru? Kendinden mi tüm dünyadan mı? Kaçsan bile içindeki acıdan kurtulamazsın. Bununla yüzleşmen gerekiyor."haklı olduğunun farkındayım. Söylediği her kelime doğruydu. Yüzleşmem gereken bir acı vardı içimde. Kaçmak bir çözüm değildi. Ve ben bu yüzleşme için ilk adımı atmıştım çoktan.
Bu ölümün arkasında kim varsa onu bulacaktım. Ne olursa olsun. Önce onu öldüren katille sonra da Asuman Taşkınla yüzleşecektim. İçimde biriken tüm acıları kusmadan yeniden eski Sumru olmamın imkanı yoktu. Acılar bakiydi. Her daim can yakar, kan kustururdu. Ama önemli olan o acılarla cesurca yüzleşebilmekti. Kaçmadan karşısında her şeye göğüs germekti.
"Yüzleşmek için karşımda canlı birinin olması gerekmez mi?"diye sordum sözlerine karşılık. Bana dönen bakışları kısıldı. Gözlerine çöreklenen hüznün yoz tutmayan yüzünü gördüm. Yüzleşmesi için karşısında ne annesi vardı ne de babası. Oda kaçıyordu bazı gerçeklerden. İnsan kendi gerçeklerinden kaçamaz, eninde sonunda yüzleşmek zorunda kalırdı. Oda bende bunun farkındaydık.
"Bazen gerekmez. Ondan kalanlarla yüzleşmekte içindeki zehri atmana yardımcı olur."diyerek hem beni hem kendini kandırmaya çalıştı. "İkimizde gerçeği biliyoruz. Sen neyden kaçıyorsun ki? Kendinden mi? Gerçeklerden mi?"bakışları daha fazla bende kalmadı. Kaçırdığı gözlerden akan soruları net şekilde görüşmüştüm. Haklıydım, oda kaçıyordu. Annesi ve babası ablası ve onu terk ettiğinde küçük bir çocuktu. Bundan kaçmak o yaşlarda kolay olandı. Ama yeterince büyüdüğünde kaçmak artık korkaklık gibi geliyordu. Kaçmak istediğimiz tüm gerçekler gün gelip kapımıza dayanıyordu.
Şimdi ne ben ne de Berkun ailemizin yarattığı bu yıkımdan kaçamazdık. Artık kaçamayacak kadar büyümüştük.
Bazen teslim olmak, kaderimizin bir parçası oluverir. Ben teslim olmuştum kadere. Beni neyin beklediğini asla bilmediğim bu yolda yürümeye kararlıydım. Savcı isteğimi umursasın yada umursamasın ben bildiğim yoldan şaşmadan ilerlemeye devam edecektim.
Tüm engelleri teker teker aşarak tek bir sonuca ulaşacaktım. Sadece ona ulaştığımda canımın bu kadar parçalanacağını bilmiyordum.
🪦
Sessizce akıttığımız yolda kendi gerçeklerimizi görmüştük. Yüzleşmenin diğer adımı da bu gerçekleri görebilmekti. Ben kaçmanın artık mümkün olmadığını anladığımda fark etmiştim bunu. Berkun ise ablasıyla bir başına kaldığında. Hangimiz daha acı bir hayat geçirmişti bilmiyorum ama hayat ikimize de adil davranmamıştı.
Ne ben Asuman Taşkına veda edebilmiştim. Ne Berkun giden annesi va babasıyla yüzleşebilmişti. Bu hayat ikimize de bir şans borçluydu. Acılarımıza denk düşen büyük bir şans.
"Hadi Sumru,"park ettiği araçtan sessizce inen Berkunun sesiyle kendime geldim. Sık sık dalmaya başladığım düşünce denizlerinden boğulmadan çıkabilmiştim. Derin bir nefes aldım. Ağzımdan verdiğim nefes ciğerlerime ulaştığında rahatladım. Bedenim gevşedi. Zihnimdeki sesler bir süreliğine sessizliğe karışırken kendimi ufak bir tebessüm için zorladım.
"Geliyorum."diyerek bende araçtan indim. Berkunla birlikte her zaman geldiğimiz köfteciden içeriye girdik. Küçük ve samimi bir yerdi. Bir kaç masadan oluşan alanı taburelerle genişleterek alan açılmıştı. Cam olan dükkanın dört yanından içeriye sızan güneş ışıkları duvardaki çerçeveleri parlatıyordu. Hemen girişte bulunan kasada tombul bir kız oturuyor. Önündeki kâğıtlara dalmış şekilde hesap yapıyordu. Küçük taburelerin olduğu alanda iki genç garsonun oradan oraya koştuğunu gördüm. İçerisi epey doluydu. Bizimkileri bulmak küçük alanda hiçte zor olmadı. Elini kaldırıp bize doğru sallayan Tuna ve Esilay epey dikkat çekiyordu. Gözler daha fazla üzerimize dönmeden yanlarına doğru adımladık.
"Kaçağı bulmuşsun."küçük taburede Esilayın sol yanına oturdum. Berkunda benim yanıma oturduğunda bir elini Erenin omzuna koydu. "Her zaman."diyerek yanıtladı onu.
"Sumru nasılsın?"hepsinin merak ettiği tek soruyu sormaya cesaret eden Esilaydı. Bana bakan dört gözede bakmadım. Çiçek desenleriyle bezeli masa örtüsüne bakarken içli bir nefes koyverdim. "İyi sayılırım."diye mırıldandım. Yalan değildi, iyi değildim ama sayılırdım. Onu öldüren kişiler bulunduğunda, gerçekten iyi olacaktım. Onun mezarına gittiğimde, artık göz yaşlarımla mezarını sulayabildiğimde içimdeki bu ağırlık hafifleyecekti.
29 yılın yükü bir anda yok olmazdı ama daha az acı vereceğini biliyorum. Yıllardır baş etmeye çalıştığım yokluğuyla beni bu kadar ağır bir sınava tabi tutacağını asla düşünmemiştim. O hep yoktu. Hiç bir anımda yanımda olmamıştı. Şimdi yokluğunun bu kadar içimi yakması normal gelmiyordu. O benim yokluğumu asla umursamadan kundakta bebekken bırakıp gidebilmişti. Ama ben onun ölümünün soğukluğunu atlatamıyordum.
İçime çöreklenen acısını söküp atmak hiçte kolay değildi. "Sen iyi ol yeter. Biz her zaman yanındayız."diyerek bana sarıldı. Diğerleri de mahsun birer yüz ifadesiyle bizi izliyordu. "Biliyorum."diye fısıldadım. Hepsiyle teker teker göz göze geldiğimde ne kadar şanslı olduğumu anladım. Çekirdek ailemden sonraki en büyük şanslarım, edindiğim seçtiğim bu aileydi.
Bulmaca Ustaları benim için aileden de öteydi.
Sarılmanın yarattığı buruk havadan gelen köfte ekmekler sayesinde sıyrılabilmiştik. Dağılan ağır havanın ardından köfte ekmeklerimizi yemeye başladık. O günden bu yana doğru düzgün bir şey yemediğim için bedenim isyan bayrağını çoktan çekmişti. Bu kadar acıktığımı yeni fark ediyordum. Elime aldığım köfte ekmeğin sadece yarısını ancak yiyebilmiştim. Ekip ısrar etsede daha fazlasını almayan midem tıka basa dolu hissediyorum.
Midemin kasılmaları biraz olsun kesilmişti. Rahatlamış vücudum sıcaklığın etkisiyle birazda mayışmıştı. Ekip köfte ekmeklerini yerken aynı zamanda bana bahsettikleri cinayetten konuşuyordu. "Kızın ailesi gelmiş Talat amirle konuşmaya. Kızımızın katilini bulun diye feryat etmiş annesi."dedi Esilay. Bu duruma hepsinin canı sıkkındı. Gencecik bir kız bilekleri kesilerek öldürülmüş üstüne intihar süsü verilmişti. Hayat bazen fazla acımasız olabiliyordu. Adalet tecelli etmediğinde can yakıyordu. Bu kız için adaleti sağlamakta bizlere düşüyordu. En doğru şekilde araştırıp güvenli kaynaklarla delilleri birleştirerek ortaya çıkaracağımız resimde katilin sülieti vardı. "Bende gördüm. Kadın perişan olmuş."diyerek Esilaya katıldı Tuna'da.
"Kamera kayıtları detaylı incelemeye alındı. Mutlaka bir ip ucu daha bulunur."dedi Eren.
"Metinle konuştun mu? Kamerada bulunan adamın eşgali hakkında bir şeyler bulunmuş mu?"diye devam etti Berkuna bakarak. Berkun omuz silkerek hayır anlamında kafasını salladı. Yemeğini yemeye devam ederken konudan epey uzak görüyordu.
"Evi yeniden araştırdınız mı?"diyerek dahil oldum muhabbetlerine. Derin konuşmaları bıçak gibi kesildi. Bana bakan bakışlarda daha çok gurur vardı. "Sumru sen haklı çıktın. Berkun evin pencere ve kapılarını kontrol etmek için yeniden olay mahaline gitti. Balkon kapısı ve penceresi zorlanmış. Ayrıca küçük bir kumaş parçası bulduk pervaza sıkılmış. İncelemeye alındı. Kamera kayıtları daha detaylı incelendiğinde kızın peşinde olan bir süliet çıktı. Kameralardan kaçmış ama kızın arkasında kalan gölgesini saklayamıyor. Cinayet şubenin araştırması sürüyor."diye yanıtladı Esilay.
"Berkunun bunu atlamasını hatırlattığın için bulabildik."dedi Tuna'da. Eren ve Berkun ise çocuğuyla gurur duyan Baba edasıyla bana bakıyordu.
"Sahi sen nasıl atladın bu detayı. Evin altını üstüne getirmen gerekiyordu. İş konusundaki hassas Berkuna ne oldu?"dalga geçen ifadesiyle Berkuna sataşan Eren gülerek ona bakıyordu. Kaşları şiddetle çatılan Berkun yerinden havalanmak üzereyken araya girerek engel oldum. Kolundan tuttuğum gibi kalktığı yere oturdu.
"Ne? Ne var?"diye terslendim bakışlarına.
"Hiç sadece fazla zeki olmak nasıl bir duygu onu merak ettim."Eren önce bana ardından diğerlerine baktı. "Bu kız çok zeki değil mi?"diye sordu ortaya. Sanki cevabını çok iyi bildiği bir soruyu sormamış gibi. Diğerleri de onu onaylayan mırıltılar çıkardı. Bu durumdan utanmam gerekirken onlara yalnızca göz devirdim. Zeki olmak değil, hayatımızı bazen detaylar kurtarırdı. Onlarda yeterince detaycıydı. Bunu benim hatırlatmama gerek bile yoktu. Onlar en iyisiydi ve bunu kabul etmek yerine beni zeki görüp yüceltmek işlerine geliyordu. Övgü almaktan ve yüceltilmekten hoşlanmayan tek ekip olarak tarihe geçebilirdik.
"Bu arada Falaz Savcı bu günlerde bir tuhaftı. Sürekli emirler yağdırıp iş kitlemeye çalıştı."Esilayın sadece bana söylemeye çalıştığı sözlerle bir kaç saniye durdum. Elimdeki sıcak çay bardağını usulca masaya bırakıp ona döndüm. "Size iş mi kitliyor?"diye sordum emin olmak için. Beni başıyla onayladı. Tam bu anda zihnime düşün sesin sahibi dediğini yapmıştı.
" Ekibin işlerini yapmak yerine tüm gün seni düşünüyor.Sen gelince belki yeniden işlerine odaklanabilirler."bir ekibe laf sokmadığı kalmıştı. Berkun la derdini anlayabilirdim ama diğerleri hiç birşey yapmamıştı. "Bulmaca Ustaları işten kaçmaz. En iyisini yapmak için ellerinden geleni yaparlar."diyerek ekibi savunma moduna geçtim.
"En iyisi olmak için ellerinden geleni yaparlar demek.Görelim bakalım gerçekten öylemi."dedi. Daha çok kendi kendine konuşur gibiydi.Çatılan kaşları düzeldi yüzüne yayılan muzip pırıltıları farkettim. " Aklınızdan ne geçiyorsa bunu unutun."demek zorunda hissettim. Zira ekip zaten haz etmiyordu. Daha çok bileneceklerdi. Ama o bunu umursamadan hafifçe gülümsedi.
O gülümsemeye aldanmamam ve ekibi uyarmam gerekiyordu. En sonunda ekibi kendinden nefret ettirecekti. Birbinden nefret eden insanlarla çalışmak kadar can sıkıcı bir durum olamazdı. "Takılmayın. Başka bir derdi vardır."desemde Esilay bana imalı bakışlar atıyordu.
"Ne oldu sizin aranızda? Yanına mı geldi?"diye sorduğunda kaçacak yer aradım ama bulmadım. Kafam, masanın altına sokamayacağım kadar büyüktü. İmalı gülüşü ve bakışlarıyla hala bakan kızla daha fazla göz göze kalmadım. Tam o anda imdadıma yetişen Erenden başkası değildi.
"Sumru, Derman amca nasıl?"şuan bu soruya bile verecek bir cevabım vardı. Konunun değişmesi masadaki havayıda ağırlaştırdı. Hepsi dikkatle bana bakıyordu. Şüpheli bakışları ruhumu görüyorlar gibi içime çöreklandi. Yinede onlara doğruları söylemekten çekinmedim. "Daha iyi olduğu zamanlar olmuştu.Ama toparlıyoruz."dedim. Babamın içinde ne fırtınalar kopuyor bilmiyorum. Bir süredir kendi fırtınalarımla meşguldüm. Kış günü ayazda kalmış yaprak misali oradan oraya savruldu benliğim. Şimdi o fırtınanın şiddetine dayanacak gücü kendimde bulabilir miydim?
Kaçmak bana göre değildi. "Zaman ikinize de iyi gelecek."dedi Tuna. Zaman öyle arsız bir kavram ki, geçmesini istiyorsun geçmiyor. İstemediğin halde hızla akıp gidiyor. İçimizde ne varsa zamanla azalıyor. Belki tükeniyor. İçimdeki boşlukta sallanan bu acıda zamanla tükenecek.
Ruhumda oluşan boşluk dolacak mı bilmiyorum. Tek bildiğim ilk günkü kadar acıtmayacağı.
"Biliyorum."diyebildim sadece. Söyleyecek tüm sözlerim tükenmişti bu konuda. Daha fazla bir şeyde duymak istemedim. Birden ayağa kalktım. Hızlı bir şekilde kalktığım için oturduğum tabure arkaya doğru devrildi. Şaşkın bakışlarla bana bakan ekip ve bir kaç gözü sırtımda hissettim. "Ne oldu?"diyen Berkunla onlara bakmadan hızlıca ilerlemeye başladım. "Ben gidiyorum. Sonra haberleşiriz."diyerek cevap vermelerine fırsat tanımadan restorandan çıktım.
Temiz havayla baş başa kaldığımda derin bir nefesi içime çektim. İçime çektiğim nefes bile bana ağır geliyordu. Kim bilir babam neler yaşamıştı bu süreçte. Onu öylece yalnız bırakmaman gerekirdi. Sırtımı döneceğim son insan babamdı. 29 yılımı geçirdiğim ve bu hayatta en değer verdiğim insanı öylece yalnız bırakmıştım. Kendi acıma o kadar odaklanmıştım ki, onu görmek isteyen gözlerime dahi set çekilmişti.
Hayatım boyunca ne olursa olsun her daim arkamda duran koca çınarım. Bakışımı dizlerine yasladığımda huzuru ve güveni hissettiğim tek insandı. Her zorluğa birlikte göğüs gerdikten sonra böylece arkama bakmadan tek başıma acımı yaşamam, ona yaptığım en bencil davranıştı. İçinde neyle mücadele verdiğini bilmeden bana uzattığı eli tutmadım. Acımı tek başıma yaşamak istedim. Aşabildim mi? Hayır. Aşamadım. Aşılabilecek gibi de görünmüyor. Öyle bir zamanda, beklemediğim anda geldi ki… Tarumar oldum ayazında. İçim yıkıldı da kimseye gösteremedim. Canım kıyıldı da herkese gülümsedim.
Öyle sağlam yıktı ki beni. Ben ayakta durmaya çalışan babamı dahi göremedim. Nasıl bir fırtınada kaldığını akıl edemedim. Tüm geç kalınmışlıklara olan öfkem onun varlığını yok etmeye yetti. Önüme çekilen perde şimdi sisli bir şekilde aralıydı.
O fırtınayla yüzleşmeli. Hasarı neyse onarlamalıydım.
