
Merhaba Dostlar.
Yeni bir bölümle burdayım.
Olayları toparladık. Bir sonuca bağladık. Kah üzüldük kah ağladık. Ama işte buradayız. Hepte burda olamayada devam edeceğiz.
Siz okuduğunuz sürece Bulmaca Ustaları sizin için var olmaya devam edecekler.
Beğeni ve yorum yapanlara çok teşekkür ederim.
Okuduğu halde beğenmeden ve yorum yapmadan geçen arkadaşlar Lütfen Emeklerimi Görmezden Gelmeyin! Sizler için en hızlı şekilde bölüm yazıp yayınlıyorum. Lütfen buna saygı duyalım.
Biraz mola verip güzel ve eğlenceli bölüm okumak için ekranı aşağıya kaydırın.
Bana doğrudan ulaşabileceğiniz hesaplarım.
Tiktok; Semyy8
İnstagram; Bulmacaustalar
Twitter; Semyy8
Paylaştığım alıntıları ve bölümlerden haberdar olmak için hesaplarımı takip edebilirsiniz.
Keyifle okuyun..
Duman- Kolay Değil
Sertap Erener - Tek Başıma
Can Bonomo - Güneş
Almora - Rüzgarın Kızı
Fikret Kızılok - Bu Kalp Seni Unutur Mu
Yonca Lodi - Düştüysek Kalkarız
Nil Karaibrahimgil - Ben Buraya Çıplak Geldim
Şahin Kendirci - Adana’ya Gel Gidek
Sumru Eryavuz
Acıya dayanacak kadar güçlü olabilirim. Ama bu acı çekmeyi hak ettiğim anlamına gelmez..
Tom Robbins..
Ölmenin en basit yolu. Birinin zihninde ölmektir. Yaşamının en basit yolu. Birinin kalbine kök salmaktır. Ancak o zaman sonsuza dek yaşarsın. Kök saldığımız kalplerin yaşamlarında var olmak, hayatın akışında var olmakla eş değerdir. Yaşamın en iyi yanı hayatın akışında da var olabilmektir.
Dokunduğum toprağın altında yatan küçük beden şimdi annesine kavuşmanın huzurunda, nefes almadan yatan diğer beden kızına özlemin sonundaydı. Kavuşmaların en güzeli, ölümlerin en acısı onların ki. Yaşamın en başı. Ölmenin en sonu..
"Bu kadar kolay mı? Bir kadının hayatını yakmak. Doğmamış bir bebeğin günahına girmek bu kadar kolay mı?"dedi hemen yanı başımda cesede bakan Eren. Elindeki fotoğraf makinası bugün kullanmamıştı. Hiç birimiz bu kadına bakmayı kendimizde hak görmedik. Onu daha önce bulmalıydık. Bu kadar dağılmadan bu kadar kırılmadan önce.
"Çok zor. Yaşadığı her şey çok zor."Esilay Tuna'nın koluna girmiş ayakta kalmaya çalışıyordu. Mezarlığa girdiğimiz andan bu yana yeniden ağlamaya başlamıştı. Göz yaşları akmayana kadar ağlamaya kararlı görünüyordu. Gözleri ve yanakları kızarmış şiş gözleriyle dünyayı görmeye çalışıyordu. Tuna ona ayak uydurmaktan son anda vazgeçmişti. Ağlamadan durabilmesi bir mucizeydi. Eren ve Berkun ise mezarlığa girdiğimizde, gözleri dolar gibi olsada kendilerini sıkarak dizginlediler. Bende ağlamanın eşiğinden son anda dönmüştüm.
Yaşlar boğazıma kadar tırmansada son anda kendimi frenlemeyi başardım.
Mezarlığa girdiğimiz andan bu yana ağıtlarla ağlayan ailesi, perişan şekilde buradan uzaklaştırılmıştı. Onlar içinde zordu, evlat kaybetmenin acısı yüreklerini yakmıştı. Mercanın çektiği acıların yanında bir hiç olsada üzülmeden edememiştim. İnsan ölümü ancak başına geldiğinde kabulleniyor. Yaşamak için verdiğimiz mücadele, her nefes alışımız bizi eninde sonunda ölümün kollarına bırakıyor. Yaşamının bile nankörü olan insanoğlu ölümü hep erteliyor. Yok sayıyor, görmezden geliyor.
Oysa yaşam kadar ölümde katidir.
Cesedin yanına çöken bedenim, biraz ileriden bize doğru gelen adamla ayaklandı. Mezara doğru yalpalayarak gelen adama baktım. Perişan haldeydi, attığı adımlar tökezliyor, arada sendeleyerek yürüyordu. Düşmeden mezarın başına geldiğinde benim gibi ekipte dikkatle ona baktı. "Özür dilerim kızım. Annenden de senden de çok özür dilerim.Affedin beni ne olur. Elifim affet beni."mezar taşına sarılarak ağlamaya başladı. Yaktığı ağıtları sadece biz değil tüm mezarlık duyuyordu. İç çeke çeke bir çocuk gibi ağlayan adam, vicdanın sırtına bindirdiği yükü kaldıramıyor, ezilerek yok oluyordu. Mezar taşını öyle sıkı sardı ki, ellerinin bembeyaz olduğunu görebiliyordum. Sanki kızına sarılıyordu içini döküyordu ona. "Elif affet beni!"
"Öyle affet demekle olmuyor o işler."hemen sağ yanımda hırsla konuşan Tunaya uyarıcı bir bakış attım. Çocuk gibi kavga çıkarmaya yer arıyordu. "Bir sus be oğlum."
"İyi misiniz."mezara sarılmış ağlayan adamın yanına eğildim. "B-be-ben iyi değilim.Karım, kızım benim yüzümden öldürler."
"Benim yüzümden kızım bu mezarda yatıyor. Mercan benim yüzümden intihar etti. Hepsi benim suçum. Eğe- eğer onlara sahip çıkabilseydim. Bugün bunları yaşamazdık."hıçkırıkları artarak çoğaldı. Göz yaşlarından ıslanan yüzünde ıstırabın en büyüğü vardı. Canı çekilmiş gibi olduğu yere yığıldı. Alnını toprağa yaslayarak ağlamaya devam etti. Bir babanın, eşin ağıdına şahit olduk. Pişman bir adamın ailesi için elinden geleni yapmadığına şahit olduk. Biz bu mezarın başında bir çok acıya şahit olduk. Hiçbiri de Mercanın acısına denk düşmedi. Hiç bir acı onunki kadar yakmadı içimizi. Hayatına son vermiş olması çektiği acıları da yanında götürmüyordu. Geride kalanlar o acıdan en büyük payı alıyorlardı.
"Elif, güzel kızım. Dünya gözüyle görmeden gittin. Annen seninle ilgili o kadar hayal kurdu ki,hiç birini gerçek kılamadan ayrıldın bizden. Annen bu dünyada gördüğüm en iyi insandı. O asla kötü olamaz. Mercanım bu dünyadan tertemiz ayrıldı. O kirli olamaz."haykırışlarına karışan acı, toprak altında yatanı da incitti. Elif babasının neler yaptığını görseydi, anlasaydı babasını bugün affeder miydi? Hiç bir evlat babasının annesine bu yaptıklarını affedemezdi. Eminim Elifte affetmezdi. Bu adamı en çok kıranda buydu. Elifinde onu asla affetmeyecek olması. Bu vidan yüküyle yaşayacak olmasıydı boynunu böyle büken..
Vicdan öyle yürekli bir mahkeme ki, orada yargılanan insanlar acının yetmiş kat dibine gömülüyor. Geriye de böyle ağıtlara karışan haykırışları kalıyor. Ne acı ki bu saatten sonra bu haykırışlarda bir fayda etmiyor.
"Size çıkışa kadar yardımcı olalım."dedi Tuna. Adam başını iki yana sallayarak bunu reddetti.
"Gidemem.Buradan ayrılamam. Çok yalnız kaldılar. Yalnızlık çok korkutucu. Benim kızım çok korkar. Mercan karanlıktan hoşlanmaz. Onları yalnız bırakamam ben, olmaz."kendi kendine sayıklarcasına konuştu. Kafası bedenini taşıyamıyor ara sıra önüne düşüyordu. Yalnız ve çaresiz bu adamın bu yakarışları boş mezarlıkta yankılanıyor, üzerimize bir çok göz çekiyordu.
"Burda olmanız yanlış. Mercan hanımın naşı önce morga gidecek. Daha sonra size teslim edecekler."diye tane tane açıkladı Eren. Adam ısrarla başını iki yana salladı.
"An-anlamıyorsunuz. Yapamam."
"Sizi anlıyoruz. Acınızı anlıyoruz.. Sizde bizim işimizi kolaylaştırın lütfen."acı yüzündeki ifadeye dağılmıştı.
"Lütfen benden bunu istemeyin. Ben gidemem buradan."
"Ulan o zaman ne demeye bıraktın karını çocuğunu. Madem itler gibi pişman olacaktın neden yalnız bıraktın!"Berkunun bir anda yükselmesiyle mezarlıktaki herkes bize döndü. Uyarıcı bakışlarım onu bulduğunda bana değil, mezarın başındaki adama bakıyordu. Delici bakışları karşısındaki yakacak kadar öfke doluydu.
"Be-ben Allah kahretsin. Yapamadım. Beni aldatıyor sandım. Karnındaki bebek kimden diye sordum. Beni, Allah kahretsin. Mercanım masummuş."şüphe öyle zehirli bir duygu ki, kanına karıştığı anda etkisi altına alan, asla vazgeçemediğin tüm duyguları sana yaşatan. Kanında gezinen şüpheye inanan bu adamın sonu da karısını ve kızını kaybetmek olmuştu.
"Allah onları senden alarak sen kahrediyor, zaten. Benim kılımı bile kıpırdatmama gerek yok."Berkunun cümleleri öyle zehirliydi ki, karşısındaki adamı yerle yeksan etti. Toprağı var gücüyle sıkarak ağlayan adam, yaptığı hataların bedeliyle yüzleşiyordu.
O hatalar ki, bedeli ne olursa olsun geri dönüşü olmayan.
"Mercan, Elif beni affetmeyin olur mu? Ben kendimi hiç affetmeyeceğim."dedi. Haykırarak bu acının sonunu getirmeye çalıştı, içindeki kıyamı durdurmanın yolu kendini affetmemek değildi, vicdan yükü bir ömür kıyamı olurdu insanın.
"Affetmeyecekler zaten. Kızın şu mezardan kalkıp gelebilseydi eğer, senin yüzüne tükürürdü."Berkun lafını asla çekmeden adamın üzerine gidiyordu. Onu anlıyorum ama şuan ne yeri nede zamanı değildi. Kendisini frenlemesi gerekiyordu.
"Berkun,"diyerek bana bakmasını sağladım. Başımı hayır anlamında iki yana salladım. Beni anlayan bakışlarının yanında kahve gözlerine oturan çocuksu bakışı içimi yaktı. Bakışları anne babası tarafından terk edilen küçük Berkun'a aitti. O çocuğa o an sıkı sıkı sarılmak burdayım, yalnız değilsin demek istedim. Başımı hafifçe yana doğru eğerek bakışlarımla sardım onu, koşulsuz bir şefkat sundum içimden. Bakışlarıyla anladı beni, gözlerine yerleşen minnet içime su serpti.
"Elifim yaşasaydı da keşke yüzüme tükürseydi."mezar başına tutunan elleri pes etmişlikle geri çekilen adam, yenilginin soğuk yüzüyle karşı karşıyaydı. Bakışları soğuk toprağa her değdiğinde etinden et kopuyordu. Görüyordum onu,içine çektiği acıyı da bu acıyı bir yere sığdıramadığını da okuyordum gözlerinden. Bakışları, tüm çıplağıyla duygularını önüme seriyordu. Eliyle topraktan güç alıp ayağa kalmaya çalıştı, sendeleyen adımları sarsak hareketler atarak yalpalarken, iki polis memuru koluna girip çıkışa doğru ilerletti.
Mezarın biraz ilerisinde ağlayan anne babasına baktım. Ağlayarak haykıran bu kadının yakarışları yüreğinden kopup geliyordu. Ağlamayı çoktan geçmiş olmaları lazımdı. Küf kokan gemişi geride bırakıp hayatlarına bakmaları gerekirdi. Ama vicdan öyle bir mahkemeydi ki, orada yargılanmak cezaların en katlanılmazıydı. Şimdi hepsi orada yargılanmış aldıkları cezanın sonuçlarıyla yüzleşiyordu. Mercanın ve Elifin yerde yatan cesetleri, acı gerçeği en dibine kadar yaşatıyordu.
Ölüm; bir daha gelmeyecek kişilerin soğuk toprağın altına konulduğunu bir ağıt gibi fısıldıyordu.
"Göz yaşları bile sahte geliyor."onlara inanacak tek bir insanın dahi kalmamış olması bile vicdanlarına oturacak bir yüktü.
"Sahte değil ama artık sakil duruyor."dedim Erene bakarak. Baktığı yerde gördüğü insanlar tüm çıplaklığıyla gerçekti. Döktükleri göz yaşıda, kalplerine oturan acıda burada yatan ceset kadar gerçekti. Bir anlamı kalmamış olsada Mercanın ahını almış olmaları bile onlara yetmişti. Yüzleri bir daha güler mi bilemem ama damga gibi kazınan bu iz ömür boyu silinmeyecekti.
"Savcı ile Talat amir geliyor."Esilay ve Tuna biraz olsun toparlamıştı. Diğerlerimizin dağılmaya vakti yoktu. Ekibin baktığı yere döndüğümde bize doğru gelen ikiliyi fark ettim. Hepimiz olduğumuz yerden ayaklandık. Elifin mezar başına çökmüş bedenimi zorla kaldırdım. Bugün yıkılırsam bundan sonra bulduğumuz her kadın cesedinde perişan olurum. Biliyorum..Bir kez zaaf gösterirsen önüne çıkan her şey seni zaaflarınla sınar. Talat amir ve Savcı yanımıza geldikleride hepimiz daha da dik durduk. İkside önce bize ardından yerde boylu boyunca yatan cesede baktı. Mercana bakan herkesin umudu tükeniyordu. İnsanın üzerinde kolunu kanadını kıran bir iz bırakıyordu. Onu unutmamızı istercesine hafızama kazınmıştı. İnce uzun bedeni öylece yatıyordu mezarın ucunda.
İçli bir nefes alan Talat Amir ilk söze giren oldu. "Yazık. Çok yazık. Gencecik kadın çektiği onca acı."yaralarımıza dokundu. Sözler kanatlanıp yüreklerimize oturdu. İçim taş kesildi, dışım buz gibiydi. Tek bir mimik oynatmadan karşıya bakıyordum. Dün düz ifadem duvardan farksız, beton kadar sertti.
"Silahı incelemeye alın. Nerden bulmuş araştırsınlar. Balistik raporlarını direk bana getirin."dedi Savcı yanında dikilen polis memuruna. Memur onu başıyla onayladı. Talat amir cesede dönük başını yeniden bize çevirdi. Hepimizin perişan hali onunda içini yakmıştı.
"Tek kurşun giriş yarası var, çıkış yarası yok."içimizde konuşabilecek tek kişi Berkundu. Hiç birimizin ayakta duramaya da cesedi incelemeye de mecali yoktu. Talat amirde bunun farkındaydı. Bugün duyduklarımız bir yük olup konmuştu omuzlarımıza bizi taşıyamaması ondandı.
"Siz toparlanın burda işiniz kalmadı. Hafta sonu izinlisiniz. Şubede kimseyi görmeyeceğim."özellikle Berkuna doğru parmağını salladı. "Tamam amirim." Talat amiri onaylamaktan başka şansı yoktu. Bakışları o kadar yorgundu ki, bırak şubeye gitmeyi burdan eve zor gidecek gibiydi. Belki uzun bir süre üzerimizdeki etkisi baskın gelip dağıtacaktı bizi.
"Hadi dağılın şimdi."eliyle bizi geçiştiren bir hareket yaparak burada uzaklaşmamızı istedi.Mezarlığın çıkışına doğru ilerleyen adımlarım yanından geçmek üzere olduğum Savcıyla bir saniye duraksadı. O duraksamayla ellerimiz birbirine dokunduğunda odun yutmuş gibi bir anda kasıldım. Elimizin sırt kısımlarının küçük teması, elektrik akımına uğramış gibi vücudumu titretti. Bakışlarım hemen yanımdaki adama döndü.
"İyi tatiller."Savcının kısık sesi sadece bana özeldi. Başı benden yana hiç dönemden tam karşıya bakıyordu ama baktığı yerde beni görüyor gibiydi. İçimin bu kadar erimesi normal değildi.
İçim derhal kendine gelmeliydi.
"Sağolun,"diyerek yanından geçtim. Derin bir nefes alarak ona değen elimi sıktım. Bakışlarını, sırtımın yüzeyinde hissedince elimi serbest bırakıp ekibin arkasından yürümeye devam ettim. Mezarlıktan çıktığımızda hava kararmak üzereydi. Gökyüzünün mavisi kendini kızıl renge boyamış. Bir günü daha geride bırakıyordu.
Her iş çıkışında elimiz boş gitmeye alıştığımız için yine eve elimiz boş döndük.
Yollar öylece akıp giderken aracın içine derin bir sessizlik hakimdi. Ölümün soğuk sessizliği. Öyleki bugün yaşadıklarımızı hiç birimiz ömrümüz boyunca unutamayacaktık. Bir kadına yapılan bunca acımasızlığı zaten nasıl unutabilirdik ki? Mercan kızına kavuşmuştu. Ama bu hikaye böyle bir sonu hak etmemişti. Onlar için yeni bir son çizdim zihnimde, her şeyin yolunda olduğu Mercanın asla öyle bir gece yaşamadığı Elifin sağlıkla doğduğu mutlu bir aile tablosu. Sonra Elifin yürüdüğü, koştuğu oyunlar oynadığı bir hayal. Okula gittiği, aşık olduğu, evlendiği bir sürü güzel hayalle mutlu bir son yazdım hikayelerine. Öyle mutlu bir son ki, torunlarını severken birlikte yaşlanmanın tadına varmış, iki yaşlı ihtiyara, yüzlerindeki yaşanmışlık çizgilerine kadar zihnime kare kare dolan bu anlar. Artık gerçek olmayacak bir imkansızlığa sahipti.
Bu hikayeden geriye sadece Nefes alan bedenler kalmıştı.
Soğuk toprağın altında yatan bedenler ise bu dünyadan alacağını almış. Kavuşmanın en güzelini yaşamıştı. Bir daha ellerinin ayrılmayacağını bilmek, içime su serpen tek gerçekti.
Araç bizim evin önünde durduğunda yolların nasıl geçtiğini dahi anlamadım. Kurulu robot gibi ekibe bir hoşçakalın diyerek araçtan indim. Eve geçtiğimde babam beni kapıda karşıladı. Onunda yaşlı gözlerini gördüğümde benim halime bakıp daha da yaşardı. Babam bir kaç adımda yanıma gelerek beni kolları arasına çekti. Beni bağrına basmasıyla gözyaşlarımı tutmayı bıraktım. İkimizde ağlayarak birbirimize sarılırken arkamızdan babaanneminde ağladığı işittim. Bir süre sessizce ağladık. Babam bana sarılmayı bırakmadan başımın üstüne sayısız öpücük kondurarak sakinleşmemi bekledi. Çok geçmeden iç çekişlere dönen ağlamam duruldu.
"Daha iyi misin kızım?"diye sordu. Nefes alışverişimde düzene girdiğinde onlarla yüzleşmek için başımı kaldırdım.
"İyiyim babacım. Teşekkür ederim."dedim. Bana bakan gözleri şefkatle kısıldı. "Ne teşekkürü babacım. Sen iyi ol, yeter bana."İçimde taşan sevgisini hissettim. Babam sözlerden çok bana her zaman sevildiğimi hissettirdi. Onun koşulsuz sevgisiydi beni ayakta tutan.
"Derman, çekil kenarada bende sarılayım kızıma."arkamdan gelen babaannemin sesiyle babamdan ayrıldım. "Gel sultanım, sarıl bana."o beni değil, ben onu kollarımın arasına çektim. Babannem de uzun bir kadındı. Ailecek boy ortalamasının biraz üstündeydik.
"Ne mogu da vidim svoju ćerku. Mnogo mi nedostaješ, moje prelepe oči i zlatna kosa."( kızımı göremiyorum. Nasıl özledim güzel gözlüm altın saçlım.)derken bir yandan da saçımı okşadı.
"I ti meni nedostaješ, sultane." (Bende seni özledim sultanım.)dedim göz yaşlarını silerek.
"Hadi anne içeriye geçin. Kızı görmüyor musun? Ayakta zor duruyor."dedi babam, ikimizide kolunun altına aldı. Babanemin yazmasının üstüne benimde saçlarıma bir öpücük kondurdu.
"Hadi bakalım güzeller. Karnımızı doyuralım sonra bol bol hasret gideririz. Babaannen sen seviyorsun diye Boşnak mantısı açtı."
"Sultanım, ellerine sağlık."ellerini avuçlarıma alarak birer öpücük kondurdum.
"Lop lop et olur inşallah kızıma." Masaya geçtiğimizde Babannem ve babam yemekleri koydular. Babam yardım teklifimi de kati suretle reddetti. Bende oturarak onlara eşlik ettim. Birlikte sessiz bir yemeği bölüştük. Bu sessizlikte çok şey konuşuldu aslında. İkisiylede ne zaman göz göze gelsem bana şefkatle bakan bakışları, bana gülümsemek için kendilerini zorlamaları. Yemeğin boğazıma düğüm düğüm olmasına rağmen onlar için yemeye çalışmamı. Onlarında bu oyuna eşlik etmesiyle sesiz bir akşamı daha bitirdik. Ne babam nede babaannem bugünle ilgili tek kelime etmedi. Ama biliyordum ki Mercanın açtığı canlı yayın bir çok kişinin ruhuna dokunmuştu. Sofrada haberlere bakmayı seven adam bugün televizyonu hiç açmadı. Yemeğin sonunda sofrayı toplaya yardım edebildiğimde kendimi daha iyi hissettim.
Arada aldığım derin nefesler ikisinde dikkatinden kaçmadı. Sessiz gözleri her dakika üzerimdeydi. İlk kez ikisininde bakışlarından kaçmak istedim. Beynim komutu çoktan algılamıştı bedenim emrine itaat etti.
"Ben çok yorgunum. Bugün erkenden uyuyacağım."diyerek ikisininde yanaklarını öptüm. Yüzüme kondurduğum yabancı gülümsemeye inanmasalar da inanmış gibi davranarak görmezden geldiler.
Onlarında "iyi geceler."demesiyle odama çıktım. Kendimi banyoya attığımda aynadaki aksimle duraksadım. Karışmış saçlarım.Solmuş yüzüm, çökmüş ve şişmiş gözlerimle berbat haldeydim. Birbirine düğüm olan saçlarımı tokadan kurtarıp özgür bıraktım. Belimden kalçama doğru uzanan saçlarım düğüm olmuş bana bakıyordu. Tarağımı alıp yolarak taradım. Bir nebze açıldığında kendimi sıcak duşun altına attım. Bugünün tüm kırgınlıklarını, kızgınlıklarını, öfkelerini suyla birlikte akıttı vücudum. Püri pak olduğuma ikna olana kadar suyun altından çıkmadım. Bir saatlik duştan sonra vücud yağlarımı sürüp kuzulu pijamalarımı giydim. Üzerime sinen Melisa ve yasemin kokuları bana huzur verdi.
Kendimi yatağa attığımda saat 10 u geçiyordu. Bitkin düşen bedenim kendini salmanın eşiğindeydi. Zihnim herseyi koyuverip uykuya sığınmak istiyordu. Uyursam hiç birşey geçmeyecekti ama kaçmak için bazen sığındığın tek liman uyku oluyordu.
Benim bugünkü limanımda uykuydu. Uyumakla uyumamak arasında direnen gözlerim duyduğum telefon sesiyle iyice açıldı. Bir kaç saniye telefonumu nereye koyduğumu hatırlamaya çalışmakta harcadım. Bulamayınca yattığım yerden doğruldum. Belimin altında kalan telefonu olduğu yerden çıkardığımda, ekranda yanıp sönen isim beni şaşkına çevirdi.
Savcı Aslankara yazısı beklemediğim bir aramaydı.
Bir kaç kez daha çalan telefonu kapanmak üzereyken açtım. Kesik bir nefes alıp yatak başlığıma yaslandım. "Sumru," fısıltıyı andıran sesi kulaklarıma dolduğunda bir an ne yapacağımı bilmedim, sanki karşımdaydı. Gök mavilerini üzerime dikmiş bana bakıyordu. "Efendim,"dedim boğazımı temizleyerek. Sesim uyku mahmuru ve pürüzlü çıkmıştı. "Uyuyor muydun?"bunu fark etmemesi imkansızdı.Bildiği sorunun cevabını istemesi de komik.
"Uyumak üzereydim. Bir şey mi oldu?"beni bu saate aramasının sebebi işten başka bir şey olamazdı. Kesinlikle iş için aramış olmalı.
Ne bu kalbinin kendini kandırma yöntemi mi?
"Hayır, bugün baya kötüydün. Nasıl oldun?"beni nasıl olduğumu arayacak kadar ne ara samimi olduğumuzu kestiremedim. İki kez ellerimiz yanlışlıkla dokundu diye miydi tüm bunlar? "Daha iyiyim sağolun," son kelimeyi söylemek dilimi yaktı. Soğuk tenime dokunan sıcak teni düştü zihnime. Elimin yüzeyine sürtünen sıcak eli uzun ve kemikliydi.Bir yapbozun son parçası gibi tamamlamıştı elimi. Gözümün önündeki görüntü bana derin bir nefes aldırdı.
"Güzel. İki gün boyunca dinlen. Ve bugün olanları mümkünse düşünme."Sesi o kadar naif gelmişti ki kulağıma, kaçan uykum yeniden geldi"Bu mümkün değil."dediğimde sesli bir nefes verdi. Ardından hışırtılı bir ses duydum.
"Biliyorum, en azından dene."iyi olmamı bekleyen birine yalan söyleyemezdim. Tam olarak kendimi iyi hissedemesemde en azından deneyebilirdim.
"Denerim."
"Güzel, o zaman uykunu bölme. İyi geceler."Güler gibi çıkan sesi kulaklarıma dolduğunda oturdum yerden doğruldum. "Siz gülüyor musunuz?"boş bulunup ağzımdan çıkan kerimelerle karşı taraftan gerçek bir gülme sesi geldi. "Evet, beni güldürdün. Uslu bir kuzu olacağını hiç düşünmemiştim."hala gülmeye devam eden adamı yakından görmek istedim.Bir anlığına gülen yüzüne yakından bakmak, beni tepetaklak edecek bir histi. "Ben mi?"gülümseyen sesi bende kafa yapmış gibi salak salak soruları sormam da tam benlik bir hareketti.
Eğelenen sesi kulaklarıma dolduğunda başımı kuma gömmek istedim. "Evet sen,"Uyku sersemi rezil etmiştim kendimi. "Ben çok komik biriyimdir zaten,"dediğim anda kıvırma çabama daha çok güldü. Tam şu an da onu görmek istemem çok yanlıştı. " Farkettim onu, baya komik birisin."Gülen sesi hala kulağımda çınlıyordu. Oysa şuan gülmüyor ama sırıtıyor gibiydi. "Kapatsak mı artık?"diye bir öneri sundum dayanamayarak.
"Neyi?"diye sormuş bulundu. Hala gülen sesini duyuyordum. Derin bir nefes aldım.Baya baya benimle eğleniyordu ve bundan keyif alan sesi neden beni mest ediyordu? Şuan onu görmek istemem çok saçmaydı. Başıma bela alıyordum hemde baya büyük olanından.
"İyi geceler Savcım."diyerek neyi kapatmak istediğimi net şekilde anlatmış oldum.
Pes eden derin bir nefes aldı. "Tamam, iyi geceler Sumru,"derken hala gülümsediğini hissettim. Telefonu benim kapatmam için kapatmadan bir kaç saniye bekledi. Benimde kapatmadığımı fark ettiğinde, güler gibi nefes alan sesi kulağıma dolduğu anda telefonu kapatıp yatağa doğru fırlattım. Bugün salak yerimden kalkmışım gibi verdiğim tepkilerle fazla rezil olmuştum.
Elimde yüzümü sıvazladım. Kendimi pencereden aşağıya atsam kurtulur muydum acaba? Yanaklarımın yandığını hissettiğimde ayaklanıp gerçekten pencereyi açtım. Soğuk hava yüzüme vurduğunda biraz olsun kendime geldim. Derin bir nefesi içime çektim bakışlarım gökyüzüne denk düştüğünde yıldızlarla kaplı gece parıldıyordu.
Bir kaç nefes daha alıp verdim. Soğuk hava iyi gelmişti. Zihnimin kuytusuna sızmış bir adamın gülüşünün beni bu kadar serseme çevirmesi hiç normal değildi. Etik değildi bir kere o Savcıydı ben onun emri altında çalışan biri. Bu bile ondan bir adım uzaklaşmam için yeterli uyarıyı taşıyordu. Bir kaç dakika daha pencerede nefeslendikten sonra pencereyi kapatıp yatağıma geri döndüm. Telefon ekranın parlamasıyla yatağa oturup telefonu elime aldım.
Esil; Sabah 8 de kapımda ol güzel kuş. İyi geceler..
Esilayın attığı mesajla hafta sonu planı aklıma düştü. Ben onu tamamen unutmuştum. Hemen yattığım yerden doğruldum. Küçük el çantama bir kaç kıyafet, iç çamaşırı ve bir kaç makyaj malzemesi koyup kapattım. Kol çantamın içine de cüzdanımı ve şarj aletimi attım. Telefonuma saat 7 ye alarm kurduğumda tamamdı. Hazırlığım bitiğinde nihayet yatağıma geçebildim. Uykunun şefkatli kollarına kendimi bırakmam oldukça kısa sürdü.
Yarın yeni bir gün doğacaktı.
🪦
“Bir yerde duracak mısın? Yoksa arabayı sağa çekeyim mi?”eli radyoda duraksayan Esilay, bana yan bakışlar atarak arkasına yaslandı. Oflama şeklinde aldığı nefesler beni diken üstünde tutuyor, yola odaklanan bakışlarım sürükledi ona kayıyor. “Senin bir karın ağrın var belli dökülde rahatla.”tüm yol boyunca beynimi yiyecekti ama şu halide benim için pek iç açıcı değildi. Yüzünde oluşan derin gülümseme yine bir hinlikler peşinde olduğunu açıkça anlatıyordu. Esilay sinsice gülümsüyorsa oradan derhal uzaklaşmalıydım.
Kendim kaşındığım için cezama razı geldim.
" Sumru? Sence bizim Lara, Metinden mi hoşlanıyor?"
Başıma geleceği az çok bilir gibi vitesteki elimi başıma attım. Şurada ağıt yaksam çok mu ayıp olurdu. Bence olmazdı. Tüm şubenin altını üstüne getiren kız çöpçatanlık işine de hızlı bir dalış yapmıştı. Bu aralar en sevdiği şey birine yakışan çiftleri bulup aralarını yapmaktı. Tüm yol böyle çekilmezdi Allah sonumu hayır etsindi. "Bilmiyorum ve ilgilenmiyorum. Herkesin özel hayatı kendine."desem de beni asla dinlemedi.
Ne zaman dinledi ki?
"Evet ama hoşlanıyor gibi sanki. Metini ara sıra Laraya bakarken yakalıyorum. Benim baktığımı görünce utanıp bakışlarını kaçırıyor." Cinayeti analiz et desem bu kadar bilgiye vakıf olamazdı. Konu çöpçatanlık olunca tüm alıcıları son frekansa kadar açık tutuyordu. Tam yarım saat boyunca ne zaman onları yan yana görse birbirlerine kaçamak bakışlar attığından bahsetti. “Sence olur mu bu iş?”dediğinde hayırlı olsundu ne diyecektim başka?
“Olursa hayırlı olsun.”
“Sende ne gamsızsın şurada iki arkadaşımızı, kardeşimizi bir araya getirip sevap kazanmaya çalışıyorum. Sense gamsız tavuk gibi olursa hayırlı olsun diyorsun.Sende bir işin ucundan tut ki, mutlu bir yuvaya vesile olalım.”tüm yol böyle konuşacaksa ben kafayı yerdim. Sağlı sollu ataklar şakaklarımı zorluyordu.
"Offf daha yola çıkmadık be kızım. Az sus yol boyu senin çeneni çekmemem."dedim bir sinirle. Bana baktı dudaklarını büzdüğünü gördüğümde gözlerimi devirdim. "Hiç bana duygu sömürüsü yapma."elini göz pınarına bastırarak göz yaşlarını siler gibi hareket yapınca onu arabadan atsam nasıl olur diye düşünmeden edemedim. “Tamam be ne kızıyorsun senle de iki dedikodu yapmaya gelmiyor.”bir anda yükseldi. Berkun’un attığı konuma geldiğimizde
arabayı restoranın önüne park ettim. Berkunun aracı biraz ilerdeydi. Arabayı park ettiğim gibi Esilay kemerini çözüp indi. Arka koltuktan çantamı alarak bende peşinden ilerledim. Bizimkiler esnaf kahvaltısını çok sevdikleri için salaş ve rahat bir kahvaltı mekanı seçmelerine şaşırmadım. Bir tost gömer yola devam ederdik.
Esilayı takip ederek şıkırtılı kapıdan içeriye girdik. Fazla salaş ve sade olan mekan epey doluydu. Hattı sayılır müşterileri olan mekan gayet sıcak ve aileye uygun döşenmişti. Sıradan masa ve sandalyelerin yanı sıra duvara asılı hayvan tabloları epey dikkat çekiyordu. Girişte üzerine bastığımız inek desenli kürk halı ortamın kahvaltı havasına değilde daha çok kasap havasına uygun olmuştu. Bizim gibi değişiklerin takıldığı mekanlarda böyle değişik olurdu zaten.
Ekibi çok aramadan hemen girişteki masaya yöneldik. "Günaydın,"toplu bir günaydın faslından sonra kahvaltı için sipariş verdik. Hepimiz birer karışık tost söyleyip yanınada menemen istedik. Çayda bunlara eşlik ettiğinde midemiz bayram edecekti.
"Nerden buldunuz bu mekanı?"diye sordu Esilay hanım. Ona bir yeri beğendirmek çok zordu. Ne zaman bu tarz yerlerde kahvaltı etsek önce söylenir, sonrada bir güzel masaya gelenleri gömerdi. Üstüne de fena değilmiş diyerek çayını yudumlardı. "Ben bulurum."diyerek kendini öne çıkaran Erenle tüm bakışlar ona döndü. "Çok aradığın belli. Tam keko mekanı. Tam senlik."diyerek laf sokmayı asla pas geçmedi. "Şu an karşımda oturuyorsun. Ve az sonra gelen tostu nasıl gömeceğini izleyeceğim.Bence çok zorlama güzelim."söylediği güzelim kelimesiyle Tuna, olduğu yerde sandalyesini geri iterek ayaklandı.Sinirli bakışları Eren ve Esilay arasında döndü. Ağzını açtığında "Ben bir lavaboya gidiyorum."diyerek yanımızdan ayrıldı. Esilay hiç birşey anlamıştı. Hanımefendi herkesin aşk hayatına yorum yapardı, kendine gelince fena halde kördü. Zira; Tuna'nın bu tavrını onun dışındaki herkes anlamıştı.
"Ne oldu şimdi buna?"kendi kendine konuşması da ayrı komikti. Tuna bir gün açılabilirse Esilayla bu konuda güzel bir konuşma yapmam gerekecekti. Kör olunurdu ama bu kadar da değildi yahu.
"Uyanamadı heralde."Berkun bu durumla oldukça eğleniyordu. Esilay kaşlarını çatarak Berkuna baktı. Yüzünden bişeyleri okumaya çalıştığını anlayınca Berkun daha çok gülümsedi. "Ne bakıyon kızım saf saf. Oğlan aşık belki sanane."diye birde çıkışmasın mı? Hepimize kal gelmiş gibi Berkuna baka kaldık. "Ne?"diyerek hepimizi süzdü. Ağzından çıkanı bugün kulağı duymuyordu anlaşılan. "Hiç, az önce Tuna'nın aşık olma ihtimalinden bahsettin de. Bir şaşırdık hepimiz."diyerek bende onu alaya aldım. Bunu havada kapan Berkun, kaşlarını çatarak önce bana sonra da masadaki Eren ve Esilaya baktı. "Öyle mi dedim. Ben ne dediğimi biliyor muyum? Ne bileyim ne bok oluyor o puşta."diyerek kıvırmaya çalıştı. Olmadığını anlayınca çokta zorlamadı. Cebinden paket çıkarıp bir dal sigarayı ağzına koydu. O sırada masaya dönen Tuna'yla kahvaltılar da geldi. Berkun elindeki sigarayı yakmadan masaya bıraktı.
"Şu merette aç karnına zehir gibi."
"İçme o zaman."masaya konan kahvaltılara bakarken yanımda oturan Berkunu cevapladım.
"İçmem için çok sebeb var."dedi bir anda. Masada olan bakışlarımı ona çevirdiğimde göz gözeydik. Bir kaç saniye bana bakıp gözlerini masaya çevirdi. "Hangi sebebmiş onlar?"sorumu ilgisiz bir merakla sordum. "Boşver, hadi soğutma."diyerek konuyu kapattı. "Peki öyle olsun."üstüne gitmeden bende konuyu noktaladığımda gelen kahvaltılıkları yemeye başladık. Derin bir sohbetle karnımızı doyurduktan sonra çaylarımızı içerken sohpet ediyorduk.
"Mercan Şahin'nin canlı yayanı kaldırılmış. Video paylaşanlara da uyarı göndermişler."sigarsının dumanını penceren dışarıya üfleyen Berkun sohpetin ortasına daldı. Dünden bu yana düşünmeyi biraz olsun bıraktığım kadın zihnime yeniden girdi.
"Olması gereken olmuş. Basın açıklaması yapacaklar mı?"diye sordum.
"Yapacaklar.”
"İnşallah Canlı yayında ulaşması gereken herkese mesajı gitmiştir."dedi Esilay ortamın havası çoktan değişmişti. "İnşallah gitmiştir. Daha fazla kadın cesedi toplamak istemiyorum."dedi Tuna. Hüzün bir anda masaya konuk olmuştu. İçine çektiği dumanı ağırca üfleyen Berkun, hüznü dumanıyla dağıtmış gibi biten sigarayı küllüğüne bastırdı.
"Hadi gidelim.Yol uzun."diyerek ayaklandığında bitirdiğim çay bardağını masaya bıraktım. Ortamın havasını değiştirmek için hızlı bir geçiş olsada işe yaramıştı. " Tam adresi bana konum at."dedim mekandan çıkarken. Berkun beni onayladığında çoktan araçların yanına gelmiştik. "Dikkatli kullan. Bişey olursada hemen beni ara. Seni takip ediyor olacağım."Göz devirerek onu onayladım. Bazen fazla kontrölcü ve disiplinli olabiliyordu. Esilay ve ben benim araçla diğerleri de Berkunla gidecekti. Rahat ve konforlu olacağını düşündüğümüz için böyle bir paylaşımda bulunmuştuk.
Berkunun attığı konumu navigasyona girdiğimde yolculuğumuz başlamıştı. Esilay "Yollar böyle sessiz geçmez. Biraz coşalım."radyodaki tüm müzik kanallarında tek tek gezindi. En sonunda pes ederek arkasına yaslandı, çalan şarkıyı duyduğunda oturduğu yerden kıvırarak dans etmeye başladı. Zira; kız kıza yolculuğun kraliçesi Nil Karaibrahimgil sahnedeydi.
Bazı sabahlar uyandım
Kayıp haldeyim
Sanırsın gölgeyim
Ayaktayken yerdeyim
Ne bileyim
Ne bileyim
Herkes işinde
Bin bir dilek peşinde
Ben mi tövbeliyim
Tövbe tövbeliyim
Ne bileyim
Ne bileyim
Şarkıya eşlik ederek gülüştük. Esilay dans etmeye devam ederken direksiyonu tutan ellerimle ritim tuttum. "Ne bileyim,"diye bağırarak şarkıyı söylemeye devam ettik. Nilin şarkısı bittiğinde bir kaç hareketli şarkı daha dinledik. Yolculuk sorunsuz ilerlerken durmadan geldiğimiz için bir buçuk saat süren yolcuğumuz nihayet bitmişti. Yol boyunca enerjik şekilde şarkıları eşlik ettiğimiz için yolculuğun son dakikalarını sessiz geçirmiştik. Doğayla iç içe bulgalov evlerinin hemen girişinde durdum. Araçların park alalına arabaları yan yana park ettik. Ben küçük el çantamı Esilay bavulunu arabadan indirdiğinde diğerleri de yanımıza geldi. Esilayı elinde bavulla gören ekip küçük bir şok yaşadı. "Ne? Ne oldu?"hiç bir şey anlamadığı ortamda Esilay elindeki bavuluyla hepimize baktı. "Hiç, sadece Sumru da kadın sende, bir ona bakıyoruz bir sana."dediler. Esilay başta kaşlarını çattı.Sonra ne demek istediklerini anladığında onlara kötü bakışlar attı. Saçlarını savurarak bizi arkada bırakıp önden yürümeye başladı. Evlerin arasından geçerek geniş alana doğru geldiğimizde bizi karşılayan bir aileydi.
"Hoşgeldiniz."bizi güler yüzle karşılayan çift yanlarında küçük bir kız vardı. Kadın orta yaşlarda oldukça güzel ve alımlıydı. Sarı saçları mavi gözleriyle parlıyordu. Küçük kızda annesinin kopyasıydı. Eşi ise daha kumral ve kahve gözlüydü.
"Hoşbulduk."diyerek onlara doğru yaklaştık. " Ben Bera, eşim Yiğit. Bu tesisin sahibiyiz."diyerek kendilerini tanıttılar. "Memnun oldum. Bende Esilay. Bunlarda arkadaşlarım. Sumru, Tuna, Eren şu kaşlarını çatan ve somurtanda Berkun."Bizi sağ baştan sayarak sırayla tanıttı. Berkun kaşlarını daha da çatarak Esilaya döndü. Esilay gülümseyerek ona şirin bir bakış attı. Buna göz devirip etrafı incelemeye dönen Berkunla çiftin yanındaki küçük kız kıkırdadı. "Çok komiksin."diyerek Berkunu eliyle işaret eden bu tatlı kız, bir adım öne çıkarak kendini gösterdi. Altın sarısı saçları, mavi gözleriyle annesine benziyordu. Ama başka bir benzerliği daha vardı. Aklımdan geçen düşünceye yok canım dercesine omuz silktim. Bu kadar tesadüf fazla olurdu.
" Berkun abin epey komik biridir."dedi Eren fırsatını bulmuşken Berkunla uğraşmaktan geri kalmayarak. Berkun onun gülen yüzüne ölümcül bir bakış atıp ayağına sert bir tekme geçirdi. Ayağını tutarak seken Erene küçük kız daha çok gülmeye başladı. "Bu abide komikmiş."dedi.
"Maya, çok ayıp annecim abiyle öyle konuşulmaz. Misafirimiz onlar."diyerek küçük kızı yeniden dizinin dibine çekti. "Bence çok güzel. Çok da doğru söyledi. O abin epey komik biridir."diyerek ona doğru yaklaşıp elini uzatan Esilay küçük kızla tanıştı. "Merhaba küçük prenses ben Esilay."küçük kız önce ananesine baktı. Ananesi onay verdiğinde elini uzatarak Esilayın elini sıktı. "Bende Maya memnun oldum."dedi. " Gözlerin çok güzelmiş."diyerek onunla sohpet etmeye çalışan Esilay, Maya tarafından da çok sevilmişti. "Teşekkür ederim. Seninkide öyle," tam küçük hanım gibi konuşması beni mest etmişti. Bir adım atarak bende elimi uzattım. "Bende Surmu, benimlede tanışır mısın?"Mavi gözleriyle bana dönen küçük kız. Elini bu kezde bana doğru uzattı. "Bende Maya, memnun oldum."
"Bende çok memnun oldum. Altın saçlı kız."dedim. Bana gülümseyen yüzü heyecanla kasıldı. Söylediğim oldukça hoşuna gitmişti. "Altın saçlı kız mı?"heyacanla parlayan gözlerini benden çekip arkasında kalan babasına döndü. "Baba duydun mu. Sumru abla bana altın saçlı kız dedi. Tıpkı masallarda ki prensesler gibi."Onun heyecanıyla gülümseyen babası şevkatle saçlarını okşadı. "Duydum kızım. Teşekkür etmeyecek misin ablaya?"
"Teşekkür ederim. Senin saçlarında güneş gibi. Gözlerin hangi renk. Daha önce böyle bir renk göremedim."Heyacanla konuşuyor, arada gülümsüyordu. "Teşekkür ederim iltifatın için. Gözlerimin rengi ela, güneşte bazen yeşil oluyor."dedim.Söylediklerimle heyecanı daha da arttı. Dikkatli bakışlarının odağı yalnızca gözlerimdi.
"Gözlerin renk mi değiştiriyor yani?” diyerek duraksadı. Kafası karışmış gibiydi. Saat öğlene geldiği için güneş tam tepede hepimizi ısıtıyordu. Maya ya yaklaşıp önünde diz çöktüm. Başımı kaldırıp güneşe baktım, bir kaç dakika sonra gözlerimin rengi yeşile dönecekti.
"Wooww sahiden birazcık değişti.Bu nasıl oluyor?"heyecanla ellerini çırparak bana doğru bir adım daha attı. Kafasında yatan sorulara yanıt vermek için onunla aynı hizada kalmaya devam ettim. "Güneş ışığı, vücudun menalin üretimini uyarır ve bu da göz rengimizde geçici bir değişikliğe neden olur."Tuna, bir adım öne çıkarak Maya ya yaklaştı. “Bende Tuna,”sağ elini Maya ya uzattı. Küçük kız şaşkın bakışlarla Tunaya bakarken hayran olmuş gibiydi. “Nasıl bu kadar kocamansın Tuna?”hayranlığını gizleyenden 1.90 boyundaki Tunaya bakıyor ara sıra gözlerini kırpıştırarak gülümsüyordu. “Senin yaşlarındayken çok süt içtim, basketbol oynadım. O yüzden boyum çok uzadı.”hevesle başını sallayarak hemen arkasındaki annesine döndü. “Annecim bende çok süt içeceğim.”dediğinde hepsimiz ona güldük. Maya bakışlarını ısrarla annesinden çekmedi. “İçebilirsin bebeğim.”kızının saçlarını okşayan annesiyle yüzünde mutlu bir gülümseme oluştu.
Ben ayaklarımın üzerine yeniden doğrulduğumda Maya Erenle tanıştı. Sıra Berkuna geldiğinde oralı olmadan sadece adını söyledi. Maya onun bu haline dünyanın en komik şakasını yapmış gibi güldü. Onun gülen yüzüne somurtan Berkunla herkesten bir gülme sesi yükseldi. Çocukla çocuk olmak deyiminin sözlük karşıtı gibi kaşlarını çatmış, yüzünde sinir bir ifadeyle ekibe bakıyordu. Bakışları karşısında kim olsa kendini tutamazdı ama o bize sinir olamakla meşguldü.
Kahkahalarımızın son bulmasını sağlayan Bera bir adım atarak bize yaklaştı. "Hay Allah bizim kız lafa tuttu sizide. Yorgunsunuzdur. Size evleri gösterelim."gülme sesleri yavaşça kesilirken Berkun öne çıkarak Beraya baktı. “Çok yorgunuz. Bir an önce odalarını gösterirseniz.”diyerek ortamdan kaçmak için en iyi bahanesini sundu. Bera hanımı takip etmek için bir adım atmıştım ki, kulağıma dolan güçlü motor sesiyle duraksadım. Bu motor sesini nerde olsa tanırdım. Bentley Bentayga hayallerimin arabadıydı. Kimin geldiğini anlamam için arkama dönmeme gerek bile yoktu. Ama ekiple birlikte bende dönmek zorunda kaldım.
"Dayım geldi yaşasın."diyerek bağıran Mayayla dayısı olan beyefendi aracından indi. Siyahlar içindeki adam gözündeki güneş gözlüğünü havalı bir şekilde çıkardı. Bakışları ekiple buluştuğunda ufak bir şaşkınlık yaşadı.Bizi burda görmeyi oda beklemiyordu. Hiç bir zaman tesadüflere inanan bir insan olmadım. Şu an buradaysak, bunun mutlak surette bir nedeni vardı. Kader diyebilirim, yollarımız kesişti diyebilirim. Ama tüm bunlar tesadüf olamayacak kadar gerçekti.
"Hass.. şansıma sıçayım."Berkunun arkamdan kulağıma solan sesini işittim. Öfkesi harlanmış, ses tonu haddinden sert ve donuktu. Bu karşılaşmaya şans bile diyebilirdim.
"Buraya tatil yapmaya gelmiştik. Çin işkencesine dönecek belli."diyen Esilay da Berkuna hak veriyordu. Unuttukları küçük detaysa bu mekanın ablasına ait olmasıydı. Asıl bizim burada olmamız onu rahatsız etmeliydi. Ama görünüşe bakılırsa hiçte etmiş gibi durmuyordu. Elindeki küçük çantayı daha sıkı tutarak yanımıza doğru ilerledi. Maya, ok gibi fırlayarak dayısına koşturdu. Bera ve Mayada ki benzerlik dikkatimi çeksede böyle bir tabloya ihtimal vermemiştim. Bu kadarı olmaz dediğim noktada ise hislerim beni yanıltmamıştı.
"Fıstığım,"koca adımlarıyla tek hemlede Mayayı kucağına alan Savcı bize doğru yaklaştı.Sakin tavrıyla üzerindeki şaşkınlığı çoktan atmıştı. " Dayıcım daha da güçlü olmuşsun."başını Savcının omuzuna yaslayan Maya yerinden memnun görünüyordu. Aramızda kalan mesafeyi de tamamladıkların karşı karşıya kaldık. "Hoşgeldin."Bera bir kaç adımda kardeşiyle karşı karşıya kaldı ve başını diğer omzuna yaslayarak sıkıca sarıldı.
"Hoşbulduk güzelim."Savcı büyük bir merhametle omzuna yaslanan ablasının saçlarını öptüğünde, Mayanın kaşları çatıldı. "Nerde kaldın dayı? Ben seni çok özledim."Maya ters bakışlarla annesinin kafasını dayısının omzundan ittirdi. "İşlerim biraz yoğundu. İlk fırsatta geldim fıstığım."
"Şu küçük hanım bakın siz. Dayısını görünce pabucum dama atılıyor sürekli." sitemle konuşan annesini hiç umursamadan dayısının yanağına öpücük konduran küçük kız, nispet yaparcasına annesine gülümsedi.
Savcıda onun yanağına öpücük kondurduğunda dünyada ondan mutlusu yok gibiydi. "Dayı, seni misafirlerimizle tanıştırayım mı?"dayısının açıklaması yeterli olmuş gibi konuyu hızla değiştirdi. "Tanıştır bakalım." Savcının bakışları oyunbaz bir ifadeyle bize döndü. "Pes,"diyerek aradan çekilen Beraya az kalsın gülüyordum.
"Bu ablanın adı Esilay. Diğeri Sumru. Biliyor musun dayı. Sumru abla bana altın saçlı kız dedi."dayısının kucağında heyecanla beni gösteriyordu. Savcının bakışları kısılarak bana döndü. Gözlerime bakan mavileri hızla yüzümü taradı. Hasar tespiti yapan tavrı memnun bir şekilde benden ayrıldı. "Çok doğru söylemiş Sumru ablan. Senin saçların altın gibi."dedi. Mayanın saçlarını severek bir öpücük bıraktı. "Bunlarda Tuna abi, Eren abi ve somurtkan Berkun abi."hınzır bir gülümseme dudaklarına yuva kurmuştu. Şu ortamda en çok eğlenen kişi hiç şüphesiz Mayaydı. "Somurtkan Berkun mu?" Savcının bakışları Berkun dan Maya ya döndüğünde gülmemek için kendini zor tutuyordu. Diliyle dudaklarının üzerinden geçtiğinde gülen ifadesi tamamen kayboldu. "Evet, sürekli kaşları çatık ve böyle somurtuyor."diyerek Berkun’un taklidini yapmaya çalıştı. Somurtmaktan çok komik surat ifadesine bıyık altından gülerken Savcıya yakalandığımda hızla bakışlarımı kaçırdım. Berkun Maya’nın söylediklerini umursamadan güneş gözlüğünü gözüne takarak, yanımızdan ayrıldı.
"Falaz, hoşgeldin."diyerek öne atılan Yiğit Beyle Berkun'un gidişi unutuldu. "Eyvallah abi,"boğuk çıkan sesi, eğlenen mimikleriyle bugün keyfi hayli yerinde gibiydi. Mayanın bir anda kucağından atlayarak inmesiyle bakışlarının odağına yeniden bizi aldı. Direk olarak gözlerime bakıyor olması, güneşin altında şirazemin daha çok kaymasına neden oluyordu. "Sizde mi kaçamak yapmak için geldiniz savcım."diyerek araya giren Tuna'yla Savcı, bendeki bakışlarını ona çevirdi. "Sayılır,"tanışıyor olmamız Bera be Yiğit beyi şaşırtmıştı. Bera bir bize bir Savcıya baktı.Bakışları karşısında kalan Savcı durumu kısaca açıkladı. "Şubede çalıştığım ekip."Bera anlamaz bakışlarıyla kardeşine bakmaya devam ettiğinde Savcı, hızla bize döndü. "Karakolda birlikte çalıştığım olay yeri inceleme ekibi."diye tekrar etti.
Bera bir kaç saniyenin ardından bir aydınlanma yaşamış gibi bize baktı. Ortamda oluşan garip havayla gözlerim dikkatle kısıldı. Önce Beraya ardından Savcıya baktım. Bakışlarımı yakalayan irisleri gözle görülür şekilde büyüdüğünde kaşlarım çatıldı. Bazen karşısındaki insanların Bulmaca Ustaları olduğunu unutuyordu. " Aaa tesadüf işte. Onlarda hafta sonu için ev kiralamıştı.Tekrardan memnun oldum. Bende Falazın ablasıyım." Telaşa kapılan mimikleri ve ses tonu ortamda ne olduğunu kavrayamayan bakışlarıyla şüpheli hareketler sergiliyordu. Savcı bu durumu fark ettiğinde yeniden bana döndü. Hala aynı pozisyonda kısık gözlerle ona baktığımı fark ettiğinde gözlerini benden çekerek kaçtı. Şüphe zehirli bir yılan gibi kıvrıldı zihnimde. Ablası neden çalıştığım ekip dediğinde neyden bahsettiğinden anlamamış gibi davrandı? Olayı bir kaç saniye anlamadığında bir anda telaşa kapılarak konuyu değiştirmeye çalıştı. Dokuz kusurlu hareketten beşini yapmıştı ve durum oldukça dikkatimi çekmişti.
Savcıya daha fazla bakmadım. El çantamı elime aldığımda Bera bize bakıp tebessüm etti. "Hadi size evlerinizi göstereyim. Akşamda benim davetlimsiniz. Hep birlikte yemek yeriz."içten ve samimi görünen bu kadını reddetmek istemedim. Belki küçük bir sohpet ortamda oluşan garip havayı anlamamı sağlardı. Bu duruma ne kadar nötr kapsamda ekip bu durumdan hiç hoşlanmamıştı. Savcıyla aynı ortamda bulunmak onları daha çok gerecekti özelliklede Berkunu. Yinede karşımda bana tebessümle bakan bu kadını reddetmedik.
"Tabi geliriz. Teşekkür ederiz."dediğim anda yüzü aydınlandı. Savcının bakışlarını üzerimde hissettiğimde bakışlarımız çoktan kesişmişti. Haylaz parıltılar barındıran gök mavileri kısık ve pusluydu. Teşekkür ettiğim için sinirli olduğunun farkında olarak ukala bir gülümseme gönderdiğim anda tek kaşı yukarı kalktı. Meydan okuyan bakışları üzerimden bir saniye ayrılmadan bana bakmaya devam ettiğinde, pes ederek önüme döndüm.
"Teşekküre lüzum yok. Kardeşimin iş arkadaşlarını yakından tanımak isterim."diyen Beraya Savcı kısa bir bakış attığında ablası omuz silkerek bize döndü. "Hadi gidelim."eliyle yönü gösterirken bizide önüne katıp ilerlemeye başladı.
Bera’nın gösterdiği evlere dağıldığımızda göl manzaralı şirin bir evin önünde durduk. "Burası ve hemen yan ev sizin. Evelerinizde ihtiyacınız olan her şey mevcut, yinede bir şeye ihtiyacınız olursa girişteki ahşap ev bizim. Çekinmeden gelebilirsiniz.”diyerek açıklama yapan Bera, çok fazla kalmadan yanımızdan ayrıldı. Esilay ve ben bir evde diğerleri aynı evde kalacaktı. Evlerde iki yatak olduğu için biri koltukta yatacaktı ve bu kurban kesinlikle Tunaydı.
"Sumru, burası çok güzelmiş."hayranlıkla evi gezmeyi sürdüren Esilaya baktım. Çocuksu neşesi ve heyecanı geri gelmişti. Savcıyı gördüğümüz anda hepimizin gerilmesi ortamı daha ciddi tutuyordu. Bu yüzden yemek fikrine sıcak bakmayan Berkunu tehdit ederek ancak ikna edebilmiştik. Tehdit ise Erenin Berkunu evde saçma şekillerde çektiği fotoğraflarlarıydı. Birgün şubede açıp bize göstermişti ve gülmekten gözümüzden yaşlar gelmişti. Berkun çok dağınık yattığı için uyurken girdiği şekiller çok komikti. Bu tehdidi ciddiye alan Berkun mecburen kabul etmek zorunda kalmıştı. "Sizin yapacağınız işi sikeyim. Tehdite bak amına koyayım."diye homurdanarak eve girmişti.Kapıda gülme seslerimizi duyduğunda ise yeniden kapıdan çıkıp hepimizi göle atmakta tehdit etmişti. "Ulan hepinizi göle atmayan Berkunda adam değil."
Bu tehdidi oldukça ciddiye alarak evlere koşmuştuk. Hepimizin çil yavrusu gibi dağıldığını fark ettiğinde ise kahkahalarını koyuvermişti.
"Ulan donunuza ettiniz be. Bu tehdit burdan gidene kadar geçerli.Bir daha benimle dalga geçerseniz. Hepinizi uykunuzda göle atarım."
Arkamızdan yaptığı planları duysakta asla umursamadan evi gezmeye başladık.
Nasıl olsa o yemeğe gelecekti. Ya seve seve yada tehditle.
🪦
Bir saatlik dinlenmenin ardından güzel bir duş aldığımda rahatladığımı hissettim. Benim ardımdan duşa giren Esilay hala çıkmamıştı. Bu kız burayı hamam sanıp kırklanıyordu sanırım. Üzerime geçirdiğim örme bordo elbisem ve yüzüme yaptığım hafif makyajla bugün epey güzel görünüyordum. Saçlarıma da hafif dalga yaptığımda kendimden epey uzaktım. İş yerinde daha ciddi ve sade kıyafetler tercih ettiğim için bu halim bana bile yabancı geliyordu. Ama bazen böyle süslenmekte ruh halime ve bana çok iyi geliyordu. Krem kabanımı alıp üzerime geçirdim. Esilaya biraz dışarda dolaşacağımı söyleyip evden çıktım.
Dışarıda esen hafif rüzgar yüzümü yalayıp geçti. Gün batımı gökyüzüne kızıllığını sermiş, ışık hüzmesi yemyeşil göle yansımıştı. İçime çektiğim derin nefeslerle göl kenarına doğru yürüdüm. Oturmak için kütükten yapılmış küçük oturakları fark ettiğimde hemen birine kuruldum. Hemen yakındaki ormandan gelen çam kokusu derin nefeslerime eşlik ediyordu.
Gökyüzün kızıllığı turuncu ışık göle yansımasını bırakırken ortaya çıkan manzara, kaçırmaya değmeyecek kadar eşsizdi. Çam kokusuna eşlik eden hanımeli ve Melisa kokusu bahçeyi eşsiz yapmıştı. Bu manzarayı ve bu kokuyu soluyan insanın ömrü uzardı.
Gökyüzünün turuncu kızıllığına dalıp gitsemde, arkamdan bana doğru gelen ayak sesini duyuyordum. "Seni ne zaman yalnız görsem gökyüzüne bakıyorsun..”arkamdan gelen kalın kadife sese dönmedim. Adımları tam arkamda durduğunda nefesini çok yakınımda hissediyordum. "Gökyüzüne bakmayı seviyorum."dediğimde güler gibi nefes aldı. "Farkındayım, ne görüyorsun benim görmediğim?"ılık nefesi çok yakınımdan saçlarıma çarptığında tüğlerim ürperdi. "Bakmayı bilen gözler,her şeyi görür."fazla bilgece olduğunu fark ettiğimde içli bir nefesi koyverdim. Yanımda duran ellerimi göğsümde birleştirirken kabanıma daha çok sarıldım.
"Hava artık serinledi, istersen içeriye geç."diye bir öneride bulunduğunda onu umursamadan oturmaya devam ettim.
Bu önerisine cevabım gayet netti. "Böyle iyi siz üşüdüyseniz gidebilirsiniz."
"Bu ağzına geleni söyleme huyun kimden geliyor acaba? "bu sorusu beklemediğim yerden gelmişti. Bir anda böyle bişey duymayı beklemediğim için arkamı dönüp Savcıya baktım.
"Bilmem, hiç düşünmedim."dedim dürüst olarak. Bu konuyla ilgili düşünme hakkım ben doğduğumda elimden alınmıştı. "Düşünsen iyi olur. Bu durum birgün başını derde sokabilir."hemen yanımdaki boş kütüğe oturdu. Geriye dönen başımı yanıma oturan adama çevirdim.
"Olabilir, peki bu durum sizi neden bu kadar ilgilendiriyor?”
"Bu huyunu bana karşıda kullandığın için olabilir mi?"bana yandan bir bakış atıp önümüzdeki manzaraya döndü. Artist dememek için dilimi ısırarak kendimi dizginlemeye çalıştım.
"Ben bu huyumu herkese karşı kullanıyorum. Siz istisna değilsiniz."burnumu havaya dikerek ona baktım. Bana bakmadan güldü, sol yanağında çıkan gamzesini fark ettiğimde çok kısa bir an nefesim tekledi. Kirli sakallarının arasındaki çukur gözüme gözüme çarptığında o çukura dokunmak isteyen ellerimi, kendime daha sıkı sardım.
Çok yanlış işlerin peşindeydim. Benim buradan u dönüşü yaparak başka bir sapağa yol almam gerekiyordu. Aksi halde; büyük bir kazaya sebebiyet vererek ortalığı dağıtabilirdim.
"Farkındayım. İstisna olmadığımın."imalı konuşması alındığını mı gösteriyordu? Hiç umrumda olamayarak ona bakmayı kesip yeniden önüme döndüm. İstediğini düşünerek kafasında kurabilir, ağlayarak günlüğüne yazabilirdi. Umrum dışı olması gereken konular üzerime üzerime gelerek beni köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu ama yemezlerdi.
Göl manzarası epey güzeldi. Ormandan gelen baykuş sesleri ortama gerici bir hava katıyordu. Evet, bunları düşünmek çok daha mantıklıydı. Kendime sadık kalma sürem beş saniye bile sürmedi. "İstisnalar kaideyi bozuyor benim için."dedim.Bana yandan bir bakış atarak gözleriyle tüm yüzümü taradı. "Benim içinde öyle."diyerek bu saçma muhabbete son verdi. İkimizde sessizleştiğimizde her şey daha kolaydı. Sessiz bir insan olması kelimelerle arası iyi olmadığı için değildi, nerede ne konuşacağını iyi bilen biriydi. Vurucu noktaları kaçırmadan ateş etmek konusunda da epey tecrübeliydi.
Sessizliğimizi koruduğumuz zaman diliminde yalnızca manzarayı izledik. Nefes alışverişlerimiz dışında kulağıma gelen ördek ve kuş sesleri dışında hiç bir şey yoktu. Arada bana kaçamak bakışlar attığının farkında olarak, aynı manzaraya farklı açılardan baktık. Gökyüzü benim için kaçıp saklandığım bir limandı. Onun için ne anlam ifade ediyor bilmiyorum ama ben gökyüzüne aşık bir insandım.
Gökyüzü Asumandı. Bütün renkleri barındıran, delice hayaller kurduran, özgür hissettiğim tek yerdi.
"Buraya çok sık gelir misiniz?"dayanamayarak sessizliği ilk ben bozdum. Manzaraya odaklı bakışlarını bir kez daha bana çevirdi. "Çok sık değil, fırsat buldukça."fırsatı yaratmaktan değil, bulmaktan bahsetmesine şaşırmadan edemedim. "Ablanızla görüşmek için fırsat yaratmıyor musunuz? Benim maya gibi bir yeğenim olsa her dakika görmek isterim."çok tatlı bir kızdı. Birazcık büyümüşte küçülmüş bir hali vardı. "Mayanın beni görmesi için buraya gelmeme gerek kalmıyor.Beni arayacak çok boş vakti var."yüzünde beliren tebessüm onu ne kadar çok sevdiğini haykırıyordu. "Ablanızda çok tatlı biri. Güzel bir ailesi var. Sıcak ve samimi insanlar."derin bir nefes aldığında koca gövdesi ona eşlik ederek inip kalktı. "Öyle,"diyerek durumu tam anlamıyla özetledi. Verdiği kısa cevaplar bu konuyu konuşmaktan rahatsız olduğunu gösteriyordu.
"Burada olmamız sizi rahatsız etti?"bu bir sorudan çok tespitti.
Çatılan kaşları tam tersi olduğunu haykırsada aile konularında ne kadar ketum olduğunu bir kez daha anladım. "Hayır, bunuda nerden çıkardın." Çehresine yayılan ifade doğru söylediğini gösteriyordu. Bizden rahatsız olmasa dahi ailesi ile bu kadar içli dışlı olmamamız onu germişti. Söz konusu aile olduğunda tüm duygularını saklayamadığının kendisi dahi farkında değildi. Dışardan bir göz olarak ben her şeyin farkındaydım.
"Berkunu kast ediyorsan.Onunla meselemiz ayrı.Burada olmanız beni rahatsız etmedi."neyi kast ettiğimide direk olarak anlamıştı. "Bir meseleniz var yani?"gözleri kısıldı yoğun bakışlarını üzerimden çekmedi. "Yok diyemem."buna hayır demesini bekleyemezdim. Yok diyemem dediği konunun bizim için çoktan kapandığını, maziye gömüldüğünü ne zaman fark edecekti. "Meseleniz eskide kalmış bir olayı yeniden gündeme getirmek mi?"biraz sert çıkan sesime başta duraksadı. Ardından elini dizine yaslayarak oturuşunu düzeltti.
"Gerçekten benim görmediğim ne görüyorsun?"diye sorarak konudan kaçmaya çalıştı. Bakışları oldukça dikte ediciydi. Fazla üzerine gittiğimi düşünüp bende konuyu burada noktaladım. Kaçmak istiyorsa şimdilik kaçabilirdi. Onu yavaş yavaş çözdüğümü hissederken elbet bu duygularını analayacağım zamanda gelecekti.
İşte o zaman onu köşeye sıkıştıran ben olacak, cevabı almadan yakasından düşmeyecektim.
Gökyüzünden derin bir nefes çektim. "Özgürlüğü, nefes alabilmeyi. Gökyüzüne baktıkça anlıyorum, bu dünyada küçücük bir noktadan ibaret olduğumuzu.” dedim. En içten cümlelerimle. Bana bakan mavilerinden ne düşündüğünü anlamsamda, başını hafif bana doğru eğerek derin bir nefes aldı. "Zambak?"dudaklarından çıkan fısıltıyı işittim. Kendi kendine söylese de ne söylediğini duymuştum. Zambak demişti bana. O an bana gelen aydınlanmayla nefesim sıklaştı.
O benim kokumu içine mi çekmişti? Ben gündüz vakti hayal dünyasında mı yaşıyordum?
"Anlamadım."dudaklarımdan dökülmek isteyen kelime bambaşkaydı. Ona söylediğim bambaşka.
"Neyi?"
Üzerime oynamaktan zevk alan oyunbaz bakışları elalarımı hemen ardından çillerimi taradı. "Siz biliyorsunuz neyi olduğunu."dedim. Göz bebeklerinde yanan çakmak, parlaklığını yüzüme yansıttı. "Hayır, bilmiyorum. Neyi bilmem gerekiyor? Bu arada iş dışında siz demene gerek yok. İsmimi kullanabilirsin."rahatlığına diyecek söz bulmadım.
"Böyle iyi. Ayrıca ne iyi diye sormayın."söylediklerim yüzünde küçük bir gülümsemeye neden oldu. Attığım taş ona sekmeden yeri boyladığında o gülmekle meşguldü.
"Beni yine güldürdün?"dedi. Sesi kendine bile şaşırdığını kanıtlıyordu. İçli bir nefes verip ağırlaşan havada yeniden manzaraya döndü. "Bu kötü bir şey mi?"diye sordum. Bir anda neden durulduğunu anlamaya çalışarak.
"Uzun zaman oldu. Böyle içten gülmeyeli."Dürüstlüğü sorgulamaya açık değil şekilde netti. Bana fazla net ve dürüst olması benim içinde oldukça şaşkınlık vericiydi. "Ne kadar uzun?"belkide ilgilenmemeliyim. Ama çehresine yayılan ifade tam tersini söylüyordu. "Bilmem, sayamayacağım kadar. Saymayıda sevmem."bana karşı hep açık yürekli olmasını takdir ediyorum. İlk günden bu yana bana söylediği sözler hep samimiydi. Bunu hissediyor olmam da benim şansımdı. "Sayılarla aram iyidir."diye direttim. Bana bakıp gülümsedi. Yüzündeki buruk gülümseme bile ciddiyetini bozmaya yetmedi. "Çocuktum. Belki 10 belki 15 yaşlarında. Kaç yıla takabül ediyor?"yüzündeki ciddi ifade hala yerini koyuyordu. Bu kadar zamanda hiç mi gülmemişti? İşte buna daha çok şaşırdım. Merak kıvrak bir yılan gibi dolandı beynime. Ama bunu konuşmak için hazır olmadığını hissediyorum. Belki başka bir zamanda bunu ona açık yüreklilikle sorabilirdim ama o gün bugün değildi. Üstlenmeden konuyu değiştirdim.
"Çok uzun zaman. Şimdi kaç yaşındasınız?"bu sorunun cevabını bilmediğimi keşfedeli uzun zaman olmuştu.
"33 sen?"diye sordu bilmeze yatarak. Bizi şubeye geldiği ilk gün araştırdığına kalıbımı basarım. "Bildiğiniz soruların cevaplarını istiyorsunuz."dedim. Burnumu ona dikerek bakmama sinir olmak yerine gülümsedi.
"29" dedi. Onaylamamı ister gibi gözlerime baktığında başımla onayladım.
"29 güzel bir yaş."
"Her yaşın ayrı bir güzelliği var.Görmeyi bilene…”dedim imalı bir ses tonuyla. İmamı havada yakalayan adam haylaz parıltıları yeniden gözlerine misafir etti.
"Kadınların yaş takıntısı olduğunu düşünürdüm."sesi kulaklarımda bir melodi gibi çınlıyordu.
"Her kadın aynı değildir."dedim omuz silkerek. Benim bu tavrıma karşı dudağının sol köşeyi havalandı. Bu kez gamzelerini göremedim.
"Ben farklıyım diyorsun?"benimle aleni şekilde eğleniyordu. Ve bunu saklama çabası yoktu. Bir kaç gün önce aramıza set çekip bana sert davranan o değilmiş gibi benimle eğlenmesi çok tuhaftı. O günden bu güne ne değişmişti ki, tavırları bir anda yumuşamıştı. Artık eminim tescilli bir dengesizdi kendisi.
Ukala bir yerden değilde, gerçekçi bir yerden cevap verdim. "Ben herkesle aynıyım ama kimseye benzemeyenim diyorum."dudaklarından ıslıklı bir solu döküldü. "İddalı. Bayada havalıyız."dedi. Ona gözlerimi kısarak baktım. Gülmekten kısılan gözleri yüzündeki tüm çizgileri ortaya seriyordu.
"İddialı evet. Ama havalı olduğumu düşünmüyorum."dedim dürüstçe. "Nedenini sorabilir miyim?"bugün bana karşı epey nazikti. Dengesiz olduğu kadar beyefendi bir kişiliğide vardı. Yada çok iyi bir oyuncuydu. "Havalı görünmek gibi bir derdim hiç olmadı. Hayatı gelişine yaşadım her zaman."
"Gelişine yaşamış biri gibi durmuyorsun. Geldiği yeri hak etmek için emek sarf etmiş, karşısına çıkan her zorlukla savaşmış biri gibisin."dedi. Beni bu kadar iyi analiz etmeye başlaması hiç iyi değildi. Kendimi karşısında çırılçıplak hissettim. Ben onun hakkında adı ve yaşı dışında bir şey bilmezken, onun benim ve hayatım hakkında bu kadar çok bilgiye sahip olması haksız rekabetti.
Bu durumdan rahatsız olduğumu belli edercesine triplendim. "Öyle,"dedim tıpkı onun gibi kestirip atarak. Bakışları ben hariç her yerde gezindi. "Güzel,"dediği anda konu burada kapandı. Bir kaç dakika sonra ekibin yanımıza damlamasıyla yemek için Beranın evine doğru yürümeye başladık. Kabanıma sıkıca sarıldım. Akşamın ayazı çöktüğü için hava biraz soğumuştu.
"Savcıyla ne konuşuyordunuz?"hemen arkamdan yürüyen Berkun, sol omzuma doğru eğildi.
"Hiç, havadan sudan."dedim geçiştirerek.
"Havadan sudan muhabbet edecek kadar ne ara samimi oldunuz?"sert bir nefesi saçlarımın üzerine doğru verdi. Adımlarım bir anda durdu. Bana şuna hesap mı soruyordu? Ben yanlış mı anlıyordum?
"Sen şu an beni sorguya mı çekiyorsun?"
"Hayır,"bir an duraksadı. Söylemek istediği her neyse yutkundu. Biraz sert olsada bazen sınırları çok kolay geçiyordu. Dost olmamız her şeyime müdahale etme hakkı vermiyordu. Bu noktada çok keskin sınırlar çiziyor, onuda o sınırın gerisine itiyordum. "Güzel, bende öyle düşünmüştüm."dedim ve arkama dönerek diğerini takip etmeye devam ettim. Falaz savcı önden giderek yolu gösteriyordu.
"Ne yemek var acaba? Çok açım."tam önümden yürüyen Tuna ve Esilayın sohbetine kulak misafiri oldum. "Bilmiyorum ama şöyle acılı bir Adana çok iyi giderdi."dedi Tuna. Kendisi has Adanalı olduğu için tüm kültürü özüyle benimsemişti. Adana kültürünü bizede çok güzel yansıtır kendisi.
"Şu Adana aşkın ne zaman biter tahmini?"diye sordu Esilay. Tuna ona yandan bir bakış atarak kolunu omzuna attı. "Güzelim ben doğuştan Adanalıyım. Artık ciğerlerime kadar işlemiş is kokusu. Adana şişin keskin kokusu, ciğerci Ahmet abinin sakatatları yanında içtiğim acılı şalgam suyu, sen söyle tüm bunlardan nasıl vazgeçeyim."Esilay dan bir tiksinti mırıltısı duydum. Tuna'nın kolunun altından çıkıp önden ilerlemeye başladı. "Ne dedim şimdi ben?"diye arkasından konuşan Tuna koşarak Esilaya yetişti. Yeniden kolunu omzuna atıp ilerlemeye devam ettiler.
“Senide Adanalı yapmam lazım. Olmuyor böyle.”
Beranın evinin önüne geldiğimizde ışıklarla aydınlatılmış rengarenk bir bahçe bizi karşıladı. Biraz ileride dört tarafı cam olan bir kış bahçesi göründü. Her yanı şakayıklarla çevrili bahçe çok güzel duruyordu. Dört bir yanımdan aldığım çiçek kokuları içimi ferahlattı.
Beranın bu evi, abisinin Bentley Bentayga arabası. Bunlar zengin değil baya milyonerdi.
Kış bahçesinin kapısında bizi karşılayan aile güler yüzü ve samimiyetiyle göz dolduruyordu. "Hoşgeldiniz," diyerek bizi karşılayan kadın naif ruhunu adeta bu bahçeye dökmüştü. Buradan da mimar olduğunu anlamak zor değildi. Bu tesiste eşine ait olmalıydı. Nasıl tanıştıkları da belli olmuştu. Yüzümüzdeki samimi gülümsemeyle selamlaştık. Bizi kış bahçesine doğru yönlendiren kadınla hepimiz teker teker içeriye girdik. Dışarı kadar içerinin mimarisi de çok güzeldi. Oldukça geniş olan kış bahçesine on iki kişilik yemek masası ve oturmak için karşılıklı iki koltuk yerleşmişti. Bir köşede yanan şömine ortama romantik bir hava katmıştı. Kışın karın yağışını bu bahçeden izlemek eminim çok zevklidir. Kış bahçesinin etrafını saran şakayıklar pembe renkte açmış en tepeye kadar tırmanmıştı. İçeriye yayılan yemek kokularına eşlik eden çiçek kokuları da vardı. Sıcak bir aile ortamı için her şey mevcuttu.
"Nazik davetiniz için çok teşekkür ederiz."dedi. Koltukta yanıma oturan Esilay. Ekürisiyle ayrılmadığı için diğer yanına da Tuna oturmuştu. Benim diğer yanımda ise Berkun vardı. Erende ayakta koltuğun kenarına yaslanmıştı. Ailecek karşımıza oturan çifte Savcıda eşlik etmişti.
"Davetimi kırmadığınız için ben teşekkür ederim. Dinlene bildiniz umarım."
"Evet, her şey harika. Manzara da çok güzel."hemen yanında oturan Tuna söze atlayarak Berayı yanıtladı. "Sevindim. Her zaman beklerim."nazik ve kibar tavırları tam bir hanımefendi profili çiziyordu.Sarı saçlarını sıkıca at kuyruğu yaparak toplamış. Üzerine giydiği siyah yün kazaktan elbisesiyle oldukça güzel görünüyor. Eşi ve kızıda ona uyumlu olarak siyah giyinmişlerdi. Falaz Savcı siyahla bütünleştiği için onun her zamanki haliydi.
"Mayacım sen nasılsın?"öğlenki enerjisine göre biraz daha durgun kalan kız bize doğru gelerek benim önümde durdu. "İyiyim siz nasılsınız?"hergün yaptığı çok olağan bir hareket gibi kucağıma zıplayarak oturdu. Giydiğim bordo elbise uzun olduğu için etek kısmı dizlerimin altında bitiyordu. Kurulduğu yerden önce bana sonrada Esilaya döndü.
"Maya gel kızım ablaları rahatsız etmeyelim."diyerek kızını çağıran Yiğit beye sorun yok dercesine gülümsedim. Maya elini saçlarıma atarak öndeki bir kaç tutamı okşadı.
"Biliyor musun Sumru abla. Senin saçlarında güneş gibi. Çok yumuşak."dedi. Bu kadar insanın içinde iltifat alamaya alışık olmadığım için bir anda yüzüm ısınmaya başladı. Boynumdan yanaklarıma doğru kızardığımı hissettim. "Teşekkür ederim Altın saçlı kız.Senin saçların benimkinden daha güzel."diyerek ona sıcacık gülümsedim. Gülümsemem bulaşıcı gibi Maya da anında gülümsedi.
"Bende teşekkür ederim."Berkun ve ben mayanın saçlarını okşadık. Somurtkan olması çocukları sevmediği anlamına gelmiyordu. "Seninle dalga geçtiğim için özür dilerim."Mayanın ondan özür dilemesini beklemeyen Berkun ufak bir şaşkınlık yaşadı. Kendini hemen toparlayıp ufak bir tebessüm etti. "Önemli değil."diyerek saçlarını okşamaya devam etti.
"Mayacım gel hadi. Yemekler soğumadan sofraya geçelim. Buyurun."dedi Bera. Bizi yönlendirmesiyle sofraya geçtik. Çeşitli yemeklerin olduğu sofra güzel görünüyordu. Servise yardım etmek istesekte misafirsiniz diyerek kabul etmeyen Bera, hepimize birer kase çorba koydu. Dumanı üstünde tüten ezogelin olduğunu düşündüğüm çorbayı küçük yudumlarla içmeye başladım. Bir müddet herkes yemeğe odaklanmış şekilde kimseden ses çıkmadı. Maya, çok uykusu geldiği için çorbasını içip bakıcı ablasıyla uyumaya gitmişti. Masa onsuz epey sessiz kalsada bizim ekip her şeye kolay adapte olduğu için bu aileye alışmakta da sıkıntı çekmediler.
"Ellerinize sağlık. Herşey çok güzel."sessizliği bozan Esilayla herkes kendi arasında muhabbet etmeye başladı. Eren ve Berkun kafa kafaya vermiş bir şeyler konuşuyordu. Berkun keyfi kaçık olsada Ereni dinliyordu. Tuna, Esilay ve Berayla birlikte yemekler üzerine derin bir sohpet tuttuştular. Yiğit bey ve Savcı da kendi arasında konuşuyordu. Bende sofrada ki güzel yemeklere yumulmuş sesimi çıkarmadan tıkınıyordum. Buradan kilo alarak gideceğim şimdiden belli olmuştu. Tabağımdaki içli köfteleri iştahla yerken, "Urfa değil kızım Adana, Adana."diyerek böğren Tuna'yla başımı yemekten kaldırdım. Ortadaki kebabı tartıştıklarına bahse girebilirdim. "Adana kebabı evet. Eşim çok güzel yapar."dedi Bera Tunayı yadırgamadan. "Adanalı mı?"dan diye sorduğu soruyla Bera önce bir şaşırdı sonra da eşine döndü. Sanki nereli olduğunu soracak bir havası vardı. "Evet, Adanalı."dedi. Nokta atışını yapan Tuna bir anda ayağa kalkarak Yiğit beye sarıldı.
"Uzun zamandır toprağım birini görmedim. Gardaşım, Adana mı çok özlemişem."şive çorbası yapan Tuna Yiğit beye hala sarılmaya devam ediyordu. Yiğit bey anlam veremeyen bakışlarla hepimize baktı.”Adanalıyık Allahın adamıyık.”klasik espirisini yaptıktan sonra adamın sırtına pat pat vurdu.
Bu görüntü karşısında daha fazla dayanamayan Eren, uzanarak Tuna'yı ensesinden yakaladı. "Gel lan buraya. Adamı öldüreceksin."diyerek ahtapot gibi doladığı kollarını geri çekti. "Ne var. Ne oldu ki, iki sarıldık alt tarafı."çocuk gibi dudak büzmesine hepimiz gülerek karşılık verdik. Bizim güldüğümüzü görünce oda gülmeye başladı.
"Gülün gülün. Böyle arkadaşınız var tabi. Gülmeyeceksiniz de ne yapacaksınız zaten."diye hava atarak sandaleyesine geri döndü. Havalı sandığı bakışları Berkunun ölümcül bakışlarıyla çakışınca olduğu yerde küçüldü. "Size de bişey söylemeye gelmiyor."hala Berkuna oynamaya devam etmesine kahkaha atmamak için kendimi sıktım. "Ya sabır ya selamet."diyerek sabır dilenen Berkun derin bir nefesi Tunaya doğru koyverdi. Tuna mesajı almış gibi eliyle ağzına fermuar hareketi yaparak konuşmaya ara verdi. "Çok şükür."diyen Esilayla hepimiz yeniden gülmeye başladık. Hemen solumda kalan savcının da gülümsediğini gördüğümde yanaklarında oluşan çukura baktım. Ona baktığımı hissetmiş gibi bana dönen bakışlarıyla gözlerinde yanan küçük mum ışığını gördüm. Mavi irisleri loş ortamda bile parlıyordu. Bir kaç saniye daha gözlerini üzerimden çekmeden bana bakınca bakışlarımı kaçırmak zorunda kaldım. Kaçırdığım bakışlarımın odağına bu kezde Beranın gelmesiyle diken üstünde oturuyor gibi kıpırdandım. Beranın bakışları bir müddet yüzümde gezip kardeşine döndüğünde munzurca gülümsüyordu.
Sıçtık.
Abisine benzeyen gök mavileri haylaz parıltılarla bir süre üzerimde gezindi. Aklına doluşan hinlikler yüz ifadesinden net şekilde okunuyordu. Elalarımı ondan çekip yeniden önüme döndüm. Tabağımdaki içli köfteyle bakışlarım kesiştiğinde hiç düşünmeden tek lokmada ağzıma tıktım. Nefes dahi almadan çiğnemeye başladığımda daha çok gözün dikkatini çekmiştim. Hiç birine aldırmadan ağzımdaki lokmayı yutmaya çalıştım. Kuru kuru gitmeyeceğini anladığımda su içmek için bardağa uzanan elim başka bir elle çarpıştı. Savcı bardağımı eline alarak bana doğru uzattı. Gözlerim beyin komutuna uyarak bakışlarımı ona düşürdüğümde, yüzünde tuhaf bir tebessüm vardı. Bakışları ilk önce şiş yanaklarımda ardından çillerimde gezindi. “İç hadi.”elindeki bardağı gözümün önüne doğru kaldırdı. Elindeki bardağı yavaşça alarak bir yudum aldım. Ağzımın içinde büyüyen lokma suyla kolayca akıp gitmişti.
“Kendi kendine tek lokma challenge mı yapıyordun?”kulağımın dibinde fısıldayan Esilay la az kalsın ağzımdaki lokmayı dışarıya doğru püskürtecektim.
“Yoo yemek yiyordum.”dedim elimle ağzımı kapatarak son lokmayıda yuttum. “Bana hiç öyle gelmedi.”hin bakışları gülümseyerek kısıldı. “Daha çok bir şeyden kaçıyor gibiydin.”başıyla Savcının olduğu yeri işaret etti. Şüpheli bakışlarını bir müddet daha yüzümde tuttu. Bir şey söylememe gerek kalmadan yanındaki Tuna tarafından ekarte edildiğinde derin bir nefes aldım.
Bu ortam çok gerici olmaya başladı.
Bir müddet sonra yenen yemekler bitmiş, sohbete koltukta devam etmek için koltuklara geçmiştik. Bera içecek konusunda cömert davranarak ekibe sıcak şarap yapmıştı. Kendisi içmese de eşi ve ekip birer kadeh alarak oldukları yerde yayılarak sohpet ediyordu. Ben sadece bir yudum alarak tadına baktıktan sonra kadehi sehpaya bırakıp bir daha dokunmamıştım. Hemen karşımda oturan Falaz Savcıda içmiyordu. Araç kullanacağı için değil içmek istemediği için mi içmemişti o gün. İlk kez bir konuda dürüst olmadığını hissediyordum. Neden içemediğini saklama gereği duymuştu ki?
Yarında izinli olduğumuz için ekip dağıtmakta sakınca görmemişti. Bera, Savcı ve ben içmediğimiz için birer kahve söylemişti. Sütlü ve az şekerli kahvemden bir yudum alarak arkama yaslandım. İkramlıklar, pastalar, çerezler orta sehpa yine göz doldurucuydu. Hemen yanımda oturan şarap içerek pasta tıkınan Esilayın nasıl bir mideye sahip olduğundan artık şüpeliydim. "Pasta neli çok güzelmiş."diyerek Beraya döndü. "Çilek, çikolata."dedi Bera özenle ve elleriyle yaptığı fazlasıyla belliydi.
"İkisinin uyumuna bayılırım.Ellerine sağlık."diyerek iştahla yediği pastaya geri döndü.
"Sende tadına bak Sumru, eminim seveceksin."Beranın hemen yanında oturan Savcı gözleriyle önümdeki pastayı işaret etti. Bu kadar kalabalıkta benimle ilk kez konuşuyordu. Pastayı önüme çektim. "Sen çilekli pasta sevmezsin ki,"diye araya giren Berkuna tip bir bakış attım. Savcıda Berkuna kaşlarını çatarak bakıyordu. Berkun oralı bile olmadan pastasından bir çatal aldı.
Çilekle çikolatanın uyumunu severdim. Pastadan o kadar hoşlanmasamda buradaki insanları kırmamak için tadına baktım. "Ellerine sağlık çok güzel olmuş." Ağzıma yayılan tat güzeldi ama biraz değişik bir aroması vardı. Bir çatal daha aldığımda ağzımda yayılan tad tamda düşündüğüm şeydi. "Bu pastanın içinde başka ne var."diye ayağa kalkan Berkun hızla yanıma geldi. Pastayı elimden alarak sehpaya bıraktı. "Antep fıstığı koymuştum. Falaz çok sever-" Beranın konuşmasını artık duyamıyordum. Beynim kendini ana kitlemiş gibiydi. Savcı oturduğu yerden hızla bana doğru yaklaştı. "Ne oldu? Sumru?"Tam önümde diz çöken iki adam birbirinden nefret etsede şuan benim için endişeli görünüyorlardı. " Antep fıstığına alerjisi var."diyerek ortalığı birbirine katan Berkunu artık silik bir silüet olarak görüyordum. "Sumru," kimin seslendiğini seçemeyen kulaklarım artık uğulduyordu. Vücudumun her yeri kaşınmaya başladığında kolumu kaldırmaya dermanım yoktu. Ama son bir güçle boynuma götürmek için kaldırdığım elimi Savcı yarı yolda yakaladı. Elimi sıkıca saran eli hafifçe üzerini okşadı. Birşeyler söylüyordu ama kulaklarım uğuldadığı için asla duymuyordum. Bedenim sarsılarak kendini bıraktığında bir elin beni belimden yakalayarak tuttuğunu hissettim. “Çanta,”dedim son gücümle. Alerjim çok ciddi boyutta olduğu için iğnemi yanımdan ayırmazdım. Gözlerim gittikçe karardı, vücudum kendini bırakmak için an kollarken bir kaç dakika sonra bilincim beni yavaş yavaş terk etti.
Kapanan gözlerim yeni bir aydınlığa kadar dinlenmeliydi.
🪦
Umarım severek ve beğenerek olduğunuz bir bölüm olmuştur.
Son düzlükten önce biraz eğlenelim ve gülümseyelim istedim. Bundan sonraki bölümlerde gülümsemek istemeyeceğinizi bildiğim için. Yünüzüde ufak bir gülümseme bıraktıysak ne mutlu efendim.
Okuduğunuz için teşekkür ediyor. Hikayeyi beğenmeden sayfadan çıkmayın diyorum. Lütfen Emeklerim görmezden gelinmesin. En hızlı şekilde bölümleri yazıp yayınlıyorum.
Kitapla ilgili sorusu olanları aşağıya bekliyorum.
Kitapta okumayı en sevdiğin sahne hangisi?
Yorumlarda buluşalım..
instagram; Bulmacaustalar
Tiktok; Bulmacaa.Ustalarr #bulmacaustaları desteklerinizi bekliyorum.
Twitter; Semyy8
Sevgiler
Semyy8
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.99k Okunma |
374 Oy |
0 Takip |
16 Bölümlü Kitap |