
Keyifli okumalar!
Şarkılar:
Sezen Aksu - İhanetten Geri Kalan
Simge & Üzülmedin Mi?
Zakkum - Gökyüzünde
Çınar Yıldırım'ın güncesinden...
13.12.2021
Bu, nasıl bir duyguydu ki kontrolü bile yoktu?
Daha önce hiçbir duyguyu bu denli yakın hissetmemiştim. Daha önce kendimi hiçbir sözcüğe de sığdıramamıştım. Ama şimdi o sözcükle bütünleşmiş gibiyim.
Su yok, yemek yok, uyku yok; ilacı yok, o yok.
En önemlisi sen yoksun.
Sen.
Azra'm, sevgilim. Benim naif sevgilim.
Senden ayrılmak zorunda kaldığımda bile böyle hissetmemiştim. Çünkü hep yanımdaydın. Seni öylece sebepsizce terk edeceğime inanmamıştın. Hep yanımdaydın.
Ama şimdi, yoksun. Hiç yoksun hemde. Görmüyorsun beni, kulaklarını tıkamışsın sanki. Sana nasıl ulaşacağımı bilmiyorum. Fiziken değil. Ruhen... Ruhen o kadar uzaksın ki.
Kalbimi söküp atsan ama bana bu kadar soğuk, uzak, yabancı bakmasan...
Bugün oğluma sarılışın beni hem mutlu etti hem de hüzünlendirdi. Senden sonra sırf birazcık da olsa kokunu soluyabilmek için sabaha kadar kollarımdan indirmedim. Belki kokun bulaşmamıştı ama ben öyle düşünmek istedim. Ve bu, bana güç verdi.
Elinden tutmak, kokunu solumak istiyorum. Öpmek istiyorum. Hemde delicesine öpmek... Ama cesaretim yok. Söyleceklerinden, alacağım karşılığın belirsizliğinden dolayı cesaretim yok. Seni ilk öptüğümde bile bu kadar cesaretsiz değildim.
Kendime not; cesaretini yen ve onu delicesine öp. Bu, ikinize de iyi gelecek.
Bugün 13 Aralık.
Doğum gününe son bir hafta...
...
Umudumun bittiği, öldüğü yerdeydim. Gerçekler yüzüme tokat misali çarpıp beni kendime getirmişti.
Israrla reddettiğim gerçek, sonum olmuştu. Sağ gösterip soldan vurulmuştum.
Bu nasıl bir bir şey? Ne berbat bir duygu...
Can'ın sözleri hâlâ kulaklarımdaydı.
"O gün ona, Azra'yı kendine âşık ettireceksin, deyip iddiaya girdiğimizde kendisinin âşık olacağını biliyordum."
Bu âşık olan hali miydi diye geçirdim içimden? Aşık olmayan halini merak ettim. Ve cevabımı aldım. Kaç gündür aradığım sorunun cevabıydı bu. Israrla reddettiğim gerçek.
Acıyan gözlerimi kırpıştırmadan, sanki bir el boğazıma yapışmış ve soluk borumu tıkamış gibi ihtiyaçla aralanan dudaklarımın arasından nefes almaya çalıştım.
Bazen gözlerden yaş akmaz. Kalp ağlar sessizce...
Hadi yüreğim... Ha gayret...
Yüzümü gökyüzüne kaldırdım. Aldığım nefes yetmedi. Yetmeyecekti. Biliyordum. Ama böyle yaşanmazdı ki...
Üşüdüğümü hissettiğimde aklımda olan her bir düşünceyi elimin tersiyle ittim. Değmeyecek birisi için kalkıp da kendimi hastalandırarak cezalandırmayacaktım. Balkondaki koltuktan kalkıp içeri girdim.
Hemen yatağımda oturan Aycan'ı gördüğümde onun da bakışları hâlihazırda balkon kapısındaydı. Uzun uzun baktığında yutkunarak bakışlarımı kaçırdım.
Bakışlarımdan anlardı.
"Ne oldu?" diye sordu doğrudan. "Birkaç gündür mutsuzsun ama bu ondan farklı. Görebiliyorum."
Bakışlarımızı birleştirdim. Stresten parmaklarımı birbirine sürtüyordum. Bakışları ellerime indi. Tekrar kaldırıp gözlerime baktı ve "Anlatmayacak mısın?" diye sordu.
Öğlen olanlardan sonra deniz kıyısında bir banka oturmuştum. Uzun bir süre orada düşünmüştüm. Tüm parçaları birleştirmiştim ve yine kaybeden ben olmuştum. Daha sonra yağmur atıştırmıştı ve ben de kalkıp taksiye binip eve gelmiştim. Akşam yemek yedikten sonra direkt odama çıkmış oradan da balkona geçmiştim.
Yemekteki bakışlarımdan, hâl ve tavırlarımdan yolunda olmayan şeylerin dışında başka şeylerin de olduğunu anlamıştı. Anlardı. O, hep anlardı ki. Can parçamdı.
Ağır ağır birkaç adım attım, sol dizimi kırptım ve sağ dizimin altına koyup yatağın sağındaki boşluğa oturdum. Bakışlarım ellerimdeydi.
Uzanıp avuçlarımı avuçlarının arasına aldı. "Dök içini."
Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Anlayışla karşılanmak istercesine "Bu gece olmasa... İnan zor sığdırdım zaten. Şimdi bir daha dökmeye halim yok..."
Bakışlarındaki kırgınlığı gördüm. Buna rağmen başını anlayışla hareket ettirdi. Yanıma doğru kaydı, kollarımı sırtıma sardı ve beni kendine çekip başımı göğsüne yasladı.
"Uyu," diye fısıldadı. Gözlerimi kapattım. "Belki biraz da olsa diner yorgunluğun..."
Titreyen sesimle mırıldandım: "Uykuyla dinlenemeyecek kadar yorgun hissediyorum Aycan..." Şu an konuşmak istemediğimi söylemiştim ama sanırım onunla bir şeyleri konuşmaya ihtiyacım vardı. Tutamadım kendimi; tekrardan toplayacağımı bile bile döktüm içimi. "O zamanlar, sadece gözlerim ağlıyordu. Bu gece gönlüm ağlıyor. Gönlümün yükünü kaldıramıyorum..."
Yanağımı okşadı. "Üzülmek zayıflık değil. Üzmek zayıflık." diye karşılık verdi Aycan. "O çok aciz biri. İnan bana böyle. Biliyorum şu an için çok zor ama bırak gitsin." Diğer eliyle de sırtımdaki saçlarımı okşuyordu. "Bırak gitsin, senin gibi güzel seveni mi bulacak? Senin gibi çabalayın mı bulacak? O yüzden bırak gitsin. Senden uzaklaştığı için attığı her adımda pişmanlığı ve acıyı iliklerine kadar hissetsin."
Kollarının arasında hareket edip hafifçe geriye çekildim. Yanağımdaki eli kucağıma düştü. Yorgun bakışlarım masmavi gözleriyle birleşti. Dudaklarımı aralayıp konuştum:
"Mesele vazgeçmek ya da unutmak değil ki. Asıl mesele aşkıma yazık olması."
Yanaklarımı avuçlarını arasına aldı, okşadı. "Belki yazık oldu evet, ama şu an önemli olan bunun farkına varmış olman değil mi?" Sertçe yutkunup gözlerimi kapattım. Bu bir kabulleniş miydi?
Geç bile kaldın aptal!
"Bak Azra," diye devam etti. Bir elin yanağımdan ayrıldığını hissettim. Birkaç saniye geçmeden sol göğsümün üstünde hissettim. Kalbimde... "Burası şu an çok acıyor, biliyorum. Daha önce hiç böyle bir şey hissetmediğin için hiç geçmeyecek gibi geliyor ama hiç de öyle olmayacak. İnan bana olmayacak. Geçecek."
Kollarını boynuma sardığında aynı şekilde sıkıca karşılık verdim. Kulağıma doğru konuşmaya devam etti. "Acımıyormuş gibi yaparsın bir bakmışsın gerçekten acı bitmiş. Unutmuş gibi yaparsın, bir bakmışsın ki gerçekten unutmuşsun."
"Tüm bu dediklerin olacak değil mi?" diye sordum çatallı sesimle. "İçimdeki o, bitecek."
"Şüphen olmasın."
Hafifçe geri çekildim. Gözlerinin içine baktım. "Sana anlatacağım ama söz vereceksin; gidip asla onunla uğraşmayacaksın?"
Hızla başını sallayarak onayladı. Daha sonra sırtını yastığa yaslayıp kollarını iki yana açtı. Hızla kollarının arasına girip başımı göğsüne yasladım. "Anlat bebeğim. Ne yaptı o piç yine?"
Böyle söylemesi ne üzdü ne de mutlu etti. Öyle... Hiçbir duygu uyandırmadı içimde. Resmen hissizleşmiştim.
Oturup gurur dursun eseriyle!
"Sana anlatmadım. Belki kızacaksın ama..."
"Kızmayacağım. Bu gece kızmak yok. Sen beni düşünme. Sadece kendine odaklan." diye lafımı böldüğünde sertçe yutkundum.
O cümlesini bitirdiğinde devam ettim. "Bundan bir hafta önce abimin doğum gününde onunla yakınlaşmıştık. Sanki o günden sonra her şey çok güzel ilerleyecekmiş gibi hissetmiştim. Sana söylemedim çünkü henüz netleşmiş bir şey yoktu. Kötü karşılamandan korktum. Çünkü onu unutacaktım. Ama onun bana attığı ilk adımda ben ona beş adım gittim." Sesim titriyordu.
Ben gözlerimden yaş akmaması için susup, derin bir nefes alırken "Sonra?" diye sordu Aycan.
Sağ elimin parmaklarıyla sol elimin parmaklarını eziyordum. "O geceden sonra üzerine gitmedim. O atsın ilk adımı dedim. Ki zaten bu sabaha kadar da her şey çok güzeldi. Belki yan yana gelmemiştik ama derste benimle göz göze gelişinde bile heyecanlanmıştım. Kaçırmıyordu bakışlarını artık. Her neyse işte bir şeyler yoluna girdi diye düşünüyordum."
"Ne yaptı sana?" diye sordu sabırsızca. Sesinde saf bir öfke vardı.
Gözlerimi kapattım. "Her şey bir oyunla başlamış." diye fısıldadım boğuk bir sesle. Derin bir nefes aldım ve dudaklarımın arasından yavaşça özgür bıraktım. "Detayını bilmiyorum ama bildiğim tek şey; onunla tanıştığım ilk an yalan ve oyundan ibaret. Belki de daha önce, bilemiyorum." Titreyen üst dudağımı dişlerimin arasına aldım.
"Oyun mu?" diye sordu kısık bir sesle. O da şaşkındı. Bu kadarını o da beklemiyordu. Hafifçe uzaklaştığını hissettiğimde gözlerimi araladım ve sorgu dolu gözleriyle acı içindeki gözlerim birleşti. "Emin misin bebeğim?" diye sordu.
Tek bir gözyaşı dökmemek için o kadar zorladım ki kendimi, sırf bu yüzden cevap vermek yerine başımı sallamakla yetindim. Kollarımı beline doladım ve yüzümü göğsüne gömüp sıkıca sarıldım. Ona her şeyi anlatmak istiyordum fakat dudaklarımın arasından çıkartacak takatim yoktu. Sanki konuşursam, sesimi duyarsam gözyaşlarımı asla durduramayacaktım.
"O mu söyledi bunu sana?"
"Birinin telefon konuşmasına şahit oldum." Ona isim vermedim, veremedim. Kumru... Ona nasıl söyleyecektim? Finallerim bittikten sonra ilk işim o hainle hesaplaşmaktı. Kendim için olmasa bile Kumru için hesaplaşacaktım. Daha sonra da Kumru'ya onun nasıl biri olduğunu anlatacaktım. Ona bunu yapmaya hakkı yoktu!
Sen de bunları hak etmedin.
Biliyorum ama ona hiçbir şey sormayacağım. Anlatmaya kalkışırsa da dinleme. Dinlemeyeceğim. Çünkü bir daha ona... Çünkü bir daha onun yalanlarına kanmak gibi bir niyetim yok!
"Hemen infazını kesmesen?" diye sordu beni kuşkulandıracak bir sesle. Kanmayacağım. Dinlemeyeceğim de.
Kollarımı belinden sıyırıp geri çekildim. "Eminim çünkü o bunu inkâr edecek tek bir harekette bulunmadı. Rica ederim bana böyle şeyler deme." Bakışlarımı kaçırıp titrek bir nefes aldım. "Artık tek bir sebep aramayacağım. Var olanlara da kanmayacağım."
Ellerini kaldırıp yanaklarımı avuçlarının arasına aldı. "Kesinlikle öyle yapmalısın zaten." dedi gözlerimin içine yanındayım der gibi bakarken. "Ama başka..."
"Aması yok." diye kestim sözünü kesin bir dille. "O başkasını da tanıyorum ve onun da canına okuyacağım."
Bakışlarını aşağı düşürdüğünde başını hafifçe sallayarak beni tekrardan kollarının arasına aldı ve yatağa uzandık. Gözlerimi kapattım ve sessizliği dinledim.
*****
On iki gün sonra...
O günün üzerinden tam on iki gün geçmişti. On. İki. Gün.
Telefonun ekranı aydınlandığında saate baktım: 8:54
Derse altı dakika vardı ama ben hâlâ yoldaydım. Geç kalıp ondan özür dilemek istemiyordum. Çünkü kabahatli biri varsa o da sadece oydu. Kalkıp da ondan özür dilemek istemiyordum. Bu her ne sebepten olursa olsun.
Kerim aracı ne kadar hızlı sürülebiliyorsa o kadar hızlı sürüyordu. Bakışlarım hemen sağımdaki camdan dışarıya çevrildiğinde derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım ve şakağımı cama yaslayıp düşünmeye başladım.
Aycan'la beraber uyuduğumuz günün sabahında erkenden kakıp okula gitmiştim. Derse girdikten sonra oyalanmadan eve döndüğümde uzanıp dinlenmeyi seçmiştim çünkü önümüzdeki haftanın oldukça yoğun geçeceğini biliyordum.
O günün ertesi günü yani cuma günü dersim yoktu ve ben aynı şekilde bütün günümü evde geçirmiştim. Fakat bu sefer yatakta değil, oldukça dinç bir şekilde ayakta...
Bir taraftan çizim odamı temizleyip bir taraftan da Deniz ablayla akşam yemeklerini halletmiştik. Yasin abiye de yardım etmiştim. Bahçedeki solmuş yaprakları toplamıştık. Zeytinyağlı enginar yapmıştım. Oldukça lezzetli olmuştu. Şambaliyi es geçemezdim. Yemekten sonra yenilen tatlı herkesçe tam not almıştı: babam, Yasin abi, Deniz abla, abim, Aycan... Hatta ve hatta Kerim'den bile tam not almıştı. Öyle güzel olmuştu işte.
Gün içinde oyalanacak ne kadar şey varsa yaparak oyalanmıştım. Ama gece... cuma ve cumartesi geceleri cehennemden beterdi. Yanıyordum ama ağzımı açıp tek bir serzenişte bulunmamıştım. Sessizce acımı çekip uykuya dalmıştım. Tek bir gözyaşı dökmeyeceğim, demiştim; bu konuda kararlıydım ama nereye kadar giderdi emin değildim. Gözlerim ıslanıyor fakat tek bir yaş akmıyordu. Öldürmüyordu ama yaşatmıyordu da...
O hafta sonu bütün gece bana aldığı çiçeğiyle bakışmıştım. Atamamıştım. Kıyamazdım ki çiçeklere... Ona değil ama çiçeklere kıyamazdım. Sahibinden dolayı onu incitemezdim. Gardenya...
"Senin gibi beyaz bir meleği... Bizim gibi gerçek ve gizli aşkı simgeliyor. En önemlisi de senin gibi kokuyor. Çok güzel."
Gerçek? Öyle demişti ya hani?
Pazar gecesi o melankolik olan havadan çıkmıştım. Finallerim vardı yeni hafta da. Oldukça güzel geçmişlerdi. Her şeyden memnundum. Çizimlerim, posterlerim, paftalarım, maketim...
Okulda sabahlamıştık ama değmişti. Cuma günü jürinin karşısında çok heyecanlı olsam da belli etmemiştim. Arkada izleyicilerin arasında o da vardı ama sunum boyunca ve sunumdan sonrası dâhil dönüp bakmamıştım. Jüri sunumumu beğenmiş gibiydi.
O hafta çok yanıma gelip kendini anlatmak istediğini hissetmiştim ama çoğu vaktim arkadaşlarımla çizim ve maket yapmakla geçtiğinden o kadar insanın yanında buna yeltenmemişti bile. Ki öyle bir şey yapsa kimseden çekinmeden konuşur, haddini bildirirdim.
Cumartesi ve pazar günleri haftanın yoğunluğuna inat yataktan çıkmayıp dinlenmiştim. Oldukça yoğun geçmişti ama değdikten sonra yorgunluğum elbet geçerdi.
Gözlerimi araladığımda görüş açıma okul girdi ve elimdeki telefonun ekranını aydınlatıp saate baktım: 08:59
Saate bakarken tarihe göz attım: 13 Aralık Pazartesi
Kerim arabayı park ederken ben hızla arabadan inip okula doğru hızlı adımlarla ilerledim. Turnikeden geçtikten hemen sonra koridorda hızla adımlarla ilerlerken merdivenlerin başındaki adamı görmemle adımlarım yavaşladı ve durdum.
Bakışları üzerimdeydi. Sanki birini bekliyordu ve beklediği kişi de bendim. Değil on gün yüz günde geçse ona olan öfkem dinmeyecekti. Dinlemeyecektim. Anlaşılacak bir şey mi vardı ki? Yoktu. Her şey apaçık ortadaydı.
Bundan on üç gün önce bakmalara doyamadığım gözleri artık yabancı geliyordu. Sanki bundan önceki tanıdığım kişi karşımda duran adam değildi. Ben onu değil, yarattığı modeline aşık olmuştum.
Derin bir nefes alıp onu görmezden gelerek adımları tekrardan hareket ettirdim. Merdivenin birkaç basamağını çıkarken sol bileğimden nazikçe tutarak durdurdu.
Gözlerimi öfkeyle kapattığımda dişlerimi birbirine geçirdim. Yüzümü sağa doğru çevirirken boşta kalan elimi yumruk yaparak sıktım.
"Bırak." dedim buz gibi sesimle. İlk kat olduğundan oldukça kalabalıktı.
"Konuşmak istediğim bir konu var." Konuşmak istediği bir konu varmış. Cansız bir gülüş peyda oldu dudaklarımda.
Sertçe yutkunup bileğimi kendime doğru çektim. Zorlamadan bıraktı. Gözlerimi aralayıp "Derse geç kaldım." dedim ve beklemeden harekete geçtim.
Attığım ikinci adımda "Ben derse girmezsen senin de kaçıracağın bir konu olmaz." diye konuştu hızla. Beni, benim sözlerimle vuruyordu.
Daha fazla dikkat çekmemek adına ona doğru döndüm. "Peki," dedim ve birkaç merdiven inip karşısına dikildiğimde Kerim'de yanımızdan geçip merdivenleri çıkarken dönüp bakmadı. Çünkü olanlardan habersizdi.
Çınar'la yakın olmalarına rağmen doğrunun yanından olacağından şüphem yoktu. Ki bundan öncesinde de bana nasıl biri olduğunu göstermişti. Kerim haklıymış, Azra.
"Kimseye yüzde yüz güvenme."
Karşısına dikilip gözlerinin içine baktım. "Sizi dinliyorum, hocam."
Adem elması hareket ederken gözlerime baktı. Uzun uzun baktı. Bakışlarım zemine inerken nefes alış verişlerim hızlandı. Heyecandan değil, öfkeden.
"Konuşmayacaksanız derse girmem gerek." Bakışlarımı gözlerine tırmandırırken "Sizin de girmeniz gereken bir ders var. Unutmuş olamazsınız değil mi hocam?" diye ekledim.
Bana doğru bir adım attı ve "Bana şu şekilde seslenmeyi bırak." diye konuştu, yalnızca ikimizin duyabileceği bir sesle. Sesindeki emir kipi öfkemi daha da harladı.
Meydan okurcasına gözlerinin içine baktım. "Sizinle aramızdaki tek bağlantı bu değil mi?" diye sordum. "Öğretmen-öğrenci ilişkisi." İlişkiyi eklemeseydin daha iyi olurdu, Azra.
O da aynı şekilde karşılık verdi. Hâlbuki kendini anlatması için verdiğim bir dakika için bu konuyu açması oldukça yanlıştı. "Daha fazlası olduğunu ikimizde çok iyi biliyoruz."
Tek kaşımı kaldırıp "Fazlası?" diye sordum.
Başını salladı. "Fazlası."
"Fazlası yok." dedim ölüm sakinliğiyle.
"Var." diye üsteledi. Bir adım daha attığından aramızda yalnızca bir adım vardı. "Söylesene hangi öğrencim evime kadar girdi? Evimi geçtim yatağım..."
"Kes sesini." diye konuştum dişlerimin arasından. Ulu orta bu konuyu konuştuğuna inanmıyorum. İnanman için bir sebep mi var? O zaten bir yabancıymış ya hani?
Geriye doğru attığım adımlarla birlikte aramıza oldukça bir mesafe girdi. "Seninle okul dışında konuşacağım hiçbir konu yok." dedim oldukça keskin bir sesle.
"Yüzleşmekten kaçamazsın. Önünde sonunda konuşacağız. Şu an ortam müsait değil ama mutlaka konuşacağız."
Cümlesini bitirmesini beklemeden arkama dönüp merdivenleri ikişer ikişer çıktım. Bulunduğum kattaki lavaboya girdikten sonra boş bir kabine geçip kapıyı kilitledim. Sırtımı kapıya yasladığımda göğsümü hızla inip kalkıyordu.
"İstemiyorum," diye fısıldadım. "İstemiyorum, istemiyorum." derken sol elimi sertçe arkamdaki kapıya vurdum. Avucuma saplanan acıyla yüzümü buruşturdum.
Birkaç dakika bekleyip sakinleşmeye çalıştım. Derin bir nefes alıp kapıyı açtım, aynaya yaklaştım. Suyu açıp yüzümü yıkadım. Soğuk suyun etkisindeki parmaklarımı enseme değdirdim. Aynadaki aksimle göz göze geldik ve ben gözlerimi kaçırdım. Son on iki gündür olduğu gibi. Ondan kaçarken kendinden de kaçıyorsun. İkisini bir arada yapamaz mısın?
Kolaysa buyur sen yap diye karşılık verdim içim sesime. Bence benim için yeni bir tanı konulmalıydı. İnsan kafasının içindekileri bile halının altına süpürür müydü? Süpürür müydü bilmem ama böylesi daha iyiydi bundan emindim. Aycan'ın dediği gibi; istemiyormuş gibi yapardım bir bakmışım ki artık gerçekten istemiyordum. Umarım.
Kapı aralandığında daha fazla vakit kaybetmeden dersliğime doğru ilerleyip kapıyı çaldım ve kapının kolunu yavaşça aşağı indirip sınıfa doğru ittim. Kapı açıldığında gözlerimi devirerek derin bir nefes aldım.
Tam dudaklarımı aralayıp içeri girecekken lafımı ağzıma tıkayıp "Yerine geçebilirsin." dedi. Vakit kaybetmeden kapıyı kapatıp Ceyda ve Kerim'in yanına doğru ilerleyip oturdum. Kerim'in bakışları sorgulayıcıydı.
"Yok bir şey." dedim hemen. "Lavaboya uğradım."
İnanamadı ama inanmış gibi yaptı. Belli ki sorguya alınacaktım. Sorarsa anlatırdım.
*****
Dersten çıktıktan sonra Ceyda'yla bahçede oturmuştuk. Daha sonra bir şeyler atıştırmıştık. Kerim'le öğleden sonraki dersimize girdikten sonra eve gelmiştik. Bir gün daha bitmişti ama benim hissettikleri hâlâ ilk günkü gibiydi.
Kırgındım. Kızgındım. Ama en çok kırgındım. Bu kırgınlığım bitmeyecek gibiydi. Aycan geçecek demişti ama sanki hiç geçmeyecek gibiydi.
Yemeğimizi içeride yemiştik. Bahçeye çıktığımızda karşı bahçede oturan aile tam gibiydi: Yasemin, annesi, Efe... O da oradaydı.
Bakışlarımı o tarafta çok tutmadan her zamanki yerimin aksine, sırtı onlara dönük olan koltuğun en sağına oturdum.
Kahvelerimizi içtikten sonra telefonuma bir bildirim düştü. Kerim'dendi.
"Sitede yürüyüş yapalım mı?"
"Olur, hırkamı alıp geliyorum."
Mesajı yolladıktan sonra Aycan'a döndüm. "Kerim'le biraz yürüyeceğiz, gelsene sende."
Hafifçe gülümsedi. "Yarın sınavım var, uyurum ben beş dakikaya. Siz gidin."
Uzanıp saçlarının başladığı noktaya dudaklarımı bastırdım. "İyi uykular."
İçeri geçtiğimde yukarı çıkıp siyah, kısa bir şişme montu geçirdim üzerime. Hafifçe çiseleyen damlaları gördüğümde yanıma şemsiye alıp aşağı indim.
Kerim'le birlikte evden uzaklaştığımızda sitedeki parkın bankında oturduk. Birkaç dakikadır oyuncakları izliyorduk. Sessizce.
Bu sessizliğe son veren o oldu: "Geçen sefer sormamı beklemiştin. Ben de anlatmanı..." Bakışlarını bana çevirdi. "Bu sefer direkt soracağım. Ne oluyor Azra?"
Ona her şeyi birer birer anlattım. Atlamadan, zıplamadan bire bir.
"O gün okulda da reddetmek için değil açıklama yapmak için konuşmak istedi ama onu reddettim. Ben artık onun açıklamalarıyla ilgilenmiyorum."
Bakışlarını kısmıştı, düşünüyordu. "Can'la konuşmadın mı?"
"Konuşacağım, onunla hesaplaşacağım." dedim kendimden emin ses tonumla. "O gün kiminle konuşuyordu teker teker hesap soracağım ondan. Sadece finallerin bitmesini bekledim. Yarın ilk işim onunla konuşmak olacak zaten."
"Geç kalmışsın bile. Kim bu? Amacı ne yani ben orasını anlayamadım." dedi Kerim anlattıklarımı parça parça birleştirirken.
"Merak etme anlayacağız."
Bir süre daha oturduktan sonra yağmur hızlanmaya başladığında yanıma aldığım şemsiyeyi açık ikimize tuttum. Kalkıp eve doğru yürümeye başladık.
Yolun yarısında karşıdan gelen kişiyle -kişilerle- Kerim'e döndüm. "Lütfen hiçbir şey söyleme. Ters ters bakma. Normalde nasılsanız öyle ol. Aranıza girmek en son isteyeceğim şey bile olmaz. Hem..."
"Sen ben kardeşimsin." diye kesti sözümü. "Kandan olmasa da candan kardeşimsin. Ben kardeşime bunu yapanla hiçbir şey olmamış gibi oturup konuşamam, gülemem."
Sesindeki kesin hükümle bakışlarımı bana doğru koşan varlığa çevirdim. İstemsizce tebessüm ettim. En azından yetiştirdiği oğlunun sevgisi gerçekti.
Elimdeki şemsiyeyle birlikte Kara'ya doğru birkaç adım attığımda bir dizimi yere bastırarak boyutlarımızı eşitledim. Elimi tüylerini sevmek için uzattığımda patilerini bana doğru kaldırarak zıplamaya başladı. Bu hâli hem gülümsememe hem de boğazıma bir yumru oturmasına sebep oldu.
Ne yaparsam yapayım ne kadar geçmişi yok saymaya çalışırsam çalışayım geçmiş, hep bir yerlerde karşıma çıkacaktı. Bu kaçınılmazdı.
Bir elimle şemsiyeyi tutarken diğer elimle onu kendime bastırıp sıkıca sarıldım. Bakış açıma giren ayakkabılarıyla birlikte bakışlarımı yukarı tırmandırıp yüzüne çıkardım.
Kara'yı kollarımın arasına alarak yavaşça doğruldum. Ona doğru uzattığımda Kara ısrarla patilerine bana doğru uzatıyordu ama onu eve götürmem imkânsızdı. Onlarla gitmemi ihtimaller arasına almıyordum bile.
En sonunda babasına teslim edip hızlıca yanından ayrıldım. Kerim arkada kalmıştı ama onu beklemeden eve doğru ilerledim. Kapı açıldığında Deniz abla'ya iyi geceler dileyip odama çıktım.
Montumu çıkartıp koltuğun üstüne bıraktım. Daha sonra üzerimdeki siyah rengindeki pamuklu eşofman takımımla yatağa girip pikeyi üzerime doğru çektim. Üşüyordum. Yarın Deniz abladan yorganımı çıkarmasını isteyecektim. Yoksa yataklara düşerdim. Ama bu sefer onun yüzünden soğukta kalarak değil, gece üşüterek olacaktı. Her nasıl olursa olsun hasta olmak istemiyordum.
*****
Sabah dersten çıktıktan sonra hemen Can'a benimle buluşmasını istediğim bir mesaj yollamıştım. Tam beş dakikadır da cevap vermesini bekliyordum. Cevap vermesini bekliyordum evet, çünkü görüldü atmış fakat dönmemişti.
Parmaklarım soru işaretinin üstüne dokundum ve gönder tuşuna bastım.
"?"
Biraz öncenin aksine anında karşılık verdi.
"Olur, nerede?"
Konum atıp yolladıktan sonra karşıdan gelen sarı taksiyi elimi kaldırarak durdurdum. Kapıyı açıp bindim ve buluşacağımız kafenin adını söyleyip arkama yaslandım.
Bindiğim araç Vodafone Parkı'nın önünden geçtikten iki dakika sonra Kahve Dünyası'nın önünde durdu. Ödemem gereken meblağı uzattıktan sonra vakit kaybetmeden indim.
İçeri girip bulduğum ilk boş masaya oturdum. On dakika bekledikten sonra elimi kaldırıp garsondan su getirmesini rica ettim. Suyumun gelmesiyle beklediğim kişi kapıda belirdi.
Oldukça rahat bir biçimde yanıma doğru adımladı. Omuzlarım dik, bakışlarım nefret doluydu. Telefonuma gelen mesaj sesiyle birlikte elime aldım. Can da karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu.
Gereksiz bir mesajdı ama telefonu elimden bırakmadım. Ses kaydını açıp kayda almaya başladım. Telefonu yüzüstü masaya bırakıp bakışlarımı karşımdaki adama çevirdim.
"Neler oluyor..." diye konuya girdim hızlıca. Onunla aynı masada oturmak istemiyordum. "Bana her şeyi tek tek anlatacaksın."
Güldü, alaylı bir gülümsemeydi. "Zorundaymışım gibi konuşma." dedi rahat bir tavırla. Bu dişlerimi birbirlerine geçirmeme neden oluyordu.
Bunu ona belli etmedim ve keyiften uzak bir şekilde benden gülümsedim. "Çünkü zorundasın."
Başını arkaya atıp seslice güldü. Daha sonra bakışlarını gözlerime sabitleyip "Bu şekilde konuştuğun müddetçe benden tek kelime işitemezsin." dediğinde sağ gözüm seğirmeye başladı.
Yutkundum. Sakinleşmeye çalıştım. Kaç gündür sırf aklım bulanıklaşmasın diye bu konuyu uzatmıştım -ki o zaman diliminde de konuşmadığım için içim içimi yemişti- ve şimdi o benim için oldukça önemli olan bile konu hakkında bu kadar küstahça davranıyordu öyle mi?
Ellerimi masaya yaslayıp öne doğru eğildim. Gözlerinin içine bakıp "Benimle oynama!" diye bağırdım.
Bir an için herkes dönüp bize bakmıştı ama umursamadım. "Sana harcayacak tek bir saniyem bile yokken buradayım. Senin bu iğrenç tavırların beni daha da çok öfkelendiriyor." diye devam ettim.
Gerilmemişti ama az önceki gibi gevşek de değildi. "Peki," dedi. "Neden ona değil de bana soruyorsun?"
"Seni hiç ilgilendirmez. Dinliyorum." Derin bir nefes aldım. "O gün söylediklerin..."
"Gerçeklerdi." diye kesti sözümü. "Ki bence bunu sende biliyorsun. Yoksa bu kadar öfkeli olmazdın değil mi?"
Gözlerimi devirerek yumdum. Sertçe yutkunup kendime söz verdiğim gibi göz yaşlarımı geri gönderdim. Ağlamayacaktım, hem de karşımda bu herif varken asla ağlamayacaktım. Gözlerimi aralayıp konuştum: "Nasıl geliştiğini anlat. Ne zamandan beri."
"Ne zamandan beri olduğunu söylemeyeceğim. Ama eğer beni baştan sona dinlemişsen sana olan tutumuna oldukça şaşırdığımı da söylemiştim. Çünkü bu oyunun gerçeğe dönüşeceğini tahmin etmemiştik. Hiçbirimiz." dedi cümlesini bastırarak.
İlk söylediklerini umursamadım. Seviyor olsa bile bu aşk değildi. Bundan emindim. Çünkü eğer bana âşık olsaydı bundan öncesinde yaşanan şeyleri yaşatmazdı. Ona o kadar yanındayım, yanında olacağım hep dediğimde beni duymamıştı. Duyduysa da umursamamıştı. Ve şu an sadece vicdanından dolayı kendisini anlatmaya çalıştığını düşünüyordum. Çünkü öncesinde de şu anda da yaşanalar aynı.
Madem seviyordu gelseydi, o hep kaçmayı seçti. Bu sefer ben koşmayacağım. Bu sefer hepten bitti, biliyorum. Çünkü çoktan biten bir ilişkiyi ısrarla yürütmeye çalışan sendin. Şimdi sende yoksun. Onun cesaret edip savaşacağını düşünmüyorum.
"İyi hatırlattın." diye konuştum sertçe. "O gün konuştuğun kimdi?" Gözlerinin içine baktım. "Kimsin sen?" diye sordum gözlerimi kısarak.
"Can ben." dedi gülerek. Sıkıntılı bir soluk çektim. Oraları geç dercesine bir bakış attım.
"Kimdi?" diye sordum bastırarak.
"Savaş Tarçın." dedi.
Kaşlarım çatıldı. O kim Azra? Tanımıyoruz değil mi? Yok, yok tanımıyoruz.
"Kim bu Savaş? İş birlikçin mi?"
Gülerek başını salladı. "Evet, iş birlikçim." Gözlerini kocaman açarak "Çok kötü işler yapıyoruz beraber." diye eklediğinde sinirle gözlerimi devirdim.
"Oynaşıp durma karşımda! İnsan gibi soru sordum. Doğru dürüst cevap ver." dedim sertçe.
"Kendileri şu an Almanya'da." dedi sakince. Sadede gelmesini bekliyordum. Nerede yaşadığıyla ilgilenmiyordum. "Yaklaşık bir yıl olacak. Uzun zamandır arkadaşımız. Çınar'ın, Efe'in, Damla'nın ve benim. Yurt dışına çıkması gerekti. Zaten çok yakın bir zamanda da yurda dönüş yapacak. Ailesi de burada."
"Devam et, dinliyorum." Söyledikleri oldukça saçmaydı. Hiç inandırıcı değildi. Çünkü o gün, o telefon konuşmasını yaparken beni geçtim ama onun soy ismiyle birlikte anması hiç normal değildi. Hele ki her ikisi de onun yakın arkadaşıyken.
"Bir ara aramızda bir konuşma geçmişti. Daha sonra Savaş 'Bu çocuk hiç akıllanmaz' diye bir şeyler gevelemişti. Ondan sonra bende tam tersini söyleyince iddialaştık. O, Çınar'ın bir gün asla kimseyi sevemeyeceğini, böyle gelip böyle gideceğini söylerken ben de tam tersini söyleyince iddialaştık işte. Olaylar da öyle gelişti."
"Yalnızca birkaç aydır buradayım. Ve dediğin adamın bir yıldır ülkeye dönmediğini söyledin hangi ara girdiniz bu iddiaya?" diye sordum.
"O günkü gibi telefonla konuşurken oldu bir anda. Daha sonra bende onu mecbur bırakacak bir şeyler arayıp durdum. Oyun oynarken kazanıp istediğim şeyi yaptıracaktım. En sonunda binlerce kez basketbolda ona yenilmeme rağmen sırf bunun için ısrarla oynamak istiyordum."
O günü hatırlıyordum. Meğerse öylesine oturup izlediğim maç hayatımın en önemli anlarından biriymiş.
Nereden bilebilirdin ki? Bilemezdim ama tanımadığım birine bu kadar çabuk kapılmak aptallıktı. Her şey yalanmış. Koca bir yalan hemde.
Gözler kalbin aynasıdır sözü de yalan o zaman? Sen bir yerlerden tutunmaya mı çalışıyor, Azra? Hayır, sadece hayatımın merkezine koyduğum adamın koca yalan olmasını henüz kaldırabilmiş değilim, o kadar.
"Yalnız," dediğinde düşüncelerimin arasından güçlükler sıyrıldım. "Dediğim gibi eğer dikkatli dinlediysen sana karşı olan aşkına çok şaşırdığımı da söylemiştim. Bekliyordum ama inan bu kadarını bende beklemiyordum." Sana? İnanmak? Ona asla güvenmiyorum ben, Azra.
"Her neyse," dedi ben bir şey söylemeyince. "Şimdi kalkmam gerek artık." Hafifçe gülümsedi. "Umarım almışsındır bütün cevaplarını?" dedi sorgularcasına bakarken.
"Hayır," dedim hemen. "Bir şey daha var." Merakla gözlerime baktı. "Peki neden sadece adıyla değil de soy ismiyle beraber andın?"
Kaşları çatıldı hafifçe. "Anlamadım." dediğinde gülümsedim.
"İşine gelmedi tabii, anlamazsın." dediğimde, "Gerçekten açarsan konuyu, yardımcı olurum." diye karşılık verdi.
"Diyorum ki o gün telefonda konuşurken neden onun yalnızca ismiyle değil de soy ismiyle andın. Fazla resmiydin diyorum. Anladın mı şimdi?"
"Haa," dedi yeni hatırlamışçasına. Hatırlarmışçasına diyorum çünkü hiçbir hareketi samimi gelmiyordu. Bana da, Azra. Doğru yoldasın bence, arkandayım.
"O bizim kendi aramızda ki konuşma biçimimiz. Dilersen Savaş'a da sorabilirsin. Hem ben anlamıyorum ne bu sorgu dolu hâllerin? Başta sana oyun oynadığımızı düşündüğünü sanıp yardımcı olmak istedim. Ama sanki sen başka şeyleri..."
"Yok bir şey." diye kestim sözümü. Var, elbet yakalayacağım açığını. Kumru'yla da konuşmam gerek. Ama önce elle tutulur kanıtlar gerek. "Gidebilirsin."
"Emredersiniz, komutanım." dedi gülerek. Daha sonra ayağa kalktı ve tam arkasını dönecekti ki hızlı bir manevrayla bana döndü ve bakışlarıyla hemen önümdeki telefonu işaret etti.
"Ses kaydını silersen sevinirim." dediğinde adeta dilimi yuttum. "Kendi sesimden pek haz etmem de." Küçük bir baş selamı verip arkasını döndü. Çıkışa doğru ilerlerken kocaman açılan gözlerimle arkasından bakakaldım.
*****
ÇINAR YILDIRIM
Canım yanıyor. Kalbim acıyor. Ağır geliyor bütün bunlar. Ben daha önce hiç bu kadar aciz hissetmemiştim kendimi.
Karşısına çıkmak istiyordum. Karşısına çıkıp hangi yüzle konuşacağım geliyordu aklıma sonra. Başa sarıp duruyordum bu anı.
Yanına gitmek istiyordum. Fakat ona duydukların yalan değil, nedenlerim var desem, dinler miydi? Dinlemezdi, haklıydı da. Zaten bir tek o haklıydı.
Özlüyorum. Çok. Çok fazla.
Gözlerimi kapatıyordum, bu sefer olacak uyuyabileceksin diyordum ama olmuyordu. Gözümün önüne geliyordu yemyeşil gözler. Bir an olsun çıkmıyordu ki aklımdan zaten. Çıksın da istemiyordum ama gerçek anlamda uzun bir uykuya ihtiyacım vardı. Çok uzun bir uykuya...
Hem uyursam rüyamda görebilirdim onu, belki orada mutlu görürdüm. Belki orada tutardı ellerimden. Belki... dudaklarımdan öperdi; kendi isteğiyle. Rüya bile olsa yaşamış olacaktım.
Meğerse ben, ondan uzak durmaya çalıştığım zamanlarda kendimi kandırıyormuşum. Bu ânın tek açıklaması buydu. O bana gelirdi hep. Bir tek bana. Bugün ona gitmiş. Can'a.
Sırf gerçek kimliğini öğrenmek istediğim için girdiğim oyunda hiç beklemediğim yerden yemiştim golü. Hem de hiç. Ben; kalbime, Azra'ya yenik düşmüştüm. İyi ki düşmüştüm ama keşke başka şartlar altında olsaydı. Başka şartlar, bambaşka şartlar. Yalnızca ikimiz.
Derin bir nefes alıp gökyüzünde parıldayan yıldızlara baktım. Büyük bir yıldız parlayıp duruyordu. Tam o sırada kulaklarımı dolduran zil sesiyle birlikte kalbim hızlıca atmaya başladı. O değildi, biliyordum. Ama onun olma ihtimali tüm ihtimalleri yok ediyordu. Hızla oturduğum yerden kalkıp salona girdim. Kapıya doğru sakin fakat bir o kadar da telaşlı adımlarla ilerlerken her adımımda kapının ardındakinin o olmasını diliyordum.
Sağ avucumu kapıya yaslayıp sertçe yutkundum. Eğilip dürbünden baktığımda tabiri caizse büyük bir hüsrana uğradım. Ablamdı.
Avucumu kapının koluna indirip yavaşça aşağı çektim. Kapı açıldığında birkaç adım geriye gidip arkama döndüm. Salona inen merdiveni bitirip tekli koltuklardan birine oturdum.
Kapının kapanma sesini işittikten hemen sonra topuklu ayakkabılarının parkede bıraktığı tok sesle birlikte merdivenleri indiğini anladım. Hemen arkamdaydı.
"E-eğer.." Sesi titriyordu. "Eğer müsait değilsen daha sonra gelebilirim." Zorlukla konuştuğunu fark etmemek imkânsızdı. Çünkü mahcup hissediyordu. Etsindi de.
Haklıyken haksız duruma düşmek sözünün vücut bulmuş haliydi. Daha önce söyleseydi bir şeyler değişir miydi bilmiyorum ama söylememişti. Söylediğinde de iş işten çoktan geçmişti. Benim de bunu anlamam geç sürmüştü, orayı apayrı bir konuydu.
"Oturabilirsin." demekle yetindim.
Hemen çaprazımdaki üçlü koltuğa oturduğunda bakışlarını üzerimde gezdirdi. Elindeki çantasını sehpanın üzerine bıraktığında üzerindeki kabana dokunmadı. "Nasılsın?" diye sordu çekinerek.
Kollarımı iki yana açıp keyifsizce gülümsedim. "Nasıl görünüyorum oradan?"
"Mutsuz." dedi dürüstçe. "Gözlerinin ışığı sönmüş sanki." Sesi titriyordu, her an ağlayacak gibiydi. Artık gözyaşı görmek istemiyordum. "Çok özür dilerim ablacığım." Yanağına akan yaşı elinin tersiyle silip devam etti. "Biliyorum hiçbir şeyi değiştirmeyecek ama çok özür dilerim."
"Dediğin gibi hiçbir şey değişmeyecek. Ağlama sende boşu boşuna." dedim. Çünkü doğruydu. Bizim onunla aramızdaki tek mesele bu da değildi belki ama yine de hiçbir şey değişmeyecekti. Zaten ailelerimizin arasında yaşananları bilmeme rağmen ondan gizlediğimi öğrendiğinde olacaklardan daha çok korkuyordum ya. Onu görüp de dokunamamak zordu fakat onu hiç görememek bunların en kötüsüydü.
Oturduğu koltukta yana doğru kayıp boş olan yere avuçlarını yasladı. "Yanıma gel. Lütfen. Biraz sarılalım?" diye konuştu sorarcasına.
Boğazıma büyük bir yumru oturdu. Bakışlarımı kaçırıp odanın içerisinde gezdirdim. Ben bu hâldeysem kim bilir o ne haldeydi. Ne yapıp edip onu görmeliydim. Bu gece yanına gideceğim. İster kovsun ister sövsün isterse dövsün ama gideceğim.
Parmaklarını birbirine geçirip "Peki," dedi dudaklarını içe doğru kıvırarak. "Neyse," diye devam etti. "Ben gideyim o zaman." Gitmesin. Birinin yanımda olmasına ihtiyacım var.
Efe'yle Damla öğrendiklerinden beri suratıma bakmıyorlardı. Kerim'i saymıyordum bile. Eğer dün gece kendini tutmasaydı, vuracaktı da. Belki haklılar ama benim de kendimce sebeplerim vardı. Tabii onların bundan haberi yoktu. O yüzden onları suçlayamazdım. Sonuçta yalnız kalan bendim.
Ayağa kalkacağını anladığımda "Dizlerine uzanabilir miyim abla?" diye soruverdim.
Gözlerindeki birden parıldayan ışıkla yüzümde acı dolu bir tebessüm oluştu. Heyecanla başını sallayıp "Gel," dedi ıslak gözleriyle.
Ayağa kalktığımda o da kalkıp kapanını çıkarttı ve boştaki koltuğa bıraktı. Koltuğun en ucuna oturduğunda yanına oturdum. Daha sonra ayaklarımı uzatıp ensemi bacağına yerleştirdim.
Derin nefesler alıp verdim. Bakışlarım tavandaydı. Göz göze geldiğimizde aslında ikimizinde aynı durumdan muzdarip olduğumuzu hatırladım o an. Dahası gördüm, gözlerinde gördüm. Gözlerinin içi kanıyordu. Kalbi... gözlerinin aynasıydı.
"Nasılsın?" diye sordum gözlerine bakarak. Dudakları bükülecek oldu ama hemen toparladı. Bir elini yanağıma yaslayıp okşadı. Gülümseye çalıştı. "İyiyim galiba." Güldü. "Hayattayım. Hayattayız."
Yanağına doğru kayan yaşı elinin tersiyle silip, "Beni bırak da sen nasılsın?" diye sordu. Yanağımı okşamaya devam etti. "Okul nasıl gidiyor?" Kafamı dağıtmak istiyordu.
"Çok mu âşıktın abla?" diye sordum sorduğu sorulardan bağımsız. Gözleri gözlerimde kaldı. Bakakaldı, yutkunmaya çalıştı ama boğazında büyük bir şey varmış gibi bunu yaparken o kadar zorlandı ki...
Bakışlarımı kaçırdım. "Özür dilerim, böyle bir şey sormamam gere..."
Cümlemi yarıda keserek "Çok." dedi tek nefeste. Bakışlarımı yüzüne kaldırdığımda yanağındaki yaşların sayısı giderek artıyordu. Elimi kaldırıp yanağına yasladım. Başparmağımla yanağındaki ıslaklığı sildim.
"Nasıl unuttun peki?" diye sordum merakla.
Histerik bir şekilde güldü. "Unutmak?" dedi sorarcasına. Gözlerimin içine baktı. "Sadece bir zaman sonra alışıyor insan." Yaralı bir âşkı gördüm gözlerinde. Yâr ve yara. Aynı anda.
"Alışmak?" dedim bende onun gibi sorarcasına. "Alışmak değil alıştığını sanmak bu." Omuzlarını silkti aynı şey der gibi.
"Aynı kapıya çıkıyor."
"O kapıyı mı seçmek zorundayız?" diye sordum.
"Aynı yönde yürümüyorsa yanındaki evet. Mecbur kalıyor insan." diye cevapladı. Sesi hüzünlüydü. Onu yalnız mı bırakmıştı? "Eğer tüm bu olanlara rağmen yanında kalacağını düşünüyorsan git, sonuçta bu senin hayatın ve hayatın boyunca eksik hissetmektense hayatının peşinden git. Ama tabii dediğim gibi yolunuz bir olmalı. Diğer türlü eksik hissetmezsin, yarım kalırsın." Daha bunları bilmiyorken aramıza ördüğü duvarlar aklıma geldikçe öfkeleniyordum. Bu öfkem ona değil kendimeydi.
Bir oyunla başlamıştı evet, ama bu oyun ona karşı değildi. Eğer dinlerse anlatacaktım. Şu ana kadar bir tek ona anlatmış olacaktım ama o, bir an olsun dinlemiyordu.
"Sen olsan nasıl bir tepki verirdin?" diye sormadan edemedim.
"Dürüst mü olayım?" diye sorduğunda, bir an öylece kaldım. Ne tepki vereceğimi bilemedim. Bunca karmaşanın içinde daha da kötü şeyler duymayı istiyor muydum?
Dizlerinden doğrulup sırtımı koltuğa yasladım. Başımı hafifçe salladım. Kaçamazdım. Gerçeklerden kaçamazdım.
"Bu bizim suçumuz olmazdı." diye girdi söze. Can kulağıyla onu dinliyordum. "Ama tek bir seçim hakkım olduğunu bilirdim. Ve karşımdaki bildiği halde benden bu kadar önemli bir şeyi gizliyorsa seçeceğim tek taraf ailem olurdu. Yani demem o ki konuşursan bir şansın -çok düşük bir ihtimalde olsa- olur. Ama konuşmazsan nasıl bir tepki verirdim bilemiyorum. Yaşamadan da bir şey diyemem bu konuda."
Aklım karışmıştı. Çünkü Azra beni dinlemiyorken ona bu konuyu açarsam kendi ölüm fermanımı imzalamış olurdum. Oflayarak ayağa kalktım. "Kahve içer misin? Ya da çay?"
"Yok, kalkayım ben." diyerek o da ayaklandı. "Yarın toplantım var. Malum saatte geç oldu. Yarın geç kalıp diline dolamasını istemem." dediğinde kimden bahsettiğini anlamıştım. Başımı anladım dercesine salladığımda bana doğru bir adım atıp kollarını boynuma doladı. "Seni çok seviyorum."
"Ben de." diyerek kollarımı beline sardım. "Abla." diye mırıldandım, bir şey isteyeceğimi belli ettiğim şey tonumla. "Onunla aranı yakın tuta..."
"Yapamam." diyerek geri çekildi. Karşımda gözlerimin içine bakarken avuçlarını yanaklarıma yasladı. "Yani bir tek evde karşılaşıyoruz ve annem o tarafa bakmamdan bile rahatsız. Çok özür dilerim ama elimden hiç..."
"Sorun değil. Anlıyorum." dedim gülümsemeye çalışarak. "Bu kadar özür de dilemesen?"
Omuzlarını indirip kaldırdı. "Neyse sana iyi geceler. Geçirme beni. Uyu sadece. Gözlerin kanlanmış baksana." dedi gözlerimi işaret ederek. "Kendine iyi bak."
Ablam gittikten sonra bir saat kadar bekledim. Daha sonra arabaya atlayıp sürdüm. Ona gidiyordum. Azra'ma...
Dinlese de dinlemese de anlatacaktım. Hem yüzünü görmeye ihtiyacım vardı. Ellerine dokunmaya... Dudaklarını hissetmeye...
Saat ikiye geliyordu ve ben her zamanki gibi ona gidiyordum. Sadece ona. Ondan başkası olduğunu düşünmesi saçmaydı. Ondan başkasını düşünmek mi? Onu düşünmekten kendimi düşünmeye vakit bulamıyorken hemde.
...
-22.05.25-
Bölüm hakkında düşünceleriniz?
Teorileriniz buraya alayım.
Bir sonraki bölüme geçiniz efenim. :)
Twitter-Instagram: senemeevren
-Senem
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.93k Okunma |
227 Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |