Helloooo
yorumlarınızı ve voltelerinizi bekliyorum.
instagram:senfoni_yazar
İyi okumalar!
.
"Yalvarırım acıyın bana, komutanım!" diye bağırıyordu koşarken Ömer. Nefes nefese kalmış, tıkanmıştı. Ama bir an olsun koşmayı bırakmıyordu. Yer engelinden sürünerek geçerken bir kez daha şansını denedi. "Ben ettim siz etmeyin komutanım!"
"10 tur oldu!" diye emir verdi bu seferde Pars. Askeriye eğitim alanında Ömer yaptığının cezasını çekmekteydi. Yarım saatten beri tam tamına 10 tur atmıştı. Konuştukça daha fazla tur atacaktı. Biliyordu ama inadına yapıyordu.
"Komutanım," diye seslendi Mahir. Ömer'in neden ceza aldığını anlayamamıştı. Pars hiç sesini çıkartmadan Ömer'i izliyordu. Yandan bir bakış attı Pars. Bu söyle, demekti. Mahir'de cevabını alması ile konuşmasına devam etti. "Ömer komutanım neden ceza almakta şuan?"
"Kaşındı," dedi sadece Pars. Ömer'i bu halde izlemek içini ferahlatmıyordu. Ömer'in yaptığı gözünün önüne gelmesiyle daha fazla sinirleniyordu.
"Her şeyi bekliyordum bu saftan ama," diye söze girdi bu sefer Yalın. "Ama bunu da beklemiyordum be." Mahir olaylardan fazlasıyla geri kalmıştı. Bu yüzden olanlardan bihaberdi. Bilmiyordu. Yalın böyle konuşunca Mahir'de merak duygusu daha fazla sardı.
İlk önce yanında duran Murat teğmene baktı. Kafasını olumsuz anlamda salladı. Murat'ta Pars gibi sessizce izliyordu olanları. Murat teğmene sormayı çekindi. Diğer tarafına bakındı. Murat teğmenden daha beter biri vardı. Aylin. Aylin'e de yandan bir bakış atarken önüne döndü. Derin bir nefes verdi. Mahir Ömer'in neden ceza aldığını öğrenemediği için merak duygusu onu kıpır kıpır etti. Pars komutanına da bir daha sormak istemedi. Zira kendisi fazlasıyla sinirliydi ve sinirini sessizliği ile belli etmekteydi.
Aylin Mahir'in bakışlarını fark edince gözlerini Ömer'den ayırmadan konuştu. "Ne söyleyeceksen söyle, Mahir."
Mahir'in anında gözleri ışıldarken, "Ömer komutanım neden ceza aldı?"diye sordu.
"Sokak ortasında tanımadığı bir kızı zorla öpmüş üzerine de Alphan'ın okulunda öptüğü kadınla kavgaya tutuşmuş." Ondan sonra ise buz gibi gözleri ile Mahir'e baktı. "Oldu mu? Merakın gitti mi?" Mahir'in gözleri hem merakın gitmesinden dolayı ışıldarken bir yandan da Ömer komutanının yaptığı yüzünden ışıldayan gözlerine şaşkınlık dolmuştu. Şimdi Yalın komutanına hak vermişti. Ömer komutanından her şeyi beklerdi ama bunu asla ama asla beklemezdi.
"Zorla değil ama!" diye yükseklik engelinden tırmanırken Aylin'e hitaben seslendi Ömer. Aylin'in dediğini duymuştu. Yanlış olanı düzeltmek gerekirdi. İplerden yukarıya tırmanırken, "Yanlışlıkla oldu Aylo!" diye bağırdı.
"15 tur oldu!" diye bu sefer sesini yükseltti Pars. Ömer her konuşmada cezası katklanacaktı. Az önce de olmuştu bu durum ama inadına yapar gibiydi.
"Aaa!" diye çığlık attı en sonda Ömer. Hatta çığlık atmadı, böğürmüştü. Fazlasıyla yorulmuştu. Pestili çıkmıştı ama Pars'tan geri dönüş yoktu. Alnındaki terler Ömer'in durumunu anlatıyordu.
Yandan ufak bir kıkırtı geldi bu sefer. "Ömer abi çok komik gözüküyor." Bu ses Alphan'a aitti. Bugün okuldan ayrıldıktan sonra Alphan, babası ile gelmek istemişti askeriye. Pars'ın bugün ki görevi, erlere eğitim vermekti. Sıkıntı etmedi Pars ve oğlu ile beraber gelmişti. Er askerlerin eğitimi bittiğinde sıra Ömer'e gelmişti. Tüm Ateş timi ise askeriye de olduğu için bu anı kaçırmamışlardı.
Pars yanında duran oğluna baktı. Gülümsedi. Oğlunun artık çocuklaşması onu iyi hissettiriyordu. Oğlu mutluydu, o da mutluydu.
Pars oğlunun saçlarını okşayıp bir buse bırakırken bakışları tekrardan Ömer'e döndü. Ömer'in canının çıktığının farkındaydı. Derin bir nefes verdi. Saatine baktı. Tam tamına bir saatten beri buradalardı. Ömer'in canının çıkması normaldi ama diğer koşullarda bundan daha ağır eğitim alıyorlardı. O yüzden pek de umursamadı Pars.
Alphan yanında duran Kara'ya döndü. Boncuk gözleri ile Kara'ya bakarken, "Kara abi," diye seslendi. "Beni gezdirsene biraz."
Kara anında Alphan'a döndü. "Tabii aslanım,"diye onaylamıştı ki Alphan anında vazgeçti. " Ya da sen gezdirme," dedi. Aylin'in yanına koştu.
Kara şaşkınca baktı Alphan'a. "Benden niye kaçtın lan?"
Alphan Kara'ya döndü. "Canım istedi," dedi ve Aylin'e masum bakışlar atmaya başladı. "Nolur sen gezdir beni.
Aylin en içten bir şekilde gülümseyip elini Alphan'a uzattı, "Gezelim bakalım," dedi. Her ne kadar soğuk biri olsa da yüzüne güldüren tek çocuklardı. Çocuklara karşı ayrı bir zaafı vardı. Gülmeyen yüzü sadece çocuklara gülerdi.
"Acaba bize gülerken de görecek miyiz?" diye mırıldandı Gökay.
Yalın ters ters baktı Gökay'a. "Sanarsın kız hiç gülmüyor."
"Gülmüyor ki komutanım," dedi anında Mahir. "Yani gülse bile nadir."
Yalın göz devirdi. "Siz onu gülümserken görmediniz demek ki."
"Sana mı gülüyor o zaman?" diye anında lafa girdi Murat. "Böyle konuştuğuna göre."
"Rütbeden çıkma," dedi Yalın. Kaşları çatılırken yandan baktı Murat'a. "Ayrıca ne alaka? Ben sadece bana mı gülüyor dedim?"
Omuz silkeledi Murat. Yalın rütbe olarak Murat'tan üstündü ama Murat'ın Yalın ile arkadaş bağlılığı sayesinde pek umursandığı söylenemez. "Mahir doğruyu söylüyor," dedi. "Aylin'in güldüğünü nadir görüyoruz. Sen de bize diyorsun ki siz onu gülümserken görmediniz. Ne anlayalım biz bundan?"
"Hiç bir şey anlamayın kardeşim," dedi anında Yalın. "Siz bir şeyi anlamak istediğinizde o şeyi hep yanlış anlıyorsunuz çünkü." Murat'a yan yan baktı. "Şimdi olduğu gibi.2
"Bir şey mi yaşadı geçmişinde?" diye bir soru geldi bu sefer Kerem'den. Yalın derin bir nefes verdi. "Bir askerden ne bekliyorsunuz?" Eli ile Ömer'i işaret etti. "Şu salak gibi mi olsun mesela. Adam asker ama uzaktan asker olduğunu asla belli etmez. Birine ben askerim dese, adam sen benimle taşak mı geçiyorsun siktir git der. Ciddilik bu kadar sıfır yani."
"Teşekkür ederim, Yalın komutanım!" diye bağırdı yine Ömer. Tam önlerinden koşarak geçiyordu. Yalın'ı duymuştu. "Bana bu kadar iltifat etmeniz gururumu okşadı."
"Daha da arttı!" dedi bu sefer de Pars. Kolları arkasında bağlı iken keyifle izliyordu Ömer'i. Konuşması işine gelmiyor da değildi. Konuştukça cezası artıyordu, cezası arttıkça Pars içini soğutuyordu.
"Konuşanı siksinler ulan!" diye bağırıp tekrardan tırmanma engelinden yukarıya tırmanmaya başladı Ömer.
"Bu iş çok eğlenceli olmaya başladı," dedi Gökay. "Ömer'i ceza alırken kaç defa gördüm bu kadar ağırını görmedim."
"Gel bana ceza ver demiş adam," dedi Kara'da bu sefer. "Kendi eceline kendi gitmiş. Çeksin cezasını."
"Pars bey," diye aniden konuşmanın arasından arkadan naif bir kız sesi geldi. Ortama boma düştü desek daha iyi olurdu. Tüm timin kaşları çatılırken herkes arkasına döndü. Pars'ta öyle.
Pars karşılaştığı kadın ile iyice şaşırır iken, "Melike hanım?" diye mırıldandı. Sesinden şaşkınlık fazlasıyla akıyordu. Melike'yi asla beklemiyordu. "Sizin ne işinin var burada?"
Melike Güneş'in öğrencisi olan hem de Alphan'ın en yakın arkadaşı olan Eliz'in ablasıydı. Melike Arı. Melike ile bir kaç defa konuşmuşlukları vardı. Alphan ile Eliz'in yakın olmasından dolayı. Bir kaç defa da evlerine gitmişti. Yine ama yine Alphan için.
Ama şimdi burada kesinlikle beklemiyordu onu.
Melike utanarak, "Kusura bakmayın, rahatsız ettim," dedi ve elinde olan zarfı gösterdi. "Size bir davetiyem vardı da. Bir kaç dakika müsadeniz var mı bana?" Sesi o kadar naif ve o kadar da utangaç çıkıyordu. Bembeyaz tombul yanakları al al olmuş, kızarmıştı.
Pars'ın şaşkınlığı üzerinden giderek hemen kendisine geldi. "Tabii ki," dedi ve Ömer'e döndü. "Cezan bitmedi!"
"Offf!" diye bağırırken Ömer son sürat koşmaya devam etti.
Pars sakince önden ilerlerken onların arkasından izleyen ateş timi sırıtıyordu. "Bunlar olur he," dedi Gökay Pars'ın gidişini izlerken. "Ne güzel de oldular, maşallah."3
"Maşallah,maşallah," diye kısık ve hayran dolu bir ses duyuldu. Gökay sırıtırken bir anda sırıtması dondu. Herkes sesin geldiği yöne baktı. Sesin geldiği yöne baktıklarında ufak bir şok geçirdiler. Mahir. Mahir giden Melike'nin arkasından hayran hayran bakıyordu. Gözleri mahurdu. Mahur gözlü demek aşk sarhoşu demekti. Mahir'in gözleri de sarhoştu.1
"Lan?" dedi anında Kerem. "Şşt, oğlum," derken Mahir'i sarsıyordu. "Kendine gel lan."
Tekrardan, "Maşallah," diye içi geçmiş gibi konuştu Mahir. Başını yan yatırmış, Melike'nin arkasından hayran hayran bakıyordu. "Çok da güzel, maşallah."
"Pars komutanıma gitti derken Mahir'i gitti ya kız," dedi Gökay bu durumdan eğlenirken. "Mahir, alo," diye Mahir'in önüne gelip gözlerinin önünde elini salladı. "Tamam lan, kız senin. Kendine gel. "
"Maşallah, maşallah," dedi yeniden Mahir.
"Maşallah diye diye kızın adını maşallah yapacak," dedi Murat. "Çarpın şuna yandan bir tane. Gelsin kendisine. Ağzından salyaları aka aka bakıyor arkasından birde."
"Komutanım, buna kıyılır mı ama be," dedi Gökay eli ile Melike'nin arkasından donmuş şekilde bakan Mahir'i göstererek. Hafif tokat attı Mahir'e. "Şuan bak. Nasıl da mahur oldu gözleri."
"Yanaklarına bakın hele," diye hayran dolu mırıldanmaya devam etti Mahir. Melike'nin arkasından bakıyordu ama görüş açısında şuan Gökay vardı. Ve bu durum biraz yanlış anlaşılmaya gidiyordu. "Nasılda tatlı."
"Lan, karşında ben varım," diye anında telaşla araya girdi Gökay. "Kendine gel oğlum, kız gitti." diyerek ellerini sallayıp Mahir'i kendisine getirmeye çalışıyordu ama olmuyordu. Mahir Melike rüzgarına kapılmış gitmişti bile.
"Iyy," dedi Yalın araya girerek. "Aşık adam olacaksam böyle olmayım arkadaş. Nasıl mıçmıç bir erkek oldu." Yüzünü buruşturdu. "Hiç de sevmem."
"Sen neyi seversin acaba?" dedi Murat. Sesinde ima dolarken, "Senin gördüğün gülümsemeleri mi seversin yoksa?" dedi. Yalın'a sırıtarak bakıyordu.3
"Saçma salak konuşma," diye sinirle homurandı Yalın. Ters bakışlarının altından bakıyordu Murat'a. Murat omuz silkeledi banane, dercesine. "Sen kendin söyledin."
"Dilime eşek arısı soksaymış keşke," diye mırıldanırken hareketlendi, askeriyenin içine doğru gitmeye başladı. Murat'ın yanında durdukça sinir olacaktı. Er askerlerle uğraş bulacaktı kendisine.
"Nereye gidiyorsun!" diye ses geldi arkasından. Murat hâlâ arkasından eğleniyordu. En favori şeyi Yalın ile uğraşmaktı. "Beni böyle cevapsız bırakman kalbimi kırdı ama. Gücendim!"
"Götüne kadar kırıl, it herif!" diye giderken de bağırdı Yalın.
Murat eğlenen ifadesi ile tekrardan Mahir'e döndü. Hâlâ aynı şekilde duruyordu. Hayran ve mahur dolu gözler ile ağzı bir karış açık, Melike'nin Pars ile gittiği yola bakıyordu. Bakış açısında da Gökay vardı. "Süzme salak oldu bu da, ha," diye mırıldanırken Mahir'in yanına geldi. İnceledi ilk önce. Hayran hayran Gökay'a bakıyordu çünkü Gökay'ın olduğu yer az önce Melike'nin geldiği ve Pars ile beraber gittiği yerdi.
"Komutanım," diye tedirgince mırıldandı Gökay. "Bu benim ırzıma göz dikecek gibi duruyor. Az el atsanız mı acaba." Sonra da Mahir'e göz ucuyla baktı. "Hiç iyi yere gitmiyor. "
"Görüş açısından çıkarsan sana bakmaz zaten, salak!" dedi yandan Kerem ve Gökay'ı tutup kendi yanına çekti. Böylelikle Mahir'in görüş açısında bomboş yer kalmıştı sadece. "Şimdi tedirgin olmayı kesebilirsin."
"Mahir," diye seslendi Murat sakince. Gökay'ın dediği gibi el atacaktı bu duruma. Kendi yöntemleri ile. Cevap olarak ise sadece şuydu : "Maşallah."
"Benden günah gitti," dedi Murat ve Mahir'in suratına öyle bir kuvvetle yumruk attı ki Mahir şlaps yerde buldu kendisini.
"Abov," dedi Gökay ellerini ağzına atıp şaşırırken. "Amele sümüğü gibi yere yapıştı lan."3
Mahir ise az önceki Melike rüzgarının etkisinden çıkmış yerde iki büklüm kıvranmaya başladı. Ne olduğunu anlayamamıştı bile. Etrafında Melike rüzgar vardı, o rüzgara kapılıp gitmişti. Süzüm süzüm süzülüp Melike'yi izlerken yerde olmayı hatta yumruk yemeyi beklemiyordu. Yüzü cayır cayır yanıyordu şuan. Hatta dudağı patlamış, çenesine doğru kan akıyordu.
"Ahh!" diye yerde kıvranırken bağırdı Mahir. "Of anam! Annem!"
"Çok sağlam vurdunuz be, komutanım!" diye coşkulu bir ses geldi bu sefer. Hafif yan dönüp arkasına baktı Murat. Bir adet Ömer. Koşmayı bırakmış arkada dedikoducu teyzelerin yırtık dondan çıkması gibi arkalarında aniden bitmiş, sessizce olanları izliyordu. Heyecala konuşmaya devam ederken, "Helaliniz var," diye de ekledi.
"Sen ne zamandan beri bizi izliyorsun?" diye sorarken hafif yan dönmeyi bırakmış yönünü Ömer'e çevirmişti. Kollarını göğsünde bağlarken soran ifadeleri ile Ömer'e bakıyordu.
"Valla Pars komutanım gittiğinden beri arkanızdayım galiba," diye mırıldandı Ömer. "Ama çok da değil ki be." O kadar rahattı ki Ömer, birazdan başına geleceklerini tahmin bile edemiyordu. Pars'ın yokluğundan dolayı bu kadar rahattı.
"Öyle valla, komutanım." dedi Ömer'de pişkince. "Saf gibi kızın arkasından öylece bakıyordu. İyi oldu."
"Senin gibi mi yapsın o zaman?" diye arkadan girdi Kara. "Mesela Melike'yi tanımadığı hâlde 2 kere kızın dudaklarına mı yapışsın?"
"Ben yapışmadım bir kere," dedi Ömer kendinden emin bir şekilde. Pişkinliği hâlâ üzerindeydi. "Yanlışlıkla olan bir şey."
"Ha Merve'den kaçmak için de yanlışlıkla öptün yani kızı."
"Merve şimdi ayrı bir şey ama," diye kıvırtmaya çalıştı Ömer. Kara üzerine gittikçe Ömer'i kıskıvrak sıkıştırıyordu. "Orası çok ayrı bir dünya."
"Gel ben sana orası ayrı bir dünya mı değil mı göstereyim," derken Murat, Ömer'i yakasından tuttuğu gibi kendi olduğu alana çekti. Eğitim gördüğü yerde ufak bir çit vardı. Yani Ömer ile Murat'ın arasında bir çit vardı ama Murat umursamadı bile. Ömer'i yakasından tuttuğu gibi havaya kaldırıp kendi ayağının dibine attı.
"Adama bak!" dedi Gökay hayran kalırcasına. "Resmen hulk gibi bir şey."
Kerem sırıttı. "Bu yapı boşu boşuna yok bu adamda koçum," dedi. "Adam kapılardan geçemiyor bu heybeti ile."
Ömer ise fazlasıyla şaşkındı. Az önce eğitim alanındaydı. Ne ara eğitim alanından çıkıp Murat teğmenin ayak diplerindeydi?
Mahir yüzünü tutarak ayağa kalktı. Yüzü buruşuk bir şekilde olanları izliyordu. Az önce olanı görmemişti. Eli yüzünde iken yüzü buruşuk bür şekilde Kara'ya baktı. "Ne kaçırdım ben, komutanım?" diye sordu.
Omuz silkeledi Kara. "Çok fazla bir şey değil," dedi. "İzlemeye devam et sen."
"Çok hızlı gelişti ama!" dedi Ömer korku ile. "Ben bir şey demedim ki! Neden dayak yiyorum ben ya!" Dayak yiyeceğinden kesinlikle emindi.
"Ne dayak yemesi oğlum?" dedi Murat'ta alayla. Yerde kendisine korku ile bakan Ömer'e keyifle bakıyordu. "Dünyaları karıştırmışsın. Coğrafyan çok eskimiş. Görevlerde coğrafya lazım olacak sana. Onu öğreteceğim."
Ömer korku ile ayağa kalmak istedi ama Murat'ın bir bakışı ile kalkamadı. Olduğu yere sindi. "Valla coğrafyam 100 benim. Coğrafya öğretmenim benimle gurur bile duyardı. Hiç gerek yok, valla. Kendinizi boşu boşuna yormayın."
"Var var," dediği an bir silke de Ömer'e çakmış bulundu. Yumruk havadan geçip Ömer'in suratına çarpmıştı. "Dünyaları fazla karıştırıyorsun. Coğrafyanın en önemli konusu birde." Sırıttı. "Sen yeter ki öğren. Yorulmam ben, merak etme."
Murat Ömer'i akıllandırma işinde iken Pars, onları izleme durumundaydı. Derin bir nefes verirken başını sağa sola salladı. Ömer ölse de akıllanmazdı. Belliydi. Mahir'in bakışlarını ve az önce yediği yumruğu da görmüştü. Mahir'in kendisine gelmesi için iyi olmuştu.
"Buraya gelip size rahatsız etmek istemezdim ama siz görevden göreve koşunca geleyim ben de dedim," diyen Melike ile bakışlarını Ömer ve Murat'tan çekip Melike'ye baktı. Gülen yüzü ile kendisine bakmaktaydı. "Kusura bakmayın tekrardan."
"Estağfurullah," dedi Pars pek umursamadan. "Buyrun, dinliyorum ben sizi."
Melike gözünün önüne düşen saçını kulağınının arkasına attı. Diğer elinde tuttuğu zarfı Pars'a uzattı. "Teyzemin düğünü. Sizde davetlisiniz."
Pars kendisine uzatılan davetiyeyi aldı. Sade bir zarfın içindeydi. Yine de açıp bakmadı. Pek umursadığı söylenemezdi. "Buraya kadar zahmet etmişsiniz." Dedi Pars. "Keşke Nuray ablaya bıraksaydınız. Ben oradan alırdım davetiyenizi."
Melike Pars'ın umursamazlığı yüzünden biraz bozulsa da çaktırmadı. Gülümsemeye devam etti. "Nuray abla aklıma bile gelmemiş. Siz de dediğim gibi görevden göreve gidiyorsunuz diye ben kendim getirdim."
"Anladım," diye mırıldandı. Zarfı hafif havaya kaldırdı Pars. "Teşekkür ederim o zaman," dedi. "Benim askerleri eğitmem lazım şimdi. İyi günler," diyip arkasına döneceği an Melike hızla kolunu tuttu. "Şey," dedi utançla. "Bekleyin."
Pars kolunun tutulması ile başını hafif döndürüp yandan baktı Melike'ye. Ondan sonra ise yönünü tekrardan Melike'ye çevirdi. "Evet?" dedi çatık kaşları ve soru kokan sesi ile.
"Nasıl diyeceğimi bilemedim ama," diyerek ağzındaki baklayı çıkartmaya çalışıyordu Melike. "Acaba siz, ben."
"Kafeye falan mı gitsek!" diye anında girdi lafa Melike. Fazla utanmıştı. İlk defa bir erkeğe kafeye davet ediyordu. "Yani şey, müsait olduğunuzda falan," derken endişeliydi. Pars'ın kendisini yanlış anlamasından korkuyordu. "Lütfen yanlış anlamayın beni. Ya da çok özür dilerim. Kabalık yaptım."1
"Melike hanım, sakin olun," dedi Pars sakince. Sanki az önce Melike onu kafeye davet etmemiş gibi. Duymamazlıktan gelecekti çünkü. "Kabalık etmediniz ama kusura da bakmayın. İzin günlerim bir tek oğluma müsait." Gerçekten de öyleydi. İzin günlerinde bir tek oğlu ile vakit geçirir, oğlu ile huzur bulurdu. Aşka kapalıydı artık kalbi. Geçmişinde yüreğinde vatan sevgisinin yanında Alphan'ın annesi yani Özge bulunurdu ama Özge, o yüreğe ihanet etmişti. Yüreğe kan sıçratmış, ihanetle boyamıştı. Şimdi ise o yürekte sadece vatanı ve oğlu vardı. Başka insanlara kapalıydı. Biri istisna...
Yutkundu Melike. "Sıkıntı değil anlıyorum sizi," diye mırıldandı Melike. Kafasını aşağıya eğmişti. Ağzının içinden çekingen bir şekilde konuşuyordu. "Neyse ben gideyim." Dedi. "İyi günler size."
Pars derin bir nefes verdi. "İyi günler Melike hanım," derken adımlarını tekrardan Ömer ve Murat'ın olduğu yere çevirdi. Ömer kafasını tutmuş yerde sızlanıp duruyordu. Kaşı ve dudağı patlamıştı. "Aşk olsun Murat komutanım!" dedi Ömer sızlanmaya devam ederken. "Coğrafyam o kadar iyi demiştim size."
Murat ise sadece omuz silkeledi. Mahir ve Kerem yatakhaneye gitmişti. Sadece Gökay bulunuyordu. "Kaşındın ki," dedi Gökay bir gıcıklık ile.
O sırada ise Yalın kendisine sövmekteydi. "Sikeceğim bu aklımı, sikeceğim," diye mırıldanıyordu. Er askerlerle uğraşayım derken Albay ile karşılaşmış, albay onunla uğraşmıştı.
Elindeki paspas ile tuvalet zemininde suyu çekerken işi bitmişti. "Oh," diyerek doğruldu ve paspası kenara bıraktı.
Er askerlere olta atayım derken kendisi oltaya gelmişti.
Albay Yalın'ın askerlerle durduk yere uğraştığını görünce yarım saat önce eline paspası vermiş, tuvaleti temizlettirmişti. Dua ediyordu ki en azından bir tuvalet temizlemişti.
Ellerini lavoboda yıkarken peçete aldı ve ellerini kuruladı. Beli yere eğilmekten dolayı fazla ağrııştı ama hareket ettikçe de ağrısı azalacaktı. Bunu biliyordu ve ellerini tertemiz ettikten sonra tuvaletten çıktı. Albay'ın odasına gitmeden önce küçü tek kişilik odalar vardı. Orada bir dosya bırakmıştı, onu alacaktı. Odanın içinde de iki oda vardı. Bir kapıda normal yatak odası tarzı bir şeydi diğeri ise dosyaların bulunduğu küçük arşiv odası gibi bir yer vardı. Askeriyenin arşiv odası vardı ama bu odada bulunanlar pek önemsenmeyen dosylar olduğu için zamanında o odayı küçük arşiv odası yapmışlardı.
Odanın önüne geldiğinde kapıyı açtı. Açar açmaz kapıyı kapatırken odanın içinde bulunan yatağa doğru adımlamaya başladı. O sırada arşiv odasından sesler gelmeye başladı. Yalın anında dikkat kesilirken albayın sesini duydu bir an. "Aşkım," diyordu korku dolu sesi ile. "Açamadım valla, kusura bakma." Ne yani, koskoca albay karısından korkuyordu ve üstüne üstün askeriyenin en bilinmeyen odasında gizli saklı mı konuşuyordu? Tam liseli ergenler gibi diye düşündü Yalın. Zamanında onun da başına gelmişti bu olay. Sırıttı ister istemez. "Koskocaman asker adamın düştüğü hale bak," diye mırıldanırken tam yatağa doğru gidecek iken albayın konuştuğu odanın kapısı açıldı. O kapının açılmasıyla birlikte Yalın telaşa girerken hiç tahmin etmeyeceği bir şey oldu.
Odada bulunan giysi dolabının kapağı açıldı, içeriden bir kuvvet Yalın'ı dolabının içine çekti.
Ne olduğunu anlayamadı bile Yalın. Bu sefer de dudaklarının üzerine bir el kapanmıştı. "Şşt!" diyordu içerideki ses. "Sessiz ol."
Yalın dolabının içinde olan kişi ile daha fazla şaşırdı. Aylin'di bu! Aylin'in ne işi vardı!
Aylin Yalın'ın dudaklarından ellerini çektiği an dolabının önünde ayak sesleri duyuldu. "Nefesim," diyordu albay. "Lütfen böyle yapma ya. Senin için gizli köşelere geçmiş, telefon görüşmesi yapıyorum bak."
"Senin ne işin var burada!" diye Yalın fısıldayarak sordu. Albay tam dolabının önünde iken konuşmaları imkansızdı.
Aylin sus işareti yaptı. Yalın o an sustu
Sustu çünkü konuşmaya devam ederlerse albay onları yakalayacaktı. Albay odanın kapısını açmış olmalı ki kapının açılış sesi duyuldu. Ardından bir süre geçti kapının kilit sesi duyuldu. O an Aylin ve Yalın'ın gözleri pörtlek gibi şaşkınca açıldı. Siktir olsun!
İkisinin de gözleri şaşkınca açılırken Aylin olduğu yerde rahatsızca kıpırdandı. Dolabının içi çok dardı. Bu yüzden Yalın dolabının içinde uzanır gibi iken Aylin'de Yalın'ın üzerine düşmemek için kendisini havada tutuyordu.
Albay daha sonra tekrardan o odaya girdi. Yalın tekrardan baktı Aylin'e. "Senin ne işin var burada!" diye tekrardan sessizce sordu.
Aylin derin nefes verirken, "Alphan beni buraya kilitledi." dedi.1
"Ne?" diye şaşkınca sordu Yalın. O an yine Aylin rahatsızca kıpırdandı. "Rahat dur!" dedi Yalın. "Ayrıca neden dolaba çektin beni. Adam akıllı söyleseydik ya albaya."
"Ben bilmiyordum, değil mi!" diye çatık kaşlarının arasından konuştu Aylin. "Alphan oyun oynayacağız, dedi. Dolabının içine girmemi istedi. O sırada ise benim olduğum dolaba kilit koymuş, fark etmedim. Odadan çıkarken de dış kapıya kilitlemiş."
Yalın, "Ee, ben girdiğimde açıktı," dedi.
"Albay da kilitlemiş kapıyı. O yüzden kilitli olmasını yargılamadı. Ben tam dolabının kilidini kırdım ki albay girdi içeriye. Karısı ile konuşup duruyordu. Dolaptan çıkmaya cesaretim olmadı. O sırada da sen geldin işte."
"Off!" dedi Yalın bıkkınca. "Çıkalım madem şimdi. Durumu anlatalım." Hâlâ fısıldayarak konuşuyorlardı.
"Saçmalama!" dedi anında Aylin. "Adam kapıyı kilitledi. Ayrıca çıkarsak bize ne olacağını düşün. Adamın karısı ile konuşmalarını dinliyoruz şuan. Albay birde.'
" Haklısın," Dedi Yalın pes ederek. Haklıydı Aylin. Albay kapıyı kilitlemişti ve şimdi çıksalar bile odadan çıkamayacaklardı üzerine de albaya yakalanacaklardı. Albay bu konularda çok ciddiydi. Aylin ve Yalın şimdilik buna katlanacaklardı.
Aylin tekrardan hareketlenirken bir anda dolabın kapağına doğru devrildi. "Lan," derken dolabın kapağı açılmış aşağıya doğru devriliyordu Aylin ama Yalın son anda Aylin'i belinden tutmuş üzerine doğru çekmişti. Aylin'in elleri anında Yalın'ın göğsüne doğru düştü. Ellerini mecburen Yalın'ın göğsüne koymuştu. Yalın'ın üzerine düşmemeye çalışan Aylin şimdi Yalın'ın üzerinde uzanıyordu.
Şaşkınca kalırken ikisinin nefesleri birbirine çarpmaya başladı. "Ne yapıyorsun sen!" dedi. Yalın yüzüne çarpan nefes ile yutkunurken, "Uzan üzerime," dedi. "Yapacak bir şeyin yok şuan. Mecburuz."
"Off," derken Aylin kafasını Yalın'ın göğsüne gömmüştü. İkisi de dar alanda birbirlerine çok yakın durumdaydılar. Kafasını koyduğu göğüs bir an da kasıldı. Aylin neden olduğunu anladı ama yine de bir şey demedi çünkü kafasını havada tutacak güç yoktu. Kafasını dik tuta tuta boynu ağrımıştı. Çeksin biraz Yalın.
Yalın ise burnuna doğru gelmiş olan saçlar yüzünden iç çekti. Mis gibi papatya kokusu dolmuştu dar alana. Bu koku çok tanıdık geldi Yalın'a. Ölen kız kardeşi ile aynı kokuyordu Aylin.1
Çok acı bir şekilde kaybetmişti Yalın kardeşini ve kardeşinin kokusu şimdi dibindeydi. İster istemez Aylin'in kokusunu ciğerlerine dolduruyordu. Kardeş özlemi vardı bu kokuda. Kardeşi vardı. Nasıl ciğerlerine doldurmasın bu kokuyu?
Bir papatya kokusu, bir kapıya yol açmıştı aslında. Sonu ne olduğu bilinmeyen bir yol. Acılar var, göz yaşları var, mutluluk var. Ama sonu belli değildi.
Aylin kafasını Yalın'ın göğsüne gömmüş durumda iken Yalın'da Aylin'in kokusunu içine çekiyordu. Kardeşini özlemişti. Bu kokuyu özlemişti. Bir kez daha bu kokuyu içine çekerken gözlerini kapattı, kardeşi gözünün önüne geldi.
"Abim," diyordu Filiz içli içli. Gözlerini kırpıştırıp Yalın'a alttan alttan baktı. "Ne olur benimle gelsen."
Yalın derin bir of nidası bıraktı. "Tamam, Filiz," demişti bıkkınca. "Tamam. Geleceğim seninle. Oldu mu?"
"Yes be!" derken Filiz, abisini ikna etmesinden dolayı yaşadığı sevinç ile kollarını abisinin boynuna dolamıştı. Sımsıkı sarıldı abisine.
Yalın'da kollarını sardı kardeşine. Burnunu kardeşinin saçlarına yaslarken kardeşinin kokusunu içine çekti. Aile kokusunu. "Mis kokulum," dedi Yalın'da içli içli.
Son kez kokusunu içine çektiğini bilmeyerekten.
Genzi sızladı Yalın'ın. Filiz'in ruhu sanki buradaymış gibiydi. Filiz sanki buradaydı. Şuan kardeşinin kokusunu içine çekiyordu. Ağlamak istedi ama yapamadı. Zor tutuyordu acı gözyaşlarını salmamak için.
Yıllardır burnunda tüten koku şimdi aynı timde beraber çalıştığı kızdaydı. Nasıl bunca zaman bu kokuyu duymamıştı. Nasıl?
Aylin bir anda kafasını kaldırdığında Yalın ile burun buruna geldi. Yalın Aylin'in saçlarını koklarken her şey somutlaşmış gibiydi. Onun için Aylin'in kokusu burnuna geldiği an durmuştu.
Dünya durmuş sadece bu koku ile kendisi vardı. Dünya durmuş Aylin ve kendisi vardı.
Aylin'in kafasını kaldırması ile burun buruna gelmişler, Yalın zorla da olsa kokudan ayrılmak zorunda kalmıştı. Nefesler yüzlerine çarpıp dar ortamda dağılıyordu. İki kişi tek nefes olmuşlardı.
Aylin burnunun dibinde olan Yalın'dan gözlerini çekmezken, "Yalın," diye fısıldadı. Yalın kendinden geçmiş gibi, "Hı," dedi. Kokudan dolayı kendinden geçmişti.
"Albay diyorum," diye yeniledi Aylin. Nefesler yeniden tek nefes oldu. "Gitti diyorum," dedi ve o an Aylin büyülü ortamı bozdu. Yalın'ın üzerinden kalktığı gibi dolaptan dışarıya çıkmıştı. "Oyalanma çabuk senden burada," dedikten sonra Aylin koşar adımlar ile odadan çıkmıştı.
Aylin elini kalbine attı, yokladı. Hızlı atıyordu. "Korkudan," dedi eli kalbinde koridorda yürürken. "Albay korkusundan," derken kendisini ikna etmeye çalışır gibiydi.1
Yalın ise dolabın içinde hâlâ uzanır şeklindeydi. Gözlerini kapatırken Aylin ile olan yakınlığını düşündü. Az önce burnuna gelen koku geldi.
"Filiz... " diye fısıldadı gözleri kapanırken. O an gözlerinin önünde sadece iki kişi vardı. Aylin ve Filiz.
Bir koku, bir özlemin kapılarını açmış kendisini hatırlatmıştı.
Yalın Aylin'in kokusunu soludu, kardeşinin özlemi yüreğine vurgun yaptı.
Papatya kokusu demek aile demekti Yalın'a göre. Ailesi bir tek Filiz'di. Onu kaybetmişti.
Şimdi ailem dediği kokuyu tekrardan solmuştu. Aylin'de ailesinin kokusunu almıştı.
Şimdi diyebilir mi, Aylin demek aile demek mi diye?
Filiz papatyaydı. Aylin'de papatya. İkisi de aynı kokuya sahipti. Aile.
Şimdi Yalın ne yapsın?2
.
Bölüm nasıldı bakalım1
İnstagrama gelin. Oradan sizlerle soru cevap yapacağım. Karakterlerimize istediğiniz soruyu sorun onlar cevaplayacaklar.
Yarın görüşmek üzer1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |