40. Bölüm

35- Zihin Ölümü

Karbamazepin
serotonin

Evin her yeri düzenli görünsede eşyaların neredeyse hepsinin santimetrelik ifadelerle de olsa yerinin değiştirilmiş olması düzen takıntılı zihninde bir şeyler uyandırıyordu. Birinin evdeki tüm eşyalara sebepsizce dokunması mantıksızdı. Tabii bir şey aramıyorsa.

Bu fikir aklına geldiğinde telaşla hafıza kartının yerini kontrol etmiş hala yerinde olduğunu görmüştü. Bu onu rahatlatmaya yetmezken Kang Tae'nin onu her zamankinden daha fazla sık boğaz etmesi yakalanma korkusunu günden güne arttırmıştı. Her gün Kang Tae onu hastaneye bırakıp yine o hastaneden almaya başlamıştı. Dışarıya çıkmak istediğindeyse yine o onunla geliyordu. Bu mümkün olmuyorsa eskiden bir korumayla gezdiği sokakları üç korumayla geziyordu. Ciddi bir gözetim altındaydı.

Arabasının ona verilmiş olması Kang Tae'nin yeni önlemler alması yüzünden çok bir işine yaramamıştı. Bunun için onunla bir sefer tartışsada zararlı çıkacağını anladığı için susmuştu. Bir şeylerden şüphelendiğini pekala anlıyordu ve artık Kang Tae'nin hiçbir şekilde geri adım atmasını sağlayamıyordu.

Kang Tae'nin omzu iyileşeli biraz olmuştu. Tabii bu onu yıkamayı ya da giydirmeyi yavaş yavaş bıraktığı anlamına da geliyordu. Son zamanlarda o bunları yaparken ona ilgiyle bakan gözlerin yerini şüpheyle değiştiğini görüyordu. Sanki her an kaybolup gitmesinden korkuyormuş gibi sürekli temas halinde kalmak isteyen adamla ne yapması gerektiğini hiç bilmiyordu.

Yine uyumak üzere oldukları bir gecedeydiler. Sırtı onun gövdesine yaslıydı. Onun sağlam koluna yatıyor karnını ovalayarak onu rahatlatmaya çalışan adamın elini eliyle göbeğinin üstünde tutarak durduruyordu. Biraz daha buna devam ederse bir kez daha kusacaktı.

"Daha kötü oluyor, yapma."

"Sanırım yemek senin için fazla baharatlıydı."

"Ama yemesi çok keyifliydi."

Saçlarına dudaklarını bastırarak "Tüm akşam tuvaletteydin." diyen adama "Hatırlatma." demekle yetindi. Tuvalette yatmak istediği bir gecedeydi.

"Sabaha kadar geçmezse ne yapacaksın? Doktora gitmeli miyiz?"

"Yarın ameliyatım yok. Sorun olmayacaktır. Hem unuttun mu bende doktorum."

"..."

"Neden gidip uyumak yerine benimle oyalanıyorsun? Yarın işe gidecek olan ben değilim sensin?"

"Sen huzurlu değilken ben de huzurlu olamıyorum."

"Ama ben yarın sen gittikten sonra da uyuyacağım bu yüzden daha fazla geç olmadan uyumalısın."

"Ben uyurken ne yapacaksın ki bu kadar çok uyumamı istiyorsun?"

"Bu nasıl bir soru?"

"Ben uyurken bir şeyler yapmak isteyeceğini düşünmem sana çok garip geldi değil mi? Haklısın çok tuhaftı."

"..?"

"Ama ben bu ara yaptığın ya da söylediğin her şeyin arkasında bir sebep olduğunu düşünüyorum. Her hareketinden bin farklı anlam çıkartıyorum. Öyleki bazen gerçekten kafamda kurduğum ihtimallere inanıp sana öyle davranıyorum."

"..."

"Peki sen benim neden bu halde olduğumu biliyor musun?"

"Eğer sen söylemezsen ben bunun sebebini bilemem."

"..."

"Bir gün beni kullandığın herhangi bir kağıt havluymuşum gibi kenara atacağını hissediyorum. O gün geldiğindeyse ben yapabileceklerimden korkuyorum."

"..."

"Eğer planın buysa Yoon buna devam etme ve bana çekinmeden söyle. Çünkü ben bunu bir şeklide kendim öğrenirsem ikimiz için de hiç iyi olmaz."

"Neden şimdi bana bunları söylediğini bilmiyorum fakat sana şunu söyleyebilirim ki cehenneme gitsende ben de seni arkandan takip edeceğim. Çünkü ben sana senin zannettiğinden daha fazla bağlıyım."

"..."

"Belki seni seviyorum gibi cümleler kurmayı pek beceremiyorum. Ya da mum ışığında yemek yemeyi romantikleştiremiyorum ama ben sana bir madde bağımlısı kadar bağımlıyım."

"..."

"Beni günden güne çürüteceğini hatta bir gün öldüreceğini bilsem de sen benim için damarlarımdan atamadığım ve artık atmak da istemediğim bir parçamsın."

"Yani bana uyuşturucun olduğumu söylüyorsun?"

"Evet, öylesin."

"Bu hoşuma gitmedi."

"Neden?"

"Çünkü bu benim sana olan hislerimi tarif ediyormuş gibi hissettiriyor ve ben olmak hoşuma gitmiyor."

"..."

"Sen hayatıma girdiğinden beri neredeyse günün yüzde yüzünde aklımda sen varsın."

"..."

"Hayatımdaki varlığının sebebinin yine ben olduğumu biliyorum bu yüzden bazen senin yapmak isteyebileceğin şeyleri normal karşılamam gerektiğine dair kendimi ikna etmeye çalışıyorum ancak sen bana yapmamam gereken bazı hatalar yaptırıyorsun ve ben sana kıyamadığım için beni kullanmana izin veriyorum."

"Hata derken?"

"Seni basit bir trafik kazasında ölmüşsün gibi göstererek hastaneden çıkmana hiçbir zaman izin vermemem gerekiyordu mesela."

"..."

"Bunu yapmıyorsam da en azından seni Güney'e götürmemem gerekiyordu. Şimdi orada neyi değiştirdiğini ya da neyi değiştirmediğini bilmiyorum."

Yoon yatakta oturup bacaklarını aşağı sarkıttıktan sonra ona "Eğer bana kafesimin kapısını biraz açmanın hata olduğunu söylüyorsan ben de sana benim için komple hata olduğunu söylerim. Birbirimize verdiklerimizi ya da aldıklarımızı karşılaştıracak durumda değiliz. Eğer karşılaştırmaya çalışırsan zararlı çıkan kişi sen olursun. Ayrıca ben senin akvaryumundaki süs balığın değilim. Bana öyle bir muamelede bulunursan yaşayamam, kısa sürede boğulurum. Ki bu halimle bile ben boğulmak üzereyim. Bana nefes alabileceğim bir alan tanıman gerekiyor. Bunu yapmıyorsan da yeni sınırlarımda beni rahat bırak." dedi.

"..."

Daha fazla konuşmak istemediğini anladığında "Sana iyi geceler diliyorum." diyerek yatak odasından çıkıp kapıyı kapattı.

Mutfağa gittiğinde mide bulantısını bastırması için kendine bitki çayı hazırladı. Midesi tamamen boşalmadan rahatlayamayacağını biliyordu. Bu yüzden midesini boşaltmak için çayı içmeden önce kusma refleksini parmaklarıyla uyararak kendini kusturdu.

Rahatladığını hissettiğinde salondaki koltuğuna yerleşti. Bunu daha önce yapmadığı için pişmandı. İshal devam etsede en azından kusması durmuştu. Akşam yemeğinde yedikleri yemek ona ağır gelmişti. Bağırsaklarınıda boşaltmayı başarabilirse tamemen rahatlayacağını biliyordu.

Birkaç kez daha acele adımlarla tuvalete koşturduğunda artık sindirim sisteminin içinde hiçbir şey kalmadığından emin olmuştu. Bu kadar tuvalet macerasından sonra fazlasıyla pis hissettiği için kendi banyosunda sıcak bir duş almıştı.

Bir pamuk şeker gibi fazlasıyla gevşeyen bedenini pikesinin altına girdirirken uyku onu büyük bir güçle kendine çekiyordu. Kang Tae'nin uyuduğunu düşünerek uyandırmamak için yatak odasına gitmemiş misafir odasında uyumayı tercih etmişti. Yattığı yatakta uyuması fazla bir zamanını almayacak bugünlerde çözümlemekte zorlandığı Kang Tae'nin yanına gelip yattığını bile belli belirsiz hatırlayacaktı. Celladı ona belinden sarılırken o kabuslarını süsleyen ölüm günlerinin hayaliyle boğuşup duracaktı. Ne yaşayacaklarsa yaşasınlar aklı onlar için hep bu sonu hazırlayacaktı. Çünkü ona göre ikisi de bu hayatta yaşamak için fazla kirlenmişlerdi.

