39. Bölüm

34- Şüphe

Karbamazepin
serotonin

Eun'un koluna dokunmasıyla uyanmıştı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorduki "Kang Tae kapıda seni bekliyor." yanıtını almıştı.

Telefonunu eline aldığında birkaç cevapsız arama olmasının yanında saatin henüz sabah beş olduğunu görmüştü. Can sıkıcı bir şey olduğunu tahmin ederek koşar adım kapıya geldiğinde Kang Tae ona "Neden telefonlarımı açmıyorsun?" diye sormuştu.

"Duymamışım."

"Sana telefonunun sesini açmanı söylemiştim."

"Açıktı zaten."

Kang Tae bir iç çekerek "Hemen gitmemiz gerekiyor. Hazırlanmalısın." demişti.

"Öğleden sonra gideceğimizi sanıyordum. Bir sorun mu var?"

"Yolda açıklayacağım, çok fazla zamanımız yok."

Kang Tae ona koruyucu yelek verdiğinde ciddi bir şeyin olduğunu anlamış hızla içeriye girip eşyalarını toplamaya başlamıştı. Daha valizini yatağın üstüne yeni koyup açmıştıki Kang Tae Eun'un varlığını önemsemeyip içeriye girmiş o giyinirken eşyalarını toplamasında ona yardım etmişti. Yoon onu ilk kez bu kadar telaşlı görüyordu.

Sadece on dakikada toparlanıp evden çıktıklarında arkalarında endişeli bir Eun bırakmışlardı.

"Sorun ne?"

"Birkaç saat önce dış işleri bakanına ve eşine suikast düzenlenmiş. Kurtulamamışlar."

"Bu bizi neden ilgilendirsin ki?"

"Devlet içindeki yapılanmamızı kesmeye çalışan insanlar var. Bu da bir dizi yeni sorun demek. Kuzey'de güvenli olacaksındır. Seni bana karşı kullanmalarını istemiyorum. Artık tanınıyorsun."

"Nişana katılmamam gerekiyordu."

"Bahsettiğim insanlar zaten seni bir süredir tanıyorlardı. Yani nişana katılman bir şeyi değiştirmedi."

"..."

"Ben Güney'deki karışıklılığı çözene kadar dönmeyeceğim. Sana sadece sınıra kadar eşlik edeceğim. Jack seni eve götürecek."

"Ne zaman döneceksin? Orada yalnız kalmak istemiyorum."

"Mümkün olan en kısa zamanda gelmeye çalışacağım. Biraz sabretmen gerekecek."

"Bu fikir hiç hoşuma gitmedi."

"Benim de ama böyle olmak zorunda."

Sınıra geldiklerinde Kang Tae araçtan inmiş Yoon da onunla beraber araçtan inmişti.

"Yanında kalmama izin ver. Ne olacaksa beraber yaşarız."

"Olmaz. Korumam gereken biri varken istediğim gibi hareket edemem. Ailemin her üyesi kendi başının çaresine bakabilecek güçteyken sen öyle değilsin. Çok kırılgansın."

"Bayan Yoon gitmemiz gerekiyor." diyen Jack'e kısa bir bakış attı.

"Sadece bir kere beni dinle ve beni oraya gönderme. Günlerimi döneceğin günü beklemekle geçirmek istemiyorum."

Kang Tae Yoon'a sarıldıktan sonra saçlarına küçük bir öpücük kondurmuştu.

"Üzgünüm." dedikten sonra onu zorla arabaya bindirip kapıyı üstüne kapatmıştı. Şöfor kapıları kilitlediğinde o hala dolu gözleriyle Kang Tae'ye bakıyordu.

Jack pasaportlarını sınır güvenliğine kontrol ettirdikten sonra araç hareket etmişti. Kang Tae'den göremeyeceği kadar uzaklaştığında önüne dönüp elleriyle oynamaya başlamıştı.

"Sadece biraz fazla korumacı olduğu için böyle davranıyor. Bir sorun olmayacaktır. Endişelenmeniz gereken bir şey yok."

"..."

Jack onu bomboş eve getirdiğinde uzun süre hiçbir şey yapmadan salondaki koltuğa yatıp tavana bakmıştı. İlerleyen saatlerde evin yardımcısı valizini boşaltması ya da ona yemek hazırlaması çokta umrunda olmamıştı. Güvende olmak elbetteki önemliydi ama ona göre özgür olmak daha önemliydi. Bugün zaten olmayan bu hakkı daha çok elinden alınmış gibi hissediyordu.

Birkaç saat sonra telefonunu isteyen Heeseung'a telefonunu vermişti. Kuzey'de telefonunu kullanması yasaktı. Evde televizyon hariç doğru düzgün teknolojik alet de yoktu. Burada her şeyden izole bir halde yaşıyordu. Bu yüzden buraya özellikle yalnızken gelmeyi hiç istememişti.

Akşama doğru yardımcılar da gittiğinde evde kimse kalmamıştı. Bütün gün bir şey yememişti. Nedense o evdeyken sanki onun tutsağı değilmiş gibi biraz daha kendini özgür hissediyordu ama Kang Tae bugün onu arabaya zorla bindirerek tekrar ona tutsaklığını hatırlatmıştı. Yine ona sözünü geçirememişti. Onun istediği kadar özgür onun istediği kadarda tutsaktı ve bu değişmeyen kuraldan fazlasıyla sıkılmıştı.

Bardağına içkisini doldururken yarın ameliyata gireceği için aslında içten içe içmemesi gerektiğini biliyordu. Sadece bir seferlik sorumsuzca davranarak en azından yediği içtiği şeyleri kendi seçme özgürlüğünü hissetmek adına donuk gözlerle önündeki sehpaya bakarak birkaç kadeh içmişti.

Onu kontrole gelen Heeseung, daha fazla içmemesi için elinden bardağını aldığında bunu da seçemediğini anlamıştı. O sorumsuzca davranmayı bile seçemiyordu. O bu hayattaki hiçbir şeyi seçemiyordu.

Hiç uyumadan ilk ameliyatına girdiğinde bir an önce çıkmak adına elinden gelen en hızlı şekilde yapması gerekenleri yapmıştı. Hatta bir ara ameliyattan çabuk çıkabilmek için önünde yatan kadını öldürmek bile aklından geçmişti. Gün geçtikçe yaptığı bu şeye toleransı azalıyordu. İnsanlığa saygısı biteli zaten çok olmuştu.

Ara vermek için bahçeye çıktıklarında Jack yine sigarasını yakmıştı. Ondan bir tane istediğinde ikiletmeden ona bir tane uzatmıştı. Yıllarca bu illeti bırakmak için çok uğraşmıştı. Şimdiyse duygusal boşluğunda tekrar başlıyordu.

Zehiri içine çekerken aldığı kemoterapiler aklına geldiğinde tekrar aynı şeyleri yaşayamayacağını anlamış sigarayı söndürdükten sonra eliyle ufalıyarak parçalamıştı. Kanserle sürünerek ölmektense başına tek el ateş edilmesini her türlü tercih ederdi.

Jack, Yoon'un yatkınlığını anlayarak o günden sonra birdaha onun yanında sigara içmemişti. Bir insana bu şekilde eziyet etmenin bir anlamı yoktu.

İkinci ameliyatında Kuzeyli bir uzman asistan olarak onunla ameliyata girmişti. Ona yeni çıkan ameliyat tekniklerini gösterirken kendine sürekli olarak sabırlı olması gerektiğini, çıkınca uyuyabileceğini hatırlatıyordu. Her yeri çıldırmışçasına birbirine katmak isteyen arzularını bastırmaya çalışıyordu.

Akşam olduğunda evde onu bekleyen bir şey olmadığı için hastanede kalmayı tercih etmişti. Buradaki gece oniki kuralı yüzünden küçücük bir odada yalnız kaldığında bunun iyi bir fikir olmadığını anlamıştı. Sanki buraya ilk kez gelmiş her şeyi baştan yaşıyormuş gibi hissediyordu. Kang Tae varken bu duvarlar ona o kadar da soğuk gelmiyordu. Demekki buraya katlanabilmesini Kang Tae sağlıyordu. Ama şimdi o yoktu.

Yere oturup başını yatağa yasladığı bir anda bedeni onu rahat bırakmayan zihnine rağmen uykusuzluğa daha fazla dayanamadığı için kendini kapatmıştı. Bir hemşire sabah onu uyandırmak için geldiğinde onun bu halinden korkmuştu. Bir sorun olmadığını anladığında üstünü bile değiştirmemiş kadına nasıl tepki vermesi gerektiğini bilememişti. Ameliyatlar ertelenemeyeceği için birlikte ameliyathaneye gitmişlerdi.

O günden sonra Heeseung her gece ona papatya çayı getirmeye başlamıştı. Yoon'sa içinde ne olduğunu bilsede yine de içmişti. Biraz daha böyle devam ederse sadece kendine değil hastalarına da zarar verecekti.

Heeseung'a "Kang Tae'den haber var mı?" diye sorduğunda Heeseung hayır anlamında başını iki yana sallamıştı.

"Peki onunla konuşabilir miyim?"

"Bu sıralar çok yoğunmuş. Belki daha sonra konuşursunuz."

Oturduğu piyanonun bir tuşuna bastığında evin içinde piyanonun sesi yankılanmıştı. Kang Tae, piyano öğrenme hikayesi pek iç olmasada iyi bir piyanistti.

"Piyano çalmayı biliyor musunuz?"

"Bilmiyorum."

"Sizin için bir değişiklik olması için öğrenmek ister misiniz?"

"Kim öğretecek ki?"

"Belki korumalardan biri biliyordur."

"Hiç sanmıyorum."

"Sormadan bilemeyiz değil mi?"

Heeseung kimsenin bilmediğini ona söylediğinde Yoon günler sonra belli belirsiz gülümsemişti. O iri yarı adamları piyano çalarken hayal bile edemiyordu.

Kang Tae gibi birinin de piyano çalabilmesi oldukça garipti. Gerçi o insanlara işkence yaparken de kirli çalışmayan bir adamdı. Yaptığı şeyi sanat olarak adlandırıyordu. Sanıyorduki toplumda korkulması gereken gerçek kişiler Jack gibi iri yarı ganster tipindeki adamlar değil Kang Tae gibi toplumda normal görünen ama aslında içinde büyük bir sadist yetiştiren insanlardı. Çünkü bu insanlardan kendinizi korumanız için görünen nedeniniz olmadığından onların gerçek kişiliğini anlayana kadar her şey için geç kalınmış olunabilirdi.

Çevresinde piyano çalan kimse yokken yemek pişirmeyi bilen insan sayısı oldukça boldu. Bu yüzden kafasını doldurmak için mutfaktaki insanlarla yemek pişirmeye başlamıştı. Bir cerrah güzel bıçak kullanırdı, bu yüzden kesme ve doğrama işinde çok bir problem yoktu. Problem malzemeleri karıştırmaktaydı. Onu da zamanla öğreneceğini düşünüyordu.

Cumartesi gecesi ertesi gün pazar olduğu için yine kadehini doldurduğunda Heeseung önünden bardağını almıştı.

"İlaç kullanıyorsunuz, içmemeniz gerekiyormuş."

"Her gece ilacı direkt bana vermek yerine neden papatya çayına karıştırdığını anlamıyorum."

"Bir önceki sefer karıştırmayı bırakmış olmamıza rağmen uyku düzeniniz normal düzeninizde devam etmişti çünkü."

"İlaca bağımlıymışım da bunu bu yüzden yapıyormuşsunuz gibi konuşuyorsun."

"Gerçekten bağımlılık yapabiliyorlarmış. Birden pat diye de bırakmamak gerekiyormuş. Dozlar küçültülerek bırakılmalıymış."

"En az altı ay kullanılmasını gerektiğini de söylediler mi sana?"

"Evet, söylediler ama Bay Seo zorunda kalmadıkça onları kullanmanızı istemiyor. Ameliyatlarda size sıkıntı çıkartmaması için sabahları da almıyorsunuz."

"..."

Çalışma odasından bulduğu bir kitabı koltukta okurken Heeseung ona yine çay getirmişti ama o daha çayı içmeden esniyordu.

"Ben Kang Tae'nin söylediği kadar çok mu kırılganım?"

"Kendinizi savunma konusunda evet ama diğer hiçbir konuda kırılgan sayılmazsınız. Hatta birçok kadına göre fazlasıyla dayanıklısınız."

"Peki ya beni birdaha arkasında bırakmaması için kendimi savunmayı öğrenirsem?"

"Biz varken buna ihtiyacınız olmayacaktır."

"Sizi yeterli görseydi muhtemelen beni buraya göndermezdi."

"Öyle olacak olsaydı da yine sizi buraya gönderirdi. Kendinizi yetersiz hissetmeniz gereken bir durum yok ortada. Bu sadece basit bir önlem."

"..."

Çayı bitirdikten sonra kupasını arkasında kalan masaya bırakmış koltuğa iyice yerleşmişti.

"Burada uyumayın. Rahat edemezsiniz."

Kitabın sayfasını çevirirken "Nerede uyuduğumun ne önemi var ki? Hem sen gitmiyor musun? Saat geç oldu eşin seni bekliyordur. Benimle vakit kaybetme." dedi.

"Siz benim işimsiniz. Yani vakit kaybı değilsiniz."

"Benim de işimin seninkine benzer bir şey olmasını isterdim."

"Emin olabilirsinizki sizinle uğraşmak hiç kolay değil. Beni hiç bilmediğiniz bir oyunda bahse koyduğunuzu daha unutmadım."

Gülümseyerek "Bana vakit kaybı olmadığımı söylemiştin?" dedi.

"Evet, işim olduğunuz için değilsiniz."

"Yalancı."

"Yalan söylemem için bir nede-"

Yoon'un gözlerini kapatmış olduğunu görünce susmuştu. Bu kadın çocuğun tekiydi. Üstü açık yastıksız bir şekilde uyumuştu. Onun üstünü örtmesinin uygun olmayacağını düşününce bulduğu battaniyeyi eşine vermişti.

Ertesi gün hastaneye gittiğinde Yoon'a çocuk cerrahının başka bir ameliyatta oluşu sebebiyle çocuk bir hasta vermişlerdi. O da çocuk bir hastanın ameliyatına hiçbir şekilde girmeyeceğini söylemiş başhekimle ciddi bir tartışmaya girmişti. Yine sözünü geçiremeyeceğini anlayınca adamın odasından çıkıp kendi odasına gelmişti. Bu hastanede hala beş hastadan biri ölüyordu. Böyle bir durumda bir çocuk daha ameliyat edemezdi. Onun kıyamadığı tek şey çocuklarken kimse ona böyle bir sorumluluk yükleyemezdi. Bir küçük bedenin ölümünü daha izleyemezdi.

Ameliyat saati geldiğinde gelen hemşireye ameliyata girmeyeceğini söylemişti. Güvenlik onu zorla ameliyathaneye götürdüğünde her hücresi 'birdaha olmaz' diye bağırırken ellerinden bir şekilde kurtulmuş dış kapıya doğru koşmaya başlamıştı. Aslında bu koşuşturmasının yararsız olduğunu biliyordu ama o şu an çıldırmış gibi hissediyordu.

Onu yeniden kollarından tuttuklarında onlardan yeniden kurtulmak için çabalamıştı ancak bu sefer başaramamıştı. Adım atmayı reddeden ayaklarına ya da onu bırakmalarını söyleyen yalvarışlarına rağmen onu sürüklemeye devam etmişlerdi. Yoon ilk buraya geldiği gün bile bunu yapmamıştı. Heeseung bunu bildiği için araya girmişti. Bu şekilde kimse ameliyat yapamazdı.

Hiçbir şekilde ameliyata girmeyeceğini anladıklarında bir türlü sakinleşmek bilmeyen kadını odasına kilitlemişlerdi.

Yoon titrerken yorganının altında saklanmaya çalışırken kapının açılma sesini duymuş titremesi daha da artmıştı. Yine onu ameliyathaneye götürmeye geldiklerini düşünüyordu.

"Benim Bayan Yoon. İlacınızı getirdim."

"Git burdan."

"O çocuğu ameliyat etmeniz için daha fazla zorlamayacaklar sizi, korkmanıza gerek yok."

"Git dedim."

"Pekala masanın üstüne bırakacağım."

Kapının açılıp kapanma sesinden sonra hiç kıpırdamadan cenin pozisyonunda saatlerce ağlamıştı. İstedikleri her şeyi yapıyorken ondan bundan daha fazlasını isteyemezlerdi. Bu kadarını yapamazlardı. Üstelik o çocuk cerrahı da değildi. Bu işi onlar kadar profesyonel yapamazdı.

Biraz toparlandığını hissettiğinde eve gitmek için odadan çıkmak istemiş ancak kapının kulpunu zorladığında kapının hala kilitli olduğunu farketmişti. Bugün yaptığı bu şeyin cezasını ona bu şekilde ödetiyorlardı.

İlerleyen saatlerde odasına gelen başhekime rağmen oturduğu sandalyeden ayağa kalkmamıştı. O bu düzenin içindeki hiçkimseye ayrım gözetmeksizin saygı duymuyordu.

"Herkes sizin bugün yaptığı şeyi yaparsa burada işlerimizi devam ettirebilir miyiz sanıyorsunuz?"

"..."

"Sizi cezalandırmam gerekiyor ancak zaten mevcut cezanız yüzünüzden fazlasıyla yoğunsunuz."

"..."

"Yarın çocuk cerrahı müsait olsa da sizin yüzünüzden ertelenen ameliyata siz gireceksiniz. Burası hastalarınızı seçebileceğiniz bir yer değil. Birdaha böyle bir şey yaşanmayacak Dr. Kim."

"..."

"..."

Ertesi günkü ameliyat saatinde Yoon yine ameliyata girmeyi reddetmişti. Zorla ameliyathaneye getirilmiş olsa da kılını bile kıpırdatmamıştı. Bugün bağırıp çağırmıyor, boş bakışlarla öylece etrafına bakıyor, hiçkimseye hiçbir tepki göstermiyordu. Ameliyathane kıyafetlerini de giyinmemişti. Ne yaparlarsa yapsınlar bu ameliyata girmeyecekti.

Çocuğa anestezi verildiğinde de hiçbir tepki göstermeyince ameliyathaneden çıkartılmıştı.

Yine odasına kilitlendiğinde bu döngünün onların istediklerini yapana kadar devam edeceğini anlamıştı ama onların bilmedikleri bir şey vardı. Yoon sadece burayı değil direkt Kuzey Kore'yi hapishanesi olarak görüyordu. Sadece onu buraya kilitleyerek istediklerini alamazlardı.

"Öldürülmek mi istiyorsunuz?" diyen adama yine hiçbir tepki göstermemişti. Ne istiyorsa onu söyleyebilirdi. Umrunda değildi.

"Hiç buradan ya da Kuzey'den çıkmanıza nasıl izin verildiğini düşünmüş müydünüz?"

"..?"

"Sella turcicanızda patlatılması durumunda sizi öldürebilecek bir çip var."

"..."

"Sizi bir tehlike olarak görmeye başlarlarsa kafa kemikleriniz hasar görmeden beyninizi çamura çevirebilirler. Bunu mu istiyorsunuz?"

"..."

"Bazılarına göre Bay Seo'ya güvendiğiniz için böyle davranıyormuşsunuz. Ama unutmayınki o mini bombayı da size takılmasını sağlayan da Bay Seo. Ona bu kadar çok güvenmemelisiniz."

"..."

"Yarın size başka bir çocuğun ameliyatına girmeniz için ameliyat ayarladım. Siz söylenenleri yapana kadar en azından canlı olarak buradan çıkamayacaksınız."

"..."

Önündeki birkaç gün böyle devam etmiş Yoon inatla ameliyatlara girmemişti. Başhekim onun pes etmeyeceğini anlasada diğer cerrahlara örnek olmaması için ona böyle bir ayrıcalık tanımak istemiyordu. Bu yüzden o da geri adım atmıyordu.

İki koluna giren askerlerle heyetin önünde yine ameliyathaneden çıkartılırken Yoon izleyici camında ameliyat ettiği Kim Suk Yeol'ün sekreterini görmüştü. Onun gidişini izleyen gözler oldukça soğuk görünüyordu. Bu sefer ona daha ciddi bir yaptırım uygulayacaklarını hissedebiliyordu.

Bu sefer toplantı odasına getirildiğinde bir sandalyeye otutturulmuştu.

"Siz kazandınız. Çocukların ameliyatına girmeyeceksiniz. Ancak bize başka hiçbir konuda sıkıntı çıkartmayacaksınız."

"..."

"İzin almadan yaptığınız ameliyat için bu ayrıcalığı aldınız."

"..."

"Ayrıca başkan Kim Suk Yeol'ün ameliyatına girmek için uygun bulundunuz. Özellikle bunda sekreterinin çok büyük bir katkısı oldu."

"..."

"Onu kararlarınızı bir başkası etkileyemediği için etkilemişsiniz. Ameliyat sırasında kimsenin baskısı altında kalmadan yapılması gereken en iyi şeyi yapacağınızı savunuyor."

"..."

"Yani pervasızlığınızı cesaret olarak görüyorlar."

"..."

"Birkaç gün hastaneye gelmek zorunda değilsiniz. Cezanız bitti."

Heeseung'un onu sandalyeden kaldırarak hastaneden çıkartırken o hala yaşadığı tüm bu şeylerin etkisindeydi. Bambaşka bir sorunsa artık Kang Tae'nin onun çipten haberdar olduğunu öğrenmiş olması olmuştu. Buna göre onun ekstra önlem almak isteyeceğini tahmin edebiliyordu.

Eve geldiklerini bile anlayamayacak kadar afallamış bir haldeydi. Uyumaya yakın yoldan gelen Kang Tae bile ilgisini çekememişti. Sahi o tüm bunları yaşarken o hangi cehennemdeydi?

Çayını yudumlarken televizyondaki Kuzey Kore'nin propagandayla dolu haber kanallarını izliyordu. Ona hoşgeldin deme gereksinimini kendinde bulamıştı. Onu odalarına götürmek için kolunu uzatan elini de tutmamıştı. Ona hala kırgındı.

"Bana kızgın olduğunu biliyorum ama bugüne kadar gelebilecek durumda değildim."

"..."

"Çip meselesinden daha önce haberdardın zaten, yani bana bunun için kızıyormuş gibi davranıyorsan buna da gerek yok."

"..?"

"Dr. Suho'yla tomografiyi incelerken sizi gördüm. Bugüne kadar neden bunu yüzüme vurmadığını merak ettiğim için bekledim ama yaptığın çok bir şey de yok gibi görünüyor. Hala sebebini anlamış değilim."

"O şey gerçekten patlayabiliyor mu?"

"Evet patlayabiliyor ama sandıklarının aksine bu onların kontrolünde değil. Yani kimse sana zarar veremez."

"Bunu neden yaptın?"

"Sana özgürlüğünü verebilmek için."

"Peki ben neden kendimi özgür hissetmiyorum?"

"Son zamanlarını kötü geçirdiğin için şimdi böyle konuşuyorsun. Biraz tatil yapman sana iyi gelecektir."

"Tatilden kastın ne? Beni hastane yerine evinde tutman mı?"

"..."

"Nereye gidersem gideyim beni elinle koymuşsun gibi bulabilecekken neden sürekli üzerimde otorite kurmaya çalışıyorsun?"

"Nerede olduğunu bilmek tek başına yetmiyor."

"O zaman Çin'de bana taktığın çipli kolye neyin nesiydi?"

"Bir yere gitmeye çalışırsan seni bulma sebebimiz olarak kolyeni gösterecektik. Bilmeni istemiyordum."

"Bir gün senin yüzünden kafayı yiyeceğim."

"..."

"Ben senin bana hiçbir şekilde zarar vermeyeceğini düşünürken sen kafamın içine mini bir bomba koydurmuşsun."

"Bunu yapmak zorundaydım."

"DEĞİLDİN! YAPMAK ZORUNDA DEĞİLDİN!"

"..."

"Neden bunu yapmak yerine başta yaptığın gibi beni bir yere kilitlemekle yetinmedin ki? Yoksa senden kurtulmaya çalışırken verdiğim efor hoşuna mı gidiyordu? Bunların hepsi senin için eğlenceli bir oyun muydu?"

"Saçmalıyorsun."

"Bana özgürlüğüm için bunu yaptığını söylüyorsun ama ben özgür değilim. Seninle tanıştıktan sonra ben bir gün bile özgür olamadım. Hep bana bir sınır çizdin ve ben o sınırlardan hiç çıkamadım."

"..."

"Ben de dedimki madem durum böyle yoluma bakmalıyım, elimden alınanları düşlemek yerine elimdekilere odaklanmalıyım. Ama benim elimde hiçbir şey yokmuşki. Sadece ben var sanıyormuşum ya da sen bana böyle inandırmışsın."

"Yoon sadece onbeş gündür yoktum diye bana bunları söyleyemezsin."

"Sana beni burada yalnız bırakma demiştim. Beni dinlemedin. En çok sana ihtiyaç duyduğum anda sen yoktun."

"Seni korumam için bu gerekliydi. Neden bunu anlayamıyorsun?"

"Sen beni bu şekilde mi koruyorsun?" Beni onlarların insafına nasıl bırakırsın? Ben son bir haftadır neler yaşadım sen biliyor musun?"

"..."

"Sen hangi cehennemdeydinki gelmedin?"

"Temizlik aşaması sandığımdan uzun sürdü, zor şeyler yaşadığını biliyorum. Yanında olamadığım için üzgünüm."

"Üzgün müsün, bana göre sen hiç üzgün değilsin."

"Telafi edeceğim, sadece bana biraz zaman ver. Seni bu kadar özlemişken pişman olacağın şeyler söyleyerek gecemizi batırma. Ben de senin kadar yorgunum."

"Bundan sonra yalnız uyuyacaksın. Seni artık istemiyorum."

"..."

İlaç etkisini göstermeye başladığında o sıkıca sarıldığı ikinci yastıkla pencereden sızan bahçe ışıklarını izliyordu. Onu özlememiş değildi sadece ona kırgındı. Belki kimse ona fiziksel anlamda şiddet uygulamamıştı ama muhtemelen sağlam bir dayak yemiş olsa olduğu durumdan daha sağlıklı olurdu. Sekreter onu kurtarmasaydı belki de bu gece hala ameliyata gireceği korkusuyla sabaha kadar küçücük odada volta atardı.

Susuzluk hissiyle gözlerini açtığında yanında uyuyan Kang Tae'yi farketmişti. Sessizce yastığını eline alıp odadan çıkmıştı. Onu ısrarla tekrar uykuya davet eden beynine inat mutfağa girmiş masanın üzerindeki sürahiden bir bardak su içmişti. Mutfağın arka bahçeye açılan cam kapısından henüz güneşin doğmadığını anlayabiliyordu. Sessizlik çok hoşuna gittiğinden bir süredir mahrum kaldığı gökyüzünü görmek adına kapıyı açıp dışarıya çıkmıştı. Biraz huzurlu hissedince beyninde sürekli ötüp duran monitör sesleri ya da Dr. Park'ın tehditleri susmuştu.

Bahar aylarının son zamanlarında olmalarının etkisiyle hava öyle soğuk da değildi. En sevdiği mevsim muhtemelen sonbahardı ama bahar da kabulüydü. Derisini kavuran güneş yerine güneşin şimdilik sadece tatlı bir sıcaklığı vardı.

Bir şey isteyip istemediği sormak için yanına gelen korumaya istemediğini söylemişti. Pijamalı olduğu için hiçkimse başını kaldırıp doğrudan ona bakmıyordu. Bu durum gülümsemesine sebep olmuştu. Ona göre pijama bakılmaması gereken özel bir kıyafet değildi.

Kamalyada oturup anının keyfini çıkarırken başını kamalyanın direğine yaslamıştı. Onu birinci katın penceresinden izleyen Kang Tae görüş açısında değildi. Olsaydı da bir şey değişmezdi.

Hangisi daha hastaydı bilmiyordu ama ikisini de bekleyen sonun iyi olmadığını biliyordu. Karanlığı aydınlatan bir ışık olmadığı sürece bir uçurumdan düşüne kadar oradan oraya savrulmaya mahkumlardı ve o ışık muhtemelen hiçbir zaman gelmeyecekti.

"Bay Seo'ya fazla sert davrandığınızı düşünmüyor musunuz?"

"Eğer ben senin beynine patlayıcı yerleştirseydim ve sonrada sana bunu senin iyiliğin için yaptığımı söyleseydim bana nasıl bir tepki verirdin Jack?"

"Hükümet sizi Kuzey'e göndermeyi bu şartlar altında kabul etti. Yani Bay Seo buna mecburdu."

"O hiçbir şey yapmaya mecbur değildi."

"Madem daha önce bunu farketmiştiniz neden tepki göstermediniz?"

"Patlayıcı olabileceği hiç aklıma gelmedi. Tek işlevi konumumu bulabilmeniz için sinyal göndermek olduğunu sanıyordum."

"Peki nasıl böyle bir şey olduğunu farkettiniz?"

"Hiçbir şartta beni kaybetmiyordunuz. Hastanede bulunmamak için saklansamda beni olması gerekeden daha çabuk buluyordunuz. Doğrusunu istersen deri altına yerleştirilen bir şey sanıyordum. Böyle bir şey olmasını hiç beklemiyordum."

"Deri altı olsaydı bu sizi durdurmaya yetmezdi."

"Evet, yetmezdi."

"..."

Hastaneye geri dönmesi birkaç gününü almış günlerini Kang Tae'yi görmemek için gündüzleri köşe kapmaca oynayarak geçirmişti. Geceleriyse nerede uyursa uyusun sabahları yanındaki Kang Tae'yle gözlerini açmıştı.

Banyoda gördüğü kan damlalarından onun yaralanmış olduğunu anlamıştı. Omzundan vurulan adamın gerçekten korktuğu için onu Kuzey'e gönderdiğini anlamıştı. Bunu farkettiğinde eskisine göre ona olan kızgınlığı azalmış olsada onu bir türlü affedemediği için günlük olarak yarasıyla ilgilenmekten başka bir şey yapmamıştı. Arada canını yakmak için bilerek yarasına bastırdığı da olmuştu. Ondan bu şekilde intikamını almaya çalışıyordu.

Hastanedeki inanılmaz kötü ünü yüzünden hastanede adım atamaz olmuştu. Bu yüzden normalde onun peşinden hiç ayrılmayan Heeseung yerine o Heeseung'un yanından hiç ayrılmamaya başlamıştı. Buradaki hiçkimseye güvenmiyordu. Yapması gereken ameliyatları yapıyor sonrada koşar adım hastaneyi terkediyordu.

"Kullandığınız ilaçlar yüzünden kan tahlili vermeniz gerekiyormuş."

"Başka zaman halletsek olur mu?"

"Hastanenin içindeyken ertelemeniz için bir sebebimiz yok."

Alınan beş tüp kana bakarken "Bu kadar kanı ne yapacaklar?" diye sormadan edememişti. İki tüp kan ilaç devamı için normalde yetmeliydi.

"Ben de bilmiyorum ne yazıkki."

"..?"

Dalgınca televizyona bakarken "Aynı şeyleri izlemekten sıkılmadın mı?" diye soran Kang Tae'ye yanıt vermemişti.

"Ne zamana kadar buna devam edeceksin?"

"..."

"Pekala buna benzer bir durumda seni bir daha buraya göndermeyeceğime dair sana söz veriyorum. Çatışmaya da gitsem asker arkadaşımmışsın gibi yanımda seni götüreceğim. Oldu mu?"

"..."

"Bunu telafi edebilmem için ne yapabilirim?"

"Eve gitmek istiyorum."

"Evdeyiz zaten."

"Ne demek istediğimi biliyorsun."

"Biliyorum ama gidemeyiz. Burada yapmam gereken, daha fazla erteleyemeyeceğim, bir ton işim var."

"Sen gelmek zorunda değilsin."

"Ben olmadan Güney'e gidemezsin birtanem."

"Kabul etmeyeceksen neden bana ne istediğimi soruyorsun?"

"Benden kabul edebileceğim şeyler istemeyen sensin."

"O halde en azından hastanenin dışında adamların olmadan bağımsız hareket edebilmek istiyorum."

"..."

"Anlaşılan bunu da kabul etmeyeceksin."

"Birinden arabanı Kuzey'e getirmesini isteyeceğim. Ayrıca sana istediğim zaman ulaşabilmek için bir telefon ayarlayacağım. Sanırım bu yeterli olacaktır."

"..."

Yoon sırtı iyi değilken Kang Tae ona güzelce baktığı için o da ona güzelce bakmaya çalışıyordu. Onu yıkarken yaralı omuzuna bakarak "Kol askını neden takmıyorsun?" diye sormuştu.

"Bir süre taktım ama takmaktan sıkıldım. Benlik bir şey değil."

"İnsanların moda için mi onu taktığını sanıyorsun?"

"Çok gerekli değil."

"Sakat kalırsan ömür boyu seni böyle yıkayacağımı mı düşünüyorsun?"

"Eminimki adamlarım arabamı yıkarken daha dikkatli davranıyordur. Sen beni yıkayınca birkaç saat kendime gelemiyorum. Benden hala hıncını çıkaramadığının farkındayım ama ben daha yeni ameliyat olmuş bir adamım."

"..."

Yoon onu duştan çıkardıktan sonra saçlarını havluyla kurutmuştu. Ona üstünü giydirirken Kang Tae'nin bundan zevk aldığını biliyordu.

Kol askısını bulup koluna taktığında ona "Bunu çıkartırsan yara yerin kapanmaz. Hareket ettiği için kanamaya devam eder. Bazen tüm kanını boşaltarak seni öldürmek istesem de ömrün boyunca seni ben yıkayamam. Yani mümkün olduğunca çabuk iyileşmen gerekiyor." dedi.

"Söylediklerinden beni çok önemsediğini çıkarttım sevgilim."

"Gıcık."

"Akşama benim için ne pişireceksin?"

"Hiçbir şey."

"Ama ben senin elinden yemek istiyordum?"

"Kendin pişir."

"Bu halimle mi?"

"Şimdiye kadar şımarabilen bir tarafının olduğunu bilmiyordum."

"Sadece sana özel bu."

Gözlerini büyüterek Yoon "Çok etkilendim." dedi.

"Bu bana yemek pişirecek misin demek?"

"Daha çok aşçıya pişirmesini söyleyeceğim demek."

"Hiç geri adım atmıyorsun."

"Sadece senin bana uyguladığın tarifeyi ben sana uyguluyorum."

"Kana kan, dişe diş mi diyorsun?"

"Evet öyle diyorum."

......... ........

Yine gece nöbeti tutması gerektiği bir gündeydi. Gündüz girmesi gereken ameliyatlara çoktan girmiş dinlenmek için odasına gitmişti. Burada nöbet tutmaktan nefret ediyordu. Kang Tae'ye gelmemesini söylemesine rağmen geldiği için sürekli birlikte uyanıp birlikte kalkıyorlardı. Doğru dürüst sığamadıkları tek kişilik yatakta onun omzuna dikkat etmek fazlasıyla zorlayıcı oluyordu.

Kang Tae uyurken o sandalyeye oturmuştu. Biraz önce CPR yaptığı için tüm algıları fazlasıyla açıktı. Aynı zamanda burada doktor olarak çalışan Güneyli hastası kalbi durduktan yarım saat sonra hayata döndüğü için beyin fonksiyonlarının zarar görmüş olabileceğini düşünüyordu. Hastayı nörolojiye göndermeden önce tomografi çekilmesini istemişti.

Radyolojiden onu çağırdıklarında ne olduğunu görmek için istedikleri yere gitmişti. Bilgisayar ekranını incelerken onunkiyle aynı yerdeki çipi görünce iç çekmişti.

"Bu ne olabilirki? Hastanın öyküsünde böyle bir şey yoktu. Bilginiz var mı?"

"Ciddi bir şey değil. Sadece bizi fişlemişler. Dikkate almak zorunda değilsiniz."

"Biz derken sizde de mi var?"

Yoon başını sallayarak onayladığında Kuzey'li doktor da onu onaylarcasına başını sallamıştı.

"Bizde yoktur değil mi?"

"Emin değilim ama önemsemeniz gereken bir şey yok ortada. Dr. Suho'da merak ettiğimiz için baktık, onda yoktu."

"Onda yoksa bizde de yoktur."

"..."

"Bu tüm Güneylilerde var mı demek?"

"Bilmiyorum. Zaten bizi sürekli ölümle tehdit ediyorlar. Bana göre beynimizi patlatacak olmaları yeni bir şey değil."

"Bu şey patlıyor mu?"

Gülümseyerek "İlk öğrendiğimde ben de bu tepkiyi vermiştim." dedi Yoon.

"..."

"Bunu size hastanın tedavisinde gerekli olabilir diye söyledim çünkü MR çekerseniz sonuç felaket olur. Hasta uyandığında bunu ona sakın söylemeyin. Paniklemesini istemiyorum. Tabii ölmezde yaşarsa."

"Tamamdır, Dr. Kim. Bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederim. Dikkatli olacağız."

Kapıda onu bekleyen Kang Tae'yi gördüğünde "Sen uyumuyor muydun?" diye sordu.

"Kapıyı kapattığın an uyandım."

"Neden ayaklandın?"

"Ne yaptığını merak ettim."

"Çok gizli şeyler yapıyordum."

"Evet biliyorum, gecenin bir yarısı yakışıklı bir adama gülümsüyordun."

"Adam yakışıklı mıydı?"

"O kadar da değildi."

"Merak ettim birdaha bakacağım."

"Bu gece benden başka bir adama bakamazsın."

"Yani yarın bakabilirim."

"Olmaz. Yarın da bakamazsın."

"Öbür gün?"

"..."

Zonklayan başına rağmen uyuyamayacağını anlayınca Kang Tae'nin kolları arasından çıkıp yatakta oturmaya başlamıştı.

"Muhtemelen ilacını almadığın için uyuyamıyorsun."

"Bu gece nöbetçiyim. Alamam."

"Artık onu bırakman lazım."

"Aldığım ilaç belli dönemlerde alıp belli dönemlerde bırakabileceğim bir ilaç değil. Ya hiç kullanmamalıyım ya da hep kullanmalıyım."

"Seni aşırı uyuşturuyor. Sabahları kendine gelmekte zorlanıyorsun. Muhtemelen ameliyat için uyanmayacak olsan çok daha fazla uyursun."

"..."

"Bu halin hoşuma gitmiyor."

"..."

"Bir ara bir şeyler dinlerken uyurdun. Belki yine öyle yapmalısın. İlaç kullanmandan daha iyi bir fikir olabilir."

"O halde sabaha kadar çok sevdiğim canım liderim Kim Suk Yeol'ü dinlemeliyim."

Kang Tae gülümseyerek "O da olabilir tabii ama epeydir Mp3 çaları kullandığını görmüyorum. Ona ne oldu?"

"Çalışmıyor."

"Neden?"

"Arkandan kapıya fırlattığım için parçalandı."

"Belki tamir edebilebilir. Edemezsek Jack'e söylerim yenisini getirir."

"Daha sonra bakarız."

"Şimdi işimizin olduğunu sanmıyorum."

Kang Tae banyo dolabından onu bulup getirdiğinde Yoon stresle yanağının içini dişliyordu.

"Dış çeperi epey hasarlanmış ama içi sağlam gibi gözüküyor. Niye çalışmıyor acaba?"

"..?"

"Hafıza kartı yok çünkü içinde. Nereye koydun?"

"Orada olması lazım. Çıkartmadım."

"Ama yok."

"Orada değilse nerede olduğunu bilmiyorum."

"Fırlattığın zaman içinden mi çıktı acaba?"

"Bilmem olabilir."

Kang Tae yerlere bakarken Yoon onu durdurmuştu.

"Bu olalı çok oluyor. Üstünden kaç kere oda temizlendi. Belki de temizlik personeli farketmeyip onu da süpürdü. Kendini boş yere yorma."

Kang Tae iç çektikten sonra "Beni her şeyden çok sen yoruyorsun." dedi.

"Neden böyle söyledin?"

Yoon ondan ciddi bir cevap beklerken Kang Tae ona "Beni bu gece kaç kere uyandırdın haberin var mı? Uyu artık." demişti.

Kang Tae ona buradan çıkan her çöpün arandığını söylemeyerek Yoon'un oyun kartlarına karşılık ilk kez oyun kartlarını masaya koymuştu. Yoon'u uyuduktan sonra güvenlik kayıtlarını izleyerek buradan hafıza kartını çıkartıp çıkartamadığına bakacaktı. Duruma göre burayı ya da evi aratacaktı. Umduğu tek şeyse Yoon'un ona ihanet etmemiş olmasıydı. Çünkü tam tersi durumda olacaklar ikisi içinde fazlasıyla can yakıcı olurdu.

Y/N: Bu ara aşırı yoğun olduğumdan dolayı bölüm gecikebilir. Siz yine de bölümü yıldızlarsanız sevinirim. Sınır koymayacağım.

Umarım bölümü beğenmişsinizdir.

İyi geceler diliyorum.

Bölüm : 17.02.2025 22:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...