🪦
Kaç kez geldiğim bu kapı ilk kez bana yabancı hissettirdi. Belki de ilk kez kendimi buraya ait hissetmedim. Öylece baktım, ardından yaşanmışlıklarımın olduğunu kapıya. Yüzleşmenin doğru bir karar olduğu kanaatindeydim. Şimdi kaçmayı düşünmenin saçmalığından sıyrılmam gerekiyordu. "Hayatın boyunca hiç bir şeyden kaçmadın. Şimdi de kaçamazsın.Onun yanında olman gerek."diye fısıldadım kapıya doğru. Beni duyan yoktu. Ben kendimi bile zor duyuyordum başkası nasıl duysun.
“Kaçamazsın.”diye fısıldadım. Buradan dönüş yoktu. Ya hep ya hiçti.
"Sumru,"ardımdan gelen sesle kapıyla bakışmama bir son verdim. Yavaşça ardıma döndüğümde kaçtığım tüm gerçeklerin kapısındaydım. Kaçmak,pes etmek değil korkaklıktı. Bende bu aralar fazlasıyla korkak bir insana dönüşüyorum. "Sumru, kızım?"diyen babamla bir kaç adım atarak kapıdan uzaklaştım.
Bir kaç adım daha atarak ona doğru yaklaştım. "Baba,"dedim yanına geldiğimde. Gözlerine bakmaya derman bulamadığımda giydiği gri kazağa odaklandı. Bakışlarında göreceklerimden ilk kez delice korktum. "Sumru bak bana. Hadi kızım."elini çeneme koyarak başımı yukarıya kaldırdı. "Baba lütfen."diyerek elinden kurtulmak istedim. Ama elini çekmeden nazikçe başımı yukarıya kaldırdı. Göz göze geldiğimizde kahve gözleri yaşanmışlığın getirisiyle çökmüştü.
Benim babam gerçekten çökmüştü.
Sanki bir kaç günde on yıl yaşlanmıştı. Göz altları morarmış. Uykusuzluğun getirisiyle epey kızarıktı. Göz kenarlarına bir kaç çizgi daha eklenmiş gibiydi. "Baba."dedim bir kez daha. Feryat eden sesim fazla cılız ama isyan doluydu. Bu isyanım ona değil. En çok kendimeydi. En çok kendime kızgındım. "Sumru kızım."sesi titredi. Ağlamak isteyen ama baskılayan yanı buna engel oluyordu. "Ağla kızım."diyerek beni kendine çekti. "Ağla da akıt içindeki tüm zehri."diye ısrar etsede akmamaya yemin etmiş yaşlar yine uğramadı. Tüm gözyaşlarım içime akmışta, gözümden tek damla gelmiyor gibiydi. Bana sımsıkı sarıldı. Ona sımsıkı sarıldım.
"Burdayım."dedim. Her zaman burda kalacağımı belirterek daha sıkı sarıldım.
"Burdasın."dedi. Her zaman yanımda kalacağını belirterek daha sıkı sarıldı.
Acılar silinsede izi kalırdı bazen. Asuman Taşkın babamda iz bırakmıştı. Bu öyle bir izdi ki, 25 sene görmediği kadının ölümünden sonra ortaya çıkmıştı. Babam o kadını 25 yıl boyunca beklemiş, 25 yıl boyunca sevmişti. Bunu anlamam için onun ölmesi gerekiyormuş. Yıllardır o kadar körmüşüm ki, yanı başımdaki babamın neler yaşadığını görmeden geçirmişim. Ne kadar aptalmışım ki, böyle bir aşkı taşıdığını görememiştim. Ona ne zaman annemi sorsam beni hep geçiştirir, sorduğum soruları yarım bırakırdı. Neden yarım bıraktığını ise şimdi çok iyi anlıyorum.
Bu aşkta yarım kaldığı için, beni de yarım bırakmıştı.
Diğer yarısını kaybeden hiç kimse günün sonunda tam olamazdı.
Babamda o kadın uğruna yarım kalmış. Bu acıyı içine gömüp bizim için yaşamaya devam etmişti. Bense bencilce ve ısrarlarla o kadını sormaya devam etmiştim. Kim bilir kaç yarasına tuz basmış, kaç yarasını açmıştım. Şimdi beni de kanatan bu yara bundan sonra kapanır mıydı?
Babamın içindeki sayısız sızı bir gün diner miydi?
"Bu bir gün geçecek mi?"diye sordum hala sarılmaya devam ederken. Babam eliyle sırtımı sıvazlamayı bırakmadı. "Geçmeyecek. Zamanla hafifleyecek. Şimdi ki gibi hissetmeyeceksin."zamanla geçmiş miydi acısı? Onunda yükünü almış mıydı zaman?
Saçlarımı okşayan parmakları duraksamadı. "Senin acın da zamanla hafifledi mi?"parmakları duraksadı. Bir kaç saniye öylece kaldı. Saçlarıma vuran derin nefeslerini hissedebiliyordum. "Bilmem, bunu hiç düşünmedim."Sesi eğer bir kez bu acıyı düşünürse onun kölesi olmaktan korkar gibiydi.
"Korktuğun için mi?"
"Hayır, onu düşünmekten hiç korkmadım. Sadece onu düşünmek için zaman yaratmadım kendime, eğer yaratsaydım yanına gitmek isterdim. Bulmak isterdim onu. Yine sarmak isterdim."dedi içlice. Aldığı derin nefes ciğerimi parçaladı.
"Neden bulmadın ki onu? Bunca sene hiç mi merak etmedin?"bunu hayatım boyunca sorgulamıştım.
"Ettim tabiki. Ama gidemedim. Gitseydim bir daha bırakamazdım onu."içimi parçaladı sözleri. Gözlerimi kapadım. Ayaklarım beni zar zor taşıyordu. "Bırakmasaydın. Tutsaydın elinden ve bırakmasaydın."dedim bir sinirle. Anında pişman oldum söylediğime. "Öz-" özür dilemek isterken beni durdurdu. "Dileme. Benden özür dilemesi gerek son insan sensin."dedi beni daha sıkı sardı.
Elleri yeniden saçlarımı severken. "Aşk bazen vazgeçmektir. Onun mutlu olması için mutsuz olmayı göze alabilmektir. O iyi olsun diye kötü olabilmektir. Senden uzakta mutluysa, onu yanında tutarak mutsuz edemezsin. Bazen bırakmak gerekir. Eğer bir gün dönüp gelirse sana, bu aşktandır. Hiç gelmezse eğer seni hiç sevmemiş demektir."dedi ağırca yutkunarak.
"Baba, o kadın bizi hiç sevmedi mi?"diye sordum acıyla yutkunarak. Sessiz kaldı bir kaç saniye.
"Seni sevdi. İnsan kızını hiç sevmez mi?"seni diye sormak istedim. Seni hiç sevmedi mi? Bunca yılın hatırına bir kez olsun seni sevmedi mi? Eğer sevmediyse ben nasıl dünyaya geldim. Beni sevdiyse seni neden sevmedi. Tüm bunları sormak yerine babama sıkıca sarıldım. Ona tutundum.
"Özür dilerim baba."fısıltı gibi çıkan sesimi duyduğuna eminim ama bir şey söylemedi. Neden özür dilediğimi biliyor gibi saçlarımı okşamaya devam etti.
"Sen benim Sumrumsun. Zambak çiçeğimsin. Gururumsun. Tek dayanağımsın. Asıl ben özür dilerim babacım. Ben özür dilerim."dedi göz yaşlarının arasında. Ağladıkça akan yaşlar saçlarımın arasına karıştı. Oradan da boynuma doğru bir yol çizdi. Akıtamadığım göz yaşlarında boğulduğunu hissettim. Benim yerime ağlayan babamın gözyaşlarına tutundum.
"Seni çok seviyorum."diyebildim sadece.
"Seni çok seviyorum. Babacım."dedi sadece.
Saatlerce sarıldık. Öylece kaldık kapının önünde. Bir ara kapı yavaşça açılıp yeniden kapandı. Bahanemin bizi gördüğünde yalnız bırakmak için yeniden içeriye girdiğini anladım. Sessizliğine ayak uydurup öylece kalmaya devam ettik. Derince aldığım nefeslerim dar gelmeye başladığında ayrılabildik sadece. Babam beni kolumdan tutup eve soktuğunda sessizliğimizi koruduk. Beni odama kadar çıkaran babama arkadan seslenen Babannem, yemek yememiz gerektiğini söylese de ona tok olduğumuzu söyledi.
İkimiz birden odama gelip yatağıma girdik. Babam beni dizlerine yatırdı. Sessizce okşadı saçlarımı. Gözlerinde biriken yaşlar yeniden yol olup bu kez onun boynunu ıslattığında bile ağlayamadım. Sanki gözlerimden artık yaş akamazdı. Kitlenmiştim. Babamın dizlerinde uyumak için savaş veren gözlerimle uzanmıştım karanlığa.
"Baba, bana masal anlatır mısın?"diye sordum uzunca bir sürenin sonunda.
"Anlatırım tabi güzel gözlüm."diyerek göz yaşlarını durdurdu. Eliyle yüzünü kuruladığında daha iyi görünüyordu. Tıpkı çocukluğumda hatırladığım gibi ben onun dizlerine yatarken, o benim saçlarımı okşayarak bana masallar anlatırdı. Masalları başı hep bir varmış bir yokmuş diye başlardı.
"Bir varmış bir yokmuş. Tepelerin ardında, çöl kumlarının içinde yollara düşen Bedevi bir adam varmış. Bedevi çöllerde develere bakarak sağlarmış geçimini. Uçsuz bucaksız kum taneleri onun eviymiş. Kolay kolay evinden ayrılmaz, bütün gün develerle ilgilenirmiş. Bir gün Bedevi’nin yolu şehre düşmüş. Develere yem almak için pazar pazar gezerken, tezgahın birinde gördüğü güzeller güzeli bir kadına, ilk görüşte aşık olmuş. Hayatında gördüğü en güzel kadınmış. Gözleri gök mavisi, saçları ipek sarısıymış. Bu güzel kadına tüm şehir erkekleri aşıkmış, Bedevi de o adamlardan biriymiş yalnızca.”soluklanmak için bir kaç saniye duraksadı.
“Kadında sevmiş mi Bedeviyi?”diye sorduğumda bakışlarını gülerek bana çevirdi.
“Sevmez olur mu? Çok sevmiş, ikisi de haberleri dahi olmadan gecelerce birbirlerini düşünmüşler. Günler geçmiş, sonra aylar. Ne Bedevi güzel kadını unutabilmiş, ne de kadın Bedeviyi unutabilmiş. Günler akıp giderken güzel kadını şehirde istemeyen diğer kadınlardan biri, güzel kadını öldürmek için hain planlar yapmış. Bu kadının kötü kalpli bir abisi varmış. Oda bu plana dahil olmuş ve kadını kaçırmışlar. Başta niyetleri öldürmekmiş ama abisi kadını görür görmez vurulmuş. Öyle güzel ve naifmiş ki, aşık olmamak imkansızmış."sözlerinin arasında derin bir nefes aldı. Baş ucumda her zaman bulunan sürahiden bir bardak su içtiğinde kendine gelmişti.
"İyi misin?"
"İyiyim babacım. Devam edeyim mi hikayeye?"diye sorduğunda hevesle başımı salladım.
" Abisi kadına aşık olunca öldürmekten vazgeçmiş. Ama kardeşi bu durumu kabul etmemiş. Abisi çareyi kadını buralardan götürmekte bulmuş. Almış güzel kadını yanına bir gece sessizce şehirden çıkarmış.Issız yolları aşmışlar, çöllerden geçmişler, en sonunda başka bir şehre gelmişler."
"Bedevi de peşlerinden gitmiş değil mi?"
"Evet kızım. Aşık olduğu kadının şehirden ayrıldığını duyan Bedevi düşmüş yollara, güzel kadını şehir şehir aramış. Dereler aşmış, tepeler aşmış ama kadını bulamamış. Ümidi tükenen Bedevi bakmadığı tek şehire doğru yola çıkmış. Issız sokakların ardından çöle gelen Bedevi, burada yaşlı bir adamla karşılaşmış. Ona güzel kadını şehir şehir aradığından ama bulamadığından bahsetmiş. Adam, güzel kadının Bedevi’nin gitmediği şehirde olduğunu söylemiş."nefesleri sıklaştığı anda duraksadı.
Araya girme ihtiyacıyla bakışlarımı yukarıya kaldırdım. "Yaşlı adam nerden biliyormuş güzel kadının yerini?"
"Gittikleri o şehirde de en güzel kadın oymuş. Kötü kalpli abi onu şehre getirdikten sonra bir eve hapsetmiş. Ya benimle evlenirsin yada bu evde ölürsün demiş. Ama kadın kötü kalpli adamla evlenmek istemiyormuş. Gönlünde filizlenen başka bir aşk varmış. Onu bulur umuduyla bekleyip durmuş. Günler yerini aylara bırakınca kadınında ümidi tükenmeye başlamış. Sevdiği adam bir türlü gelmemiş. Beni sevmiyor diyerek kendini kahrederken. Bir gün evin içinde yabancı bir ses duymuş. Kuş sesine benzeyen bir erkek sesiymiş. Kadın bunun kötü kalpli adam olduğunu düşünmüş ama o değilmiş gelen. Bedevi yaşlı amcanın anlattıklarından sonra hiç durmadan yola çıkmış. Sonunda güzel kadının kapatıldığı evi bulup içeriye girmiş. Kadın ürkmesin diye de kuş sesi çıkarıyormuş. Sonunda kavuşan Bedevi ve güzel kadın birbirlerine sarılarak aşklarını haykırmışlar. İkiside çok mutluymuş. Aşkaları öyle büyükmüş ki, ikiside kavuşana kadar çok acı çekmişler. Sonunda kavuşan çifti kapı eşiğinde izleyen kötü kalpli adam, sessizce yaklaşmış onlara. Elinde tuttuğu bıçağı ilk Bedevi'nin sırtına saplamış ardından güzel kadına. İkisi de oracıkta birbirlerine bakarak can vermişler. Kötü kalpli adamı zindana kapatmışlar. Bedevi ve güzel kadını yan yana aynı mezara gömmüşler. Aşkları yıllar yılı dolanmış dilllerde onlar ölürken bile ayrılmayan iki sevgili olarak anılmış. Aşkları bir destan olup diyar diyar gezmiş dillerde."
Hiç bir masalın sonu mutsuz bitemezdi. Sonu mutsuz biten hiç bir hikayeden hoşlanmazdım. Ama onların aşkı ve sevgisini ölümün dahi ayırmadığı gerçeği beni üzmüştü. Buna mutsuz son diyebilir miydik?
"Çok güzeldi."diye mırıldandım uykumun arasında.
"Evet babacım. Çok güzeller. Hadi uyu, uyandığında yanında olacağım. "dedi babamda. Sıcaklık beni kendine çekerken kendimi uykunun kollarına bırakmam hiçte zor olmadı.
Göz kapaklarım beni uykunun kollarına çekerken, bedenim kuş tüyü hafifliğiyle yumuşak zemine bırakıldı. Saçlarımda ve alnımda hissettiğim dudaklar beni ne geçmişin, ne de geleceğin kurduğu tuzaklardan koruyamazdı.
🪦
Şimdi koy acılarını ayrılık kesesine, hangisi daha ağır gelir karar ver. Ayrılık, bin yıllık acının kesesine bile ağır gelir. Acılar ise ayrılığın bağrından kopar gelir. İki zıt kutup birbirini durmadan çeker. Hangisi seni idam sehpasına götürür tartışılır ama bir gün olurda bir seçim yapmak zorunda kalırsan ayrılığı seç. Ayrılık tüm hasretleri de acıları da sırtlanır senin yerine.
Öldürmez belki ama ölümden beter kan kusturur.
Ölmedim belki ama şu bir haftada kan kustu yüreğim. İçimin dışından haberi dahi olmadan sadece nefes alarak, geçirdiğim bir haftayı geride bıraktım. Sık sık ekibin uğradığı, halamların bizden çıkmadığı boğucu ve yorucu bir haftadan sonra yeniden işimin başına döndüm. Bana kalsa daha önce bile dönerdim ama Savcı nın kesin talimatlarını çiğnersem, feci şekilde ceza alacağımı bilmem elimi kolumu bağladı.
Biten bir haftanın ardından yeni bir güne uyandım. Yeni bir sayfaya yada yeni bir gün doğumuna adına ne dersem diyeyim yeni bir gün doğması içinde yeni umutları da doğurdu. İçime çektiğim her nefeste bunu daha da iyi anladım. İnsan umutları olmadan yaşayamazmış. İçime acıyı serpen her günde bunu daha iyi anladım. Yaşamaya devam etmem için yalnızca umuda ihtiyacım varmış. Bir tür ilaç gibi, zehri söken atan panzehir gibi. Kanıma karışan beni uyuşturan bu umuda sıkıca tutundum.
"Sumru,"adımı işittiğimde şubeye ilerleyen adımlarım duraksadı. Arkamı döndüğümde bana doğru gelen Lara ve Esilayı gördüm. "Hoşgeldin."dediler aynı anda.
Başımı salladım."Hoşbulduk.Ne bu acale? Toplantı mı var?"diye sorduğumda ikiside birbirlerine şaşkın bir bakış attılar. "Yoo sana yetişmek için koştuk."diyen Esilayla göz devirerek ikisine baktım. "Hadi bunun kafa hep böyle. Sen neden buna uyarsın ki?"dedim Lara ya bakarak.
Omuz silkerek bir kolunu Esilayın omzuna attı. "Arkadaşımı satamam."dedi korumacı bir tavırla. O sırada arkadan gelen ekibi ve yanlarındaki Metini gördüm. O sırada dikkatimi dağıtan Lara’nın bir anda bana sarılması oldu. "Nasılsın Sumru."kollarını boynuma sıkıca dolayarak beni kendine çekti. Samimi ve sıcak tavrına kayıtsız kalmam mümkün olmadığından bende kollarımı nazikçe sırtına doladım. “İyi olmak bu günlerde yaptığım en zor eylem.”dedim içli bir nefesle. Gittikçe bize yaklaşan ekipten Berkun la göz göze geldik. Bakışları ince derimi görmek istercesine, derinlemesine üzerimde oyalandı. Kendi kendine hasar tespiti yaparak bir sonuç çıkarmaya çalışıyordu. Bakışlarının yoğunluğu artınca çareyi gözlerimi kaçırmakta buldum.
Bir kaç adımla yanımıza gelen ekip bir bana bir de ahtapot gibi beni saran Laraya göz attılar. "Kızı boğdun artık. Bıraksan mı?"diyerek Laraya yaklaşan Metin beni sıkıca sarmış kollardan kurtardı. "Sen ne karışıyorsun. Arkadaşıma da sarılamayacak mıyım?"bir anda yükselen Lara ile ne olduğunu çözümleyemeden yanımdaki Esilaya döndüm. Ben demiştim bakışlarıyla ikisini işaret ettiğinde söylediği sözler zihnime doldu.
"Evet ama hoşlanıyor gibi sanki. Metini ara sıra Laraya bakarken yakalıyorum. Benim baktığımı görünce utanıp bakışlarını kaçırıyor."
Benim asla umursamazlığım ama gerçek olan duygular önümde seriliydi.Bana da mutluluklar dilemekten başka bir seçenek kalmıyordu. "Sarılda insan gibi sarıl kızı boğuyordun."diyerek üste çıkamaya çalışan Metine Allahtan sabır diliyorum. Çünkü; Lara ona atılan hiç
bir lafın altında kalmaz, hiç bir lafı yutmazdı. "Sanane acaba benim arkadaşlarımla olan ilişkilerime neden burnunu sokuyorsun. Görmezden gel geç."bir sinirle burnunu havaya dikti. İkisininde birbirine öfkeli olduğunu fark etmemek imkansızdı. Konu artık bana sarılmak bile değildi. "Görmezden gelemem küçük hanım. Senin arkadaşınsa benimde arkadaşım."dedi Metin. Her karşılık verişinde daha da sinirlenen Lara nın alnında atan yeşil damar gittikçe belirgin bir hal aldı. Ellerini beline koyarak Metine doğru yaklaştı. Kavga etmeye hazır bir pozisyonda, soluk soluğa karşısındaki adama bakıyordu. Öfkeli halinin yanı sıra kırgındı bakışları. Aralarında ne geçtiğini anlamasam da Lara’nın kalp kırıklığı fazlaca belli oluyordu.
"Başlarım senin arkadaşına. Kız senin içine düşüyordu. O nasıl arkadaş."mahallede kavgaya hazırlanan kadınlar gibi eli belinde Metine doğru iyice yaklaştı. "Bu aşka ilk şahitlik edenler olarak Nikah şahitleri biz olmalıyız."yanımda kulağıma doğru fısıldayan Esilayı duymazdan gelerek önümdeki çifte odaklandım. "Ben mi dedim kızım gel sarıl diye. Kız bana şak diye sarıldı. Ne yapsaydım itse miydim kızı."artık Metinde yükselerek.
"İtseydin tabi. Ahtapot gibi dört koldan yapışmıştı sana o nasıl sarılmak."dişlerini sıkarken burnundan soluyarak konuşan Lara, artık patlamak üzereydi. Konu bambaşka bir yere gelmişti. İkisininde bu kadar kıskanç insanlar olduklarını düşünmemiştim.
"Offf Lara. Konuştukça en başa dönüyoruz. Kapatalım artık bu konuyu."diyerek uzaklaşmaya çalışan Metine en tip bakışını attı. Elleri usulca belinden ayrıldı. Ama kısık bakışlarında ki tehditkar hava asla dağılmadı. "Sen elin kızlarıyla sarıl. Sonra da konuyu kapatalım de. Senin anan erkek mi Ulan."diye çıkılmasını bende beklemiyordum. Bir an için Berkuna baktığımda oda şaşkın bakışlarıyla Laraya bakıyordu. "Bu lafı senden çalmış bulundum kusura bakma."diyen Larayla daha da şaşırdı, en sonun da yüzü buruştu. Çevresine bu kadar kötü örnek olduğunun oda farkında değildi. Yüzleştiği bu gerçek canını sıkmış gibiydi.
"Ama sen sevinme. Seninle hesabımız daha bitmedi.Arkamdan kaç kıza daha sarıldın kim bilir."diye devam eden Larayı Berkunun gür sesi böldü. "Yeter Ulan. Başka yerde tartışın. İş yerinde olduğunuzu unuttunuz heralde."pin pon topu gibi izlediği ikiliye daha fazla dayanamamış gibiydi. Elini rast gele ortaya doğru sallarken,"Hadi dağılın şimdi."diyerek herkesin bir yana dağılmasını sağladı. Lara öfkeyle yanımızdan ayrıldığında arkasından onunla konuşmaya çalışarak ilerleyen Metin, onu en sonunda kolundan tutarak bir odaya soktu. Gözden kaybolan ikiliyle derin bir nefes aldım. "Ben yokken bir şeyler değişmiş." ikilinin gittiği yeri gösterirken yanımda kalan ekibe döndüm. "Onlar zaten hep aynıydı."dedi Eren bana katılarak. Doğru hep aynılardı. Sadece farkında değillerdi.
"Hadi bizde gidelim. Talat amir toplantı istedi."diyen Berkunla birlikte yönümüzü değiştirip her zaman rutin toplantı yaptığımız yere doğru yürüdük. "Sumruşum, nasılsın?"ismimi bu kadar farklı şekillere soktuğu için kendini tebrik etmem gerek Esilay, koluma girerek başını omzuma doğru yatırdı. Yanımızdan geçenler bize tuhaf bakışlar atsada, bunu umursamadan diğerlerinin arkasından yürümeye devam ettik. "Daha iyiyim."diyebildim sadece. Yalan söylemekten nefret eden doğrucu davut yanım, konuşmuştu yine.
Başını omzumdan kaldırıp gözlerime baktı. "Buna sevindim. Sen hep iyi ol."dedi. Gözlerinin dolduğunu benden saklamak için yeniden omzuma yaslandı. Benden saklanmak istiyordu ama çoktan görmüştüm. Duygusal yapısı her olaya karşı ortaya çıkıyor, gözlerinden yaş olarak duygularını döküyordu. Onu da anlıyordum. Yaşamanın, insan olmanın en keskin kanunu duygularımız değil miydi? Nihayetinde bizde insandık. Bazen ağlamak, bazen gülmek, bazen üzülmek için gelmiştik bu dünyaya. "Hep iyi olalım."dedim bir kolumu omzuna sararak. Ona sarılmamla bana daha çok sokuldu.
Diğerlerinin girdiği toplantı odasının açılmasıyla Savcıyla göz göze geldik. Elinde tuttuğu yığınla dosyayı tek koluna dayamış zorlanmadan taşırken, kısılan gök mavisi gözleri Esilay ve benim aramda gidip geldi. İkimizi bu şekilde görmeyi beklemiyordu. Omzuma doğru yatan Esilaya bakıp yeniden bana döndü. Elalarımda gezinen bakışları kaküllerim ve çillerim arasında yeniden gidip geldi. Gözlerinde her zaman olan soğukluğu yoktu. Aksine sıcak bir ifadeyle bana bakıyordu.
Bu his içimi gıdıklıyordu. Bana şefkatle uzanan eli, benden kaçamayacak kadar yakınımda duran nefesi, gök mavisi gözleriyle, hayatımın ortasına bomba gibi düşmüştü bu adam. Artık kaçacak yerim kalmamıştı. Yoğun bakışları, yakalandığımı ayan beyan açık ediyor. Canıma kast eden yamuk gülüşüyle, tam gözlerimin içine bakıyordu.
"Günaydın."diyerek ilk konuşan taraf olduğunda Esilay irkilerek başını omzumdan ayırdı. Akan göz yaşlarını çaktırmadan sildiğinde başını dikleştirip karşımızda bize bakan Savcıya çevirdi. Onun karşında güçsüz görünmek istemiyor, bunu gizlemek için her seferinde kendisiyle mücadele ediyordu.
"Günaydın Savcım."diyerek karşılık verdiğinde, mavi gözlerini bana çevirip, içeriye gideceğini işaret etti. Tamam anlamında başımı salladım. Esilay yanımızdan usulca süzüldüğünde ona döndüm. "Günaydın Savcım."diyerek Esilayı taklit ettiğimde kaşları çatılır gibi oldu. Ona Savcım demem artık hoşuna gitmiyordu. Bunu saklama gereği duymadan bana bir adım daha yaklaştı.
"Şu an yalnızız"fısıltılı konuşması ortamın havasını daha çok gerdiğinde olduğum yerde kıpırdandım.
"İş yerindeyiz." direttim fikrine.
"Ama yalnızız."oda fikrinde ısrar etti.
Ona karşı koymaya çalışmak gittikçe zorlaşıyordu. "Falaz,"dedim bir anda. Uyarı niteliğinde söylediğim ismi öylece ağzımdan çıkıvermişti. Ne kadar çabuk benimsemiştim ismini söylemeyi. Çatık kaşları anında düzeldi. İfadesine oturan soğukluk yerini sıcak bir melteme bıraktığında, dudağının sol tarafı yamuk bir tebessüme ev sahipliği yaptı. "Hoşuna gitti bakıyorum."iyice döküldüm. Karşımda alenen sırıtması bir nebze sinirime dokunmuştu. Ama o bunu umursamadan derince gülümsediğinde olduğum yere çakıldım. Gülüşünde baharlar saklıydı.
"Gitti."
"Ne gitti?"alık cevabıma karşı daha çok gülümsedi. Gözlerime bayram havası yaşatan gamzeleri derin çukurlar halinde önüme serilmişti. Bir insan bu kadar güzel gülemezdi.
"Hoşuma gitti. Bana ismimle hitap etmen. Daha sık kullanmalısın."dedi arsızca. Ukala sırıtışı yüzünden silinmeden bir adım atarak bana daha çok yaklaştı. "Hoşgeldin Sumru."diye fısıldadı. Yüzüme rüzgar misali çarpan nefesi ferah ve temiz bir kokuya ev sahipliği yapıyordu. Afalladığımı hissetmiş gibi yüzüme baktı. Değişen ifadesi çok kısa bir an dudaklarıma uğradı. Yaramaz bir çocuk gibi yamuk bir tebessüm ettiğinde, derince aldığı nefesi alenen yüzüme üfledi.Bir kaç saniye duraksadım. Mantığımın beni terk ettiğini hissederken, içime çektiğim nefes ciğerlerimi yaktı. "Sumru."diye fısıldadı yeniden.Acilen bunu yapmaya son vermeliydi. Falaz, diyecek oldum ama son dakika dilimi ısırarak kendimi dizginledim. Ona yenilmeye hazır yanım, artık beni şaşırtıyordu.
"Hoşbulduk."dediğimde alenen gülümsemeye devam etti. Sanki yaydığı gülümseme bulaşıcı gibi benimde yüzüme küçük bir tebessüm asıldı. Falaz önce gülümsememe baktı. Gözleri yeniden elalarımla buluştuğunda isteği oyuncağa kavuşan bir çocuk havası vardı. Gözleri şenlik yeri, çehresi bahar bahçeydi. Yada ben en sonunda kafayı sıyırmıştım. Olmayan şeyleri görmeye başlamam delirdiğimin en büyük kanıtıydı.
"Savcım,"
Koridorun başından gelen sesle bakışlarım geriye çevrildi. Talat amirin bize doğru geldiğini fark ettiğimde bir adım geri atarak yüzümdeki aptal sırıtmayı sildim. Falaz da kendini toparlayarak bir adım geri gittiğinde yüzü yeniden soğuk ve sert bir ifadeye büründü.
"Sumru, hoşgeldin kızım."diyerek ilk bana doğru geldi. Bir elini koluma koyarak sıvazladı. "Hoşbulduk amirim."dedim bende küçük bir tebessümle.
"Nasılsın kızım.İyi gördüm seni, toparlamışsın."
"İyi sayılırım abi.Sen nasılsın?"kızım dediği anda rütbeleri bi kenara bırakıp abi kardeş oluyorduk. Ona abi dediğimde bana sıcak bir gülümseme sundu. "Beni boşver sen. Derman nasıl?"diye sorduğunda boğazıma çöreklenen yumruyu yutkundum. "Daha iyi."diyebildim sadece. Kısık çıkan sesim ikisininde dikkatinden kaçmadı. "Ben bir ara uğrarım yanına."diyerek konuyu kapatmasına minnetle baktım. Bakışlarında yatan şefkati görmemem olanaksızdı. Beni ve Esilayı kızı gibi sevdiğini biliyordum.Şefkatli gülümsemesi son bulduğunda, "Savcım, toplantıya geçelim mi?"dedi Falaza bakarak.
"Ekip tamamlandığına göre. Buyurun."diyerek önden geçememiz için bize yol verdi.Önde Talat amir arkada ben içeriye geçerken çok kısa, anlık bir şey oldu. Arkadan bir el parmaklarıma dokundu. Sadece bir saniye temas etse de vücuduma elektrik verilmiş gibi titredim. Saçlarımın arasına karışan ılık nefes kulağıma doğru yol aldığında, içine çektiği derin bir nefesi koyverdi. Olduğum yerde bir saniye durmak zorunda kaldım. Gözlerimi açık tutmakta zorlandığım o saniyede elini çok hafif bir baskıyla sırtımda hissettim.
Beni içeriye doğru nazikçe itekledi. "Ekip sana bakıyor."diye fısıldayan sesinde yarmaz bir ton vardı. Yaptığından oldukça memnundu. Beni tökezletmişti, kendisi hiç bir şey olmadan yoluna devam ediyor gibi rahattı. Bu rahatlığı hiç hoşuma gitmedi. Benim tek bir nefesiyle, ufacık temasıyla bu hale gelmem akıl alır gibi değildi. Kendimi sıkarak bir adım ileriye attığımda belimdeki baskısı yok oldu. İlerleyip Berkunun yanındaki boş sandalyeye oturdum. Falaz da vakit kaybetmeden tam karşıma oturduğunda, gözlerindeki yaramaz parıltıları daha net gördüm. Yüzü sert ve ifadesizken bakışlarında nasıl bahar dalları aılı kalırdı. O tanıdığım kimseye benzemiyordu ve bu beni ona doğru iten en güçlü duyguydu.
Karşıma oturduğu andan itibaren bakışları üzerimden bir saniye dahi ayrılmadı. Ona bakmamak için direnmek zordu ama kapıda yaşanan o andan sonra rahat olması canımı sıkmıştı. Ve inat damarım ortaya çıkmıştı. İnatla ondan yana bakmıyor, ısrarla yüzümde gezinen bakışlarına dönmüyordum. Yanımda oturan Berkun da bu bakışları fark etmiş gibi oturduğu yerde sürekli kıpırdanıyordu. Kasılan bedeni gergin olduğu için aldığı sık soluklarını işitiyordum. Stres altında kaldığında salladığı ayağına kadar onu tanıdığım için bu durumdan ne kadar memnun olmadığının da farkındayım. "Dur artık."diyerek kısık sesimle onu uyardığımda Savcıya kitlediği bakışları bana çevrildi. Yüzümü tarayan bakışlarına karşılık vermeden masaya bakmaya devam ettim. Sert bir solukla yeniden önüne döndüğünde kendimi diken üzerinde hissettim. Sanki yanlış bir şey yapmışım gibi beni zan altında bırakması o kadar saçmaydı ki, içinde bulunduğum şu durumu sorgulamama neden oluyordu.
Hayatıma bu kadar karışma hakkı yoktu. Dost olabilirdik, sırdaş, arkadaş ama hepsi bu kadardı. Sınırlarımı geçtiğinde nasıl bir insana dönüşeceğimi en iyi kendisi bilirdi. O sınırın üzerinde gezindiğinden habersizce sitem ediyordu. Ama bu durum gittikçe can sıkıcı bir hal almaya başlamıştı.
Bazen bazı sınırları unutmamak gerekiyordu. Nerede nasıl davranacağımızı ayırt etmek hepimiz için gerekliydi. Son zamanlar buna kimse takılmıyor. İstedikleri anda öfkelerini göstermekten çekinmiyorlardı. Berkun patlayacak bir öfkeyle Falaza bakarken Falaz umursamadan Erenin verdiği bilgilere odaklanmıştı. Berkun sert solukları ve sıktığı yumruklarıyla kitlenmiş şekilde Falaz dan gözlerini alamıyordu. "Yapma şunu."diyerek sağ elimi dizine koydum. Hafifçe sıkarak karşıdaki adama kitlenmiş bakışlarını dağıtmaya çalıştım. Şu an bu öfkenin yeri değildi. Ortada olan bir şey de yoktu.
Delici kahveleri zorlanmadan beni bulduğunda içinde yanan ateşi an be an gördüm. İlk kez bana cesurca, saklanmadan bakıyordu. Gözlerinde gördüğüm saf öfke yerini derin bir kırgınlığa bıraktı. Kırgın olduğu kişi bendim. Nedeni anlamam bana yaptığı saygısızlığı çöpe atmıyordu. Başımı iki yana salladım.
Lütfen Berkun yapma! Ne kendine eziyet et! Nede bana!
Gözlerimden geçen sessiz kelimeleri gördü. Eyvallah dercesine başını salladığında oracıkta ağlamak istedim. Kendimi olağan gücümle sıktım. Ellerimi dizinden ayırdığımda karşımda oturan gök mavilerin üzerime devrildiğini hissettim. Ona bakacak gücü kendimde bulamadım. Ellerimi masaya yaslayıp öne doğru eğildim ve Esilayın bahsettiği kamera kayıtlarını dinlemeye başladım.
"Saat 14.00 civarında okuldan çıkan Kardelen Çağın evine dolaylı yoldan giderek tam 14.30 da ulaşıyor. Elindeki telefonu sürekli kontrol ederek, takip edilircesine arkasına bakarak ilerliyor. Kör noktaları kullansada bir kameradan kaçamayan bir süliet fark ettik. Yaklaşık 1.75 boylarında genç bir adam. Başındaki şapkası be yüzündeki maskesinden dolayı kimlik tespiti yapılamadı."
"Başka bir şey yok mu elimizde?"diye soran Talat amire döndü Eren.
"Okul içi öğrenci araştırmasında bir öğrencinin Ali Dündar'ın Kardelenin öldüğü günden bu yana okula gitmediği tespit edildi. Ali'nin adresine bir ekip gönderildi. Tek yaşıyormuş, aileside yok. Evde boş çıktı."dedi. Talat amir başını sallayarak onayladı.
"Ekip Ali'nin peşinde görüldüğü ilk yerde tutuklanacak."diye ekledi Tuna.
"Tamamdır çocuklar dosyayı toparlayıp cinayet şubeye teslim edin. Gerisi onlarda."dedi ve toplantıyı sonlandırdı.
"İşinizi toparlayın sonra da çıkın. Müsaadenizle Savcım."Savcının başıyla onaylamasıyla toplantı odasından ayrıldı.
"Berkun,"diye seslendi ardından. Savcı ayağa kalkarak odadan çıktığında Berkunda gelen emirle onu takip etti. "Berkun, biraz sakin ol."diye uyardı Eren ama Berkun onu asla umursamadı. Erenin bakışları beni bulduğunda hızla toplantı odasından çıktım. "Berkun,"diye seslendim Savcının odasına doğru ilerleyen adama. Adımları duraksadı ama bana dönmedi.
"Bekle."dedim ve hızla yanına yaklaştım. Önünde durduğumda derin bir nefes aldım. İçimdeki gücü bulduğumda bakışlarım keskin kahvelere denk düştü. "Lütfen, biraz sakin kal. Karşındaki insanın bir Savcı olduğunu unutma."dedim sakince. Berkun benim aksime ağır bir öfkeyle başını sola yatırdı. " Neden? Neden sadece ben karşımdaki insanı düşünüyorum. Neden onun tarafını tutuyorsun Sumru? Sen - " dedi ve durdu. Öfkeli bir nefesi koyverdiğinde sabrının son kırıntılarına tutunduğunu fark ettim. Bir eli yumruk olurken diğerini saçlarına atarak kısa tutamları çekiştirdi. Çaresiz tavrı karşısında kendimi aciz hissettim.
"Ben kimsenin tarafını tutmuyorum. Seni korumaya çalışıyorum. Bunu göremeyecek kadar kör müsün? İlk günden beri sadece seni korumaya çalıştım. Ama görüyorum ki yanlış yapmışım. Ne haliniz varsa görün. Beni hiç bir konuya karıştırmayın."ağır öfkesi bana da sirayet etmişti. En sonunda beni de kendileri gibi çıldırtmayı başardılar. Aralarında kalmaktan, imalardan çok sıkılmıştım.
Başını ağırca sallarken, "Eyvallah Sumru. Seni hiç bir konuya karıştırmam."dedi kırgınca. Gözlerimi yumdum bir kaç saniye. Sakin nefesler alarak kendimi kontrol altına almaya çalıştım. Keskin kahveleri yüzümden ayrılıp, yanımdan geçerek uzaklaşmaya çalıştı, son anda kolunu yakalayarak onu durdurdum.
"Öyle demek istemediğimi biliyorsun. Ben sadece aranızdaki bu savaştan çok sıkıldım."dedim dürüstçe.
"Bende sıkıldım. Senin anlayıpta anlamazdan geldiğin herşeyden."dürüstlük konusunda yarışamayacağım tek insan oydu. Yavaşça arkasını dönerek Savcının odasına doğru adımladı. Elimi başıma atarak şakaklarımı ovuşturdum. Başıma dolan ağrıyla yüzümü ekşitmemek için kendimi zor tuttum.
"Tüm savaşları senin için veriyor. Gerçekten farkında değil misin?"yanıma gelerek solumda dikilen adama baktım. Başımı onaylarcasına eğdim. Onu anlamadığımı düşünmesi çok saçma gelsede, ketum biri olduğum için böyle düşünmesini yargılamadım.
"Biliyorum."diyebildim sadece. İçli nefeslerim sakinlediğinde bana kalan sadece baş ağrısıydı.
"O halde neden ona savaşması için bir neden vermiyorsun?"bunun kolay olduğunu düşünmesine şaşırdım. Elimi şakağımdan çekerek bir kaç adımda tam karşısında durdum.
"Ona verecek bir nedenim yok."dediğimde ne demek istediğimi anladı. Gözleri kısıldı ve başını hafif eğerek yüzüme yaklaştı. "Seni anlıyorum. Ama Berkun'un bu nedene herşeyden çok ihtiyacı var."dediğinde kaşlarım derince çatıldı.
"Ona sahte bir neden vermem gerektiğini mi düşünüyorsun?"şaşkınlığım tüm yüzüme yayılmıştı.
"Evet, belkide bilmiyorum Surmu. Tek bildiğim Berkun dağılmak üzere. Dağılmadan onu tutmaya çalışıyorum."arkadaşını korumaya çalışıyordu ama ona sahte bir sebeb vererek kandırmamı bekliyordu. Bunu yapamayacağımı bilmesi gerekirdi.
"Eren bunu yapamam.Her zaman arkasını kollarım, toplarım. Toparlarım ama bunu yapmamı bekleme benden."dediğimde çaresizce düşen omuzlarını gördüm. "Biliyorum. Oda bunu istemez. Sahte bir umut yerine gerçek bir acıyı tercih eder."dedi beni de anladığını göstererek.
Benden uzaklaşmak için geriye doğru bir kaç adım attı. "Ben böyle işin amına koyayım."diye konuştu kendi kendine. Eliyle yüzünü sıvazladı. Tepkilerine sesiz kalarak arkamda kalan koltuğa kendimi bıraktım. Bir kaç dakika ayakta kalan Erende kendini yanıma bıraktı.
Başını bana doğru eğdi. "Sağ çıkarlar mı?"diye sordu.
"Sağ çıkmaları gerekiyor.Başka bir seçenek yok."diye mırıldandım. Başımı yere eğerek kafamı ellerimin arasına aldım. "Savcı odasına çağırdığına göre ve ses çıkmadığına göre sakince konuşuyorlar demektir."söylediğine kendi bile inanmıyordu. Berkun ve sakin kalma kelimesi aynı cümlede çok absürt kalıyordu.
"Umarım öyledir."diyerek temennimi sundum. Berkuna değil ama Savcının dik duruşuna ve iş ahlakına güvenmekten başka çarem yoktu. Berkun kendini dizginleyemese bile Falaz bunu yapabilirdi. Kesinlikle yapmalıydı. Zaten mimli olan Berkun birde Falazla takışırsa artık adı Savcı kaçıran olarak değişebilirdi. İnsanlar üstünü karalamak için tek yanlışına bakarlar. Buldukları her fırsatı değerlendirip üzerini çizmekten asla kaçınmazlar. Berkun bu konuda artık pamuk ipliğine bağlıydı.
Kafam ellerimin arasında ileri geri sallanırken kapı beklemediğim bir anda açıldı. Berkun ağır adımlarla bize doğru yaklaştığında Eren ve bende oturduğumuz yerden ayaklandık.İfadesiz bakışlarla ikimizi birden süzdü. Daha çok neden burada olduğumuzu sorgular gibiydi. Onu burada öylece bırakacağımızı düşünmesi daha tuhaftı ama buna takılmadım.
O sırada kapanan kapı yeniden açıldı. Falaz koridora adım attığında bizi fark etti. Hafif çatılan kaşları bizi gördüğünde daha çok çatıldı. Gök mavisi gözleri benim ve diğerlerinin üzerinde gezindi. "Sumru, "dedi bana doğru. Eliyle yanıma gel işareti yaparak yeniden odasına girdi.
Berkun derin bir nefesi içine çekerek bize doğru bir kaç adım yaklaştı. Gözlerimin içine bakarken, "Hadi git."dedi sadece. Öylece gözlerime bakan keskin kahveler hiç olmadığı kadar sakindi. Bu kadar sakin kalmasını beklemediğim için şaşkındım. "Ne konuştunuz?"diye sorsamda bana cevap vermek yerine Ereni önüne katarak koridorda ilerlemeye başladı. Arkasından giderek durdurmak ve konuşmak istedim. Ama şuan yeri değildi. Berkun beni illaki dinlerdi. Anlardı biliyorum. Neyi neden yaptığımı bilecek kadar tanıyordu beni. Neyi neden yaptığını bilecek kadar tanıyordum onu.
Ona dair kestiremediğim tek şey bu sakin halleriydi. Beni fazlasıyla tedirgin ediyor, gerginliğimi hat safaya taşıyordu. Tam şu an olduğu gibi…
Daha fazla koridorda dikilmeden Falaz’ın odasına doğru yürüdüm. Kapıyı çalarak içerden ses gelmesini bekledim. Ama istediğim ses gelmedi. Onun yerine vurduğum kapı açıldı, Falaz bileğimden kavrayarak beni içeriye çekti.Çekmenin şiddetiyle burun buruna geldiğimizde arkamızdaki kapı kapandı. Şaşkın bakışlarla gözlerine bakakaldım. Bir kaç saniye olduğumuz konumu idrak edemesem de kendimi hızlıca toparladığımda olduğum konumdan bir kaç adım geriye düştüm. Gök mavisi gözlerine bakarak, "Asuman Taşkın davasında yer almak istiyorum."dedim günler önce söylediğimi yenileyerek.
Bana bakan gök mavileri bu istediğimi reddetmek için hazır bekliyordu. "Bu çok riskli bir istek. Bunu yapamam."dediğinde gözlerim kırgın bir kuş gibi kapandı. Bir kaç saniye sakin kalmak için çabalayarak yeniden gözlerimi açtığımda Falazı yeniden burnumun dibinde buldum. "Beni anlaman gerekiyor. Seni riske atamam."sakin sesinde delice bir istek vardı, uymamı emrettiği sessiz isteğine boyun eğmedim.
"Falaz, bunu yapmam gerekiyor. Onun için yapmam gereken son görev bu. Onunla vedalaşmam için bana yardım etmen gerekiyor."boyun eğmediğimi gördüğünde yüzünde yamuk bir gülüş belirdi. Öfkesiyle karşılaşmayı beklerken bu hali fazla yabancıydı. Gök mavileri giderek kısıldı, başını sağ yanına eğerek üzerime geldi.
"Bu halin fazla."sözlerini tamamlamadan durdu.Bakışları gözlerimden dudaklarıma kaydığında verdiğim nefes boğazıma takılı kaldı. "Sen beni öldürmek mi istiyorsun?"algılarım kitlenmişti ama farkında olduğum bir şey vardı. Falaz, benimle flört ediyordu. Alenen saklamadan, saklanmadan. Öylece elalarıma bakıyor, sol elinin parmakları sağ elimin sırtını okşuyordu. Bu hareketi içime çektiğim nefesi tekletti. Kalbim hızla atmaya başladığında engel olamadığım bir dürtüyle bende parmaklarımı oynattım. Sıcacık eline dokunan parmaklarım yeni keşfettiği bu sıcaklığı uzun zamandır tanıyor gibiydi. "Sen beni gerçekten öldürmek istiyorsun."dedi yeniden. Parmaklarımız birbirine dolanmış bir halde birbirine sıkıca tutunmuştu.
“Son bir şans.”dedim dudaklarımı araladığımda.
Dertli bir nefesi içine çekerken bakışları üzerimden ayrılmadı. "Gerçekten Asuman Taşkın davasında yer almak istiyor musun?"duyduğum soruyu bir kaç saniye idrak etmekte zorlandım. "Ne?"diye soludum tüm şaşkınlığımla, kitlenip kalmıştım gök mavilere.
"Kabul ediyor musun?"arsız bir istek yokluyordu içimi. Dudaklarımda duraksayan bakışları sorumla birlikte hızla gözlerime çıktı.
"Eğer istersen senin için bir istisna yapabilirim."çocuksu bir coşku yokladı kalbimi.
"Teşekkür ederim."diyebildim. Elimden sadece bu kadarı geliyordu.
"Çok teşekkür ederim."dedim yeniden. Parmakları avucuma kayarak elimi kavradı. Kalbim bir kez daha göğüs kafesimde dövündü.
"Teşekkür etmen gereken son insan benim. Sadece senin için, tüm kurallarımı çiğneyip yanında duracağım. Bir adım uzağında. Bir nefes yakınında."diye fısıldadı.
Ruhum kanatlanıp onun ruhuna konmak için can çekişti. Kalbim göğüs kafesimi yarıp geçercesine çarpıyordu. Gök mavisi gözleri çocuksu bir tebessüme ev sahipliği yaparken. Benimde dudaklarımda asla silinmeyen bir gülümseme yer edindi. Bakışları gülümsememe takıldığında gözlerini kaçırmadan izledi. Tüm yüzümü ezber edercesine taradı.
Bakışlarıyla ördü aramıza güven duygusunu.
Hayatımda ilk kez babamdan başka bir adama sonsuz bir güven duyacağımı hissettim.
İliklerimden, her zerreme kadar yayıldı güven duygusu.
Yeni bir karanlığa adım atarken, yanımda istediğim tek kişi oydu. Bu karanlığın içinden aydınlığa çıkarken elimi tutmasını istediğim tek kişi oydu.
Kaçamayacağım şekilde yakalanmıştım gök mavilerine.
🪦
Umarım severek ve beğenerek okumuşsunuzdur.
Son sahne hakkında ne düşüyorsunuz?
Aşktan daha kuvvetli bir duygu varsa bu bana göre güvendir. Herşeye rağmen birbirlerinin ellerini tutmak isteyen Falaz ve Surmuyu neler bekliyor?
En sevdiğin sahne hangisi oldu?
Berkun ve Falaz ne konuştu?
Gitmeden önce yıldıza basmayı ve bölüm hakkında fikrinizi belirtmeyi unutmayın.
Tiktok; Bulmacaa.ustalarr
İnstagram; Bulmacaustalar
Tiktok hesabımı aktif olarak kullanıyorum. Videolardan haberdar olmak ve daha fazla bilgi almak için beni Tiktok hesabımdan takip etmeyi unutmayın.
Sevgiler
Semyy8
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.99k Okunma |
374 Oy |
0 Takip |
16 Bölümlü Kitap |