
Keyifli okumalar!
Lütfen oy vermeyi, pasajlara yorum yapmayı ihmal etmeyin.
Bengü & Hakan Altun - Sanki
Raviş - Güzel Kadın
Kayahan - Bir Aşk Hikâyesi
...
AZRA ADALI
Gözyaşlarınızı içine içine akıtarak uyuyakalmak, gözyaşlarınızın akmasına izin vermeniz kadar acıymış. Ben, bu gece bunu anladım. Hem de çok iyi anladım. O yaşların yanaklarımı bulması, bulmaması kadar acıtmıştı.
Her ne kadar kendimi kandırmaya çalışsam da günün sonunda baş başa kaldığım kendimle yüzleşmek zorunda kalmıştım. İtiraf etmek zordu, fakat edememekte bir o kadar zordu. Acıtıyordu.
Kalbimin acımaması için başka bir yol var mıydı? Sanmıyorum. Onun için gözyaşı akıtmak istemiyorsun evet, ama ardındaki tek ihtimal de bir etki yaratmıyor sende. Duygularını arka plana atarak yok saymak. Her ikisini de başaramıyorsun.
Sol yanağıma inen sıcak yaşla etrafımda dönmeye başladım. Sorgu dolu gözlerim bembeyaz örtünün sakladığı yeşillikleri taramaya başladı.
Ayaklarımdaki postallarla bata çıka yürürken etrafımı süzüyordum. Sol yanağıma inen yeni ıslaklıkla birlikte duyduğum ses kalbimi hoplattı.
"Ağlama." Sesi yumuşacıktı. Arkama dönerek sesin geldiği yöne baktım. O'ydu. Buradaydı. Karşımdaydı.
Burası neresiydi hiçbir fikrim yoktu ancak hissettiğim ve düşündüğün tek şey bana doğru adımlayan adamdan kaçmaktı. Arkama dönüp hızlıca koşmaya başladığımda arkamdan geldiğini biliyordum.
Koştum, koştum, koştum. Ancak hiçbir yere varamadım. Her yer aynıydı. Ne kadar koşsam da kaçamıyordum.
Elimi hızla inip kalkan göğsüme yaslayıp gözlerimi kapatıp sert soluklar aldım. Nefes alış verişlerim düzene girdiğinde gözlerimi yavaşça araladım. Kalbimin üstündeki elimle kalakaldım. Dudaklarım aralıklı, kaşlarım çatık, nefesim kesik kesikti. Bu da neydi böyle?
Evimizin sol üst kısmı -babamın odasının bulunduğu kısım- yıkıktı. Sadece o taraf.
İçimdeki bir ses bana kaçmam gerektiğini fısıldadığında bir an bile düşünmeden arkama döndüm ve hemen arkamdaki kişiyle yüz yüze geldim. O an öyle bir çığlık attım ki gerçeğe uyandım.
Kapkaranlık odaya açılan gözlerimle düzensiz nefeslerim beni gerçeğe döndürmüştü. Bomboş bakışlarla karanlığı izledim. Nasıl bir şey bu?
Yalnızca bir kâbus.
"Yalnızca bir kâbus." İçimdeki sesin söylediklerini sesli dile getiren kişi ben değildim. O'ydu. Rüyadaki kaçtığım adam. Bir zamanlar koştuğum...
Fısıltılı sesiyle devam ettiğinde hâlâ kendime gelmiş değildim. "İyi misin?"
Sol yanağımdaki avucu şakağıma akan yaşı silerken elimi kaldırıp itercesine eline vurdum. Neler olup bittiğini anlayamıyorum. Hemen ardından avuçlarımı yatağa yaslayıp doğruldum. Gözleri dışında her yere bakıyordum.
İttiğim elini kaldırıp saçlarımın ucuna dokundu, okşadı. Yüzümü sola çevirip saçlarımı parmaklarının hapsinden kurtardım. Ama o pes etmedi, boşta olan elini kaldırdı ve saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Şimdi sağ profilimi görebiliyordu.
"Ne işin var odamda?" diye sordum, en sonunda. Sert bir tavırla bakışlarımı bakışlarıyla birleştirirken. "Yatağımda?" diye devam ettim kaşlarım kaldırıp üzerinde oturduğumuz yatağı işaret ederek.
Sertçe yutkunup bakışlarını kaçırdı. "Ben..." deyip sustu.
Yüzümü eğip gözlerime bakması için çabalarken "Sen ne?" diye sordum. "Ne işin var burada Çınar Hoca?" Sesim soğuk çıkarken tavrımdan taviz vermemiştim.
Bakışları anında bakışlarımla buluştuğunda "Kes şunu." dedi sert bir ifadeyle.
"Anlamadım?" dedim tehlike saçan bir tonda. Gözlerimden ateş fışkıyordu adeta.
"Bana bu şekilde seslenmenden nefret ediyorum. Sende bunu çok iyi biliyorsun."
"Nasıl hissettiğin umurumda değil." dedim acımasızca. "Odamdan, bu evden, hayatımdan çıkar mısın?"
Gözlerini kaçırdı. Bakışlarındaki ifade içimde bir şeyleri dürttü ancak bu kalbime ulaşmadı. Ulaşmadı mı? Ulaşmadı. Peki benim kalbim niye bu kadar acıyor? Sus!
Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde yatakta sola doğru kaydım. Ben bunu yaparken o çoktan yataktan kalkıp yanıma kadar gelmişti. Ayaklarımı yere değdirip yataktan çıktığımda kapıya doğru yürüdüm. Önüme geçti.
Görüş açımda gövdesi vardı. Sağ elini yavaşça kaldırıp çenemi kavradı. Başparmağını önce dudaklarıma değdirdi. Bu birkaç saniye sürdü ancak bu bile gözlerimin kapanmasına neden olmuştu. O, bunu yaparken göğsüm havalandı ve nefessiz kaldım.
Çenemi kavrayıp kaldırdığında gözlerim hızlıca aralandı. "N'apıyorsun?" diye sordum, zar zor çıkan sesimle.
"Nereye gidiyorsun?" diye karşılık verdi o da.
"Sen gitmiyorsun madem, ben giderim öyleyse." dedim.
"Nereye gideceksin?"
"Sana ne ya sana ne?" diye yükseldim bir anda. Bir adım geriye giderek çenemi parmaklarından kurtardım.
"Şşşt," dedi gözlerini kocaman açarak. "Sessiz ol lütfen."
"Olmuyorum!" dedim, aynı tonda. Gözlerini kapatıp sabır dilercesine bir şeyler mırıldandığında kolundan itip, "Çekil, gideceğim." dediğimde kollarımdan tutup hemen arkasındaki kapıyla arasına aldı. Birkaç saniye sürmüştü.
Ellerini kaldırıp kapıya yasladığında başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Ne yapıyorsun?" diye sordum oldukça şaşkın çıkan sesimle.
Yüzüme doğru eğilip "Konuşmak istiyorum." diye fısıldadı.
"Dinlemek istemiyorum." diye karşılık verdim.
"Dinledikten sonra inanmak istemezsen zorlamam." dedi.
"Peki," dedim kabul ederek. "Tek bir soru soracağım ve tek bir cevap alacağım." Sesim itiraz kabul etmeyecek kadar netti.
Başını hızla salladı. "Peki."
Gözlerinin içine bakarak sordum. Bildiğim bir sorunun cevabını sorarken yanlış biliyor olayım diye dua ettim. "O gün duyduklarım doğru muydu?"
Gözlerindeki yenilgiyi gördüm. Bakışlarını kaçırdı. Çünkü haklıydım. Doğruydu. Utanıyordu. Utanması hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Benim kalbim parçalara ayrılmıştı.
"Ben cevabımı aldım. Çekil, gideceğim." dediğimde gözlerime yalvarırcasına baktı.
"İzin ver, açıklayayım. Lütfen."
Gözlerimi öfkeyle yumup derin bir nefes aldım. "Neyi açıklayacaksın Allah aşkına?!" dedim sessiz olmaya çalışarak. "Sen beni aldatmış..."
İşaret parmağını dudaklarıma yasladığında devam edemedim, sustum. "Ben sana bunu asla yapmadım, yapmam." Söylediğine gülmeden edemedim. Parmağını çekti, kapıya yasladı.
Yüzlerimiz arasında beş santim bırakacak şekilde eğilip gözlerimin içine baktı. "Yapmadım."
Bakışları dudaklarıma kaydığında nefesimi tuttum. Uzun süre orada kaldı bakışları. Sertçe yutkunduğunda kalp atışlarım aramızda adeta müzik görevini üstleniyordu. Hafifçe yaklaştığını fark ettiğimde derin bir nefes alıp "Yapma," diye fısıldadım.
Kapıya yasladığı elinin tersini yanağıma değdirdiğinde nefesim kesilecek zannettim. Parmaklarının tersi yanağımda hareket ettiğinde dudaklarıma doğru "Çok güzelsin." diye fısıldadı.
Derin bir nefes aldım. Göğsüm yükseldi. Yanağımdaki eliyle saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırıp yanağını yanağıma değdirdi. Yüzümü ona doğru çevirsem alev alev yanan dudaklarım dudaklarıyla buluşacaktı. Yapamadım. Yapamazdım.
Yanağını yanağıma sürterek biraz daha eğildi. Sıcak nefesi kulaklarımı, saç diplerimi aşıp, tüylerimi diken diken ederken, titreyip dilimin ucuna gelen bütün kelimeleri teker teker yuttum.
"Kokun, başımı döndürüyor." Dudaklarını boynumdaki açıklıkta hissettiğimde kalbim çırpınıp koşuşturmaya başladı. Parmaklarını hangi ara sıyırdığını anlayamadığım sweatimin içine sızdırdığında avucunu karnıma sürterek belime doladı. O an zaman durdu sandım, saniyeler ilerlemeye ürkmüş, bu anı bozmaktan korkmuş gibi.
Başını yavaşça geriye götürdüğünde göz göze geldik. Bakışları kısa bir süre bakışlarımda kaldı. Ağlamayacağıma dair söz vermiştim kendime. Tutacaktım süzümü, tutmak zorundaydım.
Bakışları ağır ağır dudaklarıma indiğinde sertçe yutkundum. Bakışlarım ağır ağır dudaklarına indi. Alıp verdiği nefesler doğrudan dudaklarıma çarpıyordu ve bu aldığım nefeslerin ciğerlerime ulaşmadığını hissettiriyordu.
Bir kez daha göz göze geldik. İzin ister gibi bakıyordu. Hiçbir şey söyleyemedim. Çok yanlıştı. Çok. Bakışları tekrardan dudaklarıma düştüğünde yüzümü onun aksi olduğu yöne çevirdim. Burnu yanaklarıma sürtünmüştü. Bu, onu belki de hayal kırıklığına uğratmıştı, bilemiyordum. Yapacağım hiçbir şey yoktu.
"Git," dedim tek nefeste. Konuşacak gücüm yoktu. "Git yoksa bağıracağım." Avuçlarımı kaldırıp karnına yerleştirdim. Ellerim deli gibi titriyordu. Tüm gücümle karnına baskı uyguladım. Önce belimdeki eli boşluğa düştü. Hemen sonra birkaç adım geriye giderek aramıza hatırı sayılır bir mesafe bıraktı.
Kendi isteğiyle uzaklaşmıştı. Yoksa kendimi taşımak bile şu an oldukça zorken onu uzaklaştırabileceğimi zannetmiyordum. Onun olduğu tarafa bakmadan hızlı adımlarla balkona doğru yürüdüm.
"Şimdi gidiyorum." Adımlarım bıçak gibi kesildi. "Ama beni dinleyeceksin. Bir gün elbet dinleyeceksin. Haklısın." Hangi konuda? O kadar hakkım yenmişti ki hangisinden bahsettiğini anlayamamıştım. "Ama bende haklıyım. Haksız olduğum birçok konu var belki ama en azından bir kez olsun dinlenmek hakkım. O yüzden bir gün dinleyeceksin. Hak verirsin, vermezsin orasını bilemem ama dinleyeceksin." Kapının açıldığını işittim. "Hep iyi kal." dedikten hemen sonra kapı yavaşça örtüldü.
Gözlerimi kapandığı gibi yanaklarım inen yaşlarla kendime verdiğim sözümü çiğnedim. Alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. Sendeleyerek geriye doğru birkaç adım gittim. Yatağa oturmak için dizlerimi kırdım. Sağ avucumu dudaklarımın üstüne yasladım.
Yatağa uzanıp dizlerimi karnıma doğru çektim. Sabaha kadar uyuyamadım. Ve kendime verdiğim sözü binlerce kez tutamadım.
*****
Sabah gözlerimi araladığımda odada Kerim vardı. Aşağı inmediğimi gördüğünde ve saatin de geç olduğunu fark ettiğinde yukarı çıkmış, odama girmişti. Beni uyandırdıktan sonra ona gitmeyeceğimi söylediğimde hasta olup olmadığıma bakmıştı. Değildim. Ama fiziken değildim.
Daha sonra binlerce soru sormuştu. Ona verdim tek cevap 'gitmek istemiyorum' olmuştu. Beni rahat bırakmaya karar verip, okula gitmek üzere odadan çıktığında bende yataktan kalkıp duşa girmiştim. Hasta değildim. Sadece dün geceden sonra yüzünü görmeye mecalim yoktu. Zaten finallerde bitmişti. Eksik kaldığım yerleri Kerim'e ya da Ceyda'ya sorabilirdim.
Duştan sonra eşofman takımlarımı girip salona inmiştim. Deniz abla evde olduğumu bildiğinden ufak bir kahvaltı hazırlamıştı bana. Benim ısrarlarımla birlikte güzelce bir kahvaltı yapmıştık. Annemle olan anılarından bahsetmişti. Kısada sürse de zihnim başka bir konuyla ilgilenmişti. İyi gelmişti.
Sofrayı toparladıktan sonra televizyonun karşısındaki L şeklindeki koltuğa uzanmıştım. Ekranda yayınlanan gündüz kuşağı dakikalardır hararetli bir konu üzerinde dönüyordu. Bir erkeğin gazabına uğrayan bir kadın daha... Adam karısıyla birlikte dört çocuğunu eve kilitleyip sevgilisine kaçmıştı. Ne kadar da vahşice bir davranıştı. Her şeyi geçtim onları eve kilitlemekte neydi? Siktir olup gitseydi ama kilitlemek nedir yahu?!
Zaten kötü olan psikolojimi birde burada çürüteceğimi fark ettiğimde bir an bile düşünmeden sehpanın üzerinde duran kumandaya uzanıp kapatma tuşuna bastım.
Telefonumu elime aldığımda saat üçü kırk geçiyordu. Aycan bir saat içinde gelirdi. Instagrama girip yirmi dakika vakit harcadım. Önüne düşen çağrıyı yanıtlayıp telefonu kulağıma yasladım. Arayan Ceyda'ydı.
"Alo."
"Alo, canım nasılsın?" diye konuşmaya başladığında sesi fazlasıyla keyifliydi. Güzel bir haber duyacak olmak şimdiden iyi gelmişti. "İyiyim canım. Sen nasılsın?" diye sordum.
"Bugün çok güzel bir haber aldık."
"Belli belli, sesin bir farklı geliyor." dedim, sanki beni görecekmiş gibi gülümseyerek. "Söyle bakalım ne oldu?"
"Bugün dersteyken Nazan Hoca geldi. Bize bir sürprizi varmış." dedi Ceyda.
"Eee neymiş sürprizi?" diye sordum merakla.
"Hani biz yirmi kişi Antalya'ya gitmiştik ya?" dedi ve sustu. Hatırlamamı bekledi.
"Hı hı. Hatırladım." dedim. Ben susunca o devam etti hemen. "İşte aynı şirket bu sene ek bir şey daha yapmaya karar vermiş."
"Nasıl yani?" diye sordum anlamayarak. "Bir şansımız daha mı var yani?"
"Hayır, hayır." dedi o da hemen. "Öyle değil. Yani sen söyleyince keşke öyle olsaydı diye içimden geçirmedim değil ama neyse bu da güzel." dediğinde güldüm.
Aynı heyecanla devam etti: "Şirketin ayarladığı bir gezi varmış. Bu yirmi kişiye özel bir tatil gibi düşünebilirsin. Son senemiz ya kaybettiğimiz için moralimizin düşmesini istemezlermiş. Bu yüzden bu sene böyle bir şeye karar vermişler. Her neyse üzümü ye bağını sorma dememişler boşuna." Derin bir nefes alıp sustu.
Daha önce bu kadar hızlı konuştuğunu görmemiştim. Güldüm. "Belli ki sen gidiyorsun bu geziye."
"Birlikte," dedi o da. "Lütfen Azra, gidelim. Tek başıma sıkılırım. Hem kafamız dağılır." Aslında kafamın dağılmasını bende çok istiyordum. Eğer birkaç gün onu görmezsem önüme çıkamayacağı bir yere gitmek kötü bir fikir değildi. "Bilemedim şimdi."
"Bilirsin, bilirsin. Naz yapma." dedi gülerek.
"Peki, gidelim bari. Kafamız dağılır hem."
"Kesinlikle." diye onayladı beni.
"Ne zamana bu etkinlik?" diye sorduğumda, "Bu akşam kalkıyor uçak. Bursa'ya. Kayak merkezine." diye karşılık verdi. Kocaman açılan gözlerle "Bu akşam mı?" diye sordum, yüksek sesle.
"Evet, kalkıp bavulunu hazırlamaya başlamazsan yetişemeyebiliriz."
"Bu kadar hızlı mı?" diye sormadan edemedim.
"Benim elimde değil maalesef." dedi gülerek. Güldüm. Salonun kapısının açıldığını işittiğimde başımı omuzlarımdan arkaya çevirip gelene baktım. Aycan'dı. "Gelecek misin?"
"Bilemedim şimdi." dediğimde Aycan gözlerini kısıp kiminle konuştuğumu anlamaya çalıştı.
"Çok vakit yok. Dört gece dört günlük bir tatil. Yoğun bir haftanın ardından iyi gelir diye düşünüyorum ben." Aycan yanıma oturduğunda telefonu hoparlöre aldım.
"Öyleyse yirmi aralıkta orada mı olacağız?" diye sordum. Ayın kaçındaydık?
"Yani sanırım... Bilemiyorum." dediğinde telefonu yukarıdan aşağı kaydırıp tarihe baktım. 15.12.2021.
Dört gün sonrası pazara denk geliyordu. Yirmi aralık pazartesiyse o zaman burada olurduk. Yirmi aralıkta Aycan'la olmak istiyordum. Biz, doğum günümüzü hiç ayrı kutlamamıştık.
"Tamam canım, geleceğim ben." dediğimde, "Çok sevindim. Bu arada buluşma alanı İstanbul Havalimanı. Saat onda." dedi Ceyda.
"İyi, akşam seni alır, beraber geçeriz oraya."
"Tamamdır. Görüşürüz."
"Görüşürüz." deyip çağrıyı sonlandırdım.
"Nereye?" diye sordu Aycan. Telefonu kapatmamı beklemişti.
"Bu okulun başlarında katıldığım bir yarışma vardı ya hani? Kaybetmiştim." Hatırladığını belli edercesine başını salladı. "Onu organize eden şirket bu sefer bizi tatile götürmek istiyormuş. Ben de bugün okula gitmediğimden okuldaki arkadaşım haber etti. Bu akşammış. Gelecek misin diye sordu? Devamını biliyorsun zaten."
Kollarını boynuma dolayıp sıkıca sarıldı. "Normal şartlarda allem eder kallem eder yollamazdım ama bu seferlik yırttın." dedi gülerek. "Git, kafanı dağıt."
"Öyle yapacağım."
Geri çekildi ve işaret parmağını üzerimde tutup kaşlarını havalandırdı. "Yirmi aralıkta burada olacaksın. Orayı basarım haberin olsun." dediğinde başımı arkaya atarak kahkaha attım.
"Merak etme, o zamana kadar dönmüş oluyoruz."
*****
Neleri koyup neleri koymadığımı düşünmeye devam ederken aklıma gelen şeyler yerimden fırlayıp odama çıktım. Makyaj malzemelerimi küçük bir çantanın içine koymuştum. Ama az kalsın o çantayı valize yerleştirmeden gidiyordum.
Makyaj masasının üstündeki gri çantayı alıp valize yerleştirdikten sonra aşağı indim. Saat sekizi yirmi geçiyordu. Ailemle vedalaştıktan sonra arabaya bindim.
Yasin abi önce Ceyda'yı aldı, daha sonra bizi havalimanına bırakıp gitti. İşlemleri halledip bizimkilerin yanına geçtik. Geçen seferine göre dört beş kişi eksiktik.
Nazan Hoca'nın arkamdaki bakışları ve "Şükür." diyen sesiyle herkes o tarafa baktı. Başımı omuzlarımın üzerinden arkaya çevirdiğimde beynimden vurulmuşa döndüm.
O... buradaydı. Burada. Bizimle mi gelecek? Gelmesin. Kafamı dağıtmak derken bahsettiğim şey bu değildi. Gerçek anlamda dağıtmak değildi!
*****
KERİM SARGIN
Kalbimden, aklımdan bir an olsun çıkmamasına rağmen onunla bu duruma geleceğimiz ne aklımın ne de kalbimin umduğu bir şeydi. Sadece sevmiştim. Karşılık beklemeden. Belki karşılık bekliyor olsaydım şu an yaşadığım şey kadar büyülü gelmezdi.
O yıldızdı, ona ulaşmam imkânsızdı ancak uzaktan bakmak düşüyordu bana. Tabii bu bir zamanlar için geçerliydi. Ben hâlâ etkisinden çıkmamış olsamda.
Azra gittikten sonra annem masaya toparlamıştı. Bulaşıkları makineye dizerek yardım etmiştim. Vaktim oldukça hep de ederdim zaten. Evdekiler erken saatte odalarına çıktıklarında kalkıp üç sade kahve yapmıştım. Mutfaktaki masada sohbet eşliğinde içtiğimiz kahveyle güzel bir akşam geçirmiştik.
Saat oldukça geç olduğunda üzerime geçirdiğim hırkayla bahçeye çıkıp koltuğa oturmuştum. Başımı kaldırıp bir süre yıldızları izledim. Artık ulaşılmaz gelmiyordu. Her ne kadar ulaşılmaz olsalar da...
Kulaklarımdaki kulaklığı iyice oturtup ekrandaki şarkıya tıkladım. Çok sevdiğim birine ait bir şarkıydı. Ayaklarımdaki terlikleri çıkartıp uzandım. Bildirim sesiyle şarkı bir an duraksadı ama hemen sonra devam etti. Mesaj Damla'dandı.
"N'apıyorsun sevgilim?"
Şarkı söze girerken yazıp gönderdim.
"Seni izliyorum."
"Sen aşk ile kutsanan güzel kadın.
Ne güzel şey varlığın,
Dilime duadır adın.
Olduğun yer gönlümün mabedidir.
Sanadır kalbimdeki her adım."
"Beni mi?"
"Burada mısın ki?"
"Yok evdeyim. Yıldızları seyrediyorum."
"Beni düşünüyorsun yani?"
"Her zaman ki gibi."
"Sen ömrüme yazılan güzel kadın.
Ne güzel şey varlığın,
Dilime duadır adın.
Olduğun yer cennetin bahçesidir.
Sanadır attığım her adım."
"Sen ne yapıyorsun?"
"Kahve molası."
"Yani beni düşünüyorsun?"
"Son zamanlarda yaptığım tek şey diyelim."
"Sevilmek ne çok yakışır sana,
Adının yanında ne güzel durur adım.
Al cennetine kabul et sen beni.
Seni çok seviyorum güzel kadın."
Kulağımdaki sözleri bire bir yazıp gönderdim.
"Sevilmek ne çok yakışır sana,
Adının yanında ne güzel durur adım.
Al cennetine kabul et sen beni.
Seni çok seviyorum güzel kadın."
Tam o sırada omuzuma dokunan ellerle irkilerek doğruldum. Arkama döndüm. Annemdi. "Ay korkuttum mu? Ama ben çok seslendim sana. Duymayınca..."
"Sorun değil anneciğim." dedim gülümseyerek. Yüzümü avuçlarımın arasına alıp dudaklarını alnıma bastırdı. "Ne diyecektin?"
"Geç oldu. Hem havada soğuk içeri girsene diyecektim ama," Gözlerindeki imalı bakışlarıyla devam etti. "Sen çok meşgul gibisin."
Utanarak bakışlarımı kaçırdım. Bir yandan gülümsüyordum. Yanımdaki boşluğa oturup "De oğlum göster bana gelinimi. Ne diye giriyorsun ki aramıza?" dediğinde gözlerine baktım. Gülümsedim.
"Peki," diye kabul ettiğimde genişçe gülümsedi. Ama hemen tanışmak için ısrar etmeyeceksin?" dedim, tek kaşımı kaldırarak.
Başını hızlıca sallayıp, "Sen ne zaman istersen. Göster bana kızımı. Merak ediyorum." diye karşılık verdi tatlı bir heyecanla.
İçtenlikle gülümsedim. Hemen kızım diye benimsemesi bile çok özeldi. Benim annem bambaşkaydı. Kollarımın arasına alıp sıkıca sarıldım. Dudaklarım başındaki örtünün üstünden saçlarına dokundu. "Canım annem benim."
Avucunu yanağıma yaslayıp sakallarımı okşadı. "Biricik oğlum." dedikten sonra kollarımın arasından çıkıp, "Hadi göster." dediğinde seslice güldüm.
"Hemen mi?" diye sordum şaşkınca.
"Tabii ki. Ben kaç gündür merak ediyorum biliyor musun? Bir saniye daha sabredemem." Tek kolumu sırtına sarıp diğer elime telefonu aldım. Ekrandaki mesajlara görüldü atmadan fotoğraflara girdim.
Kulaklığı telefondan çıkardığımda bir bildirim daha düştü. Yine ondandı. Ama annem yanımdayken mesajlarımızı açamazdım.
Ekranı aşağı kaydırırken annem elini kaldırıp bir fotoğrafa dokundu. Kadrajda ben, Damla, Çınar ve Azra vardık. Çınar Azra'nın hemen solundaydı. Ben ayakta telefonu tutuyordum. Fotoğrafı çekiyordum. Damla'nın ısrarıyla okulda çekildiğimiz fotoğraf...
"Bu..." diyen annemin sözünü ekrana düşen bir başka mesajı kesmişti.
"Evet, bu." dedim annemi onaylayarak.
"Bu Çınar değil mi?" diye sorduğunda, "Evet, o." diye karşılık verdim.
"Niye yanınızda?" Kaşlarım çatıldı. Neyi sorguluyordu?
"Anne biz küçükken arkadaştık. E Damla'nın da arkadaşı. Damla beni okula ziyarete geldiğinde Azra yanımdaydı. Çınar'da ona selam verdi. Sonra da fotoğraf çekildik işte. Neyi sorguladığını anlamadım?"
"Bir şeyi sorguladığım yok. Sadece hocanın yanında olması yanlış anlaşılır okulda o yüzden gördüğümde elim fotoğrafa gitti." Nefes alıp verdi. "Bir şey daha soracağım." Sessiz kaldığımda devam etti. "Bu kızı daha önce görmüştüm. Buraya kızların yanına gelmişti."
"Hı hı." diye onaylarcasına ses çıkardım.
"Neyse sen bana kızı göster. Başka fotoğrafı yok mu?" Fotoğraftan çıkıp yalnızca onun olduğu bir fotoğrafı açtım. Bir akşam yemeğe çıktığımızda karşımdaki sandalye de oturmuştu. Dayanamayıp fotoğrafını çekmiştim. Çok güzeldi. Ve çok güzel çıkmıştı.
Altın sarısı saç rengi mekânın atmosferiyle daha da güzel çıkmıştı. Bir elini çenesinin altına yaslayıp tebessüm etmişti. Masmavi gözlerinin için gülüyordu adeta.
Annem incelemeyi bırakıp "Çok güzelmiş, maşallah." dediğinde, "Maşallah." demeden edemedim.
Bir bildirim daha düştüğünde "Çok da ısrarcı gibi." dedi gülerek. Bende güldüm. Daha sonra birlikte içeriye girdik. Odama geçerken "İyi geceler." diledik birbirimize.
Yatağa girdikten hemen sonra mesajlara tıkladım.
"Seni çok seviyorum." 12.20
"Sen?" 12.27
"Uyuya mı kaldın?" 12.29
"Neyse benim nöbete dönmem gerek iyi uykular sana." 1.37
Saat biri kırk beş geçiyordu. İyi nöbetler yazıp gönderdim.
*****
YASEMİN YILDIRIM
Hayatın karmaşasında kaybolmuştum. Etrafım çok kalabalıktı. Çok.
Ama içimdeki fırtınayı kimsenin gördüğü yoktu. Hiç kimsenin.
Hiç. Kimsenin.
Fark edilmek için bekliyordum.
Fark edilmek... Ne acınası bir durum.
Fark edildiğinde ne olacak diye sorsalardı; hiçbir şey derdim. Hiçbir şey olmazdı ama kırık dökük olan kalbim, belki bir nebze olsun iyileşirdi. İyileşmezdi.
Ben, bana gelmesini değil beni görmesini bekliyordum. En azından içimdeki acıyı...
En yakınlarım da görmüyordu.
Çok mu güçlü görünüyordum dışarıdan? Ama ne kadar naif bir kalbe sahip olduğumu en iyi o biliyordu.
"Ya Akın izlemeyelim bunu, kapat." diyerek gözyaşlarımı silmeye başlamıştım; hayatın bana getireceklerini bilmeden önce. Yani şimdiki zamandan oldukça önce. On sekiz yıl önce...
Gülüyordu ama bir yandan da yanaklarıma inen yaşları silmeme yardımcı oluyordu. "Bu yaşları o naif kalbine bağlıyorum güzelim. Ama lütfen ne sebepten olursa olsun ağlama. Dayanamıyorum."
Sessiz kalıp iç çekmiştim. Gülerek kollarını belime sarmıştı o da. "Gel buraya." demişti sarılırken. Yüzüm boynuyla bakışırken dudaklarımı tenine bastırmıştım.
"Biliyorsun baban çok sorun çıkartacak." Konunun nasıl oraya geldiğini anlamamıştım. Ben filmdeki ayrılık sahnesinden dolayı ağlamıştım ama o konuyu orada neden oluşumuza çok güzel getirtmişti.
"Ama ben seni asla yalnız bırakmayacağım. Hiçbir güç seni benden götüremez." Dudaklarını saçlarıma bastırmıştı. "Tamam mı?" İç çektiğimde "Ben burada biz diyorum ama sen hâlâ filme ağlıyorsun?" demişti alınmış gibi.
"Ama çok seviyorlardı." demiştim. Neden bahsettiğimi, ne için ağladığımı hemen anlamıştı. Hep anlamıştı zaten. Ta ki onuncu ayın on ikisine kadar. 12 Ekim 2003...
O zamanlar çok zorlanacağımızın ikimizde farkındaydık. Fakat işlerin bu noktayı geleceği aklımın ucundan bile geçmemişti.
Geri çekilmişti. Avuçları yanaklarımı bulduğunda gözlerimin içine bakmıştı. "Benim, seni sevdiğimden çok olamaz." deyip dudaklarıma kapanmıştı.
Hayat demek, o demekti. Yaşam demek, nefes demek, o demekti.
O... Bir zamanlar her şeyim olan adam.
Avuçlarım arasındaki şakaklarımı serbest bırakıp, yüzümü gömdüğüm direksiyondan ayırıp yola bakındım. Yanağıma akan yaşı elimin tersiyle sildim. Derin bir nefes aldıktan sonra sertçe yutkundum.
Kenara çektiğim arabayı yavaşça çalıştırıp sürmeye başladım. Düzce'deydim. Zerda çağırmıştı.
En son buluşmamızın üzerinden oldukça vakit geçmişti. Karnı burnundaydı o zamanlar. Kocaeli'ndeki evlerine döndükleri günün ertesi günü doğuma girmişti. Bebekleri neredeyse üç haftalık olacaktı.
Pazartesiden beri çağırıyordu ama işten fırsat bulup bir türlü ziyaretine gidememiştim. Bugün cumartesiydi. Erkenden çıkıp buraya gelmiştim. Annemin haberi olduğundan aramamıştım.
Arabayı evin önüne park ederken saate takıldı gözüm. 5.35. Hava neredeyse kararmak üzereydi. Kapıyı açıp indim. Üzerimdeki siyah kabanın eteklerini düzelttikten sonra kafamı kaldırdım. Gördüğüm şeyler boğazımın kuruduğunu hissettim. Sertçe yutkundum.
Az ilerideki araba ona aitti. Peki ya onun burada ne işi vardı? Derin bir nefes alıp verdim. Sorun yok, sorun yok.
Daha fazla oyalanmadan eve doğru adımladım. Kapının üzerindeki tokmağı parmaklarımın arasına alıp bıraktım. Kapı güzel bir kadın tarafından açıldığında hemen arkadaki Zerda'yı ellerindeki bebeği görmemle dudaklarımdaki tebessüm büyüdü.
Zerda yanımıza geldiğinde elindeki bebeği kapıyı açan yardımcısına uzatıp bana döndü. Kadın bebeği koridorun sonuna doğru götürüyordu.
"Hoş geldin." dedi Zerda, yüzündeki güzel gülümsemesiyle.
"Hoş buldum." diyerek bana açtığı kollarının arasına girdim. Geri çekildiğimde üzerimdeki kabanı çıkarttım. Zerda'nın bakışları beğeniyle üzerimde gezinirken elimi avuçlarının arasına alıp çevirdiğinde kendi etrafımda bir tur attım.
"Yalnız," dedi gülerek. "Henüz kilolarımı vermemişken bunu başkasında görseydim çok kıskanırdım. Çok güzel olmuşsun."
Tebessüm edip, "Teşekkür ederim." dediğimde hemen karşımızdaki dolap kapağındaki aynadan kendimi süzmeden edemedim.
Mavi renginde mini bir elbise vardı üzerimde. İnce askıları altın sarısıydı. Göğüs dekoltesi oldukça iddialıydı ancak ben her zaman cesurca giyinmeyi severdim. Salık bıraktığım saçlarımı omuzlarımdan arkaya bıraktığımda kulaklarımdaki minik küpeler de görünür vaziyetteydi.
Zerda kabanımı girişteki dolaba asarken bende çantamı orada bir yere bıraktım. Eliyle bana koridoru gösterdiğinde birlikte o tarafa yürüdük. Salon kapısından girmemizle koltuklarda oturan iki adamında bakışları olduğumuz tarafa çevrildi.
Kudret ayağa kalkıp benimle tokalaştığında "Hoş geldin." dedi. Gülümsemeye çalıştım, ne kadar becerebildim bilmiyorum ama elimde olan bir şey değildi. Onu da mı davet etmişlerdi yoksa işini halledip gidecek miydi?
"Hoş buldum." diye mırıldandım.
Bakışlarım, Kudret'in oturduğu koltuğun çaprazındaki berjerde oturan adama çevrildi. Üzerimde gezinen bakışları hızlıca gözlerime tırmandığında âdemelmasının kavislenişine şahit oldum. Sertçe yutkunup bakışlarımı hızlıca kaçırdım.
"Hoş geldin." dedi.
"Sen de." demekle yetindim.
Üçlü koltuğa ilerleyip oturdum. O sırada Kudret de kalktığı yere tekrardan oturdu. "Ben bir Onur'a bakıp hemen geliyorum." diyen Zerda'ya çevirdim bakışlarımı.
Gülümsüyordum. "Ben de gelebilir miyim?" diye sordum.
"Ah, tabii." dedi o da benim gibi gülümseyerek. "Hadi gel." dedi heyecan dolu sesiyle.
Ayağa kalkıp adımlarını takip ettim. Salondan çıktık. Koridorda ilerlerken "Bir görsen o kadar küçük ki." Durdu. Güldü. Söylediği şeye gülmüştü. "Yani ben de... Hemen büyümesini bekleyemeyiz değil mi?"
"Zerda," dediğimde bakışları bana çevrildi. "Ellerimi yıkayıp öyle geleyim."
Mahcupça gülümseyip "Kusura bakma ya." dedi. "Bizimkisi geceleri uyumak bilmiyor gündüzleri de uyanmak... Aklım başımda değil..."
"Yok canım ne kusuru? Yabancı mıyım ben?" dedim.
"Değilsin tabii." Derin bir nefes aldı. "Neyse ben Onur'un odasındayım. İşin bittikten sonra oraya gelirsin." dedi.
"Tamam." Yerini bildiğim lavaboya doğru ilerleyip kapıyı araladım. İçeri girdiğim gibi kapıyı kapattım ve sırtımı kapıya yasladım. Göz kapaklarım gayriihtiyari örtünmüşlerdi.
Başımı kendine gel dercesine ağır ağır iki yana sallarken zihnime düşen görüntüyle çenem titredi. Rüyaydı. Sadece bir rüyayı bu kadar büyütme! Sadece. Bir. Rüya.
Gerçek olmasını dilediğimiz bebeği, ben, rüyamda görmüştüm. En yakın şekilde ama en ulaşılamayacak olanından...
En çok hangi taraf sevmişti bilmiyordum ancak bu normal bir sevgi değildi. Ne onun bana karşı olan sevgisi ne de benim ona karşı olan sevgim...
Biz birdik. Her şeye rağmen, herkese rağmen. Babam, bana hep ondan uzak durmamı söylüyordu. Hep. Bir keresinde sırf bu yüzden elini kaldırmışlığı bile vardı. Belki yüzümü bulmamıştı ancak yeltenmişti buna, geçirmişti aklından. O günden sonra istemeden de olsa soğuktum ona. Çokça da belli ediyordum.
Günlerden bir gün yanıma gelip benimle konuşmaya çalışmıştı. "Özür dilerim," demişti. "Yapmamalıydım ama sen ısrarla onu sevdiğini söylerken aklıma mukayyet olamadım. Suçluyum ama o an kendimde değildim inan. Bir adam için bana karşı çıkacaksan çık, ama inan bana bir gün içindeki sevgi bitecek. Yanında sadece biz olacağız. Pişman olacaksın. Yol yakınken vazgeç."
Bitmiyor, demek isterdim. Günler, aylar hatta yıllar geçti ama ona olan aşkım, ona olan bu sevgim bunca şeye rağmen bitmedi, bitmiyor. Ne kadar çalışsam, çabalasam da bitmiyor. Ona rağmen bitmiyor. Özür dilerim. En çok da kendimden...
Yanaklarımı ıslatan yaşları elimin tersiyle sildikten sonra hızla aynanın karşısına geçtim ve ellerimi yıkadım. Aynadaki aksimle göz göze geldik. Toparlan diye geçirdim içimden. Toparlanmalısın.
Daha fazla kendimi görmeye tahammül edemeyerek hızlıca tuvaletten çıktım. Mavi renkle süslenen kapıyı gördüğümde adımlarımı o tarafa çevirdim. Kapının kolunu aşığı indirdiğimde geniş bir bebek odasıyla karşılaştım. Zerda elindeki bebeği beşiğe bırakıyordu. Beni gördükten sonra elindeki bebekle tekrardan doğruldu ve "Kucağına almak ister misin?" diye sordu.
Bakışlarım bebeğin yüzünde indiğinde başımı ağır ağır salladım. Bana doğru birkaç adım attı ve bebeği kontrollü bir şekilde kollarımın arasına bıraktı.
Uyuyordu. Yüzünü inceledim. Onur. Küçücüktü. Çok güzeldi. Mucize gibi hissettiriyor olmalıydı. Rahatsız olur diye öpmedim ama başparmağımla yanağını okşadım, sevdim.
Tıklatılan kapıyla birlikte içeri giren beyaz önlüklü kadın konuşmaya başladı: "Zerda Hanım yemek hazır."
"Tamam canım geliyoruz birazdan."
Onur'la kısa bir süre vakit geçirdikten sonra Zerda'yla odadan çıkıp salona geçmiştik. Hep beraber yemek masasına geçmiştik ancak hemen karşımda oturan adam yüzünden doğru dürüst hiçbir şey yiyememiştim.
Zerda, "Yasemin," dediğinde tabağıma diktiğim bakışlarımı ağır ağır kaldırıp kendisine çevirdim. "Beğenmedin mi yemekleri? İstediğin bir şey varsa söyle hazırlatayım hemen?"
Başımı iki yana salladım. "Hiç gerek yok." dedim mahcupça. "Beğenmediğimden değil. Kahvaltıyı biraz fazla kaçırmışım da o yüzden." dedim, sağ elimin avucunu karnıma yaslarken.
"Kaçırdın?" dedi bir an şaşkınca. Tepkisine anlam veremedim. "Ah canım vurma kanayan yerimden. Baksana ne kadar güzel fiziğin. Sen böyle diyorsan benim hiç yememem gerek."
Hafifçe gülümsemeye çalıştım. Kudret bir elini karısının yüzüne doğru uzatıp yanağını okşadı. "Hiç de bile" dedi gülümseyerek. "Ben karımın her halini seviyorum."
"Sevme de göreyim." dediğinde, Kudret seslice güldü.
Bakışlarım istemsizce yanında oturan adama çevrildi. Bende değildi bakışları ama yine de bakışlarımı üzerinde uzunca tutamadım.
Çatala batırdığım yemeği dudaklarımın arasına aldığımda yavaşça çiğnemeye başladım. "Yasemin bir şey soracağım ama haddim değilse cevaplamak zorunda değilsin." diyen Zerda'ya bakışlarımı tekrardan çevirdim.
Ağzımın dolu olmasından dolayı yalnızca başımı salladım. Dinliyorum der gibi.
"Hayatında biri var mı?"
Öylece bakakaldım. Ağzımdaki yemeği olması gerektiğinden daha uzun bir süre çiğnedim. Daha sonra sertçe yuttum. "Yok," dedim kısaca ve bakışlarımı odanın içinde gezdirdim, yüzündeki ifadeyi görebilmek için. Bakışları tabağındaydı. Yüzünde hiçbir ifade yoktu. Yalnızca tabağıyla ilgileniyordu.
"Ama," diye ekledim. Yutkundum. Bakışlarını tabağından çekip gözlerime dikti. Devamını duymak ister gibi bakıyordu. "Kapalı değilim. Yani karşıma adam gibi seven biri çıkarsa denemek isterim." Dudaklarının kenarı hafifçe gerildiğinde o alaylı gülüşünden nefret ettim. Keşke ondan da edebilsem.
Bakışlarımı Zerda'ya çevirdim. "Maalesef ki öyle biri de yok." Kudret'e baktım. Gülümsemeye çalıştım. "Bu konuda oldukça şanslısın."
Zerda bakışlarını sevdiği adama çevirdiğinde huzurla gülümsedi. "Hem de çok." dedi şükreder gibi.
Açılan konu açılışının hızında kapanmıştı da. Yemekten sonra Zerda soğuk havaya rağmen deniz kenarındaki masaya davet ettiğinde direkt kabul etmiştim çünkü içerisi oldukça sıcaklaşmıştı.
Üzerimize aldığımız şallarla birlikte yaklaşık yarım saattir deniz kenarındaki masadaydık. Yudum yudum içtiğimiz şarapla beraber koyu bir sohbetin içindeydik. Zerda emzirdiğinden alkol yerine meyve suyu içiyordu.
Oldukça yavaş ve az içtiğimden dolayı henüz çakırkeyif bile değildim. Diğerleri de aynı şekildeydi.
Az önce Zerda'nın ricasıyla içeri giden Kudret elindeki hoparlörle döndüğünde Zerda'ya uzattı ve hemen yanındaki boşluğa oturdu. Zerda telefonunu hoparlöre bağladığında Kudret ve Zerda ayağa kalkıp dans etmeye başlamışlardı bile.
Oldukça hareketli bir müzikti ancak Zerda'nın dikişlerinden dolayı çok da hareketli değillerdi. Hareketli parça bitmişti ancak Youtube diğer şarkıya geçtiğinde sırtımı oturduğum sandalyeye yaslayıp bakışlarımı dans eden çiftten ayırıp denize çevirdim.
Kulaklarıma dolan tanıdık müziği işitmemle bir öylece kalakaldım. Ve bugün çıkamadığım o anıya tekrar döndüm. Aşkla dolu bir an...
"Benim, seni sevdiğimden çok olamaz." dedikten sonra onu delicesine öpmüştüm. Daha sonra Akın ayağa kalkıp radyoyu açmıştı. Kader miydi, tesadüf müydü anlamamıştım ama radyoda çalmaya başlayan şarkıyla ayaklarım beni ona doğru götürmüştü. Sıkıca sarılarak dans etmeye başlamıştık. Bu şarkı bizim şarkımızdı. 'Bizimkisi bir aşk hikâyesi'ydi...
Dans ederken sarılmayı sevmezdi. Geriye çekilmişti yine her zamanki gibi. Yanağımı avuçlarının arasına alıp "Bir kızımız olsun, tıpkı senin gibi." demişti.
"Hayır," diye karşı çıkmıştım. "Erkek isterim ben."
"O niyeymiş?" diye sormuştu gülümsemesi dudaklarında asılıyken.
"Çünkü tıpkı senin gibi merhametli bir erkek çocuk olsun isterim." demiştim gözlerinin içine bakarak.
"O da olur güzelim." demişti o da.
"Ama iki çok fazla." dediğimde seslice gülmüştü.
"Öyleyse," demişti dudaklarını alnıma bastırmadan önce. "Senin gibi güzel, benim gibi de merhametli bir kız çocuğu olsa, çok, çok güzel olmaz mı?
"Hem de çok..." dediğimde diğer yanağımı da avucuyla sarmıştı ve alnını alnıma yaslamıştı. Derin bir nefes almıştı. Varlığıma şükreder gibi.
"Akın," demiştim fısıltılı bir sesle. Dudaklarını dudaklarıma bastırdığında devamını da getirmemiştim. Karşılık vermiştim. Her zaman ki gibi... Avuçlarım sakallarına karıştığında dillerimiz kavuşmuştu. Onu böyle öpmek nefes alıyormuş gibi hissettiriyordu. Hep daha fazlasını isterdim, dile de getirirdim çoğu zaman ama o hep zamanı geldiğinde en güzel şekilde olsun istiyorum, derdi.
O gün de o öpüşmenin ardından soluklanmak için hafifçe geri çekildiğimde ona, "O kız çocuğunu şimdi mi yapacağız?" diye sormuştum nefes nefeseyken. Akın bu söylediğime öyle içten gülmüştü ki onu daha çok öpmek istemiştim.
"Yalnızca bir hafta kaldı." demişti. Yanağımı okşarken solukları tenime çarpıyordu. Bu hissi çok seviyordum o zamanlar. "Bir hafta sonra," Gözlerini kapatıp derin bir nefes almıştı. "Bana istediğin her şeyi yapabilirsin."
"Yarın kıysak imam nikâhını? Bir hafta sonra resmi nikâhı kıyacağız zaten." demiştim ve o yine o şekilde gülmüştü.
Gülerek, "O günün yaklaşıyor olmasından bir an korkmadım değil." dediğinde yumruğumu omuzuna vurup hızlıca ondan uzaklaşmıştım. "Şaka yaptım, gel buraya." dediğinde beni kollarının arasına almıştı bile çoktan. Dudakları saçlarımın arasında dolaşırken "Resmi nikâhtan bir gün önceye ayarlayabildim maalesef."
Omzuma değen bir elle daldığım andan sıyrılıp bakışlarımı omuzlarıma çevirdiğimde o elin sahibi tanıdıktı. Bakışlarımı yüzüne tırmandırdığımda gözlerine baktım. Gözleri hafifçe kısıldı. Bakışlarım nasıldı bilmiyorum ama hiç de iyi olmadığını gözlerindeki ifadeden anlamıştım.
"Bir sorun mu var?" diye sorduğunda güldüm. Alaylı bir gülüştü. Yanağımdaki ıslaklığı hissettiğimde hızlıca silip bakışlarımı tekrardan denize çevirdim. Sırtım ona dönüktü.
"Ne düşüyorsun?" diye sordu saf bir merakla. Normalde olsa alaya alıp gülerdim ama oldukça merak doluydu.
"Ölümü." diyerek tekrardan ona çevirdim bakışlarımı. Arkadaki müzik bir zamanlar ikimizindi. Bizim. Biz diye bir şey yok.
Kaşları çatıldı. "Ö-ölüm mü?"
Başımı salladım. "Ölümü." diye onayladım. "Keşke o gün ben ölseydim." Öylece baktı. Yanağıma sıcacık bir damla yaş aktı ancak silmedim. Silmeye üşendim çünkü birkaç saniye içinde yerine yenilerinin alacağını biliyordum. Bakışları yanağıma akan yaşları takip etti.
"Annemler başta çok üzülürlerdi evet, ama sonra alışırlardı yokluğuma. Çınar da küçük olduğu için hatırlamazdı bile." Bakışları gözlerimle birleşti. "Sen de şu an olduğu gibi yine unuturdun zaten." Kalbim acıyla sıkıştı. Bir an nefes alamıyormuş gibi hissettim.
Gözlerimin doluluğundan bulanık görüyordum masmavi gözlerini. Çenem titredi, sertçe yutkundum.
"En azından kendi hatamızın bedelini birimizden biri öderdi. En yakınlarımız değil." diye eklediğimde, "Saçmalama." diye karşılık verdi hemen.
"Niye ki? Böyle olsun istemez miydin? Annen yanında olsun istemez miydin?" diye sordum titreyen sesimle.
"Sen iyice saçmalamaya başladın. Bu konuşma da..." diyerek yüzünü aksi yönüme çevirdi. Bir saniye bile beklemeden parmaklarımı yüzüne doğru uzattım. "Kaçma." dedim ve parmaklarımı çenesine sarıp kendime çevirdim.
"İster miydin?" diye sordum. O kadar merak ediyordum ki cevabını...
Çenesine değen parmaklarımı tutup uzaklaştırdı. Daha sonra üzerime doğru hafifçe eğildi ve "İsterdim." dedi ağız dolusu.
Verdiği cevapla dudaklarım hayal kırıklığıyla aralandı. Uzun zamandır kalbime sapladığı bıçağı çevirdi. Çevirdi, çevirdi ve orada kocaman bir oyuk açtı.
"Ama bu şekilde değil." diye devam etti. Derin bir nefes aldım. Sertçe yutkundu ve "Annem," dediğinde sesi çatallıydı. Devam etmeye zorlanıyor gibiydi. "Annem yanımda olsun isterdim." Gözlerimin içine baktı. Gözleri ıslaktı. "Çok isterdim."
Sözlerini tamamlayıp tamamlamaz hemen önündeki kadehi başına dikti. O andan sonra gece boyu ne bakışları üstüme değdi ne de hiçbir sohbete katıldı. Yalnızca içmişti. Zerda ve Kudret ondaki bir anlık değişikliliğin farkına varmışlardı ancak tek kelime etmemişlerdi.
Gecenin sonunda orada kalmamız için ısrar etmişlerdi ancak yine kabul etmemiştim.
Körkütük sarhoştu. Önünü bile gördüğünden şüpheliydim. Kudret'in yardımıyla onu, benim arabama bindirmiştik. Onun arabasına binmezdim ancak Kudret ve Zerda'nın gözlerinin önünde -yolumuzun sonu aynı yere vardığından- onu öylece bırakıp yoluma bakamamıştım.
Yola çıktığımızda saat biri elli geçiyordu. Bir saatin sonunda Kocaeli'nden İstanbul'a giriş yaptığımda arabayı sağa çekmiştim. Tuzla'daydık ve o, arabaya bindiğinden beri gözlerini bir kez bile aralamamıştı. Sabaha kadar uyanacağını da zannetmiyordum. Onu bu şekilde eve götüremezdim. Zaten ben de çok yorgundum. Daha fazla uykusuz kalamazdım. Gözlerim ha kapandı ha kapanacak gibiydi.
Kapıları kilitleyip başımı arkaya atıp koltuğun başlığına yasladım. Gözlerim yavaşça kapandı. Derin bir nefes aldım. O hemen sağımda uyurken nasıl olacaktı da uyumayı başaracaktım hiçbir fikrim yoktu.
Başımı sağa doğru yatırıp merakla gözlerimi araladım. Oradaydı; bir kol mesafesi uzaklıkta...
Sertçe yutkunup yüzünün her kıvrımını izledim. On dakika boyunca gözlerimi bile kırpmadan baktım.
"Ne yapacağım ben?" diye aralandı dudaklarım. "Nasıl atacağım seni kalbimden? Mümkün mü böyle bir şey?" diye devam ettim dudaklarımı bükerek. Ağlamak istemiyordum.
Elim gayriihtiyari havalandı ve ona doğru uzandı. İşaret parmağım tersini ürkekçe altın sarısı sakallarına değdirdim. Bu ellerimi ateşe uzatmışım gibi hissettirdi ancak aksine teni buz gibiydi.
Zihnim o kadar karışıktı ki klimayı bile açmayı unutmuştum. Parmaklarımı hızla geri çekip doğruldum. Klimayı ayarlayıp sırtımı tekrardan koltuğa yasladım.
Beş dakika içinde aracın içi sıcacık olduğunda iki parmağımın tersiyle yanağına, alnına dokundum. İyi gibiydi. Zaten üşütmemişti ama az daha o şekilde dursaydık ikimizde yüksek ihtimal hastanelik olurduk. Ellerimi geri çektiğimde kollarımı vücuduma sardım. Dizlerimi karnıma doğru çektim ve yüzümü ona doğru olacak şekilde şakaklarımı koltuğa yasladım.
İzledim. Nefes aldım ve onu izledim. Belki bunu yaparak kendime kötülük ettim ama o an içimden yalnızca bu geçti.
*****
Vücudumu esnetirken gözlerim yavaşça aralandı. Kısık tuttuğum göz kapaklarım ağır ağır aralanırken hafifçe yerimde kıpırdandım.
Bakışlarım -yeni uyanmış olmanın verdiği sebeple olsa gerek- sorguyla etrafta gezindi ve o an havanın aydınlandığını gördüm. Bileğimi göz hizama getirerek saate baktım. 8.57. Çüş.
Yaklaşık beş saattir uyuyordum. Annem nerede kaldığımı soracaktı bu saate kadar. Bu gece eve döneceğimi biliyordu. Geçen sefer ki gibi tekerlek patladı desem de bu sefer inanmazdı.
Hemen yanımda uyuyan adama baktım. Bir şey eksikti üzerinde. Bakışlarım hızlıca üzerime çevrildi. Bir ara uyanmış ve kabanını çıkartıp üzerime bırakmıştı. Çünkü bu kabanın başka türlü üzerime örtülmesi mümkün değildi. Oysaki arabanın içi çok sıcaktı.
Yanımdaki adama baktım tereddütle. Bakışlarım hâlâ üzerindeyken kucağımda biriken kabanın omuzlarından tutarak omuzlarıma çıkardım. Kokusu daha da yakındaydı şimdi. Bakışlarımı onun üzerinden çekerek hemen burnumun dibinde olan kabana çevirdim. Onca yılın boyunca değişmeyen tek şey kokusuydu. Yasemin.
Bütün hayatını değiştirmişken yıllarca önce kullandığı parfümü mü kullanıyordu bilmiyordum ama aynı kokuyordu. Belki de ben öyle olmasını istediğimden öyle hayal ediyordum.
Gözlerim istemsizce kapanırken yanağıma akan yaşla sertçe yutkundum. Derin bir nefes aldım. İçim onunla dolarken bir yerlerden gelen ses kalbimi acıttı. Yanımdaydı ama kabanını kokluyordum. Ne acı.
Boşta kalan elim yumruk olmuştu. Dudaklarımı yakasına bastırdım. Boğazımdan kaçan hıçkırıkla ağzımı kabanıyla örttüm. Gözlerim aralandı, yanağıma akan sıcak yaşlarla omuzlarım hafifçe sarsıldı.
Bakışlarım onun olduğu tarafa çevrildi. Kalakaldım. Ve içimdeki acı kat be kat arttı. Uyanmıştı, doğrudan bana bakıyordu. Onunla göz göze geldiğimizde kabanıyla örttüğüm dudaklarım yüzünden yalnızca gözlerimi görüyordu. Gözlerim ıslaktı.
Uzun bir süre gözlerime baktı. En sonunda nefes alamadığımı hissederek kabanını bırakıp kilit düğmesine bastım ve kapıyı hızlıca açarak indim.
Boş yolda birkaç adım atarken kapının açılıp kapandığına dair bir ses duydum ve birkaç saniye içinde dirseklerimi saran parmaklarıyla beni, kendine çevirdi.
Yüzüne bakmaya fırsatım bile olmadan kollarını belime sararak sıkıca sarıldı. Ellerim şaşkınlıkla havada asılı kalırken yüzünü boynumda hissettim. Beklemediğim hareketi karşısında ne diyeceğimi bilemediğim ancak o "Ağlama," diye fısıldadı. Sanki bunu bekliyormuşum gibi tekrardan ağlamaya başladım.
Havadaki avuçlarım ensesine yerleşirken sesli bir şekilde ağladım. Okşadım. Derin bir nefes aldım. Bu sefer onu kokladım, ona ait bir şeyi değil. Bu biraz bile olsa iyi gelmişti ancak gözyaşlarımı dindirmeye yetmemişti.
Dudaklarımı boynuna bastırdım. "Ağlama," dedi acı çekiyormuş gibi. Durduramayacağını anladığında başını geriye doğru iterek yüz yüze getirdi bizi. Ellerim boynunda, elleri belimdeydi. Gözleri gözlerime değdi, dayanamadım. Zaten bu kadar yanımdayken istesem de dayanamazdım ki.
Dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Bir yandan ağlarken diğer yandan sertçe onu öpmeye başlamıştım. Ensesindeki elimi boynuna sararken diğerini kaydırarak yanağına yasladım.
Dudaklarımızın arasına sızan sıvı gözyaşlarımdı. Dudaklarını oynatıyordu ancak ben o kadar aceleciydim ki ona fırsat tanımıyordum. Özlemiştim. Çok özlemiştim. Ağlamamdan ötürü nefeslerim daha sıklaştığında dudaklarımı dudaklarından ayırmadan durdum. Alıp verdiğimiz nefesler birbirine karışarak tekrar dudaklarımıza çarpıyordu.
"Çok üzülüyorum." diye mırıldandım kısık bir sesle. Dudaklarımız hâlâ temas ettiğinden konuşurken birbirine sürtündü. Gözlerimi araladım. Göz göz geldik. Masmavi gözlerine baktım, ıslaktı. "Hiçbirini hak etmedik." Sesim zar zor çıkıyordu. "Hiç. Birini."
Dudaklarımızın arasındaki teması keserek başımı aşağı indirdim. Hem yüzündeki elimi hem de boynumdaki elimi indirdim. Ancak onun elleri hâlâ belimdeydi. Kaşlarımın arasındaki bir noktada hissettiğim nefesi hâlâ ondan uzaklaşmadığımın kanıtıydı. Hâlâ çok yakındık. Çok. Bu hem çok iyi hissettiriyordu hem de çok kötü.
"Biliyorum." dedi. Yüzümü bir anda kaldırdığımda burnum burnuna çarpmıştı. Bu kabullenişi asla beklemiyordum. Gözlerim gözleriyle birleştiğinde "Bu hikâyenin en masumu sensin." dedi ve boğazıma kocaman bir yumru oturdu. "Farkındayım. Ancak aklıma söz geçiremiyorum. Gerçeklerle değil sonuçlarla ilgileniyorum. Bu bir itiraf değil çünkü tek gerçek bu. Bilemezdin. Böyle olacağını bilemezdin."
Sözünü bitirir bitirmez "Sen de." diye ekledim. "Sen de bilemezdin ki."
"Bilmem gerekiyordu. Gizli gizli böyle bir şeye alet etmemem gerekiyordu seni. Benim suçum. Hepsi." Bugün çok farklıydı. Biliyorum yarın yine aynı adam olacaktı ancak bugünkü düşünceleri gerçekti. Kalbendi. "Ama olamayız." En çok da bu gerçeğin farkında olmak acıtıyordu ya...
Gözlerim tekrardan dolarken sertçe yutkundum. Belimdeki bir elini yanağıma yasladı ve bakışları dudaklarıma indi. "O kadar pişmanım ki." dediğinde bakışlarım donuklaştı. Yine mi başlıyorduk? "Onca fırsatım varken sana dokunmadığıma o kadar pişmanım ki." diye devam ettiğinde nefesim kesildi. Karnım içe doğru çekildi.
Başparmağını dudaklarıma sürte sürte okşadı. Ardından bakışlarını gözlerime çıkardı ve gözlerimin içine bakarak "O zamanlar yalnızca bununla yetindiğim için o kadar pişmanım ki." dedi açık açık.
Bakışlarımı kaçırarak sertçe yutkundum. "Gözlerime bak." dedi. Gözlerine baktım titreye titreye.
"O zamanlar için pişman olduğum şeye şimdi o kadar ihtiyacım var ki." Kalbime kastı vardı. Bakışları dudaklarıma indi tekrardan. Uzun bir süre baktı. Ardından sertçe yutkunarak gözlerime çıkardı gözlerini. "Ama yapamam." Biliyordum. Bu kadarını bile beklemiyordum ki zaten. Daha fazlası; daha fazlasını istememe sebep olacaktı. Böylesi daha iyiydi. "Yapmamalıyız."
Başımı sallayarak karşılık verdim. "Biliyorum. Yalnızca içimde biriktirdiğim için duygu boşalması yaşadım. Kusura bakma." diyerek bir elimi belimdeki eline, diğerini ise yanaklarımdaki elin bileğine sardım. Ellerini kendimden uzaklaştırırken bir adım geriye gidere aramıza mesafe koydum. "Gidelim." dedim yalnızca.
Ve arabaya doğru yürüyüp yolcu koltuğuna oturdum. Çok geçmeden oda kendi yerine geçtiğinde arabayı sürmeye başlamıştım. İstanbul'daydık ancak karşı tarafta olduğumuzdan eve bir saatlik mesafe vardı.
Siteye girmeden onu bir köşede indirip yoluma devam etmiştim. Eve beraber döndüğümüzü gören olmasın diye o inmişti. O inmeseydi, mecburen ben indirecektim onu.
Eve geldiğimde salon boştu. Direkt odama geçip duş almıştım. Annemle karşılaştığımızda ise beklediğim gibi sorguya tutulmuştum. Hesap veren biri değildim ancak annem Adalılar buraya taşındıklarından beri her gittiğim yeri öğrenmek istiyordu. Bende suçluluk duygusuyla her seferinde açıklıyordum.
...
-22.05.2025-
Bölüm hakkındaki yorumlarınız neler?
Azra ve Çınar?
Kerim ve Damla?
Akın ve Yasemin?
Bir sonraki bölüme canlar...
-Senem
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.93k Okunma |
227 Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |