


"Beni buldun, Ama kaybettin" in şarkısına YouTube' den ulaşa bilirsiniz.
İYİ OKUMALAR ✨
Sabahları hiç değişmezdi. Her gün aynı saatte uyanır, gözlerimi açtığımda o gri ışık odanın her köşesine yayılırdı. Havanın bulutlu olduğu günlerde, dünya sanki daha yavaş döner gibi hissederdim. Her şeyin aynı kaldığı, hiç değişmeyen bir döngü.
Gözlerimi kapatıp, bir an için belki de her şeyin farklı olabileceğini hayal ederdim. Ama sonra, gözlerimi tekrar açar, aynı odaya, aynı şehre, aynı okula uyanırdım. Her şeyin yerli yerinde olduğunu bildiğimde, içimde bir boşluk hissi uyanırdı. Hani bir şey eksiktir ya, tam da öyle bir his. Bir eksiklik. Ama ne olduğunu asla bilemezsin.
Üniversiteye ilk geldiğimde, her şey çok farklıydı. Bambaşka bir dünyaya adım atmış gibi hissetmiştim. Her şey taze, her şey yeni, her şey umut doluydu. O zamanlar heyecanlanmıştım. Her yeni insan, yeni bir macera gibiydi. Ama zaman geçtikçe, her şeyin aslında o kadar da yeni olmadığını fark ettim. Aynı sınıflar, aynı kantin, aynı kalabalıklar… Ama yine de bir eksiklik vardı. Kimseye anlatamadığım, dışarıdan bakıldığında kimse fark etmeyecek olan bir eksiklik.
Alina, en yakın arkadaşım. Birlikte üniversiteye başladık. O, her zaman her şeye kolayca uyum sağladı. Sosyal, enerjik, her zaman kalabalığın ortasında. Beni de kendine çekti, bir şekilde her anı birlikte geçirdik. Ama bazen, o kadar yakın olmamıza rağmen, sanki bir adım geride kalıyormuşum gibi hissediyordum. Alina her zaman insanlarla kolayca kaynaşıyor, ilişkiler kuruyor. O, her zaman parlayan yıldız gibi. Ben ise, her zaman biraz daha geri planda, gözlerden uzak. Bu belki de Alina’nın bana sunduğu güvenli liman ama bazen… bazen kendimi kaybolmuş hissediyorum.
Telefonumun sesi duyuldu. Alina’dan bir mesaj geldi. Hemen ekranı çevirdim.
“Bugün ders sonrası kantine iniyorum, geliyorsun değil mi?”
Cevap vermek için hemen parmaklarım ekrana kaydı. "Tabii, gelirim," diye yazıp gönderdim. Alina, neşesiyle tanıdığım tek insan. Her zaman kalabalıkların içinde, her zaman etrafındaki herkesi kendine çeken birisi. Onun yanında olmak, biraz olsun kendi dünyamdan çıkmak gibiydi. Onun enerjisi, bana biraz da olsa hayatı hatırlatıyordu. Birazdan buluşacağımızı düşünerek, yataktan kalkıp hazırlanmaya başladım. Saçlarımı toplarken, gözlerim penceremden dışarıya kaydı. Kampüsün arka tarafında, gri bulutlar arasından güneş ışığı sızmaya çalışıyordu. Soğuk havada, her şey sessizdi. İnsanlar, kampüsün diğer tarafında telaşla bir yerlere yetişmeye çalışıyordu. Ama ben, her zamanki gibi, biraz geride kaldım. Toparlayıp çantamı alıp çıkmadan önce bir kez daha düşündüm. Bugün de sıradan bir gündü. Ya da belki de değil. Kim bilir?
Ders bittiğinde, sınıfın kapısını açıp dışarıya adım attım. Kafamda yine bin bir düşünce vardı, ama bugün içimde farklı bir his vardı. Sanki her şey biraz daha yavaş ilerliyordu, belki de o sabahın gri ışığına alışmamıştım hâlâ. Adımlarımı hızlandırıp kantine doğru ilerlerken, aklımda tek bir şey vardı: Alina’yla buluşacağım. O, her zaman enerjik, her zaman sosyal, her zaman etrafındaki herkesi kendine çeken biriydi. Benim gibi değil, hep hareketliydi, hep neşeliydi. Onun yanında olmak, bir an da olsa kendi kabuğumdan çıkmak gibiydi. O yüzden ona yetişmek için adımlarımı biraz daha hızlandırdım.
Kantine adım attığımda, alışkın olduğum kalabalık ve gürültü karşıma çıktı. Öğrenciler her köşede birbirleriyle konuşuyor, gülüyor ve etrafı birbirine katıyordu. Kafede her zaman olduğu gibi bir koşturmacaydı. Alina’nın her zamanki yerini kolayca buldum. O, en kalabalık masayı seçmişti, etrafında dört bir yandan insanlarla sohbet ediyordu. Ama hemen fark etti beni, gözleri parladı.
“Ders nasıl geçti?” diye sordu Alina, hemen sohbeti başlatırken. O kadar hızlı konuşuyordu ki, ona cevap verirken kafamı toparlamak zor oldu.
“Yine her zamanki gibi sıkıcıydı,” dedim, gülerek. “Ama burası iyi geldi.”
Alina, gülümsedi ve başını sallayarak hemen konuyu değiştirdi. “Ceren’le de buluşacağım. Hadi, bir süre ona katılalım, belki biraz kafamız dağılır.”
Ceren’i biliyordum, Alina’nın en yakın arkadaşıydı. Yalnızca Alina’yla tanışmıştım, ama Ceren’i görmüşlüğüm vardı. Biraz sohbet ettikten sonra, hemen yöneldik. Ceren, kantinin köşesinde yalnız oturuyordu. Yanında ise daha önce hiç görmediğim üç erkek vardı. Bir an tereddüt ettim ama Alina hemen ilerledi ve ben de onun peşinden gittim..
"Merhaba, nasılsınız?” dedi Ceren, bizim yanımıza yaklaşırken. Gözlerinde alışkın olduğum o neşeli ifade vardı.
Alina, hemen gülümseyerek, “Merhaba Ceren, iyiyiz. Sen?” dedi.
Ceren başını sallayarak, “Teşekür ederim. Hadi ayakta durmayın oturun. Gelin, sizi benimkilerle tanıştırayım,” dedi. Gülümseyerek elini masadaki arkadaşlarına doğru yöneltti.
Kafeteryanın uğultusu arasında Ceren bizi kalabalık bir masaya doğru götürdü. Alina, Ceren’in enerjisine kolayca uyum sağlarken ben biraz geride kaldım. Bir süre onları izledim; masadakiler yüksek sesle konuşuyor, kahkahalar atıyor, sanki dünya onların etrafında dönüyormuş gibi bir rahatlıkla davranıyorlardı.
Ceren masaya yaklaşırken, “Hey millet! Yeni yüzler getirdim!” diye seslendi. Masadaki üç kişi bir anda ona döndü. İlk dikkatimi çeken Poyraz oldu. Dağınık kestane rengi saçları, hafif yanık teni ve umursamaz bir gülümsemeyle oturuyordu. Telefonuyla oynarken bile çevresine yayılan rahatlık, onun hiçbir şey için acele etmediğini belli ediyordu.
Yanında oturan Selçuk ise tam tersiydi. Tertemiz giyinmiş, siyah gözlükleriyle ciddi bir hava yaratıyordu. Elindeki kitabı masaya koyup kaşlarını kaldırarak Ceren’e baktı. “Bu ne enerjik giriş?” diye mırıldandı, hafif bir alayla.
Ve Toprak... Masanın diğer ucunda oturuyordu. Gözleri buz gibi mavi, yüz hatları sert ama bir o kadar da doğal bir çekiciliğe sahipti. Kolunu sandalyenin arkasına atmış, oturuşunda bile bir özgüven vardı. Ceren’in seslenişine göz ucuyla bakıp tekrar önündeki kahveye döndü.
Ceren masanın kenarına eğilip, “Beyler, tanışın bakalım. Bu Ayra,” dedi beni işaret ederek, “ve bu da Alina.”
Poyraz hemen başını kaldırıp, “Demek Ayra ve Alina. Hoş geldiniz. Umarım Ceren sizi fazla yormamıştır,” dedi, gülümseyerek.
Alina hemen atıldı. “Yorulduk diyemem ama enerji dolu biri olduğu kesin.”
Selçuk, gözlüğünü düzeltip, “Ceren’in enerjisine alışmanız biraz zaman alabilir. Biz yıllardır baş etmeye çalışıyoruz,” dedi.
Ceren, kaşlarını çatıp Selçuk’a vuracak gibi yaptı. “Sen sus, zekanla insanları korkutmaya devam et.”
Bu sırada Toprak, sonunda başını kaldırdı ve gözlerini önce bana, sonra Alina’ya çevirdi. Hafifçe başını salladı. “Merhaba,” dedi, sesinde bir umursamazlık vardı ama bu rahatsız edici değildi.
“Merhaba,” diye yanıtladım kısaca.
Ceren, masadakilere dönüp, “Bari kendinizi tanıtın. Her şeyi ben mi yapacağım?” dedi.
Poyraz, kahvesinden bir yudum alıp, “Ben Poyraz. Kafama göre takılırım. Hayat çok ciddiye alınacak bir şey değil,” dedi, ardından Selçuk’a dönerek ekledi: “Tabii bu ciddi arkadaşın aksine.”
Selçuk gözlerini devirdi. “Ben Selçuk. Beni tanımak için Ceren’in gereksiz açıklamalarına ihtiyacınız yok.”
Toprak, bu sırada kahvesini bitirip fincanı masaya bıraktı. “Ben Toprak. Diğerleri kadar ilginç değilim ama burada olmamın bir sebebi var sanırım.”
Ceren, onun bu sözlerine gülerek, “Sebep mi? Toprak, burada olma sebebin muhtemelen masayı doldurmak,” dedi.
Toprak, alaycı bir şekilde gülümsedi ama hiçbir şey söylemedi.
Alina, gerginliği hafifletmek için, “Siz bayağı uzun zamandır tanışıyor gibisiniz. Hep böyle mi eğleniyorsunuz?” diye sordu.
Poyraz omuz silkti. “Bizim eğlenmemiz mi? Daha başlamadık bile.”
Ceren masaya doğru eğilip, “Hadi artık oturun da bir şeyler ısmarlayalım. Bugün burası çok eğlenceli olacak, hissediyorum,” dedi.
Alina hemen bir sandalye çekip oturdu. Ben biraz tereddütle hareket ederken, Toprak yerinden kalkıp masadaki sandalyelerden birini bana doğru itti. Göz ucuyla bakarak, “Otur artık. Yoksa saatlerce ayakta mı duracaksın?” dedi.
Kısa bir an bakıştık. Gözlerinde ne alay ne de ilgi vardı. Sadece düz bir ifade. Ama yine de bu, onu daha ilginç kılıyordu. Sessizce oturdum ve masadaki sohbete katılmaya çalıştım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |