Merhaba!
Nasılsınız? Umarım çok ama çok iyisinizdir.
Bu seneki yks25 tayfasından olduğum için malum masa başındayım. Belki de her bölüm söyledim bunu. Her kitabımda ama yine de söyleyim. Bölümlerin geç gelme sebebi bu.
Gönül ister ki size düzenli bölüm atmak ama cidden elimde olan bir şey değil.
Hızlı olmaya çalışıyorum elimden geldiğince. Artık bölümler düzene giriyor ama.
Haftada bir yapabilirsem iki bölüm gelecek.
Umarım beni anlayışla karşılarsınız
İyi okumalar!
.
"Rahat dur!" diye bağırıyor beni zapt etmeye çalışıyordu adı Cihan olan adam.
Yerde çırpınırken, "Bırak!" diye bağırıyorum ama fayda yoktu. O sırada ise Cihan olacak o it, saçımdan tuttuğu gibi kafamı yere kuvvetle vurmuştu.
Kafam zonklamaya başlarken, başım dönmeye başlamıştı. Kafam uyuşmaya başlamış, kulaklarım çınlamıştı. Yetmemiş gibi, bir daha vurmuştu kafama yere.
"Lan!" diye bağırdı adı Cesur olan asker. "Sikerim seni it herif!" diyordu gürleyen sesi ile. Olduğum yere gelmeye çalışıyordu. Çırpınıyordu ama duvara zincirlerle bağlı olmasından dolayı gelemiyordu. Bu yüzden daha fazla bağırıp kendisi itiyordu. "Kızı bırak! Kollarını siktiğim adamı, kızı bırak!"
O sırada ise benim üzerime o lanet şey giydirilmişti.
"Amına koyduklarım adamları!" diye bağırmaya devam ediyordu Cesur asker. "Bırakın lan! Kızı bırakın!"
"Kes lan sende!" diyerek Mehmed, Cesur askere yumruk atımıştı.
Ben ise yerde ölü gibi yatıyorum.
"Özür dilerim!" diye gürledi. "Söz verdim. Tutamadım! Özür dilerim!"
Sesleri bile bulanık duyuyorum. Kafamı öyle şiddetli çarpmıştı ki yere, sanki kafam ikiye ayrılmış gibiydi.
O sırada güçlü bir kol beni ayağa kaldırdı. Kolumu tutarak ayakta kalmamı sağladı. Baygın gözlerle baktığımda o kişi, sessiz olan adamdı.
Bana dik dik bakıyordu. En sonda bakışlarımı yere çekmiştim. Ne ona bakacak hâlim vardı, ne de sesimi çıkaracak. Sadece sustum.
Sessiz adam beni götürmeye başladı an, ayaklarımın altında sanki bir sürü engel varmış gibi birbirine takılmaya başlamıştı. Doğru düzgün yürüyemiyordum.
Sessiz olan adam derin bir nefes verdi ve beni daha fazla sıkı tutup, düşmemi engelleyerek yürümeye başladı. Sarsak sarsak yürüsem de yine de arabaya kadar yürüttü beni.
Çok gerginim. Hem de fazlasıyla gerginim. Üzerimde bombalı yelek var iken, fazlasıyla gerginim.
Arabaya bildirdiği an, şoför koltuğundaki adam sürmeye başladı. Dikiz aynasından pis pis sırıtır iken, "Sonun geldi ha?" dedi.
Bir yanımda sessiz olan adam vardı diğer yanımda Cihan denilen adam. Şoför koltuğunda ise Mehmed.
"Boş yapma, Mehmed," dedi sessiz adam. İlk defa konuştuğunu görüyorum. "Sür çabuk da şu işi bitirelim."
Mehmed yüzünü buruşturuyor. "İyi be," diyerek arabayı sürmeye başladı.
Sessiz kalan adamın bakışlarının hep üzerimde olduğunu hissediyorum. Ama dönüp de asla bakmıyorum.1
Araba durduğu zaman ağrıyan kafam ile camdan etrafa baktım. Küçük bir kasaba gibi köy gibi yere gelmişiz.
Mehmed denilen adam arabadan indiği gibi benim olduğum kapının önüne geliyor. Kapıyı açtığı gibi benim kolumdan tutup aşağıya çekti. Çok hızlı çekmesinden dolayı yere kapaklanmıştım. "Yavaş lan," diye arkadan ses geldi. Sessiz adamdan.
"Zaten ölecek. Bir şey olmaz," dedi Mehmed pisliği ve kolumdan tuttuğu gibi ayağa kaldırdı. Ondan sonrası ise yine alışık olduğum şeyi yaşadım. Ayaklarım takılmasına rağmen sürükledi beni.
En sonunda ise beni kuvvetle yere itmişti. Canım daha çok yanmıştı. Sadece kısık ses ile inliyebilmiştim.
Düştüğüm yerden yavaşça doğrulduğumda tepemde 3 kişi vardı: sessiz adam, Mehmed, Cihan.
Düştüğüm yerden geri geri gitmeye başladım. Korkuyorum. Silahla değil, bıçakla değil bomba ile ölecektim.
Mehmed denilen adam sırıttı ondan sonra ise Cihan'a döndü. Kafası ile beni işaret etti. "Görüyon mu, kaçmaya çalışıyo." Biraz daha sırıttı. "Kaçsan nereye kaçacan, öğretmen. Sonun ölümdür."
Derin derin nefes alıp kendimi sakinleştirmeye çalışıyorum ama imkânsızdı. Titriyordum. Korkuyordum.
Annemin kaderinin, bana çeyiz olmasından korkuyordum.
Ben geri geriye giderken Mehmed denilen adam tekrardan baş ucuma geldi. Kafamı yine zemine çok sert vurdu. Kafam döndü. Kafam ortaya ikiye ayrılmış gibi ağrıdı. Dünya durmuştu bir anda. Karanlık olmuştu her yer. Ben karanlıktan korkamazdım. Karanlığı beni sevdiren geceydi. Geceyi yıldızlar süslerdi. Ama şuan ne geceydi ne de ben yıldızları görüyordum. Ölüm karanlığıydı bu.
"Kusura bakma, öğretmen. Arkamızdan gelirsin diye yapmışımdır bunu. Öleceksin ne de olsa."
İstemediğim o karanlığa çoktan gömülmüştüm. Sesleri duyuyor, gözlerim baygın bakıyordu.
Kafamdan darbe üzerine darbe alınca, artık ölüm karanlığına çekilmiştim.
Onların uzaklaştığını işittim. Sesler gitmişti. Sonra insan sesleri duymaya başladım. Kürtçe konuşuyorlardı. Ahlayıp vahlıyorlardı. Hiç birini anlamıyordum ama isyankar seslerini anlayabiliyordum. Ama umursadığım o değildi.
Tek istediğim buradan sağ bir şekilde kurtulmaktı.
Mehmed denilen şerefsizler uzaklaşmıştı. Gideli olmuştu ama ben hâlâ aynı yerimdeydim. Aynı yerde hareketsizce ölü gibi yatıyordum. Etrafımda olan insanlar hâlâ aynı yerlerinde duruyordu. Hiç mi görmüyorlardı üzerimdeki bombayı.
Doğru, Mehmed denilen adamlar yanıma gelmemeleri için tehdit etmişti. Karanlığın dibinde o sesleri işitmiştim.
Artık karanlığa tamamen çekildiğimi hissediyordum. Ölüyordum. Annemin yanına gidiyordum. Dedemin yanına gidiyordum. En son karanlığa çekilmeden önce ise Cihan'ın öfkeli sesini duydum. "Siktiğimin bombası nasıl patlamaz lan!"
Öyle bir sıçrayarak uyandım ki yatağımdan, nefessizlikten öleceğimi sandım. Derin derin nefes alıp vermeye başlayıp, gümbür gümbür atan kalbimi sakinleştirmeye çalıştım.
Yaşadıklarım yine kabus gibi girmişti rüyama.
Korkmuştum. Belki belli etmedim ama korkmuştum. Annem gibi, dedem gibi öleceğim diye çok korkmuştum.
Bir insan her ne yaparsa yapsın normal bir ölümü hak ederdi ama benim dedeme ve anneme bu şansı vermemişlerdi.
Kafaları ve bacakları ile gömülmüştü toprağa annem ve dedem.
Canlı bir bombada patlayarak ölmüşlerdi.
Annemin kaderi bana çeyiz oluyordu. O bomba patlamadığı için ayaktaydım. Ya patlasaydı, şimdi hayatta değildim. Babamı bir kez daha yakardım, ateşin içine atardım.
3 hafta geçmişti yaşadıklarımın üzerinden. Tam üç hafta. Bu hafta boyunca hep dinlendim. Senem ve babam ayağa kalkmamı bile müsade etmedi. Sırtımdan vurulmuştum ama yara o kadar ciddi değildi.
İyileşmem kolay olmuştu yani. Ama ruhum iyi değildi.
Hatırlamamam, kafama yediğim darbeler yüzündendi. O asker adama -adı galiba Pars'tı- çok büyük saygısızlık yapmıştım ilk başta. Onu hatırlamadığım için terörist manasında bulunmuştum.
Ama olan olmuştu artık. Kendisini bir daha görmeyeceğim için özür de dileyemezdim.
Bugün günlerden pazardı. Yarın tekrardan okuluma, çocukların yanına dönecektim. Babamı ikna etmek hiç ama hiç kolay olmamıştım.
Babam, annemin mezarında beni ağlarken gördüğü için kararından vazgeçmişti. Evet, annemin mezarına gitmiş ve babamı anneme şikayet etmiştim.
Ben annemi burada terk etmek istemiyordum. Her şeyim annemdi. O burada iken İzmir'e gidemezdim.
Ben sırf annem için öğretmen olmuştum. Onun arkasında bıraktığı gelecekteki çocuklara ışık olmak için, onun emanetine sahip çıktım. Öğretmen oldum.
Doğu görevimi buraya istemiştim. Şans benden yana güldü, buraya tuttu. Doğu görevim bittikten sonra burada temelli kalmak için yine dilekçede bulunacaktım.
Kendimi sakinleştirmeye çalışırken odaya Senem girdi. Senem benimle aynı sınıfta çalışan kızdı. Öğretmen yardımcısı gibi bir şey oluyordu yani. İlk okula geldiğim zaman hemen onunla kaynaşmıştım. Sonra da kendisi oturduğu evde ev sahibi yüzünden evden atılmıştı. Bu yüzden aynı evi paylaşıyordum onunla.
Beni görünce anında yatağımın yanında olan komidinin üzerinde olan sürahiden su doldurdu. Babam evde değildi. Görevi vardı bugün. Gitmek zorunda kalmıştı.
Senem elindeki suyu bana verip, "Al, iç," dedi. Anında alıp içtim. Ferahlamıştım. Daha fazlasıyla da terlemiştim. Duşa girsem iyi olacaktı ama biraz dikkatli olmam gerekiyordu. Dikişlerimi 3 haftadır taşıyordum maalesef. Kabuslarım beni terk etmediği için şu 3 haftadır hep korku ile uyandım. Aniden kalkmalarım yüzünden 2 kez dikişlerimi patlatmıştım. Bu yüzden dikişlerim kalmıştı ama yarın son gündü.
Senem elimdeki bardağı alıp komidine koydu. Bana endişe ile bakıp, "Yine mi kabus gördün?" diye sordu. İlk değildi. Bitecek gibi hiç değildi.
Başım ile onayladım. "İlaçları içsem iyi olacak." Psikiyatriden kabuslarım için ilaçlarım vardı. Kaçırıldıktan sonra tekrardan içmeye başlamıştım. Psikiyatriye gitmem ilk değildi maalesef.
Yetimhanedeki kabuslarım yüzünden de gitmiştim. Elimde vardı ilaçlar. Kontrol amaçlı sordurmuştum babama, bir sıkıntısı olur mu diye. Sonrası ise doktordan alınan onay ile yine ilaçlara başlamak oldu.
Senem yatağıma oturup yatağın üzerinde olan elimi tuttu. Siyah gözleri ile derince bana bakıp, "Yarın okula gitme konusunda emin misin?" diye sordu. Babam bir Senem ikiydi. "Tam iyileşmiş değilsin."
Boşta kalan elimi alıp Senem'in elimin üzerine koyduğu elinin üzerine koydum. Sımsıkı sardım. "Kabuslarım ilk değil. Ben iyiyim. Sıkıntı yok. Sende daha fazla endişe etme."
Derin bir nefes verdim. Korkusunu anlıyordum. Buraları pek tekin yer değildi. Her an her yerden bir şey çıkardı. Bir olay oldu mu anında gelişirdi. Ne olduğunu şaşardın. Benim yaşadığım olay gibi.
"Sana açık olacağım," dedim içimden gelen her şeyi anlatmaya başlayarak. "Bende korkuyorum aynı şeyleri tekrardan yaşayacağım diye. Annem ve dedem burada olmasaydı, emin ol giderdim İzmir'e. Ama yapamam. Annemin istediği ile ayakta duracağım. Güçlü olacağım."
Güçlü ol kızım. Güçlü ol ve kendini ezdirme. Ayakta kalmayı öğren. Dimdik dur. Hiçbir zaman pes etme. Pes edersen seni ezerler. Gözüm arkamda kalmasın, Güneş'im. Bana söz ver. Ayakta kalmayı, dimdik durmayı ve en önemlisi ise pes etmemeyi öğren. Olur mu? Seni o hallerde yine görmek istemiyorum.
Burukça gülümsedi bana. "Güçlü olmanı bende çok istiyorum ama işte," demişti ki ben kestim. "Lütfen. Fazla üzerime gelme olur mu?"
Bıkkınlıkla nefes verdi. "Peki, Güneş," dedi. "Üzerine gitmeyeceğim." Ondan sonra ise sıkılmadan, iğrenmeden avucu ile alnımdaki teri sildi. "Çok terlemişsin. Sen duşa gir. Yarın alınacak zaten, bir sıkıntı olacağını pek zannetmiyorum. Benim dışarıda işim var, kahvaltıyı hazırladım ben sana. Güzelce kahvaltını yap."
Yine buruk bir gülümseme sundum ona. Çok güzel bir arkadaştı. Hemde çok güzel. Şanslıydım arkadaş konusunda.
"Teşekkür ederim, " diye fısıldadım. Teşekkür ederim bana arkadaştan öte her şey olduğun için.
"Rica ederim," dedi ve ayağa kalktı. Yatakta otururken ona baktım. "Diğer anahtarı bana bırak. Ben de dışarıya çıkacağım da."
"Annenin mezarına mı?" diye sordu. Tanıyordu beni. "Annem ve dedemin mezarına," diye onayladım onu.
"Dikkat et, olur mu?" diye sordu. Ayağa kalktığım gibi sarıldım ona. "Dikkat ederim," dedim.
O da bana karşılık verdikten sonra odadan çıkmaya karar verdi. Tam çıkacak iken, "Kahvaltıyı yaptıktan sonra sakın kaldırma. Ben gelince kaldırırım," dedi.
Güldüm. "Ona da tamam." Tabii ki de tamam değil. Ağzıma sıçacaktı ama yapacak bir şey yok.
Senem çıktıktan sonra ayağa kalktım. Gözüm makyaj masamın üzerindeki çerçeveye kaydı. Annem, dedem ve benim olduğum fotoğraf.
"Sözünü tutuyorum, anne," dedim bakışlarım annemdeki masum gülümseme de iken. "Ayakta duracağım, pes etmeyeceğim."
.
.
Çiçekler genellikle masumluğu ifade ederdi. Masum insan gibi dalından koparıldı mı küserdi, boyun eğerdi. İlgi verildiği zaman, daha fazla büyür ve çevreye huzur verirdi. Çiçeklerden masumluğu en ifade eden bana göre beyaz güllerdi. Beyaz saflığı, durulduğu ifade ederdi. Beyaz güllerde beyaz rengi gibi masumdu, duruydu.
Benim annemin en çok sevdiği gül beyaz güldü. Kendisi gibi masum olan renge ve güle aşıktı annem. Beyaz gül dalından koparıldığı zaman yapraklarını dökerdi. Annem kırıldığı zaman içine kapanırdı. Beyaz gül ilgisiz kaldığında solardı. Annemin canı yandığında durulaşır, küçük nazlı bebeklere dönüşürdü.
Her zaman ilgi odağı olmak isteyen bir insan değildi annem. Babam bir gün ilgi göstermedi diye küsmezdi. Beyaz gül ile ortak yanı olmayan tek yer burasıydı. Beyaz gül her zaman ilgi isterdi ama annem istemezdi.
Kendisi dedemden oldukça ilgi görmüştü zira. Anneannem annemi doğururken ölmüş. Bu yüzden hayata hep dedem ile tutunmuş annem. Dedemden görebileceği bütün ilgileri görmüştü. Belki de bu yönü onu şımarık bir kız yapması gerektiriyordu ama hayır. Dedem askerdi çünkü. Bugün varsa yarın yoktu. Bu yüzden fazla ilgi odağı olmak istemiyordu annem. Babamda polisti. Onun da işi zordu. O da bugün vardı yarın yoktu. Çünkü görüyoruz ya göreve gittiği sırada şehit olarak gelen polislerimizi.
Fazla şımarıklığın sonunda pişmanlık getirdiğini de bilirdi annem. Şımarıklığı yüzünden dedemi üzüp ondan sonra ise görememe ihtimali vardı. Küs ayrılmak istemezdi annem babamdan. Ama kader ikisi aynı yerde, aynı tarihte, yan yana öldürmeyi seçti.
Babasından küs ayrılmak istemeyen annem, dedem ile beraber ölmüştü.
Bende bu yüzden hiç şımarık bir kız olmadım. Fazla şımarıklık bana göre bomboş bir şeydi. Bu yüzden babama hiç şımarık olmadım. İlk başlarda evet, şımarıktım ama taa ki annem ölesiye kadar. Ondan sonra şımarık bir kız olduğumu hiç hatırlamıyordum. Karsu ise tam tersiydi. İlgi odağı olan bir kızdı. İlgisiz kalmaya asla dayanamazdı. Sevgilisine Allah sabır versin demekten başka bir şey diyemiyordum.
Karsu'nun içinde bir kırgınlık vardı. Belki de bu yüzden şımarıktı. Ben annemizi görebilmiştim, sesini ve yüzünü hiç unutmamıştım ama o unutmuştu. Unutmuştu çünkü annemin onunla ilgileneceği bir ömür olmadı. Karsu 6 aylıkken gitmişti annem. Bu yüzden hiç anne sevgisi göremedi Karsu. 6 aylıkken gördüğü sevgiyi ve yüzü, duyduğu sesi hatırlamıyordu. Onun istediği hatırladığı ses, yüz ve ilgiydi ama olmadı. Belki de bu yüzden şımarıktı.
Babamı da bir gün kaybedirsem, tamamen ailemin sesini, yüzünü unutmak istemiyorum, hesabıydı. Babamın vakti varken bolca şımarıklık yapma peşindeydi. Babamı da unutmamak için. Babamdan sevgi, ilgi gördüğünü hatırlamak için. Çünkü o annemi unutmuştu.
Mezar taşına bir buse bıraktım. Elimdeki beyaz gülleri yavaşça annemin mezarına koydum. Dikmek ile uğraşmıyordum çünkü sebebini bilmediğim bir şekilde soluyordu. Bende haftada bir kez beyaz gül alır gelirdim demet halinde. Demet halinde iken hemen solmuyordu.
Ama mezarına çiçek dikmediğimi söylemezdim. Kasımpata çiçeği doluydu annemin mezarı. İkinci en çok sevdiği çiçek.
Kasımpata hüzünü ifade ederdi. Ve annem masumluğa aşık olduğu gibi hüzüne de aşıktı. Hayatı hüzün dolu olduğu içindi belki de. Bilemezdim.
Mezar taşını elim ile okşarken, "Babam sonunda ikna oldu. Seni ve," dedim ve annemin mezarının yanında olan dedemin mezarına baktım. "Dedemi bırakmıyorum," diye tamamladım sözlerimi.
Bakışlarımı tekrardan anneme çektim. "Yanımda olup bu günlerimi görmeni o kadar çok isterdim ki. Ne desem anlatamam." Çok isterdim yanımda olmasını. Çok. "Ama kaderimiz de bu varmış demek ki."
"Sen şimdi babamı nasıl ikna ettiğimi merak ediyorsundur. Konu sen olunca babamda sular seller duruyor, be anne."
Çok imreniyordum annem ve babamın aşkına. Benim karşımı da babam gibi biri çıkar mıydı?
"Hâlâ sana deliler gibi aşık. Senin adının geçtiği yerde, gözleri doluyor. Senin yasın hâlâ onunla beraber ama çaktırmıyor bize. Senin istediğin gibi güçlü duruyor."
Sen istedin çünkü anne. Sen istedin.
"Gözün arkada kalmasın anne. Biz her zaman güçlü olacağız, ayakta duracağız. En önemlisi ise, pes etmeyeceğiz."
"Pes etmek zaten sana yakışmazdı," diye bir ses geldi arkamdan. Tanıdık olan bir ses.
Hemen arkama döndüm. Dönmem ile beraber ayağa kalkarken, "Cesur," diye fısıldadım. "Asker Cesur."
Gülümsedi bana. "Beni hatırlaman sevindirdi."
Şaşkın şaşkın kendisine bakarken kirpiklerimi bir kaç kez kırpıştırdım. "Senin ne işin var ki burada?"
Sert çehresindeki yaralar tam anlamıyla geçmiş değildi. İki kaşında da birer bant vardı. Dudağı patlak, sol gözü mosmordu. Sol kolu ise alçalıydı. Her şeye rağmen dimdik duruyordu.
Siyah saçları alnına dökülürken ona serseri bir hava vermiş. Üzerinde kollarını saran polo bir siyah t-shirt altında ise siyah kot pantolon vardı. T-shirtün üzerine de bir de sporcu bir ceket vardı. Kolundan dolayı üst üzerine rahat giyinmiş. Heybetli vücudu ve uzun boyu ile de dışarıda oldukça dikkat çekiyordu.
Kendisini hastaneden çıktıktan sonra hatırlamıştım. O gün asker bir şeyler söyleyince aklıma bir kaç kesit gelmişti. Hastaneden çıktıktan sonra ise bu askeri hatırlamıştım.
Gülümsemesini yüzünden silmez iken, "Beni gördüğüne sevinmedin galiba," dedi soruma es geçerek.
Kafamı sağa sola sallayarak, "Sevinmemek değil de seni beklemiyordum," dedim sesimde hâlâ şaşkınlık akarken. "Hem de burada."
Annemin mezarı bulunduğumuz yerdeydi. Hakkari Şemdinli. Kendisinin görev yerini merkez olarak hatırlıyordum. Bu yüzden hiç beklemiyordum kendisini burada.
"Burası derken," demişti ki sorgulayan gözler ile bana baktı. "Mezarlıktan mı bahsediyorsun?"
"Hayır," dedim anında şaşkınlıktan çıkarak. "Senin görev yerini merkez diye hatırlıyorum. Şemdinli'de ne işin var ki?"
"Hee," dedi uzatarak. "Sen buradan bahsediyorsun," dedi ve elindeki çiçek buketini gösterdi. "Babam dedenin mezarına çiçek götürmemi istedi. O yüzden buradayım."
"Dedem?" derken tekrardan şaşkına girmiştim. "Evet," dedi. Bakışları dedemin mezarına kaydı. Duygu dolu ve hüzün doluydu gözleri. "Babam takım arkadaşını çok özlemiş."
Sonra da bana çekti bakışlarını. "Hata mı yaptık?"
"Dedemin mezarını ve annemin mezarını boş bırakmayan siz miydiniz?"dedim onun dediklerine es geçerek ve dolu dolu.
Dedemin ve annemin mezarı asla boş değildi. Babam ve ben her gün süslerdik mezarını ama İstanbul'da iken biraz imkansızdı. Annem şehit olduktan sonra babam, mecburen İstanbul'a taşındı. Halamların evinde kalmıştık o zamanlar. Babam annemi kaybettikten sonra bizi de kaybetmenin korkusu ile Şırnak'tan İstanbul'a taşındık.
Biz büyüdük. Üniversiteye gider gitmez babam tayinini Hakkari'ye istemişti. Karsu Ankara'da okuyordu, bende İzmir'de okuyup bitirmiştim. Bu yüzden her türlü yollarımız ayrılmıştı. Karsu tıp okumaya devam ederken Ankara'da hastanede staj görüyordu. Buraya gelmek istemişti ama imkansızdı işte.
Bende okulumu bitirdikten 5 ay sonra atanabilmiştim. Mucize gibi bir şeydi çünkü öğretmen atamaları zor oluyordu.
Başı ile onayladı beni. "Şırnak'ta o kayıbı yaşadıktan bir süre sonra da babam zaten gazi oldu. Babam buraya sık sık gelmeye başladı. Ondan sonra aldığı karar ile buraya taşınmaya karar verdi." Kafasını kaşıdı. "Evet, Şırnak'tan Hakkari'ye taşınmak garip oldu ama babam taşındı ani karar ile. Ondan sonrası ise dedenin mezarına boş bırakmadı."
Dedem denilince akla yaşlı olması geliyordu ama dedemin annesi ve dedemin babası çok geç evlenmiş. Evlenmeleri de uzun sürmüş. Dedem bu yüzden dolayı yaşlılığını asla ama asla belli etmezdi. Babam ile yarışırdı hatta. Cesur'un babası ile aynı time düşmesi bu yüzden oluyordu. Dedem ise anneannem ile çok erken evlenmiş. Erken evlilik erken bebek demek. Bu yüzden de erkenden annemi kucağına almış.
Dolu gözlerim ile kendisine bakarken gülümsedim. "Teşekkür ederim," dedim. "Her şey için."
Dudaklarını birbirine bastırıp küçük bir gülümseme bahşetti. "Asıl ben özür dilerim. O gün seni fazla koruyamadım."
Gözlerim ile kendisini süzüp, "Kendi hâline baktın mı bir hiç?" diye sordum. Sırtımdaki dikişler daha alınmamıştı. Yarın aldıracaktım. Ama izi kalacaktı. Benimle beraber kalacaktı.
Tıp ki, omuzumda olan dövmemin altında olan ateş izi gibi.
"Ne varmış kızım benim hâlimde, " diye mırıldandı. "Taş gibi erkeğim."
Güldüm onun bu haline. Ego tavandı. "Taş gibisin ama yaralısın da. Kolun alçıdan çıkmamış hâlâ."
Benim dediğim ile yüzünü buluşturdu. "Biraz daha kalması gerekiyormuş. Bu yüzden görevlere de gidemiyorum."
"Anladım," diye mırıldandıktan sonra Cesur'un aklına gelmiş olacak ki anında çiçekleri havaya kaldırdı. "Ben bunları sahibine bıraksam iyi olacak," dedi. Başım ile onayladım sadece.
Arkamı dönüp baktığımda Cesur, elindeki çiçek buketini dedemin mezarına koymuştu. Doğrulduktan sonra bana bakıp gülümsedi. Ondan sonra ise yanıma geldi.
"Geçmiş olsun sana da. İyimisin? Hastanede iken yaralandığını söylediler. Gelmek istedim ama olmadı."
Gülümsedim sadece. Minnet gülümsemesi bahşettim. "Teşekkürler ederim ayrıca sana da geçmiş olsun. Ve ben iyiyim, düşünmen yeter."
Sıkıntılı bir şekilde derin nefes verdi. "Söz vermiştim..."
"Senin suçun değildi," dedim anında. "Sende yaralıydın. Ben vurulurken kendinde bile değildim. Sen zaten görevini yaptın. Orada korudun beni. Her şey için teşekkür ederim."
Yutkundu. "Peki," dedi. Konuşacak bir şey bulamadı. "Ben artık gideyim," dedi ve elini uzattı. Konuşacak şeyler bitmişti. "Malum, pek tanışamadık. Ben Cesur," dedi. "Cesur Alpay."
Bende elimi uzattım ve elini tutarak sıktım. "Güneş," dedim. "Güneş Devin."
"Tanıştığıma memnun oldum, Güneş."
"Bende memnun oldum, Cesur," dedim. Ellerimizi çektikten sonra telefonunu cebinden çıkardı. Ve bana uzattı. "Lütfen yanlış anlama. Babam seninle görüşmeyi çok istiyor."
"Peki," diyerek elindeki telefonu alıp numaramı yazdım. Dedem ile aynı timde olan asker ile görüşmeyi çok istiyorum. Kendimi kaydetmeden uzattım. "Al bakalım."
Telefonunu eline alıp bir şeylere tuşlamaya başladı. Büyük bir ihtimal ile beni kaydetti. Ondan sonra pantolon cebine telefonunu atarak bana döndü. "Görüşmek üzere o zaman."
"Görüşmek üzere."1
.
Tiktokta olan sahne, 8.bölümde geçiyor. Siz sormadan cevaplayım.
Senem?2
Okur Yorumları | Yorum Ekle |