

Korkunç bir baş ağrısıyla uyandığımda hava çoktan aydınlanmış hatta neredeyse tekrar kararmak üzereydi. Kaç saat uyuduğumu tahmin bile edemiyordum.
Odadan çıkıp salona gittim. Ortalık darmadumandı. Salondaki koltukta Aysu ve Doruk üst üste uyuyakalmıştı. Onların üstünü örtüp evde Hazar’ı aramaya koyuldum fakat hiçbir odada bulamadım.
Telefonumu alıp birkaç kere sonuna kadar çaldırdım telefonunu. Açmadı. İyi olup olmadığını sorduğum mesajlar atıp cevap gelmesi için beklemeye koyuldum. Alkollü haliyle dışarı çıkıp da başına bir şey getirmemiş olmasını umdum.
Mutfağa gidip soğuk bir su almak için buzdolabını açmıştım ki rafta durup bana bakan koca bir tencereyle karşılaştım. Nazan teyzenin sarmaları. Kalkıp kendi evine gitmiş, sarmaları alıp dolaba koymuş ve tekrar çıkmıştı belli ki.
Tencereyi önüme alıp içindeki muhteşem sarmalardan yerken dün geceyi hatırlamaya çalışıyordum. Kesik kesik görüntüler geliyordu sadece gözümün önüne.
Hep birlikte oyun oynuyorduk, Hazar ve ben çok şansız ilerliyorduk, sürekli ceza alıyorduk, patlayan şimşekler ve baş ağrılarım vardı. Neler olmuştu? Net hatırlayamıyordum. Tuvalete gidip kusmamın ardından Aysu’nun beni koltuğa yatırdığını biliyordum. Gece tekrar uyanıp Aysu ve Doruk’la birlikte bir şeyler atıştırmıştım ve sonra her şey bitiyordu. Başka hiçbir şey hatırlamıyordum. Yatağıma nasıl geldiğim hakkında bile bir fikrim yoktu.
“Onlar annemin gönderdiği sarmalar mı?”
Aysu hemen yanıma bir sandalye çekip sarmaları ağzına tıkıştırmaya başlamıştı. Ona dün gece neler olduğunu sormak istiyordum ama daha çok merak ettiğim bir konu vardı. “Hazar nerde?” Aysu yüzüme bile bakmadan yemeğini yemeye devam ederek bilmediğini belli eder bir şekilde omuz silkti. Tavrı normalden farklı geldi. Bana bozulmuş gibiydi. “Aradım ama açmadı, mesajlarıma da cevap vermedi.” Diyerek üsteledim.
“Boş ver eve gitmiş bir tur da orda uyuyordur.” Dedi biraz sinirlenmiş gibi. Kuzenini niye hiç merak etmiyordu bu kız? Dün gece benim hatırlamadığım bir şey mi olmuştu? Araları mı bozulmuştu? Ya da ben mi ters bir şey yapmıştım?
“Dün geceyi hiç hatırlamıyorum. Kötü bir şey mi oldu? Bozuk gibisin.”
“Gerçekten mi?” dedi yemeği kesip bana bakarak. Sonunda ilgisini çekebilmiştim. Kafamı evet anlamında sallayınca biraz daha şaşkın göründü. Sonra yüzü az da olsa yumuşadı.
“Bir şey olmadı. Siz Hazar’la sızıp kaldınız o kadar. Sabaha karşı Doruk Hazar’ı soğuk duşa sokmuş sonra kurutup yatırmış. Biz uyanmadan ayılıp gitmiştir.”
Doruk’un onunla ilgilendiğini duyunca içim biraz rahatlamıştı. Tam ağzımı açıp bir şey daha soracaktım ki Doruk elinde Aysu’nun telefonuyla mutfağa daldı.
“Tuna Bey arıyor!” gür sesiyle mutfağı inletirken yüzünde koca bir gülümseme vardı.
“Ay! Neden acaba? Çabuk, çabuk ver!”
Aysu hemen telefonu kapıp konuşmasını yapmak için salona doğru koştu. Tuna Bey ile alakalı tek bildiğim şey Aysu’nun yarı zamanlı olarak yeni başladığı şirkette yönetici gibi bir şey olduğuydu.
Bu sefer yanımdaki sandalyeye Doruk oturup tıkınmaya başladı. Bu gidişle koca tencere bir gün bile dayanmayacaktı.
“Sabah Hazar iyiydi değil mi? Onunla sen ilgilenmişsin. Mesajlarıma cevap vermiyor da.” Dedim onun üçer beşer ağzına attığı sarmaları içim giderek sayarken. Beş saniye içinde sekiz tane yutmuştu bile. Potansiyel damadına sarmalarından yedirmemek için küçük çaplı bir kavga çıkarsam Nazan teyze hakkımda ne düşünürdü diye merak ettim.
“Çok iyiydi. Sen uyanınca yemek istersin diye eve gidip bunu getirdi sonra çıktı. Biriyle buluşacakmış.”
Gülümsemeden edemedim. Eğer utanmasaydım tatlı bir kız gibi kıkırdardım bile. Hazar beni çok iyi tanıyordu. Ben de onu çok iyi tanıyordum. Tek fark o beni mutlu etmek için her şeyi yapıyordu. Ben aynı çabayı gösteriyor muydum?
Dün gece yaptığı kahramanlığı düşündüm, sabah gidip sarmayı alıp getirmesini ve hep bana iyi, çok iyi olmasını düşündüm. O da bana karşı bir şey hissediyor olabilir miydi?
Kendi düşüncelerimden yaşadığım şokla sarmaları boğazıma kaçırdım. O da bir şey hissediyor mu diye düşünüyordum. Sanki ben hissediyormuşum gibi.
Öksürüklerim iyice arttı. Doruk fırsat bulmuşken vurması gerekenden çok daha sert bir biçimde sırtıma vurunca, bir an boğulacağımı sandım.
Kendime gelip yemeği yuttuğumda da intikam olarak onun koluna sağlam bir tane geçirdim.
“Ay!” diye bağırdı çok ince bir sesle, benimle dalga geçmek için. “Pati verdi benim kızım. Aferin kızıma.” Diye kafamı okşamaya çalışırken elini yakalayıp ona daha sağlam bir tane vurmak için ayağa kalkmıştım ki Aysu az önceki heyecanından hiçbir şey kaybetmeden, üstelik biraz daha üstüne de koyup mutfağa geldi. Bizi kavga ederken görünce ellerini çırpıp “Hadi bırakın dalaşmayı!” diye çıkıştı. İkimiz de toparlanıp hizaya geçince derin bir nefes aldı ve bağırdı.
“Sunum hazırlamamız lazım!”
*
Aysu mutfağa heyecanla daldıktan sonra hemen bilgisayarın başına toplanıp çalışmalara başlamıştık.
O bilgisayar mühendisliği okuyordu, ben ise moleküler biyoloji ve genetik. Yani sunumun konusu, neyden bahsettiği hakkında çok yardımcı olamıyordum fakat görsel kısımlar bendeydi. Sunumun düzeninden ben sorumluydum.
Anladığım kadarıyla Tuna Bey yönetici değil Aysu’nun yarı zamanlı çalıştığı şirketin sahibiydi ve yakın zamanda başlayacakları yeni projelerinde bir ekip yöneticisi açığı vardı. Aysu da bu konuyla fazlasıyla ilgileniyordu. O projede çalışmayı ne kadar istediğinden bahsederken bazen hayatıyla kıyasladığı bile oluyordu bu işi.
Çok tutkulu bir kızdı, evet. İşini de severek yapardı. Bu yüzden ona yardım etmek her zaman çok hoşuma gidiyordu.
“Bak sana söylüyorum. Sen bu biyolojiyi falan bırak. Gel bizim şirkete, zaten projede arayüz tasarımcısına ihtiyaç var. Birkaç ayda tamamen çözersin bu işi.”
Kocaman bir kahkaha attım. Aynı zamanda Aysu’nun “bizim şirket” diyerek sahiplenmesi de gözümden kaçmamıştı. Bu kız o işi alacaktı. Kahkahalarımla eş zamanlı olarak göğsüm de gururla kabarmıştı en yakın arkadaşım için.
“PowerPoint’te birkaç havalı numara biliyorum diye hemen tasarımcı olayım değil mi?”
Aysu hevesle kafasını salladı. Ben de ona gülmeye devam ettim. Benim her zaman her şeyi yapabileceğimi düşünüyordu. Sadece düşünmekle kalmıyor buna bütün kalbiyle de inanıyordu. Tıpkı benim ona inandığım gibi.
Bölümüm dışında başka bir şey okumayı hiç düşünmemiştim. Evet, tasarıma da her zaman bir ilgim olmuştu fakat asıl ilgimi çeken şey insanları iyileştirmekte kullanılan araçlar, yöntemler ya da ilaçlardı. Bunun için en doğru yerde olduğumu düşünüyordum.
“Bana da bir iş çıkar mı ne dersin? Şirket avukatına falan ihtiyaç var mı?”
Doruk hemen araya kendini sokuşturmayı başarmıştı her zamanki gibi. Tamam, sürekli üçümüz takılıyorduk, tamam burada üçüncü teker olan bendim belki ama bazen en yakın arkadaşımla bire bir sohbet yürütmek de isteyebiliyordum.
“Avukat Bey, bu sene de okulu bitiremezseniz atılıyorsunuz hatırlatmak istedim.” Diye daldım ben de Aysu daha cevap veremeden. Çocukça olsa da arkadaşımı kıskanıyordum işte.
Elini neredeyse gözüme sokacak kadar yaklaştırıp iki parmağını havaya kaldırdı uzatmalı avukat adayı.
“İki dersim kaldı. Sadece iki!”
Kalkık iki parmağından birini indirip, cümlesinin sonuna nokta gibi koymuştu küfürlü el hareketini.
Aysu onun elini tutup yüzümden çekmeseydi Aysu’yu tutup onun üzerine bomba gibi fırlatmalı bir kavga başlatırdım. Bunu o da çok iyi bildiğinden geri çekildi. Zaten mutfaktaki olaydan dolayı sinirim daha tazeydi. Doruk’la her ne kadar birbirimizi sevsek de sürekli böyle tatlı tartışmalar yaşardık. Aysu da iki haylaz çocuğu ayırmak için çabalayan yetişkin konumuna düşerdi.
Tartışmalarımızın yarısı da onu paylaşamadığımızdan çıkıyordu zaten. Aysu dengeyi iyi kuramadığından değil, her şeyi mükemmel hallediyordu. Sadece zaman zaman biz daha fazla Aysu isteyebiliyorduk.
Yarı tartışıp, yarı kahkahalar atıp biraz da sohbet ederek sunumu bitirmiştik. İkisi yakınlaşmaya başlayınca Aysu’yla vakit geçirme yarışını bu sefer Doruk’un kazandığını anlayıp yavaş yavaş odama çekilmiş, penceremin pervazına dayamıştım kollarımı.
Akşam çoktan habersizce çökmüştü sonbahar soğuğuyla titreten Ankara’nın üstüne. Kafamı odamın penceresinden çıkarıp derin bir nefes aldım. Kuru soğuk ciğerlerime dolunca fazla oksijen başımı döndürdü. Bunu engellemek ve daha fazla temiz hava zehirlenmesi yaşamamak için bir sigara yaktım. Aklımda tek bir düşünce, tek bir kişi vardı. Onu bu kadar düşünerek karakterime aykırı davranıyormuş gibi hissediyordum. Gözlerimi kapatıp dikkatimi başka bir yöne yöneltmeye çalıştım.
Dikkatimi dağıtmak için elimde olan tek seçenek yan odadan Aysu ve Doruk’un aslında hiç şahit olmak istemediğim ama bir yandan da sürekli maruz kaldığım için artık duymaya alıştığım bazı özel sesleriydi. Yine de odağımı biraz olsun bozmuştu, düşündüm.
Uzun zamandır sevgilim olmamıştı. Biriyle birlikte olmanın, öpüşmenin ya da el ele tutuşmanın bile nasıl hissettirdiğini yavaş yavaş unutmaya başladığımı fark ettim.
İşin kötü yanı ise bunları yaparken kendimi birlikte görebildiğim tek insan iki saniye önce düşünmekten kaçmaya çalıştığım ama yine yakalandığım kişiydi. Neden ona bu kadar takılı kalmıştım? İçimden atabilecek miydin? İçimden atmam gerekli miydi? Normalde asla bir erkek için, aslında hiçbir şey için, bu kadar kafamı yormazdım. Beni bu kadar düşüncelere hapsetmesinin bir anlamı olmalıydı. Benden iki yaş küçük olması ya da ev arkadaşımın birlikte büyüdüğü, küçük kardeşim dediği kuzeni olması aramızda bir şey olmaması için geçerli sebepler miydi?
Değildi öyle değil mi? Hiçbir engel ona karşı olan duygularım kadar büyük değildi. Ona karşı olan duygularım... Evet! Ona karşı duygularım vardı. Zaten benim gibi bir insanın bunca süre bir insana bu kadar takılı kalmasının bir sebebi olmalıydı. Lisede gerçekten aşık olduğumu düşündüğüm, iki yıl ilişki yaşadığım çocuk için bile birkaç dakika ağlayıp geçmiştim. Bu seferki duygularım farklıydı. Kendimi az da olsa tanıyordum sonuçta. Bu duygularım peşinden gitmeye değer duygular olmalıydı.
Farkındalıkla birlikte tatlı bir titremeyle vücudum irkildi. Pencerenin pervazına dayadığım ellerim titredi. Sigarayı tutanını dudaklarıma götürdüm gülümsememe engel olamadan. Ondan hoşlanıyordum. Hem de çok.
Hazar’dan hoşlanıyordum.
İşaret parmağımı sigaramın üzerine iki kere vurdum külün düşmesini sağlamak için. Kafamı camdan iyice çıkarıp, uçuşan küllerin düşüşünü izleyecektim ki onu gördüm. Sarı bukleler.
Bunun bana evrenden gönderilen bir işaret olduğuna kendimi ikna etmem yalnızca üç saniyemi almıştı. Ona söylemem gerekiyordu. Ne olacaksa olacak, fakat Hazar duygularımı bilecekti.
Kalbimin göğüs kafesimi delip çıkmak için birkaç yumruk attığına yemin edebilirdim. Evet, çıkmak istiyordu, çıkmak ve aşağıdaki sarışının ellerine konmak, sarıp sarmalanmak, bundan böyle onun sevgisiyle atmak istiyordu.
Adını haykırıp heyecanla el salladığımda elleri cebinde yürüyüşünü durdurdu. İlk önce sesin nerden geldiğini anlamayıp arkasını kontrol etme gafletinde bulundu. Sonra bizim evin önünden yürüdüğünü hatırlamış olacak ki kafasını yukarı kaldırıp onun beni görmesi için çırpındığımı fark etti.
“Bekle!” diye bağırdım ve camı kapamayı umursamayarak, elime ilk bulduğum hırkayı alıp evden hızla çıktım.
Beş kat merdiven ineceğimden, hırkayı giymek ve saçlarımı açıp düzeltmek için bol bol zamanım vardı. Bir gün önce biri aşkını haykırmak için beş derecede minik bir şortla ev arkadaşının küçük kuzenine koşacaksın deseydi, önce okkalı bir küfür eder ardından kahkahayı basardım.
Nefes nefese karşısına dikildiğimde ilk gördüğüm şey sigarasının ucunda parlayan küçük ışıktı. Ortalık iyice kararmıştı.
“Eylül! Delirdin mi? Donacaksın!”
Beni omzumdan tutup içeri geçirmeye çalıştığı anda onun elinden kurtulup durdurdum.
“Bekle, bir şey söylemem gerekiyor, iki dakika ver bana.”
Sokak ışığı yüzünün yarısını aydınlatıyordu sadece, aydınlanan yarısı da pek memnun görünmüyordu. Diğer yarısının daha makul olduğunu ummaktan başka elimden bir şey gelmedi.
“Hayır, yürü içerde konuşuruz.”
Beni çekiştirerek, ışığı bozuk apartmanımıza soktuğunda içimde kaynayıp taşan duygulardan patlamak üzereydim.
“Hazar, lütfen, bir dakika, en azından burada konuşalım.”
Apartman boşluğu zifiri karanlıktı. Sensörde de sıkıntı vardı. Işığın yanması için ellerinizi havaya kaldırıp çırpınarak zıplamanız gerekiyordu. Ben de tam olarak bunu yapıyordum hoşlandığım insana ona olan hislerimi itiraf etmeden bir saniye önce.
“Evet, söyle hadi, eve gitmeliyim.”
“Hazar ben-“
Işık yandı.
“Dudağına ne oldu!”
Ellerimle onun yüzünü bir saniyeliğine kavramıştım ki, sert bir hareketle kendini geri çekti. Afalladım. Sadece yüzüne daha yakından bakmak istemiştim.
Gözlerini yere dikti. Bense benimkileri onun üzerinde hızlı hızlı gezdiriyordum.
“Kavga mı ettin?”
Aslında o kadar büyük bir sorun yoktu, biraz morluk ve küçücük bir şişlik. Beyaz tenli olduğu için normale göre çok daha fazla belli oluyordu sadece.
Hazar cevap vermedi. Elimi koluna doğru uzattığım anda sanki ona zarar verecekmişim gibi istemsiz, ama sinirli bir şekilde geri çekti kendini. Bakışlarında pişmanlık vardı. Sanki bana ihanet etmiş de acısına katlanamıyormuş gibi baktı. İhaneti teninde izler bırakmıştı.
Bir adımla ondan uzaklaştım.
Merakla onu incelemeye devam ederken, bir noktada boynuna takıldım. Sebebi hastalık ya da kavga olamayacak, yuvarlak, kısa bir süre sonra morluklara dönüşecek kızarıklıklar...
Birkaç adım daha attım geriye doğru.
Boğazımı temizleyip konuşmaya çalıştım. Dudaklarımı araladım fakat ilk denemede sesim çıkmamıştı. Gözlerim doldu. Az önce heyecanla çarpan, karşısına geçip ona sunmaya hazır olduğum kalbim, şimdi acıyla sıkışıyordu göğsümün ortasında.
“B-be-ben eve gitsem iyi olacak.”
Önüme geçerek beni durdurdu.
“Ne söyleyecektin?”
Gözlerim yerdeydi. Kafamı kaldırıp yüzüne bakma zahmetine girmedim. Eğer yüzüne baksaydım ağlamaya başlayacağıma emindim.
“Önemli bir şey değil, çekilir misin?”
Koca gövdesiyle tüm yolumu kapatmaya devam ediyordu. Çekilmemekte kararlıydı.
“Eylül, son kez soruyorum. Lütfen ne söyleyeceksen söyle.”
Göz yaşlarım akmaya başladığından kafamı kaldırmadan başımı iki yana salladım. Omzumla onu kenara ittirip merdivenden hızlı hızlı çıktım. Arkamdan ismimi de içeren birkaç cümle duydum ama dinlemeye niyetim yoktu.
Her şey ortadaydı. Aptal olduğumdan, onun da bana karşı bir şeyler hissediyor olabileceğini düşünmüştüm. Hassas davranışlarının sebebi tamamen kibar bir çocuk olmasındandı demek ki. Her şeyden önce beni düşünmesinin sebebi de küçükken abla dediği kızla aynı yaşta olmamdan dolayı gösterdiği saygıdan mı kaynaklanıyordu? Beni delirtiyordu.
Büyük heyecanla çıkarken açık bıraktığım dış kapıdan, bu sefer hüsranla, neredeyse sürünerek evime girdim. Odama gidip kendimi yüz üstü yatağıma attım. Beni düşünmüş, bana yemek getirmek için kalkıp evine gidip sonra tekrar buraya gelmiş, yemeği bırakmış ve başka bir kızla yatmaya gitmişti öyle mi? Tamamen saçmalıktı. Bu zamana kadar çok saçma şeyler yaptığı olmuştu evet ama bu kesinlikle onu zirveye taşımıştı.
Yorganımı da kafama kadar çekip hayal kırıklığımdan önce beni boğmasını dileyerek uzun bir süre orada kaldım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |