14. Bölüm

13- YANGINA DAMLAYAN GÖK MAVİSİ

Bulmaca Ustaları
semyy8

Merhaba Dostlar

 

 

Yeni bir bölümle geldim.

 

 

Bıraktığım yerde mutlu bir Falaz ve Sumru vardı. Herşeye rağmen birbirlerinin elini tuttular ve bir maceraya atılmaya hazırlar. Bu süreçte onları nelerin beklediğine hep birlikte şahit olacağız.

 

Bazen gülüp, bazen ağlayacağız.

 

Düşeceğiz bazen. Sonra yeniden kalkacağız.

 

Kaldığımız yerden devam etmek için bir çok sebeb bulacağız.

 

Hikayeme ortak olan, seven, sayan ve beğenen herkese çok teşekkür ederim. İlk günden bu güne kadar okuyan ama kendini belli etmeyen gizli okurlarım sizlerde İyiki varsınız.

 

Daima var olalım.

 

Emeklerimi görmezden gelmemek için bölüme geçmeden önce yıldıza basmayı unutmayın.

 

Hepinizi satır aralarına bekliyorum.

 

 

 

 

 

Tiktok; Semyy8 Hesabımda epey aktif oluyorum. Video ve kolajları paylaşıyor bazen alıntılar koyuyorum. Beni buradan takip etmeyi unutmayın.

 

İnstagram; Bulmacaustalar Burayada video ve edit atıyorum. Takip ederseniz çok sevinirim.

 

Twitter; Semyy8

 

 

 

 

 

 

Keyifle okuyun..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hakan Altun - İflah olmam

 

Soner Arıca- Deniz Gözlüm

 

Zakkum - Ben Ne Yangınlar Gördüm

 

Barış Manço - Anlıyorsun Değil Mi?

 

Sezen Aksu - İhanetten Geri Kalan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sumru Eryavuz

 

Giden gitmiş hüznü ayaklandırmak boşuna..

 

Ahmed Arif.

 

 

 

 

 

 

Giden mi yoksa kalanı zordur vedalar? Peki, veda edemediklerimiz, onların içimizde açtığı boşluk?Hiç dolmayacak o boşluk. Çünkü gidenler bir daha dönmeyecek. Dönülmeyeni beklemek ise mezara onunla girmekten farksız.

 

Vedaların bir dili yoktur ama en çok onlar kanatır yaraları. Bir gülümsemeye sığdırırsın, bazende tek damla göz yaşına. Gidene de cehennemdir vedalar, kalana da. Bir cehenemin cenderesine düştün mü, yanarsın durmadan. Dumanın üstünden tüter de, hiç kimse bir damla su olmaz yangınına.

 

İlk kez o yangına bir damla su döken biri vardı hayatımda...

 

Gök mavisi gözleriyle bana bakan, beni anlayan bir adamdı. Bana sadece bakmıyordu. Beni görüyordu. Beni biliyordu.

 

Farkındayım. Onun da yarası vardı.Dikiş tutturamadığı, oluk oluk kanayan...

 

Çünkü bende onu görüyorum, biliyorum. Duyuyorum sessiz kelimlerini. O, gözce bilmediğimi sanıyor ama ben en çok onu okuyorum. Bazen açık bir sayfa kitap gibi, bazen de kapalı bir kutu. Hangisi olursa olsun, sanki benim yanımda koruyamıyor zırhını. İndiriyor duvarlarını, onu görmeme izin veriyor. Ona bakmama ve anlamama izin veriyor. Yanımda kendinden saklanmıyor.

 

Ona olan bütün düşüncelerim önce hislerden geçiyor. Onu gördüğüm ilk andan itibaren hislerim devreye girmişti. Güçlü duruşunun arkasına saklamaya çalıştığı tüm duyguları görebiliyor, hissedebiliyorum. Bazen yıkılmaz bir dağ gibi duruyordu; heybeti gözleri kamaştıran. Bazense küçük bir oğlan çocuğu oluyor; sevgiye aç masum bakışları olan. Ve o hangisi olursa olsun, benden saklanamıyor. Saklanmak için de çabalamıyordu.

 

"Davaya seni de dahil edeceğim. Yalnız bazı şartlar koymam gerek. Başına buyruk hareketleri bir kenara bırakman gerekiyor. Ancak o şekilde kabul edebilirim."dedi dakikalar sonra. Aramızda süregelen sessizliği bozarak. Elini elimden çekip benden bir adım uzaklaşsa da hâlâ çok yakımda duruyordu. Bir adım uzağımda ama bir o kadar da yakınımda.

 

"Tamam, kabul ediyorum. Başıma buyruk hareket etmeyeceğim. Başka?"diye sorum heyecanla.Sesime yansıyan coşkulu sevincin farkındaydı. O da beni açık bir kitap gibi okuyor, gösterdiğim tüm duyguları kendi içinde analiz ediyordu. Yansıttığım duygular bir ayna gibi kendini bana göstermekten korkmuyor.

 

"Benim haberim olmadan hiçbir işe karışmayacaksın. Benimle birlikte hareket edeceksin. Aklına takılan her şeyi ilk benimle paylaş-."

 

"Tamam, kabul ediyorum."dedim cümlesini tamamlamasına bile izin vermeden.Buruk bir heyecan ve korku iliklerime doğru ilerliyordu. Terlemeye başladığımı fark ettim. Kalbimi sıkıştıran kesif bir ağrı vardı. Karşıma ne çıkacağının bilinmezliğiydi beni korkutan. O korku ki bir o kadar da yüzleşmem için cesaret aşılıyordu.

 

Falaz, yeniden bana doğru bir adım atarak mesafemizi sıfırladı. Elinin yüzeyi parmaklarımı sıcak bir hisle sardı. "Yolun sonu nereye giderse gitsin, pes etmeyeceksin,"dedi ardından. Pes etmem değildi konu. Gözlerimde gördüğü korkularımı okuyordu. Ve o korkularla ne yapacağını bilmiyordu. Asıl arafta bırakan buydu.

 

O,pes etmemi değil, korkmamı istemiyordu.

 

"Pes etmekten değil, neyle karşılaşacağımı bilememek korkutuyor beni,"dedim dürüstçe. Hayatım boyunca dürüst olmuştum. Ama ona karşı haddinden fazla açık olmam, beni asıl arafta bırakandı. İlk tanıştığımız andan bu yana ona karşı kendimi savunmasız bırakmıştım. Duvarlarım söz konusu Falaz olduğunda kalkıyordu. Bana bunu yaptıran gök mavisi gözleri, üzerimden bir saniye bile ayrılmadan tüm mimiklerimi ezber ediyordu. "Biliyorum,görüyorum,"içimi okuyan gök mavilerinde rahat bir ifade vardı. Bendim ona bu özgüveni veren. Damarlarımda akan inatçı kana teslim olarak burnumu havaya diktim. "Bende biliyorum, görüyorum."Kendinden emin duruşuna bir darbe savurdum.

 

Gözleri anında kısıldı. Kaşları derin bir çukurla çatıldı. "Neyi?" yakalanmış olmanın huzursuzluğu üzerine kurulmuştu. Anlamadığı için değil, emin olmak istediği için soruyordu. Onu gerçekten okuduğumu bilmek, üzerindeki yüklerini mi azaltacaktı? Rahat bir nefes arıyorsa, onu ben de bulması mümkün değildi. Kelin ilacı olsa, önce kendi başına sürerdi.

 

"Seni,"dedim sessizce. Kelimeler bir hava gibi dağıldı ortamda. Gözlerinden olduğum sessiz kelimler bir bir yok olurken, kendini kapatmanın derdine düşmüştü. Benim gibi okunmaktan rahatsız oluyor, bunu karşı tarafa yapmaktan geri durmuyordu. Biz onunla fazla benziyorduk. Bazen aynadaki yansımama bakıyor gibi hissediyordum. "Seninle ben fazla benziyoruz. Bazen aynadaki aksime bakıyor gibi hissediyorum.”

 

Kaşları yeniden ağır bir havayla çatıldı. Kısık mavileri, elalarımın içini eşeler gibi derince bakıyordu.

"Bu seni rahatsız mı ediyor? "başımı hafifçe sola doğru yatırarak gözlerine bakmaya devam ettim. Bakışlarımdan anlamalıydı. Rahatsız olmak yerine ona daha yakın hissettiğimi bilmeliydi. Benzerliğimizi fark ettiğimden bu yana onu kendime daha yakın görüyordum. Anlatmaya çalıştığım duyguları gözleriyle okudu. Derin bir nefes alıp yüzüme doğru üflerken, "Güzel, çok güzel,"diye mırıldandı ağzının içinde. Güzel olanın benzerliğimiz olmadığını anlatmaya çalışır gibi baktı yüzüme. Gözlerimden akan bakışları yanaklarıma, kaküllerime yükseldi.

 

Bazen kelimelere dökemediğin hisler olur. Şu an gök mavisi gözlerinden bana doğru akan hisleri tarif edecek tek kelimem yoktu. Sıcak bir iklime düşen ilk cemre gibiydi bakışları. İçimde coşkulu bir bahar esiyordu ona bakarken. Gözleri gökyüzünden çalınan bulutlar gibi sakin ve dingindi. Bana bakarken, beni okurken hep sakindi. Bakışları, ılık bir meltemin yüzünü yalaması kadar rahat ve huzur vericiydi.

 

"Beni gerçekten anlıyor musun?"diye sordu. Bakışlarında meltemi tadan elalarım yüzünün her karışına dokundu. "Anlıyorum. Hiç kimseyi anlamadığım kadar."dedim en net cevabımla. İstemsiz çatılan kaşları düzeldi. Sert ifadesini sağlayamayan gözleri anında dudaklarıma düştü.

 

Baktı ve içli bir nefes verdi. "Hiç kimseyi anlamadığın kadar,"diyerek beni yeniledi. Onaya ihtiyacı yoktu. "Evet,"net halimi gören gözleri ışıklı bir tebessümle kısıldı. "Çok uzun zaman oldu."

 

Parmağıma doladığı işaret parmağı kıpırdadı. "Ne uzun zaman oldu?"diye sordum ona dalıp gitmişken. Aslında öylesine sorduğum bir soruydu. Onu anlayan birini bulmak gerçekten uzun zamanını mı almıştı? Ona dair bildiğim şeyler sayılıydı. Kapalı bir kutunun içinde yaşadığı hayatı yalnızca ona özeldi. Tek bir ipucu bile vermeden tüm kapıları kapatıyor.

 

Görünmesin istediği her neyse, kendi bile görmekten kaçıyordu.

 

Kaçmak çözüm değildi. Bunu bir kaç gün içinde daha iyi anlamıştım. Kaçarak sadece etrafındaki insanları uzaklaştırıyorsun. Kendinden kaçamadığın sürece nereye gittiğinin pekte önemi kalmıyor. Zihnindeki rahatsız kalabalık senden uzaklaşmadığı sürece kaçmak yalnızca korkaklıktı.

 

"Sana bir dosya vereceğim. İncele, üstüne konuşalım,"dedi sakince. Soruma bir yanıt vermekten kaçtı. Ama ben o sorunun cevabını zaten biliyorum. Onu bilmek, onu hissetmek kalbimin en ücra köşesine batan bir iğne gibiydi; canımı yakıyor ama ona sırtımı dönmek istemiyorum.

 

"Peki,"dedim çaresiz bir kabullenmişlikle. Kendini anlatana kadar suskunluğuna ortak olacaktım. Benden birkaç adım uzaklaşarak masasına yöneldi. En üstte kalan çekmecesini açarak mavi kapaklı bir dosya çıkardı. Yeniden yanıma gelerek dosyayı bana uzattı. Almak için uzanan elimin üşümüş parmaklarına dokundu. Gözlerinden geçen hiçbir duyguyu okuyamadım. Kendini yeniden kapatmış olmasına sinirlenmem gerekiyordu. Ama tam tersi onu artık daha iyi anlıyor, hak veriyordum. Çünkü ben de kaçtım. Babamdan kaçtım. İnsanlardan kaçtım. Duygularımdan kaçtım. Korkaklık ederek saklanmanın acılarıma iyi gelmesini bekledim. Ama yanıldığımı babamla konuştuğumda bir kez daha anladım. Duygular saklanması gereken bir hazine değildi. Bazen cesurca ortaya koymak ve uğruna savaşmak gerekiyordu.

 

"Bu,"

 

"Evet, ananenle ilgili detaylı bilgiler.Sen oku, sonra konuşalım."dedi; gözlerime değil de, elimde tutuğum dosyaya bakıyordu. Yutkundum. Boğazımdaki kötü tat damağımda kaldı. Gergin bedenim kasılıp kalmıştı. Başımı aşağıya eğerek ben de dosyaya baktım. İçinde ne yazdığını bilmesemde canımı yakacak gerçekler olduğunun bilincindeydim. Belki oda biliyordu bunu. Bana bir zaman sunmadan yavaş yavaş okumamı bekliyor. Yara bandını tek seferde çekmek en iyisiydi.

 

"Akşam okurum,"diyebildim. Damağımda kalan tat boğazımdan aktı. Başını onaylar gibi salladığında daha fazla durmadım. "Ben gideyim,"dedim. Birkaç adımda geriye doğru çekilirken. "Sen git,"dedi gözlerime bakarken. Yavaşça arkamı döndüm. Parmaklarım kapının kulpuna tutunduğunda sesi odanın içinde yankılandı.

 

"Sumru, acele etme.Okumak için yani. Kendini zorlamana gerek yok."gözlerim kapandı. Dosyada ne olduğunu bildiği içindi bu sözleri. Kendimi en kötüsüne hazırlamamı istiyor gibiydi. Daha kötü ne olabilir diye düşündüm. "Zorlamam, akşam okurum."bu kez beklemeden odadan çıktım. Hızlı adımlarım lavabonun olduğu koridor boyunca yankılandı.

 

Lavaboya girdiğim anda bir kaç gözün üzerime çevrildiğini gördüm. Kimseyi umursamadan tuvaletin birine attım kendimi. Klozetin üzerine oturup elimdeki dosyayı dizlerime koydum. Elimi üzerine yasladım. İçimden ağlamak gelmiyordu ama gözyaşlarım kalbimden akıyordu. Öylece baktım dosyaya. Belki bir kaç dakika, belki bir kaç saat. Lavaboya girip çıkan insanların seslerini duyuyor, olduğum yerden bir milim bile kıpırdayamıyorum.

 

"Kızlar, Surmuyu gördünüz mü?"adımın geçtiği cümleyle daldığım garip boşluktan irkilerek çıktım. "Ben görmedim. Sen gördün mü?"diye sordu bir kız. Bir kaç hışırtı sesinden sonra "En son lavaboya girmişti ama ondan sonra ben de görmedim."dedi. Bir kaç adım sesi işittim. "Tamam sağ olun kızlar. Onu görürseniz söyleyin, toplantı odasına gelsin."dedi Esilay. Kapının açılıp kapanmasını ve içerdekilerin bir bir dışarıya çıkma seslerini dinledim. En sonunda sessiz kalan lavabodan çıktım. Elimdeki kalın dosyayı lavaboya bırakıp musluğu açtım. Avucuma dolan suyu bir kaç yüzüme sertçe çarptığımda kendime gelebilmiştim.

 

Aynadaki aksime baktım.

 

Solgun yüzüm, hafifçe morarmış göz altlarımla berbat görünüyorum. Rasgele toplanmış saçlarımda kuş yuvasına dönmüştü. Saçlarımı açıp yeniden topladım. Biraz daha iyi göründüğünden emin olduğumda dosyayı da alarak lavabodan çıktım. Koridor boyunca birkaç gözün üzerime çevrildiğine şahit olsamda bakmadan yürüdüm. Başım dik, alnım ak bir şekilde yürüyordum. Toplantı odasına geçmeden önce elimdeki dosyayı arabama bıraktım. Başka bir yere koymam demek, kaybolması yada birinin bularak okuması demekti. Bu ihtimali göze almadım. Adımlarım yeniden şubeye yöneldiği sırada dışarıya çıkan Berkun’u gördüm. Hızlı adımları beni gördüğü anda duraksadı. Ona doğru birkaç adım atarak aradaki mesafeyi sıfırladım. "Önemli bir durum mu var?"diye sordum direkt.

 

"Neredeydin? Seni merak ettim."sorumu duymazdan gelerek gözlerime baktı. Keskin kahveler birer ok gibiydi. "Buralardaydım. Biraz yalnız kalmak istedim."dediğimde derin bir nefes alarak göğsünü şişirdi. Kaçamak bakışları etrafı tarayıp yeniden bana döndüğünde söylediğim söze hiçte inanmadığını yakaladım. "Heryerde seni aradık. Nasıl buralardaydın?"dedi gizlenmeden. Kendini gizlemiyor olması artık bazı sınırların aşıldığını gösteriyordu.

 

Ellerimi kendime sararak üşüyen bedenimi korumaya aldığımda, bakışları anında üzerime düştü. "Sorguda mıyım? Bilmiyordum,"dediğimde bir adım geri giderek yanlış anlaşılmayı engelledi. Keskin sınırlarım olduğunu, o sınırlar geçildiğinde nasıl tepki vereceğimi en iyi o biliyordu. Geçmemesi gereken sınırda yürüdüğünü henüz fark etmişti.

 

"Hayır, sorguda değilsin tabi ki. Biz merak ettik sadece,"Derince yutkunuşunu izledim. Birinci tekil şahıstan birinci çoğul şahısa geçmesi dikkatimden kaçmadı ama umursamadım. "İyiyim ben, merak edilecek bir durum yoktu. Önemli bir durum varsa telefonla arasaydınız,"dedim ama telefonumun çantamda olduğunu ve çantamın da toplantı odasında olduğunu anımsadım. Gerginliğim hat safhadaydı. Berkun, farkında olmasına rağmen, bana doğru bir adım atarak kaşlarını çattı.

 

"Acısı var diyorum. Kendi içinde bir boşluğa düştü zaman ver. Üzerine gitme diyorum ama sen inatla bizden kaçarak, saklanarak, kendi içinde yaşıyorsun acını. Bunu yapma Surmu. Herşeyi yap ama bizden saklanma. Kaçma. Böyle yaparak hem kendini hemde bizi üzüyorsun."Yutkunamadım. Kendime sardığım kollarım kendiliğinden indirdi gardını. Kollarım iki yana sallanırken Berkun bunu görerek beni kolumdan yakaladı. Hızla kendine çekip sıkıca sarıldığında nefes alamadığımı hissettim. "Bize tutun, bize yaslan. Kaçma artık."dedi beni kendine bastırarak. Öyle sıkı sarılıyordu ki, kemiklerimin acıdığını hissettim.

 

İçli nefeslerim dudaklarımın arasında can bulurken, var gücüyle bana sarılmasına karşılık veremedim. Dermanı kesilmiş kollarım, onu saracak gücü kendinde bulamadı. İlk kez ben teselli etmiyor, teselli ediliyorum. Ve bu duygu, boktan bir çamur gibi üstüme yapışıyor. Hayat bu aralar üzerime gelmek için an kolluyor. Öyle sağlam darbeler indiyor ki yüreğime, içimdeki her bir hücre isyan ediyor. Sızlıyorum, kanıyorum. Ama bir şekilde yaşamaya devam ediyorum.

 

Hala bana sarılmaya devam ediyordu, ta ki ben konuşana kadar. "Ben iyiyim, Berkun. Gerçekten sadece biraz durup nefes almaya ihtiyacım var."dediğim anda başını geriye çekerek benden ayrıldı. Gözleri önce yüzümü, sonra gözlerimi taradı. Doğru söylediğime inanmak isteyen deli bir yanı vardı. Gözlerimi asla kaçırmadan ona tüm içtenliğimle baktım. Minnet duygum hat safhadaydı. Hepsinin yeri bende özeldi ama Berkun gerçek bir dost, sırdaş, en iyi arkadaştı.

 

"Arkadaşlığın çok kıymetli benim için. Seninle küs kalmak istemiyorum,"dedim tüm samimiyetimle. Gözlerime bakan keskin kahverengiler bir anda benden kaçtı. Bakışları yeniden etrafta dolaştı ama bu kez bende duraksamadı. "Biliyorum. Ben de özür dilerim. Bazen fazla ileri gidiyorum."dediğinde sanki yanlış bir şey söylercesine rahatsızdı. Bir adım geri giderek benden uzaklaştı. "Toplantıya geç kalmayalım,"dedi ve arkasını döndü. Ama içimdeki dürtüye engel olamadan onu durdurdum. Kolundan yakalayıp kendime çektiğimde direnmeden bana döndü.

 

"Başka sorun yok, değil mi? İyiyiz?"derin bir nefesle yutkundu. Gözlerinin odağı asla bende kalamıyordu.

 

"İyiyiz. Başka ne sorun olabilir ki?"dediğinde, küçük bir tebessümle baktım.Kolunu bırakmadan yavaşça koluna tutundum ve yürümeye başladım. Kolundan tuttuğum için oda benimle birlikte sürüklendi. "Şimdi gidebiliriz."dediğimde onun da gülümsediğini hissettim. Bana ayak uydurarak hızlı adımlarla şubeden içeriye girdiğimizde karşı koridorda bu yana doğru yürüyen Falazı gördüm. Bizi gördüğünde önce bana sonra Berkun’a en sonunda da kolunu tutuğum ellerime baktı. Bakışları bende duraksadığında keskin mavileri bomboş bakıyordu. Duvara çarpmış gibi irkildim. Bakışlarını benden çekip yanımızdan rüzgar gibi geçtiğinde ardında bıraktığı yel beni üşütmeye yetti. Yavaşça Berkun’un kolunu tutan elimi gevşettim. Berkun’un bana kayan bakışlarının farkındalığıyla öneme dönerek yürümeye devam ettim. Ancak bu kez koluna tutunmadım. Hızlı adımlarıma ayak uyduran Berkun yanımda yürümeye başladığında bana döndü.

 

"Bir sorun mu var? Neden kolumdan çıktın?" Bu soruya verecek mantıklı bir cevabım yoktu.

 

"Hızlı olmalıyız. Bizi bekliyorlar." diyerek daha hızlı adımlarla yürümeye başladığım anda beni kolumdan yakalayarak durdurdu.

 

"Benim bilmediğim bir şey mi oldu? Savcıyla aranızda."dedi dişlerini sıkarken. Falaz’dan bu kadar nefret etmesi işimi zorlaştırıyordu. "Hayır, ne sorun olabilir ki. Şubeye daha bugün geldim."sorusuna kaçamak bir cevap aldığını fark etse de üstelemedi. Yan yana yeniden toplantı odasına doğru yürüdük.

 

Açık kapıdan ilk ben girdiğimde, ardımdan Berkun girdiğinde ikimiz hariç herkesin toplandığını gördüm. Falaz Savcı bugün toplantıya katılmayacaktı, anlaşılan. Acele adımlarla şubeden çıktığına göre kesin önemli bir işi vardı.

 

"Çocuklar, biz başlayalım. Falaz Savcı bugün katılamayacak."Talat Amir’in toplantıyı başlatmasıyla herkes masanın kurulu düzenine uyarak yerleşti.

 

Toplantı içeriği, intahar süsü verilerek canice öldürülen kızdı. Ben bu olayı incelemediğim için sessiz kalarak son değerlendirmeleri yapmalarını bekledim. Sırasıyla herkes elindeki bulduğu verilerden konuşurken benim bakışlarım boş kalan koltuktaydı.

 

Öyle aceleyle nereye gittiğini merak eden yanıma okkalı bir küfür savurmak istedim. Ama hayatında kendine küfreden bir insan olmadığım için kendimi dizginledim. Zor olanı yutkundum o boşluğa bakarken. Gözümün önünden silinmeyen mavi hareleri bu halimi görse kısık bir gülümsemeyle bakardı. Ukala bir tavırla burnunu kaldırıp gözlerini ayırmazdı gözlerimden. Her konuşmamda daha çok bakardı. Çillerime, saçlarıma, dudaklarıma değen bakışları yakardı içimi. Şimdi burada karşımda oturuyor olsaydı eğer deli bir baş kaldırışla bakardım gözlerine. Yüzünde yakaladığım duygu değişimlerini merakla takip ederdim. Ne düşündüğünü tahmin etmeden duramazdım böyle zamanlarda. Belki de ona dair sevdiğim bir oyundu. Kendimi ilk kez bu denli birini hayal ederken yakalamam, kaderin bana o kadar da büyük konuşmamak gerektiğini gösterme şekliydi.

 

İlk kez kanımda deli merak vardı. Onu her şeyiyie merak ediyorum.

 

Ve onu tüm halleriyle görmek istiyorum.

 

Nasıl bir savcı olduğunu gördüm. Nasıl bir kardeş olduğunu. Nasıl bir dayı olduğunu da gördüm. Ama özünde nasıl bir Falaz olduğu benim için hâlâ soru işaretiydi.

 

Özünde nasıl bir insan olduğunu merak etmek onun varoluşundan bir yudum almak gibiydi. Kanımı kaynatan, aynı zamanda canımı yakan bir istek.

 

Bile bile ateşe yürüyormuşum gibi hissetmem kaçınılmazdı. Korkmazdım hiçbir şeyden. Ondan neden bu kadar korkuyordum? Onu tanımak, onu yudumlamak bana yasak bir meyve gibi geliyordu. Ama gitgide o yasağa çekiliyorum. Ve buna karşı koymak, onun gözlerine her baktığımda daha da zorlaşıyor.

 

İşin garip yanı, ona karşı koymak da istemiyorum.

 

"Sumru, Sumru?"adımın seslenilmesiyle daldığım düşünce denizinden sıyrıldım. Hâlâ boş koltuğa baktığımı fark ettiğimde oturduğum yerden bir anda ayaklandım.

 

"Bitti mi?"diyerek salak saçma bir soru sormak tam da şu anki ruh halime göreydi.

 

Gel gitti insanlardan hiç hoşlanmasam da bu aralar ben de onlardan biri olmuştum. Babannem her zaman sevmediğin ot, burnunun dibinde biter derdi. Doğru söylediğini tecrübe etmek, başka bir deneyimdi.

 

"Bitti. Raporlandırmayı yazdıktan sonra çıkacağız," dedi Eren. Hepsinin gözü benim üzerimdeydi. Talat amirin çıktığını bile fark etmemiştim. O kadar dalmış olmalıyım ki, hepsi endişe yüklü bakışlarıyla bana bakıyordu.

 

"Tamam,"dedim sakince ve kalktığım yere yeniden oturdum.

 

"Bizi bekleme istersen. Siz çıkın Esilay’la, biz hallederiz,"dedi Tuna.Esilay onaylar anlamda birşeyler söylediğinde, cevap için bana döndüler.

 

"Olur, aksi bir durum olursa ararsınız.Hadi Esilay,"diyerek ayaklandım. Berkun’un bakışları odadan çıkana kadar üzerimden ayrılmadı. "Görüşürüz," diyerek odadan ayrıldığımızda derin bir nefesi koyverdim. İçeride bunalan ruhum, temiz havaya tutundu.

 

"Oh be, içim daralıyor toplantı odasında. Fazla basık ve sıkıcı,"diyen Esilay’a ilk kez katılıyorum.

 

"Bencede,"diyerek sakin adımlarla arabama doğru ilerledik.

 

"Bu Savcı konusunu bir ara konuşalım,"dedi bana dönerek. Kolunu omzuma atarken sarkastik bir tavırla göz kırptı. "Ne konusu, hangi konu?" Ancak bu kadar saçmalayabilirdim.

 

Genişçe bir kahkahayı oluveren Esilay, uslanmaz bir çocuk edasıyla gözlerime bakıyordu. "Ayy- ayy çatladım. Sumru-"gülmekten asla konuşmadı. Ama onu umursamadan arabayı açarak şoför koltuğuna yerleştim. Nihayet gülmesi bitiğinde oda yan koltuğa geçti.

 

Emniyet kemerini takarken bir gözü bendeydi. "Kaçamazsın. Savcı ve sen? Ne oluyor Sumru?"dediğinde dönüp kaldım. Bir kaç saniye sadece karşıya bakarak gerçekten ne olduğunu sorguladım.

 

"Hiç. Hiç birşey,"dedim dalgınlığın sonunda.

 

"Hiç mi? Bana çok şey oluyormuş gibi geldi.Ve sen bu çok şeyden kaçıyor gibisin." Bukadar açık sözlü olmak zorunda mıydı?

 

İçli bir nefes aldım. "Ben kaçmam Esilay, Pes etmem.Yorulmam. Ama-" devamı benim de çözemediğim bir bulmacaydı.

 

Esilay, bulmacayı çözmüş gibiydi. "Ama ona bakarken kaçmak, pes etmek istiyorsun. Çünkü ona bakarken sende oluşan bazı reaksiyonlar seni yoruyor. Düşündürüyor. Hazırlıksız yakalıyor,"dediğinde tam olarak kal geldi. Öylece kalakaldım cümlelerinde. Ama o bana gram acımadan devam etti elindeki oku saplamaya. "Sen de çareyi ondan kaçmakta buluyorsun. Benim tanıdığım Sumru daha cesur biri. Korkak değil. Pes etmez. Ne olursa olsun mücadele etmeye devam eder. Ve hep der ki; En güzel zaferler mücadelenle kazandıklarındır."

 

Bu kadar gerçekçi konuşması beni gafil avladı. Ve ben bu kadar sözün üzerine tek kelime edemedim. Baktığı çerçevede gördüklerinden çok, baktığı derinlikti beni ürküten. Bu kadar derin bakıldığında görünen bendim. Dışarıdan bakıldığında bu kadar şeffaf görünmek isteyeceğim en son şeydi.

 

Derin bir nefes aldım ve tek kelime etmeden arabayı çalıştırdım. Zaten o da benden bir cevap beklemiyordu. Yol boyunca suskunluğu koruduğunda, söylediklerini süzgecimden geçirdiğimden emindi. Akan trafik boyunca gerçekten onun söylediklerini düşündüm. Dışarıdan bir göz olarak bu kadar açık göründüğünün o söyleyene kadar farkında bile değildim. Esilay söyleyene kadar düşündüklerimin bile bu kadar derin konulara dayandığını fark etmem beni tamamen hazırlıksız yakalamıştı.

 

Esilayı evine bırakırkende sessizliğini korudu. Aynı şekilde ben de tek kelime etmedim.

 

Sanki edersem düşündüğüm her şey başıma yıkılacak gibiydi.

 

Korktum ve hayatta en sevmediğim şeyi yaparak kaçtım.

 

 

 

 

 

 

 

🪦

 

 

 

 

Eve geldiğim saatin üzerinden epeyce zaman geçti. Dalgın hallerim ev ahalisinin de dikkatinden kaçmadı ama soruda sormadılar. Dalgın bir şekilde odama gelip rahatlatıcı bir duş aldım. Sonra da yatağıma girerek bir kaç saatlik de olsa tüm düşüncelerden kaçmak için uykuya sığındım.

 

Uykuyla bağımın kesildiği anlarda odamın içi zifirî karanlığa bürünmüştü. Yastığın altından çıkardığım telefonuma baktığımda saatin çoktan 20.00 olduğunu gördüm. Epey uyumuşum. Rahatlayan vücudumu esneterek yattığım yerden doğruldum. Kendimi epey dinlenmiş ve rahatlamış hissettim. Yatağımdan kalkarak odamda bulunan küçük banyoya girdim. Aynaya yansıyan aksime baktığımda beni epey dağınık bir görüntü karşıladı.

 

Saçlarım birbirine girip küçük bir kuş yuvası olmuştu. Hızlıca musluğu açarak önce elimi yüzümü yıkadım. Hemen ardından saçlarımı ıslatarak sertçe taradım. Saç diplerim acıyana kadar çekiştirdiğim saçlarım nihayet açıldı. Kaküllerimi de alnıma yatırdığımda daha iyi görünüyordum. Banyodan çıkmak üzereydim ki, odanın kapısı çalınarak açıldı.

 

"Sumrukuş,"diye seslenerek odama dalan kişi Erda’dan başkası değildi.

 

"Banyoda mısın, kız?"yeniden seslendiğinde vakit kaybetmeden banyodan çıktım.

 

Beni gördüğünde yüzünde büyük bir tebessüm oluştu. "Kız, çirkin, tam kurbağaya benzemişsin."böyle tuhaf benzetmelerde sadece ondan beklenirdi.

 

"Hoşgeldin,"dedim onu takmadan ve sıkıca sarıldım. Aynı şekilde oda bana sarıldığında içimde tuhaf ama tatlı bir his belirdi. Kardeşlik, dostluk adına her ne denirse. Erda benim için bir kuzenden hep daha fazlasıydı.

 

"Kız sümüklü, görende aylardır görüşmüyoruz sanacak."diyerek söylendi. Ve beni nazikçe kendinden ayırdı. "Bak bakalım sen bana. Kim üzmüş yine benim sümüklümü."her dakika sümüklü demese onu ciddiye alabilirdim.

 

"Erda, başlama, yine."göz devirdiğim anda koluma minik bir şaplat attı. Benim sakin bakışlarıma kurnaz bir tilki edasıyla karşılık verdiğinde yüzünde yaramaz bir çocuğun gülümsemesi vardı.

 

"Sen iflah olmazsın."dedim en sonunda. O bu lafıma daha çok gülerek bir nevi evet dedi.

 

"İflah olmam bundan böyle, Kimseyi sevemem senden sonra. Allah biliyor, her şeyi görüyor. Bir hayat var mı senden sonra? Yookkk,"diyerek birde beni tiye aldığında göz devirerek ona baktım.

 

"Devirme kız gözlerini. Mis gibi sesim var daha ne istiyorsun. Benim yerime Erden’in söylemesini mi tercih ederdin."dediğinde başımı hızla iki yana salladım. En son gittiğimiz karoke macerası bana fazlasıyla yeterliydi.

 

Erda’nın ısrarlarıyla ilk kez gittiğimiz karaoke Erden’in sesi yüzünden az kalsın atılacaktık. Israrla sahneye çıkmak istediğinde onu tutmadığımıza o gece bende Erda da pişman olmuştuk. Zira, kulak kanatan sesiyle bir saat boyunca herkese işkence etmişti. En sonunda sahneye yiyecek içecek fırlatılmasıyla zorla sahneden indirdiğimizde "Siz sanattan ne anlarsınız?"diyerek ortamı daha da germişti. O geceyi mucizevi şekilde sorunsuz atlattığımıza bir süre biz bile ikna olmamıştık. Ama yol boyunca Erden’in inanılmaz anlamsız müzik zevkini dinlemek yine Erda ve bana düşmüştü. "Onlara bok attık da siz de bir sik anlamıyorsunuz sanatımdan."diye önce söylendi; ardından bize küserek yol boyunca sessiz kaldığında nihayet rahat bir nefes alarak sorunsuz evlere dağılabilmiştik.

 

O gecenin hafızama bu denli kazınması yüzümü buruşturduğunda, Erda da aynı durumdaydı. "Ayyy, tövbe vallahi tövbe. Bir daha Erden ve şarkı kelimesini bile yan yana kullanmayacağım, Allahım. Çok tövbe."kısa bir sitemin ardından normale dönmüştü.

 

"Bitti mi?"

 

"Ne biti mi?"soruma alıp cevap vermesine güldüm.

 

"Ettiğin duaların."dediğimde içsel bir aydınlanma yaşadı.

 

"Hııı evet bitti,"dediğinde daha çok güldüm. Benim gülüşümle oda kendi koyverdiğinde odanın kapısı bir kez daha çaldı. Dışından gelen ses kesinlikle dualarının karşılıydı. "Kızlar, sesiniz tüm evde yankı yaptı. Ne bok yiyorsunuz içerde? "diye böğüren Erdenle bakışlarımı Erda'ya çevirdim.

 

"Dualarının karşılığı geldi. Allahın, sevdiği kuluymuşsun."dediğimde bana göz devirdi.

 

Kapıya doğru yürürken "İnşallah çok amin,"demeyi ihmal etmedi.

 

Kapıyı açtığında Erden adeta içeriye daldı. "Yemek hazır, sizi bekliyoruz."diyerek yatağıma zıpladı. Çocuk ruhlu bir kuzeniniz varsa, hayat sandığınızdan daha ızdırap verici olabilir.

 

"Bunu haber vermek için böğürmene gerek yoktu. Bizde geliyorduk."Erden’in koluna yapışıp çekiştirdi. Erden olduğu yerden bir milim dahi oynamadı. Kuzenim diye demiyorum ama epey yakışıklı ve kaslıydı. Boş günlerinde saatlerce spor yapıyordu. Karşılığını da kas ve adonis yaparak fazlasıyla almıştı.

 

Güç gösterisine bir es vererek Erda’yı yanına çekti. "Erden, şunu yapmaktan vazgeç!"çemkirme modunu açan Erda ve Erden’i aşağı kattan gelen halamın sesi böldü.

 

"Siz iki dana ne bok yemeye çıktınız oraya? Çabuk buraya gelin.” üzüm üzüme baka baka deyimi çok doğruydu. Zira, halam da epey bağırarak evi ayağa kaldırmıştı.

 

"Aytül sultan yine çıldırdı. Yukarıya çıkmadan inelim hadi."diye yatağımdan atlayan Erda ve Erden’e şaşkın gözlerle baktım. Halam ikisini birden yola getirmenin formülünü mü bulmuştu?

 

Bunu acilen bende öğrenmeliydim.

 

İkisinin ardından koşarak odadan çıktım. Salondan içeriye girdiğimiz de herkesin sofraya çoktan oturduğunu gördüm. Sırayala hepsine birer öpücük vererek ben de yerime oturdum. Babama baktığımda bugün çok daha iyi olduğunu bana göz kırpan bakışlarından anladım.

 

"Hoş geldin halacım."hemen yanındaki boş sandaletlere geçtiğimde Erden ve Erda’nın bakışları beni yakaladı. "Ne, ne var? Sizde benim babamın yanına oturmuşsunuz,” dediğimde masadaki herkes gülmeye başladı. Erda ve Erden bile bana attıkları sert bakışa bir son vererek güldüler.

 

"Ne komik kızsın sen,” diye takılmaktan da geri kalmadılar.

 

"Öyledir öyle. Yeğenim diye söylemiyorum ama çok komiktir, zekidir, güzeldir."halamın beni övmeye başlamasıyla iki çocuğu da bozularak benim babama sırnaştığında masada adeta bir kaos yaşandı.

 

"Siz de çok zekisiniz ama göstermeyi sevmiyorsunuz."diyen babamla şanslarını bu sefer bahanemden yana kullandılar.

 

"Uğraşmayın benim çocuklarımla. Hepsi bir tane."sonunda istedikleri desteği elde eden iki kardeş nispet yaparcasına babannemin yanaklarına yapıştılar. "Ohh, ananem, sende bir tanesin kız."gözlerimi kısarak ölümcül bakışlar attığım ikili, beni takmadan sultanıma sırnaşmaya

 

"Sultane moj, zar nisam ja jedini bio s tobom?"(Sultanım, senin bir tenen ben değil miydim?)dediğimde, babannem anında bana döndü. Masada Boşnakça bilen babam ve halam bu sözlerime gülerken, hiçbir şey anlamayan iki kardeş öylece bana bakıyordu.

 

"Ne söyledi sultanım. Ben anlamadım."diyen, Erda'ya dil çıkarmamak için kendimi zor tuttum.

 

"Zamanında derslerden kaçmasaydınız, annem size de öğretirdi."diyen halamın yanağına sulu bir öpücük bıraktım.

 

"Ti si uvek moj jedan i jedini mojâ cerka."(Sen her zaman bir tanemsin kızım.)diyen bahaneme de gülümsedim. Benim güldüğümü gören iki kardeş somurtarak masaya döndüğünde hepimiz aynı anda bastık kahkahayı. Öyle ki gözümüzden yaş gelene kadar güldük.

 

O an bedenimi saran his öyle kuvvetliydi ki beni olduğum yere mıhlayan, içime baharı koyan yakıcı bir his tüm hücrelerimde gezindi.

 

Aile, tüm duyguları aynı anda yaşadığın, göz yaşların, sevinçlerin, tüm hüzünlerin kaynağıdır.

 

Onlarla bu masada böyle tasasızca gülmek, nefes almak gibiydi.

 

Ve ben, uzun zamandan sonra derin bir nefes aldım; katlanılması güç olan tüm düğümlere rağmen, Çözülmesi zor olan tüm bulmacalara rağmen…

 

Ben ailemle birlikte güldüm. Somut örneğin soyut haliyle kalbimde onlarla birlikte güldü.

 

"Sumru,"hemen yanımdan gelen sesle irkilerek geriledim. Kalçamın ocağa yaslandığını hissettiğimde durdum. Neşeli geçen yemeğin ardından Erda ile birlikte sofrayı toparlamış bulaşıkları diziyorduk. "Efendim hala,"diyerek Aytül Sultan’a döndüm. "Sen gel biraz benle. Erda yapar kalanı."dedi. Erda, gereken mesajı almış gibi "Ben hallederim burayı. Git sen,"dediğinde, ikisinin bu şifreli anlaşmasına şüpheli gözlerle baktım.

 

"Gel balkona geçelim, "diyen halamı onayladım. Portmantodan aldığı ceketi elime tutuşturup önden ilerleyerek balkona geçti. Bende arkasından geçtiğimde kapıyı kaparak kilitledi. "Devlet sırrı mı konuşacağız bu kadar özel? "ona takıldığımda bakışları hüzünlü bir tebessümle beni buldu. Elimi tutarak beni kendine çekti ve sıkıca sarıldı.

 

Saçlarıma vuran nefesinde hüznün gölgesini hissettim. "Başın sağolsun kızım,"dediğinde ise bir parça hüzün benimde gözlerimi yaktı. Ağlamadım. Ağlasam belki geçerdi. Yutkunamadığım ne varsa içimde dökülürdü gözlerimden. Ama ağlayamamak içime oturan bir taştı. Ve ağırlaştıkça ben doluyordum. Bir gün taşacaktı içimdeki acı, gözlerimden çıkacaktı. Hissediyordum.

 

"Sağ ol, hala,"diyebildim yutkunduğumda.

 

" Ben her zaman yanındayım. Neye ihtiyacın olursa, tek bir telefonuna bakar. Hemen gelirim."

 

"Biliyorum, ve teşekkür ederim,"buruk bir tebessümle. Beni saran sıkı kolları gevşediğinde kendini geri çekerek gözlerime baktı. Yüzümü şefkatle tarayan bakışları, gevşemiş yerini buruk bir tebessüme bırakmıştı. İç geçiren nefesi soğuk havanın ayazına karıştı. Dilinin altında yatan her neyse, söylemek istiyor ama söyleyemiyor gibiydi.

 

Kararsız bakışları sessiz gecenin tek sesi gibiydi. Ağırca yutkunduğunda, elimi tutan parmakları hafifçe kıpırdadı. "Anne ölümü nasıldır bilemem ama bende bir ölüm tattım. Hayat arkadaşımı, canımın diğer yarısını verdim toprağa. O zamanlar gençtim iki ergen çocukla öylece kalklamıştım. Biliyorsun Erda zor toparladı. Babasına çok düşkündü. O toparlanana kadar ben hep dik durmak zorundaydım. Dik durup Erda ve Erdeni de dik tutmam gerekiyordu. Ben dik durmak uğruna, herkesi toplayabilmek uğruna kendimi öyle boş verdim ki kayboldum sandım. Acının beni yuttuğunu düşündüm. Kalbimin yerini bile unutmuştum. Ruhum zaten Osman'la o mezarın içindeydi."dedi derin nefesler alarak kalp sancısını baskılamaya çalıştı. 13 sene olmuştu. Halam 13 senedir nefes alamıyor muydu?

 

"Zamanında tutulmayan yas, insanı öldürüyor, Sumru. Öyle küvetli çekiyor ki acılar, kendini kaybolmuş hissediyorsun. Bedenin burada ama kalbin değil. Ruhun bir mezarda yatıyor. Gözlerinden akıtamadığın yaşlarda boğuluyorsun. Anılarda arıyorsun teselliyi ama onlarda zamanla silinmeye yüz tutuyor. Unutuyor insanoğlu, çektiği acıyı da unutuyor. Sevdiği insanın sesinide unutuyor. Bir resim kalıyor avunacak. Onlar da zamanla eskiyor. O ananılarla bilikte sen de eskiyorsun. Zamanın gücü hiç birini tutmaya yetmiyor. O yüzden bunu yapma, kızım. Kendine bunu yapma. Ailene bunu yapma. İyi olmak zorunda değilsin. Dağılmak istiyorsan dağıl, bağırmak istiyorsan bağır. Biz buradayız. Seni toplamak için hep burada olacağız."dediğinden gözlerinden akan yaşlar benim kalbime aktı. Kuruyan gözlerim bir damla akıtmadı ama kalbim yasını kabullenip ağlamaya başlamıştı.

 

Halam yeniden sıkıca sarıldı. Kesik nefeslerim gecenin ayazına karıştığında kaçmak artık daha zordu. Gerçek öyle karşımdaydı ki, kaçmanın bir dönüşü olmadığı o yoldaydım.

 

"Hep buradayım. Ne olursa olsun."dediğinde bile gözlerim tek damla yaş akıtmadı.

 

İçimde büyüyen bir ağıt vardı. Yeri keskin, yarası geçmişten gelen.

 

"Hadi içeriye geçelim. Üşüdün,"mırıltılı çıkan sesi ağlamasını ele verecek kadar çatallanmıştı. İçeriye girmeden önce elini yüzünü yıkamak için yanımdan geçerek lavaboya girdi. Ben onu beklemeden salona girdiğim anda herkesin bakışları üzerimde toplandı. Gözlerimi kaçırıp babamın yanına doğru ilerledim. Kollarının içine girdiğimde aradığım huzuru bulmuş gibi gülümsedim. Kedi gibi göğsüne başımı sürttüğümde saçlarımın arasında hissettiğim minik bir öpücük kalbimin isyanını bastırmıştı.

 

Bir köşeye kendine yer edinen halamla bakışlarımı erdiğim yerden kaldırdım. Ailem olan insanların hepsine minnetle baktım. Ağladı ağlayacak duran Erda da, gözlerini dolan Erden de, çoktan ağlamaya başlayan babaannemde beni anlayan, ailem olan insanlardı. Hiçbirine kıyamazdım.

 

Aile olmak; tüm yaraları birlikte sarmaktı. Bugün bir kez daha anlamıştım. Ailesi olmadan insan yarısını kaybetmiş hissederdi. Ben senelerce anne özlemi çekmiştim. Ama bir yanımı kaybetmiş gibi değil de, hayatımda hep bir parça eksik gibi gelirdi. O parça ıssız ormanın derinliklerinde tamamen çıkmıştı hayatımdan.

 

Bir dahaki tam olamayacaktım. Artık bir önemi yoktu.

 

Ailemle mutluyum. Eksik olmanın bir önemi kalmayacak kadar mutlu bir aileye sahibim.

 

Ortamdaki kasvetli yas havasını dağıtmak her zaman olduğu gibi Erden’e düştü. Anlattığı komik anılarına, çıktığı operasyonlarda başına gelenlere saatler boyunca güldük. Arada Erda'ya sataşarak suyunu çıkarsa da bu gece yüzümüzü güldürmek için elinden geleni yapmış, başarılı da olmuştu. En son babaannemin "Yeter çocuğum, uğraşma kızımla.Ne istiyorsun sen bu kızdan."diyerek Erden’e karşı çıkmasıyla frene basarak durmuştu.

 

Bir arada gülmenin güzel duygularını dibine kadar yaşadığımız gece, halamların kalkmasıyla son bulmuştu.

 

Hafta sonu Erda tek başına eve çıkıyordu ve benden taşınma için yardım istemişti. Tabi ki onu kırmayıp kabul etmiştim. Yeni bir moda evi açıyordu. Evleriyle arasındaki uzak mesafe içinde taşınmayı uygun görmüştü. Halam da Erden de bunu istemese de Erda'nın yetişkin bir kadın olduğunu kabul ederek onay vermişlerdi. Hem işi çok güzel bir semtteydi, hem de evi işine çok yakındı. Bunun rahatlığıyla Erden'in karşı çıkamaya fırsatı kalmamıştı. Çünkü Erda, karşı çıkmaya mahal vermeyecek bir hamleyle ona da bir oda yapacaktı evinde. Böylece arada yanında kalarak içini rahatlatabilirdi. Erda, heyecan ve mutlulukla anlatmıştı yeni evini ve işini. Onun adına o kadar mutlu olmuştum ki, tüm emeklerinde payım olması için elimden gelen yardımı yapacaktım. Ve ona güzel bir ev hediyesi almayı planlıyorum.

 

Erdaların gitmesiyle babaannem sessizce odasına çekildi. Ben de odama gitmek için koridora çıkarken mutfaktan çıkan babamla karşılaştım. "Sumru, iyi misin babacım? "elindeki su dolu bardağa rağmen bana sıkıca sarılıp başımın üzerine bir öpücük kondurdu.

 

"İyiyim babacım. Sen?"

 

"Ben de iyiyim bir tanem. Seni gülerken gördüm, nasıl iyi olmam."dedi. İçimdeki küçük Sumru gözleri yaşlı bakıyordu gökyüzüne.

 

Onun gökyüzü ailesiydi.

 

"Ben de seni gülerken gördüm. Nasıl gülmeyeyim."onun sözlerini yeniden ona söylediğimde gülümsediğini hissettim. "Oh pamuk kızım benim. Güneşim."diyerek saçlarıma ardı ardına öpücükler kondurdu.

 

Kalbim gülümsedi.

 

10 yaşındaki Surmu, 20 yaşındaki Surmu, 29 yaşındaki Surmu nerede sevgi görse boynunu eğerdi. Sevgiye aç ruhuna işledikleri duygu onun için her yaşında çok kıymetliydi.

 

"İyi ki benim babamsın. Seni çok seviyorum."diyerek daha sıkı sarıldım.

 

"Ben seni daha çok seviyorum,ela gözlüm."

 

"Hayır,ben…"

 

"Hayır, ben. Babalar evlatlarını her zaman daha çok sever."küçük oyunuma ortak olan büyük adama baktım. Kahverengi gözlerinde hüzün değil, gururlu bir tebessüm vardı. Onu üzgün görmemek, benim bu hayatta alabileceğim en büyük hediyeydi. "Hadi bakalım,seni yatıralım."kolunu omzuma koyarak beni odama doğru yönlendirdi. Beni yatağıma yatırıp üzerimi örttü. Alnıma derin bir öpücük bıraktı. "İyi geceler, ela gözlüm."Elinde kendine aldığı suyu da baş ucuma bıraktığında gece lambasını açarak odadan çıktı. "İyi geceler, babacım."dedim kapıdan çıkmadan önce. Gülümsedi ve kapıyı ardından kapatarak çıktı.

 

Babamın odadan çıkmasıyla yattığım yerden doğruldum. Kıyafet dolabına sakladığım dosyayı alarak yatağın içine yeniden döndüğümde derin bir nefes alıp kapağını açtım. Önce biraz göz gezdirip nasıl bilgiler bulduğuna baktım. Detaylı bir araştırma olması dikkatimden kaçmasa da, bulduğu bazı bilgiler onun yetkisini dahi aşıyorduKaşlarım bunun farkındalığıyla çatıldı. Sevdiği yemekten giydiği ayakkabıya kadar bulması pek mümkün olmayan yığınla bilgi vardı. Bu kadar derin bir araştırmayı savcı dahi olsan yapamazdın. Bilgilere göz atmayı geçerek en baş sayfaya döndüm. Okumaya başladığım her satırda içimi kesif bir acı kapladı.

 

"Asuman Taşkın. 49 yaşında, evli. Bir üvey oğlu var. Genetik bir hastalığı yok. Yer fıstığına alerj-" benim de yer fıstığına alerjim vardı. Acaba o benim gibi baygınlık geçiyor muydu? Yoksa sadece kızarıyor muydu? Merak sinsi bir yılan gibi kıvrıldı zihnimde. Ona olan meraklı bir yanım vardı.

 

Onu tanımak istiyorsun. Hayır, onu hep tanımak istiyordun.

 

Bunun için bu kadar geç kalmış olmam mıydı canımı yakan?

 

Onunla hiç tanışmayacak olmak işte buydu canımı yakan. Ona soramadıklarım, alamacağım cevaplar. Ona karşı kuracağım içimde yarım kalan tüm sözler. İçimi kemiriyordu her biri.

 

Kelimlerim bir dili olsa en çok beni yakardı. Dosyada yazan her bir kelime canıma kast eden bir düşman gibiydi. İyiydi, mutluydu. Bensiz çok da güzel yaşamıştı. Üveyde olsa bir oğlu bile vardı. Belki de onu çok sevmişti. Bağrına basacak başka bir evlat bulduğu için bana gelmemişti. Dosyaya koyulan her bir fotoğraf karesinde gezindi yorgun elalarım. Gülümseyen, ışık saçan, hayat dolu bir kadın vardı karşımda. Yıllar onu yaşlandırmadan güzelleştirmişti. Öylesine güneşte parlayan ela gözleri bunun en büyük kanıtıydı.

 

Gözlerimi ondan almıştım. Ve ona ne kadar istemesem de çok benziyorum.

 

Yıllar önce babamın odasında bulduğum fotoğraftaki kadın sanki yeniden canlanmış gibi karşımdaydı. Uzun boyu, sarı saçları ve ela gözleriyle bana yaşlandığımda nasıl görüneceğini gösteriyordu. Yıllar onu hiç değiştirmemiş. Gençken de güzelmiş ama yaşlanınca da güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş. Sadece saçlarının sarısına karışan beyazları vardı. Ama o bile güzelliğini gölgeleyemiyordu.

 

Babamın ona neden bu denli aşık olduğunu anlamamak elimde değildi. Tam karşımda duruyor ve güzelliğiyle göz kamaştırıyor. "Asuman, gökyüzü demek,"diye fısıldadım resmine. Onunla tanışmış olsaydık, bunu ona da söylemek isterdim.

 

Asuman, adı gibi gökyüzüydü. Gök yüzlüydü.

 

Yorgun parmaklarım birkaç sayfada daha gezindi. Edindiği bilgiler öyle detaylıydı ki, okumaktan gözlerim ağrımaya başlamıştı. Elimi gözüme atarak biraz ovuşturdum. O sırada odayı kaplayan telefon melodisiyle elimi çekip telefona ulaştım. Ekranda beliren işime şaşkın bakışlar attım. Kalbim pıt pıt atıyordu. Telefon çalmaya devam ederken yattığım yerden biraz dikleştim.

 

Telefonu açtığımda gök mavisi adamın sesi yankılandı kulaklarımda. "Sumru,"öyle sessiz söylemişti ki adımı fısıltı şeklinde çıkan sesini ben bile zor işitmiştim.

 

"Efendim,"dedim ben de sessizce. Derin bir nefes sesi işittim.

 

"Uyumuyordun değil mi?"

 

"Hayır, bana verdiğiniz dosyaya bakıyordum."Ciddi oluşum karşı tarafta bir müddet sessizliğe neden oldu. "Bende seni onun için aramıştım. Dikkatimi çeken ya da hatırladığın bir detay var mı?"dedi, o da ciddiyetini takınmıştı.

 

"Hayır, ama bu kadar bilgiyi nereden bulduğunuzu merak etmedim değil."Sessiz gülüşünü duydum.

 

"Sen üzümünü ye. Bağcıyı boş ver."Aleni şekilde benimle eğlenmesine sonra sinir olacaktım. Çok daha mühim meseleler vardı.

 

Aklımdaki ilk soruyu sordum: "Cesede otopsi yapıldı mı?"karşıdan gelen yutkunma sesini net bir şekilde duyduğumda alacağım cevaptan korktum. "Bugün çıktı. Ölüm sebebi; kalbe aldığı bıçak darbesi. Diğer bıçaklar ciğere ve dalağa gelmiş."sessizlik ilk kez işime yaradı. Yutkunuşum büyüdüğünde telefonu kendimden uzaklaştırdım. Derin bir nefes aldım.

 

Telefonun ucundaki ses " Sumru,"diye seslendi.Kendimi toparladım.

 

"Burdayım. Devam edin lütfen."

 

"Emin misin? Erteleyebiliriz." hayat bana ertelemem için bir fırsat sunmuyordu. Artık değil. Hiçbir şeye geç kalmak istemiyorum.

 

"Eminim. Lütfen devam edin."

 

"Mobese kayıtları çöp. Alınan ifadelerin doğruluğu da teyit edildi. Şimdilik elimizde hiç bir şey yok."dediğinde akıtamadığım tüm yaşlar boğazıma doldu. Kendimi öyle sıktım ki, nefes alamadığımı düşündüm. Hızla yataktan kalkarak pencereye doğru koştum. Açtığım pencereden dolan havayla ciğerlerimdeki yangın söndü.

 

İçime ağır nefesleri yavaşça çektim. "Sumru,"diye yeniden seslendiğini işittiğimde. "Buradayım, dinliyorum,"diyebildim.

 

"Dinleyemiyorsun. Sonra devam ederiz. Sen güzelce dinlen,"dedi ısrar ederek.

 

"Hayır, lütfen, "ona yalvarmam mı gerekiyordu bu bilgiler için.

 

"Asuman hanımın eşi, Muzaffer Taşkın. Yarın ona küçük bir ziyarette bulunacağım. Dikkat çekici birşey olursa haber veririm. Şimdi kapatıyorum. Sende dinleniyorsun,"benim iyiliğimi düşünüyordu ama artık ben düşünmüyordum.

 

"Bende geleceğim,"dedim aniden.

 

""Hayır, gelmeyeceksin."

 

"Geleceğim. İster tek başıma ister sizinle," araya sıkıştırdığım ufak tehdidimi görmezden gelmesi imkansızdı.

 

"Bunu sana söylememem gerekiyordu. Tam bir baş belası gibi davranacağını tahmin etmeliydim,"dedi bir anda sesi de yükselmişti.

 

"Falaz, ister kabul et, istersen etme. Oraya gideceğim ve o adamla konuşacağım."

 

Derin bir nefesi sesli şekilde koyverdi. Şu an sinirle yüzünü sıvazladığına o kadar eminim ki.

 

"Tamam. Baş belası, tamam gel."zafer kazanmış gibi sırıttım.

 

"Teşekkür ederim. Her şey için."Teşekkürlerimden hoşlanmıyordu ama bu kez gerçekten hak etmişti.

 

"Teşekküre gerek yok. Sadece işimi yapıyorum."içli bir nefes verdim. Bunu bekliyordum. Yeniden eskisi gibi sert ve soğuk tavrına dönmeliydi. En iyisi buydu, ikimiz için de.

 

"Peki, iyi geceler savcım."diyerek onun çizdiği sınıra bir sınır daha ben ekledim.

 

Artık elimin üzerine değen parmaklar olmayacak mıydı?

 

"İyi geceler, Sumru."diyerek telefonu beklemeden kapattım. Beklersem bir şeyler konuşmak zorunda kalacaktık. Bunun önünü kesmek için tek yol telefonu kapatmaktı. Tabi, biraz suratına kapatmış gibi olmuştum ama neden yaptığımı anlamasını umut ettim.

 

Elime değen sıcak parmakların yokluğu şimdiden üşüttü. Sağ elimle sol elimin üzerini okşadım. Sanki hala dokunuyordu parmakları. Sahi, bir insan tek bir dokunuşla dahi güven hissini içinize işleyebilir miydi?

 

Onun bana dokunduğunda hissettiğim güven duygusundan bile korktum. Bu aralar en çok yaptığım şeyi yaparak bunları düşünmekten kaçtım.

 

Tek yol uyumaktı; ben de öyle yaptım.

 

 

 

 

🪦

 

 

 

 

Dün gece kaçtığım tüm düşünceler sabah olduğunda yeniden içime üşüştü. Gök mavisi bakışlar zihnimin tüm kıvrımlarında geziyordu. Dün gece söylediği her bir söz, elime dokunan sıcak parmaklar düşünce havuzuma benimle birlikte girmişti. Su soğuktu ama girince o da alışmış olmalı ki, çıkmaya hiç niyeti yoktu.

 

Derince ofladım. Başım gerçekten beladaydı. Ve ben bu beladan kurtulmak istediğimden emin değildim.

 

“Sıçtık” dedi iç ses. Kesinlikle büyük sıçtık.

 

Bu kadar derdin arasında onun gözlerini dert edinebiliyorsam, harbi sıçtım.

 

Derin iç çekişlerim işkence olmaya başladığında, olduğum yerde volta atmaya başladım. Çatılan kaşlarım, sinir yüklü elalarım benim çok uzaktan dahi öfkeli olduğumu ele veriyordu. İçimde patlamaya hazır bir bomba vardı. Ne zaman infilak olurdum bilmiyorum. Ama çok yakındı. Hissediyorum.

 

Adımlarım zemini sertçe döverken, çatılı kaşlarım dik omuzlarıma tezatla düzelmişti. İçimde yanan ateşin parçaları lav olup etrafımı yakmaya hazırdı. Derin bir nefesi daha içime çekerken gergin bedenim ardımdan gelen sesle daha da gerildi.

 

"Sumru, ne yapıyorsun öyle?"kulağımın arkasından gelen ses günümü aydınlığa çevirebilirdi. Tabi ben bu kadar gergin ve sinirli olmasaydım.

 

"Bilmiyorum. Ben biliyor muyum ne yaptığımı?"ona çıkışmam yersizdi. Kendimi tutmam gerekirken tutamadım. Öfke tüm damarlarımda akıyordu. Ve ben nasıl kontrol edeceğimi bilmiyordum. Sıçtığım tüm dertlerim karşımdaydı, kendimi derince oflarken bulunca, bakışlarımı onun yüzünden çektim.

 

"Ben biliyorum.Gel hadi,"diyerek elimi tuttu. Sıcak elleri üşümüş ellerimde izlerini bırakırken beni peşinden sürüklemeye başladı. Olduğumuz yerden karşıya geçerek sahil kenarına doğru yürüdük. Deniz kokusu ve esintisi yüzüme şiddetle çarptı. Elimi bırakmadan benimle birlikte yürüdü. Bulduğumuz ilk boş bankta oturduğumuzda, ellerimi kavran parmakları sessizce uzaklaştı. Üşüdüğümü hissettim.

 

“Hava soğuk, ondandır.”

 

“Bence konunun havayla bir alakası yok. Seni yanında oturan gök gözlü adam üşütüyor.”

 

Sıcak parmaklar yeniden elime tutmuştu. Konu, bu olamayacak kadar mühim mevzularımız vardı. Arkamda kalan koskoca tekstil fabrikası gibi. Sabahın ilk ışıklarıyla evden çıkıp kendimi buraya atmıştım. Savcıyı beklerken de kurup kurup gerilmiştim. Damarlarımın dahi şiştiğini şu an fark ediyorum.

 

"Geçti mi gerginliğin?"arkamızda koskoca bir geçmiş varken mi? Hayır, geçmedi.Ayrıca beni bu kadar tanıması artık beni korkutuyor.

 

Ama ona kendini anlatan da benim. O zaman öyle yapmam gerekiyordu. Karşıma, kafamı dağıtmam gereken anlarda çıkmasaydı, kendimi ona bu denli açmazdım. Açamazdım. Ben kendimi anlatmaktan nefret ederim. En ufak bir acıma duygusu hissetsem, kaçardım. Ondan gelen şefkati görmek, işte buydu beni korkutan. Aynı zamanda güvende hissettiren de buydu. Yanındayken, bir adım uzağındayken işler hiç istemediğim kadar boka sarıyordu.

 

Biz burdan nasıl dönecektik?

 

“Daha büyük sıçtık.”

 

Denizin hırçın dalgaları sahil kenarına çarparken, hâlâ beni süzen mavilerine baktım. "Geçti,"dudaklarımdan dökülen kelimeler bana değil, zihnime aitti. Ama o bunu inanmadı. "Gelmek zorunda değilsin,"dedi hemen. Beni ısrarla uzak tutmaya çalışıyordu. İnadımı biraz olsun tanısaydı, boşa ısrar ettiğini fark ederdi. "Sen burada kal,"dedi, sessizliğimden cesaret alıyor gibi. Beni tanıyordu, inadımı bilecekti; üzerine yürüdüğünde karşıma onu alabileceğimi bilecek kadar tanıyordu. Israrlı gözlerini yüzümde tutmasının sebebi, incineceğimi düşünüyor olmasından kaynaklanıyordu.

 

“Haksız sayılmaz,” dedi iç ses.

 

"Kalmıyorum. Kalmayacağım. Ayrıca neden beni ısrarla geride tutmaya çalışıyorsun." Öfkem artık boyumu aşıyordu. Sınırladım ihlâl edildiğinde kendimi dizginleme özelliğimi serbest bırakıyor, içimdeki tüm öfkeyi kusacak yer arıyordum.

 

"Geride tutmaya çalışmıyorum," dediğinde sinirle güldüm. Gülüşüm, alay kokan bir ifadeyle tüm yüzümde dağıldığında, kaşları yavaşça çatıldı.

 

"Peki şu an ne yapıyorsun?"

 

"Sakinleşmeni bekliyorum,"dedi, o da sesini bir tık yükselterek. Beni sakince anlamak yerine öfkeme karşılık vermeyi seçmesi, siktirler olsun ki beni çok etkilemişti. Yüzünde dolanan bakışları sık sık dudaklarıma uğruyor, ardından mavilerini kısarak gözlerime bakıyordu.

 

“Gerçekten siktir.”

 

Bir anda oturduğum yerden ayaklanıp tam karşısına geçtim. Boyu o kadar uzun ki, oturduğu halde ancak yüzüne bakabildim. "Ben sakinim zaten. Söyle bana, neden beni ısrarla itiyorsun?"diye sorduğumda sinirli bir ifadeyle yüzünü sıvazladı. Elimden kayıp giden dizginler, onun iradesine sert yumruklar atıyordu.

 

"Seni itmiyorum." Cümleleri yarımdı. Tam olmaları için delirmesine ihtiyacım vardı.

 

Elimi tam karşımda kalan binaya doğru diktim. "Oraya ya birlikte gireriz, yada sensiz girerim. Karar senin."damarına basmamı asla umursamadım. Kaşları derince çatıldı. “Ben buraya boşuna gelmedim. Oraya gireceğim. Ya seninle gireriz, yada ben sensiz girmenin bir yolunu bulurum.” Kaşları daha çok çatıldı. İfadelerini gizlemekte usta olsa da inandının sınırlarında gezdiğimin farkındaydım.

 

"Sumru, yapma. Ateşle oynuyorsun, yapma."dedi gözlerime bakarken. Çatık kaşları alnında derin bir çukur oluşturdu. "Neyi yapmayayım? Ben hiçbir şey yapmıyorum."biraz daha yükselen sesimle bakışları sert bir hal aldı. Geliyordu. O sınırı aştığımı belli eden şekilde vücudu gerildi. Artık kendini kontrol etmekte en az benim kadar zorlanıyordu.

 

Oturduğu yerden kalkarak karşıma geçti. Boyunun uzunluğu nedeniyle başımı geriye atarak yüzümü ona kaldırdım. "Sen, farkında olmadan çok şey yapıyorsun."dedi. Ağırca yutkunuşunu izledim. O kadar da zorlanmıyormuş.

 

“Duygularını gizlemekte gerçekten usta.”

 

"Tüm bu olanlarla yüzleşmeye ihtiyacım var. Bunu anlaman neden bu kadar zor? Elimden geleni yapmak istiyorum."diyebildim. Genzimi yakan bir damla gözyaşı vardı. İçime akıyordu, içimi yakıyordu. Buğulanmaya başlayan gözlerimi gördüğünde ifadesinde bir çatlak oluştu. Bakışları artık o kadar da boş değildi. “Belki de son kez,” dedim yutkunurken. İçimdeki güç ağır ağır çekiliyor gibiydi. Hayatımın hiçbir döneminde çaresiz bir insan olmamıştım. Şimdi bu kadar yıkılmış hissetmek, 29 yıllık hayatımda ilkti.

 

"Seni anlamadığımı düşünmen saçmalık. Seni anlamasaydım, bugün burada olmazdın. Ayrıca elinden geleni yapıyorsun. Bunu en iyi ben görüyorum." Kelimeleri sihirli bir büyü gibi tenimin altında gezindi. Bu sözleri öylesine değildi, gerçekten beni anlayan tek kişiymiş gibi bakıyordu. İçimi görür gibi… Beni en çok anlayan oymuş gibi…

 

Elalarım bakışlarına dik şekilde karşılık vermeye devam etti. "O zaman neden buraya gelmeme karşı çıktın?"oflarcasına bir nefes verdi. Etrafa kayan bakışları yeniden beni bulduğunda gök mavileri durulmuştu. Öfkenin tek bir emaresi dahi yoktu. Sırtımı sıvazlamak için hazırdı.

 

"Seni korumaya çalışıyorum. Oraya girdiğinde kalbin kırılacak.Üzüleceksin,"dedi. Olduğum yere çakıldığımı hissettim. Gök mavilerinde beliren şefkat, içimdeki tüm savaşalara baş kaldırıyordu. Bunca derdin arasında, sadece onun gözlerine bakmak istemem delilikten başka bir şey değildi. Heybetli gölgesi kış günü baharı yaşatıyordu.

 

Ben delirmiştim. Bunun başka izahı yoktu. Şu an parıldayan gözleriyle bana bakmasının bir izahıda olamazdı.

 

Ben delirmiştim. Evet, olan buydu.

 

Bakışlarını benden çekmeden bana yaklaştı. Olduğu yerde kasılıp kalan bedenim bir adım atamadan eşsiz kokusuyla sarmalandı. Parmakları, şefkatle parmaklarımı sardığında etrafımıza büyük bir koza oluştu. Sadece ikimizin olduğu, derin bir kozanın içine hapsolduk. "Bir kez olsun geride duramaz mısın?" parmakları hareket ederek elimin üzerini okşadı. Derin bir his içimi gıdıkladı, ellerim yuvasına kavuşmuş gibi özlemle sarıldı.

 

Onun olduğu bir sınavda geri durmamı istiyordu. Bunun mümkün olduğunu anlatacak kelimeleri seçmekte zorlandım. Küçük bir nefes alıp verdim. Bakışlarım gözleri hariç her yerdeydi. "Farz edelim ki benim yerimde sen varsın. Onunla yüzleşebilme şansın varken, kaçmayı mı seçerdin?"dedim. Sorunun cevabını en net alacağım yere gözlerine çevirdim. "Böyle bir şansın olsa, onun geçmişinden kaçar mıydın? Yoksa karşısına geçip cesurca yüzleşir miydin?"diye sorumu yeniledim. Bakışları ilk kez bu kadar düşünceliydi. Gözlerini bana çevirmeden karşıya bakmaya devam etti. Orada her ne görüyorsa bana cevabı gözleri vermişti.

 

Yüzleşirdi. Cesurca savaşırdı.

 

"Cesurca savaştığımız tüm savaşlar, bizim zaferlerimizdir,"dedim düşünceli bakışlarına.Gözlerimi delip geçen bakışları tüm yüzümü taradı. Çillerimde oyalandı, dudaklarımda gezindi. Düşünceli hali dağılana kadar aklını benimle dağıttı.

 

En sonunda bakışları yeniden gözlerime çıktığında, "Cesurca savaş, kaybettiğin tüm zaferlerin de senin."dediğinde yüzümde oluşan küçük tebessüme engel olamadım. Bakışları dudaklarıma düştü. Gülüşümü izleyen durgun mavileri ilk kez böylesine açıktı. Sanki gülüşümde bahar vardı, öyle eşsiz bir şeye bakıyordu.

 

"Hadi gidelim,"dedi ve benden uzaklaşarak birkaç adım attı. Parmaklarımdan ayrılan elinin sıcaklığı gülüşüme bir darbe savurarak devirdi. Arkasını dönüp hızla ilerlerken, karşıya geçmek için acele adımlarına yetiştim.Yana yana karşıya geçip fabrikanın girişine doğru yürüdük. Girişte bulunan güvenlikten Savcı kimliğiyle geçtiğimizde bizi bir çalışan karşıladı.

 

"Hoş geldiniz Savcım. Buyurun, şöyle ilerleyeceğiz,"önümüzden ilerleyerek yolu gösteren adamı takip ettik. Büyük bir fabrikaydı. Binlerce çalışana sahip olan fabrika, İstanbul'un en iyi fabrikalarından biriydi. Buraya girmek için içeriden birini tanıyor olmak gerekiyordu.

 

Asuman hanım’ın kocası burada müdür olduğuna göre, bu fabrikada çalışması çok da zor olmasa gerek. Dışarısı büyük olan fabrikanın içi de epey büyüktü. Etrafa bakarak ilerledim. Yanımda sessizce yürüyen Falaz da etrafı gözetiyordu. Epey büyük binanın içinde paketleme yapan bölümün önünden geçerken birçok bakışın üzerimizde olduğunu fark ettim. Yanımızdan geçen herkes dönüp bir daha bakıyordu. Bu kadar dikkat çekeceğimizi düşünmemiştim.

 

"Herkes bize bakıyor,"yanımda sessiz adımlarla yürüyen adamın bakışları bana döndü.

 

"Evet, bakıyor, "dedi en umursamaz tavrıyla.

 

"Çok fazla dikkat çekiyoruz,"diye direttiğimde yüzünde eğlenen bir ifade vardı. "Bu durumda eğleniyor musunuz?"etraftaki insanlar sebebiyle ona “sen” diyemezdim. O da bunun farkındaydı; yüzünde ona “siz” dememden hoşlanmadığını belli eden bir ifade vardı.

 

"Oldukça," rahatlığı karşısında gözlerimi devirdim. Bakışlarını yüzümden çekmeden bu ifademi yakaladığında hızla önüme döndüm. "Gözlerini mi devirdin."gördüğünü onaylamama ihtiyacı yoktu.

 

"Hayır."kaçmak bu ara favori aktivitem etraftaki.

 

"Ne gördüğümü biliyorum, Ardil,"dedi. Bir kez daha beni sözleriyle olduğum yere mıhladı.Yüzüne yayılan serseri gülüş, bilerek söylediğini ele veriyordu. Şu durumda alenen eğlenmesi mümkün değildi. Bununda bilerek yapıyordu. Eğlenen tavırlarıyla benimle uğraşması, sadece benim dikkatimi dağıtmam içindi. Gerginliğime bir son vermek istiyordu.

 

Bakışlarım bu farkındalıkla kısıldı. Eğlenen ifadesi solduğunda, farkında olduğumu artık biliyordu. Bana bakan mavilerine sessiz bir teşekkür sundum. Bunu da anladı. Biz sözsüz bir iletişimin içindeyken, kısık bir boğaz temizleme sesiyle bakışlarımız ağır bir mıknatıs gibi ayrıldı.

 

Tam karşımızda, bize bakan en fazla 55 yaşlarındaki adam tuhaf bakışlarla ikimizi de süzdü.

 

"Savcım, hoş geldiniz. Sizi buraya hangi rüzgar attı?"Elini Savcıya doğru uzatarak tokalaşmak istedi ama Savcı, elini ona uzatmadan cephelerine koyarak karşıdaki adama, yani Muzaffer Taşkın'a bakmaya devam etti. Savcının bu hareketiyle bozulmuş bir yüz ifadesiyle geri çeken adam, bu kez bana döndü. "Siz de hoşgeldiniz,"dedi. Bu kez bana doğru uzandı eli. Tutmamı bekliyordu ama ben o eli tutamazdım. Savcı bir adım ileriye atılarak adamın elini yakaladı.

 

İçime sıkışan derin nefesi koyuverdim. Şimdiden bunaldım. Bir an önce buradan çıkmak istiyorum.

 

"Hoş mu bulduk, ona bakacağız. Muzaffer Taşkın."Savcı sert bir ifadeyle karşısındaki adama bakıyordu. Eline uyguladığı fazla güç nedeniyle bir omzu aşağıya çöken adam, can havliyle elini geriye çekti. Elini ovuşturarak önce Savcıya, sonra da bana baktı. "Buyurun, size nasıl yardımcı olabilirim."ayaküstü konuşarak bizi sepetleme derdindeydi, ama yemezler.

 

"Bir çayınızı içmeye geldik,"dedi Savcı adımlarını Müdür Muzaffer Taşkın yazan odaya doğru yönlendirdi. Olduğu yerde kalan adamı geçerek ben de onu takip ettim. Odadan içeriye girdiğimizde bizi oldukça ufak bir oda karşıladı. Karşı duvarın önünde büyük bir masa ve döner sandalye vardı. Hemen masanın önünde deri, büyük iki koltuk. Koltuğun önünde geniş bir sehpa ve üzerinde birkaç dergi. Etrafta oldukça fazla çiçek vardı; hepsi canlı ve tazeydi. Ama içlerinden yalnızca bir tanesi dikkatimi çekti.

 

Beyaz frezyalar hemen masanın sağ köşesinde kalıyordu. Çok kalabalık olmayan masada oldukça dikkat çekiyordu. Adımlarım, benden izinsiz frezyaların yanında durdu. Elimi kaldırıp yaprağın birine dokundum. "Karım, karım çok severdi. Frezya en sevdiği çiçekti,"kapıdan içeriye giren adamın söyledikleriyle yutkunadım.

 

Benimde en sevdiğim çiçek Frezya.

 

Onunda frezyaları sevmesi, tesadüf olamayacak bir benzerlikti. "Çok, çok güzeller,"diyebildim sadece.

 

Şimdi beyaz frezyaları kanlıydı.

 

"Öyle, karım gibi çok güzeller,"dedi. Yanımdan geçerek dönen sandalyesine kuruldu.

 

Ayakta kalmam çok fazla dikkat çektiğinden ben de masanın yanından geçip Savcının karşısındaki koltuğa oturdum. Gök mavisi bakışları bir saniye bana takılsa da çok oyalanmadan karşımızdaki adama döndü. "Karınız, Asuman Taşkın. Şaibeli ölümü hakkında birkaç soru soracağız,"sağ ayağını sol ayağının üstüne atarak oturduğu yerde yayıldı. Rahat tavrı, şuan en çok imrendiğim şeydi.

 

"Siz karımın ölümünü araştıran Savcı mısınız?"diye soran adama dik bakışlarla karşılık verdi.

 

"Asuman hanımı en son hangi gün ve saatte gördünüz?"adamın sorusunu umursamadan kendi bildiği yoldan gitmesi adamı şaşkına çevirdi. "Vefatından bir hafta önce izin günüydü.Evde kalacağını söylemişti. Ama bir ara markete çıkmış. Sonra da geri dönmedi."yüzüne yayılan acılı ifadenin anlamı,karısını gerçekten sevmesi miydi? Yoksa öldüğü için mi üzülmüştü.

 

"Sizin ya da karınızın-"diye başladığı cümlesini "Düşmanımız yoktu. Karım bu dünyadaki en iyi insandı. Kimseye bir zararı olmazdı."dedi genzini yakan bir gözyaşını engellemek için öksürerek bakışlarını kaçırdı.

 

"Son zamanlarda şüpheli bir durum sezdiniz mi?"diyerek araya girdim. Adamın bakışları bana döndüğünde, kim olduğumdan emin olamayan bakışları kısıldı. Elini masanın üzerine yaslayarak vücudunu bana doğru çevirdi. Savcıyı sert kaya olarak gördüğü için benim kolay lokma olduğumu düşünen bakışlarına alaylı bir tebessüm armağan etmek isterdim ama ortam müsait değildi. "Siz kimsiniz?"tamda beklediğim soruydu.

 

"Kim olduğumu boşverin. Eşinizle ilgili son zamanlarda şüpheli bir durum sezdiniz mi?"diyerek yeniledim sorumu. Bende kalan bakışları cüretimi sorguluyordu. Ona pabuç bırakamayacağımı bakışlarımdan anlamamış mıydı?

 

"Hayır, Asuman-"devam edeceği cümlesini yarıda kestim. "Eşinizle aranız nasıldır?"diye sordum. Bakışları derinleşti. Ellerini gergin bir şekilde masaya yasladı. İlk anlardaki öz güveni kaybolmuştu. "Karımı seviyorum. Hep çok sevdim. O-" yeniden cümlesini kestim. "Oğlunuzla eşinizin iletişimi nasıldı?"artık tamamen gergin moddaydı. Yaydığı negatif elektrikten asla hoşlanmamıştım. "İyi-"diyeceği sırada "Oğlunuz eşinizi istemiyordu değil mi? Annesinin ardından eve gelen yabancı kadın. Ona karşı hep soğuk muydu?"adeta küçük dilini yutan bir şaşkınlık vardı yüzünde. Savcı, oturduğu koltuktan keyifle olan biteni izliyordu.

 

"Ama siz bun-" bazen kelimelere ihtiyaç duymazdım. Gözler ve bedenimizin dili çok şey anlatırdı.

 

"Peki, siz karınızı ne kadar seviyordunuz? Ona gerçekten güvenmiş miydiniz?"sorularım onu daha çok paniğe sürükledi. "Güvendim."dediğinde farkında olmadan beynin dile gelen komutunu ezbere bana söylemişti. Kucağıma bıraktığı ipuçlarını takip ettim.

 

"Eşiniz sizin haberiniz olmadan bir şey mi yaptı?"

 

"Siz kimsiniz! Ne cüret-"

 

"Hangi cüretten bahsediyorsunuz? Eşiniz ıssız bir ormanda sekiz yerinden bıçaklanmış şekilde ölü bulundu. Bir hafta ormanda kaldı cesedi ve siz iki gün sonra kayıp eşiniz için ihbarda bulundunuz? Neden iki gün sonra? Market için evden çıkmış ve bir daha dönmemiş eşinizi bu kadar çok sevmeniz gözlerimi yaşarttı. Ama bu yalandan sevgi numaraları ancak karınıza söker, bana değil!"dedim. En sonunda ben de yükselmiştim. Kendimi tutamadığım dizginler elimden kayıp gidiyordu.

 

"Şimdi tekrar soruyorum. Eşiniz sizin haberiniz olmadan bir şey mi yaptı?"yüzüme şaşkın ve öfkeli bakışlar atan adamı zerre umursamadım.

 

"Öldürülmeden bir kaç gün önce. Onu başka bir adamla konuşurken yakaladım. Beni aldatıyordu."dediğinde oturduğum koltuğa çakıldığımı hissettim. Duygularım freni boşalmış kamyon gibi üzerime geliyordu. Altında ezilmekten değil, altından kalkamamaktan korktum.

 

"Eşiniz sizin ikinci evliliğinizdi. Peki, siz eşinizin ikinci evliliği miydiniz?"bu soruya alacağım cevap beni ölümüne korkutuyordu. Bakışlarımı bir an bile yüzünden çekmedim. Yakalacağım en ufak mimik benim için çok önemliydi.

 

"Karımın ilk evliliği benim,"dedi. Kurduğu cümleyi anlamakta zorlandım bir anda. Dudaklarından çıkan her bir kelime etime bıçak gibi saplandı.Olduğum yerde buhar olup yok olmak istedim.

 

"Nasıl?"diye, sordum sadece. Hayal kırıklığı tüm hücrelerime yayılıyordu.

 

"Asuman'la 25 yıl önce evlendik. Benden önce kimseyle evlenmemiş. Kimseyi sevmemiş. Fabrikaya iş için geldiğinde tanıştık. Ben ilk görüşte aşık oldum. Kısa bir sürede de evlendik."kelimlerin öyle yakıcı bir gücü vardı ki, kahrediyordu. Mahvediyordu.

 

Ben onu yıllarca beklemiştim. Ama o, bensiz çok da güzel bir hayat kurmuştu kendine. Sanki biz hiç yokmuşuz gibi. Babamla hiç evlenmemiş, beni hiç doğurmamış gibi.

 

Öyle yoktum ki hayatında. Kendimi bir anda varlığımı sorgularken buldum.

 

Ve bu gerçeklik öyle yaktı ki canımı. Gözlerime dolan yaşları ilk kez tutmakta zorlandım. Oturduğum koltuktan kalktım. Bana dönen bakışları puslu bir pencerenin ardından izlerken, ayaklarım benden bağımsız hareket ederek odadan çıktı. Nereye gittiğini bilmeyen adımlarım ilerledi. Geldiğimiz yerden çıkıp kendimi dışarıya attığımda boğulduğumu hissettim. Nefeslerim ciğerlerime ağır gelmeye başladığında başım da dönüyordu.

 

"Sumru!"arkamdan bana yaklaşan bedeni hissetmemde durmadım. Yürümeye devam ederek fabrikadan çıktım. Karşıya geçerken birkaç aracın korna çaldığını duydum. Aldırmadan adımlarımı hızlandırıp kendimi kaldırımın kenarına attım. Üzerimdeki ceketin fermuarını açmaya çalıştım. Boğuluyordum.

 

Sessiz adımlarımı takip eden adam, tam karşıma geldiğinde elini uzatarak ceketimin önünü açtı. Gözlerimi zorlayan yaşları artık tutamadım. Falazın yanında ağlamakta zorlansam da elimde olmadan gözlerimden birkaç damla yaş yanağıma doğru aktı. Ama karşımdaki adam hiç duraksamadı. Sanki bu anı bekliyormuş gibi beni kendine çekerek alnımı göğsüne yasladı.

 

Beni tüm dünyadan saklıyordu.

 

"İstediğin kadar ağla burada.Kimse görmeyecek. Ben de dahil."fısıltılı çıkan sesi saçlarımın arasına karıştı. Göğsüne daha çok yaslanan başımla elleri tüm bedenimi sardı.

 

Ve ben onun sıcaklığında akıttım tüm yaşlarımı. Kolları ve göğsü beni tüm dünyadan sakladı. Ağladığımı kimseye göstermedi. Göğsü tüm yaşlarımı yutmaya hazırdı. Beni bir yangından kaçırmıştı. Şimdi de kimse görmesin diye saklıyordu.

 

İçimdeki o yangına yenik düşmemden korkuyordu. Ama bilmediği bir şey vardı.

 

Gök mavisi o yangına damlayan mürekkebin iziydi.

 

 

 

 

 

 

 

🪦

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Umarım severek ve beğenerek okumuşsunuzdur.

 

Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz? Sumru bundan sonra ne yapacak?

 

Öğrendikleri ona ağır gelmeye başladı. Ama asıl bundan sonra öğrenecekleri onu ne hala getirecek?

 

Merakla okumaya ve beni desteklemeye devam edin lütfen..

 

Yıldızımı parlatmayı, yorum yapıp, kaydetmeyi unutmayın.

 

Kendinize çok iyi bakın. Öpüldünüz. 😘

 

 

 

Destek hatlarımızda bırakayım..

 

Tiktok; Bulmacaa.ustalarr Oldukça aktifim. Sürekli video paylaşıyorum.

 

İnstagram: Bulmacaustalar Buraya da beklerim.

 

 

 

 

Sevgiler

 

 

Semyy8

Bölüm : 07.05.2025 20:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...