
Keyifli okumalar!
Şarkılar;
İlkay Akkaya - Ah Sensiz
Toygar Işıklı - Kokun Hâlâ Tenimde
Toygar Işıklı - Yara
Pinhâni - Aşk Bir Mevsim
...
AZRA ADALI
Yüzümün sol tarafı sert bir şeyin üzerindeydi. Kaşlarım çatıldı. Belimdeki ağırlık?
Gözlerim yavaşça aralandı. Görüş açıma ilk elim girdi. Yüzümün hemen yanındaydı. Başım bir gövdenin üzerindeydi. Kısık gözlerle izledim.
Burası... onun odasıydı.
Ama nasıl? Dün gece aklıma geldiğinde gözlerim kocaman açıldı. Göğsünün üstündeki elimi açık kalan ağzıma bastırdım.
Dün gece uyandığımda hava karanlıktı. Ve muhtemelen uyuyalı en fazla bir saat olmuştu. Susamıştım. Yataktan kalmış, mutfağa gidip su içmiştim. Odaya geri döndüğümde kapını eşiğinde durmuş, holün sonundaki kapıyla bakışmaya başlamıştım. Bu evde kaldığımda onunla uyumuştum hep. Ayaklarım gayriihtiyari holde adımlamaya başlamıştı.
Odasına girmiştim. Yatağın sağında uyumuştu. Fakat ufak bir boşluk vardı. Sığabileceğimi düşünmüş, sessiz hareketlerle yanına uzanmıştım. Ne kadar süre yüzünü izlemiştim bilmiyordum. Birkaç damla yaş akıtmıştım. Yüzünün her zerresine bakmıştım. Uzun uzun...
Çok özlemiştim.
Sonrasında ise gözümü araladığımda buradaydım. Sağ elim göğsündeydi. Belimdeki elini hissetmemek mümkün değildi.
Başımı yavaşça göğsünden kaldırdığımda sağ bacağımın bacaklarının arasında olduğunu fark ettim. Yutkunamadım. Bu kadarı da fazlaydı! Resmen odasına girmiş, üstüne de izinsiz yatağına uzanmıştım. Çüş!
Başımı kaldırdığımda güzel yüzüyle karşılaştım. Hafifçe gülümsedim. Kısa bir süre yüzünü inceledim. Tebessüm ederek.
Bir ara dikkatimi çeken bir şey oldu. Kaşlarım çatıldı. Uyuyan birinin nefesi düzenli olmalıydı. Ama Çınar'ın göğsü kıpırdanmıyordu bile. Gözlerim kısıldı.
Uyumuyor olabilir miydi?
Kesinlikle, şu an kesinlikle uyumuyordu.
Uyurken beni izlemişti.
Üst dudağımı dişlerimin arasına aldım. Hin düşüncelere açtım zihnimi.
Aramızda kalan kolumun dirseğini yatağa bastırıp biraz daha doğruldum. Açık saçlarım yastığa döküldü. Şimdi yüzüm yüzüne çok yakındı. Kısa bir süre yüzünü inceledim. Bakışlarım aşağılara, dudaklarına indiğinde sertçe yutkundum.
Derin bir nefes aldım. Dudaklarımı hafifçe dudaklarına değdirdim. Hareket ettirmedim. Onun bir tepki vermesini bekledim. Nefesini tuttuğunu hissettim. Onun dışında hiçbir tepki vermedi. Yüzünde bir mimik bile oynamadı.
Geriye çekildiğimde çok da uzağa gitmedim. "Uyanık olduğunu biliyorum." dedim kızgın ve kırgın ses tonumla. Çınar'ın kaşları çatıldı ardından ağır ağır gözlerini araladı.
Göz göze geldik. Gözlerinin içine baktım. Tam dudaklarımı araladığım sırada odanın içi telefon sesiyle yankılandı. Bu melodi bana aitti.
Dün gece kıyafetlerimi değiştirirken unutmuş olmalıydım.
Telefonum yatağın solundaki komodinin üstündeydi. Dün gece telefonu oraya bırakıp üstümü değiştirmiştim. Ve odadan ayrıldığımda yanıma almayı unutmuştum.
Çınar başını sol tarafa çevirdiğinde bacaklarının arasındaki bacağımın dizini yatağa bastırdım. Sol avucumu yatağa bastırıp destek alırken, sağ elimi Çınar'ın solundaki komodine uzattım. Yetişmek için biraz daha uzandığımda saçlarım bütünüyle Çınar'ın suratını örtmüştü.
Yüzümü yüzüne çevirdiğimde saçlarım yüzlerimizi gizledi. Gözleri örtülüydü. Saçlarım yüzünden çekildiğinde gözlerini araladı ve göz göze geldik.
Sertçe yutkunurken "Telefon," dedi kısılmış sesiyle. Ah! Evet, telefonum çalıyordu. Unutmuştum.
Kan yanaklarıma hücum ettiğinde bakışlarımı kaçırdım. Sol elimi biraz daha yatağa bastırdım ve komodinin üstündeki telefonu parmak uçlarımla tuttum.
Ekranda yazan isimle gözlerim kocaman açıldı. Telefonun ekranını Çınar'a çevirdim. O da benden farklı bir tepki vermedi. Telefonu yüzüme yaklaştırarak işaret parmağımı dudaklarıma yasladım.
Sertçe yutkunurken aramayı cevapladım. "Günaydın abiciğim." dedim.
"Günaydın canım." diye karşılık verdi abim. "N'apıyorsun? Neredesin?"
Çınar'la göz gözeydik. Abimin sesini duyuyor olmalıydı. Bakışlarım dudaklarına indiğinde "Aycan'ın söylemiş olması gerek." diye açıkladım yutkunduktan birkaç saniye önce.
Bakışlarımı hızla gözlerine çıkardım.
"Biliyorum canım. Sadece bugün pazar ve belki bir şeyler yaparız dedim ha? Ne dersin? Sen, Aycan ve ben... Belki babam da gelir."
Çınar bakışlarını kaçırdı. "Şimdi olmaz abiciğim. Biliyorsun dün çok geç uyuduğumuzdan henüz ikimizde ayılmış sayılmayız. Hatta bugün de diyebiliriz, malum gece döndüğümüzde gece yarısını geçmişti."
Abim sesli bir şekilde güldü. "İyi bir tanem... Biz Aycan'la çıkarız. Sen de müsait olduğunda ararsın. Alırız seni o zaman."
Abime "Olur." dediğimde, Çınar'ın gözlerinin içine baktım. "Seviyorum seni." dedim yoğun bir sesle. Abime söylemiştim fakat o da hissetsin istemiştim. Zaten kurduğum cümleden sonra bakışları direkt gözlerime değmişti.
"Ben de seni fıstık."
Aramanın sonlanmasıyla odanın içinde yine telefonun arama sesi yankılandı. Fakat bu sefer benim telefonuma değil, Çınar'ın telefonu çalıyordu.
Çınar yakınımızdaki komodinin üstünden telefonu aldı. Uzun uzun ekrana baktı. Sertçe yutkunarak dudaklarını araladı. "Konuşmak yok."
Başımı onaylarcasına salladım.
"Günaydın anneciğim." Derin bir nefes aldım. Bu saatte başkası da aramasındı bir zahmet.
"Günaydın oğluşum." diye karşılık verdiğini işittim karşı tarafın.
Dudaklarımda hınzır bir gülüş peyda oldu. Çınar'ın bakışları ağır ağır gözlerimden dudaklarıma indi. Kaşları hafifçe çatıldığında boşta olan elimi tişörtünden içeri sızdırdım. Parmaklarımı varla yok arası teninde gezdirdim. Karnı içe doğru çekildi. Nefesini tutmuştu.
Boğazını temizleyip konuştu. "Anne bir dakika bekler misin? Hoparlöre alacağım." Telefonu yatağın boş tarafına fırlatıp tişörtünün içindeki elimi hızla çekti.
Ben daha ne olduğunu anlayamadan beni üzerinden attı ve bileklerimden tutarak ellerimi başımın üstünde tuttu. Bacaklarını iki yana açarak kucağıma oturdu. Bunu yaparken vücudu vücuduma sürtünmüştü.
Bir eliyle başımın üstünde birleştirdiği ellerimi tutarken diğer elinin avuçlarını dudaklarıma bastırdı.
"Dinliyorum anneciğim." dedi gözlerimin içine meydan okurcasına bakarken.
Gözlerim kocaman açıldı. Ne yaptığını sanıyordu?
Başımı iki yana salladım. Bir daha tekrar ettim ama yine de ellerini çekmedi.
"N'apıyorsun?" diye sordu annesi.
"Bir işim var anne sonra sana dönsem, acil bir şey söylemeyeceksen?" diye karşılık verdi o. Ellerim hareket ettiremiyordum. Aynı şekilde hiçbir şey de söyleyemiyordum.
Tüm gücümle başımı yastıktan kaldırıp sert bir şekilde alnımı alnına vurdum.
Tiz bir çığlık atıp dudaklarımın üstündeki elini alnına götürdü. "Ne oldu? İyi misin?" diye sordu Kardelen Yıldırım.
Çınar "Yok bir şey anne." dedi yüzünü buruşturup alnını ovalarken. "Neyse ne söyleyecektin sen?"
"Unuttun mu? Ah bir de soruyorum! Tabii ki unuttun. Neyse sorun değil, ben de zaten oraya geliyordum." Annesinin kurduğu cümleden sonra gözlerini kocaman açarak elini alnından indirdi.
"Buraya mı geliyorsun? Neden?" Sesi telaşlıydı. Gözleri gözlerimdeydi. Kötü kötü bakıyordum. Ellerimi kullanmıştım, ağzımı değil. Ama o dudaklarımı da örtmeyi tercih etmişti. Madem öyle yaptığı şey anlam bulsundu.
"Neden mi? Hani yemeğe gideceğiz demiştim." Başımı kaldırıp bir saniye bile beklemeden dudaklarımı dudaklarına yapıştırdım. Şaşkınlıktan hiçbir tepki vermedi. Gözlerim kapandı ve onu sertçe öpüp geri çekildim. Gözlerimi araladım. Gözlerinin kapalı olduğunu gördüm. Bu, hâlâ benden etkilendiği anlamına gelirdi.
"Çınar?" diye seslendi telefonun diğer ucundaki ses. Çınar annesinin sesiyle gözlerini hızla araladı ve gözleri gözlerimle buluştu. "Bunları konuşmuştuk." Sertçe yutkundu. Seviyor. Biliyorum. Ama görmek düşüncelerimin bir sanrıdan ibaret olmadığını kanıtlıyordu. Bu, bana iyi geliyordu. En azından kendimi bu şekilde şarj ediyordum. Yoksa şimdiye kadar çoktan pes etmiştim.
"Anne." Sesi boğuktu.
"Geleceksin. Çiçek'te gelecek." Çiçek mi? O da kimdi? "Beni mahcup etme. Oturun, konuşun; size hemen nikâh kıyın diyen yok zaten."
N-nikâh mı? Bildiğimiz nikâh. İmzalar atılıyor hani? Ondan bahsediyor olmazdı değil mi? Olmamalıydı. Olamazdı. Olmasındı.
Onun gözlerinin içine baktım. Tepkisini ölçtüm, biçtim. "Bunları konuşmuştuk zaten." diye cevap verdiğinde sesi titremişti. Konuşmuşlardı? Ona bende bitersin dememe rağmen oturup konuşmuştu öyle mi?
Dişlerimi öyle sert birbirine bastırmıştım ki çenem ağrımaya başladı. Aynı şekilde titriyordu da.
"Ve sana hayır demiştim." diye devam etti Çınar. Derin bir nefes aldım. Bu iyi bir şeydi. Hem de çok...
Kardelen Yıldırım cevap verdi. "Ben de sana sordum. Başka biri var mı diye sordum." Hevesle gözlerine baktım. Bakışlarını kaçırdı. "Sen ne dedin?" Nefesimi tuttum. "Yok dedin." Boğazıma büyük bir yumru oturdu.
Yüzüm düştü. Hüzünlü bir ifadeyle başımı sola çevirdim. Dudaklarımı ıslattım.
Bir cevap almadığında tekrar sordu: "Yok demedin mi?"
Boğazını temizleyip kısık bir sesle "Dedim." diye cevap verdiğinde nefesini boynumda hissettim. Burnunu boynuma sürterek derin bir nefes aldı.
"Daha fazla uzatmaya gerek yok. Hazırlan kahvaltıya gideceğiz. On beş dakikaya oradayım." Şakaklarıma doğru kayan yaş yastıkla buluştu.
Telefonun kapandığına dair bir ses duydum.
Gözlerimi kapattım. "T-tebrik ederim." dedim titreyen sesimle.
Hiçbir şey söylemedi. Bileklerimi serbest bırakıp kendini hemen sağ tarafıma attı. Kısa bir süre o şekilde sessizce tavanı izledik.
Annesi gelecekti, daha fazla duramazdım burada. Yavaşça doğruldum. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp sırtımı ona çevirdim. Alt dudağımı içe doğru kıvırdım. "Hoşça kal."
Ayağa kalktığım sırada "O kızla aramda hiçbir şey yok." dedi. Gözlerim kapandı, sol gözümden bir damla yaş aktı. "Onu tanımıyorum bile."
"Tanışırsınız." diye cevap verdim hemen. "Belki zamanla mutlu olursunuz." Derin bir nefes alıp titreyen sesimle devam ettim. "Her neyse bunları konuşmak çok gereksiz... Bizim aramızda da bir şey olmadığına göre bana açıklama yapmana gerek yok."
Odadan çıkmadan önce "Üstümü değiştirmeye vaktim yok. Geri getireceğim ama." dedim. Arkama dönmeden devam ettim. "Korkma buraya gelmem. Okulda falan veriri... Ya da unut, yakarım gider. Eminim bunlardan sende sayısız tane vardır."
Odadan çıktım. Kabanımı giydim. Çantamı alıp evden çıktım. Bir parkın bankında oturdum. Tutamadım kendimi. Ağladım. Hıçkıra hıçkıra ağladım.
İstemediğini söylemişti. Evet, bu belki olumlu bir şeydi ama bir başka kadınla aynı masaya oturması... Amaç belli iken oturması...
Ona hem kırgın hem de kızgın hissettiriyordu.
*****
Eve geldiğim gibi direkt odama çıkıp duş almıştım. Evde kimse yoktu fakat ben önceden işimi garantiye alarak eve gelmeden gidip bir mağazaya uğramıştım.
Siyah çamaşır takımı ve aynı renk, pamuklu eşofman takımı giymiştim.
Onun kıyafetlerini de yolda çöpe atmak geçmişti fakat atamamıştım. Elim gitmemişti.
Eve geldiğimde onları giyinme odama bırakıp duş almıştım. Ardından dışarı çıkacağımdan siyah, mini, kadife eteğin üstüne beyaz, pamuklu bir kazak geçirmiştim.
Ayaklarıma siyah dizüstü çizme geçirmiş, ekru renginde pelüş de bir kaban giymiştim. Kabanın boyu eteğin boyuyla aynıydı.
Hazırlandıktan sonra abime mesaj atmıştım. O gezerken, hem de bir kadınla gezerken ben evde oturup onun yasını tutamazdım. Tutmazdım.
Abim beni almak istemişti fakat ben gerek olmadığını ve konum atmasını rica etmiştim.
Yanlarına gittikten sonra -şans buydu ya- hava yağmurlu olduğundan, deniz kenarında bir lokantada geçirmiştik tüm günü. Yine de keyifliydi. Sohbet etmiştik.
Akşam eve geçtiğimizde salonda yemeğimizi yemiştik.
Başımı yastığa koyduğumda o kadar yorgundum ki ilk kez düşüncelerimin arasında kaybolmadan doğru yolu bulmuştum.
Sabah telefona kurduğum alarm sesiyle uyandığımda hava aydınlanmak üzereydi. Yataktan kalmış, hazırlanıp aşağı inmiştim. Kahvaltımı yaptıktan sonra Kerim'le birlikte okula geldiğimizde derse yirmi dakikadan fazla vardı.
Bahçedeki banklardan birine oturduk. Arkamızdaki bankın sırtı, bizim bankın sırtıyla birleşikti. Hemen arkamızdaki bankta oturan iki kızın konuşmalarına kulak misafiri oldum. Çünkü cümlenin içinde Çınar kelimesini duymuştum.
Gözlerim kısıldı sertçe yutkunup başımı sağa çevirip daha net duymaya çalıştım.
"Cidden güzel kızmış." Kız mı? Ne kızı? Çınar'dan bahsetmiyorlar mıydı?
"Hocamı da yedirtmem şimdi." dedi gülerek başka bir kız sesi. Bakışlarım bir nokta da kaldı. Neyden bahsediyorlardı bunlar?
"Açsana bir daha izleyeceğim." diye devam etti aynı kız. Bakışlarımı aynı noktadan çekip solumda oturan Kerim'e çevirdim. Göz göze geldik. Çünkü bana bakıyordu. Konuşmaları o da duymuştu.
"Açıyorum." dedikten sonra videonun sesini duydum.
"Uzun zaman sonra gecelerde... Rahmetli Osman Yıldırım'ın oğlu Çınar Yıldırım bar çıkışı sevgilisiyle sarmaş dolaş görüntülendi." Başımı arkaya çevirdim. "Gecelerin prensi geri mi döndü?" Gördüğüm görüntüyle dudaklarım aralıklı kaldı, boğazıma büyük bir yumru oturdu.
Bir kadın, daha önce asla görmediğim bir kadın Çınar'a sıkıca sarılmış bir vaziyetteydi. Bir kolu Çınar'ın belindeyken diğeri karnındaydı. Sanki onu taşıyordu. Zaten kendinde değil gibiydi. Sarhoş gibiydi.
"Çınar Bey yanınızdaki kadın kim? Sevgiliniz mi?" Muhabir art arda sorular soruyordu. Çınar hiçbirine cevap vermedi. Doğrusu veremedi. Çünkü kendinde bile değildi, bu çok ortadaydı.
Yanındaki kadın onu zorlukla arabaya yerleştirirken magazinciler kadının başına üşüşmüşlerdi. "Bir açıklama yapmayacak mısınız hanımefendi? Çınar Bey'in sevgilisi misiniz? Yoksa burada mı tanıştınız?"
Kadın Çınar'ın kemerini takmayı bırakıp hemen arkasında kendisine mikrofon uzatan muhabire döndü. "Hadsiz! Nasıl böyle bir şey demeye cesaret edersin."
"Doğru yani?" diye sordu aynı muhabir.
"Sen dua et şu an acil bir işim var yoksa sana doğruyu yanlışı gösterirdim." Kameralara döndü kadın. Islak gözlerle, kızlardan habersiz telefonlarındaki videoyu izliyordum. "Sizde çekmeyi bırakın!" Kapıyı sertçe kapatıp şoför koltuğuna geçti. Bir yaş yanağıma aktığında kadının bindiği araç kameradan uzaklaşmaya başlamıştı.
Sertçe yutkunup önüme döndüm. Kerim'in avucunu dirseğimde hissettiğimde gözlerine baktım. Gözlerini kapatıp açtı; sakinleşmemi istercesine.
Dudaklarımı ıslatıp birbirine bastırdım. Bakışlarım taş zemine indi. İçimde dolup taşan bir öfke vardı. En çok da hayal kırıklığı...
Sağ elimi sol göğsümün üstünde götürdüm. Bastırdım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes almaya çalıştım. Yanaklarıma inen yaşları boşta kalan elimle hızla sildim.
Bunu bana yapmıştı. Bunu bana yapmıştı. Bunu bana yapmıştı.
Dudaklarımı birbirine bastırıp hızla ayağa kalktım. "Nereye?" diye sordu Kerim.
"Bir işim var, geleceğim hemen." Hızlı adımlarla okula doğru yürüdüğümde arkamdan seslendiğini duydum fakat dönüp bakmadım. Okula girdikten sonra merdivenleri tırmanıp odasının bulunduğu katta nefes nefese duraksadım. Kapıya baktım uzun uzun.
Derin bir nefes alıp adımlamaya başladım. Odanın kapısın önünde durduğumda bir saniye bile düşünmeden kapının kolunu tutup çevirdim.
Karşımda bulmak istediğim kişi yoktu. "Ah, kusura bakmayın hocam çalmadan girdim." Çalmamak mı? Resmen odaya dalmıştım.
Buranın onunla paylaştığı başka Öğretim Görevlilerinin olduğunu unutmuştum. "Sorun değil, bu seferlik öyle olsun. Ama bir daha kine dikkatli ol." Başımı sallayıp odaya girdim, ardımdan kapıyı kapattım. Çınar'ın masasının çaprazındaki masada oturan adam "Dinliyorum." dedi.
"Hocam ben Çınar Hoca'yla görüşmeye gelmiştim de?" diye açıkladığımda anladığını belli edercesine başını salladı.
"Çınar Hoca bugün yok." dedi. Ne? "Yardımcı olacağım bir şeyse bana da söyleyebilirsin."
Başımı iki yana sallayıp "Sağ olun ama Çınar Hoca'yla görüşmem gerek. İyi günler hocam." dedim ve odadan çıktım.
Adımlarım beni merdivenlere oradan da okulun çıkışına götürdüğünde yoldan geçen bir taksiye binip adresini söyleyip geriye yaslandım.
*****
Öfkeyle birkaç kez daha vurduğumda sonuç yine aynıydı. Gözlerimi sıkıca kapatıp derin bir nefes aldım. Yutkundum. Boğazımdaki düğüm çözülmedi.
Ellerimi yumruk yaptım. Sağ ayağımı sertçe hemen yanımdaki koltuğun kenarına vurdum. "Neredesin?! Nerede?!"
Evine gelmiştim. Yaklaşık on dakikadır kapısını çalıyordum fakat ses seda yoktu. Bahçedeki koltuğa oturdum. Başımı gökyüzüne çıkardım. Gözlerimi araladım. Gökyüzü o kadar kasvetliydi ki ruhumun aynası gibi diye düşünemeden edemedim.
Telefonumu bir kez daha elime aldım. İsminin yazılı olduğu numaraya bastım. Kulağıma götürdüm.
Aranan kişiye ulaşılamıyor.
Telefonu sehpanın üstüne fırlattım. Dirseklerimi dizlerime bastırdım, başımı ellerimin arasına alıp öne doğru eğildim. Titrek bir nefes aldım.
Ben de sana sordum. Başka biri var mı diye sordum. Sen ne dedin? Yok dedin.
"Başka," Gözümün önüne gelen görüntülerle başımı iki yana salladım. "Biri," diye devam ettim titreyen sesimle. "Yok." Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirip ayağa kalktım. Delirmiş gibi bağırdım. "Başka biri yok!"
Sol gözümden bir damla yaş aktı. "Başka," dedim ağlarken. "Biri," Dizlerimin üstüne düştüm. "Yok."
Avuçlarımı çimenler bastırdım. "Onunla arasında hiçbir şeyin olmadığını söylemişti!" Dudaklarımı ıslattım. Çenem titriyordu. "Yalancı, pislik." dedim nefes verir gibi.
Kızın elini beline sarışı, arabaya binişleri ve uzaklaşmaları gözümün önünden asla gitmiyordu.
Başımı gökyüzüne kaldırıp "İnanmıştım ben sana şerefsiz!" diye haykırdım.
"Gerçekten bu kadar çok mu seviyorsun?" diye sormuştu Can, ben onların konuşmalarına kulak misafiri olduğum bir zaman da.
"Ona deliler gibi âşığım." diye karşılık vermişti. Onları dinlediğimden haberi bile yoktu. " O çok farklı, çok özel... Çok seviyorum onu. Çok..."
Zihnimden bir an olsun gitmeyen görüntüler, sesler yüzünden neredeyse aklımı kaçıracaktım. Omuzlarım sarsılarak ağlamaya başladım.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum fakat bir dakika bile bana saatler gibi geliyordu, bunu biliyordum. En sonunda derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Avuçlarımla yüzüm kapattım ve yanağımdaki ıslaklığı sildim.
Sehpanın üzerine fırlattığım telefonu alıp Efe'yi aradım. İkinci çalışta açıldı. "Alo?"
"Efe, neredesin?" diye hemen girdim konuya kısık sesimle.
"Şirketteyim." dediğinde derin bir nefes aldığını işittim. "Sen iyi misin? Sesin..."
"Bana onun nerede olduğunu söyle." diye kestim sözünü. "Lütfen..."
Sustu. Cevap vermedi. Kapı açılıp kapandı. "Bak Azra, hiçbir şey göründüğü gibi değil. O yüzden ne onun üstüne git ne de kendini üz. İnan ki hiçbir şey görüldüğü gibi değil. Yengem zorladı on..."
"Efe bana açıklama yapmana gerek yok. Bana bunları senin değil onun söylemesi gerek. Ama o kaçıyor!" Sesim sonlara doğru öfkeli çıkmıştı. "Sana bir soru sordum. Nerede o?"
"Azr..."
"Lütfen..." diye fısıldadım. Bir elimle telefonu tutarken diğerini dudaklarımın üstüne örttüm. Avuç içimle yüzümü sertçe sıvazladım. Ardından başımın üstündeki saçları...
"Peki," dedi en sonunda pes ederek. "Konum atacağım. Ama lütfen sakin ol, olur mu?"
"Sağ ol, bekliyorum." deyip telefonu kulağımdan indirip mesaj kısmına girdim. Ayaklarım ise bahçenin etrafında dolanmaya başlamıştı. Sokağa adım attığım an mesaj geldi.
Hızla bir taksi çağırdım. Taksi beş dakika içinde geldiğinde bindim ve konumun gösterdiği yeri tarif ettim.
Araç yaklaşık yirmi dakika sonra Beşiktaş'taki bir rezidansın önünde durduğunda indim. Başımı kaldırıp neredeyse gökyüzüne değecekmiş gibi görünen gökdelene baktım. Bir adım atıp kaldırımın önündeki merdivene çıktım.
Sertçe yutkunup merdivenleri çıktım hemen ardından geniş saydam kapıdan içeri girdim. X ray ve dedektör kontrolünden geçtikten sonra hızla asansörlerin bulunduğu yere doğru adımladım.
Asansörün gelmesine beklerken sol bacağım ritim tutmuştu. Kapılar açıldı, inenler oldu, bindim ve yirmi beş yazan tuşa bastım. Yalnızdım. Hemen arkamda duran aynaya dönüp kendime baktım.
Saçlarım dağınık, gözlerim kanlı görünüyordu. Üzerimdeki pantolonun diz kısmı çamurluydu. Ellerim de aynı şekilde...
Çantamın içinden ıslak mendil çıkartıp önce ellerimi daha sonra dizlerimdeki çamurları sildim. Pantolonum deri olduğundan kolayca silinmişti. Başımı öne eğip saçlarımı topladım, sıkıca bağladım. Avuçlarımla yüzümü kapattığımda parmaklarım göz kapaklarımı ovaladı. Hemen ardından avuçlarımı sertçe alnımdan başımın üstüne götürdüm. Derin bir nefes alıp aynadaki aksime baktım.
Hafifçe gülümseyip "Her şeyden önce kendine saygılı ol ve ona göre davran." diye mırıldandım. Sesim kısıktı. Hafifçe öksürüp boğazımdaki kuruluğun geçmesi için yutkundum.
Ardımdaki kapının açıldığını gördüğümde asansörden çıktım. Kapıların üstündeki numaraları hızla göz gezdirerek koridorun diğer tarafına ilerliyordum.
171 numaralı kapıyı gördüm ve kalbim bir anda hızla atmaya başladı.
Birkaç adım atıp parmaklarımın tersiyle kapıya vurdum. Adım sesleri işittim. Kapı açıldı ve karşımda beklemediğim fakat gördüğüme çok mutlu olduğum biri vardı.
Can Yüksüz.
Hiçbir tepki vermedim. Gözlerime baktı. Kapıyı hafifçe araladığında bir adım atarak açık kapıdan içeri girdim. Üzerimdeki deri ceketi çıkartıp portmantoya asarken "İçeride mi?" diye sordum, arkam dönükken.
"Salonda," dedi. Başımı hafifçe sallayıp ona doğru döndüm. Bakışlarımı açık renk parkelerin üzerinde gezdirirken "Yalnız mı?" diye sordum bu sefer.
"Yalnız."
Birkaç adım atıp beni salona yönlendirdi. Durdu. Bana doğru döndü ve başıyla geçmemi işaret ettiğinde dudaklarımı içe kıvırarak başımı ağır ağır salladım. Hafifçe tebessüm etti ve yanımdan geçerek geldiğimiz yönde ilerledi, portmantodan kabanını aldığında başıyla selam verip kapıyı açtı.
Kapıyı kapatıp çıktığında onun sesinin duydum. "Can?" diye seslenmişti. Sesin geldiği yöne doğru bir adım attım. "Kim geldi?"
Bir adım daha attım. Kapının girişindeydim. Geniş salonun siyah rengindeki üçlü koltuğunda uzanıyordu. Bir adım daha atıp salona girdiğimde hafifçe doğruldu ve arkasına döndü. "Bir ses..." Göz göze geldiğimizde cümlesini tamamlayamadı.
Bakakaldı.
Uzun uzun baktım. Gözlerim doldu. Sertçe yutkunarak bakışlarımı zemine indirdim. Kendime zaman tanıdım. Derin bir nefes aldım. Birkaç adım attığımda salonun ortasında, hemen karşısındaydım.
Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Öfkeyle. Nefretle. En çok da hayal kırıklığıyla...
"Tebrik ederim." Sesim fısıltılı çıkmıştı. Duyup duymadığından bile emin değildim.
Bacaklarını koltuktan sarkıtırken bakışları yerdeydi. Sessizdi. Bu bir kabulleniş miydi?
Daha da öfkelendim. "Tebrik ederim!" diye tüm gücümle bağırdım. Yanağıma akan bir damla yaşı elimin tersiyle sertçe sildim. Sustu. O sustukça ben daha da çok bağırdım. "Susmasana!"
Bakışlarını yerden çekip gözlerime çıkardı. Göz göze geldik ve kalbimde derin bir sızı hissettim. "Bakma şöyle," dedim az önceki halime tezat bir şekilde sakince.
Hafifçe eğilip gözlerinin içine baktım. Titreyen sesimle devam ettim. "Çünkü sonra inanıyorum." Elimin tersiyle burnumu sildim.
Doğruldum ve başımı tavana kaldırıp gözlerimi kapadım. Öfkeli soluklar aldım. "Sen," dedim titreyen sesimle. "Ben," Avuçlarımla yüzümü kapattım. "Sana inanmıştım."
Sessizliği beni deli ediyordu.
Elimi yüzümden çekip arkama döndüm, ayağımı koltuğun kenarına vurdum. "Susmasana!"
"Sakin ol." dedi, endişeli bir sesle. Tekrardan ona doğru döndüğümde ayağa kalktığını fark ettim.
Sol kaşım havalandı. "Sakin olayım öyle mi?" dediğimde gözüm çoktan dönmüştü. Ortadaki sehpanın üzerindeki bibloyu almamla arkasındaki duvara fırlatmam bir oldu. Sertçe duvara çarptı ve oracıkta parçalara ayrıldı.
Attığımın aksi yönüne kaymıştı. İrice açılan gözleriyle gözlerime bakıyordu. Bir damla yaş aktı yanağıma. Durmadım, takım olan biblonun büyüklerini alıp ayağına doğru fırlattım. Bacaklarını kalçalarına doğru kaldırarak parçalardan kurtulmaya çalışıyordu.
"Pislik!"
Masanın üzerindeki büyük vazoyu tutuğumu gördüğünde "Saçmalama," diye uyardı beni, nefes nefese iken.
"Saçmalamayayım?" Vazoyu suratına doğru fırlattığımda hemen sağ taraf kaydı ve kurtuldu. "Adi şerefsiz!" diye bağırdım, onun gibi nefes nefese kalırken.
Masanın üzerinde hiçbir şey kalmayınca arkama döndüm ve yemek masasının üstündeki cam vazoyu görmemle o tarafa doğru koşmam bir oldu.
Öfkem, bitmiyordu. Kırgınlığım hiç bitmeyecek gibiydi. Hem kızgın hem kırgındım.
Vazoyu tutmamla kollarını belimde hissetmem bir oldu. "Sakin ol." diye fısıldadı kulağıma doğru. Nefesi boynuma çarpıyordu. Hızla inip kalkan göğsü sırtıma sürtünüyordu.
"Bırak," dedim ağlarken.
"Şşşt," dediğinde avuçları karnımda geziniyordu. Göbeğim içe doğru çekildi. Nefesimi tuttum. "Lütfen sakin ol." Burnu boynumun açıkta kalan tenime değdi.
"Bırak." dedim boğuk bir sesle.
"Tamam," dedi sakin bir sesle. "Ama önce sakinleş."
"Sakinim ben!" dedim ters bir şekilde.
Keyifsizce güldü. "Orası kesin de." dedi alay eder gibi.
Gözlerim kapandı. Üzerimdeki kazağa rağmen parmaklarının hafif dokunuşunu hissediyordum. "Lütfen bırak."
Karnımdaki eli ağır ağır çekildi. Fakat sırtımdaki varlığını hâlâ net bir şekilde hissediyordum. Çekilmedi. Bir adım atıp uzaklaşmak istiyordum fakat yapamadım.
Gözlerimi aralayıp derin bir nefes aldım. Ensemdeki ılık nefesi tüm vücudumu titretiyordu. Sırtıma değen göğsü kalbimin ritmini bozan esas sebepti. Başım gayriihtiyari geriye doğru gittiğinde derin bir nefes aldı. Sırtımdaki baskısı daha da arttı.
"Seni seviyorum." Konuya yanlış yerden girdiğimi biliyordum ama umursamadım. Devam ettim. "Bana kaç kez bunu söyledin. Ben eğer samimiyetine inanmasaydım, dudaklarından çıkan hiçbir kelimeye inanmazdım. Sana inandım çünkü hissettim. Söylediklerin gerçekti." Gerçekti. Geçmiş zaman eki...
"Özür dilerim," diye fısıldadı. Hızla arkamı döndüm. Yüzünü boynuma gömdüğünden arkama döndüğümde burnum burnuna çarptı. Bir adım geriye gittim.
Gözlerinin içine baktım. Dudaklarımı araladım, sonra tekrar kapattım. Araladım, ne söyleyeceğimi bilemedim ve tekrar kapattım. Omuzlarımı indirip kaldırarak "Tebrik ederim o zaman, bir ömür mutluluklar dilerim." dedim. Sesim rüzgârlı havada yağan yağmur gibiydi.
Yanında geçmek için bir adım attığımda bileklerimden tutarak durdurdu. Başımı sola çevirip hafifçe kaldırdım. Gözlerinin içine baktım. Islak gözlerle.
Baktı baktı baktı. "Özür dilerim." diye fısıldadı. Sert bir soluk alarak gözlerimi kapattım. Elimi kendime doğru çektiğimde bileğimdeki eli yanına düştü. Birkaç adım atarak az önce kalktığı koltuğa oturdum.
"Özür dileme." Boğazıma kocaman bir yumru oturdu. "Çünkü sen özür dileyince yaptıkların geçmeyecek." Bana doğru söndü. "Hatta biliyor musun?" Gözlerinin içine baktım. "Daha fazla kanatıyor. Çünkü yaptıklarını iki kelimeye sığdırarak biteceğini düşünüyorsun." Gözlerimden iri iri damlalar akıyordu.
Uzun uzun baktıktan sonra bu aralar dilinden düşürmediği cümleyi kurdu. "Özür dilerim," dedi omuzlarını indirip kaldırarak; çaresizce. Sanki söyleyecek çok şeyi vardı fakat bu iki kelimeden başka bir şey söylerse ağzından kaçıracaktı.
Güldüm. Ardından gözlerimin önüne gelen görüntülerle tekrardan gözlerim doldu. Gözlerine baktım. "Bu sabah o haberi görünce kalbimin ne kadar acıdığından haberin var mı senin? Sen bana boş ümitler vermedin. Şimdi bir anda hiçbir şey yaşanmamış gibi davranmazsın. Köşeye sıkıştığın her an bunu söylemekten vazgeç." Onu taklit ederek "İzir Dilirim." dedim.
Yüzünde silik bir tebessüm oluştu. Göz göze geldiğimiz karnımda büyük bir ağrı baş gösterdi. Gözlerinin içine bakarak titreyen sesimle sordum: "Onunla aramda hiçbir şey yok demiştin?"
Gözlerinin dolduğuna şahit oldum. Dudaklarını araladı fakat her ne söyleyecekse bundan vazgeçip birbirine bastırdı. Bakışlarım yumruk yaptığı eline indi. "Azra," dedi nefes alır gibi.
Bakışlarımı kahverenginin en koyu olan tonuna değdirdim. Gözlerini kapattı yüzünü tavana kaldırdı. "Azra," dediğinde sesinin çatallaştığını fark ettiğim. "Azra, Azra, Azra." Adem elmasını yavaşça kavislenişini izledim.
Boğazıma kadar dolup taşmıştım fakat burada, onu yanında hüngür hüngür ağlamak istemiyordum. Gözleri kapalı bir şekilde dudaklarını araladı, sordu. Sorduğu soru kalbimin atışını hızlandırdı. "Sana sarılabilir miyim?"
Normalde hemen reddeder, burada bulunmazdım bile. Fakat dudaklarından çıkanla gözlerinde gördüğüm şeylerin bir olmadığını anlamayacak kadar aptal değildim.
Bir şey vardı ve bu şey onu bunu yapmaya itiyordu. Bu onun bir kadınla sarmaş dolaş görünmesinin bir nedeni olamazdı. Zaten sırf bu yüzden bile olsa onu asla affedemeyecektim.
"Başka bir kadına sarılışının üstünden yirmi dört saat bile geçmeden mi?"
Yanağına kayan yaşını silerken gözlerini araladı. "Haklısın," diye fısıldadığında, "O kızla arandakileri kabul ediyorsun yani?" diye sordum hayal kırıklığıyla.
Gözlerimin içine baktı. Yemin eder gibi, bunun mümkünü yok der gibi "Onunla aramda hiçbir şey olmadı, olamaz da." dedi tek nefeste.
"Görüntüler hiç öyle söylemiyor ama."
"Görüntülerden aptalca şeylerden bahsediyorlar. Söylenenlerin hiçbiri doğru değil." dedi bana doğru birkaç adım atarken.
"Kimdi o kız?" diye sordum.
"Öylesine biri."
"Öylesine biri mi senin arabana binip seni evine bırakıyor?" dedim şaşkınlıkla.
"Bir tanıdık o kadar. Fazlası yok. Olamaz da." dedi gözlerimin içine bakarak.
"Ona da böyle mi bakıyorsun? Böyle mi yakınlaşıyorsun? Ya da sarılmak istiyorsun?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak.
Sustu cevap vermedi. "Sana soruyorum. Her aranda bir şey olmayana böyle şeyler mi yapıyorsun?" diye sordum tekrardan.
"Azra," dedi uyarılı bir tonlamayla.
"Çınar," dedim meydan okurcasına gözlerine bakarken.
"Oynama benimle."
Güldüm. "Ben mi oynuyorum?" diye sordum şaşkınlıkla. "Oynayan biri varsa o da sensin. Bitti diyorsun, sarılmak istiyorsun. Bu nasıl bir çelişki?"
"N'olur üstüme gelme," dedi yorgun bir ifadeyle.
Başımı avuçlarımın arasın alp öfkeyle ayaklandım. "Ben cevap istiyorum sadece. Buna hakkım var. Beni kendine inandırıp yarı yolda bırakamazsın. Sebepsizce..."
Birkaç adım atıp karşısında durduğumda gözlerimiz birbirine kenetlendi. Başımı kaldırıp konuştum. "Lütfen bir şey söyle. Susma böyle. Sen sustukça ben deliriyorum."
Kuruyan dudaklarımı ıslattığımda bakışları dudaklarıma kaydı. Birkaç saniye sonra kaşlarını havalandırıp tekrardan gözlerime çıkardı.
"Eğer gözlerimin içindekini gördüğünü iddia ediyorsan, o zaman neden yorgunluğumu görmüyorsun?"
Söylediği şeyle boğazım düğümlendi. "Peki sen geçekten beni seviyorsan, nasıl bu kadar acı çektiğimi görmene susuyorsun?" diye soruya soruyla karşılık verdim.
Gözlerime baktı. Sanki bakarsa acımı dindirecekmiş gibi. Sanki bakarsa yangını söndüren su misali içimdeki ateşi söndürecekmiş gibi.
Bakışlarım dudaklarına indi. Bir an bile düşünmeden, ellerim sakallarına karıştı. Parmak uçlarımda yükseldim ve dudaklarımı dudaklarına değdirdim. Yumuşacık dudakları aklımı başımdan aldı.
Dudaklarımı usulca hareket ettirdiğimde ne düşündüğünü umursamadım, düşünmedim bile. Bir elimi boynuna götürdüm, ensesinden tutarak daha sert öptüm. Elini belimde hissettiğimde aynı hızla dudaklarını da hareket ettirdi.
Dudakları dudaklarımın her zerresinde hissettim. Bu bir öpüşme değildi, kavuşmaydı. Dudaklarımız birbirlerine o kadar hasretlerdi ki bu onların kavuşmasıydı.
Dudaklarımızın her çarpışında alev alev yandık.
Kalbim ağzımdaydı. Sanki onuna ilk öpüşüyorduk. Gözlerim kapalı bir şekilde nefes nefese ayrıldığımızda yanağımı yanağına sürterek yüzümü boynuna gömdüm. Kollarım boynuna dolandı ve sıkıca sarıldım.
Derin bir nefes aldım, kokusu ciğerlerime doldu.
"Çınar," dedim, nefes alır gibi. "Sen ne dersen de, asla inanmam. Çünkü biliyorum, hissediyorum. Gözlerindeki çaresizliği görüyorum."
Kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra "Azra," diye fısıldadığında, "Biliyorum, inkâr edeceksin. Ama yapma, lütfen." diye araya girdim. Kollarımı hafifçe gevşettiğimde belimdeki kolları yavaşça çözüldü.
Başımı geriye attığımda -parmaklarımın uçlarında olduğumdan- yüzlerimiz aynı hizaya geldi. Göz göze geldiğimizde sertçe yutkunup başımı hafifçe sola yatırdım. Gözlerinin içine baktım.
Gözlerinde gördüklerim kalbime bugün bilmem kaçıncı hançeri sapladı. Dudaklarım sarktı. "Yine aynı şeyleri söyleyeceksin." Sesim titrekti. "Yine aynı, aynı saçmalıkları söyleyeceksin!" diye bağırıp kollarımı boynunda indirdim ve birkaç ondan uzaklaştım.
Bana doğru bir adım attığını gördüğümde elimi kaldırarak durdurdum. "Tam o kız yok. Zaten olduğunu -bana inat olarak bile olsa olduğunu- düşünseydim bu konuşmayı yapmazdım. Yüzüne tükürür giderdim. Ve seni unuturdum. Bunu yapardım."
Başını sağa doğru hafifçe yatırdığında gözlerindeki çaresizliği bir kez daha gördüm. Avuçlarımı yüzüme kapatıp sertçe sürttüm. "Allah'ım delireceğim. Gerçekten delireceğim."
Sakinleşmek için gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Ne kadar başarabilmiştim, orası muammaydı.
Elimi yüzümden indirip parmaklarımı birbirine geçirdim. Islak gözlerle gözlerinin içine baktım. "Tükeniyorum. Beni sen tüketiyorsun. Son günlerde kendimi birden beş yıl yaşlanmış gibi hissediyorum. Anlat diyorum, susuyorsun. Yapma diyorum, yapıyorsun. Şimdi de kalkıp gözlerimin içine bakıyorsun. Yardım istiyormuşsun gibi. Ben neye inanacağımı şaşırdım." Derin bir nefes alıp devam ettim. "Şimdi gideceğim ama bu söylediklerimi unutma. Çünkü bende insanım ve ben de hiç istemememe rağmen bazı şeyleri kabullenebilirim."
Gözlerini kırpmadan beni dinliyordu. "Hoşça kal." diye mırıldanıp arkama döndüm, salondan çıktım, antredeki portmantodan kabanımı ve çantamı alıp önce evden sonra da plazadan çıktım.
*****
Dün Can'ın evinden çıktıktan sonra eve gelmiştim. Okula gidebilecek kadar iyi hissedememiştim. Eve geldiğimde odama çıkmış, duş alıp yatağa girmiştim.
Çok fazla göze batmamak için hava karardığında çehreme yerleştirdiğim sahte gülümsememle aşağını inip akşam yemeğinde aileme eşlik etmiştik.
Bu sabah uyandığımda odamdaki berjerlerin arasındaki sehpanın üstündeki çiçeğe takılmıştı gözüm. Saksının içindeki çiçekler çok da uzak da olmayan günlerin hasreti harlatmıştı içimde.
Hazırlandıktan sonra her bir yaprağını, çiçeğini severek azar azar sulamıştım.
Derse geç kaldığımı fark ettiğimde alelacele aşağı inip arabaya binmiştim. Okula geldiğimde direkt sınıfa geçmiştim. Zaten birkaç dakika sonra Oğuz Hoca gelip derse başlamıştı. Neredeyse öğleye kadar süre dersin sonlarına doğru hemen hemen herkes söylenmeye başlamıştı.
Ders bittiğinde fakültenin kütüphanesine gidip öğlenden sonraki derse kadar oturup biraz tekrar yapmış, biraz da kitap okumuştum.
Eve geldiğimde saat beşi yirmi geçiyordu. Tüm yorgunluğuma rağmen mutfağa geçip Deniz ablaya akşam yemeği için yardım etmiştim. Çünkü odama çıkıp dinleseydim bile dinleyemeyecektim. Sadece yatakta dönüp duracak, düşüncelerimin arasında öfke nöbetleri geçirecektim. En iyisi kafamı dağıtacağım şeyler yapmaktı. En azından çok düşünüp aklımı yitirmiş olacaktım.
Çünkü aklımın almadığı, aldığında da taştığı şeyler vardı. Bir türlü orta dengeyi sağlayacak şeyler bulamamıştım. Bu da beni deli ediyordu.
Akşam yemeğimizi hafif esen rüzgârla birlikte bahçedeki masada yemiştik. Kahve faslı Aycan'ın çok tuzlu kahvesiyle birlikte daha da çok keyiflenmişti. Gerçekte çok gülmüştük. O kadar gülmüştük ki yan bahçedeki Kardelen Hanım rahatsızlığını dile getirmişti. Babam Kardelen Hanım'ın gönderdiği yardımcıdan sonra ayaklanıp odasına çıkmıştı. Hemen ardından da Aycan yorgun olduğunu söylenip çıktığında abimle yalnız kalmıştık.
On dakikadır üzerimden çekmediği bakışları artık nefesimi kesiyordu. Bakışları fazla sorgulayıcıydı.
Göz göze geldik. Bu sefer bakışlarımı kaçırmadan sordum: "Bir soru mu var abi?"
"Var mı?" diye soruma soruyla karşılık verdi. Kaşlarım çatıldı. "Var mı?" diye sordum anlam veremeyerek.
"Var gibi."
"Abi şifreli konuşmayı bırakır mısın lütfen?" dediğimde sesim hafif yüksekti.
"Söylemek istediğin bir şey var mı?" diye sordu.
Bakışlarım gözlerinde takılı kaldı. Sertçe yutkunup "Ne gibi?" diye sordum, yüzümdeki ifadeyi hemen yok ederken.
"Bu birkaç gündür seni huzursuz görüyorum. Üstüne gelmek istemedim. Belki kendin anlatırsın diye bekledim." Gözlerini kısarak gözlerime baktı. "İyi misin?"
Durgun bakışlarımı yerdeki çimenlere indirip derin bir nefes aldım. "Bir sorun varsa bana anlatabilirsin. Biliyorsun değil mi?" diye konuşmaya devam etti. "Aramızda kalacağından şüphen yoktur umarım."
Başımı kaldırıp gözlerine baktım. "Hayır, ondan değil." diye söyleyiverdim bir anda.
Kaşları havalandı. "Yani evet?" diye sordu. Yutkundum. "Hayır." diye itiraz etsem de artık yakalanmıştım zaten.
Tepkime güldü. "O kesin evet de..." dediğinde bacağını dizinden indirdi. "Pek inandığım söylenemez ama tekrardan söyleyeyim; bana güvenebilirsin. Sessizce hallederiz."
Güldüm. "Hallederiz mi?"
"Evet, hallederiz."
"Neyi hallediyoruz acaba?" diye sordum gülerek.
"Seni rahatsız eden her neyse işte." dediğinde gülüp ayağa kalktım. Hemen sol çaprazımdaki berjerde oturuyordu. Bir adım atıp kollarımı boynuna doladım. "Teşekkür ederim ama öyle bir şey yok. Ve eğer olursa ilk sana geleceğim."
Avuçları boynuna sarılı olan kollarıma dokundu. "Söz mü?" diye sorduğunda, ilk önce duraksadım fakat hemen sonra yüzüm kızara kızara "Söz." diye fısıldadım.
Saat geç olduğundan her ikimizde odalarımıza çekildik. Üzerime rahat gecelik eşofman takımlarımdan geçirip yatağa oturduğumda telefonumun ekranına mesaj bildirimi düştü.
Mesaj uzun zaman önce kurulan bir gruptandı. Uzun fakat çok kullanılmayan... GİRL POWER...
Damla: İyi geceler kızlar nasılsınız?
"Sana da iyi geceler canım. İyiyiz, sen nasılsın?"
Damla: "İyiyim ben de."
Damla: "Sanırım Aycan uyuyor."
"Aynen uyudu o."
Damla: "Neyse sabah görür o da."
Damla: "Bu cuma boşsanız bir şeyler yapalım mı?"
"Ne gibi şeyler??"
Damla: "Ay Azra ne yapabiliriz en fazla?"
Güldüm. Haklıydı. En fazla kafamızı dağıtırdık. Pek tabii benim bu aralar yeterince dağınıktı. Ama daha fazla dağılmasından da bir şey olmazdı.
"Çok iyi olur, müsaidim ben. Bildiğim kadarıyla Aycan'ın da bir programı yok."
Damla: "Tamamdır o zaman sana iyi uykular."
"Sana da tatlım. Güzel rüyalar gör."
Damla: "Bu arada Efeler de gelecek."
Efeler mi? Sertçe yutkunup parmaklarımı hızla klavyenin üzerinde gezdirdim.
"Efeler?"
Damla: "Bizimkiler işte. Çınar, Efe, Can, Kerim falan..."
Bakışlarım sadece Çınar'ın ismine değdi. Orada oyalandı. Bir mesaj daha geldiğinde bakışlarım aşağı indi.
Damla: "Bir sorun mu var? Ben daha önce bir araya çok kez geldiğimiz için rahatsız olmazsınız diye düşünmüştüm. Kusura bakma size de sormam gerekirdi."
"Yok canım sorun değil. Bir sorun da yok yani."
Damla: "Cidden rahatsızsan çekinme, söyle. Ben kabalık ettim."
"Yok, yok değilim. Hem senin de dediğin gibi birçok kez yan yana geldik zaten."
Konuyu kapatmak için konuyu hızla onun aleyhine çevirdim.
"Sen onu bunu bırak da Kerim ne ara biz oldu?"
Önce mesaj görüldü. Aradan birkaç saniye geçtiğinde yazıyor diye göründü. Yazıp, sildi. Sonra tekrar yazdı ve tekrar sildi. Tam tekrar bir mesaj yazmaya başladığımda onun mesajı düştü ekrana.
Damla: "Özel olarak yazmadım ki. Hepsini yazınca tam yazayım dedim."
Güldüm. "Kesin. Bir de bilmesem beni yiyecek. Yer miyim ben bu numaraları?" Daha fazla uzatmadan karşılıklı iyi geceler mesajı atıp telefonu arkadaki dolabın üstüne bırakıp yatağa girdim. Gözlerimi kapattığımda her şeyin en hayırlısını diledim.
Umarım en hayırlısı olur. Ve umarım o, en hayırlısıdır.
...
-30.11.2024-
Bana sorularınız var mı?
On beş bölüm olduk. Ve bu yeterince fazla bir sayı... Eminim çoğu karakterlere alışmışsınızdır bile. Fikirleriniz vardır.
Kendinize benzettiğiniz, yakın hissettiğiniz biri var mı? Varsa kim?
En sevdiğiniz karakter kim ya da kimler?
Kitap hakkındaki eleştirilerinizi de buraya bırakabilirsiniz. İyi veya kötü... Lütfen dürüst olun. Ve tabii güzel bir üslupla... :)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.93k Okunma |
227 Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |