Merhaba!
İyi okumalar dilerim sizlere!
.
Yaralı bir kuşun yaralarını sarmak zordur bu hayatta. Çırpınır durur can acısıyla, yaraların sarınmasına izin vermez. Halbuki onun iyiliği için yapıyoruzdur ama yine de anlamaz kuş. Aldığı yaralara rağmen çırpınır. Hayatta kalmak için, korkusuz kalmak için.
Çünkü o kuş, tekrardan yara almamak için yaraların sarılmasına izin vermez. Aynı hataya düşmemek için.
Pars bir kuş değildi ama kuş ile aynı kederi yaşıyordu. Aynı hatalara düşmemek için kendi yaralarını göstermiyor, görseler dahil sarılmasına izin vermiyordu.
Çırpınma sebebi ise oğluydu. Oğlu kendisi olmadan tutunamazdı hayata.
Biliyordu ya oğlunun ne kadar merhametli ve vefalı olduğunu. Annesini hiç sormamıştı bu yaşına gelesiye kadar. Sadece bir kaç kez sormuş, aldığı cevaplar ile de sormamıştı.
Hayır değildi. Annesi babasına ihanet ederek terk etmişti oğlunu.
Bu hataya düştüğü için omuzlarında bir vicdan azabı vardı Pars'ın. Vardı çünkü oğlu anne kelimesi ile hiç barışık olmayacak, annesini tanıyamayacaktı.
Alphan görüyordu annesi yanında olan çocukları. İçi gidiyordu, o da annesi yanında olsun istiyordu, anne kelimesi ile barışık olmak istiyordu. Bu asla ağzından çıkmamıştı ama Pars oğlunun yüreğini görüyordu.
Oğlu annesiz kalmıştı. Bunun vicdan azabı vardı omuzlarında.
Şimdi de hastane köşesinde dururken de omuzunda bir yük vardı.
Kadını sağ salim kurtaracağına emindi. Yanılmıyordu ama kadın, kendi kolları arasında kurşuna kör gitmiş, onun kollarında yara almıştı.
Bir asker olarak o adamı fark etmeliydi. Şahin gözleri hep keskin görürken o zaman nasıl kör olmuştu? Bunu tartıp duruyordu kafasında.
Bunun azarını da çekmişti ya zaten Pars. Albaydan bir ton laf yemişti. Sağ olan kadın, kollarında yaralanmıştı.
Albayın kızdığı nokta ise o teröristi nasıl görmedikleriydi. Hemen bir kaç metre ilerde olan kayanın arkasındaki adamı nasıl görmezlerdi? Adam resmen diplerindeydi ama 9 kişi o adama kör olmuşlardı.
Sadece Pars değil Ateş timin hepsi azarı yemişti.
Ama en çok ta timin komutanı olan Pars.
Görev başarılı gitmişti ama son ana kadar öyleydi.
Sivil bir kadın, asker adamın kollarında yaralanmıştı ve bu Albayı fazlasıyla sinir etmişti.
Şimdi de Pars, bu vicdan ile kadının başında nöbet tutuyordu. Kurşun hemen sırtına denk gelmişti. Ameliyatı zorlu geçmemişti şükür ki. Çok kolay atlatmıştı Güneş öğretmen ameliyatı.
Şimdi de omuzlarındaki yük yüzünden kendisini hastanede odasında, hastane yatağında yatan kadının başucunda bulmuştu. Kendisine hep hatırlatıyordu. Kadın uyanmadan gitmek yok.
Güneş, üzerinde olan mavi hastane kıyafeti ile yatağın içinde kaybolmuş gibiydi. Bembeyaz teni daha da beyazlamıştı. Yüzü solgun gözüküyor, uykusunda dahil huzursuz gibi duruyordu. Simsiyah uzun saçları, gece gibi süslemişti yastığı.
Pars ise soluksuz kadını izliyor, en ufak kötü bir şeyde doktora haber vermek için tetikte bekliyordu.
O sırada odanın kapısı açıldı. Hatta açınmak değil ona, bodoslama dalmak demek daha iyisi olur.
Pars aniden kapıya bakınca üzerinde polis forması olan bir adamı gördü. Orta yaşlarda bir adamdı. Derin nefes alıp veriyor, çok telaşlı gözüküyordu.
Kaşları çatılırken bu adamın kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. Aynı zamanda da kadının önüne geçmiş, siper olmuştu. Eli belindeki silaha giderken, "Sen kimsin?" diye sordu. Adamın üzerindeki üniformayı umursamadı. Bu sefer izin veremezdi kadına zarar gelmesine.
Adam derin nefes alıp verirken yatakta soluksuz uyuyan kadına baktı. O an gözyaşı döküldü adamın gözünden. Koskocaman adam ağlıyordu.
Yatakta yatan kıza bakarken sadece, "Babasıyım," diye kelime çıktı ağzından.
Pars, karşısındaki adamın kadının babası olduğuna ikna olmuş, rahatla derin nefes vermiş ve oturduğu koltuğa geri oturmuştu. Yine de diken üzerindeydi.
Selim kızın diğer baş ucuna oturduğu an Pars'a baktı. "Asker misin?"
Pars sessizce kafasını onaylayarak cevap verdi.
Adam ise onayladığına dair mırıltı çıkardı ve kadına baktı. Derin nefes verirken, "Çok korktum," dedi. "Annesi ile aynı kaderi yaşayacak diye çok korktum..."
Pars dikkatle dinlemeye başladı adamı. İlgisini çekmişti ve adamın dinlenmeye ihtiyacı vardı. Yabancı birine içini açtığını fark etti Pars. Dinledi o da sadece. Ne de olsa bir daha karşılaşmayacaklardı. O yüzden adamın yanında oldu.
Selim kadına bakmaya devam ederken, gözlerini asla Güneş'ten ayırmaz iken, "Annesini de terörist saldırısında kaybettim."
O an Pars'ın içinde bir şey burkuldu. Yatakta yatan kadına baktı, yutkundu.
Adamı yerine kendisini koydu. Karısını terör saldırısında kaybedecekti, yıllar sonra ise oğlunu. Düşünmesi bile kalbine ağırlık basmasına sebep olmuştu. Düşünmek dahil istemiyordu ama karşısındaki adam yaşamıştı.
Karısını terör saldırında kaybettikten sonra kızını da aynı sebeple kaybediyordu...
Selim kızına bakarken bir göz yaşı daha döküldü siyah gözlerinden. Bu olayı tekrardan yaşamak, onun için cehennemde yanmak ile aynıydı. Dayanamazdı yüreği. Bir kaybı daha yaşayamazdı. Bu hayata sadece 2 kızı için tutunuyordu. Onlar da olmasa bırakırdı bu hayatı. Ama arkasında kalacak iki kızı içindi bu çırpınışları.
Güneş belki de öz kızı değildi ama yüreğinde kızıydı. Kan bağı yoktu ama sevgi bağı vardı aralarında. Selim Güneş'e bağlıydı. Öz kızı kadar bağlıydı. Karsu'ya verdiği sevginin aynısını vermiş, hiç ayırmamıştı ikisini.
Bensu'yu kaybettiğinde Karsu 6 aylık Güneş ise 5 yaşındaydı. O zaman bir yıkıma uğramıştı. Toparlanamadı. Kendine gelemedi. Karısı şehit olmuştu. Canından can gitmiş, yüreği kopmuştu. Kendinde değil, ölü gibiydi.
Sonra da Bensu kızar diye kızları için toparladı. Bensu istemişti ayakta kalmasını, dimdik durmasını.
Bensu öleceğini hissetmiş ve ailesine tek tek mektup bırakmıştı...
O zamandan beri hep ayakta, kızları için kafası hep dimdikti.
Ama Güneş'in başına gelenler ile o yıkımı tekrardan yaşamıştı. Enkaz altında kalacağını hissetmişti Selim. Yüreği çırpınırken kızı için, cehennem azabı çekmişti. Kızı gidiyor korkusu ile azap çekmişti.
Şimdi ise başucunda nefes aldığını duyması, yaşadığı cehennem azabına su serpmişti.
Eşi gibi gitmemişti hayatından...
"Güneş o zamanlar beş yaşında kardeşi ise 6 aylıktı. O yıkımı uğradığım an ölmek istedim. Nefes almak bana haram geliyordu." Sonra da yaşlı gözleri ile Pars'a baktı. Acısı siyah irislerini vurmuş, yangın çıkarıyordu. "Ta ki karımın, öleceğini hissettiği için yazdığı mektubu görene kadar. O ana kadar hep ölmek istedim ama o mektup, benim hayatımı sıfırdan aldı."
Sakın arkamdan gelme, sevgilim. Dayanamıyorsum belki de bu acıya ama alış. Acıya alıştığın an sana acı vermeyecek, sevgilim. Söz.
O yüzden kızlarımızın arkasında dur. Gözüm açık gitmesin, yalvarırım sana. Kızlarımızı terk etme, Güneş'i tekrardan ailesiz bırakma. Karsu'yu ölüme itme.
Bir kadının yalvarışı, bir adamın hayatının sıfırdan dönüm noktası olmuştu.
Bensu satırlarında emareler bırakırken Selim, o emarelerle boğuldu.
Bensu öldü, Selim yaşamak zorunda kaldı...
"Güneş kaçırılmadan önce konuşurken teröristler önümü kesti demişti. O an işte," dedi siyah irislerinde acı kat ve kat belli olurken. "Kalbim durdu benim. Tamam Selim, dedim. Artık bitti yaşama olan savaşın." Pars'tan gözlerini çekti ve tekrardan kızına baktı. Yine bir emare, göz yaşını bırakmıştı. "Ama Allah'a şükür, beni tekrardan enkaz altına bırakmadı. Canımın canını almadı."
Pars derin bir nefes verdi. İçinde bir hüzün ve burukluk vardı. Bu adamın hikayesini duyunca hüzün bulutları odanın içine dolmuştu.
Pars sabit tuttuğu ifadesi ile, "Peki yaşamına son verseydin diğer kızına ne olacaktı, düşündün mü?"
Selim acı ile kavruldu. Biliyordu bu ihtimali, hesapta vardı diğer kızı. "Düşündüm. Düşünmem mi. Ama yapamazdım, asker," dedi Pars'a acısını kanıtlamak ister gibi derin derin bakarken. Sağ elini yumruk yapıp göğsünü vurdu bir kaç defa. "Dayanmazdı bu yürek bir kayıba daha. Cehennem azabını dayanamazdı yürek bir kez daha."
"Allah dayanamayacağın bir yük vermez sana, bey baba," diye söze başladı Pars. "Sınavdır bu. Karını kaybetmen bir sınavdı. Kızını az daha kaybetmen sınavdır. Bu acılara tabir olman sınavdır." İnsanın yaşadığı her şey sınavdı aslında. Pars'ta bunu biliyordu. "Senden tek istenilen sabır. Sen sanıyorsun ki yüreğin kaldırmaz. Allah yanında olduğu an öyle bir kaldırırki, sen yüreğine hayret edersin. Bu dünya da anneni de kaybetsen, babanı da kaybetsen kendi ölüm gününü bekleyeceksin." Derin bir nefes verdi. "İntihar etmen ile her şey bitmez yani. Asıl cehennem azabı, yerin altındadır."
Selim acılarının arasından burukça güldü. 30 yaşındaki adam 50 yaşındaki adama nasihat veriyordu.
"Bilirim, asker," dedi buruk gülümsemesinin içinden. "Bilirim." Derin bir nefes verdi. "Evladın ile bu acıya tabir edildiğin zaman, gel bana aynı şeyleri söyle, asker. Olur mu?"
Pars yutkundu. Düşünmek dahil istemiyordu. Kendisi de babaydı, karşısındaki adamda. Acısı devasaydı Selim'in. Onca lafın üzerinden laf söylemek istemedi Pars. Sessizliği ile cevabını vermiş oldu.
Selim'de susmak istedi. Yüreği yangındı. Sönmüyordu. İçi dertle doluydu. Hangisine çare arayacak bilmiyordu. Kızının ela gözleri açılmadan yüreğindeki dava bitmezdi.
Onlar sessizliğin içine gömülmüş iken Selim'in telefonu açıldı. Selim siyah gözlerini asla ama asla kızından ayırmıyordu. Sanki yanından bir daha gidecekmiş gibi hissediyordu. O yüzden hep gözü önünde tutuyordu.
Selim gözlerini kızından ayırmaz iken telefonu açtı. Arayan diğer kızıydı. Karsu.
Telefonu açar açmaz Karsu'nun telaşlı sesi, telefonda yankılandı. "Baba, ablam vurulmuş! İyi mi! Nasıl durumu! Nasıl oldu!"
Selim derin nefes alırken, "Sakin ol," dedi boğuk sesi ile. Gözyaşlarının arasından kısık çıkıyordu. Ağlaması dinmişti ama yüreğindeki ateşe bir şey diyemiyordu. "Ablan iyi. Uyuyor şimdi."
Derin ve rahatladığına dair kanıtlamak ister gibi derin nefes veriliş sesi duyuldu. "Sen iyi misin peki? Korkuyorum. Gelmek istiyorum ama imkânsız. Salmıyorlar beni hastanede."
Karsu doktordu. Bu yüzden dolayı öyle söylemişti.
"Korkma," dedi Selim, kızının korkmamasını isterken. "Ben de iyiyim ablan da. Ablan sadece narkoz yüzünden uykuda. Ben de ablan gözlerini açtığı an daha iyi olacağım."
"Baba," diye çaresizce fısıldadı Karsu. Elleri ve ayakları bağlanmış hissediyordu. "Yapma kendine bunu. Eziyet ediyorsun kendine. Bu halin, ablama asla işe yaramaz. Daha fazla üzer ablamı."
"Kendime bir şey yaptığım yok," dedi Selim anında. Sözlerinden yorgunluk ve çöküntülük akıyordu. "Daha fazla endişelenme."
"Baba yalan söylüyorsun,"diye sızlanmaya başladı Karsu. İnadı inattı. İçi rahat değildi. Hem ablasını hem de babasını merak ediyordu. " Yalan söyleme. İyi değilsin. Sesinden anlıyorum."
Selim sıkıntılı bir şekilde ayağa kaltı. İlk önce Güneş'in alnından öptü, telefondaki kızına cevap vermedi. Pars'a döndü. "Kızım sana emanet. Telefon ile konuşup geleceğim."
Biliyordu Selim, Karsu'nun hiç susmayacağını. Bu yüzden hem Pars'ı rahatsız etmemek için hem de rahat konuşmak için odadan ayrılacaktı. Pars'a güveniyordu. Kızının başında durup, onun yanında olacağını biliyordu bu yüzden içi rahattı.
Kendisi polisti. Karşısındaki adam ise asker. Fazlasıyla güven vardı. Pars'ı görür görmez kanı ısınmıştı zaten.
Pars sessiz kalarak onayladı adamı. Selim odadan çıktığı an konuşmaya devam ediyordu. "Karsu, başlama yine..."
Selim odadan çıkarken yorgun argın adımları ile, Pars tekrardan soluksuz şekilde uyuyan kadına baktı. Güneş'e.
İlk gördüğü an, ne kadar da korkuyordu kadın. Ela gözlerinde korku ve dolu gözleri ile Pars'a yavru kedi gibi bakmış, yardım dilenmişti. Güneş'te korkmuştu annesinin kaderi ile aynı yaşayacağını.
Belli etmedi belki de, korkusuz durmaya çalışmıştı ama yapamamıştı. Bir yere kadar oluyordu. Belli bir yerden sonrası olmuyordu.
Pars o bakışları unutmazdı mesela. Bir çok insan kurtarmıştı, bu bakışları çok görmüştü ama sanki Güneş'in bakışları onun hafızasına kazınmış gibiydi.
Bilmiyordu. Neden böyle olduğunu, sebebinin ne olduğunu bilmiyordu.
Ama bundan sonra birbirlerini bir daha görmezlerdi. Pars bu bakışları unuturum ben, diyordu. Ne de olsa bir daha karşı karşıya gelmeyeceklerdi.
O sırada oğlu geldi aklına. Ne kadar da özlemişti oğlunu. İzin günü vardı Pars'ın. Güneş uyanır uyanmaz oğlunun yanına gidecek ve hasret giderecekti oğlu ile. Burnunda tütmüştü.
İyi insan lafın üzerine gelirmiş, derler. Pars'ın telefonu çalmaya başlamıştı. Ekrana baktığı an, Nuray ablasının ismini görmüştü. Bu da demek oluyordu ki, oğlu onu arıyordu.
Anında açtı. Anında burnunda tüten oğlunun sesi, kulaklarına doldu. "Baba..."
Anında konuştu Pars. "Efendim, oğlum," dedi içtenlikle, yüreğinden gelen sevgi ile.
"Seni özledim, baba. Ne zaman geleceksin?"
İçli bir nefes bıraktı Pars. Oğlu görevde olduğu süreç fazla aramaz, kendisini sık boğaz etmezdi ama bu sefer uzun zamandır konuşmuyorlardı.
Pars bu konuda zorluk çekiyordu işte. Asker çocuğu olmak çok zordu. Oğlu ise hem annesiz hem de babası askerdi. Anne acısı çekerken bir yandan da baba özlemi vardı.
O baba askerdi. Görevden sağ gelip gelinemeyeceği asla ama asla belli değildi. Pars bu konuda da acı çekiyordu. Vatanı için, bayrağı için kanının son damlasına kadar kan dökerdi ama ya geride kalan oğlu? Öksüz olan oğlu yetim kalmaya dayanabilir miydi?
Kafasını olumsuz anlamda salladı Pars. Bu düşüncelere girmek istemedi. Hemen atıp sildi kafasından. Oğluna cevap verdi. "Bugün az bir işim var, ondan sonra geleceğim, oğlum."
"Söz mü?" dedi babasının cevabı ile sevinen Alphan.
Gururla güldü Pars. "Asker sözü. Baba sözü."
Kazım kızına doluca bakarken, "Ömrümün sonuna kadar koruyacağım seni, kızım," diyordu.
Minik Bensu ise, "Söz mü?" diye soruyordu.
Kazım Yüzbaşından cevap gecikmiyordu. "Söz." Diyor içtenle. "Söz. Baba sözü, asker sözü..."
Kazım sözünü tutuyor. Kızını ömrü sonuna kadar koruyor.
Kızı ölürken kendi ölüm fermanını imzalıyor.
Kızına sarılıyor, ikisi de şehit düşüyor.
Baba sözünü de asker sözünü de tutuyor...
Herkes söz verebilirdi ama hiç kimse asker sözü veremezdi.
Kazım asker sözünü verdi, kızını korudu, kızı ölürken kızını yalnız bırakmadı.
Pars sözünü verdi, sözünü tutacaktı. Güneş uyanır uyanmaz oğlunun yanında olacaktı.1
"Babam," dedi bu sefer heyecanla. "Seni çok seviyorum."
Ufak bir kahkaha atmıştı Pars. Doğru düzgün gülmeyen yüzü oğluna gülüyordu. "Bende seni çok seviyorum, oğlum."
O sırada makineden sesler gelmeye başladı. Pars anında dönerken Güneş'e doğru, kaşları kalkmıştı. Acele ile ayağa kalkarken, "Oğlum," dedi. "Ben seni daha sonra arayacağım tamam mı? Şimdi kapatmam gerekiyor."
"Tamam, babam. Dikkat et kendine," dedi anında Alphan. Babasına gelince olgun bir bireydi. "Sende, oğlum," dedi Pars telefonu kapatmadan önce. "Sende dikkat et."
Telefonu kapatır kapatmaz cebine atmış ve Güneş'in baş ucuna gelmişti. Dikkatle kadının yüzüne bakarken ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
O an anladı. Güneş ela gözlerini yavaşça açmıştı.
Pars bu duruma içten içe sevinmişti. Gönlü rahat olmuş, omzuna binen yük anında kalkmıştı.
Kadın uyanmıştı ve bundan daha iyi bir şey yoktu.
Güneş, gözlerini açtığı an nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Etrafı bulanık görürken karşısında duran bir adam ile anında irkilmişti. Yataktan kalmaya çalışırken korkarak, "Sen kimsin?"diye sormuştu.
O sırada Pars anında kadının omuzlarından tutmuş, kadını yatağa yatırmıştı. Yatağa yatırmasından dolayı kadının üzerine uzanmak zorunda kalmıştı Pars. Yüzleri birbirine çok yakın, elalar yeşillerle çarpışıyordu.
Göz göze dip dibe iken Pars usulca, "Sakin ol," dedi. Nefesi Güneş'in suratına çarptı. "Sen kimsin?" dedi Güneş. Nefesi Pars'ın suratına çarptı.
Nefesleri birbirine çarpacak kadar yakınlardı.
"Pars," dedi Pars kendini tanıtmak ve kadını korkutmamak ister gibi. "Sizi teröristlerin elinden kurtaran Ateş timin komutanı. Yüzbaşı Pars Erdinç." dedi. "Sakin olun şimdi. Lütfen. Dikişlerinize zarar gelecek."
"Nereden bilebilirim," dedi Güneş anında. Korkuyordu. Daha yeni kaçırılmıştı, üzerine hırpalanmıştı. Az daha orada kalsa, üzerine bomba bağlanıp patlatacaklardı. Canice öldüreceklerdi Güneş'i. Nasıl korkmasın? Nasıl tedirgin olmasın?
"Korkunuzu anlıyorum," dedi Pars. Aklına kimliği çıkarmak gelmemişti. Derdi kadını yatağa yatırmak ve dikişlerine zarar gelmesini engellemekti. Kadına zarar gelsin istemiyordu. "Ama lütfen bana inanın." Aklına gelen ile kadına daha fazla dikkatle baktı. "Ayrıca hatırlamıyor musunuz beni?"
Güneş'in kaşları çatılırken anında baktı adama. Ne diyordu bu adam? Ne saçmalıyordu? " Pardon?" dedi ters ters bakarken. "Nereden tanıyacakmışım ben sizi?"
Pars anlayışla karşılamaya devam etti. "Vurulmadan önce rehindiniz. Adamın kollarındaydınız ve ben sizi çekip aldım." Bir ümit baktı kadına. "Yok mu o an hafızanızda."
Yorgundu Güneş. Bir şeyi hatırlamıyordu. Aklına gelecekti ama şuan değildi. Sırtı acıyordu bir kere. Sızlıyordu. Bu kadar acının içinde hiç birşey hatırlamıyordu ve bu adamın yalan söylediğine inanıyordu.
Korku vardı içinde. Pars kendisini ispatlayasaya kadar geçecek değildi.
"Yalan,"diyecek iken sırtına ağrı girdi. Yüzünü buruştururken, "Ahh!" diye inledi. Canı çok yanmıştı.
Pars anında kendine geldi. Üzerime doğru eğilmiş olduğu kadını yatağa yavaşça yatırdı. Üzerini örterken kadına doğruldu eğildiği yerden. Üstten baktı Güneş'e. " İyi misiniz?"Diye telaşla sordu.
Güneş'in sızısı hafif dinmişti ama hâlâ karşısındaki adamdan korkuyordu. Bu yüzden inat etmeye devam etti. "Sen kimsin dedim. Yalan söyleme bana."
Pars sabır çekmeye başladı içinden. Güzel olduğu kadar inatçı ve baş belasıydı. "Asker olduğumu söyledim, hanımefendi. İnanın artık."
"İspat o zaman," dedi dik kafası ile. "Kimliğin falan yok mu? Çıkar göster."
Pars içinden kendisine sövmeye başladı. Kadın haklıydı. Kimliği çıkarsa olay bitecekti ama saf aklına getirememiş kimliği ve inatçı bir kadın ile uğraşmaya başlamıştı.
Ama şikayetçi değildi. Kadını anlıyordu. Korkusunu, tedirginliğini anlıyordu. Gözleri cesur, bedeni inatçılık yapıyordu ama korkuyordu. Bunu gözlerinin içinden cesurluk akmasına rağmen ve makineden anlayabiliyordu.
Pars anında kimliğini çıkardı ve Güneş'in yüzüne tuttu. Güneş dikkatle bakarken kimliğe, "İnandınız mı şimdi benim asker olduğuma," dedi.
Güneş biraz daha baktı ardından kaşları yine çatıldı. "Kimlik sahte değil mi?" Diye sordu bu sefer. "İnanmıyorum size!"
Pars içinden bin bir türlü sabır çekerken gözlerini kapattı, içinden geçirdi.
Anlaşılan oğlunun yanına bir saat geç gidecekti...1
.
Bölüm nasıldı bakalım?2
Pars?
Diğer bölümde görüşmek üzereeee.1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |