6. Bölüm

6.Bölüm

Elifnur
senfoniyazar

Merhabaaa.

Nasılsınız bakalım. Umarım iyisinizdir.

Bölüme geçmeden önce bölümü voltelerseniz sevinirim.

İYİ OKUMALARRR.

Geçmiş:

"Oh benim mis kızıma," diyerek Güneş'in saçlarına derin öpücük bıraktı Bensu. Güneş'i banyo ettirmiş şimdi de saçlarını tarıyarak şekiller veriyordu. En son bittiğinde ise tekrardan bir öpücük bırakmıştı. "Mis kokulum."

Güneş kıkırdıyor. Daha 3 yaşında bir kız. Hoşuna gidiyor bu ilgi. "Anne... " diyerek nazlanıyor annesine.

"Annen sana kurban olsun," diyor Bensu'da içli içli.

Öz kızım değil demiyor, kendi kanımdan değil demiyor bağrına basıyordu. Çünkü kızıydı. Canıydı. Yarısıydı.

Ama içinde yine de sıkıntı vardı. Hoşuna gitmeyen bir şey vardı.

Kızının omuzunda sigara izleri vardı. Derin derin hemde.

Yeni fark etmemişti aslında. Fark edeli baya oluyordu ama artık görmek daha fazla canını yakıyordu. Selim'in haberi yoktu. İlk önce Güneş'e soracaktı. Nasıl oldu, diye. Ama Güneş hep bu konularda susuyordu.

Güneş sustukça Bensu'nun canı daha çok yanıyordu. Bensu yara izini gördükçe, kendi canı sızlıyordu.

Annelik böyle bir şeydi...

Güneş, annesinin bir anda durduğunu ve düşünceli bir hâl aldığını görünce kendisini zorla yönünü annesine döndürdü. Dizlerinin üzerinde dururken annesinin kucağına pıtı pıtı tırmandı.

Bensu, kucağına çıkan kızı ile şirince gülümsedi ve anında ellerini kızının beline atarak kızına destek verdi, düşmemesi için.

Güneş, narin elleri annesinin yüzüne koyup, annesinin yüzüne eğildi. Annesinin ona hep yaptığını yaptı. Bensu'nun burnuna ufak bir buse bıraktı. "Anne üzülmesin," dedi yumuşak sesi ile. "Üzülme anne."

Bensu, dolu dolu baktı kızına. Ne kadar da düşünceliydi. Ne kadar da birbirine bağlılardı. Bensu hiç ayrılmamak istedi ailesinden.

2 sene sonra öleceğini bilmeden, ailesi ile hiç ayrılmamayı diledi...

"Üzülmüyorum ki, annem," dedi anında Bensu.

Güneş elinin birini Bensu'nun kalbine koydu. "Burası da mı üzülmüyor?"

Kalbin üzülmüyor mu, diyordu Bensu'ya. Dışın üzülmüyor peki kalbin?

Bensu, kızının belinde destek verdiği elinin birini çekti ve kalbinde olan minik elin üzerine koydu. Güneş'e tüm olan bağımlılığı ile baktı. "Orada siz varsınız. Sizi nasıl üzerim ben?"

"Biliyorum ki," Güneş anında. "Sancak'ın kalbinde de ben var mışım, biliyor musun anne?"1

Bensu tanıdı kim olduğunu. Kızının dilinden hiç düşmeyen kahraman Sancak.

"Öyle miymiş?"dedi dikkatle Bensu. Kızının dilinden düşmeyen Sancak'ı hep dinlerdi. Kızına göre Sancak kahramandı. Kurtarıcı bir melekti. Bensu hep bu kişiyi merak etmişti ama görme şansı bulamamıştı. Çünkü Sancak, Güneş evlatlık alındıktan sonra bir şekilde yetimhaneden kaçmıştı.

Nereye gitmişti, nerede yaşıyordu, ne yapıyordu bilinmiyordu ama kaçmıştı işte. Bensu bu yüzden hiç görüşememişti Sancak ile. Fazlasıyla merak ediyordu.

Ne yapmıştı kızına da, kızının dilinden düşmüyordu?

Kızını hangi acıdan kurtarmıştı?

Biliyordu Bensu. O yetimhanede acı çektiğini biliyordu ama ne Güneş konuşuyordu bu konuda ne de bir ispat bulabiliyordu.

"Hıhım," diye mırıldandı Güneş. "Bana sen kalbimdesin, ateş kızı, demişti." Sonra ela gözleri ile baktı annesine sevimli sevimli. "Bana hep ateş kızı, diyor. Neden öyle söylüyor, bilmiyorum." Hevesle baktı annesine. "Neden öyle sesleniyor anne bana?"

Bensu gülümsedi. "Seni sevdiği için sana lakap takmış, güzelim."

"Kötü bir şey mi?"

Olumsuz anlamda salladı başını Bensu. "Tabii ki de hayır. Sen onun için hep ateş kızı olarak kalıcaksın kızım."

"O zaman ben bu ismi hep seveyim, değil mi?"

"Sev annem, sev." Derin bir nefes bıraktı. "Sevmek de sevilmek de en çok senin hakkın." Burukça gülümsedi. "Senin elini yalnız bırakanlara inat sev."

O sırada odaya Selim girdi. Elinde barbie oyuncak ile arkasına saklamış, sırıta sırıta içeriye gelmişti. Görevden yeni gelmişti. Görev biter bitmez kızının istediği oyuncağı almış, soluğu evde bulmuştu.

Güneş babasını görünce, "Baba!" diye sevinçle bağırdı. Hemen annesinin kucağından sıyrıldı. Yatağın dibine giderken ters döndü ve kendisini yataktan attı. Toparlandığı gibi minnak adımları ile babasına koştu. Selim'in ona gidecek vakti bırakmamıştı.

Selim diz çökerken kollarını açtı, diğer elinde hâlâ oyuncak duruyordu. "Gel bakalım, minik prensesim," diyerek Güneş'i kucakladı.

Selim kızını sımsıkı sarılır iken Güneş, küçük kollarını babasının boynuna doladı. Selim'in yüzüne bol bol öpüyordu. "Babam," dedi, öpücük bıraktı. "Canım babam," dedi, bir daha öpücük bıraktı.

Selim canı gönülden güldü. Kızının boynunu öperken, "Mis kokulum," dedi içli içli. "Çok mu özledin sen bakalım babayı?"

Güneş hâlâ öpme peşinde iken, "Hıhım," diye mırıldandı. "Çok özledim."

"Kıskanıyorum ama," dedi bu sefer Bensu, arkadan ailesini izlerken. Mutluydu. Huzurluydu.

Selim gülerek karısına baktı. Göz kırparken, "Kusura bakmayın, canım karıcığım," dedi. Ondan sonra ise Güneş'e döndü. "Gördün mü, anneyi? Bizi kıskanıyor."

Güneş ilk önce annesine baktı. Burun kıvırttı ve babasına geri dönüp, öpücüklere boğmaya devam etti.

"Aaa," dedi Bensu şaşkınlıkla. "Burun kıvırdı bana."

Selim daha fazla gülerek kızını kucakladığı gibi ayağa kalktı. Karısının dibine giderken, karısının saçına bir buse bıraktı. "İkiniz de canımsınız," dedi.

Selim Güneş'i annesinin yanına bırakırken, yatağa Güneş'in yanına oturdu. Böylelikle Güneş, Bensu ve Selim'in tam ortasında kalmış oldu.

Selim elinde olan oyuncağı Güneş'e verdi. Güneş heyecanla ve sevinçle ellerini birbirine çarparken, "Yaşasın," dedi. Oyuncağı kaptığı gibi arkasına döndü, emekledi, annesini ve babasını arkasında bırakarak yatakta oyuncağı ile oynamaya başladı.

Selim'in gözleri karısına kaydı. Yüzündeki en sevdiği gülümsemesi ile kızlarına bakıyordu.

İçli bir nefes aldı Selim. "İyi ki varsınız," dedi. "İyi ki."

Ailesinin, aşkının iki sene sonra yarım kalacağını bilmeden hep beraber olmayı dilemişlerdi...

 

 

GÜNÜMÜZ:

İnanmıyordum işte.

Bir kere geldi artık bu başıma. İnanamazdım kimseye. Güvenemezdim.

Elimde olan kimliğe baktım. Ondan sonra ise karşımda duran adama.

Sahteydi kesin bu!

"Sahte!" diye direttim. "Beni tekrardan kaçırmayacağınız ne malum." Sonra da sorar gözler ile ona baktım. "Ayrıca bir asker, neden tanımadığı bir kadının başında hastenede durar?"

Burada haklıydım. Tamam, beni kurtardı ondan sonra ise hastaneye bıraktı. Neden hâlâ başımda duruyordu? Vazifesini getirmişti ne de olsa. Acaba askerlerin yaralanan sivillerin hastanede başında durma görevi falan mı vardı?

"Hay böyle işin amınakoyayım ya!" diye söylenip yüzünü avuçladı sinirle.

"Hey!" dedim anında kaşlarım çatılırken. "Sövme bana!"

"İşe sövüyorum size mi sövüyorum ben?"

"Evet!"

Sinirle bir soluk verdi. Sinir dolu gülen yüzü ile bana bakıp, "Allah aşkına, hatırlayın beni. Esirdiniz, kolunuzdan tutup kendime çektim ben sizi."

"Kendime çektim derken?" Hatırlamaya çalışıyordum ama olmuyordu. Hiç bir anı aklıma gelmiyordu. Sadece kafamda olan kaçırılmam vardı. Başka yoktu.

"Teröristin elinden kurtarmak için!"

"Niye ben hatırlamıyorum!"

"Ne bileyim ben!"diye en son çıldırma noktasına gelmiş, bağırmıştı.1

"Ne bok işin var o zaman bu odada!" dedim bende en son yükselerek. Yorgun olduğum için fazla sesim çıkmamıştı ama yükseltmeye çalıştığım belli oluyordu. "Babamı istiyorum ben," diye ağlamaklı ses ile konuştum ve yataktan kalkmaya çalıştım. Babamı istiyordum gerçekten. Korkuyordum. Ama olmadı. Sırtıma ağrı saplanınca, olduğum yerde can acısıyla bağırmak ile kaldım. "Ahh!"

O an asker olduğunu söyleyen adam anında geldi. Ellerini omuzlarıma koyarken yavaşça yatağa yatırdı beni. Bu sefer sakindi. Az önceki siniri yoktu.

Bana anlayış ile bakarken üzerime doğru eğilmiş durumdaydı. "Lütfen beni sakince dinleyin." O an adamı dinlemek istedim. Güvenmiyordum ama fazla inat etsem de bir işe yaramayacak gibiydi.

Devam etti. "Bir kaç gün önce görev yaptığının okuldan çıktıktan sonra teröristler tarafından kaçırıldınız. Sizi bulmamız iki gün sürdü. Adamın biri sizi esir almıştı. Yanınızda ise yaralı bir asker vardı." O an hafızama kesik kesik anılar düşmeye başladı.

Yaralı bir asker vardı karşımda.

Bana zarar gelmeyeceğine dair söz veriyordu.

Boşluğa düştüğümü fark etmiş olacak ki, umutla gülümsedi. "Hatırladınız," dedi. "Siz o mağaraya geldikten iki gün sonra sizi bulduk. Mağarada çatışma çıkınca sizi araba ile kaçırmaya kalktılar. O sırada ise sizin yolunuzu Türk askerleri kesti. Sizi ben kendi ellerim ile çekip kurtardım ama o sırada da yaralandınız."

Yutkundum. Sikeyim ki o anı kafamda yoktu.

Kendisine boş boş gözler ile bakınca, "Hatırladınız mı?" dedi. Sesinde benim hatırlamamı isteyen bir ses tonu vardı. Yalvarıyordu resmen ses tonu ile.

Aldığım ilaçlardan dolayı olsa gerek, bir şey hatırlamıyordum.

Kendisine bakarken dudağım büzülmüş, başımı olumsuz anlamda sallamıştım. "Hayır." Umutsuz bir vakaydım gerçekten.

Sinirle derin bir nefes bırakırken, "Anlıyorum sizi," dedi. "Büyük bir ihtimal ile size verilen bir ilacın yan etkisi." Ondan sonra ise kapıya baktı. Kapıya baktığı an yüzünde gülen yüzler dolaşmaya başladı. "Hem babanız dışarıda," dedi umutla. Bir an benden kurtulmak istiyordu. Kesinlikle yüz ifadesinden belliydi. "İsterseniz-" demişti ki o an kapı açıldı.

Babamı görmüştüm. Yüzü çökmüş bir şekilde odaya girmişti. "Baba!" diye atıldığım an asker olduğunu söyleyen adam tekrardan yatırdı beni yatağa. "Dikişleriniz patlayacak!"

Babam beni gördüğü an, "Kızım," diye fısıldadı. Anında koştu benim yanıma. Babamı görünce korkum az da olsa geçti. Yanımaydı, baş ucumdaydı. O varsa güven vardı. Babam yanımdaysa beni korurdu.

Bana bakarken siyah gözlerinin yorgunluğu çarpmıştı gözlerime. Gözleri çökmüş, altları şişmiş, gözünün içi de kızarıktı. Harap etmişti kendisini. Çok yorgundu. Hiç mi dinlenmemişti? Neden kendisini böyle yormuştu?

Baş ucuma gelirken titreyen nasırlı eli ile saçlarımı okşamaya başladı. Narin narin okşuyordu saçımı. Tek telime dahil zarar vermek istemiyor gibiydi. Gibi değildi, tam öyleydi.

Annemi kaybettikten sonra daha fazla üzerimize düşmüştü.

Asker olduğunu söyleyen adam ise oradan bizi izliyordu. Hiç bir şey demeden, yeşil gözlerini dikmiş sadece izliyordu.

"Babam," dedi tekrardan sesindeki korku ile. "İyi misin, babam? Canın yanıyor mu?"

Kocaman gülümsedim ona. Yorgundum. Ama yine de gülümsedim. "Sen varsan iyiyim." İyi değildim.

O da bana buruk bir şekilde gülümsedi. "Özür dilerim," dedi içindeki kırgınlık ile. Kırgındı kendisine. "Seni koruyamadım." Beni koruyamadığı için kırgındı kendisine. Kızgındı.

Elleri gece saçlarımı okşamayı bir an bile bırakmamıştı. "Senin suçun değil ki, baba." Derin bir nefes verdim. Sırtım biraz sızlıyordu. "Kırgın ya da kızgın olma kendine. Suçun yok senin."

"Var," dedi. "Annene ve kendime söz verdim ben. Sizi de kaybedemem."

Annemin yası hâlâ onunla beraber yaşamaya devam ediyordu. Doğrusu, annem hâlâ onunla beraber yaşıyordu. Babam hiç bir zaman unutmamıştı annemi. Unutmak dahil istemedi. Hayatındaki tek kadın annemdi. Ve annem kaldı. Hayatına asla başka birini sokmamıştı. Babam ile görüşüp, evlenmek isteyen bir kaç kadın vardı ama hepsini geri tepmişti babam.

Babamın yüreğinde sadece annem vardı. Annem belki ilk aşkı olamamıştı ama son aşkı olmuştu. Gönlü sadece anneme açıktı. Ölü de olsa yaşıyor olsa da sadece annem.

"Baba," dedim ben de en son çaresiz çıkan sesim ile. Babamı böyle gördükçe, yüreğim köz alevlerin içinde yanıyordu. Hayatımda tek o vardı, ailem tek oydu ve onu böyle görmek kurşun yarasından daha fazla canımı yakıyordu. "Yalvarırım yapma bunu kendine. Senin suçun yok, anla lütfen." Dolu gözlerim ile baktım. Gözlerim dolmuştu. "Hem hayattayım ben artık. İyiyim. Yanındayım."

"Ben bu acıyı en son, annenin cenazesinde hissettim, Güneş," dedi kabuk tutmuş yaralarından kan akarken. "Yüreğimi söküp almışlardı benden. Can çekişiyordum ama Allah'ın bir kulu yardım edemiyordu." Burukça gülümsedi. "Çünkü ilacım annendi ama anneni de toprağa emanet ettim."

Derin bir nefes aldı. "Annenden sonra benim ilacım siz oldunuz. Kardeşin ve sen. Ben bir daha kanamak ve ilaçsız kalmak istemiyorum. Benim hayata tutunma sebebim ilaç o da sizlersiniz. Ben bir daha bir kayıp daha yaşayamam."

O an gözümden yaş aktı. Yaramız hâlâ derindi. Babam bize siz benim ilacımsınız, diyordu ama kabuk tutan yarası hiç geçmemişti. Onun asıl ilacı annemdi ama annem yoktu. Kabuk yarası da annemdi, ilacı da. Bu adamın yarası nasıl geçerdi?

Kendisini toparladığı an, "Bu yüzden İzmir'e tahin istiyorsun. Seni kurtlar sofrasında bırakamam."

O an babamın dediği ile az önceki duygusal ortam sönmüştü. Onun yerine şaşkınlık vardı.

Ne saçmalıyordu babam?

"Ne?" dedim sesimde şaşkınlık akarken.

"Dediğimi duydun, Güneş," dedi babam. "Gidiyorsun buradan."

"Baba," dedim titreyen sesim ile. İmkânsızdı babamın isteği.

Dedemin ve annemin mezarı buradaydı. Ben onları terk edemezdim. Zaten küçük yaşımda ayrılmıştım onlardan. Bir daha ayrılamazdım.

"Olmaz," dedim. "Yapamam."

"Ne demek olmaz!" dedi babam anında, onu itiraz ettiğim için sesi yüksek çıkarken. "Gideceksin buralardan!"

"Gitmem!" diye yükseldim bende. Benden istediği imkansız bir şeydi. Ölümüne gelmiştim ben buraya. Ölüm ayırırdı beni bu şehirden. "Annemi ve dedemi bırakamam!"

Babamın o an sinirli yüzü donuklaştı. Olduğu yerde donup kalırken, "Ne?" dedi. Sesi fısıltıdan ibaretti.

Başımı olumsuz anlamda sallamaya başladım. "Annemin mezarı burada diye sen kendin buraya tayin istemedin mi?"

Babamın gözleri canının acıması ile dolarken, "İstedim," diye fısıldadı. Annemden bahsetmek, onun yarayan kanasını daha da deşmişti.

Annem burada diye tayin istemişti babam buraya. Annemi tek bırakmak istemedi. Annemin memleketi Hakkari'ydi. Dedem ile yan yana gömülmüşlerdi.

Babam annemin hasretini çok çekiyordu. Bırakmak istemedi onu. Kalbinde sevdasını yaşatırken kuru toprağın altında yaşatmaya devam ettirdi. Kara toprağın altında bile annemi tek bırakmadı. Sevdasını bırakamıyordu. Toprağa emanet olmasına rağmen, yüreğindeki aşkı buna müsade etmiyordu.

Bende bırakmak istemiyordum annemi. Anne özlemi çarpan kalbim, annemi buralarda tek bırakmak istemiyordu.

"Ben sizinle küçük yaşta tanıştım." dedim sesimde acı akarken. Annemi özlüyordum. Dedemi özlüyordum. "Annemi bırakmak istemiyorum! Mezarı olsa da onu burada bırakmak istemiyorum!"

Babam bana yalvaran gözleri ile bakarken, "Yapma," dedi. Acı çektiği, çaresizliğin en dibini yaşadığını belli ediyordu."Seni de kaybetmek istemiyorum." Sesinden acı akıyordu. "Yalvarıyorum yapma. Ölüyüm zaten, daha fazla öldürme beni. Gitme sende bizden. Yapma."

Selim Devin. Polis karakolluğunda kaplan kesilen adam, şimdi boynunu bükmüş bir kayıp daha yaşamamak için bana yalvarırıyordu.

Babam yalvarırıyordu bana. Yaşamam için. Babam yalvarırıyordu bana. Annemle aynı kaderi yaşamayım diye.

İnsan sevdiği kişi kayıp ettiği an, ölümle yaşam arasında gidip gelirdi. Kalbinde oluşan ağrı, seni öldürmek isterdi. Annem öldüğü zaman babam kalbindeki ağrı ile ölmek istedi. Annem yalvardığı için yaşama tutundu.

Annemin yalvarışları babama geçmişti. Geçmişte annem mektupta yalvardı, şimdi ise babam karşımda acı çekerken yalvarırıyordu.

Bir insan herşeyini bırakmak ister mi? İstemezdi. Ben bırakmak istemiyordum. Benim her şeyim annemdi. Annem yuvamdı. Annem kalbimdi. Annem yaşamımdı. Yaralarımı tek tek saran, yufka yüreği ile yüreğim sevgi dolduran kadını toprağa emanet etmiş olsak bile bırakmak istemiyordum. Ben sadece annemi istiyordum.

"Ne yaparsan yap," dedim. Göz yaşım aktı o sıra. Acıları anlatan, kalbin burukluğunu yansıtan acı gözyaşı. Kelimeler boğazımda düğüm düğüm oluyordu, bana nefes aldırmıyordu. "Ben annemi ve dedemi bırakmayacağım."

Annemin sesinin kulaklarımdan gitmesini izin vermeyecektim.

Dedemin sesinin kulaklarımdan gitmesini izin vermeyecektim.

Beni öldüren öldürsün. Annemle ya vardım ya yoktum.

"Yapma!" diye gürlemişken odada olan asker babamın önüne geçti. Elini babamın göğsüne koyarken geriye doğru itti. Ciddi gözler ile bakarken, "Sakin olun," dedi. "Bağırmanız hiç bir işe yaramayacak. Ayrıca-" dedi ve bana baktı. "Yorgun kendisi. Ameliyattan yeni çıktı."

Babam o adama baktı. Yorgun gözleri aslında her şeyi anlatıyordu. "Anlamıyorsun, asker," dedi babam. O an yutkundum. "Kızım burada tehlikede. Nasıl sakin olayım! Sende babasın, beni kendi yerine koysana."

Adam derin nefes aldı ve babama anladığını belirten ifade ile baktı. "Bende istemem çocuğumun tehlikede kalmasını ama onu da bu hâli ile ağlatmazdım. Fevri davranıyorsunuz."

Babam derin derin nefes alıp veriyordu. Kendi içinde bir savaşa girmişti. Her kelimem ile birer kurşun yiyiyordu ama yinede ayakta kalmayı başarıyordu. Bana baktı. O an yine gözlerindeki acı ifadesi daha fazla arttı. "Seni kaybetmek istemiyorum," dedi ve odadan çıktı bir hışımla.

Babam odadan çıkar çıkmaz hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Ağlıyordum çünkü canım yanıyordu.

Annemi yanımda istiyordum.

O benim acılarımı dindirirdi.

Annesiz kalan bir çocuk, her yerden sevgi arardı. Ben sadece annemin ve dedemin mezarından sevgi arıyordum. Babamdan sevgi arıyordum.

Annemle çok geç tanışmıştım. Doğurmadı belki beni ama büyüttü. Sevgisini bana verdi. Yüreğini bana açtı. Benimle beraber canı yandı, ilk beni iyileştirdi. Benimle beraber ağladı, ilk benim gözyaşlarımı sildi.

Onun emanetlerine sahip çıkarken onu mezarında tek bırakmak istemiyordum. Buraya geldiğim zamandan beri hep annemin mezarına gidiyordum. Olan her şeyi anlatıyordum ona.

Yüreğimi açıyordum.

Bağlandığım kadını bırakmak istemiyordum.

Asker adam önüme gelince ne yapacağını bilememiş gibiydi. Asker olduğunu ikna olmuştum çünkü babam az önce öyle söylemişti. Bir şey hatırlamıyordum ama şuan inat kalacak hâlim yoktu. Yorgundum.

"Ağlamak hiç bir şeye ifade etmez," dedi sarsıla sarsıla ağlamamı durdurmak ister gibi. "Kendisi biraz sakinleşince sizi anlar, kararından vazgeçer."

Burnumu çektim. Kafam yastıkta, uzanır hâlde yatar iken tepemde duran adama bakıyordum. "Çok kararlıydı."

"Siz de tayin isteyin o zaman. Burada neden kalmak istiyorsunuz ki?"

"Annem ve dedemi bırakamam."

Kaşının biri kalkarken, "Neden?" dedi.

Derin bir nefes aldım. "Ben doğar doğmaz yetimhaneye bırakılmışım. 3 yaşıma kadar çekmediğim acılar kalmadı."

Yutkundum. "Onunla beş yaşımda tanıştım. Tanıştığım an sevgisiyle iyileştirdi beni. Yaralı bir kuştum. Annem kanatlarımı iyileştirdi. Dedem öz torunum değil demeden bağrına bastı." Acı gözlerim ile askerin yeşil gözlerine baktım. "Öz ailemden görmediğim sevgiyi onlarda gördüm."

Bir göz yaşı daha döküldü ela gözlerimden. "İnsan yuvasını bırakabilir mi?" Burukça gülümsedim. "O iki mezar benim yuvam. Yuvamı nasıl terk ederim?"

Yuva annemdi. Yuvam annemin mezarıydı.

Kendisini beni dikkatle dinlerken odada olan sandalyeyi aldı. Baş ucuma geldi ve sandalyeye kuruldu. Sandalyede dizlerinin üzerine doğru eğilirken, dikkatle bana baktı. "Terk etmemeni anlıyorum."

"İşime yaradı bu bilgi. Teşekkürler."

Ciddi bir şekilde ifadesini bozmadan bana bakmaya devam etti. "İnatlaşmak istiyorum derseniz, buyrun."

"Devam edin. İnatlaşmak yok."

"Babanız bir kayıp yaşamış. Hayatının aşkını kayıp etmiş. Ondan kalan siz iken bu korkusu çok normal."

Yutkundu. "İnsanın en büyük acısı, hayatında en sevdiği insanı kaybetmesidir. Yüreğini söküp alınmış gibi hissedersin. Canın çok yanar. Kendine gelemezsin. Ölmek istersin."

Dikkatle bakmaya devam etti bana. "O adam ölmek istemiş. Karısının acısına dayanamayınca, ölmek istemiş ama yine bu kararından annen vazgeçirmiş."

Mektup...

"Şimdi ise karısının kayıp ettiği gibi kızını da aynı şekilde kaybedecekti. Sence çok kolay bir şey mi?"

Başımı olumsuz anlamda salladım.

"Karısı için ölmek isteyen adam karısı istediği için yaşadı. Bu bebek oyuncağı değil, bir hayattan bahsediyoruz. Aynı acıları yaşamak istemiyor. Aynı kâbus günlere uyanmak istemiyor. Hayatından bir tek siz kaldınız."

Eli ile beni işaret etti. "Karısını kaybettiği gibi sizi de aynı şekilde kaybetmek istemiyor. Ölümden vazgeçen adamı tekrardan ölüme itmek bu."

Yutkundum. "O yüzden siz onu ölüme itmeden önce sakinleşin. Annen ve deden, eminim ki seninle her zaman." Eli ile kalbimi işaret etti. "Yüreğinde."

Derin bir nefes verdi. "Bir insanı yüreğinde de terk etmeyebilirsin. Sen onları hep hatırladıkça yüreğin kuş gibi çırpınacak. O işte," dedi. "Annenden ve dedenden sana gelen mesajdır."

Yüreğimde taşımak yetmiyordu bana. Yüreğini kuş gibi çırpınmasına sebep olsalar da, ben o mezarlarda nefes alıyordum.

Yüreğim oradaydı.

Kalbim oradaydı.

"Tanımadığınız ve bir daha görmeyeğiniz birine karşı çok merhametli ve yardımsever davranıyorsunuz. Asker özellikleri falan mı?"

Hafifçe gülerken, "Öyle diyelim," dedi ki telefonuna bir bildirim sesi geldi. Kendisini telefonunu çıkarırken ilk önce her ne geldiyse onu okudu, telefonu kapattı ve bana döndü.

"Beni bekleyen küçük bir misafir."

Hafifçe güldüm. "Bekletmeyin o zaman."

"Siz de boşuna kendinizi harap etmeyin." Ondan sonra ise ayağa kalktı. "Eğer kaderinizde bu şehir varsa, inanın ki kaçacak yer bulamazsınız."

"Çünkü hiç bir insan kaderinden kaçamaz." İkimiz aynı anda söylemiştik.

Olumlu anlamda kafasını salladı. "Doğru." Derin bir nefes verdi. "Kendinize dikkat etmeyi unutmayın. İyi günler."

Ayakta dikilir iken, "Yaşananları hatırlamıyorsunuz ama yine de asker arkadaşlarımızdan bir kaçı gelip, sizin ifadenizi alacak. Haberiniz olsun."

Kafam ile sadece onayladım.

Tam odadan çıkıyor iken, "Bir dakika," dedim. Adımları tam kapının dibinde durdu, eli kapı kolunda kaldı. Arkasına dönüp bana baktı.

Gülümsedim. " Teşekkür ederim, karşıma bir daha çıkmayacak olan asker."2

Gülümsedi o da. "Rica ederim, hayatımda gördüğüm en güçlü kadın."

Merabaaaaa.

Bölüm nasıldı?1

Daha sonra düzenleyeceğim buraları. Saçma oldu falan demeyin yani.1

Biliyorum, çok geç geliyor ama bende yks24 tayfasından olunca malum.

Diğer bölümde görüşmek üzereeee.

Bölüm : 25.12.2024 00:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...