
....
“Umut beslemek yok, beklenti yok, kalp kırıklığı da üzülmek de yok!” dedim ve kapıyı çaldım.
Kapının açılmasını beklerken yola çıktığımdan bu yana var olan gerginliğim daha çok artmıştı sanki. Ellerimin terlemesi bunun göstergesiydi. Kalbim, göğüs kafesimi parçalayıp dışarı çıkma isteği vardı galiba. Dışarıdan birisi görse çarpıntımın olduğunu düşünebilirdi. O derece hızlı ve güçlü atıyordu.
Tam evde kimsenin olmadığını düşünecekken adım sesleri duyuldu ve hemen ardından kapı açıldı. Hadi bakalım, başlıyoruz. Allah’ım sen yardım et. Amin.
Bir yandan koca kapıyı aralamaya bir yandan da üzerindeki mutfak önlüğüne ellerini kurulamaya çalışan genç bir kız açtı. Ortalama boylarda, hafif kızıl saçlarını topuz yapmış, minik yüzündeki kocaman gülümsemesiyle insanın içini ısıtıyordu. İncecik ve tatlı sesiyle, “Hoş geldiniz. Buyurun, kime bakmıştınız acaba?” dedi ve ellerini önünde birleştirdi.
Garibime giden şey, normalde insanlar beni hep tepeden tırnağa süzer, mesafelerini ayarlardı kendilerince. Ama bu kız kapıyı açar açmaz direk gözlerime odaklanmıştı. Ve hiç mesafeli değildi.
Kızı cevapsız bıraktığımı hatırladım ve boğazımı temizleyip cevap vermiştim. “Merhaba. Ben Aşkın Hanım ve Erol Bey ile görüşmek için gelmiştim. Acaba müsaitler mi?”
Genç kız biraz duraksadı. Neyi düşünüyordu acaba? Tam ağzını açmış cevap verecekken içeriden bir kadın seslendi. “Çiçeğim, Yuso Efendi mi gelmiş? Beklesin az alınacak vardı.”
Cümlesinin sonuna doğru ses yaklaşmış ve kadın görüş açıma girmişti. Üzgünüm tonton hanım teyzeciğim. Yuso Efendi değilim belki ama istediklerini alırım tabi.
Kapı eşiğine gelir gelmez alışkın olduğum süzme işine koyulmuştu. Yaşını almış ortalama kırk-kırk beş yaşlarında, kapıyı açan kıza göre kısa, balık etliden biraz daha kilolu kadının üzeri; una bulanmış kıyafetleri ve arka tarafa doğru kaymış yazmasıyla baya yorulmuş görünüyordu. Ama pofuduk poğaçaya benzeyen al al yanaklarıyla da çok tatlı, tonton biri gibi duruyordu.
Gözlerimiz birleştiğinde bana şok ile bakıyordu. Sanki beni tanıyormuş da gelmemi beklemiyormuş gibi, fındık gibi gözlerini açmış bana bakıyordu. O kadar dikkatli bakıyordu ki kadını ben mi tanımadım acaba diye düşünmeye başladım. Fakat kapıdaki iki kadını da ilk defa gördüğüme emindim. İsim ve sima hafızam mesleğimden ötürü oldukça gelişmişti. Daha önce tanışmış olsam veya bir yerde görmüş, mutlaka hatırlardım.
Genç kız yanında inme inmiş gibi bana bakan kadını dirseğiyle hafif dürtüp kendine gelmesini sağladı. Hala aynı ifadeyle “Bu-buyur kızım.” demişti yanındaki kızın bile zor duyacağı kısıklıkta ve kekeleyerek.
Anladığım şey ise ya benden korkmuş ya da söyleyeceklerimden. İyide neden? Onun aksine net bir şekilde cevap vermiştim. “Aşkın Hanım ve Erol Bey ile görüşebilir miyim?”
Kadını bayıltmadan şu evden ayrılsaydım iyiydi. Umarım Aşkın Hanım’da böyle olmaz. Tabii olmaz(!) Kadına yıllar yıllar önce ölen çocuğunun yaşama ihtimali bile param parça edecektir eminim.
Tonton hanım teyze silkelenip kendini toparlamaya çalıştı. Kapının önünden yan girişe çekilip yolu açtı. “Buyur kızım. Dışarıda kalma, gel içeriye.” dedi. Yanındaki kıza Aşkın Hanım ve Erol Bey’i çağırmasını söyledi. İçeri girerken kızda görüş açımızdan çıkmıştı.
İçeriye fazla ilerlemedim. Sonuç olarak habersiz gelmiştim ve evlerinin müsait olup olmadığını bilmiyordum. Bu yüzden kapı girişindeki antrede beklemeye başladım.
Bulunduğum yerden gördüğüm kadarıyla geniş ve ferah bir evdi. Beyaz ağırlıklıydı. Fazla dekor ve eşya yoktu, oldukça sadeydi. Benim evim gibi.
Ben etrafı incelerken bir adım arkamdaki kadın da bana bakıyordu. Hala! Ara sıra göz göze gelip, rahatsız olmasın diye çektiğim bakışlarımdan biliyordum. Ne bir şey söylüyordu ne de geri gidiyordu. Ellerini önünde yumruk yapmış, hafif açık ağzıyla bana bakıyor olması da artık beni de korkutmaya başlamıştı.
Arkamızdan gelen, operacıları kıskandıracak tizlikteki sesiyle “Kim bu? Sen kime sordun da içeri alıyorsun ne olduğu belirsiz insanları?” demişti bir kadın. Evin camları patlamadıysa oldukça kaliteli malmış. Taktir ettim doğrusu.
Bir dakika bir dakika!
Pardon! Ne olduğu belirsiz derken?
Güvenmemesi gayet normal ama bu şekilde, bu üslupla kendinden yaşça büyük bir kadına hesap sorma cesaretini ona kim veriyordu(?) Kimdi bu ses telleri yırtılacakmış gibi hesap soran kadın? Bu kadar sorun olacak ne vardı.
Arkamı döndüğüm de adeta burnundan boğa misali soluyarak yanımıza ulaşmıştı. Hafif kilolu, standart, kumral bir kızdı. Benden büyük durmuyordu. Ama giydikleri ve yapmaya çalıştığı makyaj -özellikle teninin iki ton açığından da sürdüğü fondöten- yaşını oldukça büyütmüştü. Lila renkli kısa sporcu atleti, giydiği leoparlı taytı ve garip makyajı ile emekli olmuş tatil köyüne gelip, sahilde yürüyüş yapan teyzelere benziyordu. Artık kullanmaktan örümcek bacağına benzemiş takma kirpikleri ve bolca sürüp tüm yanağına, krem misali dağıttığı kontörü de tuzu biberiydi. Yağın tüm çeşidinin işlediği saçlarından bahsetmek hiç istemiyorum.
Gerçekten biri şu kızı araba fırçasıyla bir güzel yıkayıp, önce kuaföre sonra da alışverişe götürsün. Gerçekten gözlerim yandı.
Ben durmuş, hanım ablayı incelerken tonton hanım teyze kedi gibi çıkan sesiyle “Özür dilerim. Ben şey için almıştım içeri..” diye daha cümlesini bitirmeden kız “Ney için?” diye tekrar cırladı. Hey Allah’ım. Bu ablamızın ses desibelinde sorun var galiba. Cırlamadan duramıyor ya kadın!
Tontonum başını yere eğip “Aşkın Hanım ve Erol Bey ile görüşecekmiş.” dedi. Ama ben senin böyle eğilip, bükülmene kıyamam ki tonton teyzem.
Kadına dönüp ‘Hanım hanım haddini bil’ demek vardı da işte konu ben olunca ve sorun çıkmasın diye tüm sinirimi içimde yaşadım ve sustum.
Kadın, tontonuma biraz daha yaklaşıp “Allah Alla! Öyle elini kolunu sallayarak gelen herkesi sen içeri mi alıyorsun? Yol geçen hanı mı burası?” demişti.
Şu iki dakika içinde; ne olduğu belirsiz insan oldum, elimi kolumu sallayıp gelen biri de oldum, hana gelende! Yavaş yavaş bana geliyorlardı artık. Bu hadsiz kadın fazla olmaya başlamıştı. Hem kendinden yaşça büyük birine olan tavrı hem de burada yokmuşum gibi benim hakkımda atıp tutması sinirlerimi zorlamaya yetiyordu. Sinirden; büyük ihtimal çattığım kaşlarımı, başıma vuran ağrıdan anlayabiliyordum.
Bana kapıyı açan kadın, ağzının içinde af dileyip, onu onaylamaya çalışırken iyice küçülmüş, boynunu eğmişti. Bu hadsiz için koskoca kadın boyun eğmişti. Sadece burada bir çalışan, geçimini yapmaya, ekmeğini kazanan, omuzlarda taşınması gereken kadın; şımarık, hadsiz birine boyun eğiyordu. Neden, sadece parası var diye mi(?)
Benim gözümde artık garip bir yaratığa dönüşmüş kadın, hizmetli kadına doğru birkaç adım daha atıp dibin de durdu. Elini kaldırıp, parmağını doğrulttu.
İşte o hareketten sonra bende her şey atom bombası etkisi ile patladı ve durdu. Şimdi tüm vücudum ile beynim de karıncalanıyordu. Bu da ilacımı içmediğim zamanlar da daha fazla yan etki gösteriyordu.
Hadsiz kadının kolunu kavrayıp, hizmetli kadından uzaklaştırdım ve önüne geçtim. Afallamış, şaşkın bir yüzle bana bakıyordu. Ya böyle bir tepki beklemiyordu ya da sinirlendiğimde nasıl olduğumu bilmediğim yüzüm onu şaşırtmıştı.
Tabii, o kadar şey saydığın kadının sinir hastası olması hatta ilacını da içmemiş olması tamamen senin şanssızlığın, suratından makyajı kusmuş kadın!
Kolunu savurur şekilde çekip “Sen ne yaptığını zannediyorsun ya, ne hakla sen bana böyle dokunursun?” diye cırladı yine. Artık etraf bulanıklaşmış sadece karşımda duran oksijen israfına bakıyordum.
Sakin ol! Sakin! Bir şey yok! Sakin!
“Kendinizden yaşça büyük biri ile bu şekilde konuşamazsınız.” dedim, büyük bir sakinlik ve sinirle. Tam “Nasıl istersem öy-..” diyecekken sözünü bölüp “Tanımadığınız biri hakkında da böyle konuşamazsınız.” dedim, üzerine giderek ve tüm kelimelerin üzerine basarak. Bu zamana kadar böyle kendini bir şey sanan çok insan gördüm ben. Hiçbiri de üç kuruş etmezlerdi.
Arka tarafımda salonda ve merdivende sürekli hareketlilik ve ses vardı. Ama algılarım o kadar kapanmıştı ki hiçbirini ne görmüştüm ne de duymuştum. Şu an sadece karşımdaki sinir bozucu kadın ve sinirim vardı benim için.
Çok geçmeden ondan da bir cevap gelmişti. “O bir hizmetçi parçası. Ne söyleyeceğimi sana soracak değilim. Sen de benim-” Cümlesini yine bitirememişti ki benim devrelerim yine yandı.
Hizmetçi! Parçası!
Sakin ol! Sakin olman gerekiyor! Asla ağzını yüzünü kırmak istemiyorsun! Sakin ol!
Kısık çıkmasını umup “O çalışan bir kadın! Kendi emeğiyle işini yapmaya çalışıyor. Hiçbir çalışana bu şekilde hakaret edemezsin. Buna asla izin vermem.” demiştim. Ama sonlarına doğru sesim yükselmişti. Ayrıca mesafeli konuşmayı da bırakıp sen demiştim.
Cümlelerimi toparlayamadığım gibi ellerimin hatta çenemin sinirden titrediğini hissediyordum. Dişlerimi ve ellerimi yumruk yapıp sıktım, geçmesini umut ederek.
Benim ilacımı içmem gerekiyordu. Benim hemen ilacımı içmem gerekiyordu. İlacımı içmem lazımdı. İLACIM, İÇMELİYİM, İLAÇ! HEMEN!
Sakin, sakin ol! Sakin ol, ilacını içince sakinleşeceksin.
Üzerime doğru gelip “Sen kimsin ki, sen benim kim olduğumu biliyor musun ki de gelip konuşuyorsun. Seni sürüm sürüm süründürürüm.” demiş ve işaret parmağını sallamıştı.
BANA!
Sakin kalmaya çalışan, ilacını içmemiş sinir hastası birine. Bana demişti.
Buğulanmış etraf karamaya başlamıştı, titremelerim tüm bedenimi sarmıştı artık. Artık kendi kontrolümü sağlayamıyordum. Eğer burada daha fazla kalırsam tahmin edemeyeceğim kadar kötü şeyler olacaktı. Ama engel olamıyordum kendime.
“İstersen milletvekili ol, ister başbakan ol! Ne benimle ne de bu kadınla böyle hadsizce konuşamazsın. Kim kimi süründürecek görelim.” Sesim benden bağımsız bir şekilde yüksek çıkmıştı bu sefer.
Ellerimi kaldırıp baktığımda daha şiddetli titremeye başladıklarını gördüm. Benim bu evden çıkmam gerekiyordu. Hem de hemen. Artık nefes alamıyordum. Başım yeterince dönüyordu. Artık gitmeliyim. İlacı içmeliyim. İLACI İÇMEM GEREKİYOR! Dışarı çıkmam gerek. Hava almam lazım.
Etrafımızı saran insanlara göz gezdirip Aşkın Hanım ve Erol Bey’i aradım. Göz göze geldiğimiz de Aşkın Hanım, Erol Bey’e sarılmış hayretle bakıyordu. Erol Bey ise çatık kaşlarıyla olayı anlamaya çalışıyordu galiba.
Onlara dönüp daha fazla yaklaşıp korkutmadan “Erol Bey-Aşkın Hanım, rahatsızlık verdiğim için özür dilerim. Kişisel bir meseleyi konuşmak için gelmiştim. Fakat başka bir zaman, başka bir yerde konuşmak daha uygun olur sanırsam. Tabi sizde isterseniz. Tekrar rahatsızlık verdiğim için özür dilerim.” demiştim tek bir seferde. Arkamı döndüğümde hizmetli kadını ve kızı görmemle “Dava açmak isterseniz beni şahit tutabilirsiniz. Adaletli olan neyse sağlayacağımdan şüpheniz olmasın lütfen.” dedim.
Arkama bile bakmadan iyi akşamlar dileyip koşarak kapıdan çıktım. Arkamda bıraktığım kalabalığın seslenmelerini duyamayacak veya algılayamayacak kadar şiddetli bir atak geçiriyordum. Bir yandan çantamı karıştırıp sinir hastalığım için olan ilacı arıyordum, bir yandan da düşmemek için yola bakıyordum. O kadar çok titriyordum ki araba kullanabileceğimi düşünmüyordum.
Bu Allah’ın cezası ilaç nerde?
Sakin ol! Sakin ol! Sakin ol!
En sonunda bulduğum ilacın içinden birkaç tane kapsül çıkartmıştım. Normal zamanda yetmeyen tek doz şu an için hiç etkisi olmazdı. İlaçları içip güvenlik kulübesindeki adama taksi çağırması için ricada bulundum. Araç gelene kadar telefonumdan Alya’nın adresini yazmaya odaklandım. O kadar çok titriyordu ki elim ekranı bile zor görüyordum.
Alya’nın atak zamanı aklıma derin nefesler al dediği geldiğinde uygulamaya başladım. Bir o yana bir bu tarafa adımlarken, başımı gökyüzüne kaldırmış nefes egzersizleri yapmaya çalışıyordum.
En sonunda gelen taksiye binmiş, adresi göstermiştim. Eve gitmem iyi olmazdı. Aklıma geldikçe daha çok atak geçirir ve kendimi kaybederdim. Asla kendimi sakinleştiremiyordum. Bu yüzden uzmanına gidiyordum. Uzun bir süredir psikolojik destek alıyordum, bunun gibi durumlarda da kapısını çalıyordum. İş etiğine aykırı biliyorum ama ataklar nöbet geçirmeme sebep oluyordu ve bununla birlikte diğer hastalıklarım da gün yüzüne çıkıyordu. Bir ayda zor toparlıyordum.
Başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapadım ve içimden bin kere ‘sakin ol’ demeye ve olmaya çalıştım.
Devam edecektir...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.05k Okunma |
91 Oy |
0 Takip |
17 Bölümlü Kitap |