21. Bölüm

20. Bölüm: "Çığlık."

Senem Evren
senemeevren

Keyifli okumalar!

Lütfen oy vermeyi, pasajlara yorum yapmayı ihmal etmeyin.

 

Emre Aydın - Beni Vurup Yerde Bırakma
Bengü - Gelen Seni Soruyor
Model - Değmesin Ellerimiz


...

AZRA ADALI

 

Hayatım boyunca erkeklerle aramda hep bir adım mesafe vardı. O adımı aşmayı deneyenler olmuştu ancak ben hep geri çevirmiştim. Bu; bazen güvensizliktendi, bazense hissizlikten.

Zaten çok çabuk alışan bir insan değildim, zamanla aşmış olsamda çekingendim bir zamanlar. Yanımda olmak isteyen erkeklerden hep uzaklaşırdım.

Zamanım yok diyerek hep bu şekilde kandırmıştım kendimi.

Sonra bir şey olmuştu. Çok büyük bir şey..

Biri gelmişti. Yine olumsuz cevaplamıştım kim olduğuna bakmadan. Vazgeçer diye düşünmüştüm. Hiç de düşündüğüm gibi olmamıştı. O ısrarla kendini anlatmıştı bana. Israrla gelmişti.

Sonra onu dinlemeye, kapılmaya başlamıştım. Hayatım bir anda bambaşka bir yöne evrilmişti. Hiç hissetmediğim duyguları hissetmiştim. Sevmiştim. Sevilmiştim. Sevilmemişim aslında, hiç sevilmemişim. Sonra terk edilmiştim. Çok sevmiştim. Dayanamamıştım. Üzülmüştüm, çok üzülmüştüm. Pes etmemiştim. Savaşmıştım. O kadar çok sevmiştim ki şuursuzca hep gitmiştim.

En büyük hatayı yaparak aşık olmuştum.

Aşk nedir ki? Bir bakışa tutulmak, bir gülüşü sevmek miydi?

Hayır, olamaz. Beni her geri çevirdiğinde, dudaklarından dökülenlerin aksine, hep kal der gibi bakıyordu. Ben de buna güvenerek gitmiştim ya hep.

Ama hiçbir şey sandığım gibi değildi. O hiçbir zaman bana âşık olmamıştı ki. Hiçbir zaman sevmemişti.

Her şey bir yalandan ibaretti. Koca bir yalandan... O çok iyi bir oyuncuydu.

Bakışlarında gördüğüm şeyler de bana karşı mahcup olmasından sebep olsa gerekti.

Anlamadığım tek şey neden ben? Tamam, bir oyun kurbanıydım ama neden ben? Neden bu kadar şanssızdım. İlk güvendiğim kişi neden bir yalandan ibaretti? Ben bunları hak etmemiştim. Hiç hak etmemiştim.

Bunca şeye rağmen ağrıyan kalbimi göğsümden söküp atmak istiyordum. Bu kadar yüzsüz müsün diye sormuştum dün gece gözlerime. Bunca şeye rağmen nasıl akıtıyordu o yaşları?

Peki o? Dün gece onu kovmama rağmen bugün hâlâ hangi yüzle çıkıyordu karşıma? Ondan uzaklaşmak, kafamı dinlemek için bulunduğu yeri terk ettiğim hâlde nasıl bitiyordu dibimde? Nesini anlamıyordu? Dinlemek istemiyordum, bu kadar basitti. Her şey ortadaydı.

Uçağa binmiştim. Kapıdan dönersem yanlış anlaşılırdı. Hemen yanımdaki Ceyda'nın yanında oturmuştu o da. Aslında Ceyda'nın yeri şu an oturduğum koltuktu ancak ben onunla yan yana oturmayı aklından bile geçirmemiştim ve cam kenarını sevdiğimi söylemiştim. Ceyda'da yerini bana vermişti. Yerleşmeden cam kenarına geçmiştim hemen. Öfke nöbeti geçirmeme çok az kalmıştı.

Kulağımdaki müzik bir diğerine geçiş yaparken kolumda hissettiğim naif bir elle gözlerimi araladım. "İnişe geçiyoruz, kemerini bağla." dedi Ceyda.

Anladım dercesine başımı hafifçe sallayıp kulaklarımdaki kulaklığı çıkarttım. İniş gerçekleştikten sonra otobüse binerek otele gelmiştik. Bof Hotel Uludağ'dı otelin adı. Daha önce gelmemiştim ama Ceyda'nın internetten bakıp gösterdiği kadarıyla güzel bir yere benziyordu.

Otele giriş yaptıktan sonra herkese odaları gösterilmişti. Bir saat sonra aşağıda buluşacaktık. Nazan Hoca öyle demişti. Bütün öğrenciler aynı kattaydı. En güzel haberse Nazan Hoca'yla onun üst katımızda kalacak olmasıydı.

Yalnızca hava alanındayken gelmiştim göz göze onunla. Sonrasında bana baktığını hissetsem bile asla dönüp bakmamıştım.

Aynadaki aksime bakarken kapım tıklatıldı. Kapıya doğru ilerleyip "Kim o?" diye sordum.

"Benim canım, Ceyda."

Derin bir nefes alıp kapıyı açtım. "Hazır mısın?" diye sordu bakışlarını üzerimde tutarken.

Başını sallayarak "Hazırım, çantamı alayım, inelim." dediğimde yatağın üzerinde bıraktığım çantamı alıp kapıda bekleyen Ceyda'nın yanına döndüm.

Koridorun sonundaki asansörü çağırıp gelmesini bekledik. Kısa bir süre içinde açılan kapıdan kabine girerken karşılaştığım yüzle adımlarım duraksadı. Yerde olan bakışları kapıya çevrildi ve göz göze geldik. Şaşırdı. Sertçe yutkundum.

Kapıda normalin üstünde bir süre durduğumdan hemen arkamda duran Ceyda "Niye durdun? Bir şey mi oldu?" diye sordu.

Sesiyle kendime geldim ve hızla bakışları çekip arkama döndüm. "Yok," dedim, çatallı sesimle. "Telefonum oda da kaldı da onu hatırladım birden. Sen bin, ben alıp sonrakiyle gelirim."

Asansörden uzaklaşıp odamın önüne gelene kadar sık sık nefes alıp veriyordum. Ben ondan kaçmışken o tam da burnumun dibinde bitmişti. Kartı taktım. Öldürmek istiyordum onu! Kapı açıldı.

Ne yalanlarını dinlemek istiyordum ne de özrünü... Yalnızca uzak dursun istiyordum.

Açılan kapıdan içeri girmemle ardımdan birinin girmesi bir oldu. Ben daha ne olduğunu anlayamadan kollarımdan tutulup kapanan kapıya yaslatıldığımda "N'apıyorsun?!" diye bağırdım.

Tırnaklarımı avuçlarıma bastırarak ellerimi yumruk yaptım. Dişlerimi o kadar sert bastırmıştım ki birbirine neredeyse kırılacaklardı. Gözlerim de sımsıkıydı.

Çünkü biliyordum, o'ydu. Kokusu hâlâ tanıdıktı.

"Bakmayacak mısın?" diye sordu.

Gözlerimi öfkeyle araladım. "Baksaydım bakardım zaten. Buraya kadar gelmene gerek yoktu. Sana seni dinlemek istemediğimi söyledim." Acımasızdım, evet ama onu yaptıklarının yanında hiçti.

Üzerime doğru eğilerek "Yapma böyle." dedi kısık bir sesle.

Gözlerinin içine bakıp, "Sana her şey müstahak." dedim ağır ağır. Kollarımdaki ellerini iterek onu kendimden uzaklaştırdım. Daha sonra odanın içine doğru ilerledim. "Git," dedim sertçe. "Bir daha da sakın odama gelmeye cesaret etme."

Arkam dönük olduğundan nasıl baktı göremedim ancak birkaç saniye sonra çarpıp çıktığı kapıdan anladığım sakin olmadığıydı. Belki de şu an da bir oyundan ibaretti. Sonuçta o çok iyi bir oyuncuydu.

Kısa bir süre bekledikten sonra odamdan çıkıp aşağı indim. Bizim için ayrılan bir alandı. Geniş bir yerdi. Kalabalıktık.

Arkadaşlarımın arasına karıştığımda Ceyda'nın yanındaki boşluğa oturdum. Birkaç dakika sonra Nazan Hoca, o ve yanlarından biri erkek diğeri kadın olmak üzere iki kişiyle birlikte içeri girdiklerinde yanımıza geldiler. Tanışma faslı bittiğinde yanlarındaki kişilerin buradaki geçireceğimiz vakitle ilgileneceğini anlamıştım. Rehberlik edeceklerde bize. Bir yarışmamız vardı. Dans yarışmasıydı.

Grupta sekiz erkek vardır ancak üç kişi dansla alakalarının olmadığını söyleyerek geri çekilmişlerdi. Sıra bize geldiğinde Ceyda bana bakıp katılalım mı sorar gibi bakmıştı. Onun bu halleri beni çok güldürüyordu. Resmen hayır diyemediğim insanlardan biri olmuştu.

Başımı salladığımda ellerimizi kaldırdık. Kafamı dağıtmak için buradaydım ve buna o ne yaparsa yapsın asla engel olamayacaktı. Görmezlikten gelecektim.

Başımı kaldırdığımda göz göze geldik. Daha sonra onun bakışları havada tuttuğum elime kaydı. Yumruk yaptığı ellerinden anladığım kadarıyla bundan memnun olmamıştı. Umurumda bile değildi.

Ben ve Ceyda dâhil altı kişi kaldırmıştı elini. Sayıca fazla olduğumuzdan kura çekilecekti. Bir kadın elindeki üç torbayla yanımıza gelmişti. İki torbanın içinde sayılar diğerindeyse dans çeşitleri vardı. İstediğimiz dansı yapamayacaktık. Ancak pazar gününe kadar eğitimlerimizi tamamlayıp pazar günü yarışmaya katılacaktık. Zamanımız vardı.

Bize uzatılan torbadan herkes birer kâğıt seçtikten sonra aynı işlem erkeklere de yapıldı. Hemen yanımda oturan Ceyda'dan yükselen "Yes be." sesiyle birlikte ben de kağıdı açtım.

6.

Yarışmaya katılamayacaktım demekti bu. Çok üzülmemiştim ancak onun inadına da olsa katılmayı çok istemiştim. Herkes kağıdını açtıktan sonra Nazan Hoca eşleşenlerin yan yana geçmesi gerektiğini söyledi.

Ceyda kağıdıma bakıp "Altı mı? Ya keşke sende katılsaydın." dedi mutsuz bir sesle.

"Yapacak bir şey yok." dediğimde omuzlarım kaldırıp indirdim. Bakışlarımı etrafta gezdirdiğimde boşta kalan tek kişiyi gördüm. "Neyse sen partnerini bekletme."

Ceyda daha fazla oyalanmadan kalkıp adının Caner olarak hatırladığım partnerinin yanına geçti. Tokalaştıklarında Nazan Hoca'nın bana seslendiğini işittim.

"Buyurun hocam." diyerek ona döndüm.

Bakışlarını üzerimde tutarak "Sanırım yarışmaya katılamayacak isim sensin. Dilersen arkadaşlarına tekrardan bir soralım belki katılmak isterler?" diye sorduğunda, "Zorlamak istemem." diye karşılık verdim kısaca.

Gülümseyerek arkadaşlarıma döndüğünde "Hâlâ aynı fikirde misiniz çocuklar?" diye sordu.

Deniz "Çok isterdim Azra'ya eşlik etmeyi ama gerçekten asla beceremiyorum. Sahnede ikimize de hiç istemediğimiz şeyler yaşatırım." dediğinde herkes güldü. "O yüzden en iyisi katılmamak."

"Hafız'cığım sen?" diye sordu Nazan Hoca. İyi bir eğitmendi ancak her şeyden öte iyi bir insandı. Çok katılmak istememe rağmen sırf elimi kaldırdığım için o şekilde geri oturmamı istemiyordu.

Hafız üzerine alınmadı bile başını iki yana sallayarak "Kusura bakma." dedi bana bakarak. Sorun yok dercesine gülümsedim.

Nazan Hoca son olarak Mete'ye döndüğünde, Mete onun ne diyeceğini bildiğinden "Hocam bana hiç hiç bakmayın valla. Tatilimi dans için mahvedemem." diye konuştu hemen. Onun bu sözlerini yarışmaya katılmayanların başlarını sallamasına, katılanların da gülmesine sebep olmuştu.

Nazan Hoca tekrardan bana döndü. "Sorun değil hocam." dediğimde, "Nazan Hoca'm," diye bir ses kesti sözümü. O'ydu.

Nazan Hoca ona döndüğünde "Eğer sizin içinde uygunsa eşlik etmek isterim." diye devam etti.

Dudaklarım aralandı, gözlerim kısıldı. Ne demişti o? Bunca insanın içinde ne demişti? Yanlış duymuş olmalıydım yoksa...

Şaşkın bakışların üzerimizde toplandığını hissediyordum.

"Yani ben yalnız hissetmesin..." diye kendini açıklamaya çalıştığında kes sesini diye haykırmak istedim yüzüne. Her şeyi geçtim bu kadar insanın içinde nasıl yapardı bunu? Hiç yoktan her hareketimiz artık gözlerine batacaktı. En ufağı bile.

Tam ağzımı açıp gerek yok diyecektim ki Nazan Hoca'nın "İyi düşünmüşsün, aklıma gelmemişti hiç. Azra'da onaylarsa olur tabii."

Bütün bakışlar üzerimde birleştiğinde ne diyeceğimi bilemeyerek sertçe yutkundum. Hayır dersem ne düşünürlerdi? Kimsenin ne düşündüğü umurumda değildi ancak bu normal bir durum değildi. Karşımdaki bir zamanlar sevgilim olan -benim öyle zannettiğim- öğretmenimdi. Bu duyulursa neler yaşanacağını tahmin bile edemiyorum.

Bakışlarımı bakışlarıyla birleştirdim. Bakışlarım ateşti. Çünkü şu an onu öldürmek istiyordum. Mümkünse hemen.

"Kimin olduğu fark etmez, sonuçta bir yarışma." dedim sakin çıkmasına gayret ettiğim sesimle.

"Tamamdır, sende Çınar Hoca'nın yanına geç."

Bir elimi enseme çıkartıp sertçe okşadım ve saçlarımı omuzlarımdan arkaya atıp ayağa kalktım. Yanına gidip sağ tarafına geçtiğimde birbirine bastırdığım dişlerim neredeyse kırılacaktı. "Öldüreceğim seni." dedim dişlerimin arasından yalnızca onun duyabileceği bir tonda.

Cevap vermedi. İçinde dans isimlerin olduğu torbadan çift olarak bir kağıt çektiğimizde kağıdı açıp bakmadım bile.

Ceyda'yla Caner'e paso doble dansı çıkmıştı. Hatırladığım kadarıyla bir ara izlemiştim o dansı, tabii eğer doğru hatırlıyorsam. Oldukça komik bir danstı. İzlerken kahkahalara boğulduğumu hatırlıyordum.

Yeliz'le Davut bachata, Sevda'yla Semih despacito, Özlem'le Arda waltz, Şeyma'yla Fatih flamenko yapacaklardı.

Hemen yanımdaki herif, "Bakmayacak mısın kâğıda?" diye sorduğunda gözlerimi kapatarak derince bir nefes aldım.

"Ya sabır," diye mırıldandım. Gözlerimi açıp kağıdı ona uzattım. Parmakları tenime değmesin diye kağıdın ucundan tutuyordum. O da kağıdın diğer ucundan tutarak aldı ve açtı.

"İyi bari bildiğim dans çıkmış. Çok zorlanmayacaksın öğrenmek için." Söylediklerine gözlerimi devirmeden edemedim. Sonrasında hiç konuşmadık hangi dans olduğunu da sormadım. Merak etmiyordum. Kimi yiyorsun? Ne çıktığını deli gibi merak ediyorsun. Etmiyorum!

Yarışmanın kuralları hakkında konuştuktan sonra herkes dinlenmek üzere odalarına çekilmişti. Hararetli bir şekilde odanın içinde volta atıyordum bir saattir. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak bu olsa gerekti.

Daha fazla dayanamadım ve üzerime bir hırka alıp odadan sessizce çıktım. Saat oldukça geçti. Neredeyse ikiye geliyordu ancak ben onunla konuşmadan rahat edemeyecektim. Ne hakkı vardı ki bunu bana yapmaya?!

Telefonumu açarak mesaj yazdım.

"Hangi odadasın?"

Hemen çevrim içi olmuştu. Artık bu saatte kime ne yalanlar diziyorsa.

"49."

"Hemen özlemişsin."

"Evet ya o kadar özledim ki öldürmeye geliyorum seni!"

"Seve seve."

"Kes sesini."

"Peki."

Asansörü kullanmadan bir üst kata çıktım. Bakışlarım kırk dokuz numaralı odayı ararken bir kapı açıldı ve onu gördüm. Adımlarımı hızlandırdım ve kapıdan içeri girdim. Bir elimle göğsünden itelerken diğeriyle sertçe kapıyı kapattım.

Gözlerimi gözleriyle birleştirirken bir saniye bile beklemeden konuya girdim. Kollarımı iki yana açarak "N'apıyorsun? Sen ne yaptığını zannediyorsun?" diye bağırdım yüzüne bakarak.

Gözlerim dolduğunda yumruk yaptığım elimi kaldırıp omuzuna vurdum sertçe. Bir adım geriye gitti. "Neden bu kadar müdahale oluyorsun hayatıma? Neden?" diye bağırarak bir adım attım ona doğru. Başımı kaldırmak zorunda kaldım gözlerine bakabilmek için.

"Buna izin vermem. Anlıyor musun? İzin vermem!" Derin bir nefes aldım. Ellerimi saçlarımın arasına geçirdim. Gözlerine baktım. "Artık yalanlarına inanan biri yok karşında." Yanağıma akan yaşı elimin tersiyle sildim. "Gözlerim açıldı benim bir kere, öyle peşinden it gibi sürükleyemezsin!"

Aramızdaki tek adımı da bitirerek yaklaştı. Gözlerimin için baktı. "Doğru konuş. Hiçbir şey sandığın gibi değil. Pişman olacağın şeyler söyleme."

Güldüm. "Pişman?" dedim sorar gibi. Gözlerimden bir damla yaş aktı istemsizce. "Ben zaten çok pişmanım. Daha fazla pişman olamayacağım kadar pişmanım."

Yüzü düştü. "Bir kez olsun dinle. Lütfen dinle." dedi hüzünlü bir sesle.

Başımı iki yana doğru sallayarak "Asla. Ben göreceğimi gördüm, duyacağımı duydum." diye konuştum titreyen sesimle. Gözlerini kapattı. Derin bir nefes alıp verdi. Nefesi doğrudan yüzüme çarptı. Ben sertçe yutkunurken o da gözlerini araladı.

"Ben bize bir şans ver demiyorum." Sesi titriyordu. "Yanızca bir kez olsun dinle. Başka bir şey istemiyorum."

Yanağımdaki yaşları sildim ve buraya geliş amacımı hatırladım. "Bir daha beni insanların içinde evet demeye mecbur bırakırsan sana bunu ödetirim." Bakışları gözlerimden kayıp aşağı dudaklarıma düştü. Birkaç saniye sonra adem elmasının hareket ettiğini gördüm. Yutkundu.

Beni öptüğü bir sahne aniden zihnime düştü. Hızla kapattım gözlerimi o sahneyi zihnimden atmak için. Derin bir nefes aldım, bir adım geriye giderek aldığım nefesi yavaşça bıraktım. Gözlerimi araladım. O da gözlerime bakıyordu.

Islak gözlerimle "Benden uzak dur. Lütfen." dediğimde gözlerini kaçırdı ve sertçe yutkundu. İşaret parmağını sol gözüne sürttüğünde arkasına döndü. Anlamıyordum. Anlayamıyordum. Nefes de alamıyordum.

Karşımda arkasını dönüp ağlayan adamla bana oyun oynayan adam aynı kişi miydi? Bu, nasıl mümkündü?

Şu an yanına gidip sımsıkı sarılmak istiyordum. Ancak diğer yanım arkama bile bakmadan gitmemi söylüyordu. Bunca şeye rağmen yanında olmak isteyen kendimden nefret ettim. Beni bu kadar dengesizleştiren oydu.

Sırtını izledim bir müddet. Milyonlarca kez de yutkunsam boğazıma oturan o yumru asla geçmeyecekti. "Hayatımın en büyük hatasısın."

O cümleyi nasıl kurdum bilmiyordum. O an yalnızca acım ağır basmıştı. Onun da canı yansın istedim. İstedim. Çok istedim. Ama kurduğum cümle belki de onunkinden çok benim canımı acıtmıştı.

Arkama bile bakmadan çıktım odadan. Merdivenleri indim, odama girdim ve kapıyı örttüm. Buraya kadardı. Sırtımı kapıya yaslamamla gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Avucumu dudaklarıma bastırdığımda dizlerimi kırparak yere oturdum. Omuzlarım sarsıldıkça dudaklarımı daha da sıkı kapattım. Acı içime aktı.

Ağladım. Sabaha kadar o kapının arkasında ağladım.

Belki çok ağırdı söylediklerim ama benim hissettiklerimi bir kez olsun hissetsin istedim. İstenmemek, reddedilmenin nasıl hissedildiğini hissetsin istedim.

Ancak ben bunu bile beceremedim. Söylediklerimin altında ezildim. Onu kırdım diye kırılan kalbimden nefret ediyorum...

*****

Saat akşam atıyı gösteriyordu ve ben hâlâ yatağımdaydım. Ceyda'dan öğrendiğim kadarıyla sabah önce kahvaltı yapmışlardı. Daha sonra dışarı çıkıp kaymışlardı. Öğleden sonraysa yarışma için ayrılan bir salonda dans eğitimleri almışlardı.

Ceyda bana kahvaltı için yazdığında, olmadığımı ve odamdan çıkmak istemediğimi yazmıştım. Dans o an için umurumda bile değildi. Çok yorgun hissediyordum kendimi. Fiziksel bir yorgunluk değildi.

Az önce gruba gelen mesajla eksiksiz akşam yemeğine inmemizi istemişti Nazan Hoca. Kahvaltıya katılmayan tek kişi ben olduğum için bunu doğrudan üzerime alınmıştım. Birazdan kalkıp hazırlanmayı planlıyordum.

Yataktan kalktıktan sonra dün bavulumdan çıkarmayı unuttuğum kıyafetlere baktığımda hepsinin kırışık olduğunu gördüm. Giyeceğim kıyafeti ütülettirirken vakit kaybetmemek için makyajımı yapmıştım. Kıyafetimi giyindikten sonra saçlarımı düzleştirdim ve bileklerime kadar gelen siyah bir bot giydim. Gri tonlarında, dökümlü bir elbiseydi. Belindeki detayı ve köprücük kemiklerimden göğüslerime inen dekoltesiyle çok şık duruyordu. Yarım boğazlı, kısa bir elbiseydi.

 

Oyalanmadan odadan çıktığımda diğer arkadaşlarımda odalarından çıkıyordu. Ceyda'yla birlikte ilk kattaki restorana indiğimizde Nazan Hoca ve o henüz aşağı inmemişlerdi.

Beş dakika sonra herkes toplandığında yemeğe başlamıştık. Masanın bir başına Nazan Hoca diğerineyse o oturmuştu. Nazan Hoca'ya yakın bir taraftaydım Allah'tan. Dün gece öyle bir söz kullandığım için sonradan pişman olmuştum ama o an öyle demek geçmişti içimden bir kere. Geri dönüşü yoktu.

Çok büyük bir çaba sarf ederek onun olduğu tarafa hiç bakmamaya çalışıyordum. Bakışlarımı onun aksi bir yöne çevirdiğimde Nazan Hoca'yla göz göze geldik. Göz göze geldiğim için hafifçe tebessüm etmek zorunda hissettim ve gülümsedim. Aynı şekilde karşılık vererek bakışlarını masadakilere çevirdi.

Yemeğimizi yedikten sonra bar kısımına geçmiştik. Nazan Hoca gece yarısına kadar bize eşlik etmişti anca daha fazla gürültüye dayanamamış olacak ki odasına çıkmıştı. O ise locada oturuyordu. Yanında okuldan birileri vardı. O tarafa baktığımda bakışlarının üzerimde olduğunu hissettim. Bugün benimle ne iletişime geçmiş ne de sataşmıştı. Dün söylediklerimi kabullenmiş olmalıydı ancak ben yalnızca son söylediğim şey için hâlâ iyi hissetmiyordum. Ne olursa olsun bu şekilde bir şey söylememeliydim. Haklı olan taraftım ancak yaşadıklarıma, kendim için saygı duyup her şeye rağmen susmalıydım.

Ceyda biraz hızlı gitmiş olsa gerek sarhoş olmuştu bile. Belki de alışkın değildi. Bende alışkın değildim. Kaç saattir elimdeki bardakla oyalanıyordum. Belki de oyalanmamalıydım. Belki de kısa bir süre bile olsa aklımdan, kalbimdekilerden uzaklaşmalıydım. Unutturuyor muydu gerçekten? Sanmıyorum. Göğsündeki ağrının alkolle unutacağını zannetmiyorum. Ancak öyle bile olsa denemekten zarar gelmezdi.

Elimdeki bardağın dibini gördükten hemen sonra ayağa kalkıp bar taburesine oturdum. "Votka alabilir miyim?" Aldım. Kafama diktim. Bir tane daha istedim. Bir tane daha...

*****

Oturduğum bar taburesi dönüyordu. Ya da başım dönüyordu ancak hiçbir şey yerinde değildi. Ağzımın tadı bozulmuştu. Midem bulanıyordu. Bir ayağımı yere bıraktığımda yavaşça tabureden indim, bir elimle bar tezgâhına tutunuyordum.

Tezgâhtaki elimi aniden dudaklarıma kapattığımda öğürdüm. En fazla bir dakika, bir dakika içinde hiç güzel görüntüler çıkmayabilirdi. Lavabo ne taraftaydı? Gözlerim karardığında gözlerimi sıkıca kapattım. Başım döndü. Geriye doğru gittiğimde sırtım bir şeye çarparak yere düşmemi engelledi.

Belime sarılan ellerle çarptığım şeyin bir insan olduğunu anladım. "Hoop."

Gözlerimi açıp geriye doğru baktığımda gözlerini gördüm. Onu tanıyordum. Hiç olmaması gereken biriydi. Yalancıydı. Düzenbazdı.

"Bırak beni." dedim ters bir ifadeyle ve kollarının arasından çıkıp sırtımı sandalyeye yasladım. Dikkatle yüzüme bakıyordu.

"İyi misin?" diye sordu.

Başımı sallayarak "Midem bulanıyor. Lavabo nerede?" dedim yüzümü buruşturarak. Bana doğru hamle yaptığında "Yaklaşma." dedim avuçlarımı ona doğru kaldırarak. "Kendim giderim."

"Sarhoş musun sen? Bende ki de soru!" dedi hayıflanırcasına. "O kadar bardağı dikersen..."

"Midem bulanıyor." dedim dudaklarımı bükerek. Sırtımı sandalyeden ayırarak merdivenden indim. Başarıyla tamamlandı. Kalabalığın içinden geçerken birinin üstüne kusacağım diye çok korktum. Arkamdaydı, biliyordum.

Lavaboya girdiğimde kabine girdim ve hafifçe eğilerek öğürmeye başladım. Midem o kadar bulanmasına rağmen kusamadım. Bir de buna üzüldüm.

Kabinden çıkıp aynanın karşısına geçtim. Dudaklarım bükülmüştü. Gözlerim ıslaktı, ağladı ağlayacak gibiydim. Suyu açıp art arda yüzüme çarptım. Aynadaki aksimle göz göze geldim tekrar.

Bardak bardak alkol almıştım ama bu bile unutmama yetmemişti. Bu acıyla mı yaşayacaktım ben hep? Yaşanır mıydı ki?

"Unutturmuyormuş." diye fısıldadım gözlerimin içine bakarak. Su damlalarının arasına karışan sıcak gözyaşımı elimin tersiyle silerken, "Bir sorun mu var?" diye sordu hemen yanımda makyajını silen bir kadın.

Başımı ona doğru çevirip gözlerinin içine baktım. Yüzümü yıkadığımdan gözyaşlarımı anlayamazdı ancak gözlerimin içine bakan biri anlardı. Gözlerinin içine baktım. Başımı iki yana sallayıp kapıya doğru ilerledim.

Lavabodan çıktığımda kapının karşısındaki duvara yaslandığını gördüm. İçerisi dolu olduğundan kapıda bekliyordu. Ben onu göremeyince gittiğini zannetmiştim.

"İyi misin?" diye sordu beni görünce. Yanıma yaklaşmadı. Hep çevirdiğim için...

Başımı salladım. Daha sonra lobiye geçip asansörün olduğu yere doğru adımladım. Asansörü çağırdım. Sırtımı duvara yaslayıp gelmesini bekledim.

O hâlâ buradaydı, yanımda. Mesafesini koruduğu için, en çok da dün gece söylediklerimden pişman olduğum için, git diyemiyordum.

Kapı açıldığında içeridekilerin inmesini bekledim. Bindiğimde o da bindi peşimden. Uzandı ve odamın bulunduğu katın numarasına dokundu. Ona baktım. Beni defalarca kırmasına rağmen -bana oyun oynamasına rağmen- ona hâlâ bir şeyler hissediyor olmaktan nefret ediyordum. Ona olan hislerimden nefret ediyorum.

Bakışları bakışlarımla birleştiğinde gözlerimden akan yaştan da nefret ediyordum. Bu kadar güçsüz görünmekten nefret ediyordum. Bakışlarımı kaçırıp sertçe yutkundum.

Asansörden indik. Odamın önüne kadar birlikte geldik. Ona hiç bakmadım. Odanın kapısını açtığımda içeri girdim. Kapıyı kapatmadan odanın içine doğru adımladım. Bu da sessizce gir demekti.

İçeri girdi ve kapıyı kapattı. Yatağa oturdum. Midem bulanıyordu hâlâ. Sırtımı yatağın başlığına yasladığımda gözlerimi kapattım. Kısa bir süre sessizce oturdum. O da bir şey söylemedi.

"Kahve ister misin?" diye sordu en sonunda çekingen bir sesle. Gözlerimi açmadan başımı iki yana salladım ve aşağı doru kayarak yatağa uzandım. Yorgundum, uyumak istiyordum.

Ama önce onunla konuşmak istiyordum. Tabii bu hâlde nasıl olacaksa? Benim gerçekten aklım başımda değildi.

Sırtımı dönerek sol kolumun üstüne uzandım ve bir elimi yatağın boş tarafına uzatarak "Uzansana." dedim kısık bir sesle. Ne yaptığım farkında bile değildim.

"Emin misin? Sarhoşsun, kendinde değilsin." dediğinde, aksi bir sesle "Sarhoş falan değilim." diye karşı çıktım. Hafifçe güldü.

Değildim, olsaydım canım bu kadar yanmazdı. Bana yaptıklarını bir anlığına da olsa unuturdum.

"Peki, ama yarın kızma." dediğinde bu sefer de ben güldüm. Keyifsiz bir gülüştü.

"Gel," dedim.

Yatağın boş kısmına, sol kısmına uzandı. Sağ kolunun üzerine uzandığında yüzü bana dönüktü. Sağ eli yanağıyla yastığın arasındaydı. "Yaklaşsana biraz," dedim gözlerim bulanık olduğundan net değildi gözleri.

"Emin misin?" diye bugün ikince kez aynı şeyi sorduğunda, "Şunu sorup durma artık," dedim sinirle.

"Peki," dedi ve hafifçe bana doğru kaydı. Hâlâ bir karış mesafe vardı. Ve gözleri hâlâ net değildi. Sinirledim ve bu sefer ben kayarak aramızdaki mesafeyi sıfırladım.

Yüzü yüzüme çok yakındı. Gözleri artık çok netti. Koyu kahve. Bakmak. Ve özlemek.

Yutkunarak "Özür dilerim," dedim. "Dün gece için."

Bakışları o kadar yoğundu ki...

"Dileme." dedi o da. Yüzü düşmüştü. "Sana yaptıklarımın yanında hiçbir şey."

"Bana yaptıkların değil şu an konumuz." diye karşılık verdim hemen. "Ben kendim için özür diliyorum zaten." Nefesim yüzüne esiyordu. "Yaşadıklarım belki karşılıksızdı." Sertçe yutkundum. Çenemin titrememesi için dişlerimi sertçe birbirine bastırdım. "Ama benim -geçmiş de olsa- yaşadıklarıma saygım var. O yüzden ben kötü hissettim. Senin için değil bu özrüm."

Gözlerini kaçırdı ve "Anlıyorum." dedi. Yutkundu.

Hafifçe tebessüm ettim. Anlıyormuş. Neyi anlıyorsa? Sırtüstü uzanarak bakışlarımı tavana diktim. Şakaklarımdan yastığa doğru ılık bir yaş aktı.

O tavanda bir sahne belirdi. Yakın ama çok uzak gibi gelen bir zamana aitti. Onun evindeydik ve karşılıklı oturuyorduk. O berjerde bense üçlü koltukta oturuyordum. Kucağımda Kara vardı ve uyuyordu. Bize bakıyordu. Çok güzel bakıyordu. Bir tablo olarak görmüştü o gün bizi. Evimiz demişti.

O anda da mı sevmemişti beni? Ama nasıl? Nasıl olur da bir insan bu kadar hatasız oynayabilirdi? Madem oyundu bütün her şey neden o kadar ileri gitmişti ki? Neden ev gibi hissettirmişti kendini?

Sola çevirdim başımı birden. O da halihazırda bana bakıyordu zaten. Göz göze geldik. Gözlerinin içine baktım.

"Hiç mi sevmedin beni?" diye sordum titreyen sesimle.

Gözlerimden akan yaşları durduramıyordum. Elimde değildi.

Göz pınarından akan yaş burnunun üstünden yastığa düştü. Başını olumsuzca salladı. "Özür dilerim." diye fısıldadı.

Gözlerimi hızla yumdum. Hayattaki en nefret ettiğim cümleyi durmadan tekrar etmesinden nefret ediyordum.

Avucunu yanağıma yasladı. Başımı iki yana salladım. "Git." dedim titreyen sesimle.

Ona dediğimin aksini yaparak, mümkünmüş gibi, daha da yaklaştı. Yanağımı okşadı. "Gözlerime bak." diye fısıldadı.

Gözlerim aralandı. Gözlerimin içine baktı. "Sevdim." dedi yemin eder gibi.

Başımı iki yana salladım hızla. "İnanmıyorum sana. Mahcup hissediyorsun. Üzüldüğüm için yalan..."

Sözümü kesti. "Asla. Yemin ederim doğruyu söylüyorum." Alınını alnıma yasladı. Nefesini dudaklarımda hissettim. "Hep sevdim."

Hiçbir şey söyledim. Söyleyemedim. "Bir kez olsun dinle beni. Dinle, anlatayım her şeyi. Sonrasında bana hak vereceksin."

"Hak mı vereceğim?" diye sordum hızla kaşlarımı çatarak. Daha sonra yanağımdaki elini ittirip, alnımı alnından ayırarak hızla doğruldum. Yataktan çıktığımda başım döndü. Yanımdaki duvara tutundum ve gözlerine baktım. O da yataktan çıkmıştı. "Sarhoşum ama aptal değilim." Sesim titriyordu. "Ben ne duyduğumu çok net hatırlıyorum. Aranızda oyunlar kurmuşsunuz."

Yanağıma inen yaşı elimin tersiyle sildim. Ağlıyordum. "Bir oyun hamuru gibi şekil vermişsiniz bana istediğiniz gibi." Vakti zamanında oyun arkadaşı -Can- ondan hiç iyi elektrik almamıştım zaten. "Sana böyle bir şey var mı diye sordum. Var, dedin. Amasıyla ilgilenmiyorum. Sonradan mı aşık oldun? Umurumda değil." Cümleleri art arda kurduğum ve konuşurken ağladığım için durup derin bir nefes aldım. "Sen zaten bundan önce de beni hep yarı yolda bıraktın. Bunda sonra da bırakırsın."

Sustu. Bütün söylediklerimi teker teker yuttu.

Uzun süren sessizliğini bozup, "Bir nedenim vardı." dediğinde, kollarımı iki yana açarak "Söyle!" diye bağırdım ve üstüne doğru yürüdüm.

"Allah aşkına neydi bu sebep?! Ha?!" Omuzuna vurdum ve itekledim. Geriye doğru giderek sendeledi. "Söyle! Söylesene!" diye bağırdım bütün gücümle. Göğsüm hızla inip kalkıyordu. Susunca daha da üstüne gittim. İki elimle yakasından tutarak kendime doğru çektim. "Hadi söyle de kurtul! Bak dinliyorum seni! Hadi!" Gözleri dolu bir şekilde gözlerime bakıyordu. "Söyle de bileyim kalbimi paramparça etmene sebep olan nedeni..."

Sustu ve yalnızca gözlerime baktı. Yakasını bıraktım ve avuçlarımla yüzümü örtüp ağlayarak yatağın ucuna oturdum. Yorulmuştum. Omuzlarım sarsıla sarsıla ağladım. Elini yüzümü örttüğüm elimde hissettiğimde elini iterek "Dokunma," dedim gözlerine bakarak.

"Ağlama," dedi hüzünlü bir sesle. Dizlerini yere bastırarak önümde eğildi.

"Git." dedim, gözlerinin içine bakarak. Sertçe yutkundum.

"Ağlama, lütfen."

"Git." dedim başımı -başka yöne- sola çevirip.

Bir elini kaldırıp yanağıma yasladığında başımı geriye doğru götürüp dokunuşundan kaçtım. Yüzüne bile bakmadan kalktım ve onu ardımda bırakarak odanın içindeki kapıya ilerledim. Elim kapının kulpuna tutundu.

"Geldiğimde seni burada görmek istemiyorum." dedim arkam dönük bir şekilde. Daha sonra banyonu kapısını açtım, girdim ve hızla kapattım. Üstümdekileri yavaşça çıkardım. Suyun altına girdim ve içim dışına çıkana kadar -değmeyeceğini bilmeme rağmen- ağladım.

*****

 

Dün gece banyodan çıktığımda yoktu. Gitmişti. Kalmasını istemeyen bendim. İstemiyordum. Onu da yalanlarını da...

Anlayamıyordum. Neden hâlâ burada benimle konuşmaya çalışıyordu? Neden hâlâ kendini anlatma çabasındaydı?

"Nedeni varmış."

Gülümsedim. Bir yaş aktı. Gözlerimin içine baktım.

"Dinlersem anlarmışım." Aynadaki gülümseyen görüntüme sesim de eşlik etti. Seslice güldüm. "Ne kadar da saçma değil mi? Aşıkmış hâlâ. İnanmıyorum ona. Artık inanmam ki... Doğruysa bile oyunla başlayıp gerçeğe dönmüş olmalı." Dudaklarım büküldü aklıma gelen düşünceyle. Ardından dudaklarımdan döküldü düşüncelerim:

"O kadar mı gurursuz duruyorum dışarıdan?" dedim titreyen sesimle. "Öyle olmalı... Anlattığında anlayacakmışım ya. Aslında benim suçum. O gittikçe peşinden gittim diye hep öyle olacak zannediyor."

Öyle değil mi?

"Değil." Kendi gözlerimden bakışlarımı kaçırdım. "Ben onun masum bir sebepten kaçtığını zannediyordum hep. Ayaklarındaki top olduğumu bilseydim oradan oraya savrulmalarına izin vermezdim." Bir an duraksadım. "İç sesimle konuşmaya başladığıma göre hayırlı olsun." Saçlarımı geriye atıp derin bir nefes aldım. Makyajıma devam ettim.

Aynadaki aksimle göz göze gelmemeye dikkat edip makyajımı bitirdiğimde saçlarımı sıkıca başladım. Masaya oturmadan önce siyah gömleğin üstüne aynı renk örgülü bir tunik geçirmiştim. Aynı renk dar pantolon ve dizimin alnında biten çizmelerimle hazırdım.

Ruh halini bu kadar belli etmeseydin keşke.

   Ruh halini bu kadar belli etmeseydin keşke

 

Telefonumu elime, kartımı da pantolonumun arka cebine sıkıştırdıktan sonra çantaya ve kabana gerek duymadan odamdan çıktım. Dışarı çıkmayacaktım. Malum dansın provasını yapmamız lazımdı. Bugün cumaydı ve yarışma iki gün sonra yani pazar günüydü.

Ceyda'yla birlikte asansörün önünde beklerken gruptan birkaç kişide yanımızdaydı. Kapılar açıldığında içeride yalnızca iki kişi vardı. Biri Nazan Hoca diğeriyse biricik öğrencisiydi. Ondan kaçmak için gelmiştim ta buralara kadar ancak o dibimde bitmişti. Kafamı dağıtmak için gelmiştim. Ve kafam çok güzel dağılmıştı. Ne güzel keşke başka bir şey dileseymişsin.

Nazan Hoca'yla göz göze geldik. İki arkadaşım asansöre binerken bekliyordum. Nazan Hoca saçlarını geriye atarken göz ucuyla yanındaki herife baktığında kaşlarım hafifçe çatıldı ancak hemen düzelttim. Çünkü tekrardan göz göze geldiğimizde gülümsedi. Gülümsedim hafifçe ve asansöre bindim. En öndeydim ve sırtım dönüktü.

Düşündüm. Neden o şekilde dönüp göz ucuyla ona bakmıştı? Düşündüğüm şey olamazdı çünkü hiç böyle hissetmemiştim ondan yana. Yani bilseydi eğer mutlaka belli ederdi. Bilemiyordum ancak ikidir onunla göz göze geliyorduk ve sanki bir şey belli etmemek adına gülümsüyordu. Belki de artık gerçekten delirmiştim. Kafamda kuruyordum.

Kapılar açıldığında başımı iki yana sallayıp kendime gelmeye çalıştım ve açılan kapıdan çıktım. Hep beraber kahvaltı yaptık. Daha sonra saat henüz erken olduğundan hep birlikte dışarı çıkmaya karar vermiştik. Odama çıkıp üzerime bir kaban geçirmiştim. Nazan Hoca ve o bizimle gelmeyip otelin lobisinde kalmışlardı.

Otelin çevresini gezmiştik rehberimizle. Daha sonra Ceyda'yla birlikte kayak yapmıştık. Kayak yapmayı çok severdim. Teleferiğe binmiştik. İyi gelmişti. Kafam dağılmıştı biraz.

Yaklaşık üç saatin ardından yarışmaya katılanlarla birlikte otele döndüğümüzde herkes odasına çıkıp sıcak bir duş almıştı. Üzerimize rahat şeyler geçirdikten sonra bizim için ayarlanan bir salona geçtik.

Her çift için ayrı salon ve dans hocası ayarlanmıştı. Ve ben hâlâ hangi dansı yapacağımı bilmiyordum. En azından birkaç video izlerdim.

Onunla yakın olacaksın.

Umurumda değil. Karşımdaki herhangi biri.

Dokunacak sana.

Normal biri. Hiçbir şey hissettirmeyecek.

Düne kadar hislerin vardı ama?

Sus artık.

Derin bir nefes alırken partnerim de kapıdan içeri girdi. Göz göze geldiğimizde bakışları vücudumda gezindi ve ardında sertçe yutkunarak sandalyede oturan dans hocasına yöneldi. Elini uzattı tokalaştılar. "Merhaba."

"Merhaba. Yunus ben, memnun oldum."

"Çınar." dedi o da kısaca. "Bende." diye ekledi daha sonra. Bana döndü ve hafifçe başıyla selam verdi. Aynı şekilde karşılık verdim.

Birkaç adım atarak yanlarına gittim. O gelmeden önce hocamızla tanışmıştım. "Çınar Hoca de geldiğine göre başlayalım mı? Ne kadar erken başlarsak o kadar çabuk biter."

Bir zamanlar sevgilim olan hocam kaşlarını çatarken diğeri "Dans öyle aceleye gelmez." dedi, bakışlarını aramızda gezdirerek. "Önce aranızdaki kimya bakacağız."

Kaşlarım çatıldı. "Ne gerek var ki?" diye sordum. Bu kadar şeye gerek var mıydı gerçekten? Adımları öğrenip dağılsaydık ya.

"Aaaaa olur mu öyle?" dedi aksi bir sesle. Tatlı bir sesi vardı, gülümsetiyordu insanı. Keza gülümsemiştim.

"Tamam, siz söyleyin başlayalım bir yerden." dedim ona ayak uydurarak.

"Merak etme," dedi bir ses. Oydu. Bakışlarım bakışlarına tutundu. Göz göze geldik. "Çok da uzun sürmez. Hâkimim bu dansa."

Hangi dans?

"Yaa," dedi Yunus Hoca. "Öyleyse normal bir dansla başlayalım hemen. Dediğim gibi aranızdaki kimyaya bakalım. Daha sonra libertangoya geçeriz."

Libertango mu?

"Libertango mu?" diye sordum. Bakışlarım iki hocanın arasında mekik dokurken "Daha önce hiç duymadım." diye ekledim.

"Sorun değil. Partnerin biliyor zaten. Öğrenmen çok da uzun sürmez." dedi Yunus Hoca.

Kaşlarım çatıldı. "Siz öğretmeyecek misiniz?"

"Zaman kaybı olur." dedi Yunus Hoca. "Yani benimle öğrenip vakit kaybedeceğimize direkt Çınar'la öğrenmen daha iyi olur. Birbirinize alışmanız açısından vakit kaybetmeyiz."

Başımı onaylayarak sallarken onunla göz göze geldik. Başparmağımı işaret parmağıma sürtüyordum. Sertçe yutkunup arkama döndüm. Derin bir nefes aldım.

Yunus Hoca masanın üzerindeki dizüstü bilgisayarı bluetoothta bağladı. Soft bir müzik doldurdu kulaklarımı. "Başlayalım."

Saçlarımı omuzlarımdan geriye atarken onlara döndüm tekrardan. Bakışlarımız birleşti. Sol elini uzattı. Adım attım, yaklaştım. Sağ elim uzattığı eline tutundu ve parmaklarım avuçlarına kaydı. Tuttu.

Birleşen elimizi omuzlarına götürdü ve omuzlarına bıraktı elimi. Daha sonra yavaşça bir adım attı bana doğru. Dudaklarım aralandı. Nefesim düzensizleşti. Elini karnıma değdi. Derin bir nefes aldım. Kokusu doldu içime. Bu hiç de iyi olmamıştı. Karnım içe çekildi. Boşta kalan elim sol koluna tutundu. Avucunu karnıma sürterek belime sardığında aramızdaki mesafe yok denecek kadar azdı.

Üzerimde siyah tayt, aynı renk kolsuz crop vardı. Avuçları doğrudan belimdeki çıplaklıktaydı.

Diğer eli önüme gelen saçı ağır ağır omuzlarımdan geriye attı, kulaklarımın arkasına sıkıştırdı. Hafifçe eğilerek -hocanın görmeyeceği bildiğinden rahatça- derin bir nefes aldı. Şakağını şakağıma yasladı. Kalbim ağrıdı. Boğazıma büyük bir yumru oturdu. Hüzünlendim. Gözlerim doldu. Ancak yalnız değildik ve benim yüzüm hocaya dönüktü. Akamazdı o yaş.

Etkilenmeyecektin hani? Ben demiştim demeyi sevmem ama ben demiştim.

Dudakları kulağıma çarptı: "İşte şimdi alabildim nefes."

Kalbim hızlandı. "Sus." diye fısıldadım. Başını sağa çevirirken dudakları yanağıma sürtündü. Hocaya döndü. "Ne diyorsunuz iyi mi?" diye sordu.

"Çok," dedi Yunus Hoca. Güldü. "Kimya yeterliydi. Alev alsın demedik."

Avuçları belimden ayrıldı. Ellerimi omuzlarından indirdim. Uzaklaştım ve masanın üzerindeki suyuma ilerledim. Sırtım onlara dönüktü.

"Dansta iyiyim biraz." dedi o da.

Suyu aldım. Kapağını açtım. "Ona ne şüphe." dedi Yunus Hoca gülerek. Kafama diktim suyu. Yarıya getirdim şişeyi. Şişeyi bıraktıktan sonra bileğimdeki tokayla saçlarımı tepeden topladım.

Hemen yanıma gelen Yunus Hoca eğildi ve masanın üstündeki bilgisayara uzandı. Hızlı hareketlerle bir şeyler yazdı. Daha sonra açılan sayfadan bir videoya tıkladı.

"Azracığım bak bu oynayacağınız dansın örneği." Bir adım attım ve onun gibi öne doğru eğildim. Birkaç saniye için açılan videoyu izlerken gözlerim kısıktı. Diğer tarafımdaki hareketlilikle bakışlarım o tarafa çevrildi. Göz göze geldik. Gözlerimi kaçırarak videoya odaklanmaya çalıştım.

Müziğin sesi kulaklarımı doldurduğunda ekranda iki kişi belirlenmişti. Bir adam ve arkasında duran bir kadın...

Saniyeler ilerlerken hareket etmeye başladılar. Kadın öne geldi ve adam beline sarıldı. Daha sonra birkaç adım atarak devam ettiler. Hızlılardı. Video ilerledikçe nefesim kursağımda kalıyordu. Çünkü gittikçe yakınlaşarak devam ediyorlardı. Sertçe yutkunurken gözlerimin ucuyla yanımdaki adama baktığımda onu bakışları da o an videodan çevrilerek benimkilerle birleşti.

Yine kaçırdım bakışlarımı. Yanaklarımın kızardığına adım kadar emindim. İzlerken böyleysem dans ederken kim bilir nasıl olurdum? Sertçe yutkunup ekrana baktım. Çok güzel dans ediyorlardı ancak bu çok fazlaydı. Bizim için çok fazlaydı.

Çok fazla sıcaktı.

Video bittiğinde boğazımı temizleyip dikleştim. "Yani..." diye mırıldandım. "Güzelmiş...." Ne diyeceğimi bilemiyordum. "Ama çok fazla değil mi sizce de?"

"Anlamadım." diye sorduğunda gözlerini kısmıştı.

Saçmalılık. Evet, çünkü gerçekten burası şu an çok sıcaktı. "Yani bugünlük yeterli değil mi?" Sıçtın, ama sıvayamadın.

"Olmaz, yetişmez. Yani bugün öğrenmelisin. Yarın tam oturtursun. Pazar da prova yaparız. Zaten akşamına da sahneye çıkacaksınız." Yunus Hoca sustuktan sonra o devam etti bu sefer:

"Eğer istemiyorsa devam etmeyiz."

"Yok, tamam devam edelim."

"Peki, başlayalım öyleyse." dedi Yunus Hoca.

Beş dakika sonra odanın ortasındaydık. Karşımda o, bizden on adım uzakta da Yunus Hoca vardı.

...

-22.05.2025-

 

 

 

Oh, rahatladım resmen.

Özlemiş miyiz?

Ben çok özledim. :(

 

Kendinize iyi bakın, Allah'a emanet olun. <3

 

 

-Senem

 

Bölüm : 22.05.2025 16:50 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...