
Merhaba Dostlar
Yeni bir bölümle buradayım. Hoşgeldiniz.
Biraz mola verdik ama yeniden buradayız. Umarım sizlerde buradasınızdır.
Yazmayı ne kadar özlediğimi anlatamam. Satırların arasında kaybolmak, ruhuma bu ara iyi gelecek tek duygu. Ortak duygularda buluşacağımız bir bölüm bırakıp kaçıyorum. Yeni profil fotoğrafına göz atmayı da unutmayın.
Destek Hatlarımız..
instagram; Bulmacaustaları
Tiktok; Bulmaca.ustalarr
X; SEMYY8
Keyifle Okuyun..
Dedublüman - Sakladığın Bir Şeyler Var
YüzYüzeyken Konuşuruz - Son Seslenişim
Sezen Aksu - Kaybolan Yıllar
Şebnem Ferah - Geçmişe Yolculuk
Güncel Gürsek Artıktay - Bu Yüzden
Duman - Dibine Kadar
Cem Karaca - Çok Yorgunum
NOT: BU HİKAYEDEKİ KARAKTERLER, MEKAN,KURUM VE KURULUŞLAR GERÇEKLİĞİ YANSITMAZ!! KİTAP ŞAHSIMA AİTTİR. HİÇ BİR FİLM,DİZİ, VE KİTAPTAN ESİNLENİLMEMİŞTİR!!!
Sumru Eryavuz
Bir şeylerin yoluna girmesi için, her şeyin raydan çıkması gerekir bazen..
T. S . Eliot
Ete kemiğe bürünen her beden, dibi görmeden ayağa kalkamaz. Dibi görenlerse tırnaklarını hayatın pençesine geçirir, yaşamak için verir en büyük mücadeleyi.
İnsan dibi görmeli bazen.
Masmavi okyanusların bile derinlerinin siyah olduğunu fark etmeli.Batalıkta bile en güzel çiçeğin açtığını görmeli. Yaşama sıkıca tutunmak için, bazen her şey altüst olmalı. Dağıldığı yerden toparlanabilmek için tüm gücüyle savaşmalı.
İnsan önce dibi tatmalı, en vahşet sonların bile güzelliğe açılacağını bilerek yaşamalı.
Hayatın eksik kalan parçaları bir yapboz gibi birleşir. Bir bütün olduğunda görürsün resmi. Yada hayatın boyunca ararsın kayıp parçayı. Ben o kayıp parçanın peşine düşmüştüm. Ömrüm mü haram olur, hayatım mı kahrolur bunu yolun sonuna geldiğimde görecektim.
Yolun çok başındayım.
Bunu hissediyorum. Bunu biliyorum. Atmam gereken adımlar o kadar fazla ki, karşıma çıkacak olan herseyle yüzleşmek dik duran omuzlarıma bir darbe daha indirecek. Darbe alan ruhum, tüm bunları kaldırabilir mi? Bu çok bilinmeyenli bir denklemi çözmek kadar karışık ve zor. Bildiğim tek bir şey var. Sonuna kadar gitmeden bu yoldan dönmem mümkün değil.
İçimdeki bu geçmek bilmeyen his, beni boğmaya devam ettiği sürece kaçmak değil, savaşmak istiyorum. Eğer bu savaşı kazanırsam, işte o zaman bir vedamız olabilir.
Vedalar acıdır, bu veda katran karası bir kömür. İçimi dağlayan, sönmeyen, yakan bir kömür. Her bir zerremde tütüyor dumanı. İçime çektiğim her nefese işliyor karası. Söküp atmam zor, vazgeçmem zor. Öylece kaldım bir Araf'ta. Ne yana dönsem içimi dağlayan bir his, yapışıyor yakama, bırakmıyor. Gel diyor ısrarla, peşimden gel. Yüzleşmen gereken acılara sırt dönülmez. Dönersen eğer, o acılar günün sonunda seni yutar. Beni dibe çekmek için var olan sancılara sırt çeviremem.
Bu hikayenin son noktasını benim koymam gerekiyor.
İçimdeki savaş onun sesini duyana kadar sürdü. "Bu soğukta neden dışarda bekliyorsun."usulca yanıma yaklaştı. Bugün mavileri dupduru bir gökyüzüydü. Durgun, dingin ve sakin. Oysa asıl gökyüzü kendini bozmuş, yağmur yağmak üzerdeydi. Neden onun gözlerine bakınca gökyüzünü berrak görüyordum. "Bekliyorum."dedim sadece gözlerine bakmak daha güzeldi. "Beklediğin gelmedi mi?"diye sordu. Oyunbaz tavrını yakalamam uzun sürmedi. Ama benden kaçar gibi bakışlarının yönü değişti.
"Geldi."dedim usulca. Öyle kısık sesle söyledim ki, duyup duymadığından emin değildim.
Restoranın girişine kayan bakışları yeniden beni bulduğunda göz göze geldik. "Hadi girelim."önden geçmem için elini ileriye doğru uzattı. Centilmen hareketine başımı eğerek karşılık verdim. Onun önünden geçerek fazla kalabalık olmayan restorandan içeriye girdim. Ilık bir esinti çarptı yüzüme. Oldukça sıcak ve küçük bir mekandı. Masaları ve sandalyeleri ahşaptı. Beyaz sandalye örtüleri ortamı yumuşatmış, ferahlık katmıştı. Görebildiğim kadarıyla 20 masa vardı. Hemen girişte kalan kasa ve pasta reyonu göz alıcı görünüyordu. Şirin bir tasarımının olmasının yanı sıra her yerde canlı bitkilerin olması beni epey etkilemişti. Ben burayı daha önce neden keşfetmemişim.
Falaz'ın sabah beni arayarak kaldırmasıyla güne başlamıştım. O adamla konuşmaya gitmeden, kahvaltı yapmamız gerektiğini söyleyerek, bana cevap verme fırsatı tanımadan, telefonu yüzüme kapatmıştı. Emrivakilerden nefret etsemde bir yerden sonra üstüm olduğu gerçeği tokat gibi yüzüme çarpıyordu.
Buranın konumunu atarak da gelmem için resmen baskı uyguladı. Eğer cevap vermeme fırsat sunsaydı zaten geleceğimi söylerdim. Ama beyefendi reddilemekten korkan ergenler gibi çareyi telefonu yüzüme kapatmaktan yana seçti. Ona kızgındım ama kızgınlığım gök mavilerini görene kadar sürmüştü. Onu gördüğüm an içimdeki kızgınlık buhar olup uçmuştu. Dengesiz olamaya başlamam benim değil onu suçuydu. Dengemi bozup ayarlarımla oynuyordu.
"Hoşgeldiniz,"bizi kapıda karşılayan güler yüzlü kadınla dikkatim dağıldı. Etrafı inceleyen bakışlarım bize gülümseyen kadında duraksadı. "Hoşbulduk,"diyerek nazik bir cevap verdim.Hemen yanımda dikilen adam başını eğerek karşılık vermeyi tercih etmişti.
"Buyrun, sizi şöyle alabilirim."diyerek bize pencere kenarında deniz manzarası olan bir masayı gösterdi. Bakışlarım yanımdaki adama döndüğünde onun zaten bana bakıyor olduğunu fark ettim. Bugün ayrı bir havası mı vardı. Ben artık kafayı mı sıyırıyordum. Emin olamamakla birlikte üzerine giydiği haki gömleği, siyah pantolon ve siyah kaşe kabanıyla epey şıktı. Kolundaki Rolex marka saati ile de kombini tamamlanmıştı. Saçlarını bugün dağınık şekilde arkaya yatırmıştı ve bu ona inanılmaz bir hava katmıştı.
Hala boş bakışlarla onu süzdüğümü fark ettiğimde kendimden utandım. "Sumru? Nereye geçmek istersin?"diye soran adamı detaylıca süzen ben değilmişim gibi masaları inceledim. En köşede kalan sessiz ve epey uzak masa dikkat çekmeyecek gibiydi. Elimle orayı işaret ederek tepkisine bakmak için ona döndüm. Ama o bana bakmadan elini belime koyarak beni gösterdiğim yere doğru yönlendirdi.
Kabanımın üzerinden belime temas eden eli ateş gibi olduğu yeri yaktı. İçime çektiğim küçük nefesler bile işe yaramdı. Elinin belimde olduğunu unutmak ister gibi gözlerimi etrafta dolaştırdım. Bir kaç üniversite öğrencisi vardı. Çok kalabalık olmaması bizim için iyi olmuştu. Masaya geldiğimizde elini belimden çeken Falaz bu kez sandalyemi çekerek centilmenliğin kitabını yazma yolunda ilerliyordu. "Teşekkür ederim."diyerek benim için çektiği sandalyeye oturdum. Oda tam karşıma geçerek sandalyesine oturdu. Masanın üzerinde duran menüler dikkatimi çekti.
Falaz önümüzde duran menüden yiyeceklere göz atarken, bakışlarını üzerime dikmişti. Tüm menüye göz gezdirene kadar bakışlarını benden ayırmadı. "Karar verdin mi?"sesi oldukça kısık ve yumuşak çıkmıştı. Başımı kaldırdığım anda göz göze geldik. "Evet. Sen karar verdin mi?"diye sorduğumda bir cevap vermedi. Bakışlarını benden çekerek ileride bize doğru yönelmiş garsona dikti. Garson Falazın bakışlarını yakaladığı gibi yanımıza geldi.
"Karar verdiyseniz siparişinizi alayım."oldukça kibar bir çocuktu. Taş çatlasın üniversite birinci sınıf öğrencisiydi. Genelde bu tarz yerlerde öğrencilere öncelik tanınması çok kibar bir davranıştı. Hem okuyup hem çalışan yüzlerce öğrenci için ise bulunmaz bir fırsattı. Samimi ve sıcak ortamı mekana kolayca uyum sağlamanıza yardımcı olurken çalışanların güler yüzlü olması mekanı bir adım öne taşıyordu. Beğenmiştim. Buraya daha sonra Erda ile gelmeyi de aklıma not ederken yanımıza gelen gence döndüm. "Kahvaltı tabağı yanına da çay alayım." Sabahları börekler dışında kahvaltıyla aram olmadığı için bir şey yemek istemiyordum. Midem düğüm olmuştu, kolay kolay çözülecek gibi değildi. "Sade filtre kahve birde gözleme getir."dışarıdaki manzaraya dalan bakışlarım Falazın sesiyle yeniden ona döndü. Benim gözleme sevdiğimi unutmamasına büyük bir şaşkınlıkla baktım. Ankara da otelde kaldığımızda kahvaltıda iştahla yediğim gözlemeleri hatırlamasını beklemiyordum.
"Unutmamışsın."ağzımdan çıkan kelimeyi zapt etmek çok zordu.
"Epey iştahlı yiyordun. Aklımda kalmış."Unutmadığına göre iştahlı yemek yememi epey izlemiş olmalıydı. Ben gözlemeleri görünce tüm dünyayı unuttuğum için dikkat etmemiştim. Ama beni bu kadar dikkatli inceleyip, hakkımda bu kadar çok bilgi sahibi olması beni nedensiz bir şüpheye sürüklemişti. Hakkımda bu kadar detaylı bilgiye sahip olabilmesi için beni araştırmış olması gerekiyordu. Çalışmak istediği ekibi tanımak istemesi gayet normaldi. Ama özel hayata girecek kadar normal olamazdı. Bu düpedüz kişilik haklarımıza saldırı ve saygısızlıktı.
"Ben ve ekip hakkımızda bu kadar bilgiye nasıl sahip oldunuz?"kıstığım gözlerimle ona bakmaya devam ettim. Bakışalarım öyle dikkatli ve deliciydi ki, oda gözlerini gözlerimden çekemedi.
"Çalıştığım tüm insanları tanımak isterim." Tek kaşım istemsizce havalandığında cümlesini tamamladı. "Ve detaylar önemlidir." Hayatım boyunca bir erkekten duyacağım çok nadir bir sözdü. Detaylarda bu kadar ilgili olması benimde beklemediğim bir durumdu. Ve ben hazırlıksız yakalanmaktan nefret ederim.
"Bu kadar detaylı mı?"yediğimiz yemeğe kadar?
"Evet, bu kadar detaylı. Bu seni rahatsız mı etti?"sorusuna göz devirsem kabalık etmiş olur muyum? "Evet etti. İnsanların hakkımda bu kadar çok bilgiye sahip olmasından hoşlanmam,"dedim tüm dürüstlüğümle.
"Peki o bilgileri sen veriyorsan?"yaptığımız saçma ama akıl dağıtıcı sohbetler. Elimi alnıma koyup isyan etmemek için kendimi sıktım. Bakışları alayvari bir şekilde kısıldı. Beni köşeye sıkıştırdığını düşünmesi oldukça komikti. "Peki bizde çalıştığımız Savcıları tanımayı seviyorsak?"diye sorduğumda gözlerindeki haylaz parıltılar dağıldı.
"Tanıyabilirsiniz tabiki. Benim izin verdiğim kadar."bu ego değildi. Kendine fazla güvenmek desem oda değildi. Güvendiği başkaları mıydı? Yoksa bizim onun hakkında birşey bulamayacağımıza olan inancı mı?
"Kendinizle ilgili neyden kaçıyorsunuz? Yada bizden neden kaçıyorsunuz mu demeliyim?"gözlerimde kalan bakışları cesur ve dikti. Çehresi sert değildi ama onu dışardan gören birileri sert olduğunu söyleyebilirdi. Kemikli yüz hatlarına sahip çenesi ve yanağında kirli sakalları vardı. Tıpkı saçları gibi sakalları da kumraldı. Cevap vermek için aralanan dudakları gelen kahvaltıyla geri kapandı. Gelen garson tüm siparişleri bıraktıktan sonra yanımızdan ayrıldı.
O andan sonra aramızdaki sessizlik derindi. Konuşmak için onun hamle yapmasını beklesemde o elindeki kahveyle daha çok ilgileniyordu. Tabağına dokunmadan önce sakin bir sessizlikle kahvesini yudumladı. Manzaraya dalan bakışları düşünceli görünüyordu. Belkide ileriye gittiğimi düşünüyordu. Haddim olmayan hiç bir konuda konuşmaz, konusunu dahi açmazdım. Oda bizi anlamalıydı. Sütten dilimiz yandığı için yoğurdu üfleyerek yemek bizim için kaçılmazdı.
Sessizliği bölüştüğümüz bir kaç dakika boyunca bende bakışlarımı ondan çekerek kahvaltı tabağıma odaklandım. Gelen sıcak gözlemeden yedim. Çayımdan içtim. Bir kaç zeytin de yedim ama onun konuşmaya niyeti yokmuş gibi bakışları dışarıda sadece kahvesini içiyordu. Buraya beni davet eden oydu ama kahvaltı yapmadan sadece kahve içiyordu. Daha fazla sessiz kalmayacağımı fark ettim. "Gözlemeler çok güzelmiş. Sizde ister misiniz?"ona siz dememden rahatsız olacağını bildiğim için bilerek söylemiştim. Anında yüzü değişti. Çatılı kaşları ve dik bakışlarıyla bana döndü. "Sizi iş yerinde bıraktık sanıyordum?"dedi. Elindeki kahve fincanını yavaşça masaya bıraktı. Dünyanın en acı ve zift gibi olan kahvesini içtiğinin farkında mıydı?
"Bende buraya kahvaltı için çağırıldım sanıyordum."dedim altta kalmayarak. "Her konuda verecek bir cevabın var değil mi?"diye sordu bu kezde. Başımla onayladım. "Her zaman."dedim aksini kabul etmeyen ses tonumla. Kendimden emin ve özgüvenli duruşum yüzünde ufak bir tebessüm doğurdu. Bakışları gevşediğinde onunda en az benim kadar gergin olduğunu anladım. Bunu fark ettirmemek için elinden geleni yapmıştı. Onu gülümsetmek bu kez zor oldu ama başarmanın hazzı tüm damarlarımda yankılandı. Tebessüm kondurduğu yüzüne uzun uzun baktım. Onu kimse böyle içten güldürmemiş miydi.
Gözlerinin içi, küçük bir çocuğun haylaz bakışları gibi parlıyordu.
Derin ve anlamlı bakan gök mavileri, ilk kez böyle gülümsüyor gibi heyecan doluydu.
"Kahvaltını soğutma."dedi bakışlarımı yakalayan adam. O hala tek lokma yememişti. Onunda yemesini istediğim için önümdeki gözleme tabağından bir kaç gözlemeyi onun tabağına bıraktım. "Çok lezzetli, sende tadına bak."dedim. Kırk yıllık arkadaşımla dışarda kahvaltıya gelmişim gibi rahattım. Benim ayarlarımla oynamadığı sürece o benim için Falazdı.
Aksi artık mümkün değildi.
"Senin hatırın için bakarım tadına."dedi ve gözlemden bir ısırık aldı. Çocuksu bir heyecanla vereceği tepkiyi bekledim. "Güzelmiş.Hadi sende bitir soğumadan."dediğinde sanki dünyalar benim olmuş gibi sevindim. Ben kendi önümdekileri oda kendi önündekiledi bitirene kadar bir daha konuşmadık. Ara ara bakışları bana kaysada genel olarak dışarıdaki manzarayı seyretti. Bende onun tabağı bitene kadar kendi tabağımdakileri küçük lokmalar halinde çiğnedim.
"Sumru,"dedi bakışları hala manzaradayken.
"Efendim,"çiğnediğim lokmayı hızlıca yutup bakışlarımı ona kaldırdım. "O adama ne soracaksın? Annenle ilgili konuşmak istemediğini düşünüyordum."dedi.
Merak bazen bir kurt gibi kemirir içimizi. Öğrenmeden peşini bırakamayacağımız çok az gerçekler vardır. Ama bu bambaşkaydı. Duygularım, öngörülerim, sezilerim adına ne dersem diyeyim beni onunla konuşmaya ve bu meselenin içinde olmaya itiyordu. Alacağım cevaplar vereceğim tüm kararların başını çekiyordu. Bu yüzden bu yoldan dönmem artık olanaksızdı. Bunu onunda gördüğüne eminim. Artık beni tanıyordu. Neyi neden yaptığımı bilecek ölçütlere de sahipti. Bana sormasının nedeni benden duymak istemesi. İhtimallere değilde, benim sözlerime tutunmak istemesinden kaynaklanıyordu.
Onu daha fazla bekletmedim. "Onunla ilgili konuşmak istemiyorum doğru. Ama konuşmak zorundayım. Bazı cevaplara ihtiyacım var. Önümü, yolumu bulmak için o sorularıma bir yanıt almam gerek. Bugün yanıtsız kalan, yarım kalan her sorumun gün gelip beni boğmasını istemiyorum. Yüzleşmek için hazırım. Karşıma ne çıkarsa çıksın."dik bakışlarım ve omuzlarım ne kadar hazır olduğumu haykırıyordu.
Bakışlarını bana çevirdiğinde gördüğü kadın kendinden emin ve kararlıydı. Beni yolumdan edecek her seçeneği göz ardı ediyorum. Kararlı oluşum onuda etkilemiş gibiydi. Bakışları ağır ağır gezindi üzerimde. Gözleri tüm ifademi tartar gibi ağır ve işini biliyordu. Oda kendinden emindi. Ne olursa olsun, yanımda durmak istediğinden. Hemen bir adım arkamdan geliyordu. Ve bunun hissettirdikleri çok fazlaydı.
Onu bir adım arkamda hissetmek çok fazlaydı.
"Kendine güvenen kadınlar, her zaman bir adım öndedir. Alacağı tüm yaralara açık kadınlar ise on adım."hazırsın diyordu. Alacağın her yaraya hazırsın. Onun benden daha çok bana inanması, beni korumaya çalışması kafamı karıştırıyordu. Sanki az karışık olan düşüncelerime bir de onun sızması benim için beklenmedikti. Kafamı allak bullak ettiği yetmemiş gibi yanımda ve arkamda durması tüm mantığımı dağıtıyordu.
Mantığımın benimle kalmasına ihtiyacım vardı. Aklımı yerinde tutmak için tüm irademi kullandım. "Kalkalım mı?"dediğimde gülümseyen gözleri kısıldı. "Kalkalım."dedi.
Gök mavisi bakışları topladığım saçlarımdan başlayıp tüm yüzümde gezindi. Günlük hayatımda makyaj tercih etmediğim için beyaz tenim solgun görünüyor olmalıydı. Ama onun bakışları yanağımda ve burnumun üzerinde dağılmış çillerimdeydi. Daha aşağıya kayan bakışları dudaklarımda duraksadığında gözlerimi kaçırdım. Gözleri diken gibi batıyordu yüzüme. Dudaklarım karıncalanmaya başladığımda oturduğum yere bastırdım kendimi.
Gözlerinden kör alevler akıyordu ruhuma. Mantığıma, irademe tüm benliğime yaptığı bir saldırıydı. Bana Ardil diyordu ama en çok yakan oydu.
Gözlerime değen bakışları, gözlerimden tüm bedenime akıtıyordu yangını. Daha çok yayılmadan kalkıp gitmeliydik buradan.
Öylede yaptık. Gelen hesabı tüm ısrarımı duymazdan gelerek ödedi. Sonra yan yana çıktık restorandan. Fabrikaya gitmek için arabalara yöneldik. Hemen arkamdan geleceği söyleyerek beni arabama bindirdi, oda kendi aracına geçtiğinde yola koyuldum.
Beni hangi cevapların beklediğini bilmediğim, bir bilinmeze doğruydu yolculuğum.
🪦
Akıp giden zamanın hızına yetişmenin mümkünü yoktu. Zaman hangi anda akarsa aksın sayaç bizim için çalışmaya devam eder. Fabrikadan içeriye girdiğim anda duygularımı bir kenera bıraktım. Bir kez daha darbe alacak olursam, serin kanlı durmak için kendimi dizginlemeye hazırdım. Derin bir nefesle göğsümü şişirdim. Hemen yanımda yürüyen adam benden daha dik. Daha sağlam atıyordu adımlarını. Sanki; senin yerine dik duruyorum der gibiydi. Bakışları öyle sert ve dikti ki, onu gören gözler buz gibi bakışlarıyla çakışıyordu. Ama ben çoğu kez görmüştüm o buz dağının ardını. Gök mavilerinin en berrak ve güneş açan zamanlarını.
Bakışları bana döndüğünde olduğu yerde duraksadı. Kısılan gözleriyle tüm yüzümü taradı. Bu görüşmeyi isteyip istemediğimden emin olmaya çalışıyordu. Beni biraz tanıdıysa emin olmadığım hiç bir adımı atmayacağımı bilirdi. Omuzlarım dik, başım yukarıda meydan okudum. Kaşları havaya kalktığında yüzünde muzip bir ifade vardı.
"Kararından son derece eminsin."bu bir soru değil tespitti. Bakışlarıyla yüzümün ve beynimin röntgenini çekmişti. "Son derece eminim."dedim bende. Yutkundum genişçe. Boğazıma yeni yeni çöreklenen bir düğüm vardı. Ne zaman o kadının hayatına dalsam, yeni bir bilgi bulsam boğazıma oturuyordu sancısı.
Şu anda olduğu gibi.
"Bir adım arkanda olacağım. Nefesimi duyacaksın."nefesini tenimde hissettmek beni yakardı.Niyeti ikimizi bir ateşin içine atmak mıydı?
Yanardık..
O yakmaktan çekinmiyorsa, benimde kendimi geri çekmemin bir anlamı yoktu."Gerek yok. Ama tamam."onunla birşeyler tartışmak için doğru anda değildik.
Yakmaktan geri durmadı. "Gerek var. Buradayım Sumru. Sadece senin için buradayım.Hemen bir adım arkandayım."kendimi onun güvenine bırakmam gerekiyordu. Ama kontrolü bir kez kaybedersem yeniden elimde tutamamaktan korkuyorum. "Burdasın. Benim için."içimden tekrar etmem gerekirdi ama onun söylediklerini sesli duymaya ihtiyacım vardı.
Onun sesi bunca gürültünün içinde duymak istediğim tek sesti.
Sağır kalmadığım, görmezden gelemediğim. Varlığı iliklerime kadar güven duygusunu sunuyordu. Ondan kaçmam artık mümkün değildi. Onunda beni yalnız bırakmaya hiç niyeti yoktu. Gök mavileri burdayım diye haykırıyor, kolları her an sarmak için tetikte bekliyordu.
Beni tüm dünyadan saklamasını istesem yeniden bana sarılır mıydı?
Güvenli kokan kollarında huzuru bir kez daha tadabilir miyim? Buna hakkım yok. Ama içimdeki kız çocuğu sarmalanmak için bekliyor. Mahmur bakışları benim saklamaya gücümün yetmeyeceği noktada. İçimdeki kırılan kız çocuğunu tutamıyorum. Parçalara ayrılmış savrulmuş yanı, kanıyor. Kanı artık her yerde.
Kanı gözlerinin elalarını kirletti.
Tutamadım.
Bize doğru yaklaşan adım sesini işittim. "Yine mi siz? Buraya kafanıza estiği gibi gelemezsiniz."bir kaç adım uzağımızdan bize seslenen adamla bakışlarımız koptu. Omuzlarımı dik tutarak bize doğru gelen adama döndüm.
Muzaffer Taşkın. Benim hayatımın hiçi. Asuman'ın hayatının aşkı.
Rahat tavrı, lakayt konuşmaları artık canımı sıkıyordu. Onun canını sıkmaktan asla çekinmeyecektim. " Yoo gayette gelebiliriz. Şu an soruşturma altında olduğunuzu unutuyorsunuz sanırım. Eşinizin katilleri bulunana kadar bizi sık sık göreceksiniz."cümlemin altında yatan ima ile kaşları çatıldı. O ana kadar fark etmediği bir detaya takılmış gibiydi.
" Benim karımı öldürdüler. Ama ben şüpheliyim öyle mi?"dedi. Nefesini dışarı üfleyerek saçmalık dercesine kafasını salladı.
Derin bir nefes aldım. İçerisi çok fazla toz kokuyordu. "Evet, sizin ismizi de listeye aldık."dedim olağan sakinliğimle. Kumaşlar burada açılıp işlenmeye başladığı için, yoğun bir koku hakimdi. İçime çektiğim nefesle ciğerlerime doluyordu.
"Listeye mi? Başkaları da mı var?"
Bir adım ileriye giderek tam önünde durdum. "Muzaffer bey, bu fabrikada kaç işçi çalışıyor?"diye sordum. Konudan bağımsız bu detaylar da ihtiyaç olabilirdi. Karşımdaki adamın önce kaşları çatıldı. Beni anlamaya çalışan bakışları kısıktı. Göz bebekleri büyüyüp küçüldüğünde, bakışlarımı kısarak baktım. Bu tavrıma anlam veremeyen bakışları boşlukta sallanıyordu.
Arkamda duyduğum adım sesiyle kendime geldim. Bakışlarımı karşımdaki adamdan koparıp bir adım geriye çekildim. " 3.000 e yakın işçi çalışıyor. 1.000 kadın işçimiz var. 2.000 de erkek."dedi. Falaz tam yanımda durdu. Sert bakışları karşısındaki adama sabitlenmişti. Bela bakışlarından akıyordu, onu göremeyenler buz mavileriyle karşılaşıyor. Onu görenleri gök mavileri selamlıyor. Derin ama dipsiz bir kuyu gibiydi.
Dibi gördüğünüzde neyle karşılaşacağınızı bilmediğiniz.
" Ürünlerinizi Yurt dışına ithal ediyor musunuz?"sessizliğini bozmaya karar vermişti. Karşımızdaki adam ne yapmaya çalıştığımızı anlamadı.
" Bu sorularınızın karımın ölümüyle ne ilgisi var?"dediğinde saflığından değil, gerçekten anlamadığından bu kadar şaşkın olduğunun farkındaydım. Kafasında bir şeyleri oturtmakta zorlanıyor gibiydi. " Burada soruları biz soruyoruz."sert sesinden dökülen soğukluk içimi üşüttü.
Gözleriyle etrafı taradı, bir kaç çalışanın buraya baktığını bende görmüştüm. Yeniden bize döndüğünde, bakışları ikimiz arasında gidip gelen adam çaresizce boynunu büktü. Eliyle arkada kalan odasını işaret etti. "Buyrun, odamda konuşalım."dedi. Fazla göze battığımızı düşünmesi aklımadaki soru işaretlerine bir ışık tuttu. Fabrika'nın müdürü çalışanlarında mı saklanmak istiyordu? Yoksa korktuğu birilerinden mi? İkinci seçenek daha olasıydı. Bakışlarım geniş fabrikanın içinde gezindi. Sırayla dizili makinaların başındaki insanlar işlerine odaklı görünüyordu. Bir kaç meraklı göz dışında kimsenin dikkatini çekmemiştik. Yada ben yanılmıştım. Yukarı kattaki büyük camlı alandan aşağıya, yani bize bakan adamı fark ettiğimde duraksadım. Fabrikanın üst katında, geniş camla kaplı alan ofis olmalıydı. Takım elbiseli, en fazla 55 yaşında, saçlarının yarısı beyazlar düşmüş ve yüzü artık yaşının getirisiyle kırışmaya başlamış bir adam dik bakışlarla bizi süzüyordu.
En çokta beni. Onu fark ettiğimi görsede bakışlarını benden koparmadı. Dik bakışları keskin bir sınırla beni izliyordu. Yüzünü kaplayan ifadesizliği derindi. Israrla ona bakmaya devam ettiğimde bir kaşı ağırca havalandı. Cürretimi sorguladığı o kadar belli oluyorki. Onu okumak için aldığım eğitimlere ihtiyacım yoktu. Bakışlarımı ondan koparmama neden olan Falazın koluma dokunması oldu. Yüzümü ona doğru çevirdiğimde benim baktığım yere baktığını gördüm. Ama artık camda kimse yoktu. " Daldın, iyi misin?"diye sordu. Bana bakmıyordu. Bakışları heryerde gezindi. Etrafınızda oluşacak herhangi bir tehlike unsuruna karşı her zaman tetikteydi.
"İyiyim, hadi bitirelim şu işi."dedim kendimden emin, ve dik tavrımla.
Bu halime güldü. " Önden buyurun Sumru hanım."
Centilmen ifadesine gülmek istesemde şu an yeri değildi. Bende bakışlarımla gülümsedim. Gözce biliyordu. Beni anlıyordu. Yine anladı. Bakışları kısıktı ama beni anladığını belli eder şekilde kaşları havalandı. Tüm yüzümde gezinen bakışlarının en sık durağı her zaman olduğu gibi çillerimdi. "Gidelim, şu an yeri değil."dedi sanki içimi okumuş gibi. Ama neyin yeri olmadığı konusunda kendi de kararsız duruyordu.
Bizi yalnız bırakıp odasına giren adamı takip ettik. İçeriye girip kapıyı arkamdan kapattığımda Muzaffer bey çoktan kendi koltuğuna kurulmuştu. Elinde çevirdiği telefonu masanın üzerine koyarak geriye yaslandı. Biraz önce ki gergin halinden eser kalmamıştı. Bu rahatlığı sorgulanacak derece şüpheli göründü. Bakışlarımı ondan koparıp hemen yanımdaki adama döndü. Bakışlarımız kesiştiğinde onunda gözlerinde soru işaretleri vardı.
"Buyurun oturun."dediğinden takındığı tavrı oldukça rahatsız ediciydi. Buna rağmen tavrımı bozmadım. Dik bakışlarım ve omuzlarım la bir kaç adımda masasının önünde bulunan siyah deri koltuğa oturdum. Falaz beni yalnız bırakmayarak hemen karşıma oturdu. Rahat bir tavır için bir bacağımı diğerinin üzerine koyarak arkama yaslandım. Falaz da oldukça rahat takılarak bacağını ileriye uzatıp arkasına yaslandı. Uzun boynun etkisiyle bana doğru uzattığı bacağı bacağıma yaslandı. Ağır ağır yutkundum ama bozuntuya vermedim. Odağımı ona vermeden bizi inceleyen adama döndüm.
"Ürünlerimizi yurt içi, yurt dışı olarak gönderim yapıyoruz. Genelde büyük firmalarla çalışıyoruz. Ürünlerimizin yolculuğu gemiler ve tırlarla oluyor. Başka merak ettiğiniz bir şeyler varmı?"lakayt tavırları, gevşek gülüşü fazla can sıkıcıydı.
Eh birazda onun canı sıkılmalıydı. "Eşinizle oğlunuzun iletişimi nasıldı?"diye sorduğumda yüzündeki gevşek gülümseme son buldu. Gergin bir ifadeyle oturduğu koltukta dikleşti. Bakışları doğrudan benim yüzündeydi. "İyi, iyiydi. Oğlum için çok iyi bir anne oldu."dedi.
Zihnimde ki puzzle parçaları eksikleri toparlıyordu. Mert, onu kabullenememişti. Anne figürü olarak hayatında bir yer edinmesine izin verseydi, bugün ondan nefret ediyor olmazdı.
Asuman hanım, benim dışımda herkes için anne olmuştu. Ben bu hikayede ki kayıp parçaydım sadece. Artık gün yüzüne çıkma vakti gelmişti.
" Oğlunuz, oda sever miydi annesini?"bakışları kara bir delik gibiydi. İçine çekiyor aynı zamanda itiyordu. " Oğlum bir anne fikrine başta uzaktı. Annesini erken yaşta kaybedince, başka bir anneye alışması kolay olmadı. Ama zamanla oda sevdi. Asuman, çok iyi bir kadındı."dedi.
Gerçekler, tüm ağırlığıyla oturuyordu kalbimin üzerine. Dağılmadan, parçalanmadan bundan sıyrılamayacaktım. Keskin bir ağrıydı kalbimdeki, yüklerin ağırlığı, içimde taşıyamadığım gerçeklerin ağırlığı. Hepsi bir olur geliyordu üzerime. Kesik bir nefes verdim burnumdan. Genzim yanıyordu, aldığım nefes zehir gibi doluyordu bedenime. Kontrolü elimde tutmak için var gücümle direndim. Tırnaklarım oturduğum koltuğun derisine saplandı.
Gök maviler tökezlediğimi gördüğünde imdadıma yetişti. "Son zamanlarda sizin eşinizle aranız nasıldı?"dedi. Bir gözü benim üzerimde olsada karşısındaki adama bakıyordu. Tökezlediğim yerde sallandığımı hissettim. "Son aylarda epey uzaktık. Daha az konuşuyordu benimle. Doğru düzgün yüzüme bile bakmıyordu."dediğinde yerde olan bakışlarım karşımdaki adamı buldu. Bakışlarını kaçırmadan bize bakıyordu.
Bu kadar dürüst olmasını beklemiyordum. Eksik parçalar olsada söylediklerinde samimi görünüyordu. "Bu durumu düzeltmek için bir şeyler yaptınız mı?"diye sorduğumda elini masaya koyarak bana doğru eğildi. "Defalarca konuşmaya çalıştım. Beni dinlemedi bile, fazla inatçıydı. Çok hırçındı. Beni ona çekende bu yönü olmuştu. Ela gözleri hep asi bakardı. Baktığı yeri yakmadan geçmezdi. Gözlerine tutanmak isterdi insan, sanki seni hiç bırakmayacak gibi sarardı. İçim ısınırdı gözlerine bakarken."
Zihnimin portresinde ela gözleri parlayan kumral bir kadın vardı. Sarı saçlarının arasını beyazlar süslemiş, yüzü artık yaşını belli edercesine kırışmış. Herşeye rağmen parlayan ela gözleri portremi süsleyen en güzel detaydı. Mutluydu, gülümsüyordu. Gözlerinden yıldızlar kayıyordu.
Gerçekliği hiç olmadığı kadar güzel, varlığı hiç
olmadığı kadar can yakıcıydı. Hayatıma hiç bir güzellik katmamış insan, bu kadar acı veremezdi.
Gülü severken dikenine katlanırdık, ben gülün yalnızca dikenine katlanmıştım..
Ellerim, kalbim her bir yerim yara bere içindeydi. Dikenleri geri dönüşü mümkün olmayan yaralar bahşetmişti ömrüme. Gülünü sevmek için ise hep geç kaldım.. Zehirli bir su gibiyidi bu his, içince hasta eden, içmeyince delirten. Geç kaldığım her duygu beni sonunda aynı noktaya getiriyordu, ve kendimi o suyu içerken buluyordum..
İsmimin söylenmesiyle daldığım yerden koparıldım. "Sumru,"sorgular bakışları doğrudan gözlerimdeydi. Başımı sallayarak iyi olduğumu onaydım. "Gidelim mi?"diye sorduğunda arkama bakmadan kaçmak istediğimi söylesem bana yardım eder miydi? O Falazdı. Tabiki ederdi. Beni tüm dünyadan saklardı omuzları.Kokusu en güvenli liman olurdu.Ama yeterince kaçmadım mı? Yeterince geç kalmadım mı herseye?
Gitmek için ayaklandığımda benimle birlikte oda kalktı. Gitmek istediğimi düşünmüştü ama benim artık kaçmak için nedenim yoktu. Bugün savaşmadığım için yarın pişman olmak istemiyorum. Masanın hemen arkasında rahatça yayılmış sırıtan adama döndüm. " Eşiniz ardında bir şeyler bıraktı mı? Eve yada iş yerinde dolabına falan detaylı şekilde baktınız mı?"diye sorduğumda sırıtan ifadesi dağıldı. Kaşları yavaşça çatıldığında cevabımı almış oldum.
"Biz gitmeden bir kontrol edelim o zaman?"dediğim an yayıldığı yerden kalkarak karşıma dikildi. İfadesi sert bir o kadar da tehditkârdı.
"Ben baktım. Sizin kontrol etmenize gerek yok."telaşlı ve aceleci hali fazla dikkat çekiciydi.
"Siz neden bu kadar telaş yaptınız? Hayır görmemiz gereken bir şeyi görmemizden mi korkuyorsunuz?"adamın beti benzi atmaya başladı. Nefes alışverişleri düzensizleştiğinde elini göğsüne doğru götürdü. Almadığı nefeslerin içine dolmasını beklerken bir adım geriye doğru sendeledi. "Bende öyle düşünmüştüm. Siz zahmet etmeyin biz buluruz yolu."gözlerimi ondan çekerek kaşımdaki adama baktığımda yüzünde gurur dolu bir hava vardı. Gülümsemiyordu ama gözlerinden geçen tebessüm ortadaydı. Saklamıyordu. Artık benden saklanmıyordu. Ona doğru bir adım atarak gözlerine daha yakından baktım.
Kalp atışlarım göğsümde dövünürken, "Gidelim."diyen bu kez bendim. Arkamızda bıraktığımız adamı umursamadan odadan çıktık. Yanımızdan geçen personeli kişisel dolapların nerede olduğunu sorduğumuzda bize yol gösterdi. Uzun koridoru geçerken gergin ve sessizdim. Ne bulmak istediğimi bilmemekle beraber neyle karşılaşacağım da korkutuyordu beni. Göreceklerime kendimi hazırlamam gerekiyordu. Derin bir nefes doldu ciğerlerime. Fabrikadan yayılan gürültü, zihnimdeki tüm sesleri bastırıyordu.
Koridor boyu ilerlerken adımlarım yavaş ve temkinliydi. Etrafımızdan gelip geçen insanlar, makinaların gürültüsü hiç biri kalbimin gümbürtüsünü susturamadı. İçimde derin bir üzüntü, kalbimde acımasız bir ağrı vardı. Kendimi ayakta kalmaya zorladıkça düşecek gibi oluyorum. Bedenim bunca yükün altında ezilircesine yorgun.. Kalbimse; artık bir kayıp vermeye tahammül edemezdi.
Derin sessizliğimizi bozan gök bakışlı adamdı. "Sessizsin?"dedi. Sessizliğimin sebebi çok düşünmek diyemedim. "Konuşacak bir şeyim yok."dedim sadece. Bakışları yandan yüzüme çevrildi. "Konuşacak çok şeyin var. Kelimelerin yorgun sadece. Zihnin sadece orda ne bulacağımıza odaklı."dediğinde söyleyecek tek kelimem yoktu. Bende bakışlarımı ona çevirdim gök mavileri hiç bir mimiğimi kaçırmadan izliyordu. "Senin beni bu kadar iyi çözmen de takdir edilesi. Gözlem yeteneklerine hayran kaldım."
Gülümsedi. "Beni ekibe almayı mı planlıyorsun?"
Gülümsedim. "Yakalandım. Bu bilgi gizli kalmalıydı."
Benim yanımda sık sık gülümseyen adam. En kötü anlarımda beni gülümsetiyordu. Buna alışmakta olduğumu farkettim. Beni kollarıyla tüm dünyadan saklamasına, en kötü anlarımda yüzümde oluşturduğu gülümseye farkında dahi olmadan alışmıştım. Bulunduğumuz ortamın aksine yine parmakları elimin yüzeyinde dolaştı. Güven veren bakışları beni tüm dünyadan saklıyordu. Bakışlarıyla sarılıyordu kolları.
Arkandayım diyordu nefesi, bir adım arkandayım.
İçime dolan güven hissine tutundum. Bakışlarına sıcak bir tebessüm sunduğumda iyi olduğuma ancak inanmıştı. Ellerimiz etten bir parça gibi yavaşça koptu. Bakışlarımız birbirinden ayrıldığında nerede olduğumuzun idrakını daha net anladım. Adımlarım yeniden koridoru dövmeye başladı. Sert adımlarım zemine temas ettiğinde yer titriyordu.
Ben değil onlar kaçmalıydı. Ben değil, onlar utanmalıydı. Saklanmak için hiç bir sebeb yoktu. Ben onun için bir hiçtim. Oda benim için bir hiç olmalıydı.
Sonunda işçilerin dolaplarının olduğu alana giriş yaptık. Fabrika epey büyük olduğu için mesafede epey uzaktı. Bakışlarım bir kaç saniye isimlerim üzerinde gezindi. Asuman ismini gördüğüm anda dolaba yöneldim. Kapağı açtığımda beni karşılayan sadece bir kaç eşyaydı. Birde ona ait garip bir koku. Yasemin kokuyordu. En sevdiğim çiçeklerden biriydi.
Bu koku anne kokusu muydu?
Aşina olduğum aynı zamanda yabancısı olduğum koku, beni bir fabrikanın demir dolabında öylece yakalamıştı. Ben ona daima hazırlıksız yakalanıyordum. Öylece girmişti hayatıma. İlk ve son kez. Şimdi de öylece çıkıyordu. İlk ve son kez.
İçime derince çektim kokuyu.
Yasemin çiçeği. Artık benim için Anne kokusuydu.
Onun bana bıraktığı kaçıncı darbeydi bu. Saymadım. Hayatımı gelişiyle değil, gidişiyle ele geçirmişti. Artık bu girdaptan kurtulmak mümkün değildi. Kör düğüm olmuştu hayatımız. Öyle yada böyle bir yerden dokundu hayatıma. Kayıtsız kalmamın mümkün olmadığı tek yerden.
Annelikten..
"Birileri boşaltmış. Kayda değer bir şeyde yok."dedi gök gözlü adam. Bakışlarımı dolabın içindeki eşyalardan alamadım. Bir kaç kazak, mont ve attı vardı. Dolaptan yayılan koku hepsinden baskındı. Buram buram yasemin kokuyordu. Elim gitmiyordu dokunmaya. Ayaklarım olduğu yerde çakılmıştı.
"Ben araştırırım. Biz şimdi gidelim."dedi yavaşça. Temkinli şekilde bana yaklaştı. Dolap kapağında duran elimin üzerine elini koyup kapağı kapattığında sanki geçmişimde kapandı. Oradaydı dolabın arkasında ama sanki yoktu.
"Gidelim mi?"dedi yeniden.
Dolapla olan bakışmamı bitirebilirsem gidecektik. Tüm vücudum kasılıp kalmıştı. Bir dolap kapağına öylece bakıyordum. Delirdiğimi düşünebilirdi. Belki de delirmiştim. Aklı başında kalmak bu aralar epey zordu. Ona bakmadım ama başımı sallayarak onu onayladım. "Gidelim."dedim aciz çıkan ses tonumla. Nereye gideceğimizi bile unutmuş durumdayım.
Kolumdan tutarak arkamı dönmemi sağladığında bakışlarım olduğu yerden ayrılmıştı. Sırtımı dönmüştüm işte geçmişe. Arkamda kalmıştı.
Geçmemişti. Geçmeyecekti.
Orada bir yerlerde hep beni bekleyecekti. Ama biraz durulmam gerekiyordu. Durup sakince düşünmem, aklımdaki her bir puzzle parçasını doğru yerine koymam gerekiyordu.
🪦
Yol boyunca düşünceler beynimin içini kemirip durmuştu. O kokuyu duyumsadığım andan bu yana iyi olduğum söylenemezdi.
Sessizdim. Dili kesilmiş birinin sessizliğiyle öylece akıp giden yolu seyretmiştim. Falaz kendi aracımı kullanmamı uygun bulmadığı için onunkiyle gelmiştik. Benim arabam hala o fabrikanın önündeydi.Aracı yavaş bir tempoda garaja sürdü. Uygun bir park yeri bulduğunda hemen park etti.
Araç durmuştu ama ikimizde inmemiştik. Bir müddet nefes seslerimiz dışında çıt çıkmadı. Mesai saati çoktan başladığı için etraf oldukça sessizdi. " Bu işi sadece bana bıraksan olmaz mı?"diyen sitemli sesini duyana kadar camdan dışarıya bakıyordum. Sessizliğin içinde bir çığlık gibiydi sesi. Tok, sert ve kendinden emin. Başımı yavaşça ona doğru çevirdim. Üstüme sinen sakinlik yerini koruyordu. Zihnim hala bulanık olsada, benden nasıl böyle bir şey istediğiyle ilgili ciddi bir konuşma yapmam gerekiyordu.
Kelimleri seçmekte ilk kez zorlandım. "Ben," derin bir nefesi içime çektim. Onun kokusu her yanımdaydı. Güven veren mavileri baktım doğrudan, devam etmemi bekliyordu. "O kadını hiç tanımadım. Ben üç günlükten bizi terk edip gitmiş. Beni babam, babannem ve halam büyüttü. Onu hiç bir zaman görmedim. Varlığından dahi haberim olmadı. Ta ki ormanda cesedini görene kadar. Ben o kadını fotoğrafından tanıdım. O fotoğrafı görmemiş olsaydım. Tanıyamazdım. Ben öz annemi tanıyamazdım. Bir yabancı gibi yaklaşırdım. İşimi yapar geçerdim. Araştırmazdım. Bilgi edinmezdim. Benim için her zaman yaptığım iş olarak kalırdı. Ama gerçeği öğrendiğimde en çok vicdanım acı çekerdi. Onu nasıl tanıyamadım diyerek kendimi paralardım. O kadın bana tanışmak için bir şans vermedi. Onu tanımam için, beni tanıması için hiç bir şans vermedi. Şimdi öldü. Belki pişmandır. Belkide değildir. Ama ben pişman olmak istemiyorum. Karşıma çıkmışken ne ondan nede geçmişten kaçamam. Ben onun yaptığını yapmayacağım. Tanışmak için bir şansımız olmadı ama vedalaşmak için hala bir şansımız var. Bunu elimden öylece almana asla müsade etmem. Bir daha bana bu cümleyi kurma.Karşımdaki kim olursa düşünmeden ezip geçerim. Buna sende dahil."derin bir nefes aldı. Göğsü aldığın nefesin etkisiyle inip kalktığında elalarımda gezinen bakışları benden uzaklaştı.
Bakışları bir süre dışarıda oyalandı. Sessizlik aramıza gelip kurulmuştu yeniden. Bende onun gibi camdan dışarıya baktım. Bir çok araç vardı. Zihnimde renklerine göre arabaları sıralarken, aramızdaki sessizliği bozdu. "Hadi,"dedi sadece. Tek kelime etmedi. Kabul mü etti görmezden mi geldi anlamadım.Ama beni net bir şekilde anladığının farkındayım. Bakışları bana bir saniye bile dokunmadı. Garajdan çıkıp şubeye ilerledik. Yanımızdan geçen herkesin selamına sadece kafasını eğerek karşılık verdi. Nihayet toplantı odasının önüne geldiğimizde adımlarım duraksadı. O ise durmadan koridorun sonunda kalan odasına doğru yürüdü.
Arkasından daha fazla bakmadım. Toplantı odasına girmek için kapıyı açacağım anda karşı taraftan açıldı. Berkun çatılı kaşları ve somurtkan yüzüyle karşımdaydı. "Günaydın."bakışları bir kaç saniye tüm yüzümü turladı. Çatılı kaşları gevşedi. "Günaydın."kim sinirlendirdiyse çabuk geçmişti. "Nereye gidiyorsun?"fazla mı olmuştu acaba? Ona benim hayatıma karışma derken bir anda nereye gittiğini sormam yanlış anlaşılabilirdi.
Ama o Berkundu. Gereksiz detaylarda boğulmazdı. "Bir kaç işim var. Sen geç içeriye hemen geliyorum."dedi. Yanımdan geçti ve uzaklaştı. Toplantı odasına girdiğimde gördüğüm manzara Berkunun sinirli halini açıklıyordu. Tuna ve Eren bilek güreşi yaparken Esilay Tuna nın tepesinde dikilmişti.
Elindeki peçete miydi?
Yok artık.
"Yok artık. Toplantı saatinde ne yapıyorsunuz siz?"diyerek odaya girdim. Esilay hariç kimse dönüp bakmadı. "Gel, Sumru çok şey kaçırdın."diyerek heyecanla konuştu. Kaçırdığım her bir detayı bana en ince ayrıntısına kadar anlatmayacak gibi konuşmasına, sadece göz devirdim.
"Detayları sonra anlatırsın. Berkun neden o kadar sinirliydi?"
"Aman onun her zamanki hali. Keçileri gelmiş yine."
"Ne zaman gitti ki gelsin."dedi Tuna ona katılarak. "Bunları tek tek ev arkadaşıma ileteceğimden emin olun."diyerek kışkırtmaya çalıştı Eren. Tamamen rakibinin üzerine oynadığı bir hareketti. Tuna bunu yemedi. Panik yapmadan sakin kaldığında bu duruma en çok şaşıran kişi yine Erendi. "Daha dün kediyle köpek gibiydiniz amına koyayım."dillerini birbirine sürterek delici bir ses çıkardı. Esilay olaya anında müdahale eden hemşireler gibi Tuna nın alnını elindeki peçeteyle kuruladı. " Sumru, sende benim yardımcım olsana."delirmişlerdi. Beni de delirtmeye çalışıyorlardı. Ama şu ara hiç olmadığı kadar aklıma ihtiyacım vardı.
" Az ötede oyna, kendine başka uşak bul."dedim anında. Üzerimdeki siyah kaşeyi çıkarıp koltuğa bıraktım. Çantamıda yanına koyduğumda kendimi boş sandalyeinin birine attım. Elimi başıma atarak ağrıyan şakaklarımı ovuşturdum. Bu aralar migren üzerime yapışıp kalmıştı. Başım sık aralıklarla durmadan ağarıyordu. Bazen kopacak raddeye geliyor. Bazense mideme kadar ağrısı vuruyordu. Doktora gitmeliydim.Yada düşünmeyi acilen bırakmalıydım.
Kendimde ikisi de yapmaya güç bulmadım. Başımı yavaşça önümdeki soğuk masaya yasladım. Soğuk tüm beyin hücrelerime kadar işlese ve zihnimi dondursa ne kadar güzel olurdu. Kafamın içinde cirit atan her bir donardı. Sessizlik bu aralar en yakın arkadaşımdı. Masanın üzerine yasladığım başımda bir el hissettim. Minik parmaklar şakaklarıma baskı uyguladığında burnumdan aldığım nefesi dudaklarımın arasından yavaşça bıraktım. Baskı arttıkça tüm vücuduma bir rahatlama geldi. Aldığım sakin nefeslerin etkisiyle mayışmıştım. Olduğum yerde uyumak üzere olduğumu fark ettiğimde hızla kendime geldim. Başımı yasladığım masadan ayırdım. Şakaklarıma masaj yapan Esilay bir adım geri çekilerek durdu. "Uykum geldi."dediğimde mesajı almıştı. Yanımdaki boş sandalyeyi çekerek oturdu. "İyi geldi mi?"
Gelmemesi mümkün değildi. "Geldi."dedim küçük bir tebessümle. Oda benimle birlikte küçük bir tebessüm etti. Durgunluğumun farkında oldukları için ses çıkarmadan öylece oturduk. Sessizlik zihnimin gürültüsü bastırmadı. İçimde sonu gelmeyen büyük bir kavga vardı. Adı gökyüzünü taşıyan o kadınla. Onun eşiyle, oğluyla, kendi ailemle, ekiple hatta kendimle.
Benim en büyük kavgalarım her zaman kendimle olandı. Geç kalınmışlıklara, yaşananlara, yaşanamamışlara büyük bir öfke duyuyordum. İçimdeki sonu gelmeyen gürültü, kapının açılmasıyla bastırıldı. İçeriye giren Berkun ve Talat amirle kavgaya bir son verip bir süreliğine barış sağladım. Kendimle baş başa kaldığım ilk vakitte, yeni bir kavga beni bekliyordu.
Oturup mantıkla olan biten herşeyin muhakemesini yapmam gerekiyordu. Kendi içimde kategorize etmem gereken tonla sorun vardı.
En büyük sorunsa bana bakan gök mavisi gözlerdi. Bunca derdimin arasında zihnime sızan, bana güven veren bakışları olan adam. Şu an burada değildi ama çoktan sızmıştı beynime. Kendime gelmem gereken sınırı çoktan geçtiğimi fark ettim. Durmam gerekiyordu.
Durmak istemiyordum.
"Son olaylar nedir? Toparlayabildiniz mi?"toplantı çoktan başlamıştı. Zihnimi toparlayarak konuya odaklanmaya çalıştım. Dün gittiğimiz olay yerinden bahsediliyordu. "Cinayet gecekondu mahallesinde izbe bir evde işleniyor. Cinayet tanığı yok. Adamın evinden parmak izi de çıkmadı."dedi Eren sakince. Elimizde hiç bir veri olmadan ne bulmayı bekliyorduk bende bilmiyordum. Zihnim bu kadar bulanıkken işe odaklanmakta çok zordu.
"Ölüm sebebi?"
" 4 yerinden bıçaklanmış. Bıçak darbeleri derin olduğu için tüm iç organları parlamış. Sağlam kalan hiç bir organı yok. Ölmesi sadece 3 saniye sürmüş."diye devam etti Berkun.
"Elimizde hiç bir veri yok mu? Görgü tanığı yada başka bir ip ucu?"keşke olsaydı. Ama orada gördüğümüz bir cesetten çok daha fazlasıydı.
Bir vahşete tanık olmuştuk.
"Birileri görmüşse bile kimse konuşmadı. Tek bir kişi bile çıkıp burada ne oluyor demedi."tam olarak bu olmuştu. Hiç kimsesi olamayan o genç, bir kez daha ölüme terk edilmişti. "Bu nasıl iş böyle? İnsanlar, bu kadar mı vicdan yoksunu oldu?"dedi Talat amir.
Olmuşlar, bir vahşete tanık olup sessiz kalacak kadar kaybetmişler insanlıklarını. Burunlarının dibinde öldürülen genç bir çocuğun cesedine sırt dönecek kadar merhametsiz kalmışlar. "Olmuşlar amirim. Kendi canları başkalarından tatlı geldi."küçük bir serzenişte bulundu Esilay.
" Bu kadar mı?"diye sordu Talat amir. Berkun başını sallayarak çaresizce onayladı. Elimizde hiç bir veri yoktu. Orada yaşayan insanların, vicdana gelip görgü tanıklığı yapmasına ihtiyacımız vardı. Onu da yapan yoktu.
Derin bir nefes verdim. Elimde tutuğum kalemi aşağı yukarı sallayarak zihnimin içindeki kareleri dağıttım. Böyle bir cinayet işlendi ve kimse görmedi. Bu olasılık mümkün değildi. İllaki birileri bir şeylere tanık olmuş olamlıydı. En ufak bir ses bile çıkarmadan o eve girip öylece cinayet işlemesi, fazla absürt kaçıyordu. Ve fazla şüpheli bir durumdu. "Tamam siz yinede cinayet şubeyle bağlantılı devam edin. Dosyayı tamamlayıp masama bırakın."dedi Talat amir ve ayaklandı. Odadan çıkmadan önce bakışları benim üzerimde gezindi. Başıyla dışarıyı işaret ettiğinde arkasından bende ayaklandım.
"Ben geliyorum."diyerek ekibe döndüm. Berkun başıyla onayladı. Bende baş selamı vererek odadan çıktım. Talat amirin odasına doğru yürürken Savcının odasının önünden geçtim. Koridorun sağında kalan Talat amirin odasının kapısını çalarak açtığımda, karşımda Falaz'ı gördüm. Kendi koltuğuna oturan Talat amirin tam karşındaki koltukta oturmuş, kapıdan içeriye giren bana bakıyordu. Bakışları beni gördüğü anda değişti. Sert ifadesi bir kabuk gibi çatladı. Kaşları yavaşça havalanıp alçaldığında burada ne aradığımı sorguluyordu.
"Gel Sumru. Sende otur şöyle."diyerek eliyle Falaz'ın karşındaki koltuğu gösterdi. Karşısına oturduğumda bende olan bakışları yavaşça Talat amire döndü. Bir şeyleri anlamaya çalışan havası burda olamamı beklemediği kadar açıktı.
"Sumru'nun burada ne işi var?"en az ifadesi kadar ses tonuda sertti. Sorgulayan hali gitmiş, yerini öfke dolu bakışları almıştı. Burada olmamdan neden bu kadar rahatsız olmuştu? Konunun ne olduğu bile bilmiyordum. " Sizi dinliyorum Amirim."dedim Falaz'ın bakışları anında bana döndü. Gök mavileri kısılarak gerildi. Ne söylemem korkuyordu?
Falaz boğazını temizleyerek dikkatleri üzerine topladı, bakışlarını benden ayırmadan "Bize biraz izin ver Sumru."dedi. Dilinden dökülen ismime baskı uyguladı. "Savcım, bu konuşma onuda ilgilendiriyor."araya giren Talat amir isteğine karşı çıkarak yerinde doğruldu. Ne konuşacağımı bilmemek istemsiz şekilde tüm vücudumu gerdi. Bakışlarım bıkkın nefesler alan adamdan Talat Amire çevrildi. "Asuman Taşkın dosyasına Falaz Savcının baktığını biliyorsun. Hatta ona yardım ediyorsun. Dosya üzerinde birlikte ilerliyorsunuz."Olduğum yerde kalmam sadece bir saniye sürdü. Şaşırmadım desem yalan oldurdu. Beni bu kadar iyi tanıyan abime haksızlık etmiştim. Bunu anlamasının uzun sürmeyeceğini hesap etmeliydim. Oturduğum yerde eğilip bükülmeden dik durarak gözlerine baktım. "Evet amirim. Doğru."kendimi hiç bir şekilde savunmadım, olabildiğim en dürüst hakimle karşısındaydım. Yalan söylemekten nefret etsemde, söylediğim anda beni yakalamak kadar beni tanıyordu. Güvenini yıkmaktansa dürüst olup azarımı yerdim.
Bu işin peşine düşeceğimi en iyi o bilirdi.
"Bana neden söylemedin kızım. Hadi ekipten sakladın. Sebebini az çok tahmin ediyorum. Benden neden saklandın?"dediğinde söyleyecek tek kelimem yoktu. Çünkü; sakladığım insan sayısı oldukça fazlaydı. Öğrendiklerinde kendimi bu işin içine attığım için ilk babamdan, sonra da ekipten sıkı bir azar yiyecektim.
İlk azarım Talat amire kısmet olmuştu. "Kızmak bir yana bu işin peşine düşeceğini daha ilk günden akıl etmeliydim. Burnunun dikine gitmekten ne zaman vazgeçeceksin? Hadi gittin diyelim. Gelip neden bana söylemedin?"haklıydı. Söyelediği her kelimede sonuna kadar haklıydı. Ama ona elimden sadece bu geliyor demek boğazıma yeni bir düğüm ekleyecekti. Mezar taşına bakarken vicdanım rahat olsun demek beni bin yerinden yaralacaktı. Bu yüzden saklamıştım hepsinden. Bana acıyan gözlerle bakmamaları için..
Bana dikteyle bakan adamın karşısında susmakta şu an çözüm değildi. "Amirim ben, bunları kimseyle konuşmak istemedim. Bu en başından benim meselemdi. Kimse karışsın beni uzak tutmaya çalışsın istemiyorum. Sizden de ekipten de bu yüzden sakladım."dedim. Yalan değildi. Saklamakta ki en büyük sebebim bu olabilirdi. El birliğiyle beni vazgeçirmeye çalışacak olmaları. " Başını belaya sokamana alkış tutmamızı mı beklerdin? Bak kızım, bu işin sonunun nereye ulaşacağı belli değil. Ne bir kamera kaydı, görgü tanığı nede başka bir ip ucu elinde hiç bir veri olmadan öylece bu davaya dalamazsın. Bunu benden önce Savcımızın söylemesi gerekiyordu." Falaz'ı iğnelemekten de geri kalmadı. Falaz bu noktada sessiz kalmadı. Sert bakışlarının hedefine Talat amiri alarak konuşmaya başladı.
"Benim tüm bunları ona söylemediğimi size düşündüren nedir? İnadını benden daha iyi biliyorsanız en başından uyarsaydınız. Davanın detaylarına dahil olmadan önce çekip konuşmanız gerekiyordu. Tüm detayları öğrendikten sonra değil."dedi Falaz en sert tavrıyla. Talat amir kaşları çatılmış şekilde bana baktı. Savcının haklı olduğunun farkındaydı. Onu suçlaması da en başından yersizdi. Burnunun dikine giden bendim, bu azarı ben yemiliydim ama tek başıma. Falaz karşımda oturuyorken değil.
" Ben kızımı tanırım. Hemde çok iyi tanırım. Ama bu kez beni de yanılttı. Bu kadar ileriye gideceğini kestiremedim."Savcıya söylüyordu ama bakışları benim üzerimdeydi. Gözlerinde gördüğüm derin çukur beni içine çekiyordu. Bakışlarına yansıyan hüzün içimi acıttı. Bana güveniyordu, onu hayal kırıklığına uğratmış olmak benim seçimimdi. Herkesin tepkisini bilerek girmiştim bu işe. Sonuçlarına katlamaktan kaçamazdım. "Dava da yer almak istemesi haklı bir istekti. Bu onun kavgası, araya kimsenin girmesini istememesi de onun tercihi."Falaz'ın beni Amirime karşı savunmasını beklemiyordum.
Seni tüm dünyadan saklarım derken en sevdiklerimi de mi kast etmişti? Şaşırmak yerine minnetle gözlerine baktım. Bu aralar anlaşılmaya ihtiyacım vardı. Beni sorgusuzca anlayan birilerinin olması büyük bir nimetti. "Benim niyetim ona engel olmak değil, yanında olmak. Ama bunu kızım bile anlamadıysa, başkasının anlamasını bekleyemem."dediği anda boğazım bir yumru çöreklendi. Bana herseyden öte kızım demesi bile benim için çok özeldi. Aramızdaki bağ kimsenin anlayamayacağı kadar derindi. Manevi olarak bana az babalık yapmamıştı. Şimdi onu böylesine hayal kırılığına uğramış görmek içimdeki hüznü ayaklandırdı. "Bunu siz baş başa konuşun."Falaz ayaklanarak odadan çıktı. Onun çıkmasıyla aramıza derin bir sessizlik girdi.
Talat amir oturduğu yerden kalkarak camın önüne doğru yürüdü. " 22 yaşındaydın seninle ilk tanıştığımızda. Seni ilk gördüğümde anlamıştım buralara kadar geleceğini. Karşımda zehir gibi bir kız vardı. Ondan aksini bekleyemezdim. Her zaman asiydin, burnunun dikine gitmeye bayılırdın. Ele avuca sığmazdın. Bazen seninle nasıl baş edeceğimi düşünürdüm. Diline geleni söylerdin. Kaçmazdın. Cesurdun. O yaşta bu kadar deli baş olup, bu kadar cesur olman gözümü korkutmuştu. Seni bu ekibin içinde nasıl tutacağımı çok düşündüm. Ama Berkun baskın bir karakter olunca işim çokta zor olmadı. Onun seni yola getireceğini daha tanıştığınız ilk gün anlamıştım. Dostluğunuz bazen benim bile imreneceğim boyuta geldi. Gerçek bir aile oldunuz. Olduk. Ama bu ailede ben bir seni koruyamadım. Bir sana geçmedi sözüm. Hep burnunun dikine gitmeye devam ettin. Bildiğini okumaktan geri durmadın. Durma da zaten. Ben seni böyle tanıdım, böyle sevdim. Ama bu son olanlar benim kızıma yakışmadı. Ekipten saklamanı anlarım. Babandan saklamanı da peki ya benden? Benden neden sakladın? Neden anlatmadın?"yutkundum. Boğazımdaki yumru canımı daha çok yaktı. Babamdan sakladığımı bile anlamıştı.
"Amirim ben-"
"Baba, etrafta kimse yokken bana hep baba derdin."
"Baba, özür dilerim. Niyetim senden, sizden saklamak değildi. Neyle karşılaşacağımı bende bilmiyordum. Birde sizi tedirgin edip benim için endişelenmenizi istemedim. Gelip sana söylecektim. Babamla olan arkadaşlığınız malum. Ona söylemenden korktum."dediğimde kaşları çatıldı.
"Senin için endişelenmeyip ne yapacaktık. Aferin Sumru ne güzel sakladın bizden mi diyecektik? Derman konusunda da haksızsın. Senin istemediğin hiç bir şey olmazdı. Keşke bana anlatsaydın. Bu yükü tek başına sırtlanmana asla izin vermezdim."yumru giderek büyüdü. Oturduğum yerden ayağa kalkıp karşısına geçtim. "Biliyorum, asla izin vermezdin. Ama ben artık 22 yaşındaki o toy kız değilim. Büyüdüm. Yüzleşmem gereken geçmişten kaçmak bana yakışmazdı. Bazı yükler ağırdır, paylaşamazsın."
dediğimde bakışlarında ufak bir yumuşama oldu.
"Yine de bana gelseydin. Elini uzatıp yüklerimi paylaş deseydin. Ben seni sıkı sıkı tutar bırakmazdım. Düşmene izin vermezdim."
"Baba, beni ağlatmaya mı çalışıyorsun?dediğimde hafifçe güldü. Buruk bir gülümsemeydi.
"Hayır, sahip çıkmaya, seni ayakta tutmaya çalışıyorum. Artık benden bir şey saklamayacaksın.Bu kez fena bozuşuruz haberin olsun."dediğinde bende gülümsedim. Bana kızgın kalma süresi bu kadardı. Ama kırgın yanını onarmak biraz zaman alacaktı. Onu da hallederdik. Kollarını iki yana açarak beni qqçağırdığında hiç düşünmeden boynuna sarıldım. Bir baba edasıyla sırtımı sıvazladı. "Ben buradayım, her ne olursa olsun. Benim kapımı çalmaktan çekinme."kollarımı daha sıkı sararak sarılmaya devam ettim. Ellerini saçlarımda hissettiğimde kendi babama sarılıyor gibiydim.
Aynı hareketi istemsiz babamda yapardı. Sarılırken saçlarımı okşardı. Kollarından, ellerinden akan şefkati yüreğime ılık bir serinlik verirdi.
Kolları baba gibi saran bu adam benim yaslandığım ikinci çınardı. Düşsem kaldırır, sendelesem elimden tutardı. Bana olan sevgileri, onlara olan sevgim o kadar güçlüydü ki, bu gücü hiç bir gerçeğin yıkamayacağını düşünürdüm.
Yanıldığımı anlamam çok acı oldu.
Gerçekler üzerime yıkılmak için kapımda bekliyordu..
🪦
Gecenin zifiri karanlığına, topuklu botumdan çıkan sert ve tok ses eşlik ediyor. Adımlarım kendimden emin, omuzlarım dik. Yürüdüğüm yoldan köşeyi döndüm. Karşıma çıkan çocuk parkına bir an gülümsemek istedim ama hiç o havamda olmadığımdan, yüzümde tek bir mimik oynamadı. İfadem oldukça ciddi, bakışlarımsa sertti.İçinde bulunduğum duruma Berkun dan öğrendiğim bir kaç küfürü savurmak istesem de kendime engel oldum.
Etraf oldukça sessizdi. Seçtiği çocuk parkı İstanbul'un en ücra köşesinde olduğu için ıssız olmasını yadırgamadım. Tok adımlarım karşıdan karşıya geçerken hızlı hareket etti. Karşıya geçtiğimde bomboş parkta gözlerimi gezdirdim. Tek bir insan yoktu. Boş, sessiz ve karanlık. Bu durumda ürmem gerekirdi ama aksine, gecenin karanlığına sığınmayı severdim. Boş banklardan birine oturdum. Hava epey soğuktu, buz tutan ellerimi ceplerime koydum ve sırtımı arkaya yasladım.
Talat babayla konuşmamızdan sonra ekiple biraz çalışmıştık. Mesai çıkışını geç yaptığımız için dikkatleri üzerime çekmeden Esilayı evine bırakıp, bana atılan konuma gelmiştim. İstanbul'un en ücra parkına gelmek için bir saat yol tepmiş olsam da değeceğini düşünüyorum. Buraya boşu boşuna gelmedim. Biliyorum, hissediyorum. İçten içe beni kemiren o his buraya gelememi fısıldamıştı.
Ve işte buradayım.
Gecenin 23.00 de karanlık ve tekinsiz bir park köşesinde, boş bir banka oturmuş, kaderin beni nereye sürükleyeceğini bekliyorum. Garip ama içimde oluşan hisler hiçte iyiye işaret değiller. Onun öldüğü günde aynı bu şekilde önünü almadığım tekinsiz bir hissin pençesindeydim. Anlamamıştım. Onu görene kadar başıma neyin geleceğini kestirememiştim. Bugünde aynı hislerle kuşatılmış olmam tesadüf olmazdı. Beni buraya sürükleyen bu garip hislerdi.
O hislere güveniyor olmaksa,beni dibe çeken tek duyguydu.
Boş parkta yankılanan adım seslerini işittiğimde olduğum yerde dikleştim. Bedenimi dik bir pozisyona getirerek, ifadesiz bakışlarımı kuşandım. Gözlerim karşıya baksada bana doğru gelen adamı anında fark etti. "İlk buluşma için ideal bir seçenek. Burayı çok mu düşündün?"sesim ıssız parkta yayılıp yeniden bana döndü. Adım sesleri duraksadığında ona bakmak için sağa doğru hafifçe döndüm. 20 lerin başında esmer uzun boylu, gayet fit bir gençti beni karşılayan. Saçları esen rüzgarın etkisiyle dağılmıştı. Üzerindeki kabanın ceplerinde olan ellerini çıkardı. Alnına dökülmüş saçlarını eliyle geriye itekledi. Bunu yaparken beni süzmeye devam ediyordu.
Göz temasımızı koparmadan bana doğru yürüdü. Tam karşıma geldiğindeyse elini uzatmak gibi bir gaflete düştü. Bu duruma gülmek isteyen yanımı baskıladım."İş görüşmesinde değiliz. Rahat olabilirsin."gözlerimle bankın boş yanını gösterdim. Elini tutmadığım için bozulan ifadesiyle bankta yanıma oturdu. Gözlerim onun bıraktığı boşlukta salınmaya devam etti. O ise meraklı bir çocuktu. Beni süzen bakışları uzun süreli işine devam etti. Ses çıkarmadan beni analiz etmesine izin verdim. "Gerçekten o kadının öz kızı mısın?"diye sordu meraklı bir tavırla. Bakışlarım hemen yanımda oturan çocuğa döndü. "Evet öyleyim."dedim keskin bir tınıda.
Yutkundu. "Bunu bizden neden sakladı. Senin bizden haberin var mıydı?"buraya istediği cevapları almaya gelmişti.Ona istediğini vermeden önce benim ondan almam gereken yanıtlar vardı. İlkiyle başladım. " Neden nefret ettiğin kadın hakkında bilgi edinmek istiyorsun? Sana onun hakkında bildiklerini anlat dediğimde bununla ilgilenmedin. Öz kızı olduğumu söylediğim gibi görüşmeyi kabul ettin. Neden?"
Bakışlarını kaçırdı. Sırtını banka yasladığında göz temasımız tamamen kesildi. " Gerçekten öz kızı olup olmadığını merak ettim. Ben meraklı biriyimdir."dedi kendisiyle ilgili en önemli bilgiyi paylaşır gibi. "O kadın hakkında konuşmak istemiyordum.Kızı olduğunu söylediğinde ilgimi çekmeyi başardın. Benimle konuşmak için bu bilgiyi ifşa ettiğini ikimizde biliyoruz. Sen istediğin cevapları almak için buradasın. Bende istediğim cevapları almak için buradayım."Zeki insanlar her zaman ilgi alanıma girerdi. Bu çocuk bir sıfır önde başlamıştı.
Bakışlarıma kayıtsız kalamadan yeniden bana döndü. Koyu kahve gözleri tüm yüzümü taradı. "Seni bizden sakladığına göre, bizi de senden sakladı değil mi?"tespitleri nokta atışı yapıyordu. Küçük bir nefes aldım. İçime çöreklenmiş ağır hissi dağıtmak için odağımı onda tuttum. Sessizliğimi evet olarak algıladı ve yüzü geniş bir gülümsemeye ev sahipliği yaptı. "Asuman hanım hiç şaşırtmıyor. Her zaman gizimli bir kadındı. Ama altından bu kadar derin bir hikaye çıkacağını ben bile tahmin etmezdim."dedi. Derin bir nefesi havaya doğru üfledi. Keyfi yerine gelmiş gibi gülümseyip duruyordu. " Biliyor musun çok benziyorsunuz. Dış görünüşünüz bir yana, mimiklerin bile benziyor."dediğinde yutkunamadım. Boğazımdan akıp geçen yakıcı bir ateş vardı. Derin nefesler alarak bunu bastırmaya çalıştım. Yüzümü ona karşı ifadesiz tutmaya özen göstersem de içten içe tüm tepkilerimi biliyor gibiydi.
Beni çözmüş gibi bakıyordu.
"Gözlem yeteneklerim seni şaşırttı mı? Genelde insanları şaşırtmayı severim."ukala tavrı canımı sıkmaya başlamıştı. "Her zaman bu kadar çok mu konuşursun? Yoksa genetik mi?"yüzündeki ukala gülümseme küçüldü. "Seni sevdim."dedi bir anda. Kaşlarım istemsizce çatıldı. Bakışlarım ne çeşit bir manyak olduğunu algılamak istercesine yüzünde gezindi. Sinirlenmeye başladığımı hissettiğim anda engel olmak için dudağımın sol köşesini havaya kaldırdım. Bu ufak tebessüm biraz tehditkâr birazda alaycıydı. Yüzüdeki ukala gülümsemesi tuzla buz oldu.
"Buraya beni sevmen için gelmedik. Anlat bakalım, o kadınla nasıl tanıştın. Babanla nasıl evlendiler?"
Şaşkın bakışları elalarımı turladı. "Sen gerçekten hiç bir şey bilmiyorsun?"dedi. Yüz ifadesi ve mimikleri oldukça dürüsttü. Tepkisini umursamadım. "Dinliyorum."dediğimde kendine gelmeyi başardı.
Genzini yalancı bir öksürükle temizledikten sonra bakışlarını boş parkta gezdirdi. "O kadın annem öldükten bir ay sonra ortaya çıktı. Babam, zaten o kadınla aldatıyormuş annemi. Annem ölüm döşeğinde yatarken, babam o kadınla gününü gün ediyormuş."dişlerini kırarcasına sıktı. Ellerini yumruk yapmış sıkıyordu. "Anemden sonra acele şekilde evlendiler. Kadın hiç vakit kaybetmeden evimize taşındı. Babamla aynı fabrikada çalışıyormuş. Ben bunların hepsini çok sonradan öğrendim. O zamanlar çocuktum. Ama etrafımdaki herşeyin farkındaydım. Çocukta olsam annemden sonra o kadının eve gelmesini hiç istemedim. Babama defalarca karşı çıktım. Evden kaçtım, sokaklarda kaldım. Babam bir şekilde beni bulup eve getirdi. O kadında endişelenmiş gibi yapar, babamın gözüne girerdi."derin bir nefesi kesik kesik soludu. Taşıdığı yara ağır gelmiş omuzlarını düşürmüştü.
"Sana nasıl davranırdı?"
Bakışları karanlık gecede gezindi. "Tuhaf ama sakin biriydi. Bana hiç bir zaman annelik taslamadı.Bir abla gibi yaklaştı. Ama kapalı bir kutuydu. Hakkında çok fazla bir şey bilmiyorduk. Oda çok konuşmazdı zaten. Gözlerinde hep bir hüzün vardı, bazen dalar giderdi. Anlamazdım. Şimdi anlıyorum.."derken bakışları beni buldu. Senin yüzünden demek istedi ama sözlerini yuttu. Kafam daha çok karışıyordu. Ona annelik taslamamış mıydı? O zaman benden neden kaçmıştı?
"Son zamanlarda ruh hali nasıldı?"babası onu aldattığını söylemişti. Madem bu kadar iyi gözlemciydi bunu da çözmüş olmalıydı. Bir müddet sustu. Zihninde onun son hallerini canlandırmaya çalışıyor gibiydi.
"Durgundu. Fazla sessizdi. Babamla sürekli kavga ettiklerini hatırlıyorum. Muhtemelen babam onu aldattığını öğrendi. Bu yüzden kavga ediyorlardı."göğsümdeki ağırlığa bir taş daha koyuldu. Kalbim kan ravan içinde sızlıyordu.
"Şaşırmadın?"
"Sen hangi cevaplar için burdasın?"dedim sözlerinden kaçmak için. Bir adım dahi atamadan beni yakaladı. "Ben tüm cevaplarımı aldım. Sıra sende.."dedi. Üzerindeki montun cebine uzanan elini takip ettim. Beyaz bir kağıt çıkardı. Bana doğru uzattığı kağıda baktım. "Bu ne ?"derken bakışlarım gözlerini buldu. "Aradığın tüm cevaplar."dedi sakince. Hangi cevabı aradığımı biliyormuş gibi kendinden emindi. Kağıdı daha fazla düşünmeden elinden aldım. Dörde katlanmış kâğıdı yavaşça açtım. "O kadın, üzülmeye değer biri değildi. Bir tek bu konuda benzemiyorsunuz sanırım. O kötü biriydi. Ama sen değilsin.Bu yüzden fazla üzülme, değmez."oturduğu banktan ayaklandı.
"Tam benim tipimsin aslında ama yasaklı bölgedesin be güzelim. Takıldığın bir yer olursa ara."elini kulağına götürerek arama işareti yaptı. Ardından iki elini alnına yaslayarak küçük bir selam verdi. "Görüşürüz güzelim."dedi ve gitti. Gecenin zifiri karanlığı onu yutmakta gecikmedi. Silüeti giderek silikleştiğinde bakışlarımı ondan çekerek elimdeki kâğıda baktım.
Derin bir nefes aldım.
Bakışlarım satırların arasında gidip gelmeye başladı.
Kağıda mürekkep izi bırakan yazı, fazla tanıdıktı. Boğazıma çöreklenen yumruyu yutkunmaya çalıştım.
Derman,
Biliyorum bu mektubu aldığında yıllar sonra nereden çıktığımı sorgulayacaksın. Ama ben artık yapamıyorum. Bu vicdan yükü omuzlarıma ağır geliyor, kaldıramıyorum. Yüküm öyle ağır ki, altında ezilmekten nefes alamaz oldum.
Tükendim ben artık..
Bugün o adam çıkıp geldi. Sumru'nun öz babası. Kızımın yaşadığını öğrenmiş, bunca yıl sonra karşıma geçip kızımın nerede olduğunu sordu. Bilmediğimi söyledim ama inanmadı. Bu işin peşini bırakmayacak. Sumruyu bulmadan asla durmayacak. Onu sakla Derman.. Kızımı o adamdan koru, kurtar..
Yapacağını biliyorum. Çünkü onun asıl babası her zaman sendin. Öz olmazsan da Sumru baba olarak seni seçti. Bende kızım sana emanet ettim. Babası olarak onu her zaman koruyacağını biliyorum. Kızımı o adamdan uzak tut. Ben onun tertemiz bir geleceği olsun diye bıraktım. Benim gibi bataklığa batsın diye değil. Varsın beni kötü bilsin, ama yaşasın.. Benim yaşayamadığım hayatı o doyasıya yaşasın. Senin yanında özgür bir kuş olarak yaşasın.
Benim bataklığım, dikenlerim ona yalnızca zarar verirdi. Sen ona tertemiz bir gelecek verdin. Senin yanında mutlu ve huzurlu bir hayatı oldu. Emanetime hep gözün gibi baktın. Şimdi de onu koru olur mu?
O adamdan kızımı koru. Uzak tut.
Hiç bir şey anlatma ona bilmesin. Annesini kötü bilsin, onu terk ettiğimi düşünsün. Onu onun için bıraktığımı bilmesin. Yıkılır Derman, kızım yerle bir olur.
Bu zamana kadar seni öz babası bildi. Bundan sonra da öyle olacak. Gerçekleri ona anlatma. Yalnızca o adamdan koru. Sumruya yaklaşmasın. Kötülüğünü benim kızıma bulaştırmasın.
Onun babası hep sendin, sen olarak kal..
Hoşça
Kal.
Asuman..
Okuduğum her bir satır, zihnimin puslu yanını zifiri siyaha boyadı. Yer ayaklarımın altından kayarcasına sarsıldı. Sarsılan sadece yer değil dünyamdı. Benim dünyam sarsılıp başıma yıkılıyordu. Altında kalıyordum yıkıntının. Aldığım nefes tüm hücrelerimi sızlattı. Elimdeki kağıt yeri boyladığında uzanıp almadım. Ellerim de dahil tüm bedenim zangır zangır titriyordu.
Son bir güçle ayağa kalkmaya çalıştım. Zihnimin duvarlarında aynı kelimeler yankı yapıyordu.
Bugün o adam çıkıp geldi. Sumru'nun öz babası.
Çünkü onun asıl babası her zaman sendin.
Öz olmasa da Sumru baba olarak seni seçti.
Ben onu tertemiz bir geleceği olsun diye bıraktım.
Annesini kötü bilsin. Onu terk ettiğimi düşünsün.
Onun için onu bıraktığımı bilmesin.
Kızım yıkılır Derman, yerle bir olur.
Yerle bir olmuştum. Okuduğum her satırda etimden et çekilircesine yerle bir olmuştum. "Sumru, Sumru?"uzaktan çok uzaktan biri bana sesleniyordu. Dünya dönüyordu. Ben dünyayla birlikte dönüyordum. Gözlerim artık puslu görmeye başladığı noktada sendeledim. Ayaklarım bir adım daha atmadan olduğum yerde sallandım. Düşmek üzerdeyken bir el beni sıkıca yakaladı. Puslu gözlerim zifiri karanlıkta parlayan bir çift gök mavisine tutundu. Beni sıkıca sarmış elleri bedenimi şiddetle kendisine çekti. Başım göğsüne çarptığında, durdum. Kokusu genzimden içeriye sızarak, beni anda tutmaya çabaladı.
"Sumru?"
Sesi beynimin içinde yankılandı. Cevap verecek gücü kendimde bulamadım. Ayaklarım bedenimi taşımayı reddettiğinde, gücümü beni tutan kollara doğru bıraktım. "Sumru!"panik dalgası tüm bedenine yayılmış gibiydi. Beni tutan kolları bedenimi yukarıya kaldırdı. Başımı göğsünden çekmeye çalıştı ama izin vermedim. Bir kez daha sordu. "Sumru?"
Ona söyleyecek tek kelimem yoktu. Zihnim kırık bir ayna gibi paramparça olmuştu. Kaç parçaya bölündüğünü ben bile hesaplayamamıştım. Tek bir kelime yankılanıyordu kafamın içinde.
Bitti, yolun sonuna geldin Sumru. Artık gerçekten diptesin.
"Bitti."dedim kafamın içindeki sese kulak vererek. "Bitti."yeniden tekrar ettim. "Ne bitti? Bak bana ne bitti."ısrarla bedenimi geri çekmeye çalıştı. Bir noktada direnmeyi bırakıp pes ettim. Bakışları elalarıma düştüğünde gözlerinde kırılmış cam parçalarını net şekilde gördüm. Oda gördü.
Paramparça olduğumu oda gördü.
Ne kadar dipte olduğumun artık oda farkındaydı. Yarlarım ağır basarak beni en dibe çekmişti. Güvendiğim herkes, her şey ayrılmış bin bir parçamın kırıklarıyla doluydu. Acıyı yutkunmakta ilk kez zorlandım. Boğazıma batan cam parçaları derimi yüzercesine battı canıma. "Bitti."dedim yeniden.
Dipteyim artık. En dipte.
Yaralarımın en dibinde. Acılarımın en sonunda.
Bitti.
🪦
Umarım severek ve beğenerek okuduğunuz bir bölüm olmuştur.
Kafanızın içindeki soruları aşağıya bekliyorum.
Ortalık bir tık karıştı farkındayım. Ama çözeceğiz.
Her sır mezara gitmez. Derman'ın sırrıda elbet ortaya dökülecekti. Bakalım bu sırla Sumru neler yapacak?
Destek hatlarımızı hatırlatayım..
Instagram; Bulmacaustaları
Tiktok; Bulmaca.ustalarr
X; SEMYY8
Yıldıza basmadan bölümden ayrılmayın.. Beni takip etmeyi, arkadaşlarınıza önermeyi. Destek hatlarımdan bilgi almayı da unutmayın.
Diğer bölüme kadar kendinize iyi bakın..
-Sevgiler
-Semyy8
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.99k Okunma |
374 Oy |
0 Takip |
16 Bölümlü Kitap |