MERHABA.
Yorumlarınız eksik. Yorum yaparsanız çok sevinirim.
İnstagram: Senfoni_yazar
Tiktok: Senfoniyazar
İyi okumalar!
.
"Gitmeyeceğim!" Güneş, gözyaşlarını inci gibi dökerken Sancak'a daha sıkı sarıldı. "Gidersem sende yok olacaksın. Gitmem!"
Sancak içli bir nefes alırken gözlerini yumdu. O sırada onun da gözünden bir yaş akmıştı. Ağlamayı bilmeyen çocuk, söz konusu Güneş olduğu zaman ağlamayı biliyordu. Gözlerini açıp hemen göz yaşını sildi. Güneş'e daha sıkı sarıldı. "Ateş'im..." diyebildi sadece. Kelimeler gelmiyordu diline.
Güneş. Yeni ailesinin yanına gidiyordu. Bensu ve Selim Devin çiftinin kızı olacaktı. Onlarla beraber yaşayacak, onlarla beraber büyüyecekti.
Ama Güneş gitmek istemiyordu. Sancak ile kalmak istiyordu. Tek istediği kişi Sancak'tı ama Sancak'ı ondan ayırıyorlardı. Her ne kadar Bensu ve Selim, onları birbirinden ayırmayacağını söylese de Güneş inat ediyordu. Sancak olmadan olmazdı Güneş için. Sancak onun kahramanıydı. Sancak onun abisiydi. Sancak onun ailesiydi. Her şeyiydi... Gitmek istemiyordu.
Müdirenin elinden işkence çekmeye devam ederdi yeter ki Sancak yanından gitmesin ama gidecekti. Sancak ile ayrılacak, Sancak'tan kalan tüm anılarını ve izlerini yaşatacak ve yıllar boyu bir daha birbirlerini görmeyeceklerdi.
"Gitmem!" dedi tekrardan Güneş. Daha sıkı sarıldı Sancak'ın bacaklarına. "Ben senden ayrılmak istemiyorum..."
Sancak'ın içi acıyordu, içi yanıyordu. O da Güneş'in yanından ayrılmak istemiyordu, Güneş ile beraber büyüyüp onunla beraber yaşamak istiyordu. Güneş'in büyüdüğünü izlemek istiyor, Güneş'in her bir adımını takip edip yanında, baş ucunda olmak istiyordu.
"Güneş'im..." Sancak, eğilip Güneş'in saçına bir buse bıraktı. "Yalvarırım yapma böyle. Biz hiç ayrılmayacağız ki. Seninle olmaya devam edeceğim ben."
"Ayıracaklar, Sancak..." Sesi yalvarıyordu. Sesi, bir parçaya bölünüp bin canını yakıyordu. "İnanma onlara, gitme benden."
"Güneş..." Diğer taraftan gelen ses ile bakışlar oraya döndü hemen. Aras'tı. Sancak ve Güneş'in en yakın arkadaşları. "Sizi ayırmayacaklar. Yapma böyle. Hem, ailen olacak artık."
"Ben aile istemiyorum, ben Sancak'ı istiyorum!"
"Güneş yapma!" Kendine hakim olamayarak bağırmıştı Sancak. Yapmanalıydı Güneş. Ayrılması, veda etmesi zor iken daha da zorlaştırmamalıydı. Yapmamalıydı. O da istemiyordu. Cidden istemiyordu ama Güneş'i bu cehennemde daha fazla bırakamazdı. Onun bir ailesi olmalıydı. Bir sıcak yuvası, bir anne ve babası olmalıydı. Burada kendisi ile daha fazla çürümemeliydi.
"Bırakmak istemiyor..." Arda, Güneş ve Sancak'ı izlerken içi bir buruktu ama vazgeçmeye niyeti yoktu. "Üzgünüm, Ateş Kızı. Sancak ile ayrılma vaktin geldi bile."
Güneş, Sancak'ın kendisine bağırması ile irkildi, belki de ilk defa Sancak'tan korktu.
İrkilirken bir anda ayrıldı Sancak'tan. "Bana bağırdın..."
Gözlerini yumup açtı Sancak. İçi anında pişmanlık ile dolmuştu. Kıyamazdı Güneş'e, Ateş Kızına. Ağlamasına bile dayanamazdı. Bağırmaya nasıl gönlü el verirdi. Yanlışlıkla olmuştu, içi acıya acıya olmuştu. Bile bile yapmamıştı. Bağırdığı an bile pişman olmuş, kendisine lanet etmişti.
Güneş'i tutup kendisine çekti Sancak. Şakağına buseler kondururken içinden de dışından da binlerce kez özür diliyordu. "Özür dilerim, Ateş Kızı. Çok özür dilerim."
Umursamadı Güneş. "Beni bırakma..." diyebildi sadece. Niye anlamıyorlardı onu? Sancak'ı bırakıp gitmek istemiyordu ama Sancak neden bunu anlamıyordu? Görüyordu. Kendisini istediğini görüyordu ama niye inat ediyordu? Neden? "Lütfen beni bırakma, Sancak. Lütfen."
"Güneş..." Aras Güneş'in yanına adımlar iken Güneş'i tutup kendisine çekti. Önünde diz çökerken ellerini sımsıkı tuttu. Destek oldu Güneş'e. Yanında oldu.
Aras'ında tek iki arkadaşı vardı. Yetimhanedeki diğer kişiler Aras'a yakınlık kurmak isterdi ama Aras sadece Güneş ve Sancak'a arkadaş olabilmişti, arkadaşları olmuştu. İçine kapanık biriydi ilk geldiğinde Aras. Aras'ı içine kapanıklığından kurtaran, dış hayata bağlayan Güneş'ti. Güneş ve onun neşeliliği.
Güneş, Aras her kendisini ittiğinde Güneş inadına yapışırdı. Hiç bıkmadan, usanmadan hep Aras'a yakınlık kurardı. Sancak'ta yanında olurdu, Aras'a yakınlık kurardı. Ama Aras onlardan taraf olmazdı. Ta ki gece kabusundan uyanıp, yanında anne sıcaklığını veren Güneş'e kadar.
Aras, annesini çok acı şekilde kaybetmişti. Babası öldürmüştü annesini. İlk başta kapının önünde annesinin acı çığlıklarına şahit olmuştu. Çok korkmuştu. Çok ağlamıştı. Babaannesi de annesinin sevinç çığlıkları attığını söylemişti.
Ama aslında kadın, ölüme yakınlığının çığlığını atıyordu. Yaşamak istiyor, oğlu ile beraber olmak istiyordu ama sevdiği adam onun sonu olmuştu.
Babası odadan çıktığında elleri kan doluydu. Öyle kan vardı ki, bileklerinden akıp gidiyordu ama anlamadı Aras. Bilemedi. Babasının kolundan akan sıvının ne kan olduğunu bildi ne de o kanın annesine ait olduğunu.
Babası da annesinin sevinç çığlıkları attığını söyledi ama inanmadı. İnsan canı yandığı zaman çığlık atardı. Sevinince atmazdı ki...
Sonra koşa koşa girdi o odaya. Annesi yatakta yatıyordu. Yatakta da kan vardı. Bütün beyaz çarşafı boyamıştı. Ama yine bilemedi Aras. O rengin kan olduğunu, annesinden geldiğini bilemedi.
Yatakta kan gölünün içinde yatan annesine koştu, sarıldı, göğsünde ağladı. Çok korktuğunu söyledi. Babasının kendisinin sevinç çığlıkları attığını söyledi. "Doğru mu, anne?" diye sordu annesine. "Sen sevinç çığlıkları mı attın, anne?"
Annesi ise o gün tek şey söyleyebildi. Oğluna travma olacak, hayatı boyunca hep onunla yaşayacaktı.
"Ben sevinç çığlıkları attım, sende at, oğlum. Sakın çığlıkların acıdan çıkmasın."
Ve o gün de yemin etmiş oldu Aras.
Çığlıkları hiç bir zaman acıdan, gözyaşıdan çıkmayacak. Sevinçten çıkacaktı.
Bu yemin kırılamaz bir yemin gibi olmuştu. Kırılması zordu hatta hiç olmayacaktı ama hayat ya bu. Hiç sağı solu belli olmazdı.
Bir gün bakardı. O yemin kırılmış, Aras acı çığlıkları atıyor olurdu.
"Ama Aras..." Güneş'in çaresiz sesi Sancak'ın canını çok yakıyordu. Hem Sancak'ın hem de Aras'ın ama elden gelen bir şey yoktu. Sancak, her ne kadar canı yanarsa yansın, istesin istemein Güneş'i yeni ailesine gönderecekti. Güneş sıcak bir yuvayı hak ediyordu. Aile sıcaklığını, hayatın en iyi yönünü yaşamayı hak ediyordu. "Sancak beni bırakacak. Niye anlamıyor, ben onu bırakmak istemiyorum ki..."
"Bırakmayacak ki, güzelim." Aras onu ikna etmeye çalışıyordu ama olmuyordu. Güneş'ti bu. Asla vazgeçmezdi. "Hep senin yanında olacak."
Güneş'in başı Sancak'a döndü. Dolu dolu bakıyordu Sancak'a. İçinin acıdığını gösteren bakışlar atıyordu. Dayanamadı Sancak.
Aras'ın yanına gelirken Aras usulca çekilip bir kaç adım geriye gitti ve onları izlemeye başladı. O da Güneş'in gitmesini istemiyordu ama olanlar için de hiç bir şey yapamıyordu.
Sancak diz çöktüğü yerden Güneş'in elini sımsıkı tuttu. Yeşil gözlerinde binbir türlü duygu vardı Sancak'ın. "Güneş," derken elinin birini Güneş'in elinden çekti ve Güneş'in kalbine koydu. "Ben buradayım, Güneş. Hiç hayatından ayrılmayacağım ki."
Burnunu çekti Güneş. "Sen benim nasıl kalbimdesin ki?"
Burukça gülümsedi Sancak. "Bir insan en çok sevdiği kişiyi hep kalbinde taşır, Güneş. O senin yanında olmasa bile hep seninle olur. Kalbinde yaşar."
Çipil çipil bakarken Güneş, elini Sancak'ın kalbine attı. Ama koyduğu yön yanlıştı. Sola değil sağa yaslamıştı elini. "Ben burada mıyım peki?"
Kıkırtı çıktı Sancak'tan. Elini alıp Güneş'in elinin üzerine koydu, asıl kalbinin olduğu yere yasladı Güneş'in elini. "Benim kalbimde her daima varsın Güneş. Ölüme, dirime, bu kalp seninle."
Kabullendi Güneş. İstemese de kabullendi. Sancak öyle bir konuşuyordu ki, öyle bir bakıyordu ki kabullenmek zorunda kalmıştı. Biliyordu. Ne kadar yalvarsa da gidecekti, Sancak ve Aras'la ayrılacaktı. En acı kabullenmeydi onun için. Çok acı verici bir şeydi.
Ağlarken hıçkırdı Güneş. "Peki, biz buluşacak mıyız hiç? Beni görecek misin?"
Sancak elini Güneş'in gözlerine atıp tek tek gözyaşlarını sildi. Yanağını okşadı. "Kalpler hep buluşmak ister, Güneş." Gülümsedi yine. Gülümsemesi hep yüzünde yer aldı. "Kalbinde ben hep daim olduğum süreç, biz bir gün buluşacağız."
Dudak büktü Güneş. "Sen hep benim kalbimde olacaksın, Sancak."
"O zaman Kalpler de buluşur, Güneş. Biz bir gün buluşacağız."
Derin bir nefes verdi Sancak. "Kalpler buluşmak ister," dedi tekrardan Güneş'in hafızasına kazımak ister gibi. Güneş'in unutmamasını ister gibi.
"Kalp buluşmak ister," dedi Güneş'te kendi hafızasını kazımak, unutmamak için.
İkisi son kez tekrarladı, son kez söyledi. Birbirlerlerine yine söz verdi, hep kalbimde olacaksın dediler. Sözlerini de tuttular, istedikleri oldu, kalp buluşmak ister hafızalarında hep kazındı, hafızalarında hep yer aldı.
***
Bir kelebek gibidir hayat. Güzelliği varken hayatın da kısa olduğunu gösterir bizlere. Hayat kısaydı, bu yüzden doyasıya yaşamak gerekirdi. Acısıyla, tatlısıyla.
Şimdi de ben. Düğünde. Dans pistinin ortasında. Öğrencimin velisi ile dans ediyorum. Peki, bu doğru bir şey mi?
Yaptığım şey doğru değildi. Karşımdaki adam öğrencimin velisiydi. Aramızda bir sis bulutu vardı. Bu sis bulutu, bir tanıdıklık hissiyatı veriyordu bana. Kalbim amansız çarpıyor, karnımdaki kelebekler uçuşuyordu. Ama olmaması gerek. Bilmiyordum. Şuan aklım durma noktasındaydı. Hiçbir şey düşünemiyordum. Sadece karşımdaki Pars vardı. Çok erken olan bir şeydi. Ben daha kendisini yeni tanıyordum ama karnımda uçuşan Kelebekler niye öyle demiyordu?
"Bu..." dedi tekrardan. Bakarken yutkundu. "Ne güzel bir dövmeymiş..."
Gerçekten şaşırdığı bu muymuş? Öyle bir şaşırarak bakmıştı ki, ben bile acaba bir şey mi vardı diye düşündüm.
"Dövme değil," dedim onun yeşil harelerine dalıp gitmişken. "Bir anı, bir geçmiş..."
Geçmişimdi o, hayatımdı, anılarımdı, şansımdı... Her şeyimdi. Kelimeler tarif edemezdi. Ne dersem diyim, yine de anlatamazdım. Benim için anlamı o kadar büyük ve kıymetliydi. Dövme diye diye geçip gideceğim bir şey değildi.
Ritmik hareketlerle dansa devam ederken yanımıza Alphan ve Eliz geldi. Bize bakıp gülüyorlarken onlarda dans etmeye başladı. Dikkatimi yine Pars'a çektim. "Anlamı var mı peki?"
"Var." Hem de en derini ile anlamı vardı.
"Özel değilse nedir peki anlamı?"
"Dile gelemeyecek şekilde anlamı var aslında." Öyleydi gerçekten. Anlamı derin ve sonsuzdu. "O yüzden dile gelmez ama benim az önce dediğim gibi geçmişim diyebilirim."
"O zaman beklediğiniz biri var."
Pat diye söylediği şey ile dansın ortasında durup kalmıştım ama Pars, belimdeki elini biraz daha sıklaştırıp beni kendisine çekmesi ile duraklayan adımlarımı zorlanmadan harekete geçirmiş oldu.
Güldü. "Aynı sahne farklı yer."
Böyle demesi ile aklıma Efe ile Alphan'ın kavga ettiği güne gitti. O gün kendisi ile bankta konuşurken başka biri var, demiştim kendisine. O da aynı az önce benim dediğim gibi, siz nereden çıkardınız bunu, demişti. Sahneler, tekrarı oynayan bir dizi gibi karşımıza geçmişti tekrardan. Sahne aynı şekilde oynayıp duruyordu, bizim önümüze çıkıyordu.
Aynı, hastanede karşılaştığımız ve okulda karşılaştığımız ilk an gibi.
" Teşekkür ederim, karşıma bir daha çıkmayacak olan asker."
"Rica ederim, hayatımda gördüğüm en güçlü kadın."
Dizi tekrardan oynadı, tekrardan karşımıza çıktı, roller değişmedi. Tek değişen, aramızdaki resmiyetti.
"Görüşmek üzere, hayatımda gördüğüm en güçlü kadın."
Şimdi yine oynuyordu dizi. Başroller yine değişmedi. Sadece biz vardık. Biz oynuyorduk. İzleyen yoktu ama biz yaşıyorduk.
Kafamı sallayarak güldüm. Deja vu sahnelerini fazla yaşıyorduk. Ve bu da kaderin bize bir oyunuydu galiba.
"Var," dedim kendisini yanıltarak. "Geçmiş gelecekte tohum açarsa, evet. Beklediğim var."
Sırıttı bu dediğime. Hem de öyle bir sırıttı ki, yeşil hareleri kısıldı. "Sizce geçmiş gelecekte tohum açar mı, yeşerir mi?"
Yeşerirdi de tohum da açardı. Geçmiş aslında geleceğin geçiş anahtarıydı. Geçmiş hiç bir zaman bırakmazdı peşimizi. Yaşarken de ölürken de hep bizimle daim olurlardı. Bu yüzden geleceğin anahtarıydı geçmiş. Geçmişte yaşadıklarımız sayesinde ders çıkarırdık, hayatımıza yön verirdik. Hayatımıza yön vermemizi sağlayan da geçmişti. İnsan yaşaya yaşaya öğrenirdi. Onlardan ders çıkarırdı. İnsan bir olayı yaşamadığı süreç o olayın sonucunu nereden bilebilirdi ki? Ya da o sonucun bize neler yaşatacağını? Olumlu olumsuz fark etmezdi. Zaten yaşadıklarımız her şey bizlere sınavdı. Böyle bir hayat içinde yaşarsak bilirdik, yaşarsak geleceğe kapı açardık.
Ne olursa olsun geçmiş geleceğini geçiş anahtarıydı. Bizimle yaşayan ve bizimle ölen geçmiş, geleceğimizi de tohum açar, yeşerirdi. Tüm hayatımız geçmiş ve geleceğe bağlıydı çünkü.
"Açar," dedi kendi sorusunu yanıtlayarak. Bana yanıtlama fırsatı vermedi. "Geçmiş ile yaşarken geçmişin gelecekte tohum açmaması imkânsız."
Doğru demişti. İmkansızlıklar, hayatın belli bir noktasında imkana dönüşürdü. İmkansızı imkanlı yapmak için ilk önce direniş lazımdı. Ancak o zaman imkanlı olurdu.
Ve ben, direnişimi gösteriyordum. Geçmişim bana gelecekti. 22 yıl geçti ama inancım tam. Sancak... Mutlaka bir gün bulacaktım kendisini. Ya da o beni.
Dansı ritmik hareketlerle devam ettirirken şarkı durmuştu artık. Yeni bir şarkı çalmaya başladı. Sezen Aksu'dan Hoşgeldin çalıyordu.
hiç ummazdım
oldu
sonbaharda
hediye gibi geldin
hoş geldin
Pars'ın bakışları insanı delip geçen bakışlardı resmen. Yeşil orman gözlerine bakarken kendi yansımamı görüyordum. Açıkçası Pars'ın işinden dolayı soğuk biri olacağını düşünüyordum ama o hep aksime sıcak kanlı biriydi. Düşüncelerimi yanıtmıştı.
Gerçekten de sıcak kanlı biri miydi?
"Sıcak kanlı biri değilim." Aniden söyledikleri ile irkilirken ne dediğini pek anlayamadım. Güldü bu halime. "Sorduğunuz soruya cevap veriyorum. Sıcak kanlı biri değilim."
Hadi be! Dışımdan mı söylemiştim.
"Evet, öyle oldu." Artık ona nasıl baktıysam fazla eğleniyor gibiydi. "Bunu dışından söylemedin. Merak etme."
Derin bir nefes verdim. "İnsanı korkutuyorsun gerçekten."
Omuz silkeledi. "Korkuttuğumu söylerler."
O sırada ise gözüm masaya çarptı. Gökay, sırıtarak bize bakarken yanındaki Kerem'e bize kaş göz yaparak bir şeyler söyledi. Kerem'de bize baktıktan sonra yanında olan Mahir'e bir şeyler dedi ve o an Mahir, ışık hızı ile ayağa kalkıp Melike'nin elinden tuttu. Sonra da buraya sürüklemeye başladı.
Melike, Mahir'in anı hareketi ile korkarken ne ara yanımıza gelip dans etmeye başladılar, anlamadım bile.
"Mahir cidden Melike'den hoşlanıyor galiba." Kendi kendime mırıldanırken Pars'ın boynunda olan kollarımı biraz hareketlendirdim. Pars'ın boyu uzun olduğu için benim de hayli bir kollarımı yukarıya kaldırmam gerekiyordu ki, kollarım ağrımaya başlamıştı. Ama içimden bir ses indirme diyordu. Dans etmeye devam et, sakın bozma diyordu.
Pars'ın sorusu ile etrafa bakan gözlerim yine onu buldu. Onaylar şekilde mırıldandım. "Boyun biraz uzun olduğu için."
"İstersen masaya geçebiliriz."
Düşündüm bir ilk başta. İçimdeki ses yine bırakma bırakma dedi. Bırakmak istemedim ama olduğumuz durum hiç etik değildi. Normal değildi. Sıkıntı bastı bir anda. Bıraksam bırakmak istemiyordum bırakmasam yanlış anlayabilirlerdi. Ne yapacağımı karar bile verememiştim.
Kalp ve akıl. İki tehlike. Hangisini dinlersem dinleyim biri haklı diğeri haksız çıkıyordu. Kalbimi dinlesem aklım, aklımı dinlesem kalbim.
Düşüncelerim ile boğuşurken gözüm refleksi olarak bir anda Ömer'e kaydı. Ömer'in öfkeli bakışları vardı. Hayır, bu biraz önce olan Senem'le tartışmasının öfkesi değildi. Çok ciddi biriydi. Yumruklarını sıkıyor, tek bir noktaya bakıyordu. Çene kasları bile gerilmişti sinirden.
Boynunda olan kollarımı bir anda çekmek isterken sanki Ömer hissetmiş gibi bana baktı. Pars'ta dansa son vereceğimi anlamış gibi ellerini belimden çekmişken Ömer'den aldığım işaret ile kollarımı daha sıkı sardım Pars'on kollarına.
Pars şaşırdı tabii ama çaktırmadı. O da belimden düşen ellerini tekrardan belime atıp sımsıkı sardı.
Bir şey vardı. Pars'ın görmek istemediği veya da sinirleneceği bir durum değil mi? Bu yüzden Ömer Pars ile olan dansımı son vermemi istemedi.
***
Gökay, dans pistine doğru giden Güneş ve Pars'ı izlerken şaşkınlıktan ağzı açılıp kalmıştı. Pars'ın Melike'nin dans teklifini kabul etmeyeceğini biliyordu ama bir anda Günen Öğretmeni dansa kaldıracağını hiç ama hiç hesap etmemişti.
"Benim gözlerimde mi bir sıkıntı var yoksa gerçekten Pars komutanım, öğretmeni dansa mı kaldırdı?"
Gökay hâlâ konuşmaya devam ederken ayakta öylece kalmış Melike, az önce olan olayları idrak etmeye çalışıyordu. Hoşlandığı adama dans teklifi etmişti ama o herkesin içinde onu ayakta bırakarak başka biri ile dans etmişti. Düğün sahibinin yeğeni olmasa, herkesin içinde oturur ağlardı. Gözyaşlarını bile zar zor tutuyor, içine akıtıyordu.
En acı verende insanın gözyaşlarını içine akıtmasıydı. Sanki dışarıya akıtsa utanacak, herkes tarafından acınılacaktı. Bir insan başka insanlar tarafından acınmak ister miydi? İstemezdi.
Bir kalp var ortada. Herkesi sever ama sadece bir kişiye aşık olur. Aşık olduğunu zanneder ama doğru kişi gelene kadar. Kalp sadece tek kişiye mahkumdur.
Melike. Aşık olduğunu zannediyordu ama yanılıyordu. Onun geçip geçici bir hoşlantısı vardı. Ama bu hoşlantı yine de onun canını yakıyordu.
Mahir ise olduğu yerde baktı Melike'ye. İlk görüşte aşk olur muydu bilmiyordu ama Melike'yi görür görmez kalbi, yerinden çıkmak istercesine atmaya başlamıştı. Bir heyecan çarpıntısıydı onun ki. Melike'yi görür görmez heyecanlanan bedenin çarpıntısıydı. Belki de çok saçmaydı. Yaşadığı, Melike'yi görür görmez çarpan kalbi ve heyecanı. Ama ilk defa yaşıyordu Mahir bu duyguları. Çocuk gibi oluyordu Melike'yi görür görmez. Daha ikinci görüşüydü ama kendisine hakim olamıyordu. Biliyordu, Melike'ye kapılıyor ve sevmeye başlıyordu.
Ama işin en kötü yanı ise kalbini yavaştan kaptırmaya başladığı kız, komutanını seviyordu.
İçi bu yüzden çok huzursuzdu. Canını sıkıyordu bu durum ama canının sıkılması Melike'nin Pars'a karşı ilgi duyması değildi. Mahir, sırf kapılmaya başladığı kızın yıllardır görev yaptığı Komutanına olan ilgisi yüzünden Komutanına karşı bir nefret bir öfke hissetmezdi.
Mahir Melike'ye kapılıyor olabilirdi ama Mahir, Pars ve tim arkadaşları için herkesi rest çekerdi. Melike'yi bile.
Onun can sıkıntısı Melike'nin canının yanmasıydı. Öylece hâlâ ayaktaydı. Olayı sindirmeye çalışıyordu ama pek başarılı olduğu söyleyemezdi. Melike en azından reddeder diye düşünmüştü. Gözlerinin içine baka baka başka bir kızı dansa kaldıracağını değil.
Yutkundu. Ağır ağır yutkundu Melike. O sırada ise dayısı ile göz göze geldi. Dayısı Kaya, o da olayın böyle sonlanmasını beklemiyordu. Yine de pek takmadı. Herkes istediği kişi ile olmakta özgürdü. Kaya, Güneş'in öyle yapması ile gururu kırılmıştı ama yine de dediğimiz gibi çaktırmadı. Durumu normal karşılayarak yerine geçmek istedi ama yiğeninin öylece ayakta kalması ile durumu anlamıştı.
Kaya göründüğü gibi kötü biri değildi ama katı kuralları vardı. Şemdinli küçük bir yerdi. Kendi ailesine, kendi soyadına laf gelmesine izin vermez, katlanamazdı.
Sakince ilerledi Kaya. Yiğeninin kolundan nazikçe tutup kulağına yaklaştı. "Daha fazla ayakta durup kendini rezil etme." Göz ucuyla dans eden Pars'a ve Güneş'e baktı. "Adamdan da vazgeç. Ona baktığını görmeyim bir daha."
Melike usulca dayısına baktı. Dayısının katı kuralları vardı, kendisi katıydı ama asla ailesine bağırıp laf etmemiştir. Katıydı kendisi ama tüm ailesine karşı da sevgi besliydi. Bu yüzden korkmadı Melike dayısından ama çekindi. Öylece ayakta durup Pars'ın gidişini izlerken dayısından çekindi.
"Dayı..." diye fısıldadı ama Kaya anında kesti. "Lütfen, Melike," dedi. "Lütfen masaya geç ve o adamın arkasından izleyip durma."
İçli bir şekilde nefes verdi Melike. Usulca masalarına tam gidiyorken bileğini bir el tuttu.
Başını kaldırıp baktığında Pars'ın timinden olan askerdi. Çipil çipil baktı Melike Mahir'e. "Siz?" dedi sorar ve şaşırırken.
Yerinde kıprandı Mahir. Boğazını temizledi. Sakin ol lan, dedi içinden yerinden çıkacak gibi atan kalbine. Bayılacağım şimdi heyecandan, sakin ol.
Dudaklarını yavaşça araladı Mahir. "Şey..." dedi ama gerisi gelmedi. Gelemiyordu, konuşamıyordu. Aferin. Mahir! dedi kendi kendine yine içinde. Susup kalacak tam zamanıydı! Aferin!
Kalpti bu. Sevdiğine karşı heyecan besler, aşk beslerdi. Sevdiğini bir gördü mü, akan sular dururdu kendisinde. Bedenine işlev veremezdi. Dili lal olup susar kalırdı, konuşma yetisini kaybederdi. Aşkını anlatamazdın ama aşkını, gözlere vuran sevgi ile anlatırdı.
Mahir anlatıyordu. Gözleri ele veriyordu ama Melike göremiyordu. Pars'a olan ilgisi engel oluyordu. Doğrusu Melike ve Mahir karşılaşalı iki kez olmuştu. Görmek için erkendi. Zaten Mahir'in de tesellisi de buydu. Erken, diyordu kendine. Her şey için, fark edilmek için daha çok erken.
"Evet?" dedi Melike yeniden Mahir'den cevap beklerken.
Ensesini kaşıdı Mahir. Konuşmakta zorlanıyordu. "Yanlız kalmayın," diye ağzının içinde mırıldandı ama kendi dediğini sadece kendi duymuştu.
Kaşlarını çattı Melike. Az önceki olay canını yakmaya devam ediyordu ama Mahir'in durumunu da anlamaya çalışıyordu. Ne yapmaya çalışıyordu? Ne demeye çalışıyordu?
Kaya Mahir'e bakarken Mahir'in Melike'ye karşı olan hissini anladı. Boynunu sağa sola doğru hızlıca çevirip kütletti. Biri gitmişti diğeri gelmişti.
"Anlamıyorum sizi. Daha yüksek söyler misiniz?"
"Yanlız kalmayın!" Bir anda yüksek sesle söylediği şey ile fazla bağırdığını anladı. Yerinde utançla kıvırıldı. "Yani, bizim masamıza buyrun, yalnız kalmayın."
Melike hangi masadan bahsettiğini biliyordu. Pars'ın olduğu masadan bahsediyordu. Yutkundu daha sonra dayısına baktı. Dayısı ise yavaştan sinirleniyordu ama Mahir'e de bir şey diyemiyordu. Mahir'in saf duygularının farkındaydı. Sevmek suç değildi, kalbe engel olamazdın. Kaya da bunun farkında olduğu için Mahir'e bir şey diyemiyordu. Ama iş ileriye giderse, işte o zaman el atardı.
"Git," dedi sadece Kaya. Kendi ailesi vardı Melike'nin, arkadaşları vardı. İstese yine de düğün yerinde yalnız kalamazdı ama Kaya, bugün rahat bırakmak istedi. Kendisi her ne kadar o adamı unut dese de Melike kolay kolay unutamayacaktı. Biliyor ve tanıyordu yiğenini Kaya ve bugünlük üstüne gitmek istemedi.
"Gerçekten mi?" Melike, dayısının kabul etmesi ile iri gözleri şaşkınlıkla daha da irileşmişti.
"Hıhım," diye onayladı Kaya. "Ciddiyim." Demesi ardından da Melike'nin başka bir şey demesine izin vermeden gitmişti.
Melike anında gülen suratı ile Mahir'e döndü. Pars kendisine yüz vermiyordu hatta onu dans teklifini kabul etmeyerek başka biri ile dans etmişti. Bu da canını çok yakmıştı ama yine de onu görecekti. Bunun sevincindeydi. Hatta, acıyan canını azda olsa rahatlatmak istiyordu.
Mahir Melike'nin gülen yüzüne dalmış iken onları izleyen Kerem ve Gökay, kıs kıs gülüyordu.
"Harbi abayı yakmış, Mahir." Kerem'in ağzından çıkan ile Gökay, elindeki çekirdeği çitleyip kabuğunu yere attı. "Valla bu gece benim gözüm onu değil komutanımı görüyor açıkçası." Kaş göz yaparak birbirlerine çok yakın şekilde dans eden Güneş'i ve Pars'ı işaret etti. "Bunlar daha yeni tanışmadı mı?"
Omuz silkeledi Kerem. "Ben hiç de şaşırmadım açıkçası. Hatta sevindim bile. Adamın yüzü gülüyor."
"Sizin gözünüzde erken," diye anında lafa atladı Ömer. İkisine ciddi anlamda baktı. "Ama onlar için hiç öyle değil."
"Sence aralarında var mı bir şey?"
"Yok," dedi Ömer'de Kerem'in sorusuna karşılık. "Bir şey değil bir çok şey var."
Şaşkınca baktı Gökay Ömer'e. "Aşk filozofu konuştu."
Ömer çiğdemi alıp Gökay'ın üzerine fırlattı. "Kes be," derken çirkefleşmişti. "Ben gördüğümü söylüyorum, oğlum."
"Merve'den çok gördün herhalde. O yüzden şıp diye anlıyorsun."
Merve'nin ismini duyması ile tüyleri diken diken olmuştu Ömer'in. Adını duymak bile kendisini kötü ediyordu. Aslında her şeyi öğrenmeden önce çok güzel bir ilişkileri vardı. Merve sergilediği oyunculuğu ile ilişkiyi çok iyi taşımıştı ama Ömer, öğrendikten sonra herşey değişmişti. Ömer için onun deli olması değildi sorun ama kendisine yalanlar söylemiş, birden fazla manüpüle etmiş ve takıntılı bir kadın ile devam etmek istemedi. Sonrası da belli zaten. Ömer'i kafaya takmış durumda ve ayrılmıyordu da.
Bu yüzden tüyleri diken diken oluyordu adını duyduğu an. Ben o yalanlara, manüpülere nasıl inanmışım diyordu.
İkisi de derin sessizliğe girerken bu sefer Murat, Aylin ve Yalın üçlüsü dans eden çiftlere bakıyordu. Murat bir anda dürtmeye başladı Yalın'ı. "Pişt."
Yalın kafasını çevirip ne var anlamında kafa salladı.
Murat Yalın'ın kulağına doğru eğilirken, "Niye kös kös oturuyorsun?" diye sordu. Sonra da kaş göz yaparak sessiz sedasız oturan Aylin'i işaret etti. "Dansa kaldırsana kızı."
Yalın sadece ters ters baktı Murat'a. "Siktir git," dedi. Aylin'de bunları duymuş ve çatık kaşları ile onlara bakmıştı.
"Hayırdır," dedi ters ters. "Ne halt çeviriyorsunuz siz?"
Omuz silkeledi Yalın. "Ne çevireceğiz," derken Murat'a olan bakışları sen bittin dercesineydi. "Salak salak konuşuyor işte."
Kollarını göğsünde bağlayıp sandalyesine yaslandı Murat. "Seni dansa kaldırmasını istedim." Bu an, Aylin'in çatılı kaşları daha da çatıldı. "Ben," derken işaret parmağını ilk kendisini işaret etti. "Bununla," derken de bu sefer Yalın'ı işaret etti. "Dans mı edeceğim, hem de herkesin içinde?"
"Mikrop muyum kızım ben?" Yalın, Aylin'in dedikleri ile anında kendisine savunmayı geçti. "Sanki sana bir şey bulaştıracağız."
"Kişisel algılama lütfen." Aylin, yapmacık bir şekilde gülümsedi. "Ya da algıla. Bana ne."
Kıkırtı geldi Murat'tan. "Uyumlu." Başını aşağı yukarı salladı. "Güzel güzel."
"Güzel olan senin anadır." Yalın, yandan Murat'a ters ters bakmaya devam ederken sabrı yavaştan taşmaya başlıyordu. "Kes sesini artık."
"Biliyorum, canım annem her zaman güzeldir." Murat ise Yalın'ı hiç takmadan konuşmaya devam ediyordu ki Aylin'den, "Siktir!" diye şaşkın bir ses geldi.
Murat anında baktı Aylin'e. Karşı tarafta bir yere odaklanmıştı. "Ne oldu, kızım?"
İşte Aylin'in ağzından çıkan tek kelime, kıyametin başlangıcını haber etmişti.
Özge. Oğlunu görmek için Pars'ı dinlemeden gelmişti. Şimdi de ayakta, dans eden Pars ve Güneş'i izliyordu. Elleri iki yanında yumruk olurken, "Demek bu yüzden istemedin, Pars," dedi. Siniri kendisineydi. Terk etmese bunlar yaşanmayacaktı. Ama aslında bir şeyi de unutuyordu.
Gözünün önünde Pars'ın sağ omzunda olan dövmesi geldi. O an gözünden bir yaş aktı. Sadece oğlum için geldim, dedi kendi kendine. Sadece oğlum için.
Telefonu çalmaya başlayınca arayanın kim olduğunu biliyordu. O yüzden düğün yerinden biraz uzaklaştı. Telefonu açtığı gibi içine aniden öküz oturdu. Yüreği ağrımaya başladı.
"Sen. Neredesin?" Telefondaki öfkeli ses, kelimeleri bastıra bastıra kullanıyordu. "O adamın yanına gittin, değil mi!"
"Evet!" Özge, aniden gelen cesaret ile cesurca konuşmaya başladı. "O benim oğlumun babası ve oğlum onun yanında. Başka ne yapacaktım!"
"Gitmeyecektin!" Telefondaki öfkeli ses, bir anda ortalığı yıkmaya ve dağıtmaya başladı. "Gerizekalı kadın! Sana seçim sundum ben! Sen ne seçtin! Bizim yanımızda olmayı seçtin! Şimdi düşmanın inine gitmek neyin nesi!"
Telefondaki öfkeli ses artık gürlüyordu. Çok öfkeliydi. Öfkesi, bedenini aşmış gidiyordu. Yıllar önce Özge'ye bir teklif yapmıştı. Özge, kocasını ve çocuğunu rest ederek onların yanında olmuştu. Artık Pars, onlar için düşman demekti ve şimdi Özge'nin orda olması tüm herşeyin biteceği anlamına geliyordu.
"Pedro, beni dinle," diyecek iken Pedro anında kesti. "Kes!" Derin bir nefes aldı Pedro. Özge bu aralar sınırını cidden aşmaya başlamıştı. Bu son nokta olmuştu. Pedro, yapılan hataların bedellerini ödetirdi ve Özge, bedelini ödeyecekti.
"Ben bu uğurda ablamı ve babamı öldürdüm lan! Sana taviz vereceğimi mi düşündün!"
Korku ile titremeye başladı Özge bu sefer. Duymuş ve biliyordu Pedro'nun bu iş başında sevdiklerini harcadıklarını. İlk başta babasından kurtulmak istedi. Babası çok engel koymuştu eline sonra da ablası çıka geldi. Babası için sıkıntı değildi ama ablasını kıymak canını çok yakmıştı.
Ablasını canından çok seviyordu. Hem de öyle böyle çok seviyordu ama ablası kazara kurban gitmişti. Babasına öldürecek olan o darbe, ablasını da alıp gitmişti. O zaman yıkılmıştı Pedro. Hayatındaki tek ailesini kaybetmişti. Ablasını. Ve daha da acımasız oldu.
İlk bu işleri bırakmak istedi. Bu iş için babasını öldüren adam, kazara ablasını öldürdüğü için bırakmak istedi ama olmadı. Daha da ablasının intikamını almak için hırslandı. Dağlara çıktı, tüm Türkiye'yi yakmaya başladı. Sadece kafasında Türkiye'yi bitirmek vardı.
Sonra da Özge'yi gördü. Yüzbaşı karısı. Yıkmak, yakmak için en iyi piyondu ona göre.
Özge'ye seçim sundu. Ya sevgili ailen ya da kocan ve oğlun dedi. Pedro, Özge'yi yanına çekebilmek için her yolu denedi ama Özge, her ay kartına yatacak para karşılığında kabul etmişti.
Kendi yaşadığı vatanını para karşılığında sattı.
İnsanın yuvası sevdasıdır. Sevda ise tek kişiden oluşmaz. Vatan ve sevdiğin kişi ile olur yuva. Vatan ve ailen olur.
Nice kahramanlar vatanım sadece ayakta olsun, yıkılmasın diye kendi ailesinden vazgeçiyor. Şehit düşüyor, kanını akıtıyordu. Ölüyor, öldürüyor; sadece vatan sağolsun diyordu!
İnsan yuvasını, yaşadığı ülke için ön binlerce canından vazgeçen kahramanları sırf para uğruna satar mıydı? Bir insanın canı, para karşılığı satılır mı?
Özge sadece bir hırsa yenilerek vatanını, yurdunu ihanet etmişti.
Vatan dediğin kağıt parçasına satılır mıydı hiç?
"Pedro..." Zorla yutkundu ama yine de taviz vermedi Pedro. Hiç kimseye eyvallahı yoktu. Bir kayıp yaşadı, bin parçaya bölündü. Gaddarlaştı.
"Lan, sen onları para karşılığı sattın lan sattın! Şimdi de çok özledim numaraları yaparak benim işlerimi berbat mı edeceksin?" Sinir dolu kahkahası geldi telefondan Pedro'nun. "Kemiklerini kırarım ulan! Yaşatmam seni, Özge!"
Özge'nin ağzından çıkan ile Pedro duraksadı. Olduğu yerde öylece kalmış iken nefesini tuttu. Az önce Özge onu tehdit mi etmişti, hem de Özge kendisinden emir alıp onun kendi isteğiyle hareket ederken?
"Sen..." dedi sonunda kendisine gelen Pedro. "Beni az önce Güneş ile tehdit mi ettin?" Sesi çok sakin çıkıyordu ama ölüm kokuyordu. Sakinlik demek kan demekti ve Pedro, kan akıtacaktı.
"Hayır." Özge'nin sesi titremişti. Deli bir yürek yemiş gibi Pedro ile destursuz konuşmuştu ve sonuçları çok iyi biliyordu. Kahretsin ki biliyordu!
"Hele bir ona dokun..." Pedro'nun dilinden akan tehdit, Özge'yi yerinden sarsmasına neden oluyordu. "İşte asıl o zaman Pedro'yu görürsün."
Kapanan telefon ile öylece kaldı Özge. Sonu çukur olan yolda yürümeye başlamıştı ve çukura geldiğini hissetti.
Kendisi onları para karşılığında sattığını inanmıyordu. Pars ile askeriye de tanışmışlardı. Özge, iç işleri bakanlığında çalışan personeldi. Bir şekilde tanışmışlardı Pars ile. Pars'ın ona karşı bir ilgisi yoktu. Hafta arkadaş gözü ile bakıyordu Pars ama Özge öyle bir hırsa boyanmıştı ki, gözü hiçbir şeyi görmedi.
Pars'ın sarhoşluğundan yararlanarak bir gece, tüm hırsın sonucuna ulaşmıştı.
Pars ise oğlu için Özge ile evlenmiş, yüreğinde ona yer açmıştı. Özge ihanet ederek o yüreği kana boyamıştı.
Korkudan tir tir titrerken burada durmanın bir faydası olmayacağını biliyordu. Bu yüzden tam arkasına dönmüş gidiyorken sert bir bedene çarptı
Kafasını kaldırdığı an Ömer ile karşılaştırdı. Ömer Akay.
Oldukça sinirli, çene hatları gerilmişti.
O sinir ile Özge'nin boynundan tuttuğu gibi bir duvara yasladı. Çok eğlenceli ve şakası bol olan adam bugün öfkeli ve kin besliydi. Ömer her şeyi eğlencesine alan bir adam olabilirdi ama onun öfkesi de, yanardağ gibiydi. Patlarsa tam patlayan. Patlarsa tam yakandan. Yandığı zaman yakmadan durmayandan.
Boğazını fazla sıkmaz iken öfkeli bakışları Özge'yi delip geçti. "Senin ne işin var burada?"
Özge, boğazını sıkan elin üzerine elini atıp nefes almak istedi ama Ömer'in öfkesi engel oldu. Kafasını oldukça dik tuttu Özge. "Ömer..." diye fısıldadı ama Ömer'in bağırışı, onu daha da korkuttu. "NE İŞİN VAR BURADA!"
"Alphan'ı görmeye geldim..." Zorlukla devam etti. "Bırak beni, Ömer. N'olur."
Dişlerini sıktı, boynunu kütletti. Ateşten farksızdı. Sinirden yanıyor, yamdığı kadar da Özge'yi yakıyordu. "Yok sana Alphan falan. Siktir git buradan!"
"YOK DEDİM LAN YOK!" Ömer, Özge'nin boğazından elini çekip yere savurdu Özge'yi. Tehdit edercesine parmağını salladı yerdeki Özge'ye. "Bir daha sakın ne bize gözük ne de Pars Komutanıma. Anladın mı!"
Ömer, öfkeli şekilde arkasına dönüp gittiği gibi yerde kaldı Özge. Ömer boğazını sıktığı için boğazı tahriş olmuş, kızarmıştı.
Öksürdükten sonra zorla nefes aldı Özge. "Daha bitmedi, Ömer," derken yere savrulan telefonunu ayağa kalkarak aldı. Ayağa kalkar kalmaz sarsılmış hatta yere geri düşüyordu ama kendisini zorla ayakta tuttu. Telefonu aldığı gibi aramayı başlattı
Tilkisi yeniden dönmeye başladı, hırsı tekrardan önüne geçti. Artık kendisini ne Pedro tutardı, ne de Ateş timi.
Özge yeni planları ile Pars'ın hayatını zehir etmeye tam bu noktada başlamıştı bile.
Hem de planına Güneş'ide zarar vermeye dahil ederek...
.
Bu bölüm artık bir şeyleri yavaştan öğrenme zamanıydı. Zaten bu kitap kısa sürer diye düşünüyorum. Bir tane sezon finali olacak başka olmayacak. En fazla 40-50 bölüm gider diye düşünüyorum.
Bu bölüm aceleci bölüm oldu. Hataları göz ardı etmeyin. Sonra düzenleyeceğim.
Ömer'in öfkesi. Öf anam dedirtti bana. Yaktı valla.
Özge'nin diğer adımı sizcem ne olur?
Bir iki bölüm sonra bizimkiler 🔥🔥 oluyor efendim. Ufak bir spoi bırakayım dedim.
16.bölümde görüşmek üzereeeee.1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |