

İyi okumalar 🎶✨
Sabahları hep aynı şey... Gözlerimi açar açmaz, beynimdeki düşünceler bir araya gelip, sanki sabahın erken saatlerinde bir şeyleri çözmek zorundaymışım gibi beni sarar. Oysa ki sabahları, sadece uyanıp, bir nefes almak yeterli olmalıydı. Ama ne yazık ki değil. Annem ve babam başka bir şehirdeydi, ben ise burada, tek başıma... Yalnız kalmanın acısını hissetmiyorum, ama zaman zaman yalnız olmanın da getirdiği bir boşluk var. Yine de bu boşluğu doldurmak için yapabileceğim çok şey var. Örneğin, bugünü geçirmek... Yavaşça yataktan kalkıp, kahvemi içmek, kafeye gitmek, bir süre insanları izlemek... Her şeyin yerli yerinde olduğu, her şeyin düzgün ilerlediği bir dünyada olmak.
Üniversiteye gitmek de zor. Zor, çünkü bazen, bazen kimseyi tanımak istemiyorsun. Ama bir şekilde her gün yüzleşiyorsun insanlarla. Hedefim sadece derse odaklanmak, dersin dışında başka şeylere karışmamak. Ne kadar zor olursa olsun, insanlara uzak kalmayı öğreniyorsun.
Kafeye vardığımda, gözlerimi bir an kapatıp derin bir nefes aldım. Huzur verici bir ortam. Müşteriler sabahın erken saatlerinde daha sessiz. Bu da demek oluyor ki, bugün daha az insanla karşılaşacağım. Bu da bir rahatlık. O yüzden her şey çok sessiz, bir o kadar da düzenliydi. Masaları yerleştiriyorum, sandalyeleri hizalıyorum, makineleri çalıştırıyorum. Her şeyin kendi yerinde olması bana huzur veriyor. Biraz da unutmak... Kafede tek başıma olmak, etrafımdaki karmaşadan bir süreliğine de olsa uzaklaşmak.
Kafede her şey normal gibi görünüyor, ama ben bu kadar yoğun olmayı pek sevmiyorum. Siparişler, kahveler, tatlılar derken kafede işler bir hayli yoğun. Çalışmaya başladığımdan beri bir an olsun durmadım. Müşteriler ardı ardına sipariş veriyor, ben de her birini sırayla hazırlayıp, masalara bırakıyorum. Ama bir yandan da kafede sessiz bir atmosfer var. Müzik, insan sesleri ve kahve makinelerinin sesi arasında kayboluyorum.
Sabahın yoğun saatleri… Kafede insanların sesleri bir uğultu gibi kulaklarımı dolduruyor. Kahve makinelerinin çıkardığı sesler, sabah koşuşturmacasında aceleyle verilen siparişler, çalan müzik... Bu karmaşa arasında ben, işimi yapmaya odaklanıyorum. Bir yandan gelen siparişleri hızlıca hazırlıyor, bir yandan da yüzümde kibar bir gülümsemeyle herkese "iyi günler" diliyorum.
Tam karşımdaki müşteriye latte uzatırken, sıradaki kişinin siparişini almak için kafamı çevirdim. Sesini duymadan önce, önümde duran kişiye dikkat bile etmemiştim.
“Bana bir latte, lütfen,” dedi tok ve hafif alaycı bir tonla.
Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda, dün Ceren’in bizi tanıştırdığı Toprak’la karşılaştım. Beyaz tişörtü ve gözündeki siyah güneş gözlüğüyle o kadar rahattı ki, sanki kafeye değil de bir moda çekimine gelmiş gibiydi. Hafif dağınık saçları ve umursamaz duruşu… Bir de yüzündeki o sinsi gülümseme.
“Tabii,” dedim kısa ve mesafeli bir şekilde. Hemen makinaya yöneldim, onunla göz teması kurmaktan kaçınarak.
Ama o durmadı. “Yani, dün Ceren’in arkadaşları bu kadar çalışkan mıydı, hatırlamıyorum,” diye mırıldandı, ama ses tonu herkesin duyabileceği kadar yüksekti.
Bir an için derin bir nefes alıp sakin kalmaya çalıştım. “Evet, bazı insanlar sabahları sadece latte içmekle yetinmez, çalışmayı da tercih eder,” dedim, makinenin başında ona dönmeden.
Toprak hafifçe güldü. “Haklısın. Ama yine de senin gibi birini burada görmek şaşırtıcı. Bilmiyorum, pek... uygun gibi değil.”
Bu sefer duraksadım. Kafamı kaldırıp ona baktım, gözlerimi kısarak. “Yani? Daha uygun ne olurdu? Şato mu?”
Gözlüklerinin ardından bir an için kaşlarını kaldırdı. “Belki... prenseslik? Bilemiyorum. Sadece bir düşünce.”
Bu kez alttan almadım. “İyi ki kahve konusunda bu kadar bilgilisin. Yoksa bu kadar derin bir analiz yapamazdın.”
Latte’yi hazırlayıp tezgaha koydum. “Buyurun, prens,” dedim, gülümsememi takınıp ona doğru uzatarak.
Ama Toprak kahveyi eline alır almaz yüzünü buruşturdu. “Bu mu? Biraz sönük duruyor, ne dersin?”.
Derin bir nefes aldım. “Eğer sönük bir şey istemiyorsanız, kahveye çiçek mi eklemeliyim?” dedim, biraz alaycı bir şekilde.
Toprak kahveyi tekrar tezgaha koydu, yüzündeki o arsız ifadeyle. “Belki de yeniden denemelisin. İlk izlenim önemli sonuçta.”
Ona karşı gülümsememi kaybetmeden kahveyi tekrar aldım. “Tabii, müşteri memnuniyeti önemli,” dedim ve ikinci kez hazırlamaya başladım.
Arkamı döndüğümde onun bir süre beni izlediğini fark ettim. Sinirlerimi kontrol altında tutmaya çalışarak kahveyi hazırladım ve tekrar tezgaha koydum. “Umarım bu, sizin gibi seçici birinin standartlarını karşılar,” dedim.
Toprak bu sefer kahveyi aldı, yudumladı ve gülümsedi. “Daha iyi. Ama belki de bu standartlara ulaşmak için biraz daha uğraşman gerekebilir.”
Kollarımı bağlayarak ona baktım. “Belki de standartlarınızı düşürmeyi deneyebilirsiniz. Bu hayatınızı kolaylaştırabilir.”
Toprak kahvesini alıp geri çekilirken, arkasını dönmeden önce bir kez daha bana baktı. “Eğlencelisin. Bakalım başka ne kadar dayanacaksın?”
“Dayanmak mı? Kahve içmekten yorulan biri için iddialı bir kelime,” diye cevap verdim.
O gülümseyerek arkasını döndü ve masasına yöneldi. Ben ise derin bir nefes alıp kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Kafede çalışan biri olarak profesyonel kalmam gerekiyordu. Ama o arsız gülüşü, umursamaz tavırları... Beni sinirlendirdiği kadar garip bir şekilde eğlendiriyordu da.
O, kahvesini tekrar eline alıp yudumladı ve bu sefer yüzünü iyice buruşturdu. Tezgahın üzerine eğilerek, abartılı bir şekilde başını iki yana salladı.
"Yok, olmamış," dedi, kahveyi tekrar tezgaha koyarak. "Bu, hayatımda içtiğim en kötü kahve olabilir."
Derin bir nefes aldım, içimden ona "başka bir kafeye git" demek geçiyordu ama müşteri gözüyle baktığım için sakinliğimi korumak zorundaydım. Gözlerimi kısarak ona baktım. "O zaman başka bir tane yapayım, olur mu?" dedim, sahte bir gülümsemeyle.
"Ah, ne kadar naziksiniz," dedi, alaycı bir şekilde. "Belki bu sefer kahveye biraz yetenek eklersiniz?"
O an sinirlerim tamamen boşaldı. "Patronuma ne isterseniz iletebilirsiniz," dedim, sert bir şekilde. "Hatta isterseniz bir dilekçe yazın, kafenin menüsüne 'sevgiyle yapılmış kahve' eklemelerini isteyin. Ama beni rahatsız etmeyi bırakın!"
Toprak kahkaha attı. "Ne kadar tatlı sinirleniyorsun, farkında mısın?"
Ona kaşlarımı çatarak baktım. "Bu işte tatlılık değil, sabır gerekiyor. Ama sabrım da bir yere kadar."
"Tamam, tamam," dedi, ellerini havaya kaldırarak. "Sana daha fazla işkence etmeyeceğim. Şimdilik."
Toprak arkasını dönüp giderken hala gülüyordu. Ben ise derin bir nefes alıp kendimi toparlamaya çalışıyordum. Ama içimden geçen tek şey şuydu: "Bu adam kesinlikle başıma bela olacak."
Toprak'ın gidişinden sonra derin bir nefes alıp tezgâhı toparlamaya koyuldum. Kalbim hala sinirden hızlı atıyordu ama bunu bastırmaya çalıştım. Gözlerimi saatime kaydırdım. Daha mesainin bitmesine iki saat vardı ve bir şekilde bu günü atlatmam gerekiyordu.
Bir sonraki müşteri sırasını beklerken kendimi sakinleştirmek için mutfağa doğru birkaç adım attım. Alina’nın sesi içeriden geldi. “Ayra, n’oldu sana? Yüzün kıpkırmızı olmuş!”
Omuzlarımı silktim. “Hiç. Bir müşteriyle ufak bir sürtüşme yaşadım.”
Alina gülerek yanıma geldi. “O müşteri kimse, kesinlikle sabrını zorlamış olmalı. Çünkü seni bu kadar sinirli görmek nadir bir olay.”
“Adı Toprak,” dedim, derin bir nefes alarak. “Ceren’in arkadaşı. Kahvesini beğenmediğini söyleyip durdu. Sonunda patladım tabii.”
Alina kahkaha attı. “Bu adamlar her yerde aynı. Sana asılmaya çalışıyordur, görmüyor musun?”
“Hiç sanmıyorum,” dedim, alnımı ovarken. “Daha çok eğlenmek için beni sinir ediyor gibiydi.”
Tam o sırada kapı çaldı ve başka bir müşteri içeri girdi. Kendimi toparlayıp yeniden tezgâha geçtim. Gelen, orta yaşlı, güler yüzlü bir kadındı. “Merhaba,” dedim, gülümseyerek. “Ne alırdınız?”
Kadın siparişini verirken tekrar normal ritmime dönmeye başlamıştım. Müşteriler sırayla geliyor, kahvelerini alıp gidiyordu. Her şey yoluna girmiş gibiydi.
Ama tam bu düşünce aklımdan geçerken, kafenin kapısı hızla açıldı. İçeri giren Toprak’tı. Gözlerim istemsizce ona takıldı. Elinde telefon, diğer eli cebindeydi ve yüzünde yine o sinir bozucu gülümseme vardı. Bu adamın neden geri geldiğini merak ederken, doğruca tezgâha yöneldi.
“Tekrar geldim,” dedi, sanki çok normal bir şeymiş gibi. “Bir kahve daha alabilir miyim? Ama bu sefer… biraz daha sevgiyle.”
“Seninle uğraşamayacağım,” dedim, iç çekerek. Ama elimi bardağa uzatırken onun yüzündeki o sinsi ifadeyi gördüm.
“Bakıyorum, bugün daha az sabırlısın,” dedi. “Yoksa sana zor bir gün mü geçirttim?”
“Seninle alakası yok,” dedim, sahte bir gülümsemeyle. “Ama istersen bu kahveyi kendin yapmayı deneyebilirsin. Belki daha iyi olur.”
"İlginç teklif,” dedi, kollarını göğsünde birleştirerek. “Ama senin kadar yetenekli olmadığımı düşünüyorum.”
“Eminim denersen başarılı olursun,” dedim, alaycı bir tonla. Kahveyi hazırlayıp önüne koydum. “Buyur. Umarım bu sefer beğenirsin.”
Bir yudum aldı ve başını iki yana salladı. “Bu gerçekten fena değil.”
“Teşekkür ederim,” dedim, içimden bir zafer çığlığı atarak.
Ama tam arkamı dönüyordum ki, Toprak’ın sesi tekrar duyuldu. “Ama hâlâ sevgi eksik.”
O an dönüp gözlerimi devirdim. “Belki bir dahaki sefere sevgiyi de eklerim,” dedim, sabrımı zorlayan bir gülümsemeyle.
“Beklemedeyim,” dedi ve kahvesini alıp bir masaya geçti.
Mesaimin sonlarına doğru kafe sakinleşmişti. Gözlerim istemsizce Toprak’ın oturduğu masaya kaydı. Onu hâlâ telefonuyla oynarken buldum. Göz göze geldiğimizde, göz kırptı. Sinirle kafamı çevirdim ama içimde küçük bir kıvılcımın çaktığını hissettim.
Kendi kendime mırıldandım: “Bu adam kesinlikle başıma bela olacak…”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |