Lütfen oy vermeyi, pasajlara yorum yapmayı eksik etmeyin.
Kıvırcık Ali & Yıldız Tilbe - Al Ömrümü
Sezen Aksu - Gidemem
Meyra & Cemil Demirbakan - Ağladın ya
Sezen Aksu - Vazgeçtim
...
Bazı duygular vardır, bazen sonu asla gelmeyecekmiş gibi hissettiren duygular... İçimizde büyür. Büyür ve sonra hep bizimle olacakmış gibi hissederiz.
Bazı anlar vardır, içindesindir, elin kalbinin üstündedir ve sen o atışı dinlersin; yüzünde asla silinmeyen o tebessümünle.
Bazı yanlışlar vardı, bir zamanlar sana doğru gelen yanlışlar; fakat sen onun yanlış olduğunu bilsen bile o anları yaşamak için görmezden gelirsin. Çünkü ilk kez böyle hissetmişsindir ve asla kaybetmek istemiyorsundur.
Bazı doğrular vardır, yalan olduğunu sandığın doğrular. Şimdiki gibi. Benim hissettiğim gibi. Sen görürsün fakat inanmazsın; inanmak istemezsin. Çünkü bazı duygular seni çoktan ele geçirmiştir.
Aşk, kaybetme korkusu ve sadakatsizlik.
Kapıdan giren kızın ardından sınıfta fısıldaşmalar başladı. Hemen sol tarafımdaki Ceyda kulağıma yaklaşıp "Gerçek miymiş?" diye fısıldayarak sordu.
Bakışlarımı arka tarafa doğru ilerleyen kızdan çekip sertçe yutkunarak hemen dibimdeki Ceyda'ya çevirdim. "İnkâr etmişti ya onda bahsediyorum. Şimdi burada olması ne komik ama... Birde birlikte giriyorlar sınıfa. Az saygı."
Sustuğunda derin bir nefes alıp bakışlarımı önümdeki boş masaya çevirdim. Bakışlarımda boştu; kalbimdeki fırtınanın aksine.
Gözlerimi yumup dudaklarımı ıslattım. Burada ağlamak istemiyordum. Derin bir nefes alıp gözlerimi araladım.
Dün gece Damla'yla mesajlaşmalarımızdan sonra hemen uyumuştum. Sabah kalkıp duş alıp giyinmişim. Beyaz, ince, yarım boğazlı kazağın altına açık kahverengi bir pantolon giymiştim. Pantolondan birkaç tık koyu bir kemer takmıştım. Ayaklarıma bir çift kahverengi çizgilerden oluşan beyaz spor ve üstüme de bej rengindeki kaşe kabanımı geçirmiştim.
Kerimle birlikte okula geldiğimizde Kerim'in dersi yarım saat erken olduğundan biraz bahçede oturmuştum. Daha sonra Ceyda'yla birlikte sınıfa gelmemiz üstünde çok geçmeden kapı açılmıştı ve birlikte içeri girmişlerdi.
O ve o günkü kadın... Çınar ve Çiçek...
İçeri girdiklerin bakışlarım buz kesmişti. İçim bir anda alev topuna dönmüştü. O kürsüye geçerken Çiçek arka sıralardan birine gidip oturmuştu.
Kalbim alaz alaz yanarken başımı kaldırıp onun gözlerine baktım. O günden sonra bana verdiği bir cevap mıydı bu? Oysa onunla aramda bir şey yok demişti. Bu nasıl bir çelişkiydi?
"Hocam haddimi aşmazsam size bir şey sormak isterim?" diye sordu bir kadın sesi.
"Dinliyorum." diye karşılık verdi Çınar.
Bakışlarından bir karşılık almadığımda öfkeyle gözlerimi yumdum. Elim yarım boğazlı kazağımın ucunu çekiştirirken duyduğum cümleyle kalbimin atışı yavaşladı.
"Uzun zamandır bahsettiğiniz sevgiliniz bu hanımefendi mi?"
Gözlerimi korka korka araladım. Bakışları soruyu soran kızın üstündeydi. "A-a," diye bir tepki geldiğinde tüm sınıf arka tarafta oturan kadına döndü. Ben dönmedim çünkü o günkü videoyu kaç kez işlemişsem bu ses ezberime girmişti.
"Sevgiliniz mi vardı Çınar Hocam?" diye devam ettiğinde Çınar üzerindeki gerginliğiyle kadına çevirdi bakışlarını. Bakışlarındaki gerginliği görebiliyordum.
Çınar, "Bu konuyu kapatabilir miyiz? Burası bir okul... Magazin programı değil." dediğinde gözleri kısa bir anlığına gözlerime değdi. Hızla kaçırdığı bakışlarının üzerine kendimden hiç beklemediğim bir şey yapıp dudaklarımı araladım.
"Neden hocam? Sonuç da sevgilinizi sınıfa kadar getiren siz iken bu konuların açılmamasını istemeniz çok tutarsız değil mi?"
Kaçırdığı bakışları gözlerimle birleştiğinde sertçe yutkunarak "Arkadaşım," dedi üstüne basa basa. "Dersime girmek istedi ben de kırmadım. Lütfen bu konu daha fazla uzamasın. Derse odaklanalım."
Daha sonra kimse konuşmadı ve bazılarına oldukça verimli geçen ders benim için hiç iç açıcı geçmedi. Ders sonunda hiç beklemeden eşyalarımı toplayıp derslikten çıktığımda "Azra bekler misin?" diye seslendiğini işittim onun.
Adımlarım durduğunda hafifçe omuzlarımın üstünden arkaya baktım. Herkes toparlanıp sınıftan çıkıyordu. Çiçek denen kız Çınar'ın yanındaydı ve Çınar bana seslendiğinde kızın da bakışları benim üstümdeydi. Kısa bir an göz göze geldik. Bakışlarımı kısa tutup Çınar'a çevirdim. "Buyurun hocam?"
"Ne hakkında?" diye sordum. Hem konuşmak istiyor hem de istemiyordum. Çünkü artık yorulmuştum. Hem de çok fazla...
"Bugün." dedi kısaca. Ardından bakışlarını Çiçek'e çevirdi ve "Sen beni bahçe de bekle, birazdan gelirim." dedi. Kız başını hafifçe sallayıp yanımdan geçip sınıftan çıktı.
Çınar'a doğru bir adım attım. Ceyda yanımdan geçerken hafifçe tebessüm edip, sol gözünü kırptı. "Görüşürüz," dedi.
Gülümsemeye çalışarak "Görüşürüz," diye karşılık verdiğimde o da yanımdan geçip sınıftan çıktı.
Sertçe yutkunup Çınar'a baktığımda tek bir kişi kalmıştı sınıfta ve o da birkaç saniye içinde kapıdan çıktığında baş başa kalmıştık.
Sertçe yutkunarak gözlerine baktım. Zaten o hâlihazırda bana bakıyordu. Uzun saçlarımı omuzlarımdan arkaya hafifçe attım. "Sizi dinliyorum hocam."
Uzun uzun gözlerime baktı fakat dudaklarını aralayıp hiç bir şey söylemedi. Sıkıntılı bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Kaşlarımı havalandırıp sert bir dille konuştum. "Dinliyorum!"
Gözlerimi aralayıp "Söyleyecek hiçbir şeyin yok değil mi?" dedim. Sesim çatallıydı. "Bu yaptığının hiç açıklaması olamaz zaten. Olsa da dinlemek istediğimi zannetmiyorum."
Geriye doğru bir adım attığımda yanağıma bir damla yaş aktı ve ben o ana kadar gözlerimin dolduğunun farkında bile değildim. "Senin yalanlarına inanmamayı tercih etmek beni artık çok yoruyor. Görmüyor musun beni ne kadar yıprattığını? Hem bitsin diyorsun hem de kalkıp her seferinde bana açıklama yapıyorsun. Bu nasıl bir çelişki?"
Bakışlarındaki ifade beni daha da fazla öfkelendirdi. Bana böyle bakmamalıydı. Bu şekilde... Yorgunca... Anlaşılmak istercesine.
"Şu bakışlarını üzerimden çek!" dedim.
Hızlıca attığım birkaç adımın sonunda başımı kaldırıp gözlerine baktım. Uzun bir süre o şekilde bakıştık. Bir şey söylemesini bekledim ama o sadece baktı. Dudaklarını aralayıp tek kelime etmedi.
En sonunda bir an bile düşünmeden arkama döndüm ve sınıfın çıkışına doğru yürüdüm. Sağ elim kapının kulpuna uzandığında uzun süren sessizliğini kalbimin tekrardan heyecanla atmasına neden olacak bir cümleyle bozdu.
"Yemin ederim onunla aramda hiçbir şey yok."
Yüzümde acıklı bir tebessüm vardı. Hâlihazırda bekleyen gözyaşlarım kalbimin beklediği iki çift lafı duyduğunda birer birer aktılar.
"Sadece tek bir şekilde arkama bile bakmadan koşar giderim. Aramıza sırf sana inanmam için, oyun amaçlı bile olsa üçüncü bir kişiyi sokarsan, seni asla affetmem. Her ne olursa olsun bu dediklerine inanmam. O vakit de inanmam ama aramıza sokacağın üçüncü kişi seni, bende bitirir."
Söylediğim şeyleri unutmamış olması içimde yeni bir umuda kapı aralamıştı. Bu söylediği hem yorgun tarafımın söylenmesine sebep olmuş hem de sürekli onu sayıklayan kalbimin odacığını fazlasıyla mutlu etmişti.
Kapıyı açıp onu arkamda bırakarak okulun geniş koridorunda yürümeye başladım.
Gelemiyordu ama gitmemi de istemiyordu.
*****
Taksiye atlayıp eve geldiğimde hemen bir duş aldım. Çok düşündüm, düşünmek bir sonuca vardırmıyordu fakat ne yaparsam yapayım hep aklımın bir köşesindeydi.
Duştan çıktıktan sonra saçlarımı bir havluya sarıp aşağı indim. Verandanın merdivenlerinde oturan Kerim'i gördüğümde gidip yanına oturdum.
Tedirgin bir şekilde yanına kaydım ve başımı omzuna yasladım.
Uzun bir sere sonra aramızdaki sessizliği yok ederek dudaklarımı araladım. "Hiç sormadın."
"Pazartesi günü o haberi benimle birlikte sen de gördün. Ama o an sakin olmam dışında hiçbir şey söylemedin. Daha sonra yanıma gelip sormadın bile." Sesimdeki muğberlik ortadaydı.
"Üzerine gelmek istemedim." diye cevap verdi. Hafifçe geri çekildiğinde başımı omuzundan kaldırıp gözlerine baktım. "Senin konuşmanı bekledim." Gözlerini kısıp yüzümü inceledi. "Sormamı mı isterdin?"
Bakışlarımı merdivenlerin hemen bitişiğinde başlayan çimenlere çevirdim. Omzumu silkerek "Sorsaydın güzel olurdu. Ama yine de değişen bir şey olmazdı, orası ayrı." diye açıkladım. Ama yine de sorsun isterdim. Sormasını bekledim.
"Ben üzerine gelmek istemedim." dedi sakince. "Özür dilerim ben... akıl edemedim."
"Sorun değil." diye konuştum. Bakışlarımı tekrardan ona çevirdim. Gözlerine bakıp "Gerçekten sorun değil." diye tekrar ettim.
Dudaklarını mahcup bir şekilde içe doğru kıvırdı. Ardından "O haberin hiçbir gerçeklik payı yok, biliyorsun değil mi bunu?"
Omuzlarımı silkip karşımdaki ormana çevirdim bakışlarımı. "Neyin gerçek neyin yalan olduğunu anlamaya çalışmaktan çok yoruldum artık."
"Azra," dedi, gözlerime bak der gibi. Başımı sola çevirdim. "Yalan." dedi, bundan bir şüphen mi var diye sorar gibi.
Başımı gökyüzüne kaldırıp derin bir nefes aldım. Gözlerimi kapattım. "Yalan haber olduğunun ben de farkındayım. Fakat bunun dışında da çok şey oldu."
Artık birinin içimde kopan fırtınalardan haberi olmalıydı. Yoksa bir gün sessiz bir şekilde ortadan yok olacaktım. Ve yaşadıklarımla kalacak, içinde boğulduğum okyanustan kurtarılmak gibi tek umudum bile kalmayacaktı. Ben ufacık bir umut tanesine bile açtım.
Ben ne ara bu hâle gelmiştim? Hangi ara ona bu kadar kapılmış? Hangi ara ayrılıkla sınanmış ve okyanusta yüzerken derede boğulmuştum? Ben değil aşk, daha önce hiç kimseden hoşlanmamıştım bile. Bu muydu beni onun yanına bu kadar tutan? Onun aşkına kör kütük inandıran? Onun söylediklerine inanamayan tarafım bu yüzden mi bir türlü kabullenmiyordu söylediklerini? Ben ne yapacağımı, ne düşüneceğimi bilmiyordum.
Araf bu muydu? Şuursuzluk bu muydu? Ben aklımla hareket etmeyi hangi ara bırakmıştım? Kalbim hangi ara aklımın önüne geçmişti bu kadar? Benim tek zaafım kardeşim iken hangi ara bir başka canlıyla kendimi bu kadar yakın hissediyordum?
"Ne oldu başka?" diye sordu sorgu dolu bir sesle.
Sertçe yutkundum, boğazımdaki yumru geçmedi. Elimdeki telefonu sıktım. Dudaklarım titrediğinde yaşadıklarımı anlatacağım ilk kişi olmasının korkusu vardı içimde. O yüzden tereddütteydim. Anlatmamam daha mı iyi olurdu acaba?
"Azra ne oldu başka?" diye tekrar etti.
Gözlerimi yavaşça aralayıp gözlerine baktım. Kısık tuttuğu gözleriyle gözlerime bakıyordu.
"Doğum gününü hatırlıyor musun? Hani kapıda beklemiştin?" Başını sallayarak onayladı. "O gün işte..." Sertçe yutkundum. Nasıl dile getirmem gerektiğini bilmiyordum. Beni gurursuzlukla suçlar mıydı acaba? Ama ben onun hislerinden ufacık bile şüphe etseydim bir saniye düşünmez bitirirdim onu içimde. Yapardım bunu.
"O gün?" diye sordu devam etmem için destek de bulunarak.
"O gün benden ayrılmak istediğini söyledi." dedim bir çırpıda. Eğer düşünseydim devam edemezdim. Anlatamazdım. Anlatmazdım. Ama daha fazla tutmak istemiyordum içimde, çünkü delirmem an meselesiydi.
Önce duyduğu şeyden emin olmak istercesine durdu, düşündü. Ardından kısık olan gözleri mümkünmüş gibi daha fazla kısıldı. "Ayrılmak mı istedi?" diye sordu şaşkınlıkla.
Bakışlarımı kaçırıp hafifçe başımı salladım. Ağlamak istemiyordum, artık tek bir gözyaşı dökme istemiyordum. Elimde olsaydı göz pınarlarımdaki tüm gözyaşı bezlerini yok ederdim.
"Emin misin?" diye sorduğunda acıyla güldüm. "Yok, şaka yapıyorum." dediğimde, "Yani... Peki neden bunu istedi?" diye konuştu ne söyleyeceğini bilemiyormuş gibi.
Dudaklarım büküldü. Omuzlarımı indirip kaldırarak "Bilmiyorum ki." dedim kısık bir sesle.
"Bilmiyor musun?" diye sordu. Başımı sallayarak cevap verdim. "Öyle, sebepsizce mi ayrıldı?"
"Bitti dedi ve bitirdi." dedim çatallı sesimle. Hayır, bu sefer ağlamayacaktım!
Kaşları şaşkınlıkla havalandı. "Bitti dedi ve bitirdi?" Sesinde sorgu vardı.
Cevapsız bıraktım. Zaten susmak çoğu zaman evet demekti. "Neden daha önce anlatmadın?" diye sordu.
"Çünkü..." Sesimin titrediğini fark ettiğimde konuşamayacağımı anlayıp dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Çünkü buna inanmıyorum!" dedim, sesimin tınısına dikkat etmeden. "İnanmıyorum çünkü o böyle biri değil. Gözlerinde görüyorum. Başka bir şey var. Öyle olmalı... Olmak zorunda..." Yüzümü gökyüzüne kaldırıp derin derin nefesler aldım.
"Azra," dediğinde lafını keserek "Sen söyle, böyle bir itliği yapar mı o?" diye sordum yüzümü ona döndürerek.
Gözlerime baktı. Bana asırlar gibi gelen birkaç dakikanın sonunda "Kendinden başka kimseye yüzde yüz güvenme." dedi.
Buz kestim. Aralıklı dudaklarımı birbirine bastırarak kaşlarımı hafifçe çattım. "Ne demek..."
Elimdeki telefon çalmaya başladığında telefonun ekranına baktım. Aycan arıyordu.
Boğazımı art arda birkaç kez temizleyip aramayı yanıtlayıp kulağıma götürdüm. "Alo," dedi.
"Canım." diye karşılık verdim.
"Azra," dediğinde nefesi sık sıktı. "Azra ben az önce bir videoya denk geldim." Sesindeki telaş kaşlarımın çatılmasına neden oldu.
"Aycan n'oluyor? İyi misin?" Kerim kaşlarını çatarak ne oldu der gibi baktı.
"Ben mi?" dedim, neden birden öyle telaşlı bir sesle iyi misin diye sorduğunu anlayamayarak.
"O herifin burnundan getireceğim." dedi öfkeli bir sesle. Kaşlarım yavaşça gevşediğinde aklıma gelen şeyin olmaması için dua ettim. "Sana bu şerefsizliği nasıl yapar aklım almıyor."
"Sakın bana dur, yapma gibi şeyler söyleme! O piçe kardeşime ihanet etmek ne demekmiş göstereceğim." deyip telefonu hemen kapattı.
*****
ÇAĞAN EFE YILDIRIM
Hayata gözlerimi açtıktan çok kısa bir süre sonra yapayalnız kalmıştım.
Aklım bir şeylere ermeye başladığında anne ve baba şefkatinin eksikliğini tüm iliklerime kadar hissetmiştim.
O zamanlar küçük bir çocuktum ve tüm bu olanlar beni içine kapanık biri olmama neden olmuştu.
Şimdi o zamanlardaki küçük çocukla kendimi kıyasladığımda bu halimin de o zamandan bir farkı olmadığını görüyordum. Sadece o zamandaki gibi odalara kapanmıyor, aksine içimdeki büyük yuva eksikliğini çehremde her daim bulundurduğum tebessümümle gizliyordum.
Fyodor Dostoyevski'nin de söylediği gibi; Çok gülen, çok şey gizlerdi.
Tabii yanımda olan çok kişi vardı. Samimiyetlerine sonsuz inandığım yakınlarım... Her zaman yanımdalardı. Teyzem, -bir zamanlar hayatta olan- amcam, yengem, Yasemin, -ne zaman yan yana gelsek şakayla atıştığım- Damla ve de Çınar...
Onlara olan hakkım ne yapsam ödeyemezdim.
Yerdeki çimlerin üstünde tuttuğum bakışlarımı kaldırıp karşımda oturan Çınar'a çevirdim.
"Ayrıldınız?" diye sordum sorgu dolu bir sesle. Ağır ağır başını salladı. "Öyle hiçbir şey söylemeden ayrıldın kızdan?" Aklıma yatmayan şeyler vardı. Tüm bu olanlar fazla çelişkiliydi. Bakışlarıyla dudaklarının arasından çıkanlar aynı değildi.
"Çağan!" dedi. Bu öfkesinin habercisiydi. Ne zaman bana bu ismimle seslense hep bir şeyler olurdu. "Yapma kardeşim."
"Neyi yapmayayım ya neyi?" diye çıkıştım. "Yarım saattir buradayım iki cümle ettin, sustun. Anlat, dinliyorum kardeşim. Bir yardımım dokunur belki."
"Yardımlık bir şey yok." dedi hemen. "Ayrıldık, bitti. Haberdeki kız da yalan, yok öyle bir şey." Sabahtan beridir söylediği şeyleri tekrar etmekten sıkılmayacak gibiydi.
"Tamam işte ben de neden diye soruyorum. Sebepsizce bitti? Hem sen değil miydin daha önce hiç böyle hissetmedim diyen? Hangi ara bitti daha önce hiç hissetmediğin duygular?" Ayağa kalktım, yüzümü gökyüzüne kaldırıp derin bir nefes aldım.
Bakışlarımı Çınar'a indirdiğimde sertçe yutkunup bakışlarını öfkeyle üzerimden çekti. "Ya o kız beni aradı beni! Ağlıyordu ya! Onu aldattığını düşünmüş. Madem ona kendinizi inandırdın. Birden bire hiçbir şey yokmuş gibi davranamazsın. Bırakamazsın öyle yarı yol..."
Lafımı sert bir dille böldü. "Bak Çağan!" Ayağa kalkıp önüme kadar geldi. Gözlerimin içine baktı. Gözlerinin dolduğuna şahit oldum. Kaşlarım hafifçe çatılırken aynı anda gözlerimde kısıldı.
"Çınar." dedim. "O kız bunları hak etmiyor." Elimle hemen arkasındaki sehpayı gösterdim. "Onlarla ilk bir araya geldiğimizde bu sehpanın etrafında oturmuştuk hatırlıyorsun değil mi?"
Sertçe yutkunarak başını salladı ve gözlerini kaçırarak arkasına döndü. "O gün daha önce hiç sevgilisi olmadığını söylemişti. Daha sonra ise sen ondan hoşlandığını söylemiştin bize. O kız sana âşık oldu, ilk kez birine güvenmiş işte."
Derin bir nefes alıp devam ettim. "Sen şimdi kalkmış bitti, ayrıldık diyorsun. Yetmiyor annenin gösterdiği kızla kulübe gidiyorsun. Ben, yanlışlar abidesi bunu sorguluyorum. Bence sen de bir sorgula."
Lafımı bitirir bitirmez bir ses duydum. "Çınar!" diye bağırılmıştı. Bu ses tanıdıktı.
"Çınar!" diye tekrar bağırdığında sesin sahibinin Aycan olduğunu anladım. Çınar hızla arkasına döndüğünde irice açılmış gözleriyle gözlerime baktı. O sırada bahçenin diğer tarafında topuyla oynayan Kara yanımıza gelip Çınar'ın ayaklarına dolandı.
Ses daha da yakınlardan geldi: "Neredesin şerefsiz?"
Çınar ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi. "Çınar aptal mısın sen kardeşim?" Kaşları mümkünmüş gibi daha da çatıldı. "Haberi görmüş." diye fısıldadım.
Aycan evin sol tarafında belirdiğinde öfke dolu bakışlarının istikametinde Çınar vardı. Çınar bakışlarını benden çekip Aycan'a çevirdiğinde; Aycan, "Sen nasıl bir adamsın be?! Adam dediğime bakma, öyle ağzımdan çıkıverdi. Yoksa sadakatsiz piçin tekisin!" diye öfkeyle konuştu. Hemen ardından adımlarını hareket ettirerek bize doğru adımladı. Kara Çınar'ın üstüne doğru zıplamaya başladı.
"Sen bunu benim kardeşime nasıl yaparsın? Nasıl?!" diye bağırdı. Adımlarını hızlandırdı, birkaç adımı kala önüne geçip kollarından tuttum.
Başını kaldırıp sertçe gözlerime baktı. Gökyüzünü andıran gözleri öyle koyulaşmıştı ki lacivert rengini andırıyordu. "Bırak." dedi öfkeyle. Bırakmadım. Gözlerinin içine bakarak "Sakin ol." dedim yatıştırıcı bir sesle.
Ama söylediğim onda hiç bir etki bırakmamış olmalı ki "Bıraaak!" diye bağırdı. Kollarını çekmeye çalışırken başımı arkama çevirip Çınar'a baktım. Donup kalmış gibiydi. Kara ise zıplamayı bırakmış kısık kısık havlıyordu. Korkmuş olmalıydı.
"Ya tamam bırak sakin olacağım." derken bile sesi öfke doluydu.
Bakışlarımı tekrardan Aycan'ın masmavi gözlerine çevirip "İnanayım mı?" diye sordum.
"Bırak," dedi nefes verir gibi. Bakışlarını gözlerimden çekti. "İki çift lafım var. Söyleyip, gideceğim."
O, derin bir nefes alırken kollarındaki ellerimi gevşettim. Kollarını sertçe geriye attı, yanımdan geçti ve havuza dönük olan üçlü koltuğun ortasına oturdu.
Çınar'a baktım. Bakışların asla yerden kaldırmıyordu. "Bana bak!" Aycan'ın öfkeli sesiyle birlikte bakışlarını yerden kaldırıp gözlerine baktı.
"Nasıl yaptın ya? Bunu ona nasıl yaptın?" diye sordu Aycan. Sesi, az öncekinin aksine oldukça sakindi.
Çınar sertçe yutkunarak gözlerini kaçırdı. "Kaçırma gözlerini."
Eğilip Çınar'ın yanında duran Kara'yı aldım, berjerlerden birine oturdum.
Çınar, Aycan'ın gözlerine bakıyor olmalı ki hemen karşımda oturan kadın konuşmasına devam etti. "Birkaç gündür değişikti. Anlamıştım, tanıtıyorum onu ben. Her şeyim o benim. Aranız da bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştım ama sadakatsiz piçin teki olduğunu bilmiyordum!"
"Yeter." diye kesti sözünü, uzun zamandır sessizliğini koruyun Çınar. "Evime gelip bu şekilde konuşamazsın."
Aycan güldü; oldukça istihza bir ifadeyle. "Doğrular her zaman yaralayıcıdır. Ama yalan ve ihanet bunun kat fazlası... Sen ona ihanet etti..."
Çınar bugün ikinci kez Aycan'ın sözünü kesti. "Ben ona ihanet etmedim. Biz zaten ayrılmıştık."
Aycan yine güldü. "Bunun arkasına mı sığınıyorsu..."
Aycan'ın sözü bugün kaçıncı kez kesildi bilmiyordum fakat bu sefer sözünü kesen kişi her iki tarafında hakkında tartıştığı kişiydi; Azra...
"Doğru söylüyor Aycan, o, benden ayrılalı çok gün oluyor."
Başımı sola çevirerek bahçenin sol tarafında Kerim'le birlikte yan yana olan Azra'ya baktım. Bakışları Çınar'ın olduğu taraftaydı.
"Çok gün?" dedi Aycan şaşkınlıkla. "Üç günlük aşkı da üç gün de bitmişse..."
Aycan, söylediği şeyin farkına vararak sustuğunda dudaklarım şaşkınlıkla o şeklini aldı. Ama... Ama haklıydı. En azından bir sebebi olmalıydı.
Azra'nın bakışları donuklaştı. Çınar'ın yüzünü görmüyordum. Sesini de duymadım. Kerim Azra'nın omuzuna dokundu. Azra o an kendine gelmişçesine başını başka yöne çevirdi ve dudaklarını ıslatarak sertçe yutkundu. O an yanına gitmek ve ona sıkıca sarılmak istedim.
Kollarımın arasındaki Kara yapamadığım şeyi mi yapmak istemişti yoksa geçen sefer ki gibi yanına mı gitmek istemişti bilmiyordum ama kollarımın arasından kaçarcasına atladı ve Azra'nın olduğu tarafa doğru zıplamaya başladı.
Azra yanağındaki yaşı elinin tersiyle silerken eğilip yanına gelen Kara'nın tüylerini sevdi. Gülümsüyordu. Kara dilini çıkartıp yanağını yaladığında Azra kahkaha atarak geri çekildi.
"N'apıyorsun?" dedi hâlâ gülerek. Kara onu anlamışçasına tekrar aynı şeyi yaptı. Azra gülümseyerek kollarını etrafında sardı. Sıkıca sarıldı. Daha sonra ondan ayrılarak ayağa kalktı.
Hemen ardından buraya doğru adımladı. Önümdeki sehpanın diğer tarafında Aycan'ın yanına oturdu. Peşinden gelen Kara ayaklarının yanında oturdu. Bu, yüzümde samimi gülümsemeye sebep oldu.
Azra Aycan'a sıkıca sarıldı. Bir şeyler fısıldaştılar. Daha sonra Azra ayağa kalktı ve Aycan'ın elinden tutarak onunda kalkmasına yardımcı oldu.
Aycan kardeşine baktı; mahcup bir ifadeyle. Azra gülümsedi ve "Kapıda bekler misin? Hemen geleceğim." dedi.
Aycan başını hafifçe salladı. Kollarını Azra'nın etrafına sardı ve yanağına kocaman bir buse bıraktı. Geri çekildi. Ne benim ne de Çınar'ın yüzüne bir defa bile bakmadan, dikkatlice Kara'nın yanından geçti. Bahçenin solundaki boşluktan geçtiğinde Kerim'de hemen arkasından gitti ve birkaç adım sonra gözden kayboldular.
Azra bakışlarını Çınar'a çevirdi. Uzun bir süre sadece baktı. Sertçe yutkundu ve dudaklarını araladı. "Kusura bakma." Sesi titriyordu. "Haberi gördüğünde yanında değildim." Sağ eliyle saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Beni aradı ama işte ben gelene o çoktan gelmiş." Hafifçe gülümsemeye çalıştı. Yanağına düşen yaşı elinin tersiyle hemen sildi.
"Tekrardan kusura bakma." diye devam etti. Konuşacak bir şey arıyor gibiydi. Burada durmak mı istiyordu? Başını sağa sola götürdü oldukça ağır bir hareketle. Omuzlarını indirip kaldırarak "Hoşça kal." diye mırıldandı. Yere doğru eğildi ve hangi ara uyuduğunu anlamadığım Kara'nın tüylerini sevdi.
Ayağa kalktı, hızlı adımlarla bahçenin sağındaki boşluktan geçip gözden kayboldu.
Ayağa kalktım ve hızla arkamı dönüp Çınar'a baktım. Sarsak adımlarla birkaç adım attı, üçlü koltuğun kolçağına oturdu. Bakışları çimlerin üzerindeydi.
Ne düşündü ne hissetti bilmiyorum ama uzun bir süre o şekilde koltuğun kolçağının üstünde oturdu, bakışlarını çimlerin üstünde tuttu. Bir şeyler mırıldanmıştı ama duyamamıştım.
Yanına yaklaşmadım. Onu bu hale getiren neyse bir sonucu varmasını bekledim.
Çınar ayağa kalktı. Üstündeki kazağın eteklerinden tutup tek hamlede üstünden çıkartıp bahçenin bir kenarına fırlattı. Bir saniye bile beklemeden büyük bir adım attı. Bir adım daha attığında kollarını iki yana açık havuza zıpladı. Bu soğukta?
Attığı kulaçlar içindeki öfkenin duşa vuruşu gibiydi; sert ve hızlı...
Bir süre öylece ayakta durup onu izledim. Yorulmadan, yavaşlamadan yarım saat boyunca hırçınca yüzdü. En sonunda onu izlemeyi bırakıp yerde çimlerin üstünde uyuyan Kara'yı alıp içeri girdim. Pusetine yatırdım. Sevdim.
Bahçeye çıktığımda onun hâlâ aynı şekilde olduğunu gördüm ve arkama dönüp bahçenin sol tarafından geçip evden çıktım.
Arabaya atladım ve eve sürdüm.
*****
AZRA ADALI
Çınar'ın evinden ayrıldıktan sonra Kerim bizi bu parka getirmişti. Kendi gitmişti. "Gidiyorum, kalkacağınız zaman arayın gelip alacağım." demişti.
Ne de güzel düşünceli bir adamdı.
O gittikten sonra başımı Aycan'ın omuzuna yaslayıp Çınar'la aramızda geçen her şeyi eksiksiz anlatmıştım. Aycan onun ağzından çıkanlara bakıyordu. Sonuçta dilinden çıkabiliyorsa aklından aklından geçiyor demektir. Öyle diyordu Aycan. Haklı olabilir miydi?
Daha sonra ikimizde sessizliğe sığınıp susmuştuk. Tabii benim sessiz gözyaşlarımı saymazsak. Onun kurduğu cümle tekrar tekrar dönüp duruyordu zihnimde.
Ben ona ihanet etmedim. Biz zaten ayrılmıştık.
Biz.
Derin bir nefes aldım. O kadar kolayca söylemesi kalbimi kırmıştı. Hem ayrılmamıştık, o ayrılmıştı. Sebepsizce...
İhanet etmedim dedikten sonra zaten ayrılmıştık demesi... Bana söylediği gibi o kızla arasında bir şey olmadığın söylemesini isterdim. Sadece ufacık bir istek...
Burnumu çektim. Aycan elini yanağıma koydu ve "Ağlama artık lütfen." dediğinde iç çektim. Omzumu silktim. "Acaba haklı olabilir misin?"
"Üç günlük aşkı da üç günde bitmişse dedin ya..."
"Sen benim öyle dediğime bakma. Çok kızgındım, o yüzden ağzımdan çıkıverdi. Eğer ki sen böyle hissediyorsan, onu buna iten bir şeyler var diyorsan üzerine git. Ama çok hissettirmeden... Yani mantıklı bir bahanesi yoksa affetmeyeceğini bilsin. Seni kaybetmekten korksun yani."
"Anladım." diye mırıldandığımda Aycan elini çantasına atıp telefonunu çıkardı. Kerim'i aradı. Beş dakika sonra Kerim geldi ve arabaya bindiğimizde kimse ağzını açıp tek kelime etmedi. Sessiz geçen yolculuğumuzdan sonra eve geldiğimizde babamlar henüz gelmemişti. Saatte erkendi.
"Azra, Deniz ablaya yardım edelim mi? Hem vakitte geçmiş olur?" dedi Aycan. Bir saattir salondaki şöminenin karşısında oturmuş, televizyon izliyorduk. Bir kanal açıktı ve ben yayınlanan şeyin ne olduğunu bile bilmiyordum. O kadar ki aklım başka bir yerdeydi...
"Hı?" dedim bir an dalgın dalgın.
Aycan sırtını koltuktan çekip kızgın bir ifadeyle gözlerime baktı. "Yapma şunu kendine, izin ver biraz. Aklın karışık zaten... Düşünme." dediğinde, başka bir ses daha işittik. Duyduğum ses gözlerimin kocaman açılmasına neden oldu.
"Benim kızımın aklını karıştıran da neymiş?" Babamın neşeli sesi kalbimin kasılmasına neden oldu.
Sertçe yutkunup omzumun üstünden arkaya baktım. Gülümsüyordum. "Sınavlar," dedim boş bir konudan bahsediyormuş gibi.
Babamın hemen arkasındaki abim gülerek yanımıza gelip her ikimizinde alnından öptü. Ortamıza oturduğunda kollarını etrafımıza sararak sıkıca sarıldı.
O sırada babam karşımızdaki beyaz berjerde oturdu. Yüzümü göğsüne gömüp sıkıca karşılık verdim. Abimi çok seviyordum. Onun da bizi sevdiğinden hiç şüphem yoktu. Bizim için birçok şey yapardı biliyordum. Ama şimdilik ona da hiçbir şey anlatamazdım. Hele ki olaylar bu kadar karışık iken.
Hava karardığında yemeğimizi salondaki masada yedik. Daha sonra Aycan'la ben kahve yapıp biraz sohbet ettik. Aycan'la göz göze geldiğimiz her an gülümseyerek öpücük attı. Onun bu hali hem iyi hissettiriyordu hem de kötü...
İyi hissetmem için yapıyordu, biliyordum. Ama yine de bi' değişik hissettiriyordu. Ona her şeyi çok daha önceden anlatabilirdim.
Artık keşke demek istemiyordum. Bir kerecik de olsa iyi ki... İyi ki demek istiyordum.
İyi ki onunla tanışmışım. Şimdi hissettirdiklerine rağmen yine iyi ki... Çünkü emindim, biliyordum. Dahası görüyordum. Gözlerindeki ifade dudaklarının aksine gel diyordu. Görüyordum...
Bunu yapmaya mecburdu. Hissediyordum. Eğer ki tatmin edici bir sebebi yoksa günü geldiğinde elbet öğrenecektim. Ama işte o zaman bu hissettiklerime değmeyecek bir sebep ise keşke demekten korkuyordum...
*****
Yanağımın üstünde hissettiğim dokunuşla irkildim. Gözlerimi araladığımda gülümseyerek beni izlediğini gördüm. Ona gülümseyerek karşılık verdiğimde yanağımdaki elinin başparmağı usulca tenimi okşadı. Gözlerim kapandı.
Ben yatağın sağ tarafında uzanmıştım. O ise hemen sağımdaki boşluğa oturmuş yanağımı okşuyordu. Bu çok özel bir andı. Fazlasıyla mutluluk içeren...
Üzerime doğru eğildiğini hissettiğimde kalbim göğüs kafesimi delecekmişçesine atmaya başladı. Boğazımın kuruduğunu hissettim. Sertçe yutkunarak yaklaşmasını bekledim.
Aramıza bir nefeslik mesafe bırakacak şekilde durdu ve derin bir nefes alıp verdi. Nefesini yüzümün her zerresinde hissettiğinde gözlerimin yandığını hissettim. Derin bir nefes aldım.
"Çok özlemişim seni," dediğini işittim. "Seni izlemeyi." Burnumun ucunu öptü. "Tenini... Kokunu..." Dudağı sus çizgime değdiğinde göğsüm içimde büyüyen heyecanla yükseldi.
"B-bende." Şakaklarıma doğru kayan bir damla yaş yastıkla buluştu. Öpeceğini hissettiğimde gözlerini görmek istedim. Gözleri... Onları çok özlemiştim. Hem de çok.
Gözlerimi araladım. Gözlerini gördüm, fakat beklediğim kadar yakın değildi. Aramızda en az beş adım vardı. Adım mı? Neler dönüyordu burada? Yatakta değil miydik az önce?
Karanlık bir sokaktaydık. Burada ne işimiz vardı?
Ellerim titriyordu. Bakışlarımı ellerime indirdiğimde gözlerim kocaman açıldı. Nefesim sıklaştı. Biri bana neler olduğunu anlatsın!
Ellerimi aşağı indirmeye çalıştım, olmadı. Ellerim benden bağımsız gibiydi, onları hareket bile ettiremedim. Başparmağım, ellerimin arasında duran silahın horozunu indirdi. Namlunun ucunda ise o vardı. Çınar...
Kalbim kasıldı. İşaret parmağım tetiğin üstündeydi. Tekrar denedim ama olmadı ne kolum nede ellerim hareket etti.
"Çınar," dedim ağlayarak. "Hareket ettiremiyorum ellerimi. Sana bir şey olacak." Sesim çaresizlik doluydu.
"Tetiği çek." dedi ruhsuz bir sesle.
Donup kaldım, tüylerim diken diken oldu. Kalbimin atışları yavaşladı. Aralıklı duran dudaklarımı birbirine bastırıp sertçe yutkundum. İşaret parmağım hafifçe tetiğe dokundu. Kalbim ağzıma geldi.
"Çınar çekilsene!" diye bağırdım. "Bir şey olacak sana. Lütfen..."
Çekilmedi. Korkuyla aldığım nefesler kesik kesikti. "Çınar yana kay lütfen." dedim, gözlerimden yanaklarıma akan yaşlarla.
Bir adım yana kaydı. Gülümsedim. Derin bir nefes aldım. "Seni çok seviyorum." dediğimde ayaklarım hareket etmedi fakat ellerimdeki silahla birlikte kollarım onun kaydığı yöne doğru çevrildi.
Ben şaşkınlıkla silaha bakarken "Sana demiştim, tetiği çek demiştim. Ama sen olmayacak duaya âmin dememi bekledin. Bak tetiğin ucundayım yine. Bir değil bin adım da yana kaysam, dünyanın öbür ucuna da gitsem sonuç yine aynı olacak. Çünkü bu böyle... Başka türlüsü bizim kaderimizde yok."
Başımı iki yana doğru salladım. "Sen ve ben biriz anladın mı? Bizim kaderimiz aynı. Başka türlüsünü bilmiyorum ben. Bunu bildim, sadece bunu bileceğim." diye karşı çıktım. Parmağımın ucundaki silah aklıma geldiğinde "Çınar," diye fısıldadım. "Lütfen bize bir şans daha ver. Bir adım daha kay. N'olur." Sesimdeki çaresizlik can yakıcıydı.
"Bak yine aynı şeyi yapıyorsun. Olmaz, olamaz ki. Mümkünatı var mı?"
"Var." diye cevap verdim hemen. "Olmaması için hiçbir sebep yok."
"Peki," dedi. "Senin, sadece senin için bize bir şans daha vereceğim." Bir adım daha yana kaydı. Bakışları elimdeki silaha indi. Bekledim, dua ettim. Allah'ım lütfen bir şansımız daha olsun. Lütfen...
İşaret parmağıma nasıl baskı uyguluyorsam parmağım birden geriye çekildi. Büyük bir mutlulukla gülümsedim. Parmağım artık tetiğin ucun da değildi. Ellerimi aşağı doğru kaydırdığımda hareket ettiğini gördüm. Gözlerim dolu dolu gülümsedim. Silahı yere fırlattım.
"Bir şansımız varmış..." Bakışlarım Çınar'ın az önce durduğu yere çevrildiğinde sesim kesildi. O, orada yoktu. Korkuyla etrafıma bakınmaya başladım.
"Çınar..." diye fısıldadım. Sesim saf korkudan ibaretti. "Çınar neredesin?" diye sesimi yükselterek bağırdım. "Korkuyorum." diye mırıldandım. Duymasa bile hissederdi.
Dizlerimin bağı çözüldü. Dizlerimin üstüne düştüğümde hıçkırarak ağlamaya başladım. "Çınar," diye fısıldadım.
Kapkaranlık sokakta bir başımaydım. Peki o neredeydi? Yine ilk pes eden o muydu? Yüzüm gökyüzüne kaldırıp "Çınar!" diye haykırırcasına bağırdım.
Gözlerim aralandığında nefes nefeseydim. Boğazım kupkuruydu. Az önce gördüğüm bir rüya mıydı? Rüya demek az kalırdı. Kâbus. Evet, kâbustu. Sadece bir kâbus...
Hafifçe doğruldum. Elimi kalbimin üstünde götürdüm. "Kâbustu." diye fısıldadım. "Sadece bir kâbus..." Gözlerim dolduğunda çenem titremeye başladı.
Yanağıma kayan yaşı elimin tersiyle sildim.
Kısa bir süre sonra yataktan kalkıp aşağı indim. Mutfağa girdim. Dolabı açtım. Soğuk su içmeyi severdim. Yazın da kış da...
Sürahiyi aldım. Bardağa su doldurdum. İçmeden odama çıktım.
Odanın içi nefesimi daralttığından daha fazla dayanamadım ve balkona çıktım. Ormanı izledim. Getirdiğim sudan yudum yudum su içtim.
Ne kadar orada kaldım bilmiyordum ama bir ara ayağa kalkıp korkuluklardan aşağı baktığımda Yasemin'i gördüm. Bahçelerindeki koltuğa oturmuş, uzanıyordu.
Hava soğuktu. Yağmur yağacak gibiydi ama yağmaya da bilirdi. Gidip onu uyandırabilirdim, üzerine bir örtü ötüp sessizce dönebilirdim. Bir süre yanına inip inmemekte karasız kaldım.
Buraya ilk geldiğimiz zamanlarda bana evlerini kastederek buraya bir daha gelme demişti. Zaten annesi de benden pek hoşlanıyor sayılmazdı. Beni düşüncelerimin arasından çeken şey aklımdan geçen şeyi yapan kişiyi görmem oldu.
Abim, elindeki örtüyle koltukta uzanan kadının yanına doğru gidiyordu. Hafifçe eğilip örtüyü üzerine örttü, geri çekilirken etrafına bakındı. Bakışlarının bu tarafa döndüğünü anladığımda bir adım geri atıp kadrajdan çıktım.
Parmaklarımın ucundan yükselip o tarafa baktım. Abim görünürlerde yoktu. Onu öyle görünce içine sinmemiş olmalıydı. Benim de içime sinmemişti ama o bana buraya bir daha gelme dediğini için inip inmemekte kararsız kalmıştım. Abimin çok naif bir kalbi olduğundan bunu yapması beni şaşırtmamıştı aslında. Örtüyü örtüp hemen dönmüştü zaten.
Balkondan içeri girerken akşam olacakları düşünüyordum. Gidecektim. Kaçamazdım, ondan kaçmazdım.
Bir adım attığımda kapının girişindeydim. Başımı kaldırdığımda onunla göz göze geldim. Çınar'la... Yatağımın üstündeydi, yüzü benim olduğum tarafa dönüktü. Dudaklarım şaşkınlıkla aralıklı kaldı. Bu da rüya olamazdı değil mi?
"Çınar," diye mırıldanıp sustum. Sertçe yutkunarak gözlerimi kırpıştırdım. Yoktu. Gözlerimin istikametinde artık yoktu. Hayal miydi? Rüyalarımda gördüğüm yetmiyormuş gibi artık halüsinasyonda mı görmeye başlamıştım?
Bu kadarı fazlaydı, çok fazlaydı.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Unutmaya çalıştım. Hem o saçma sapan silahlı rüyamı hem de az önce gördüğüm hayalini...
Derin bir nefes daha alıp yatağıma girdim. Babama söylediğim sınav yalanından sonraki gün, perşembe günü okula gittiğimde onunla karşılaşmamıştık. Onun dersi yoktu. Bu iyiydi. Çünkü artık derslerime odaklanmam gerekiyordu.
Bu sabah dersim yoktu. Erken kalmak da istemiyordum. Mümkünse akşama kadar yataktan çıkmak da istemiyordum.
Öyle de oldu. Yataktan kalktığımda saat beşe geliyordu. Aycan birkaç kez yanıma gelmişti fakat uyuduğumu sanıp -aslında uyuyordum ama o- yanıma gelip öpüp sarıldığı için birkaç kez uyanmıştım.
O saate kadar kahvaltı da yapmamıştım. Aç da değildim zaten. Evde ben, Aycan ve Deniz abla vardı sadece.
Aşağı indiğimde Aycan'ın siyah, U şeklindeki koltukta uzandığını gördüm. Bakışları açık televizyonun üzerindeydi.
Adımlarım salonun solunda kalan mutfağa yönelttim. Kapının kolunu indirdiğimde deniz ablayı gördüm. Ortadaki tezgâhın arka kısmındaki masada oturuyordu.
Gülümseyerek içeri girdim. Kapı kapatıp yanına doğru adımladım. "Günaydın diyeceğim hava kararmak üzere be kızım." dedi gülerek Deniz abla.
"Bugün böyle, tatil ilan ettim." deyip çaprazındaki sandalyeyi çekip oturdum.
"İyi yapmışsın." dedi. Gözlerime bakıp "Kahvaltı yapmadın sen değil mi? diye sordu. Daha ağzımı açıp yemeyeceğim dememe müsaade etmeden ayağa kalkıp "Dur ben sana bir şeyler hazırlayayım hemen."
Ellerinden tutup kalktığı sandalyeye oturması için hafifçe çektim. "Aç değilim ki."
"Ama," diye itiraz ettiğinde, "Ay aç olsam senden mi utanacağım sanki?" dedim, Deniz abla kendi sandalyesine oturduğunda.
"İyi, peki." dedi. Daha sonra bakışları gözlerimi taradı ve "Azra kızım bir şey soracağım ama doğru söyleyeceksin." dediğinde kaşlarım çatıldı.
"Geçen gün Kerim'le konuşurken duymuştum ya ben sizi." dedi hatırlatmak istercesine. Başımı hafifçe salladım. "O gün bir şey duydum ben. Biliyorsun sen de zaten ne olduğunu."
Bakışlarımı masaya indirdim. Bir kez daha Kerim'in arkasından iş çevirmek istemiyordum.
Güldüğünü işittim. "Peki," dedi. "Zorlamayacağım. Ama Kerim'e olan sadakatinde takdire şayan..."
Başımı masanın yüzeyinden gözlerine çıkardım. Gülümsedim. "Deniz abla biliyor musun seninle sohbet etmek bana çok iyi geliyor."
Gülerek "Kafa denginim yani?" diye sordu. Söylediğine gülmeden edemedim. "Öyle de denebilir pek tabii." diye onayladım onu.
"İyi bari çok da yaşlanmamışız demek ki." dediğinde ona inanamıyormuşum gibi baktım. "Yaşlılık mı? O da ne? Sen benden de geçsin bir kere." dediğimde seslice güldü.
"Hiç de bile." dedim. "Çok ciddiyim."
Güldü. "Peki peki. Senin dediğin gibi olsun." dediğinde kafamın içindeki karmaşadan bir nebze bile olsa uzaklaştığımı hissettim.
Onula biraz daha sohbet ettikten sonra akşam yemeği için yardım ettim. Zaten çoğu şeyi halletmişti bile. Bana da salata kalmıştı.
Salona döndüğümde Aycan'ın televizyonun karşısında uyuyakaldığını gördüm. Uzanıp alnından öptüm. Bir örtü örttüm üstüne. Daha sonra babamlar geldi ve hep birlikte akşam yemeğine oturduk. Keyifli bir akşam yemeği olmuştu.
Aycan'la dışarı çıkacağımızı biliyorlardı. Dün söylemiştik. Çok da sorgulamamışlardı. Yemekten sonra kısa bir süre onlara eşlik ettikten sonra odalarımıza çıktık.
Duş alıp kıyafet odama geçtim. Parmaklarım sol taraftaki, şık kıyafetlerin üzerinde gezindi. Daha önce bu tarz giymeyi tercih etmezdim. Sade ve şık olmak her zaman tercihim olmuştu. Fakat İstanbul'a gelip onunla tanıştıktan sonra bu huyum bile değişmişti.
Vücudumu çepeçevre saran hâki yeşili, triko bir elbise giydim. Elbisenin boyu dizlerimin alına kadardı. Her zaman boynumda olan kolyem elbiseye çok yakışmıştı. Ayaklarımda kahverengi süet botlar vardı. Aynı renk olan kemeri elbisenin üstünden belime bağlamıştım. Beli bağlamalı, uzun füme rengi kaşe kabanımı alıp aşağı indim.
Merdivenlerin önünde beni bekliyordu. Aycan da sade ve şıktı. Üzerinde siyah şifon, kolları balon, straplez model bir büstiyer vardı. Altına aynı renk kumaş pantolon giymişti. Bana annemden, ona da babamdan kalan A harfi yazılı kolyesi açık gerdanına çok yakışmıştı. Ayaklarındaysa siyah stilettolar vardı.
"Çok güzelsin." dedi genişçe gülümseyerek.
Kalan birkaç merdiveni de indim. Ellerinden tutup etrafında döndürdüm. "Aynaya baktın mı sen kuzum? Bu güzellik de ne böyle?" dedim onun gibi gülümseyerek.
Beni kendine doğru çekip sıkıca sarıldı. "O da gelirse eğer heyecanlanmak yok. Çok asil davranacaksın. Anlaştık mı?" diye sordu, benden çekildikten sonra gözlerimin içine bakarken.
Ondan bahsettiğini anladığımda yüzü düştü. Daha sonra hızlıca toparlayıp gülümsedim. "Bak şöyle bakma. Senin için diyorum." diye devam ettiğinde yanaklarımı avuçlarının arasına hapsetti. "Şimdi yüzün asılsın ama onun yanında olmasın." Yanaklarımdaki elini boynuma kaydırıp kollarını sardı. "Bebeğim benim."
Sıkıca karşılık verdim ona. Daha sonra Kerim geldi ve daha fazla oyalanmadan evden çıkıp arabaya bindik. Kerim'in yanına ben oturmuştum. Araba siteden çıktıktan kısa bir süre içinde Damla'nın yolladığı konuma geldik.
Doğum günü partisinin yapıldığı gece kulübüydü. Arabadan inip mekânın kapısındaki görevlilere kimlik gösterip içeri girdik. Bildiğimiz yolları geçtikten sonra kalabalığın içine girdik. Gerçekten yine çok kalabalıktı.
"Oradalar işte." dedi Kerim heyecanlı bir sesle kalabalığın içindeki bir yeri göstererek. Onun bu hali oldukça sevimliydi. Gülümsedim.
Adımlarını gösterdiği yere doğru ilerlettiğinde arkasından ilerliyorduk. Aycan'ın eli koluma dokunduğunda gülümseyerek ona baktım. "Sorun yok." diye dudaklarımı oynattım. Gözlerini kapatıp açtı.
Masada üç kişi vardı. Damla, Can ve Efe... O, yoktu.
Kerim hepsiyle tokalaşıp U şeklindeki locanın sol ucuna geçti. Yani Damla'nın yanına... Damla bundan rahatsız olmuşa benzemiyordu. Aksine Kerim'le göz göze geldiklerin gülümsedi. Kaşlarım havalandı. Bunlar işi baya ilerletmiş gibiydiler.
Aycan Can'ın avuçlarını sıktığında Efe de elini uzattı fakat Aycan o eli tutmadı. Hatta görmeden gelip hemen yanındaki Damla'ya baktı ve kollarını uzatıp sıkıca sarıldı.
Ben şaşkınlığımı üzerinden attıktan sonra Can'la sarıldık. Geri çekildiğinde gözlerine baktım, hafifçe tebessüm edip sağ gözümü kırptım. "Eee, nasıl gidiyor Kumru'yla?" diye sordum. Onunla da uzun zamandır konuşamıyordum. Kafam çok doluydu. Yarın ilk işim onu aramak olacaktı.
"Çok güzel." dedi kısa bir cevap vererek. Başımı sallayıp Efe'ye baktım. Can'la Damla'nın arasında, ayakta bekliyordu. Mahcupça gülümsedi.
Ama onun mahcup olacağı bir durum değildi ki. Çınar'la benim aramda olan bir meseleydi. Hatta benim bile meselem değildi. Çünkü insan bilmediği şeyden dolayı kendini suçlayamazdı, suçlamamalıydı.
Kollarımı uzatıp sıkıca sarıldım. Beni duyabilmesi için "Kendini suçlu hissetme lütfen," diye konuştum kulaklarına doğru. Daha sonra aklıma gelen şeyle geriye çekildim ve gözlerinin içine bakıp sordum. "Yoksa sebebini mi biliyorsun?"
Konuştuklarımızı sadece ikimiz duyabilirdik çünkü gerçekten mekân oldukça gürültülüydü. Onun bakışlarında korku peyda oldu. Başını iki yana sallayarak "Hayır, hiç bir şey bilmiyorum." dedi. Kaşlarımı havalandırıp sorgularcasına baktım. "Yemin ederim." diye ekledi.
Dudaklarımı birbirine bastırıp başım hafifçe salladım ve vücudumu Damla'nın olduğu tarafa doğru çevirdim. Dudaklarım gördüğü görüntü karşısında sahici bir tebessümle onları izledi.
Damla ve Kerim birbirine bakıp gülümsüyordu. Damla izlenilmiş olduğunu hissetmiş olmalı ki bakışlarını Kerim'den çekip benimle birleştirdi.
Kollarını bana doğru uzattığında ona karşılık verdim. "Tebrik ederim." diye fısıldadığımda, "Çok teşekkür ederim." diye karşılık verdi.
Geriye çekilip gülümseyerek gözlerine baktım. Gözlerindeki ışıltı görülmeyecek türden değildi. Gözleri ışıl ışıldı. Bakışlarımı Kerim'e kaydırdım. Bakışları Damla'nın üzerindeydi ve ona baktığımı fark ettiğinde bakışlarını hızla kalabalığın içine doğru çevirdi.
Onları daha fazla rahatsız hissetmek istemeyerek Can'ın yanına oturan Aycan'ın sağına oturdum.
Ne kadar geçti bilmiyorum ama Çınar hâlâ ortalıklarda yoktu. Sorabilirdim. Ama alacağım cevaptan korktum. Çünkü bu kadar olamazdı. Olmamış olmalıydı. Sırf ben buradayım diye gelmemiş olamazdı.
Sıkıntılı bir nefes aldığım sırada Efe aramızdaki iki kişiye rağmen bana doğru eğildi ve "Bekleme." diye mırıldandı üzüntülü bir sesle. "Gelmeyecek."
Bakışlarımı kaçırıp sertçe yutkundum. "Gelmesin zaten." dediğini duydum Aycan'ın. "Meraklısıyız sanki." Sesi öfkeliydi.
Efe tartışma çıkartmamak için olsa gerek hiçbir şey söylemeden geriye doğru çekilip sırtını koltuğa yasladı.
Aycan sol yanağıma bir öpücük bıraktı. "Üzülme lütfen. Kaybeden o, sen değilsin." Hafifçe tebessüm edip başımı salladığım sırada Damla'nın heyecan dolu sesini işittim.
Bakışlarımı o tarafa çevirip birbirlerine bu kadar çok yakışan çifte baktım. Az çok ne söyleyeceğini tahmin edebiliyordum.
"Biz Kerim'le bir süredir konuşuyoruz." diye devam etti. Ardından bakışlarını Kerim'in parlayan gözleriyle birleştirdi. "Ve şimdi artık bunları sizlere de söylemeye karar verdik. Tahmin ediyorum ki az çok anlamışsınızdır." Derin bir nefes alıp verdi. "Onu geç fark ettim ama erken bırakmaya niyetim yok." Güldü. Gülünce Kerim'in kıvrılan dudağının kenarı yanaklarına doğru çekildi. "Hatta hiç bırakmaya niyetim yok." diye ekledi Damla.
O kadar tatlılardı ki bir an kendi derdimi bile unutmuştum. Kerim ayağa kalktı ve bir elini Damla'ya doğru uzatıp "Peki hiç bırakmaya niyetiniz olmadığı bu beyefendiyle ilk dansınızı yapmaya ne dersiniz?" diye sordu oldukça sevimli bir ifadeyle.
Onları bu şekilde görebilmek çok güzeldi. Ama Kerim'den o teşekkürü almam gerekiyordu. Ben olmasam bu ilişki hâlâ aynı yerde sayılıyor olabilirdi. Yani küçük bir tebessüm beklemem çok normaldi.
Elini kaldırıp kendine doğru uzatılan elin parmaklarına dokundu. Ayağa kalktı ve birlikte piste doğru yürümeye başladılar. Arkalarından izlerken "Onu daha önce hiç böyle görmemiştim." dediğini işittim Efe'nin.
*****
Kerimler dans ettikten sonra biraz daha oturup eve gelmiştik. Eve geldiğimizde herkes uyuyordu. Aycan'la Kerim'i tebrik edip odamıza çıkmıştık.
Üzerimdekileri çıkartmaya üşenmiştim. Ayağımdaki botu antrede çıkarttığımdan sadece kabanımı çıkartıp kendimi yatağın kapıya yakın tarafına atmıştım. Yani sol tarafına...
Bunu fark ettiğimde o kadar halsizdim ki yana doğru kayamamıştım. Daha sonra sağ tarafımda onun olduğunu hayal etmiştim. O sağ tarafımda ve ben onun göğsünde uzanıyordum. Sol yanında... Kalbinin sesini hissederek...
Dudaklarımın kenarında oluşan tebessümle birlikte uyuya dalmıştım. Ta ki rahatsızca yatakta kıpırdanana kadar...
Yatakta bir sağa bir sola dönerken, bu döngüye son verip sağ elimi başımın altına alacak şekilde yan döndüm. Gözlerim ağır ağır aralanırken onu gördüm. Emin olmak için gözümü daha da açtım. Koltuğun üzerine oturmuş, bana bakıyordu. Ben de uzun uzun baktım, gözlerimin dolmasına engel olamadım. "Keşke gerçek olsaydın. Hayalin yetmiyor artık." dedim, uykulu bir sesle.
Bu aralar hayali bile daha yakınımdaydı, odamda. Boğazıma bir yumru oturdu. Sol gözümden bir yaş burnumun üzerinden başımın altına koyduğum elime düştü. Gülümsedim, burukça bir gülümsemeydi. "Sana niye söylüyorsam değil mi? Ona söylemem gerek aslında." dediğimde, sesim artık uykulu olmaktan çok uzaktı.
Çatlayan sesim ve sol gözümden elime inen yaşlarla beraber devam ettim.
"Aslında biliyor musun? Ona hep söylüyorum. Hatta ağlıyorum da ağladığımı gördüğünde gözlerinde kahrolduğunu da görüyorum." dedim, boşta kalan elimle gözyaşlarımı silerken. Yutkunmaya çalıştım, yutkunamadım. Bir ara gözlerine çıktı gözlerim. Hayal değil miydi acaba? Hayal değilse o zaman daha da konuşacaktım.
"Çok özledim seni. En çok da odama gizlice girip, uyurken beni izlemeni..." Bilerek böyle konuşuyordum evet ama boğazımdan gerçek bir hıçkırık çıkmıştı. "Bazen, haykırarak ağlamak istiyorum." dediğimde bile ağlıyordum. "Bağıra bağıra; ama sesimi duyacaklar diye her zaman başımı yastığa gömüp, sessizce ağlamaya çalışıyorum." dedim, nefes alış verişlerimi düzene sokmaya çalışırken. Kendimle alay ettiğim ses tonumla "Tabii ne kadar becerebiliyorsam." dedim.
Derin bir iç çektim. "Keşke burada olsan, sarılsam sana. Çok ihtiyacım var sana. Korkuyorsun, neden korkuyorsun bilmiyorum ama..."
Sol gözünden aşağı doğru kayan bir damla yaş, cümlemin sonunu getirtmedi. Gerçekten de buradaydı. Gözünden akan yaşı gördüğümde boğazımdan ufak bir hıçkırık kaçtı. Ağlayarak yataktan kalktığımda, onun da koltuktan kalktığını görmemle kollarını boynuna dolamam bir oldu. Yatağın uç tarafında; yatak ile masanın arasındaki boşluktaydık. Ellerini belimde hissettiğim de parmak uçlarımdaki baskı daha artı ve ona daha da sıkı sarıldım.
Beni her defasında geri çevirmesine rağmen onunlaydım. Bazen yoruluyordum evet ama onun da çok yıprandığını fark etmemek imkânsızdı. Zor bir durumda olduğunu biliyordum; fakat bana söyleseydi eminim her şey şu ankinden çok daha kolay olurdu.
Hem ağlıyor hem gülüyordum. "Gerçeksin. Uyurken beni izliyordun." Şu an tek hissettiğim saf mutluluktu. "Niye o kadar uzaktan?" Merak dolu sesimle konuşurken, yüzümü boynundan çekip gözlerinin içine baktım. Ellerim omuzlarında, ayaklarım ise parmak uçlarımın üzerindeydi. Sol gözünden firar eden yaşlar, yanağını istila ediyordu. Sol omzundaki elimi çekip yanağını avucumun içine aldım. Başparmağımla hem yanağını okşadım hem de gözyaşlarını sildim. "Ağlama..." dedim, boğuk bir sesle.
"İçimizi bağıra bağıra dökmeye... Ağlamaya gidelim mi?" diye sordu. Nefesindeki içki kokusunu soluyabiliyordum.
Çenem titriyordu. Söylediği şeyle hafifçe gülümsedim. Gözlerimdeki yaşlar ise hâlâ aynıydı. Yanağını sertçe okşadım. Avuçlarım batan sakallarıyla kollarımı boynuna bir kez daha doladım.
"Çok seviyorum seni. Çok." dedim çatallı bir sesle. Avuçları belime değdi. Gözlerimi kapatıp çok özlediğim kokusunu soludum. Bu akşam oraya neden gelmemişti ki? Sormadım, bir de bunu düşünüp üzülsün istemedim.
Boynunun açıkta kalan yerine dudaklarımı bastırdım.
Bedeninin buz kestiğini hissettim. "Beni Rumeli'ye götürür müsün?" diye sordum. Yüzümü boynundan çektim. Hafifçe geriye atıp gözlerinin içine baktım. "Götür müsün?" diye sordum oldukça çocuksu bir ifadeyle.
Gözlerime baktı. Çok uzun bir süre baktı. Daha sonra sertçe yutkunup hafifçe başını salladı. "Gidelim." dedi ve bir adım geriye gidip avuçlarını avuçlarımla birleştirdi. Yatağımın arkasındaki dolabın üstünde olan kabanımı aldı.
Kapıyı açtıktan sonra hızlı fakat acelesiz adımlarla holde ilerledi. Peşindeydim. Merdivenleri indiğimiz sırada bakışlarım üst merdivenlerdeydi. Görünürlerde kimse yoktu.
Antreye geldiğimizde beni ortadaki yuvarlak koltuğa bıraktı. Işıklar kapalı olduğundan çok karanlıktı. Nasıl, hangi ara gördü bilmiyorum ama kenara bıraktığım botları aldı ve eğilip ayaklarımdan tuttu. Yüzünü kaldırıp bir kez bile bakmadı. Sanki çok önemli bir işle uğraşıyor gibiydi.
Botlarımı giydirdikten sonra ayaklanıp ellerini bana doğru uzattı. Rüya değildi değil mi? Artık olmasındı. Lütfen... Bu sefer her şey gerçek ve güzel olsun.
Ellerinden tuttum. Kalktım. Arkasına dönüp dış kapının kulpunu indirdi. Daha sonra evden çıkıp arabasına bindik. Gaza bastığında sırtımı koltuğa yaslayıp akıp giden yolu izledim. Yolumuz çok uzundu. Hem de çok...
*****
Başımı cama yaslamış, denizi izliyordum; yakamozu. Saat oldukça ilerlemişti. Gözlerimi kapatıp sertçe yutkundum. Derin bir nefes alırken gözlerimi araladım.
Başımı yasladığım camdan kaldırmadan Çınar'a baktım. Geriye yaslanmış, bana bakıyordu ve öyle derin bakıyordu ki ne düşündüğünü merak ettim.
Gözlerim doldu, dudaklarımı birbirine bastırarak başımı yasladığım camdan dışarıya baktım. "Gidelim mi artık?" diye sordum, çatlayan sesimle.
Buraya geldiğimizden beri hiç konuşmamıştık. Onun konuşmasını beklemiştim. Ama her zaman ki gibi susuyordu. Artık dönmemiz gerekiyordu. Saat geçti.
"Yanıma gelmeni istesem, çok mu şey istemiş olurum?" diye sordu bir anda. Bakışlarım anında Çınar'a çevrildi.
"Anlamadım?" diye mırıldandım. "Lütfen." diye ısrar etti çocuksu bir ifadeyle.
Göz pınarlarımdan akan yaş burnumun üzerinden yanağıma süzüldü, silmedim. Dudaklarımı birbirine bastırarak sertçe yutkundum. "Lütfen." diye tekrar etti. Uzun uzun baktım.
Gülümsedim, gülümsedi; acıyla.
Başımı yasladığım camdan çekerek hareketlendim. Ona doğru döndüm. Sol elimi koltuğunun başlığına yasladım. Sol dizimi, sağ ayağının hemen yanına koydum. Ardından tüm ağırlığı sol dizime yükledim ve sağ dizimi de sol bacağının yanına koyarak kucağına oturdum.
Sırtım direksiyona değiyordu. Yüzlerimiz hemen hemen aynı hizadaydı. Ellerimi omuzlarına yerleştirdim. Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes çektim ciğerlerime. Kokusu içime doldu.
"Keşke..." diye mırıldandım. "Kokun bana özel olsaydı sadece. Bir tek ben soluyabilseydim. Bir tek ben hissedebilseydim." Bunu ona ilk kez itiraf ediyordum; kokusuna âşık olduğumu.
"Nasıl ki?" diye sordu merakla. Sesli bir şekilde güldüm. Gözlerim hâlâ kapalıydı. "Hayat gibi." Elini yanağıma yerleştirdi. "Yağan yağmurun ardından toprağın o nefes kesen kokusu. Belki de nefes aldıran..."
Kısa bir süre sonra gözlerimi araladığımda "Öpebilir miyim?" diye sordu. Ardından küçük bir çocuk gibi ekledi: "Uzaktan..."
Karnımdaki ateş tüm vücuduma yayıldı. Afallamıştım. Gözlerinin içine baktım. "Nasıl olacak ki o?" diye sordum.
Gözlerini gözlerimden bir an bile çekmeyerek, yanağımdaki elini yavaşça aşağı kaydırdı ardından başparmağı dudaklarımın üstünü örttü. Bakışlarını ağır ağır dudaklarıma indirirken, sağ elim dudaklarımın üstündeki parmağının bileğine tutundu.
Dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdığında, bahsettiği şeyi anca anlayabilmiştim. Yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı...
Bir nefes kala bileğinin üzerindeki elim, bileğini usulca indirdi ve dudaklarımın üstündeki parmağı aşağı düştü. Parmağın dudağımdan ayrılmasıyla dudaklarına yapıştım.
Avuç içlerimi yanaklarına yerleştirirken gözlerim de kapandı. Kollarını belime sardığında yanağındaki bir elimi boynuna sardım. Dudaklarımı hareket ettirmedim. Nefessiz kalana dek dudaklarımız bir bütün oldu. Ayrılmadı. Ne kadar sürdü bilmiyorum ama dudaklarımız ayrıldığında, nefesi nefesimle karışıyordu. Dudaklarımı oynatsam dudaklarına değecek kadar yakındık.
Dudaklarının arasından kaçan nefesler dudaklarıma çarptığında içki dolu nefesi midemi asla bulandırmadı. Gözlerimi araladım hemen ardından barut rengi gözlerine baktım. Gözlerim dolu doluydu. Kurduğu cümle kalbimin atışını hızlandırdı. "Seni hiç durmadan sabaha kadar öpebilirim." dedi, boğuk bir sesle.
Kalbim hızlanmıştı fakat birkaç saniye içinde kalbimin üstüne çöken kara bulutlar canımı yakmaya başladı. Sol gözümden bir damla yaş aktı. "Sonrası?" diye mırıldandım titreyen dudaklarımla. Aslında bu bir soru değildi; hatırlatmaydı.
Şu an sarhoştu, ne yaptığının farkında değildi ve yarın hava aydınlandıktan sonra bu halimizden hiçbir eser kalmayacaktı; ikimizde bunun farkındaydık.
Hatta eğer yarın şu anı hatırlarsa bir daha alkol kullanmayacağına yemin dahi edebilirdi. Gözlerini kaçırdı. Yüzünün düştüğünü fark ettim. "Düşürme yüzünü." Yanağındaki ellerimi hareket ettirdim, gözlerini kaçırmasın diye. "En fazla gördüğüm rüyalardan biri der unuturum."
Gözlerime baktı; kurduğum cümleyi sorgularcasına bakıyordu. Yutkundum. Bakışlarım yüzündeki başka bir noktada oyalandığında belimdeki bir elini yanağıma götürdü. "Özür dilerim." dedi ve beni kendisine çekerek sımsıkı sarıldı.
Burnunu saçlarımın arasında hissettim. Her iç çekişinde kazağından açık kalan kısımlardan boynuna öpücük kondurdum.
Yanağıma akan yaş aşağı doğru kayarak boynuna düştü. "Ağlama..." diye fısıldadı, çatlayan sesiyle. Yüzümde buruk bir tebessüm peyda oldu.
"Ne kadar ağladığımı bir bilsen..."
"Çok mu ağlıyorsun?" diye sordu o da hemen ardımdan.
"Kim bu kadar seni üzen şerefsiz?" diye sorduğunda, kaşlarım çatıldı. "Şerefsiz?" dedim, sorgularcasına.
Alkol, aklı başından bu kadar götürüyorsa, bir ara sarhoş olana kadar içmem gerekebilirdi. "Evet. Seni ağlatana söylüyorum." Sesli gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
"N'oldu? Niye güldün ki?" diye sorduğunda, geriye çekilerek gözlerine baktım. "Mutluyum." dedim, gülümsemeye çalışırken; kendini kötü hissetmesin diye. Gözlerini kaçırdı. Muhtemel mutluluğumun kısa süreceğini hatırlamıştı.
Bakışlarındaki çaresizlik, çaresizliğimdi.
Başparmağımla yanağını okşadım. "N'oldu o gün?" diye sordum, yumuşak bir sesle. Başımı hafifçe yana eğdiğimde, gözlerine bakmaya çalıştım. "Anlat artık n'olur." dedim, titreyen sesimle. Gözlerime baktı.
Onun gözlerinde korku vardı; benimkilerdeyse kaygı.
"Olmaz, yapamam." dediğinde hayal kırıklığıyla baktım. Artık yapacak, söylenecek pek de bir şey yoktu.
Dudaklarımı birbirine bastırarak başka bir yöne baktım. Ellerimi boynundan ve yanağında çekerek önümde birleştirdim. "Neden?" diye sordum, bıkkın bir sesle.
"Söylersem seni tamamıyla kaybederim." dediğinde, direkt gözlerine bakmıştım hemen. Islak gözleriyle gözlerime bakıyordu.
"Nasıl? Yani ben anlayamadım." duraksadım. Aklıma gelen ilk ve en saçma ihtimali dillendirdim. "Sen birini mi vurdun?" diye sordum, korkuyla.
"Yok, öyle bir şey değil." dedi hüzünlü bir ifadeyle. Keşke öyle olsaydı der gibi.
En sonunda dayanamayarak "Nasıl bir şey o zaman? Nasıl?" diye bağırdım, hiddetle.
Cevap vermedi, uzun uzun baktı. Sol gözünden bir damla yaş aktı. Elimi hemen yanımdaki kapının kulpuna götürdüm, açtım. Gözlerimi gözlerinden bir an bile ayırmadan önce kucağından, sonra da arabadan indim.
Sırtımı ona doğru dönerek denize doğru adım attım. Başımı semaya kaldırdım. Gözlerimi kapatarak derin bir nefes çektim.
*****
Tan vaktine yaklaşık yarım saat vardı. Arabadan indiğimden beri kayalıkların üstünde ayakta duruyordum. Deniz gözlerimin önünde olmasına rağmen neredeyse unutmuştum.
Arabanın kapısının açıldığına dair bir ses duydum. Bakışlarımı denizden çekmedim, hareket dahi etmedim.
Rüya bitti. Sıra rüyanın getireceklerinde...
"Nasıl böyle bir şey yaparsın?" duraksadı. "Nasıl sarhoşluğumdan faydalanırsın?" Birkaç adım sesi duydum.
Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldım. Dün gece geldi gözümün önüne, başımı olumsuz anlamda iki yana doğru sallarken gözlerimi açtım.
"Seni şu anda da öpsem karşılık verirsin, uzatma!" dedim, çatlak sesimle. Aslında bahsettiği şeyin onu öpmem olmadığını biliyordum; ona bu yaptıklarının nedenini sormamdan bahsediyordu.
Bir el hissettim kolumda, bakışlarım koluma gitti. Ardından beni kendine doğru çevirdi. "Sakın, sakın bir daha..." Bakışlarımı kaldırdığımda, dudağım bükülmüştü; bakışlarımız kesişti ve cümlesini tamamlayamadı.
Yutkundu. Yutkunduğunda bakışlarım âdem elmasına takıldı ve bende sertçe yutkundum. "Yapma şunu işte, yapma!" Kolumu bırakıp arkasına döndüğünde, eliyle başını tuttu ve saçlarını çekiştirmeye başladı. İçimdeki acı dayanılmaz bir noktadaydı.
Ben de ona sırtımı döndüm ve gözlerimi kapattım, akan yaşları hemen sildim. Hemen ardından tekrardan ona döndüm, onun sırtı hâlâ bana dönüktü ama elleri saçlarında değil, yüzündeydi.
Derin bir nefes aldım. "Sen de yapma," dedim, titreyen sesimle. Ardından "Sen de yapma!" diye bağırdım. Bana doğru döndüğünde biraz toparlamıştı. Neden bahsettiğimi anlamıyormuş gibi bana bakarken ekledim: "Yapma şunu, her seferinde kaçma. Biraz aklını dinlesen bambaşka bir noktada olabilirdik."
Güldü hatta kahkaha attı. Acı dolu kahkahası yine gözlerimin dolmasına ve boğazıma bir yumru oturmasına neden oldu.
"Eğer aklımı dinleseydim; şu an değil burada olmak, bir daha karşılaşmazdık." Artık gülmüyordu, sesi boğuk çıkmıştı.
Kalbi... Peki, o? Sol gözümden akan yaşı elimin tersiyle sildim. "Kalbin?" dedim, sorgu dolu bir ifadeyle.
"O da aynı," diye cevap verdi, kısılmış sesiyle. Ona doğru adım attığımda, eliyle durdurdu beni. "Gelme." diye fısıldadı. Dinlemedim, bir adım daha attım, bir adım daha...
Aramızda bir adım bile kalmamıştı. Gözlerinin içine bakmak için başımı kaldırdım. Kahverenginin en koyu tonu olan gözlerine baktım. Sol gözümden bir yaş daha aktı, silmedim. Sağ elimi yukarıya doğru kaldırdım, sol göğsünün üstüne koydum.
Sanki kalbi avuçlarımın içindeydi. Kalp atışlarını hissedebiliyordum. "Benim için atıyor, biliyorum."
Cevap vermedi, öylece gözlerime baktı. Öyle yoğun bakıyordu ki yutkunmak zorunda kaldım. Bakışları dudaklarıma indiğinde, dudaklarımı ıslattım; bu bir refleksti. Bakışlarım onun yaptığı gibi ağır ağır aşağı, dudaklarına indiğinde yutkundum.
Gözlerine baktım hemen, o hâlâ dudaklarıma bakıyordu. "Olmaz." diye mırıldandı. Kendiyle konuşuyor olmalıydı. Peki olmayan neydi? Birkaç adım geriye giderek benden uzaklaştığında göğsüne koyduğum elim gevşemeye başladı.
Gözlerimi bir an bile kırpmadan gözlerine baktım. "Peki," dediğimde, çaresiz çıkmıştı sesim. Saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım. Bakışlarımız bir an bile ayrılmadı. Gözleri dolmuştu.
"Gidelim mi artık?" diyebilmiştim sadece. Baktı, baktı, baktı...
O an öyle bir şey oldu ki ben bile anlayamadım. Önce yanaklarımda avuç içlerini hissettim, sonra da dudaklarını dudaklarımda...
Öpmedi sadece dokundu. Ellerim yaşadığım şaşkınlığı doğrularcasına havada kalmıştı. Ellerim tutunacak bir yer ararken kollarına dokundu. Bir süre öyle kaldık; avuç içi yanaklarımda, ellerim kollarında, dudakları dudaklarımda...
Sonra dudaklarını yavaş yavaş hareket ettirdi, bende karşılık verdim. Onun aksine ben daha aceleci davranıyordum. Sonra o da kontrolünü kaybetmiş gibi daha sert öpmeye başladı. Kalbim göğüs kafesimi parçalayacak kadar hızlı atıyordu. Öpmeyi bırakıp alnını alnıma yasladığında nefes nefeseydik.
Gözlerimi açtığımda kirpiklerinin arasından bana baktığını gördüm. Verdiği nefesler yüzüme çarpıyordu. Gözlerini kapattı, bir süre öyle kaldık. Ben onu izledim, o başparmağıyla yanağımı okşadı. Hareketleri oldukça yavaştı. Parmağını yanağıma hem değdiriyor, hem de değdirmiyor gibiydi. Bıraktığı emareler varla yok arasındaydı.
Sanki yüzünü ezbere bilmiyormuşum gibi yeniden yüzünün her noktasına inceledim. Derin bir nefes aldı. Önce avuç içi kaydı yanağımdan, bir boşluğa düşmüş gibi hissettim; sonra bir adım geriye gitti ve gözlerini açtı.
Denize doğru döndü, derin bir nefes aldı. Sırtı bana dönüktü. Yanına doğru bir adım attığımda elim havaya kalktı. Tam omzuna dokunacaktım ki yanımdan geçip gitti. Arabanın kapısını açtığını duyduğumda gözlerimi kapattım.
Sakinleşmek istercesine derin bir nefes aldım. Arkama dönüp ona baktım. O ise başını direksiyona gömmüştü. Artık yapacak bir şey kalmamıştı. Savaştım, çok savaştım; ama kaybettim.
Başımı kaldırdım ve yolcu koltuğuna doğru yürüdüm. Kapıyı açtığımda başını direksiyondan kaldırdı. Refleks olarak bana baktıktan sonra hemen gözlerini kaçırdı. Yanına oturdum, motoru çalıştırıp U dönüşü yaptı. Araba asfaltta hızla süzülürken, eve varana kadar bakışlarımı yanımdaki camdan asla ayırmadım.
...
Bir sonraki bölüm I. Kitap Sonuna kadar hoşça kalın.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
2.86k Okunma |
186 Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |