3. Bölüm

3.Bölüm

Elifnur
senfoniyazar

 

Merhaba!

 

Nasılsınız bakalım. Umarım iyisinizdir.

 

İyi okumalar!

 

28.09.24

Kaderden hiç bir zaman kaçılamazdı. Alın yerinde ne yazılıyorsa hep onu yaşardın. Kaçsan hemen yakalanır, uzak dursan dibinde biterdi. Aslında kader, bizlere takıntılı olan hayatımızı yazan yazıydı.

Ailem tarafından yurda bırakıldığım an, kaderim yazılmıştı.

Sen artık hep öksüz ve yetimsin.

Ailen olmayacak.

Belki olmaz, dedim. Bu kaderden kaçabilirim. Hayatıma bir kadın girdi. Bensu Devin. Bana anne oldu, annem bildim.

O zaman anlamazdım kaderden ama küçük hâlim ile de çok sevindim. Artık ailem var,diye. Ailem olmuştu.

Belki beni doğurmadı, belki de beni üç yaşıma kadar o büyütmedi ama 2 sene de olsa bana aile olmuştu annem...

Aile sadece kan bağı ile olamazdı. Yürekler birbirine sevgi ile işlediği an, hiç kimse geçemezdi o sevginin ve bağının önüne.

Bir bağ oluşurdu iki yüreğin arasında. O bağ öyle sıkı tutunurdu ki iki yüreğe, çözülmesi zor olurdu.

Bensu Devin bana anne olmuştu. Benim hayatımda tek bir annem vardı o da Bensu Devin'di.

Ama kötü bir şey vardı ki, benim alın yazım ailem tarafından yetimhaneye bırakıldığım an yazılmıştı.

Ailen yok!

Öksüzsün!

Kader dediğini yapmıştı. Annemi ve dedemi benden almıştı. Kaderin kötü kumarına bir kez daha yenilmiştim.

O kumar masasında ben vardım. Kader bir kez daha el attı, beni annesiz bıraktı. 2 günlük hâlim ile de beş yaşımdaki hâlim ile de. Ben hep annesizdim.

"Öğretmenim, iyi misiniz?" diye bir soru geldi baş ucumdan. İrkildim anında.

Etrafıma baktığım an, sınıfta olduğumu anladım. Pencerenin yanındaki koltukta otururken düşüncelere dalmıştım yine. Her zaman ki rutinimdi işte.

Ses gelen tarafa döndüm. Alphan'dı bana seslenen. Hakkari'ye yeni atanmıştım. 5 hafta oluyordu. Buradaki öğrenciler ile çok iyi anlaşmış ve kaynaşmıştım.

5 hafta içinde de bana en yakın olan Alphan'dı. Aslında onunla beraber kader ortağıydık biz. Onun da annesi yoktu, benim de.

Babası askermiş. Bu yüzden fazla ilgilenemiyormuş oğlu ile. Okula bırakan ve eve götüren yaşlı bir kadındı. Nuray abla. Çok samimi olmuştuk kadınla. Doğrusu, ilçedeki tek anaokul öğretmeni bendim. Bu da çocuklar ile ilgilenen tek kişi olduğum anlamına geliyordu.

Anaokul öğrencilerin sayısı azdı zaten. İlgilenmesi zor değildi. Bende memnundum bu olaydan.

Nuray abla ilk geldiğim andan beri hep benle konuşur, hâlimi hatrımı sorardı. Bende kendisini memnuniyet ile karşılıyor, konuşuyordum onunla. İyi ve hoş bir kadındı.

Benden sabırla cevap bekleyen Alphan'a döndüm. Elimi siyah ve gür saçlarına atarak karıştırdım. Gülümsedim. "İyiyim, Alphan."

O da bana gülümsedi. Dişleri gözükecek şekilde gülümserken, "Öğretmenim, bir soru sorabilir miyim?" diye sordu?

Anında, "Sor tabii," dedim.

"Şehit olmak ne demek?"

Bu soru ile bocaladım. Gülen yüzüm solarken içimde derin bir sızı oldu.

Şehit dedem Yüzbaşı Kazım Yıldırım.

Şehit annem Öğretmen Bensu Devin.

Aklıma bir anı düştü. Herkes ağlıyordu tören yerinde. Koruyucu babam olan Selim'de öyle. Elinde tuttuğu resimli çerçeveyi bağrına basıyor. "Bensu!" diye feryatlar döküyor çocuğunu kaybeden anne gibi. Acısı derin, sızısı büyük.

Ben ise köşede durmuş, olanı biteni anlamaya çalışıyorum. Herkes feryat figan ağlıyor ve göz yaşı döküyordu.

Yanıma bakıyorum bu sefer. Yanımda koruyucu babamın kardeşi Selin var. Karsu'yu kucağında tutmuş, gözü yaşlı abisine bakıyor.

Etrafıma bakıyorum ama annemi göremiyorum. O olmadığı için huzursuz hissediyorum kendimi. Nerede olduğumuzu da anlamıyorum.

"Hala," diye sessizce mırıldanıyorum. Bana hep, ben senin halanım, derdi. Ona hala dememi isterdi. Ben de öyle yapardım.

Gözü yaşlı bir şekilde bana döndü. "Efendim, Güneş," diye acı kokan sesi ile cevap veriyor bana.

Etrafıma bakıyorum ilk önce. Tedirgin tedirgin. Herkes ağlıyor, bazıları çığlık atıyor ve bu ortam beni korkutuyor.

Bakışlarımı tekrardan halama çeviriyorum. "Annem nerede? Herkes burada ama dedem ve kendisi yok."

Bu soruyu sormam ile ağzından hıçkırık kaçırıyor. Karsu'yu tutmayan boşta kalan elini havaya kaldırıyor. "Gel kolumun altına," diyor. Bende ona uyuyorum. Kolunun altına giriyorum o da beni kolları ile sımsıkı sarıyor.

Eli ile bir yeri işaret ediyor. Yüksek yere koyulmuş, üstü albayrakla süslenmiş tabutlara. "Orada," diyor.

Ben bakıyorum saf saf. "Ama yok ki."

Bana dönüp buruk bir şekilde gülümsüyor. "Üstündeki bayrağı görüyorsun, değil mi?"

Başım ile onaylıyorum. "Evet."

"Orada işte."

Şaşkınca baktım halama. "Bayrağın içinde mi?"

Başı ile onayladı beni. "Bayrağımızı temsil eden asil kanımızda. Şehitlerin kanlarında."

Düşünceleri bir şekilde baktım halama. "Şehit ne demek ki?"

Derin bir nefes aldı. "Şehit, vatanımız uğruna can verip bayrak için kanları dökülen insanlara denilir. Senin annen artık albayrağın içindeki asıl kırmızıda. Annen bayrak oldu, Güneş."

Halamın dediklerini anlamamıştım. "Ne yani?" diye sordum. "Annem artık bayrağın içinde mi? Peki ben nasıl konuşacağım annemle."

Eli ile bu sefer gökü gösterdi. "Albayrak gökyüzünde hep dalgalandığında sen annenle gökyüzünden konuşacaksın. Albayrak gökyüzünden asla indirilmeyecek sen de hep annenle oradan konuşacaksın."

O zamanlar asla anlamazdım halamı. Bayrağın içinde insan mı olur, diye düşünürdüm ama halama inancım da sonsuzdu.

Büyüyünce anladım asıl olayın ne olduğunu.

Benim annem, al bayraktaki kandı. Benim dedem, vatanı uğruna can vermiş asker adamdı. Benim annem, vatanı uğruna ölüme göze almış bir öğretmendi. Benim dedem, al bayrak uğruna ailesine şehadet haberini gönderen asil adamdı.

Bayraktaki kırmızı renk olmuşlardı, gökyüzüne uçmuşlardı. Al bayrak dalgalandığı her an, onlar da gökyüzünden bizlere bakıyorlardı.

Alphan'ın sorusu ile yutkundum. "Şehit demek vatan demek, albayrak demek."

Alphan'ın kafası karışmış gibiydi. "Ne yani?" diye sordu. "Benim babam şehit olduğu zaman bayrak mı olacak?"

Küçücük çocuğun böyle düşünmesi içler acısıydı...

Onaylar şekilde başımı salladım. "Evet," dedim. "Bayrak olacak, bayraktaki kanı ifade eden renk olacak, vatan olacak."

Benim dediklerime karşılık gülümsedi. "Babam da bana böyle söylemişti. Ben şehit olduğum zaman sakın üzülme, evlat dedi bana. Ben her daim göklerde ve bayrakta olacağım demişti."

Burukça gülümsedim. "Ne doğru söylemiş değil mi?"

"Aynen öyle. Hatta babam işe gittiği zaman onu üst üste aramam. Ne zaman geleceğini sorarım o da yakın zamanda der. Bende beklerim. Günler geçse de beklerim."

Olgun bir çocuktu Alphan. Nuray abla anlatmıştı bana. Olgun gibi davranır, babasını anlayış ile karşıladığını söylerdi. Diğer çocuklar gibi babasına küsmek yerine olgun olmayı tercih edip babasını sıkmazdı.

Alphan tam da asker bir adamın çocuğuydu. Babasını bilmezdim ama babası gibi güçlü babası gibi başı dikti. Askerler her zaman öyleydi. Başları dik, adımlar güçlü. Kendilerini ezdirmez, sert bakışları ile ortalığı ateş ederlerdi.

Dedem de öyleydi...

Gururla gülümsedim Alphan'a. "Her zaman böyle ol, Alphan. Sen çok akıllı bir çocuksun. Baban seninle kesinlikle gurur duyuyordur."

Başı ile beni onayladı. Bu atmosferi dağıtmak için konuyu değiştirdim. "Hadi sen arkadaşların ile beraber resim yapmaya devam et."

Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Ama ben bir sürü resim yaptım ki."

"Hmm," diye mırıldandım. "O zaman sende Elis'e yardım et," dedikten sonra resim yapmak ile cebelleşen Elis'i parmağımla gösterdim. "O yapamamış. Arkadaşını yardım etmek hem iyi bir şey. İyilik etmiş olursun."

"Olur mu?" diye meraklı bir şekilde sordu. Gülümseyerek, "Olur tabii ki de," dedim.

Benim yanağımdan hızla öperken Elis'in yanına gitmiş ve dediğimi yapıp arkadaşına yardım etmeye başlamıştı.

Ben ise yine pencereme dönüp, kendi düşüncelerimin içinde boğulmaya başladım.

***

İçinde tarifsiz bir sıkıntı olduğu an, çıkamazdın o durumda. O gün illa ki bir olay gelecekti başına.

Okul çıkışı gelmişti, tüm veliler öğrencileri alıyordu, ben ise Alphan'ın başında bekleyip Nuray ablayı bekliyordum. İçimde ise koca bir dert.

Bir şey olacaktı bugün. Hissediyordum...

Biri elimi çekiştirince elimi çekiştiren şeye baktım. Alphan'dı. Bana masum masum bakıyordu.

"Gidelim mi, öğretmenim?"

Başım ile onayladım. "Gidelim, canım," dedim.

Okulun dış kapısına gidip, Nuray ablayı bekleyecektik. Tüm çocukların aileleri gelip, çocukları alıp götürmüşlerdi ama Alphan tek kalmıştı. Nuray abla biraz geç kalıyordu okul çıkışlarında. Bende Alphan ile beraber kapının önünde bekliyorduk Nuray ablayı. Okuldan en son çıkan bendim.

Dış kapının önüne geldiğimiz an, sabırla beklemeye başladık. Alphan biraz sabırsızdı. Zira okuldan hemen eve gidip arkadaşları ile oyun oynamak istiyordu.

Gülerek baktım kendisine. "Hayırdır? Çok heyecanlıyız yine. Sebebi nedir acaba, benimle paylaşırmısın?"

Sohbet olsun, canı sıkılmasın diye ona konu açıyordum.

Omuz silkeledi. "Her gün ki rutinim işte, öğretmenim. Siz de biliyorsunuz."

Onaylar şekilde başımı salladım. "Biliyorum, biliyorum da bugün daha fazla bir heyecan var sanki."

Yalan yoktu. Her gün heyecanlı olurdu ama bugün doruklarını yaşıyordu. Bunu fark etmiştim.

Geleli 5 hafta oldu, nasıl bu kadar samimi oldunuz gibi sorular geliyordur elbet ama ben de bir öğretmendim. İşim buydu. Ama işimden önce ben gerçekten Alphan'a kendimi yakın hissetmiştim. Onun babası benim dedem askerdi. Annesi yoktu, annem şehit olmuştu. Bir nevi kaderlerimiz benziyordu.

Nuray ablaya Alphan'ın babası hiç evlenmeyi düşündü mü, diye sorduğumda o, onun artık gönlünde iki sevda vardır, kızım, demişti. Birincisi vatanı ikincisi oğlu. Başka da yoktur.

Dedem de geçmişte bana böyle söylemişti. Asker adamın yüreğinde sadece ailesi ve vatanı olur. Başka sevdalara gerek yok, derdi.

Kimine göre sadece vatan sevgisi olurdu askerlerin yüreklerinde kimilerine göre ise vatan ve ailesi.

Yüreğin senin elinde olan bir şey değildi. Yüreğin başka bir sevdaya kapıldığı an, durdurmak imkansız olurdu.

Asker adamın tabii ki de ailesi olurdu. Yüreğinde daima sadece vatan sevgisi ile dolaşamazdı bir asker adam. O yüreğin içinde olan vatan sevgisinin yanında, bir gün başka bir sevda illa ki kapısını çalacaktı.

Bundan kaçış yoktu.

Bu yüzden hep dedemin dediğine inandım. Asker adamın yüreğinde sadece vatan ve ailesi olur. Başka sevdalara gerek yok.

Dedemin de yüreği öyleydi ya. Sadece ailesi ve vatanı.

Alphan'a baktım. Gözlerini kaçırmıştı. Bu, dediğimin doğruluk payını arttırmıştı.

Göz kırptım ona gülerek. "Hadi, hadi,"dedim sevecenlikle. " Var sen de bir şeyler."

Utanarak baktı bana. "Aramızda kalacak ama, öğretmenim. Tamam mı?"

Daha fazla güldüm. "Tamam," dedim.

"Eğilin biraz," dedi. Ne demek istediğini anlamıştım. Etrafta insan yoktu ama çocuk aklıydı işte. Babasına olgun davranan ama okulda da çocuk olan bir çocuktu. Okulda çocukluğunu yaşıyor, evde olgun birey oluyordu.

Ona ayak uydurarak eğildim. Kulağıma eğilip fısıldadı. "Elis ile parkta oynayacağız da, bu yüzden."

Gülümsemem iyice artmıştı yüzümde. Çocukluk aşkı buna denirdi.

Benimde vardı çocukluk aşkım. Asla ama asla aklımdan gitmeyen Sancak...

Ağlardım yetimhanede. Müdire yine beni cezalandırmıştı. Oradaki tüm çocuklar ceza alırdı. Tek biri hariç: Sancak.

Sancak için yüklü para ödeniyordu Müdire hanıma. Zengin bir aile, Sancak'a yetimhanede yardım ediyordu. Normalde Sancak'ı evlatlık alacaklar ama Sancak çok sorun çıkartıyordu. 8 yaşında o zamanlar. Onu almak istedikleri an, yaygarayı koparıp vahşileşiyordu.

Müdire hanımın odasını dağıtır, nefret ettiği çocukları döver ve o zengin ailenin 5 yaşındaki kızını ağlatırdı. Aile vazgeçsin diye.

Ama aile vazgeçmemişti. Kızları için Sancak'ı yetimhanede bırakmışlardı ama onun içinde yüklü para ödüyorlardı Müdire hanıma.

Bu yüzden koskoca yetimhanede ona kıyak geçilirdi.

Müdirenin stres topu benim. Hep beni kullanır, yaralarım ağır olunca da gelen müfettişlere yakalanmamak için bana dokunmazdı.

Yetimhanenin bodrum katında kilitliydim yine. Karanlıktı. Karanlıktan çok korkardım, boğardı beni.

Bir ümit yine vuruyorum kapıya. "Lütfen açın, bir daha hata yapmayacağım. Söz veriyorum."

Halbuki hatam yok.

Ellerim yumruk, 3 yaşındayım. Daha beni evlatlık alan yok. "Açın kapıyı, açın!"

O sırada bağırışlar kopuyor. "Çıkarmazsan eğer, seni Gülsoy ailesine şikayet ederim. Beni dövüyorlar derim! Çıkar onu şimdi!"

Bu ses bana tanıdık geliyor ama anlamıyorum.

"Haddini aşma! Sana dokunamıyorum diye bu kadar yükseğe çıkamazsın!" Bu sesi çok iyi tanımıştım. Müdire hanımdı.

"Aşarım!" diye yükseliyor bu ses. Aynı zamanda ise yaklaşıyor. "Eğer o kızı oradan çıkarmazsan, yemin ederim ki dediğimi yaparım. Eğer dediğimi yaparsam, başınıza gelenekleri düşününün!"

"Lanet olsun!" diyor Müdire hanım, ondan sonra ise adım sesleri yaklaşıyor.

Kilitli olduğum bodrumun kapısı gürültülü şekilde açılıyor. Işık girdiği için gözümü açamıyorum. Gözlerim kamaşıyor.

Bu sırada öfkeli adım sesleri dibimde bitiyor, saçlarımda bir acı hissediyorum, ayağa kaldırılıyorum. O an gözümü açabiliyorum.

Bakıyorum o kişiye. Müdire hanım. Bana öfke ile bakıyor. "Şimdilik kurtuldun ama daha acı günler seni bekliyor!"

Tam saçımdan sürükleyecek iken yine öfkeli ses geliyor. "Çek elini onun saçından!"

Bakıyorum o kişiye. Sancak. Benden nefret eden ama aynı zamanda da ışık kaynağım.

Öfkeli bakışları asla bana dönmüyor, hep Müdire hanıma bakıyordu. "Çek elini dedim!" diye tekrardan söylüyor.

Müdire hanım sinirle soluk veriyor, dişlerini sıkarak saçlarımı bırakıyor. "Dua et, Gülsoy ailesine. Dua et," diyerek bodrumdan çıkıyor.

Sancak yanıma gelip, kolumdan tutup kendisine çekiyor. Bağrına basıyor. Saçlarımı okşuyor. "Ağlama artık, ateş kızı," diyor. "Sinirlerimi çok bozuyorsun sonra."

İç çektim. Gözyaşlarımı silip, elim ile kafamı gösteriyorum. "Ama canım çok yandı."

Saçıma bir buse bırakıyor. "Geçti mi şimdi?"

Geçmişti...

Daha üç yaşında iken ona kapılmıştım ama anlayamamıştım. Yıllar geçtikten sonra, onun yokluğu yüzüme vurulunca anladım.

Üzerinden 22 yıl geçmişti. Koskocaman 22 yıl. O hâlâ benim aklımda, hafızama düşüyordu. Ben onun hâlâ aklınday mıydım? Bilmiyorum. Belki de unutmuştu. Olabilirdi.

Alphan'a odaklandım yeniden. Yüzümdeki gülümsemem asla solmamıştı. "Demek bu yüzden heyecanlıyız," dedim ve karşıdan gelen Nuray ablayı fark edince tekrardan söze başladım. "O zaman heyecanını gidermeye gidebilirsin."

Alphan dediğim ile karşıya baktı. Nuray ablayı gördü. "Nuray teyzem," diyerek sevinçle elimi bıraktı ve Nuray ablasına koştu Alphan. Nuray abla eğildi, Alphan'ı bağrına bastı. O da, "Oğluşum," dedi.

Nuray abla, Alphan'ı sevdikten sonra ayağa kalktı ve Alphan'ın elinden tuttu. Bana yaklaştı. "Teşekkürler, Güneş kızım," dedi.

Sevecenle karşıladım. "Rica ederim. Ne demek."

Yine bana bir şey diyecek iken elini çekiştiren Alphan yüzünden diyemedi. Çatık kaşları ile baktı Alphan'a. "Oğlum, dur."

Omuz silkeledi. "Banane, banane," dedi. "Hadi, gidelim lütfen. Daha evde hazırlanmam gerek."

"Te Allahım," diyerek sabır çekti Nuray abla ve bana döndü. "Kusura bakma, kızım. Seninle daha sonra konuşuruz, olur mu?"

"Tabii ki de," dedim anında. "İyi günler size."

"Sana da kızım."

Alphan ise heyecandan hemen adımlaya başlamış, Nuray ablayı çekiştiriyordu.

"Oğlum, yangından mal mı kaçırıyoruz? Ne bu acele?"

"Kaçıyor, Nuray teyzem. Kaçıyor. Oraya erken gitmezsem kaçar valla."

Onun dediklerine karşılık kafamı sallayarak güldüm.

Onların gittiğine emin olduktan sonra bende cebimden arabamın anahtarını çıkardım ve arabama bindim. Siyah bir Hyundai'ydi.

Bindikten sonra sürmeye başladım. Yollar bozuk olduğu için biraz arabanın içinde sarsılıyordum. Normaldi. Buraları Hakkari'nin Şemdinli ilçesiydi. Okul biraz dağlık alanda kalıyordu. Hoş, buraları hep dağlık alandı. Pek fark etmiyordu.

Araba ile giderken telefonu cebimden çıkarıp babamı aradım. Koruyucu babam. Aradığım an hopörlere alıp kucağıma bıraktım. Açtığını fark ettiğim an iyice yola odaklandım. "Alo, baba."

"Efendim, kızım?"

"Ben yola çıktım şimdi, geliyorum da. Senden bir şey istesem olur mu?"

"Sorman hata. İste tabii ki de." O görmese de gülümsedim. Annem olmasa da Selim babam ve Karsu vardı. İyi ki de vardılar.

"Yarın çocuklara el yapımı kuklalar yapmam gerekiyor. Çocukların oyuncakları neredeyse yok. Bana onların malzemelerini alır mısın? Ben bilmiyorum da yerini."

"O iş oldu say sen," demişti ki benim ani fren yapıp kafamı direksiyona vurmam bir olmuştu. Canımı çok yakmıştı ve bu yüzden ağzımdan acılı bir inleme çıktı. "Ahh!"

O sırada babamdan ses geldi. "Kızım! Ne oldu! Söyle!"

Ben babama bir şey söyleyemiyordum çünkü önümde terörist giyinimli, ellerinde silah olan 4 adam, ön cama doğru silahlarını uzatmışlardı.

Aralarından biri bağırdı. "İnesin arabadan!"

Babama ses veremedim ama onları da dinlemedim. Telefondan ses yükseliyordu. "Kızım! Ses ver, ne oldu! Orada ne oluyor!"

"İn dedik lan!" diye başka birisi yükseldi. Yutkundum. "Baba," diye korku ile mırıldandım telefona doğru.

"Söyle! Ne oldu söyle!" Sesi fazlasıyla endişeliydi.

"Arabamın önüne teröristler kesti."

Anlaşılıyordu. Ta buradan anlaşılıyordu onların terörist olduğu.

O an adamın biri sürücü koltuğun yanındaki ön koltuğun oraya doğru silahını sıktı. Cam patlamadı ama çatlak oldu. O an korku ile ağzımdan çığlık kaçtı. "İn çabuk lan! İn!"

Derin nefes aldım. Korkudan elim ayağım titriyordu. Kalbim duracak gibi küt küt atıyordu. Kalbimde bir kuş vardı, o kuş çırpınıp duruyordu. Bende böyleydim şuan. Korkudan çırpınıyordum.

O sırada babamdan tekrardan ses geldi. "Sakın kapıyı açma! Sakın! Yerini tespit edeceğiz şimdi! Yanlış bir hareket etme ve korkma! Az daha dayan, güzelim. Az daha!"

Teröristin biri bir kurşun daha sıktı. Hem de önümde olan cama. Anında başımı aşağıya eğdim. Cam patlamıştı. Cam kırıkları sırtıma doğru döküldü.

"Bu son kez söyleyişim. Ya inersin ya da cesetin iner o arabadan!"

"Güneş!" diye yükseldi. "Merak etme! Karargaha haber saldık! Korkma!"

Geç kalmıştı. Benim elim ayağım artık bağlanmıştı.

Eğdiğim başımı doğrulttum ve kemerimi çıkararak arabanın kapısını açtım. O sırada bir terörist geldi ve kapıyı açtığım kolumu tutarak yere attı beni.

Acım ile çığlık atmamı izin vermedi. Silahı enseme doğru vurunca, her yer karanlık oldu.

Belki de benim için yolu sonuydu burası. Bilemezdim. Belki de geç kaldılar benim için, bilemezdim.

Uyandıktan sonra nerede olacağımı da bilmiyordum ama tek bildiğim şey: uyandıktan sonra hiç iyi şeyler olmayacağı.

Adım Güneş. Belki de güneş batacaktı. Ben batacaktım. Güneş karanlık olacaktı, bende öyle. Her an her şey olabilir di.

Bilincim gitmeden önce ise bir ses duydum. Beni bayıltan pisliğin sesiydi. "Lan, bu salak karı haber vermiş!"

Sonra da tüm sesler kayboldu, güneş kayboldu, ben kayboldum. Kısa süreliğine karanlığa ziyarete gitmiştim.

Güneşim. Ah Güneşim.

Güneş ismi tanıdık geldi mi acaba? Hmm. Lavin okuyucularıııı.

Bu bölüm nasıldı?

Güneş?

Sancak?

Diğer bölümde görüşmek üzereeeee.

Bölüm : 23.11.2024 17:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...