15. Bölüm

14-ARDİL, YÜREK ATEŞİ

Bulmaca Ustaları
semyy8

Merhaba Dostlar,

 

Yeni bir bölümle geldim.

 

Nasılsınız? Nasıl ilerliyor kitabımız?

 

Bölüm biraz gecikti, bunun için üzgünüm. Oturtmam gereken noktalar var.

 

Yorumlar çok az olduğu için, ilerlemekte önümü görmekte bir tık zorlanıyorum. Ama bunuda aşarız, biliyorum.

 

Tik Tok'da aşırı aktifim; sürekli Bulmaca Ustaları editleri paylaşıyorum. Oraya da beklerim.

 

Kitapla ilgili, ekiple ilgili, Surmu ile ilgili tüm merak ettiklerinizi yorumlara bekliyorum.

 

 

 

 

Destek hatlarımız..

 

Tiktok; Bulmacaa.ustalarr Çok keyifli zaman geçiriyoruz sende gel.

 

İnstagram; Bulmacaustalar Burayada beklerim.

 

Twitter ; Semyy8 Yeni hesap açtım. Beklerim.

 

 

Keyifle Okuyun.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Murat Göğebakan - Yaralı

 

Pinhani - Dünyadan Uzak

 

Neşat Ertaş - Yolcu

 

Gülnur Kaya - Geri gelen Mektup

 

Selda Bağcan - Öyle Bir Yerdeyim Ki

 

Sezen Aksu - Ünzile

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sumru Eryavuz

Kırıldıkça değişirsin, değiştikçe güçlenirsin, güçlendikçe umursamazsın. Onlara teşekkür et..

Stephan Covey.

 

 

 

 

Kalp dört odacıklı bir organdır. O dört odacıklı kan pompalayan organ, tüm acılarımızın ilk durağıydı. Kalp, bir organdan çok daha fazlasıydı. Kırılır, incinir, nefessiz bırakır. Sonra da inatla kan pompalar. "Yaşa"der sana. Tüm acılarınla birlikte yaşa. Kalbinin dört odacığına hapseder acılarını. Ve sen, yaşamak zorunda kalırsın tüm kırıklarınla.

 

Acımasızca.

 

Gerçeklerin tüm yüzü acımasız değil mi?

 

Nefessiz bırakıldım. Dört odacıklı kalbim kırıldı. İçime batan tüm kırıklara rağmen yaşamanın değerini her zaman bildim. Acılarım benim bir parçam. Tüm kırıklarımda. Ve ben, onları olduğu gibi kabul ettim.

 

Kendimi, olduğum gibi kabul ettim.

 

"Benim ne halde olduğumu umursamadan hayatını yaşamış,"dedim bilmem kaçıncı kez. Bana sarılı kollarıyla hala beni gizleyen adama. "Ve sen bunu son yarım saatte 10. kez söylüyorsun,"o saymıştı belliki. Bunu umursamadım; ellerimle gözyaşlarımın yolunu temizledim. Başımı göğsünden kaldırmak için geri çektiğimde bana izin verdi.

 

"Şikayet edeceksen, sarılmasaydın."diye çıkıştım. Ne dediğimi umursamadan, tüm yüzümü tarayarak hasar tespiti yapıyordu. "Seni tüm dünyadan gizlemeliydim. Ağlarken çok çirkin oluyorsun." Şu halimle bile beni güldürmek için uğraşıyordu. O'na minnettardım ama bunu dile getirmedim.

 

"Beni, tüm dünyadan sakladın,"diyebildim sadece.

 

"Teşekkür etmeyecek misin?"diye sordu, yüzümü tekrar güldürebilmek için.

 

"Hayır, sevmediğini biliyorum."

 

"Güzel, beni tanımaya başlamışsın,"dedi. Ayağa kalkarak bana doğru elini uzattı. Beni yerden kaldırmak için elini uzatıyordu. Uzattığı eli tutmak istedim ama yapamadım. Oturduğum yerden elimle destek alarak ayağa kalktığımda, karşımda çatık kaşlarıyla bana bakan bir Falaz vardı.

 

"Sana elimi uzattım." Sesine yansıyan ışık, öfkenin yansımasıydı.

 

"Gördüm."

 

"Neden tutmadın?"diye sorduğunda bunun cevabını ona vermekte tereddüt ettim.

 

Tereddütümü yakaladı. "Neden tutmadın, Sumru?"sorusunu yenilediğinde derin bir nefes alıp başımı sahil tarafına çevirdim. Ona bakmak işkence gibi olacaktı.

 

"Çünkü tutarsam alışırım. Beni sürekli kaldırmana, her derdimde böyle beni saklamana alışırım. Ben alışmaktan nefret ederim. Bu zamana kadar hep tek başıma ayağa kalktım. Aileme bile yansıtmadan ayaklarımın üzerinde durdum. Şimdi elini tutarsam bir daha ayaklarımın üzerinde duramam."derin bir nefes aldığını işittim. Sonra çenemde sıcak parmaklarını. Başımı nazikçe kendine çevirdi.

 

Gök mavileri durgun bir denizdi. "Alış, bundan şikayetçi olmam. Ne zaman istersen kaldırırım. Saklarım seni tüm dünyadan." Sözleri büyülüydü ama buna kanacak yaşı geçmiştim. Sözlere değil, attık gerçeklere ihtiyacım vardı. "Bunu her kadına söyledin mi?"dedim, ilk tanışmamıza atıfta bulunarak. "İlk tanıştığımızda aynı şeyi söylemiştin,"dedi bir anda. Ben, o söylediğimi duymadığını düşünmüştüm.

 

Alfa kuşağı olan bir ben değildim anlaşılan.

 

"Sen de de ne kulak varmış. Bir de anlamadım diyordun,"diye ağzımın içinde homurdandım. Falazsa çok komik bir şey söylemişim gibi gülerek beni izliyordu. Kendimi dil çıkarmamak için zor tuttum. Yanında bu kadar özgür ve rahat davranmak hâlâ yanlış geliyordu.

 

Yüzüme karşı gülen yüzüne "Ne,"demeseydim iyiydi. Ama o buna aldırmadan bana gülümsemeye devam etti. "Yüzünün halini görsen sende gülerdin."haylaz bir çocuk gibi eğleniyordu. Bunu yaparken en ufak tereddüt yada geri çekilme yoktu. Bana karşı artık olduğu gibiydi. İçinden böyle bir Falaz çıkabileceğini düşünmemiştim ama o, her şeyiyle karşımdaydı.

 

"Ne varmış yüzümde?"

 

"Ne yok ki?"benimle eğleniyordu.

 

"Kaçak dövüşme. Ne var yüzümde?"dedim, üzerine doğru bir adım atarak. Bu hareketimle birlikte gülen yüzü ciddileşti. Tek kaşı havalandı; "Sen hayırdır?"diyen bir havası vardı.

 

Bana doğru bir adım atacağını anladığım anda geriye bir adım atarak ondan uzaklaştım. Yine zihnimi bulandırmıştı. Olur olmadık zamanlarda bana yaklaşarak ayarlarımla oynamaktan zevk alıyordu. "Her kadına söyledin mi bunu?"konunun en başına dönerek aklını dağıtmaya çalıştım.

 

"Yemezler,"diyerek bir adım daha atarak bana yaklaştı. Parmakları soğuk parmaklarımı kavradığında içim yeniden sıcacık oldu. Birleşen bir puzzle gibiydi ellerimiz; eksik parça onun elleriydi.

 

"Falaz,"dedim üzerimdeki etkisini azaltmak için.Gözlerini üzerime dikmiş pür dikkat yüzüme bakıyordu. "Sumru," küçük bir nefesi gövdesine doğru üfledim. Anında gerilen bedeni tepki olarak benden uzaklaştı. Böylece nefes almak daha kolaydı.

 

"Söylemedim desem inanacak mısın?"dedi, oda konuya odaklanmaya çalışarak.

 

"Sen söyle. Belki inanırım,"dediğimde küçük bir gülümseme sundu.

 

"Senden önce kimseye söylemedim. Çünkü kimseyi teselli etmedim.Anlamam öyle işlerden."çadırdayan gülümsemesi yüzünde dağıldı. Aklına gelen şey her neyse, onu acıtan bir noktaya gelmişti. Onu yeniden gülerken görmek isteyen yanımı susturamadım.

 

Yüzümü buruşturup şaşkın bir hale sokarken, tepkisini kaçırmadan yüzüne bakıyordum. "Bu anlamayan halin mi?"şaşırmış tepkime yeniden gülümsedi. Başarmanın hazzıyla ona doğru ilerledim. Önünü ardını düşünmeden kollarımı dolayarak bu kez ben ona sarıldım. Başımı göğsüne yatırdığımda sıcaklığı tanıdıktı.

 

Sıcak bir ev gibiydi göğsü.

 

Ne yaptığımı bir kaç saniye idrak edemedi. Kolları öylece yanında duruyordu. Birkaç saniye duraksamanın ardından o da bana sarıldı. Kollarını sıkıca belime doladı.Göğsüne ancak yetişen boyumla yanında kendimi küçücük hissettim. Ortalama kadın boyuna göre epey uzundum ama onun yanında küçük kalmayıda sevdim. Kulağımın altındaki kalp ritimleri düzenli atışlarına devam ediyordu. Gözlerim kapandı. Kokusu genzimi yakarak ciğerlerime doldu. Amber kokusunu derin derin soludum.

 

Kendimi tüm dünyadan saklamak istediğim yeri artık biliyorum.

 

Onun sıcak göğsü beni saklar mıydı? Kolları kırıklarımı sarar mıydı?

 

Bir elini belimden çekerek saçlarıma dokundu. Yavaş bir ritimle okşadı her bir telini. Bu an öyle eşsiz geldi ki gözüme, bir portrenin içinde olsak ancak bu kadar güzel olurduk.

 

Ancak bu kadar tamamlanmış.

 

"Kokunu bahardan mı çaldın? Ardil." Kısık fısıltısı kulağıma dolduğunda kapanmış gözlerim açıldı. "Ardil? Bana neden öyle sesleniyorsun. O günde söylemiştin." Onun cesedini gördüğüm anda, onun tanıştığım ilk anda.

 

Bana Ardil demişti. Yürek ateşi.

 

"Yürek ateşi değil misin? Öfkeli bakışların, kızıl bir alev gibi gözlerinin tüm yeşilini yutuyor. Geriye kızıl bir alev kalıyor. O alev, en çok seni yakıyor,"dediğinde dumura uğramış gibi öylece kaldım kollarında. Birkaç saniye nefes bile alamadım. Bakışlarını içimde bu kadar derine sapladığından habersizdim. Her zaman beni anlayan gözlerle bakması yüzeysel yaralarımı görmesinden sanıyordum. Yanıldığımı ise şimdi anlıyorum.

 

Bakışları gözlerime tırmanırken bana üstten bakıyordu. "Şimdi sen söyle, Sumru; yürek ateşi değil misin?"

 

"Yürek ateşi çok yakar."dedim; kelimler öylece dökülüyordu dilimden.

 

"Yakar," dedi hiç beklemeden. "Uğruna yanmaya değmez mi, Ardil?"

 

"Değmez.Hiç değmedi."

 

"Buna sen mi karar veriyorsun?" Ben değil, buna hayat karar veriyordu. Değmezdim. Bir hiçtim. Belki babam için öyle değildim ama o kadın için hayatım boyunca bir hiç olmuştum. Sanki beni doğurmamış gibi hayatını yaşamış ve ölmüştü. Buna hakkı yoktu. Beni varlığıyla tanıştırmayan kadının yokluğuyla sınamaya hakkı yoktu.

 

Bir merhabamız yoktu. Bir elvedamız olacak mıydı?

 

"Ben değil ama hayat karar veriyor.Değmez diyor. Hiç değmedi diyor,"dedim.

 

Beni kendinden ayırıp gözlerime baktı."Sen yanlış anlamışsın. Değer diyor, Sumru. En çok sana değer diyor." Başımı iki yana sallayıp onu yalanlamak istedim. Hayır, değmez. Değmem demek istedim ama yapamadım. Gözlerinden gözlerimi akan umuda tutundum. Gök mavileri o umuda sıkınca tutunmam için bana doğru yolu gösteriyordu.

 

"Gidelim mi? Ekip toplanmıştır,"dedim, sessizliği bozarak. Gözlerini benden çektiğinde etrafta dolandı. Yeniden bana döndüğünde "Gidelim,"dedi. İçeriye yeniden girip girmeyeceğimle ilgilenmedi ama ben o adamla yeniden konuşmak için gelecektim. Fakat onun bunu bilmesine gerek yoktu.

 

Yolun karşısına geçerek benim aracıma doğru yürüdük. Onun arabası biraz geride kalmıştı. Arabanın anahtarını çıkarıp kilidi açtığımda hemen yanımda duran bedene döndüm. "Şubede görüşürüz, savcım." Asıl gerçekliğimize dönmüştük. Yüzü buruşur gibi olsada bozuntuya vermeden dik bakışlarıyla baktı. Ardından kapımı açarak şoför koltuğuna oturmamı sağladı.

 

"Dikkatli ol. Hemen arkandayım, "demeyide ihmal etmedi. Kapıyı kapattığında bir kaç saniye dışarıda kalan suretine baktım. Kumral saçları rüzgarda dağılmıştı. Üzerine giydiği siyah gömleği ve pantolonu jilet gibiydi. Siyah kabanının önü açıktı ve böyle çok daha iyi görünüyordu. Onu süzmeyi bıraktığımda oda kendi aracına geçmek için harekete geçti. Bir kaç dakika zaman tanıdığımda asfalt yola çıkmak için gaza bastım.

 

Yollar bizi nereye çıkarırsa çıkarsın. Hep arkamdan geleceği hissi kalbime kanat takıyordu. Bir yanımsa onun yanımda oluşuna, alışmaktan korkuyordu.

Sadece bu dava için dedim içimden. Sadece dava.

 

Adama da sadece dava için mi sarıldın?

 

Kimsenin yanında ağlamayan sen? Adamın yanında, tam iki kez salya sümük ağladın.

 

Ona güvenmeye başladın, Sumru.

 

Yanında ağlayacak kadar, tüm yüzlerini ve yarlarını ona gösterecek kadar güvenmeye başladın. Dengesiz halleri kaybolduğunda ortaya çıkan adam seni etkiledi ve seni sarmasına izin verdin. İtmeyeceğini biliyordun.

 

Siktir.

 

"Ona gerçekten güveniyorum." Elimi alnıma atarak başımı ovuşturdum. Migrenim kendini belli etmeye başlamıştı ve gün epey uzun olacaktı.

 

 

 

 

 

🪦

 

 

 

 

 

Yolun sonunda karşımıza yine gerçekler çıkıyordu. Acımazdı ama en berrak haliyle karşımdaydı. Şubeye Falazla arka arkaya geldiğimizde hemen otoparkta olan ekibe yakalanmıştık. Ayrı ayrı gelsek dahi uzun süre gözler üzerimizde kalmıştı. Ve şu an toplantı odasındaki herkes alanen bana bakıyordu.

 

Bu bakışlar hiç hoşuma gitmiyordu.

 

"Şimdi siz. Savcı ve sen tamamen tesadüf olarak mı? "kafasında bir şeyleri olduramayan Tuna, çenesine vurmuşlar gibi teori sıralıyordu.

 

"Garip olan ne, anlamadım. Aynı anda gelemez miyiz?" Odaya girdiğimizden bu yana saçma teorilerini sakinlikle dinlemiştim ama canıma yetmişti.

 

"Haklısın. Aksi bile olsa bu senin hayatın. Kimse karışamaz." Şükür, içlerinden biri akıllı çıkmıştı. Erene teşekkür eder gibi göz kırptım. Gülümsemeye çalışan yüzü gerilerek kasıldı. Söylediği cümleye kendi bile inanmamıştı ama benim inanmamı bekliyordu. Bunu aştığımızı düşünmüştüm. Bir adım bile yol kat edemediğimizi şimdi anlıyorum.

 

"İstediğini yapmakta özgürsün, tabi kuşum. Bakma sen bu salağa, o uyanamamış," diyen Esilaya döndüm. Şu ekipte her zaman arkamda duracağını bildiğim ikinci kişiydi. Birincisi, error vermiş gibi sadece elindeki kalemi sallanıyordu. Geldiğimizden bu yana da tek kelime etmemişti.

 

Masa altından ayağına bir tekme attım. "Senin neyin var?" birinci kişi nihayet kendine gelmişti. "Davayla alakalı aklıma takılan bir şeyler var. Siz devam edin, yetişirim," diyerek bir anda ayaklandı. Odadan çıkmadan Eren de "Bekle, ben de geleyim. Toplantıya kadar geliriz, " dedi ve ikisi de apar topar gitti.

 

"Yine neye sinirlendi, kim bilir?" Tunayı duymazdan gelerek bakışlarımı boş masaya sabitledim.

 

"Sumru, sen iyi misin?"

 

"İyiyim, Esil. Kötü olmam gereken bir şey yok," desem de kendimi kandırmaya çalıştığım ortadaydı. O sorun bendim ve kaçtıkları kişi yine bendim. Berkun'un bu durumuna üzülsemde elimden gelen birşey yoktu. Ona karşı atacağım yanlış bir adım bizi uçuruma sürüklerdi. Farkında değildi ama sınırda geziyordu.

 

"Ne zaman konuşmak istersen, buradayım biliyorsun."

 

"Biliyorum," dedim anında. Her zaman yanımda olan, bana destek olan bir dosttu.

 

Derin bir of çekmemek için kendimi dizginledim. Duygular, bu hayattaki en karmaşık işlerdi. Berkun'u anlamam ona karşı duygularımı değiştirmiyordu. O benim dostumdu. İleriyi düşünmek benim hatam olmasa da kendimi suçlu hissetmekten alıkoyamadım. İçimde çetrefilli bir savaş, önümde ise aşmam gereken bir yığın engebe vardı. Duygular düşünmem gereken son şeydi.

 

Dipsiz bir kuyu gibiyim. Sonunu göremediğim, derin ve kasvet dolu.

 

Yaşadığım karmaşık duygulardan dolayı önümü görmekte zorlanıyorum. Zifiri karanlık bir ormanda tek başıma yürüyor gibiyim. Ne hissedeceğimi, ne düşüneceğimi artık ben de bilmiyorum. Öyle çok bölünmüş duygu var ki içimde. Ne yana dönsem hüzün doluyum.

 

Kazdıkça derin çıkan yaralarım, girdiğim dipsiz kuyunun en dibi.

 

Dipteyim.

 

"Sumru."

 

"Sumru." Hemen yanıbaşımda oturan Esilay'ın dürtmeleriyle kendime geldim. Karşımda oturan gök mavi adamı gördüğümde ne kadar derinlere daldığımı fark ettim. Boğazımı temizleyerek oturduğum yerde dikleştim. Herkesin ne ara geldiğinden haberim dahi yoktu.

 

Berkun ve Eren de dönmüştü. Hepsi bana garip bakışlar atıyordu ama kafam yerinde değildi. Falazın da yakıcı bakışlarını hissediyordum. Yüzüme değen gök mavileri her bir hücremde yangın başlatıyordu. İğne gibi yüzümü eşeleyen tüm bakışlara karşılık vermeden, Talat Amir'e odaklandım. Birkaç direktifin ve son dava dosyaları üzerinden bir şeyler anlattı. Tuna her zamanki gibi hepsini not almıştı. Gerekli görev dağılımı yapan savcıyla toplantı uzamadan son buldu.

 

Savcı ve Amir'in odadan ayrılmasıyla diğerleri de beni yalnız bırakmak adına işlerinin başına döndü. Berkun, yüzüme dahi bakmıyordu. Beni umursamadan öylece çıkıp gitmişti.Diğerleri de işlerini yapmak için odadan ayrıldı. Esilay,"Yanında kalayım mı?" diye sorsa da, ona yalnız kalmamın iyi olacağını söylediğim için o da diğerleriyle çıkmak zorunda kaldı. Herkes gittiğinde büyük koltuğa geçerek rahatça uzandım. Kaçan uykularım bir anda geri gelmiş gibi üzerime bir ağırlık çökmüştü.

 

Günlerdir uykuya direnen bedenim iflas bayrağını çekmiş gibi koltuğa yığıldı.

 

Üzerimden tır geçmiş gibi olağan yorgunluğumla gözlerim kapandı. Kaçmaya çalıştığım tüm duygulardan belki uykuyla sıyrılabilirdim.

 

Hafif olan uykum, kapının açılması ve kapanmasıyla bölündü. Odaya biri girdi. Birkaç adım attı ve duraksadı. Kapıya arkam dönük olduğu için kimin geldiğini bilmiyordum. Bana doğru yaklaşan adım sesi ve odaya yayılan amber kokusuyla, kimin geldiğini anlamam uzun sürmedi. Tam arkamda kalarak üzerime doğru eğildi. Uyuyup uyumadığımı kontrol etti. Ilık nefesleri saçlarıma vuruyordu. Uyuduğumu düşünmesi için nefeslerimi kontrol altına alarak yavaşlattım. Hareket etmeden öylece yatmaya devam ettiğimde, koltuğun yanındaki sandalyeye oturdu. Bakışları keskin bir bıçak gibi sırtımda geziniyordu.

 

Bir süre ses çıkarmadan üzerimde gezindi bakışları. Birkaç dakika sonra oturduğu yerden doğrulduğunu hissettim. Üzerime doğru düşen gölgesiyle kalakaldım. "Uyumadığını biliyorum," diye fısıldadı. Beni bozguna uğratmaktan zevk alıyordu. Keyiflenen ifadesini görmek için gözlerimi açıp başımı ona doğru çevirdim. Göz göze geldiğimizde yüzünde eğlenen bir ifade yoktu. Ciddi bakışlarıyla tüm yüzümü tarayıp yeniden gözlerimde duraksadığında yattığım yerden doğruldum.

 

"Bir şey mi oldu, Savcım?"diye sordum. Üzerime doğru eğilen bedeni çoktan oturduğu koltuğa yaslanmıştı. Ciddi ve dik bakışları yerini korurken, "Olay var. Hazırlan, ekiple birlikte çıkacaksın." Sabah beni güldürmek için uğraşan adamdan eser kalmamıştı. Asıl olması gereken de buydu. Burada Sumru ve Falaz değildik. Kendimiz olamadığımız tek yerdeydik. Büründüğü sert kabuğu tanıyorum.

 

Bana benziyor.

 

Çatılmış kaşlar, dik bakışlar. Sert yüz hatlarıyla bana benziyordu. Duvarları olan Sumru'ya. İnsanlarla arasına duvar koymayı seven kadına. O yüzden bunu yadırgamadım. Onu anlamak ilk kez bu kadar kolaydı.

 

"Tabi Savcım,"diyerek ayaklandım. Hızlı tepkime bir şey söylemeden odanın içinde koşturmamı izledi. Su içmemi, çantamı ve telefonumu almamı. Çıkmadan önce üzerime geçirdiğim montumu. Her bir detayı kaçırmadan izlediği manzara gibiydim. Odadan çıkmadan önce "Dikkatli ol,"demesi bile bana benziyordu.

 

Tanıdıklık hissi, onu ilk gördüğüm andan bu yana hep içimdeydi. Ona karlı bu kadar açık ve dürüst olmam da belki bu yüzdendi. Ayna karşısında gördüğüm bakışların bir benzeri vardı gözlerinde.

 

Falaz'ı ardımda bırakıp binadan çıkarken, "Sumru, hadi çıkıyoruz,"dedi Eren. Tuna ve Esilay yan yana bir şeyler konuşuyordu. Berkun kendi köşesinde sigarasını içiyor. Erense öylece dikilerek onlara bakıyordu.

 

"Ekip tamamlandı. Hadi çıkalım, "dedi Berkun'a doğru. Yanan sigarasını ayağının ucuyla söndürüp çöp kovasına bıraktı. Yanımıza doğru adımladığında, gözlerimiz kesişti. Bugün bana ilk kez bakıyordu ama bu teoride değil, gerçekten bana ilk kez bakıyormuş gibiydi. "Hallettin mi işlerini?" diye sordum. Hemen sağımda yürümeye başladığında. Bana bakmadı ama bedeni hafifçe bana doğru döndü.

 

İçine doldurduğu nefes sesini işittim. "Hallettim,"dedi yalnızca.

 

"Peki, daha iyi misin?"

 

Kaçmak yerine dürüsttü. "Hayır, bugün biraz sinirliyim."Berkun'a dair belkide en sevdiğim özelliği, kaçmadan sorduğun soruları dürüstlükle cevaplamasıydı.

 

"Farkettim. Bugüne özel mi? Yoksa zaten sinirli miydin?" Madem kaçmıyordu. Saklanmasına da gerek yoktu. Bakışları dalgalı, adımları durağandı. "Sabah zaten sinirliydim. Bugüne özel değil, "dediğinde ona gerçekten inanmak istedim. Dürüstlüğüne güvendim. Ve konuyu burada kapattım. "Olay neymiş? Öğrenebildin mi?"konuyu değiştirdiğim anda derin bir nefes aldığı gözümden kaçmamıştı. "Metinle konuşamadım. Olay mahalinde öğreniriz, "dedi. Daha fazla konuşmak istendiğinin altını çizer gibi. Ben de onu zorlamadım. Şubeden çıkıp arabaya binene kadar kimseden ses çıkmadı.

 

Araçta yan yana oturduğum Esilay ve Tuna durmadan konuştular. Bugünün sonunda migrenimin tutması kaçınılmaz görünüyordu. Bu durumun asıl ilginç yanı ise Berkun'un bu kez karışmadı. Konuşmalarına asla ses çıkarmadı. Gözleri kapalı, gürültünün içinde olay mahaline kadar uyuma numarası yaptı. Numara olduğunu anlayacak kadar onu tanımam ise tamamen benimle ilgiliydi.

 

Olay mahaline geldiğimizde sırayla araçtan indik. Köhne bir mahallede, yıkık dökük bir gecekondudan içeriye girdiğimizde, ilk dikkatimi çeken içeride ağır kan kokusu ve ayağımızın altına kadar dolan kandı. Salondan dış kapıya kadar tüm koridor kana bulanmıştı. Duvara yansıyan sıçrama izleri içeriye kadar devam ediyordu. Girişte ayağıma geçirdiğim galoşun kan dolu olduğunu fark ettim. Diğerleri de sırayla içeriye girdiğinde, koltukta uzanan cesedle bakıştık.

 

Üzerindeki siyah kazağından belli olmasada fazlaca kurşun yarası var gibiydi. Duvarlara sıçrayan kanı ve bu göleti de hesaba katarsak, iki ya da üç gün önce ölmüştü.

 

"Allahım, neden hep böyle vakalar bizi buluyor?"şu durumda dahi isyan etmek tam da Esilay'dan beklenirdi. "Mimliyiz biz kızım. Burdan çıktığımızda bir kurşun döktürelim."Tuna'nın ona ayak uydurmasıyla ortamdaki ciddi hava dağıldı. "Bir kurşunumuz eksikti zaten. Tescilli ekip olalım anasını satayım. Neyimiz eksik."Tuna en sonunda Ereni de kendine uydurmayı başarmıştı.

 

Çocuğuyla gurur duyan baba edasıyla bir kolunu Eren'in omzuna attı. "Kurşunumuz eksik. Onu da döktürürsek tamamdır."Eren ona yüzünü buruşturur gibi bakınca Esilay gülümsedi. Eren'in diğer koluna girdi. "Bütün kem göz ve nazardan kurtuluruz, işte daha ne istiyorsun?"dese de ikisi bir olup bu kez Ereni delirtmenin peşindeydi.

 

"Siz ikiniz döktürseniz yeter. Zaten kem göz de sizden geliyordur,"dediği an ikisininde gülen yüzü soldu. Birilerine bakarak üzgün bir surat yaptıklarında Eren, ikisinide iterek aralarından çıktı.

 

"Kafayı yemişsiniz. Anasını satayım."

 

"Kim, biz mi?" İkiside aynı anda aynı şeyi söyledi.

 

"Siz bence beyin nakli olun. Kurşun falan kurtarmaz sizi."alınmış gibi dudak büken ikiliye son darbe Berkun'dan geldi. İkisinin de alnına silleyi çaktığında dağılmış ifadeleri bir anda düzeldi.

 

"Ulan, sizi bu ekibe alanı bir bulursam,eşşek sudan gelene kadar döveceğim."diyen Berkun'a döndüler ve "Talat Amiri mi döveceksin."dediler. Berkun sıkılmış gibi ofladı. "Şu adam ilk kez bu kadar uzun ve doğru konuştu. Siz gidip bir beyniniz var mı diye kontrol ettirin. Yoksa da nakil yapsınlar." Eren bu sözlerin ardından gür bir kahkaha attığında iki şebek de bozuldu. Suratları asılan ikiliye gülmemek çok zordu. Onlarda daha fazla kendilerini tutamadan gülmeye başladılar.

 

En son Berkun'un "Allahım, sabır ver."dediğini duydukları yerde gülmeyi kestiler.Berkun'un onlara attığı sinirli bakışlardan tırstıkları için daha fazla ses çıkarmadan beklediler. Eren çoktan yanımızdan ayrılarak cesedi fotoğraflamaya başlamıştı. Biz de zaman kaybetmeden başlarsak bir şeyler bulabiliriz.

 

Berkun, sinir olduğu ikiliye evin içini arama görevini onlara verdi. "Her yeri dikkatli şekilde arayın.Buradan boş çıkamayız,"dedi. Haklıydı. Böyle izbe bir mahallede ne kamera olurdu ne de görgü tanığı.Bu evin içinden ne çıkarsa bahtımıza.

 

"Bir şeyler çıkar mı dersin?" yandan bakışlarım onun sert rüzgarlarında savruldu. Yüzüme bakma zahmetine girmeden Eren'in fotoğrafladığı cesede bakıyordu.

 

"Sanmıyorum. Ama bakacağız."Onun sert duvarlarına toslamak bu zamana kadar başıma gelmeyen bir şeydi. Şimdi neden böyle hissediyorum. Sanki en yakın dostumu kaybettim. Bir daha iş dışında benimle konuşmayacak gibi duran tavırları, gözüme değmeyen gözleri. Aramıza kalın bir duvar ördü. Bu ondan bana gelen ilk taştı.

 

Ve biliyorum, son olamayacaktı.

 

Eren fotoğraflama işini bitirdiğinde bize döndü. "Bitti, siz inceleyin geliyorum,"diyerek odadan çıktı. Yalnızca ikimiz kaldığımızda küçük bir geniz temizleme sesiyle kendime geldim.

 

"Başlayalım."diyen Berkun, bir adım önüme geçerek cesede doğru eğildi. Bıçak darbeleri epey derine inmişti. Yüzündeki artık iyileşmeye yüz tutmuş morluklara bakılırsa, en fazla bir hafta önceye aitti. "Bıçak darbeleri çok derin, iç organların hepsi bitmiş."

 

"Şu morluklara bak, "işaret parmağımla boynundan göğsüne doğru inen morlukları gösterdim.

 

"En fazla bir haftalık."

 

"Kavgaya karışmış olabilir. Bence buradan ilerleyelim."

 

"Kesikler çok derin. Ustaca ve doğru noktalara saplanmış. Güçlü ve kaslı birinin yaptığı açık. Adamın sokak dövüşçüsü olup olmadığını da araştıralım,"diyerek bana döndü. Gözlerimiz birleştiğinde, dik bakan kahverengi gözleri elalarıma baskın uyguladı. Bakışları boş, kaşları çatılıydı. Genelde sinirlendiğinde böyle bakardı. Ya da yabancı biriyle konuşurken.

 

Güçlü hafıza bir lanetti.

 

Hayatımın her anını, her karesinin hafızama kazınmasını asla istediğim bir şey değildi. Ama elimde olmadan gördüğüm her şeyi ezberleme huyumdan, kurtulmam da mümkün değildi. Oflamak istercesine içli bir nefes verdim. "Lara'ya iletirim,"dedim ben de soğuk bir sesle. Onun vereceği tepkiyi umursamadan gözlerimi kaçırdım. Bir adımda cesede yaklaşarak biraz daha inceledim.

 

Benim tavrıma karşılık kolumu yakaladı. "Sumru,"dedi. Ne oluyor der gibi değil de, sanki bir şey söylecek bir havası vardı.İçeriye doluşan adım sesleriyle söylemekten vazgeçti. Elini yavaşça kolumdan çekerek benden birkaç adım uzaklaştığında, Esilay'ın sesini duydum. "Yalnız yaşıyor, muhtemelen ailesi yok. Mutfakta çok fazla içki şişesi ve sigara paketi bulduk."Berkun'da duraksayan bakışları bana döndüğünde çatıldı. Yüz ifadelerimizin nasıl olduğunun farkında bile değildim. Umursamadım.

 

"Evin her deliğine baktınız mı?"sesinin sert tonu kısılmıştı. Çocukluk yaptığının farkına vardığı için mutluydum. Berkun'a kötü olmak bu hayatta isteyeceğim son şeydi.

 

Tuna güler gibi olsa da bozuntuya vermeden ensesini kaşıdı. "Baktık abi, normal ev işte." Biraz mala bağlamış tavırları, yüzünde gülümseyen ifadesi kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Bakışlarım Esilay'a döndüğü anda gözlerini kaçırdı. Parmaklarıyla oynadığını fark ettiğimde, bu ikisinin bir boklar yediğine emin oldum.

 

İşaret parmağımı ikisinin arasında gezdirdim. "Siz ikiniz, ne haltlar yediniz?"yutkunmaya çalışan ama başaramayan Esilay, gözleri pörtlemiş bir adet Tuna, aklımdan geçen tüm senaryoları doğruluyordu. Kesinlikle bir boklar yemişlerdi. Benden saklanamayacaklarını bildikleri halde bir de şaşırmaları beni oldukça eğlendirdi.

 

"Yuh kızım. Mrs. Sherlock musun? Sendeki göz değil, başka bir şey. Bu nasıl bir yetenek yarabbi, buralarda harcanıyor." Gereksiz muhabbetlere de girdiğine göre yedikleri bok epey büyük olmalıydı.

 

Lan yoksa bunlar gizli gizli sevgili mi oldu?

 

Yok canım, o kadar uzun boylu değildir. Hem Esilay, bana söylemeden bir saniye duramaz. O zaman geriye tek bir seçenek kalıyor: "Siz öpüştünüz mü?" Bunu açıkça sormasam daha iyiydi ama ağzımdan kaçması, benim istediğim dışında olmuştu. "Pardon, sesli düşündüm bir an." Daha da sıvadım. Hemen yanımdaki Berkan'dan gelen gülme sesiyle ona baktım. Bu durum, oldukça hoşuna gitmişti. Artık onlar kendisiyle değil, kendisi onlarla uğraşacağı için epey keyiflenmişti.

 

"Sumru, ağzının ayarını öpeyim arkadaşım. Bu sesli düşünülecek şey mi?" Sıçmış bir ifadeye bürünen yüzüne baktım. "Ulan Tuna, harbi öptün mü kızı?" Tuna'nın aldan mora dönen ifadesiyle daha çok eğlendi. "İşte şimdi keyfim yerine geldi,"demez mi bir de.

 

"Sumru, bir müddet görüşmeyelim. Ben katil avcının eline düşürdüğün için çok teşekkür ederim."

 

"Öpüşen sizsiniz, ceremesini çeken benim." Bugün dilimin ayarı yoktu.

 

"Sus artık. Sumru, sus arkadaşım. Canım benim. Gel, biz seninle hava alalım; oksijen azalmış beyninde."kolumu tutup beni çıkışa doğru çekiştiren Esilay ile evden çıktık. Çıktığımız ilk an koluma çimdik atan kıza tip bir bakış artım.

 

"Napıyorsun sen, Sumru? Berkun'un yanında söylenecek laf mıydı?" Devreleri yanmış gibi bir o yan bir bu yana gitti. Burada olup olmadığımı dahi umursamadı. "Gördüğümü söyledim. Yalan mı, öpüşmediniz mi?" Şu tavırları beni eğlendiriyordu.

 

"Yok öyle bir şey."derken bile yüzü al al olmuştu. Gözlerini kaçırıp bir ileri iki geri giderek yürüdü. Adımları dahi karıştırıyordu. "Eminim öyledir." Güldüm. Saçma tavırlarına rağmen hoşuna gitmiş olmalı ki, eli sürekli farkında olmadan dudaklarına gidiyordu.

 

"Ben içeriye geçiyorum. Toparlanıp çıkalım."dedim. Beni duymadığı gibi dönüp bakmadı bile. Kendi kendine bir şeyler konuşarak volta atıyordu.

 

Yedikleri boklar ortaya dökülünce eli ayağına karışmıştı. Aslında ortaya çıkmasından değil de, daha çok Tuna'dan utandığı için bu haldeydi. Onu biraz tanıyorsam, bir süre Tuna'nın yüzüne dahi bakamazdı.

 

Tuna'nın da ondan bir farkı olmadığını içeriye girdiğimde anladım. Eli dudaklarında öylece dalmış, gülümsüyordu. Berkun ve Eren cesedin başında inceleme yapıyordu. Kan gölüne dönmüş ortamda öpüştüklerini düşündükçe içim kalkıyordu. Ama bu iki deli bunu umursamadan Leyla gibi dolanıyordu.

 

"Sumru, buna ne oldu böyle? Geldiğimden beri gülümseyip duruyor.Acaba fazla kan kafamı yaptı?" dedi Eren. Hemen arkasında kalan Berkun gülümsüyordu. Keyfinin yerine gelmesi için bu ikisinin öpüşmesi mi gerekiyordu? "Ayrıca Esilay nerede? Buraya iş yapmaya geliyoruz. Oyun oynamaya değil." İki ara bir derede öpüşmüşler diyemediğim için. "Dışarıya bakmaya çıktı. Gelir şimdi,"dedim. "Komşulardan bir şey çıkmaz ama yinede ifade alsınlar,"diyen Berkun'a döndüm. Başımı olur der gibi salladığım anda içeriye giren Esilay'la tüm gözler ona döndü. Tüm bakışların ona döndüğünü farkında olduğundan daha çok utandı. "Ne? Ne var?" kendi kendine bir anda yükselmesiyle Berkun'da ben de kendimizi tutamadan gülmeye başladık.

 

Esilay kırmızıdan mora dönmeye başladığında Tuna ayaklanıp ona doğru yürüdü. Üzerine doğru gelen Tuna'yı fark etti. Birkaç adım geriye giderek bir anda kaçmaya başladı. Bu durumla eğlenircesine daha çok güldük. Yaramaz çocuklar gibi birebirleriyle dalaşan ikiliden çok, bu ikiliydi artık favorimdi. "Ne oluyor anasını datayım. Sizde delirdiniz. Kan gölünün ortasında cesedin başında yaptığınız işe bak,"diyen Ereni asla duymuyordum.

 

"Peşimi bırakır mısın?"diyen Esilay'ı duyduğumda daha çok gülmek istesemde kendimi dizginledim.

 

"Ulan, beni beni güldürdünüz. Bundan sonra size dalaşmıyorum.Siz birbirinize yetersiniz."

 

"Sağol ya, vallahi nasıl rahatladım anlatamam."Esilay'ın gerginliği hala zirvedeydi.

 

"Abicim bir süre bizle uğraşmazsan inan beni çok mutlu edersin."diyen Tuna'ya döndü. Kızarmış yüzü ve kulakları Tuna'yı epey eğlendiriyordu. "Öyle değil mi güzelim."Esilay artık kırmızı değil mordu. Ve biz bu durumla çok eğleniyorduk.

 

"Güzelin batsın."Esilay arkasını dönüp yeniden odadan çıkarken Tuna'da onu takip etti.

 

"Batmasın, o benim güzelim." Cilveleşme modu tam olarak bu muydu? İğrenç demeyeceğim ama kulağa pek hoş geldiği de söylenemezdi. "Bunlara ne oldu?" olayı kavramakta zorluk çeken Eren, öylece giden ikilinin arkasından bakıyordu. "Çok şey oldu kardeşim. Ama en önemlisi, artık onlarla uğraşmak eskisinden daha zevkli." demesin mi? 30 yaşında olduğuna inanmadığım adam, haylaz bir çocuk gibi gülümsüyordu.

 

"Bu ikisi, varya bu ikisi. Öpüşmüş."bombayı ortaya bıraktığında daha çok gülümsedi. Ağzı kulaklarında, tabiri tam şu an onun için söylenirdi. "Ne yapmış, ne yapmış. Bizim Tuna, Esilayı mı öpmüş." Yazık o da anlama güçlüğü çekiyordu. Tuna'dan böyle bir performansı bende beklemiyordum. Atağı beklediğimden erken geldiği için şaşkındım. Yoksa şu durum beni şaşırtmazdı. Esilayın gözlerinin açılmasına da çok sevinmiştim. Bilahare onunla detaylı konuşsam iyi olurdu. Duygular konusunda benden önde olduğuna artık şüphe yoktu. Belki bana da biraz akıl verirdi. Tabi Tuna hepsini almadıysa.

 

Eren ilk şoku çabuk atlattı. "Ben de inanamadım. Sumru olayı çözmese haberimiz olmazdı." Gözlem yeteneği konusunda kendine haksızlık ediyordu. Eninde sonunda anlardı.Ben önce davranmasaydım. "Sen de ki bu göz kimsede yok. Nasıl anladın tak diye?" Onlarla nurda durup dedikodu yapacağımı sanıyorlarsa büyük yanılıyorlardı. Ben sadece arkadaşlarımı iyi tanıyordum, hepsi bu.

 

"Durup sizinle şu iki şebeğin dedikodusunu mu yapayım?"dediğimde Eren hevesle başını salladı. Berkun'un buruşan yüzü, olayın nereye gittiğini az çok idrak ettiğini gösteriyordu. "Dedikodu demeyelim de bilgi aktarımı diyelim." Bunun düpedüz dedikodu olduğunu ona söylecek enerjim yoktu. "Eren, bu kadar meraklı olduğunu bilmiyordum,"dedim. Yüzü ekşi yemiş gibi buruşan Berkun ona döndü. "Ben de, içinden mahalle karısı çıktı anasını satayım."dedi. Tüyleri ürpermiş gibi silkelendi.

 

"Mahalle karısı sensin.Biz bilgi aktarımı diyoruz."ikisinin takışmasına sessiz kalarak ben de odadan çıktım. Derin bir nefesimi göğüs kafesimden dışarıya üflediğimde, etrafta koşturan insanlara baktım. Polis ve cinayet şubeden birkaç çalışan vardı.

 

Yanımdan geçen bir polisi durdurdum. "Cinayet şubeden Lara yı göründün mü?"

 

"Komşuların ifadeleri için Metin'le evleri dolaşıyordu,"dediğinde ona teşekkür ederek yolundan çekildim. Birkaç derin nefesi daha içime hapsettim. Bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Hava kapalı ve kasvetliydi. Yağmur yağacak gibi görünsede tek damla düşmemişti toprağa.

 

Toprak hasret kalmıştı yağmura.

 

Evde işi biten diğerleri de geldiğinde Esilay ve Tuna da aramıza katıldı.

 

"Metin nerede?"diye soran Berkuna doğru döndüm.

 

"Larayla birlikte ifade almak için çevreyi geziyorlarmış,"dedim. Bilgi aktarımı için onların gelmesini bekleyecektik. Tahmin ettiğimiz gibi evden çokta birşey çıkmamıştı. "İfadelerden bir şey çıkacağını sanmıyorum. Adam tek yaşıyor. Muhtemelen eve bile uğramayan serseri bir tip. Kimse bir şey görmemiştir. Görse de korkularından söyleyeceklerini sanmam,"dedi Eren. Doğru söylüyordu. Böyle mahallerde korkak çok olurdu. Görse bile "görmedim"diyip susmak işlerine geliyordu. Bir kişinin düşmanı hepsinin düşmanı, olmasın diyip susuyorlardı. "Daha önceki Şemsiye cinayetini hatırlasanıza,"diyerek lafa atladı Tuna.

 

Güçlü hafıza kesinlikle lanetti.

 

Bundan birkaç ay önce böyle izbe bir mahallede yaşayan genç bir delikanlının cinayet mahaline gelmiştik. Gecekondu mahallesinde sokakta ölü buldukları 20 yaşındaki genç Ahmet, bir şemsiye ile cinayete kurban gitmişti. Cinayet silahının şemsiye olası nedeniyle bu davaya şubeki herkes "şemsiye cinayeti" adını vermişti.

 

Genç bir çocuğun ölüme sürüklenmesi değil, şemsiyeyle öldürülmesi herkesin ilgisini çekmişti. Ve faili meçhul bir cinayet olarak kayıtlara geçmiş, hiç kimse katili bulmak için uğraşmamıştı. Nasıl olsa kimsesi yoktu. Davaya bakan savcı bile böyle söylemişti. Ne acı, kimsesiz olmak; bu hayatta hem savunmasız hem de yalnız ölmek miydi? Zaten kimsesiz doğan bir çocuğa birde biz mi darbe savurmalıydık.

 

Ölümün hiçbir dilde günahı yoktu. "Ölen öldüğüyle kalır" sözü dibine kadar doğruydu.

 

Ölen ölüyor, kalan sağlar hayatlarına kaldıkları yerden devam ediyordu.

 

"O dava hala sonuçlanmadı. Davaya bakan savcıyı şikayet etmişler,"dedi Eren. "Kimin şikayet ettiği belli mi?"dedim.Kimin şikayet ettiğini galiba biliyordum.

 

Bu kez Berkun'a döndüm. "Talat Amir mi?"çatılı kaşları yumuşadı. Bugün ilk kez bu kadar yumuşaktı bakışları. "Nereden anladın diye soramayacağım. Şunların öpüştüğünü bile birkaç saniyede çözdüysen her şeyi çözersin,"dedi. Bakışları gurur doluydu.

 

"Şunlar mı? Benim bir ismim var, ismim Esilay."

 

"Sence sorun bu mu şu anda?"

 

"Değil, evet ama sinir oluyorum. İsmimle seslen lütfen."

 

"Peki, matmazel."Berkun onlarla uğraşmak için adeta bu anı beklemiş gibiydi.

 

"Allahım, sabır ihsan eyle."

 

"Amin, bana bolca lazım."

 

"Berkun!"diyerek ayağına doğru bir tekme savurdum.

 

"Of, acıdı kızım. Ne ağır ayağın var,"demez mi bir de. Numara yaptığını bilmesem gerçek sanırdım. Ama bana sökmeyeceğini bildiği için yaptığı şova bir son verdi.

 

"Ulan, hemen de anla."

 

"Rol yaptığın çok belli oluyor."

 

"Nasıl anlıyorsun? Ben bile anlamıyorum,"dedi Eren, sevgilisini kıskanmış gibi. Tek sorunumuz Berkun'u kimin daha çok tanıdığını mıydı?

 

İçerde gördükleri cesedi hazmetmeye çalışıyorlardı. Bunu da ancak goy goy yaparak öteleyeceklerini biliyorlardı. Oyunlarına ayak uydurmak benim için hiç zor değildi.

 

"Mimikleri kendini ele veriyor,"dedim Eren'e doğru. Bakışlarımda hala bana bakan Berkun'daydı. Sanki beynimin içini görüyordu. Ne düşündüğümü, ne hissettiğimi anlıyordu. Ondan saklanmakta benim için zordu.

 

Beni bir bakışımdan çözen nadir insanlardan biriydi.

 

Kaçmak Berkun'a bakarken hep zordu.

 

"Ne yapıyorsunuz burada?"dış kapıdan içeriye giren ikiliyle bakışlarımız kesildi. Gırtlağımı temizleyerek bir adım geriye gittim. Ellerimi montumun cebine koyarak içeriye giren ikiliye döndüm.

 

"Sizi bekliyoruz. Ne çıktı ifadelerden?"doğrudan olarak konuya giren Berkun, karşımızdaki ikili derin bir nefes aldı. Boş bakışları ve ifadesiz yüzleri cevabı yeterince vermişti.

 

"Hiç mi bir şey çıkmadı. En ufak bir şüphe bile olur," dedim. O şüpheye bile ihtiyacımız vardı. İçeriden hiç bir şey çıkmamıştı. Bu davanın da öylece kapanmasından korktum. Bir gencin daha öylece öldüğü gerçeğini kabul etmek zordu.

 

"Kimse ağzını açıp tek kelime etmiyor. 'Tanımıyoruz diyip kapı dışarı ediyorlar. Ya da 'görmedik, duymadık.' Üç maymunu oynuyor hepsi," dedi Metin. Bu durum onlarında canını sıkmış gibiydi.

 

"Ama..." Lara bir adım öne çıkarak kendini gösterdi.

 

"Dikkatimi çeken bir detay vardı.Tam emin değilim," dedi Lara. Tek bir ipucu bile yeterdi bizim için.

 

"Neydi? Söyle?"Berkun'un aceleci tavrı hepimizi heyecanlandırdı. Nefesimi tutmuş, Lara yı dinliyordum.

 

"Evlerde hiç çocuk yoktu. Yani onlarca ev gezdik. Hiçbirinde çocuk sesi bile duymadım. Bu durum biraz garipti,"dediğinde, düşünce havuzu bir denize dönüştü. Deniz bir okyanusa. Boğulmamak elde değildi. Bilgilerin akışı o kadar hızlı ve seriydi ki, yetişemiyordum.

 

Bakışlarım ağır bir şekilde Berkun'a döndü. O da hissetmiş gibi bana çevirdi başını. Göz göze geldiğimizde aynı şeyden şüphe duyduğumuzu anladım.

 

"Sence cinayeti görmüş olabilirler mi?"sesim kısık ve yavandı. Beynimden geçen düşünceler migrenime baskı uyguluyordu.

 

"Hepsi mi? Saçma." Bakışları hepimizi sırayla tarayıp bana döndüğünde,"Ama ya birinin gördüğünden diğerlerinin haberi varsa?"zihninden geçenleri ortaya dökmekte sakınca görmedi.

 

"Çocukların tanıklığı bir işe yaramaz ki, kaldı ki aileleri onları saklıyor,"dedi Metin. Düşüncelerin yönü çevrili bir ok gibi değişiyordu. Baki olan tek düşüncem, eğer o çocuklardan biri cinayeti gördüyse ve diğerleri de bundan haberdarsa, aileleri çocukları korkularından dolayı saklıyordu. Fakat saklamaları daha çok dikkat çekmişti. Dikkat çeken her gerçek, ortaya çıkarılmayı hak eder.

 

"Çocuklar konuşursa aileleri ikna edebiliriz."dedim Metin'e. Bir umut ışığı ilk kez canlıydı.

 

"Olabilir. Denemeye değer,"dedi Lara, beni destekleyerek. Ona küçük bir tebessümle teşekkür ettim. Bu teşekkürüme karşılık göz kırptı.

 

"Destek alalım. Böylece tek başımıza gidemeyiz.Her eve gruplar halinde gidersek baskın taraf biz oluruz. Ve unutmayın, sadece konuşma. Daha ilerisi yok,"derken özellikle Berkuna bakan Metin'i onayladık. Elimizde bir veri olacaksa bu kendi rızalarıyla olmalıydı. Bizde zorbalıktan yana değildik ama bazen insanlar sadece o dilden anlıyordu.

 

Elimizden ne gelirse yapmalıydık. Belki bir ipin ucundan yakalarsak devamını getirmek kolay olurdu. "İkişerli gruplar halinde dağılıyoruz. Herkes kendine ve yanındakine dikkat ediyor,"diye uyardı Berkun. Bizi öylece göndermek onunla içine sinmiyordu. Onay bekleyen bakışları sırayla hepimizde gezindi. Risk almadan bu işin altından kalkamazdık.

 

"Emir ver yeter abi,"dedi. Tuna Komuta hazır asker edasıyla. Esilay'la onayladığında herkes hazırdı. Komut için Berkunu bekliyorduk. Bir liderimiz yoktu ama olsaydı ondan başkasının sözü geçerli olmazdı.

 

"Siz ikiniz ayrılmayın. Sende benimle kal, Sumru. Sen tek halledersin."Tuna ve Esilayı ayırmadan karşıda gördüğü eve yolladı. Eren tek başına sağda kalan eve yöneldiğinde, bize de soldaki ev kalmıştı. Metin ve Lara, cinayet şubeden diğerleri de ikişerli gruplar halinde evlere dağıldı. Elimizde olacak tek bir veri içindi tüm uğraşımız.

 

Tek bir veri, katile giden on adım demekti. On adımsa bizi başarıya görürdü. Adımlarım temkinli ve dikkatliydi. Bizi neyin karşılayacağını bilmediğimiz eve doğru yaklaştık. Berkun, arkasında kalmamı işaret ederken, evin kapısını çaldı.

 

İçeriden tiz bir ses "Kim o?"diye seslendi. Farklı bir aksanı vardı. "Cinayet şube. Kapıyı açar mısınız. Size bir kaç soru sormamız gerek," dedi Berkun. Temkinli ses tonu gayet yumuşaktı. Karşı taraftan bir kaç saniye ses gelmedi. Tam elini tekrar kapıya vuruyorduki kadın "Bir şey bilmediğimi daha önce gelen memurlara söyledim. Kapımdan gidin," dedi. Üslubu sert ve gergindi.

 

Kapıyı bile açmadan bizi öylece kovmasına kaşlarım çatıldı. Bu kadar mı vicdanını yitirmişti bu insanlar. Hemen birkaç adım ilerideki evde biri öldürülmüştü. Kulak tıkayıp sırt dönmek bu kadar kolay mıydı? Olmamalıydı.

 

"Hanımefendi, kapıyı açın lütfen. Bizi zor kullanmak mecburiyetinde bırakmayın,"dedim en sert tonda. Sesim öyle güçlü çıkmıştı ki, önümde kalan Berkun omzunun üzerinden gözlerime baktı. Kaşları ilk kez çatılı değil, havadaydı. Bir bildiğim varmış gibi konuşmuştum ama tamamen doğaçlamaydı.

 

"Ne filmlerde bile doğaçlama yapılıyor,"dedim bana bakan kahvelerine. İkimizin soğuk savaşını içeriden gelen ses böldü. "Biz bir şey görmedik. Kapımdan gidin. Yoksa sizi şikayet ederim."dedi. Çatılı kaşlarım mümkün olduğu kadar biraz daha çatıldı. Korkmak bir yana, bir de bizi şikayet etmekten bahsetmelerine olan tepkim "İstediğiniz yere şikayet edebilirsiniz. Kapıyı açın. Ya da biz zor kullanarak içeriye girelim."

 

Berkun artık bana öfkeli bakıyordu. Kahveleri adeta ateş püskürüyordu. Tam ağzını açıp bir şey söyleyecekti ki, kapının açılma sesiyle geriye döndü. Açılan kapıdan başörtülü bir kadın, sadece kafasını uzatarak bize baktı. "Ne istiyorsunuz bizden?"diye sordu. Bakışları tedirgin, gözleri bir alev gibi kızardı. "Sadece bilgi istiyoruz. Ölen genci tanıyor musunuz. Sonuçta komşunuz. İllaki görmüşsünüzdür,"dedim Berkun'un yanına gelerek. Arkasında kalmamamdan hoşlanmadığını bilsem de, ses etmeden kadınla konuşmamı izledi.

 

Kadın, bir yanımdaki adama bir bana baktı. Bakışları kısık ama tedirginliği yerini koruyordu. "Tanımıyorum. Bir kez ancak görmüşümdür. O da uzaktan," dedi. Bizi süzmeye devam eden bakışları rahatsız ediciydi.

 

"Bakın, mahallenizde bir cinayet işlendi. Hiç mi korkmuyorsunuz, size yada çocuklarınıza bir şey olur diye. Vereceğiniz en ufak bilgi bizi katile götürebilir,"dedim kadına doğru bilinçli bir adım atarak. Güvende olduğundan emin olması için gülümsedim. Bakışları yüzümü tarayıp gözlerimde durdu. İnanmaya belki de güvene ihtiyacı vardı.

 

"Hem sizin güvenliğiniz hem de çocuklarınızın güvenliği için lütfen ne biliyorsanız anlatın bize."yüzümdeki tebessümü silmeden bir adım daha yaklaştım. "Çocuklarınız özgürce okulu gitsin. Mahallede oyun oynasın.Özgürce yaşasın, korkmasınlar. Onlar daha çocuk; sizce korkmayı hak ediyorlar mı? Lütfen onlara korkuyu değil, güveni öğretelim.Bizlerden korkmadan yaşamayı öğrensinler." Bakışlarını kaçırmadan beni dinledi. Kapı aralığında kalan başını yeniden içeriye sokup kapıyı kapatmasını beklemiyordum.

 

Öylece kapıyla bakıştığımda kendine güvenen omuzlarım yenilgiyle çöktü.

 

Berkun elini sağ elini omuzuma koyarak beni geriye çekti. "Hadi Sumru, gidelim,"dedi sadece. O da farkındaydı kadının bir şeyler sakladığının. Bu insanlar gerçekten vicdanlarını mı aldırmıştı. Hemen yan evlerinde işlenen cinayete, kulak tıkayacak kadar merhamet yoksu muydu? "Sen de biliyorsun. Sen de gördün. Neden yaptı bunu?"çaresiz bir yakarışla bakışlarımı ona çevirdim.

 

Keskin kahveler, dik bakışlarının yanında buruk bir hüzne yer açmıştı. "Korkuyorlar ve biz onları bunun için yargılayamayız." Evet, yargılayamayız. Ama anlamak, bu noktada benim işim olmaktan çıkıyordu. Ben bunu asla anlayamazdım. Ölen kendi oğulları olduğunda mı sesleri çıkacaktı? Başkasının oğlunun ölmesi umurlarında olmaz mıydı? Olmamıştı. Ne acı, onuda bir annenin evladı olarak görmemeleri. Sırf kimsesi yok diye, bu dünyada yapayalnız diye öylece ölüme terk etmeleri. Benden bunu anlamamamı bekleyemezdi kimse.

 

"Diğerlerine bakalım. Hadi."kolumdan tutarak beni geriye çekti. Kalan evlerden bir kaçına daha bakmak için izbe sokaklarda yürüdük. Bir bir çalınan kapılar sonuçsuz kalmıştı. Kimseden ses çıkmadı. Hiç kimse kapısı açıp "Biz gördük" demedi.

 

Ölmüş bir genci bir başına uğurladırlar mezarına.

 

Girdiğimiz her evden eli boş çıktık. Ya kapıyı açmadılar ya da yüzümüze kapattılar. Bize yapmaları sorun değildi. Ama ölen o genci yüz üstü bırakmaları, insanların vicdan ve merhamet yoksunu olduklarını gösteriyordu.

 

Hepimizin içinde beliren umut ışığı, girdiğimiz her evle, tek tek söndü. Cılız bir ışığın peşinden gitmeye hazırdık. Yakan birileri olsaydı. Ama kimse merhamet etmedi. İnsanoğlu, kendi canını tatlı görüp başka canları umursamayan bir canavar olmuş. Bunu bugün her birimiz bir kez daha anladık. En keskin, en acımasız şekilde.

 

Merhamet, iki ucu keskin bıçaktı. İnsanlar ise merhametten yoksun birer canavar.

 

 

 

 

 

          🪦

 

 

 

 

 

Her yeni gün, umutları da beraberinde getirir derler. Bu kez biten bir gün, bütün umutları da beraberinde götürdü. İçimizde biriken tüm umut tohumlarını aldı. Yeni bir gün, güneşin batışıyla son buldu. Gökyüzü, kızıl kırmızı rengiyle bir güne daha veda etti.

 

Biz de içimizdeki tüm umut kırıntılarına.

 

Elimiz boş döndüğümüz olay mahallinden bu yana toplantı odasında gelişmeler için çalışıyorduk. Davanın raporlandırması bitmişti. Otopsi sonucu yarın çıkacaktı ama ölüm sebebi kalbe alınan bıçak darbesi olduğundan hepimiz emindik. Evde bulunan parmak izileri ve ayak izleri incelemedeydi. Oradan bir şey çıkacağını zaten düşünmüyorduk. Mobese ve kamere kayıtları yakın çevre olarak taranıyordu. Evin çok uzağında kalsa da cinayet şube raporlarına eklemek için tarama yapılıyordu. Tek tesellimiz, çevredeki insanların sorgularından çıkacaklardı. Ama kapılar bile açılmadan kapanmıştı yüzümüze.

 

Geriye kalan koca bir hiçti. Ölen öldüğüyle kalmış, kalan sağlar yaşamaya devam ediyordu.

 

Ekip toplantı odasında çalışmaya başladığımız andan bu yana sessizliğini koruyordu. Kimse bir yorum bile yapmadan sadece işine odaklanmıştı. Öyle ki, günü devirmiş, mesai bitimi çoktan gelmişti. Talat Amir, toplantı için otopsi raporunu beklememiz gerektiğini söylediği için toplantı yapılmamıştı. Mesai çıkışı olduğu için şubedeki insanlar yavaş yavaş evlerine dağılmak için çıkıyordu. Bizim de çıkmamız gerekiyordu ama kimse olduğu yerden bir milim bile kıpırdamamıştı. Derin bir nefes alırken elimde döndürdüğüm kalemi yeniden çevirdim.

 

"Sizce o çocuklar gerçekten cinayeti görmüş olabilir mi?" Belki de hiçbirimizin dile getirmeye çekindiğini Esilay korkmadan söyledi. Böyle bir durumun gerçek olmaması için bugün onca evi gezmiştik. "Bunu bilemeyiz. Ama sakladıkları bişeyler olduğunda inkar edemem," dedi Berkun. Haklıydı. Sakladıkları her neyse çok korkmuşlardı. Korktukları için onları yargılamazdım ama polise bile güvenmedikleri için yargılayabilirdim.

 

"Polise anlatamadıkları ne olabilir. Neyden bu kadar korktular?"

 

"Sakladıkları her neyse ondan. Ya da birinden." Berkun'un yaktığı ışık zihnimde parladı.

 

"Sence katil mahalleden biri mi? Onu mu saklıyorlar?"diyerek fikrinin üzerine gittim.

 

"Bilmiyorum. İnşallah böyle bişey değildir. Bu durumda hepsi."katile yardım ve yataklık suçundan içeriye alınırdı. Fikrin parlak ve eksik yere dokunması onun doğru olduğunu gösterir miydi? Ya da biz artık aksiyon ve kriminalden kafayı sıyırmış olabilirdik.

 

İkinci şık daha olasıydı. Biraz dinlenirsek geçerdi.

 

"Bence biraz dinlenelim. Artık saçmalamanın sınırını aştık, "desem de içimde bir yerlerde şüphe tohumu ekilmiş, küçük bir fide olmuştu. Onu görmezden gelmek aptallık olurdu.

 

"Sumru haklı. Evlere dağılıp biraz dinlenelim,"dedi Tuna, bana ayak uydurarak. Ardından hepimiz oturduğumuz yerden ayağa kalktık. Montumu üzerime geçirdim. Çantamı da koluma astığımda hazırdım. Diğerleri toparlanana kadar dışarıya çıktım. Biraz temiz hava, beynimdeki tüm damarları açmama yardımcı olabilirdi. "Ben biraz hava alacağım."dedim Esila'ya bakarak. Beni onaylar gibi başını salladığında toplantı odasından dışarıya çıktım. Yanımdan geçen birkaç kişiyle selamlaşarak kendimi şubeden dışarıya attım. Karamış gökyüzü, parlak yıldızlarını saklayamıyordu.

 

Gece çoktan kendini göstermişti. Ayaz, keskin bıçak gibi eti kesiyordu. Soğukların kendini hissettirmeye başlamasıyla kış çoktan gelmişti. Montuma biraz daha sarıldım. Arabamı bu kez otopark yerine değil de şubenin ön tarafına park ettiğim için kendimi tebrik ettim. Biraz hava aldıktan sonra Esilay'ı arabada beklesem daha iyi olur.

 

Montuma sıkıca sarılarak soğuk ayaza rağmen derin soluklar alıp gökteki yıldızlara baktım. Hepsi tek başına ne kadar parlak ve muazzamdı. Bir araya geldiklerinde ise ihtişamları görülmeye değer bir manzara sunuyordu.

 

Gözlerimi yıldızlardan çekmedim ama bana yaklaşmakta olan ayak sesinin farkında olarak olduğum yerde dikleştim. Ellerimi göğsümden çözerek rahat bir tavırla montumun cebine koydum. Ayak sesleri tam yanımda durdu. O da benim gibi bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Bana hep ne gördüğümü soruyordu. Artık biliyordu; ne gördüğümü de ne hissettiğimi de. Kaçmıyordu. Yanımda kalmak onun seçimi olsa da tüm yüzlerimi görmesi beni hazırlıksız yakalıyordu.

 

Ona hazırlıksız yakalanmak, kendimi çırılçıplak kalmışım gibi hissettirmekten öteye gidemedi.

 

Aynı gökyüzüne bakıyoruz. O da aynı duyguyla bakıyor muydu? Yoksa sadece yıldızların göz alıcı ihtişamı mıydı onu mest eden? "Ne düşünüyorsun?"diye sordum dayanamadan. Gökyüzüne bakarken insanlar ne düşünür, merak ederdim. Herkesin gördüğüyle hissettiği aynı olamaz.

 

"Neden bu soğukta burada durduğunu,"dedi; yalan söylemediği her halinden anlaşılıyordu. Gerçekten bunu mu düşünmüştü? Hem de böyle bir manzaraya bakarken.

 

Manzara bunu hak etmedi. "Gerçekten bunu mu düşündün. Şöyle bir manzaraya bakarken, "yönümü ona çevirdiğim anda göz göze geldik. Gökyüzüne değil, bana baktığı gerçeği soğuk havada kırbaç etkisiyle yüzüme çarptı. Yüzüm ısınmaya başladığında bakışlarımı kaçıran taraf ben oldum. "Esilay'ı bekliyorum,"dedim sadece. Yeniden onunla göz göze gelmek istemedim.

 

Yüzümün hızla kızardığına emin olurken kendimi gizlemek için saçlarıma sığındım. Yüzümün yarısını kapatan saçlarım ve kaküllerim ondan gizlenmenin tek seçeneğiydi.

 

"Saklanmak yıldızlara yakışmıyor. Onların yeri gökyüzü." Gök ve yüzü kelimelerine vurgu yaparak ayırdı. Kelimler çok farklı anlamlar içeriyor gibiydi. Sözlerini nereye çekmem gerektiğini bilemedim.

 

Beynim, benim yerime komuta uyarak otomatik bir cevap verdi. "Kesinlikle öyle." Ne dediğimin farkında bile değildim. Bir dakika, o saklanmak mı dedi? Bakışlarımı aniden ona çevirdiğimde, bu kez gökyüzüne baktığını gördüm. Bana değil de yıldızlara mı demişti? Kısık bir nefesle sesli şekilde havaya bıraktım. Sanırım onu anlamaya çalışmaktan vazgeçmem gerekiyordu. Bunca zaman herkesi anlayan ben, onu anlamakta zorlanıyorum. Karmaşık biri olduğunun farkındayım. Artık benim için karmaşıktan öteydi. Kafa karıştıran, mantığını uyuşturan bir yanı var, ve bunu benim yanımda kullanmaktan asla geri durmuyor. Onun söylediği her cümle, mantığımın sınırlarını aşıyor. Beynimin içinde çevirdiğim tüm yüzleri ise kafamı allak bullak ediyor.

 

Onun bana iyi gelmeyen bir yanı var. İnkar etmekten kaçamayacağım. Artık iyi gelen bir yanı da vardı.Beni tüm dünyadan saklayan adam, bana çok iyi gelmişti.

 

Bakışları gökyüzündeyken vücudu hafifçe bana doğru döndü.Konuşmak istediğini biliyorum. Özellikle bugünü. "Bugün o adama söylediklerin-"diye başladığı cümlesini aniden yarıda kestim. "Ben oraya yeniden gideceğim. Muzaffer Taşkın'a sormam gerekenler var," dediğim anda bakışlarını bana çevirdi. Çatılan kaşları ve dik bakışları bu durumdan hoşlanmamış gibiydi. O da benim gibi bugün yaşananlardan rahatsızdı. Bunu o fabrikaya girdiğimiz ilk dakika anlamıştım.

 

"Hayır, Sumru, o adamla görüşmen bir kerelikti. İkincisi olmayacak." Katı tavrı karşısında bu kez öfkelenen bendim. Beni bu işin içine bir kez almıştı. Şimdi öylece beni dışarıda bırakmayacağını biliyor olmalıydı. "Olacak. Bu işe girmek istediğimde ne düşündün bilmiyorum ama bu davada sonuna kadar gideceğim. O, son beni nereye götürürse götürsün."dik bakışları giderek sertleşti. Burnundan verdiği sesli nefesi tahammül sınırını geçtiğimi gösteriyordu. Açıkçası bu durum umrumda dahi değildi. O da benim sınırlarımı geçiyordu.

 

"Bu işin nerede sonlanacağı meçhulken, seni böyle bir tehlikeye atamam. Artık bu davada yoksun." Acımasızca saplıyordu sözlerini. Gözleri kızıl maviye dönüştüğünde öfkesi artık gün yüzündeydi. Bu davaya başlamadan önce söylemesi gerekenlerdi. Bu kadar içeriye girmişken beni buradan döndüremeyeceğini bilmiyor muydu?

 

Öyleyse öğrenmek zorunda kalacaktı.

 

"Üzgünüm. Ama buna siz karar vermiyorsunuz. Bu dava benim. En başından itibaren benimdi. Onu almak için sizden izin istediğimi de hatırlamıyorum." Damarına bastığımın farkındalığıyla bir adım geriye çekildim. İkinci tekilden ikinci çoğula geçmeme de sinir olmuş olabilirdi. Zira şu an; göz bebeklerindeki kızıllık artmış, alnında atan yeşil damarları ortaya çıkmıştı. Derin nefeslerle göğsünü havalandırdı. Sakin kalmaya çalıştığını farkındaydım, ama o benim üzerime gelmeseydi ben de sakin kalabilirdim.

 

"Sumru, bu konu tartışmaya açık değil. Dosyayı sana ben verdim. Bugün seni o fabrikaya ben götürdüm. Şimdi de bu davada yer almayacağını söylüyorum.Sence artık buna sen mi karar veriyorsun?" şimdi de o benim damarıma basıyordu. Hem de en basmaması gereken yere.

 

"Neden? Beni bu davadan ısrarla itme sebebiniz nedir?"

 

"Bugün öğrendiklerin yeterince net bir cevap."

 

"Bugün duyduklarım beni ilgilendirir. Sizi değil! Ben sizin nedeninizi duymak istiyorum."ısrarla üstüne gitmekten çekinmedim.

 

"Ne duymak istiyorsun? Neyi sorguluyorsun bu kadar?" Oda benim üstüme gelmekten bir an bile çekinmedi.

 

"Bu dava konusunda asıl amacınızı merak ediyorum. Neden beni uzak tutmaya çalışıyorsunuz? Neden gerçeklerle yüzleşmeme engel oluyorsunuz?"sesimi yükselttim. Kendime bir an için engel olmadım.

 

"O adamla bir kez daha yüz yüze gelmeni istemiyorum."

 

Hiç inandırıcı değildi. "Tek sebebi bu mu?"

 

"Ne duymak istiyorsun Sumru. Neyin ısrarı bu?" kaçamak cevapları tam da ona göreydi.

 

Derin nefes alıp ona doğru bir adım attım. "Sizdeki bu ısrar neden? Neyden kaçıyorsunuz da yakalanmaktan bu kadar korkuyorsunuz? Söyleyin, neden beni bu davadan uzak tutmaya çalışıyorsunuz?"bazı soru tekniklerim vardı. Üzerine git, ya da geri çekil olarak değişiyordu. Falaz, yalnızca üzerine gidildiğinde yükseliyordu. İnsan sinirli anında ne düşündüğünü net bir şekilde dile getirir. Şu an tam olarak o andaydı.

 

"Sumru! Sumru! Sumru!"ismimi üç kez tekrar etti. Kendini dizginleme ve kontrol yeteneği gerçekten sağlamdı. Kolay pes etmiyordu. Attığım adımları takip edercesine benim gölgemde ilerliyordu.

 

Ona hayran olmamak mümkün değildi.

 

"Bunu bana yapma. Lütfen sen de yapma." Bu kez geri çekilen bendim. Bir adım gerisine düşen. Bu pes etmek değildi. Beni anlaması için bir fırsattı. Beni ağlarken görmüştü. En güçsüz anlarımda yanımdaydı. En çaresiz anımda beni tüm dünyadan saklamıştı. Bu yüzden kendimi geri çekmekte tereddüt etmedim. Bana doğru bir adım gelmesi için benim bir adım geriye gitmem gerekiyordu.

 

Bakışlarındaki kızıllık an be an yok oldu. Yüzümü tarayan gök mavileri sakinleşmişti.

 

"Sadece seni korumaya çalıştığımı görmüyor musun? Bu dava son bulduğunda en fazla yarayı sen alacaksın. Bu yüzden seni ittiğimin farkında değil misin?"sözleri kalbime akan ılık bir rüzgar oldu. Esti deli deli içimde. Sanki ruhuma aktı sözleri deli bir güven duygusuyla.

 

"Görüyorum. Her şeyin farkındayım. Fakat sen, yüzleşmem gereken gerçeklerden beni ittiğinin farkında değilsin. Bu benim, son noktasını koymam gereken bir hikaye. Sonunda kazanmak ya da kaybetmek diye bir şey yok. Çünkü ben bu hikayenin en başından kaybedeniyim. En fazla yara alanıyım."dedim, içimi döker gibi.

 

Artık ayaklarının altındaydı tüm gerçeklerim.Geriye kalan parçaları birleştirmek konusunda en az benim kadar ustaydı. Tüm resmi görmek onun için zor değildi. O resmi gördüğünde ise tüm benliğimle beni görmüş olacaktı. Gerçek Sumru'yu. Cesaretli, aynı zamanda kanadı kırılmış o kadını. Sanki bunu görmekten korkar gibiydi bakışları. O kadını görmek istemiyor, o kadından kaçıyor gibi. Görmek istediği yaralı bir Sumru değildi.

 

Oysa o, beni yaralarımla tanıyan tek kişiydi.

 

Kimseye bu kadar açmamıştım kendimi. Göstermemiştim içinde kabuk bağlamış yaraları. Ama o, hepsini görmek için ısrarla üzerime gelmişti. Görmek istediğini görmüş, almak istediği cevapları tek tek almıştı. Eğer savcı olmasaydı, onu ekibe dahil etmek için tüm çabayı verebilirdik. Ona sunduğum yapboz parçalarını bulmakta ve birleştirmekte ustaydı. Görmek istediği şeylerle değil, resmin bütünüyle ilgiliydi. Bu da istediğini alma konusunda ne kadar uzman olduğunu kanıtlıyordu.

 

"Sadece bir kez daha, ve ben yanındayken." Bu benim zaferim değildi. Bu hikayemin birleşmesi için attığım en büyük adımdı.

 

Bazı hislerde kolay kolay yanılmam. Yanılamadığım, hissettiğim her şeyin peşinden giderim. Gittiğim yerde hayal kırıklığına uğradığım da olmamıştı. Yine aynı hisslerin pençesinde cebelleşiyorum. Gitmek istediğim yolda emin adımlarla ilerlemem için yoluma çıkan tek bir pürüze dahi tahammülüm yok. Her engeli aşmaya, her yola girmeye hazırım.

 

"Anlaştık."

 

"Güzel, en azından bir konuda beni dinliyorsun."Onu dinlemediğimi sanıyordu. Ben onu dinliyorum. Ama o, benim hislerimden bir haber olduğu için onu da peşimden sürüklemem gerekiyor. Bir kez, sadece bir kez bana sorgusuz sualsiz güvenirse, peşimden gelmez; yanımda yürür. Şu durumda ona neyi neden yaptığımı açıklayacak zamanımda yok.

 

O adamla, hiç istemesem de, bir kez daha konuşmak zorundayım.İpin ucunu tuttuğum anda gerisinin geleceğini biliyorum. "Yarın sabah, aynı yerde." Ekip birazdan burada olurdu. Onunla sürekli yan yana gelmem dikkat çeksin istemiyorum. Özellikle ekibin dikkati üzerimde olursa rahatça hareket edemem. Burunlarını sokmaktan asla geri kalmazlar. Bu da Savcının hoşuna gitmez. Olabildiğince gizli kalmamız gerekiyordu.

 

"Ben gelmeden sakın içeriye girme.Başına bela olacak her unsurdan da uzak dur."dedi.Öyle bir söylemişti ki, başıma bela alsam, yardımıma ilk koşacak kişi olurdu. "Söz veremem ama denerim."dedim, ukala bir gülümsemeyle.Bakışlarının adresi değişti. Gök mavilerini dudaklarıma çevirdiğinde yutkunmamak için kendimi sıktım. Bilerek yaptığına emin olduğum bu hareketi, artık başıma bela olacaktı.

 

Başım onun la ciddi beladaydı.

 

"Deneme, sadece yap. Uslu bir kız ol." Çocuk tembihler gibi hareketleri fazlasıyla komikti. Ama benim daha fazla gülmeye mecalim kalmamıştı. Bir kez daha aynı hareketi yaparsa yere yığılabilirim.

 

Of, bir ateş basmıştı.

 

"İyi geceler, Savcım." Henüz iş yerinden çıkmamıştık.Ona sen demem ayıp kaçacaktı. Yüzsüz gibi tek kaldığımız her an "sen" demem sınırı aşmak oluyordu. "İyi geceler, Sumru hanım." Ama o, laf kondurmak konusunda her zaman öndeydi. "Hala iş yerindeyiz, Savcım, "dedim; bu cümleme gülmesi beklenmedikti. "Neden gülüyorsunuz?" Kendimi mal olarak görmem normal miydi, şu an? Yoksa benimle dalga mı geçiyordu?

 

Alenen eğlenen tavrı genişledi. "Seninleyken gülmeden durabilmek çok zor." Uzun zamandır söylemek istediği bir şeyi söylemiş gibi rahatlamıştı. Omuzları dik dursa da üzerinde rahat bir hava vardı. Ne zaman benimle yan yana gelse, bu rahat tavrı hep üzerindeydi. Onunla tanıştığım ilk andan bu yana, hep kendi gibiydi. Savcı değil, Falaz Aslankara değil.

 

Bana sadece Falazdı.

 

Bunun farkındalığı beni sarsmaya yetmişti. Hiç kimseye göstermediği yanlarını yalnızca benim yanımda göstermişti. Bunu farkında olmadan ben de yapmıştım. Çoğu kez onun yanında sadece Sumru olmuştum. Dik durmak zorunda olmayan, maske takmayan, kendi gibi olan Sumru. Bunu başarmış olması bile ona hayran olmama yeterdi.

 

Bakışlarım gülen yüzünde gezindi, kısılmış mavi gözleri, çizgilerini belirgin hale getirmişti.Sağ ve sol yanağında iki küçük gamzesi vardı. Çok nadir belli oluyordu; şu an o nadir anlardan biriydi. Kumral saçlarının birkaç tutamı alnına düşmüş, saçlarını dağınık göstermişti. Yorgun yüzü her şeye rağmen parlıyordu.

 

Uzun süre yüzüne öylece baktım. Gülen yüzü solmaya başladığı anda konuşmam gerektiğini hatırladım. "Ne güzel. Sizi güldürebildiğime sevindim,"dedim. O andan sonra öyle derin gülmek yerine küçük bir tebessüm etti. Artık gitmem gerekiyordu.

 

"İyi geceler, Savcım,"dedim bir kez daha.

 

"İyi geceler, Sumru Hanım,"diye karşılık verdi.

 

Gülümsedim.

 

Gülümsedi.

 

Son bir kez daha baktım gözlerine, gecenin hatrı kalmamalıydı.

 

Arkamı döndüm ve arabama doğru yürüdüm.Bana baktığını sırtımı delip geçen histen anlayabiliyorum.Dönüp bakmadım. Bakarsam bir kez daha gülümserdim. Sorun gülmekte değil, ona bir kez daha gülmek. Ve onun bir kez daha gülümsemesi. Sürekli gülen biri değildi. Çatılı kaşları ve dik bakışlarıyla çoktan şubede ciddi bir savcı olarak imaj kazanmıştı. Ama benim yanımda büründüğü adam, o adamdan çok uzaktı. İşte buydu beni geriye çeken.

 

Benim yanımda büründüğü kişi, beni mıknatıs gibi kendine çekiyordu. Ona çekilmek, bunca derdin arasında en son düşünmem gereken şeydi.

 

Ona gülmeden duramamak ise başıma gelen felaketlerin en büyüğüydü.

 

Çantamı arka koltuğa atıp sürücü koltuğuna yerleştim. İçeriyi ısıtmak için klimayı çalıştırdım. Tam o anda şubeden çıkan ekibi gördüm. Falaz, ortalıklarda gözükmüyordu. Dikkat çekmeden yanından ayrılmak en mantıklı karar olmuştu.

 

Diğerleri araçlarına dağılırken Esilay bana doğru geldi. Kendini yorgun bir şekilde yolcu koltuğuna attı. "Of, çok yorulmuşum.Bütün gün pestilim çıktı." Çantasını umursamadan arka koltuğa fırlattı.Ayakkabılarını çıkarıp ayaklarını cama doğru uzattı.Onun bu hareketini yadırgamadan aracı çalıştırdım. "Yoğun bir gündü.Ama bizim her zamanki sıradan bir günümüzdü,"dedim.Aracı şubeden çıkarmadan, arabasının önünde dikilen Berkun'la göz göze geldik. Başımı sallayarak selam verdiğimde o da aynı şekilde karşılık verdi.

 

En azından onunla buzları erittiğime sevinebilirim.

 

Berkun her zaman her konuda çok anlayışlı bir insandı.Damarına basılmadığı sürece de sakin ve sessiz bir yapısı vardı. Ama damarına basılmışsa ortadan kaybolman gerekir. Özel küfürlerle süslediği sözleri hiç çekinmeden yüzüne söyleyebilir.

 

"Senin için pek sıradan değildi, "dediğimde aklıma düşen öpüşmeleri onun da aklına gelmiş gibi olduğu yerde bir anda doğruldu. "Ben o mevzuyu unutmaya çok yakındım. Neden hatırlatıyorsun ki?"

 

"Unutmak mı? Öyle bir anı unutabilirsen helal olsun." Ona takılmayı en az Berkun kadar seviyorum. Verdiği tepkiler çok komik oluyor. "Off, ben ne bok yiyeceğim? Tuna'nın yüzüne nasıl bakacağım bundan sonra?" tavrı benimle değil, daha çok kendiyle konuşur gibiydi.

 

" O mu seni öptü, sen mi onu?" Kırmızı ışıkta durduğumda yanımdaki kadına döndüm.

 

"O beni öptü tabi ki."

 

"Peki, karşılık verdin mi?"diye sorduğumda bakışlarını kaçırıp elleriyle oynamaya başladı.

 

"Karşılık verdiysen, neden kaçasın ki? Koskoca insanlarsınız. Neyi neden yaptığınızın farkındasınız."

 

"Utanıyorum," dedi; gerçekten utandığı belliydi. Öpüşürken utanmamıştı, şimdi utanacağı tutmuştu hanımefendinin.

 

"Tuna'dan mı? Hergün gördüğün, şakalaştığın insandan?"

 

"Öyle deme, Sumru. Gerçekten çok utanıyorum. O naneyi ben yemedim. İçimden başka biri çıktı o anda." Suçu içinden çıkan kadına atmak tamda Esilaylık hareketti.

 

"Saçmalama istersen. Hem Tunadan bahsediyoruz. Tanıdığın, bildiğin insandan."

 

"Sorun da orada zaten. Her gün görüşüyoruz."Işık yeşile döndüğünde aracı hareket ettirdim.

 

"Eee, ne var bunda. Sevgili oldunuz işte,"dediğimde dişlerini kanatırcasına alt dudağına geçirdi. Bir boklar yemişti.

 

"Tuna öptükten sonra, tokat atıp kaçtım,"dediğinde az kalsın öndeki arabaya vuracaktım.

 

Minik bir afallamanın ardından direksiyonu daha sıkı tuttum. "Önce karşılık verip sonra tokat mı attın?"beni başıyla onayladığında ona ne diyeceğimi bilemedim. "O zaman Tuna neden pişmiş kelle gibiydi?"diye sorduğumda başını dışarıya doğru çevirdi.

 

Daha büyük bir bok yemişti.

 

"Anlat, anlat, hazırım ben,"dedim. Kafasını kuma gömmek ister gibi olduğu yerde küçüldü.

 

"Sağ yanağına vurduğumda gülmeye başladı. Benimde haliyle siniri m bozuldu. Sol yanağına da tokat attım. Ama çok hafifti, vallahi bak." Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Bunların biri değil, ikisi de manyaktı.

 

"Siz varya, tam birbiriniz bulmuşsunuz. Tencere kapak misali."

 

Derin bir nefes aldı. "Sumru, ben o öpücüğü nasıl unutacağım."titreyen sesi kasılan çenesini fark ettiğimde ağlamak üzereydi. Öpüşmeleri aralarında ki gerilimi bırakmamış, daha da arttırmış gibiydi. Sinirlerini boşaltırcasına ağlamaya başladığında ona ne diyeceğimi bilemedim.

 

Duygular karışık işlerdi. Aşk ise daha karışık bir durumdu.

 

Benim verdiğim akıldan da bir bok olamazdı. Kelin merhemi olsa, ilk kendine sürerdi. Bunca zaman yalnızlığımdan mütevellit, ben böyle konularda konuşacak son insan olabilirim. "Ağlama, oturur konuşursunuz. Tuna bu seni en iyi anlayan insan." Verdiğim teselli de ancak züğürt olurdu.

 

"Verdiğin akıl bok gibi. Boşver sen bizi. Savcıyla durumlar ne oldu?" Konu dedikoduya geçince ağlaması durulmuştu. Adeta süt dökmüş kedi moduna geçmişti. İçinde yer almadığı her konuda bülbül olmaya bayılıyordu.

 

"Ne durumu? Öyle bir durum falan yok canım. Medeni şekilde işimizi yapıp evlerimize dağılıyoruz. Gördüğün gibi."bu konuları konuşmak istemediğimin altını çizercesine baskın bir dilim vardı. Esilay bunu asla umursamadı. "Ben de sana bakışlarınız çok şey anlatıyor. Sen kaçıyorsun diyorum."

 

Oflarcasına bir nefes verdim. Beni bunaltmadan asla bu arabadan inmeyecekti. Neyse ki mahalleye girmiştik. "Esil, lütfen çok yorgunum. Bu saçma konuyu burada kapatalım, "dedim bıkkınca. Tuna konusunda üzerine gitmediğim için itiraz etmedi. Ve evinin önünde durana kadar bir daha konuşmadı. Bu sessiz anlaşmamız arabadan inene kadar sürdü.

 

"İyi geceler kuşum. Kendine dikkat et. Kaparlarsa savcı çok üzülür."dedi ve koşarcasına arabadan indi. Arkasından göz devirdim. Asla uslanmayan ve laftan anlamayan bir yanı vardı.

 

Allah Tuna'ya sabırlar versin. Kendisine kolaylıklar diliyorum.

 

Eğer bu hayatta Esilay'a baş edebiliyorsa, her şeye gücü yeterdi.

 

Evimin önüne geldiğimde aracımı kaldırım kenarında her zamanki yerime park ettim. Çantamı ve montumu alarak arabayı kilitledim. Demir kapıdan geçtiğimde evin çelik kapısı açıldı. Babam kapıda gülümseyerek beni karşılıyordu.

 

"Oo Derman Bey, akşam şerifleriniz hayırlı olsun,"dediğimde bir adım atarak dışarıya çıktı.

 

Kollarını açarak ona sarılmamı bekledi. "Sumru hanım, hoş geldiniz." Hızlı birkaç adımda kollarının arasına girdim. "Hoş bulduk, bu nasıl güzel bir karşılama," dedim. Kollarını sıkıca belime dolamıştı. Saçlarıma bir öpücük kondurduğunda dünyanın en huzurlu yerindeydim.

 

En güvenli liman babamın kollarıydı.

 

"Biriciğimi özledim. Arabanı camdan görünce de dayanamadım."

 

"Ben de özledim babacım. Ama ondan önce çok açım,"dedim. Bu dediğime gülmeden duramadı.

 

Belimi bırakıp kollarını benden çekti. Omzuma elini koyarak beni içeriye yönlendirdi. "Gel bakalım, önce seni doyuralım."dedi. Elimdeki montu ve çantayı girişe bırakıp içeriye geçtik. Nermin Sultan yine döktürmüştü. Mutfağa hazırladığı masada çeşit çeşit yemekler vardı.

 

"Babannem yine sıkı çalışmış,"dedim gülerek. Babam elini omzumdan çekip sandalyemi geriye çekti ve beni oturttu. "Kızım çok çalışıyor. Her gün yorgun geliyor diye sana özel yapıyor," dediğinde içimde oluşan hüzne engel olamadım. Bunlar babaannemin yapması gerekenler değildi. Bunlar bir evde annenin göreviydi. Bana bir kez bile ellerinden yemek yeme şansı vermeden giden annenin.

 

Genzime oturan hüznü zorla yuttum. Babamın yanında dağılmak, en son yapmam gereken şeydi. Yeni toparlıyorduk. Onu dağınık görmeye bir daha dayanamazdım. Bu yüzden zorla da olsa gülümsedim. Tabağıma yemeklerden koydu. Bir yemeği bile atlamadan küçük parçalar halinde dolu bir tabak yaptı. Bu sırada namaz kılan babaannem de katıldı aramıza. Ailecek güzel bir sofranın, lezzetli yemeklerin tadını çıkardık. Yemeklerin lezzetinden çok, aramızdaki muhabbet ve derin bağ bizi doyuran şeydi.

 

Sevgi, o masadaki tüm yemeklerden daha çok doyurdu.

 

Birbirimize olan inancımız ve sevgimiz, bu hayattaki her şeyden üstündü. Bu sevgiye inanmak ve güvenmekse tamamen benim seçimimdi.

 

Yediğimiz lezzetli yemeğin üzerine fırında sütlaç ve çaylar eşlik etti. Birbirimize gülerek anlattığımız her hikayenin mutluluğu içimize kazındı.

 

"Gözlerinin altı çökmüş, çok yormuşlar benim mojâ cerkâ"(kızımı)

 

Saçlarımı okşayan eli yumuşacıktı. "Evet baka, çok yordular senin ela gözlünü."(baka; babaanne) ona nazlanmak, bu hayattaki en sevdiğim duyguydu. Dizlerinde yatmak ve saçlarımı okşaması, gün sonunda yorgunluğumu almıştı. Pamuk elleri şifalıydı. Ne zaman migrenim tutsa, beni okur üfler, dizlerine yatırıp saçlarımı okşardı. Tam da şu an olduğu gibi gözlerimi kapatır, kendimi onun ellerine bırakırdım. Azalan başımın ağrısına karşı sessiz kalarak bir müddet daha dinlendim. Babam, yemekten bu yana sesini çıkarmadan benim gün sonu terapimi izliyordu. Oda bilirdi. Ne zamana başım ağrısa, kendimi Nermin Sultan'ın dizinde bulurum.

 

Konuşarak başımın ağrısını katlamamak için susmayı tercih ediyordu.

 

Birkaç dakika daha şifalı ellerde derman bulmanın ardından babam ve babannemin namaz saati gelince ben de kucağından kalmak zorunda kaldım. "Ben de yatacağım, yarında yoğun bir gün olacak,"dedim giden ikiliye doğru. Onlardan namazın ardından uyurdu.

 

"Tamam babacım. Yat, dinlen. Hayırlı geceler,"dedi ve yanağına sulu bir öpücük kondurdu. Babaannem de diğer yanağımdan öpünce, işte şimdi iyi bir gece olabilirdi.

 

"İyi geceler, kızım. Üzerini örtmeyi unutma,"elimle okay işareti yaptığımda "O ne öyle gavurlar gibi. Dilini mi yuttun kızım,"dedi.Babam gülümseyerek bana aynı işareti yaptığında, Babannem bu kez ona kızdı. "Al kızını vur babasına. Hepsi gavur olmuş, "diyerek söylendi. Arkasından babamla gülüştük. "Sumrum,"diyerek bir kezde saçlarımdan öptüğünde, o da namazını kılmak için odasına çekildi.

 

Ben de kendimi odama attığımda arkamdan kapıyı kilitledim. Gardırobumun üzerindeki bavulu aşağıya indirip içinden savcının bana verdiği kalın dosyayı çıkardım. Bilgileri tarayıp aradığımı bulduğumda, hiç düşünmeden telefonumu elime alıp yazan numarayı tuşladım.

 

Yaptığım belki delilikti. Ancak hislerimi takip etmem bana doğruyu gösterirdi. Bundan bir an bile tereddüt etmeden telefonu kulağıma yasladım. Saat geçti ama telefonun açılacağını biliyorumdum.

 

Çaldı çaldı. Tam kapanmak üzereyken uykulu bir ses,

 

"Alo,"dedi.

 

Derince yutkundum.

 

"Mert Taşkın'la mı görüşüyorum."Karşı taraftan bir müddet ses gelmedi. Birkaç hışırtı sesinden sonra "Evet, benim. Siz kimsiniz?"dedi. Şaşkınlığını üzerimden atmış, uykulu halinden sıyrılmıştı.

 

"Ben Sumru Eryavuz. Ölen üvey annenizin davasına bakıyorum. Size onunla ilgili sormam gereken sorular var? Acaba buluşmamız mümkün mü?" Hisler dipsiz bir kuyunun içinden bana ışık tutan bir fenerdi. Doğru ve yanlışı ayırt etmem için ışıktan çok gerçeklere ihtiyacım vardı. Yalansız, dolansız, saf gerçeklere. Ve bu gerçekleri bana tek bir kişi verebilirdi.

 

"Benim onunla ilgili söyleyecek tek kelimem yok." Ancak ondan nefret eden biri bana tüm gerçekleri verebilirdi. Saf nefret, bütün duygulardan daha güvenilir.

 

Yalana gerek duymaz; doğruları sana olduğu gibi yansıtırdı.

 

"Peki, onun öz kızıyla tanışacağını söylesem, yine de görüşmez miydin?"

 

Doğrular ise her zaman nefreti beslerdi. Benim doğrum, onun nefretini besleyecek tek duyguydu.

 

 

 

 

 

 

🪦

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Umarım severek ve beğenerek okumuşsunuzdur.

 

Sumru neyin peşinde hep birlikte göreceğiz.

 

Falaz ve Surmu bana göre çok doru bir yolda emin adımlarla ilerliyorlar.

 

Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

 

Sumru'nun başına bundan sonra neler gelecek? Heyecan dolu diğer bölüm için beklemede kalın.

 

 

 

 

Yıldıza basmayı, kaydetmeyi ve kitabımı arkadaşlarınıza önermeyi unutmayın.

 

Bir sonraki bölümde görüşene kadar kendinize iyi bakın.

 

 

Destek hatlarımız....

 

Instagram; Bulmacaustalar

 

Tiktok; Bulmaca.ustalarr

 

X hesabım; Semyy8 #bulmacaustlar hashtag ile desteklerinizi bekliyorum..

 

 

Sevgiler

 

Semyy8

Bölüm : 13.06.2025 20:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...