Saçma uyku düzeniyle onunla beraber uyandığında her günkü gibi onun etrafta koşuşturmasını izlemiş, üstündeki pijamayla mutfakta beraber kahvaltı yapmışlardı. O evden çıkarken onu takip etmiş dış kapıdan çıktıktan sonra ona dönüp yanağını öpen adama basitçe gülümsemişti. Buraya kadar her şey masumdu. Ona göre böylede kalmalıydı ancak bugünlerde ne yazıkki kalmıyordu.

Gülümsemesi silen şey her günki gibi üstüne kapatılıp kilitlenen kapı yüzünden olmuştu. Kısa koridorda yere çöküp dizlerini kendine çekerken başını geriye atmıştı. Sabretmesi gerektiğini kendine hatırlatmaya çalışsada sabredemiyordu. Yine kendini yetersiz hissettiği bir dönemdeydi. Bir işe yarayamamak yaşadığı ya da yaşayabileceği her şeyden daha değersiz olduğunu hissetmesine neden oluyordu.

Birkaç gün sonra kendini bir kadın doğum uzmanının karşısında bulduğunda burada ne işimiz var dercesine Kang Tae'ye bakıyordu. O ise Yoon'la ilgilenmiyormuş gibi yapıp mimiksizce doktora bakıyordu.

"Ultrason raporları ve kan tahlilinize göre bir önceki doktorunuzun söylediği gibi evet erken menapoza girmek üzeresiniz. Bunu ilaçlarla geciktirebiliriz ancak engelleyemeyiz."

"..."

"Çocuk sahibi olmayı düşünüyorsanız acele etmek zorundasınız, ya da overlerinizden transabdominal yöntemle hücre toplatmalısınız."

"..."

"Karar verene kadar ilaç tedavisine başlamak ister misiniz?"

"Teşekkür ederim ama hiç bir tedaviyi kabul etmiyorum." dedikten sonra hızla odadan çıkmıştı. Kang Tae'yi o an oyalayabilmek için söylediği gerçek başına bela olmuştu. Yine de bu ona böyle bir şey yapma hakkı tanımıyordu.

"Sana zaten çocuk sahibi olmak istemediğimi söylemiştim."

"Bu senin tek başına alabileceğin bir karar değil. Gelecekte böyle bir şeyin ayağımıza dolanmasını istemiyorum. Geç olmadan dedikleri işlemi gerçekleştirmelisin."

"Biliyor musun ben senin bu halinle ikimizin beraber olduğu bir geleceği hayal edemiyorum. Hayal edebildiğim o nadir anları sen zaten şimdiki gibi kendi elinle çok güzel bir şekilde bana zehir etmeyi başarabiliyorsun. Bu yüzden saçma sapan hayaller kurmaktan vazgeç."

"Bana o hayalleri veren senken şimdi benimle böyle konuşamazsın."

"Sana hiçbir zaman çocuk sahibi olacağımıza dair söz vermedim."

"Evet belki öyle ama sen bana benim her şeyim olacağına dair söz verdin."

"..."

"Bu işlemi yaptırmanı istiyorum. Gelecekte eğer yine çocuk sahibi olmak istemezsen olmayız olur biter."

"İstemiyorum."

"..."

Ameliyathaneye girene kadar başının etini yiyen adamdan ameliyathane kapısını yüzüne kapatarak kurtulmuştu. Seo Kang Tae'den çocuk sahibi olma fikri ona şu an gireceği bu ameliyattan daha korkunç geliyordu. Böyle bir şeye hiç ama hiç gerek yoktu.

Deneylerdeki yeni gelişmeyse fetüsün trombüs oluşturma eğilimin kırılmış olmasıydı. Daha embriyo bir hücreden ibaretken DNA'da pıhtılaşma faktör eksikliği oluşturmak için bazı hasarlamalar yapıyorlardı. Şimdilik işe yarıyormuş gibi görünüyordu. Tabii kişi karaciğer nakli oluyorsa ömür boyu ilaç kullanmak zorunda kalacaktı. Bu fikir Dr. Hana'nın öncülüğünde gerçekleştirilmişti. O çatlak karı hedefine bir şekilde ulaşmıştı. Ancak bu gelişim klon üretim maliyetinin fazlasıyla artmasına neden olmuştu.

Kang Tae'yi sekiz saatlik zor bir ameliyatın sonunda kapıda beklediğini gördüğünde bir iç çekmişti. Onunla tartışmak istediği bir modda değildi. O an tek derdi huzurlu sessiz bir ortamda hoş denebilecek vakit geçirmekti.

Yoon "Yine yorgun görünüyorsun." derken çocuk mevzusunu yeniden açmamasını umuyordu.

"Sen de öyle."

"Sekiz saat ayakta kalmak kolay değil, artık ayak tabanlarım ağrıyor."

"Biraz kafa dağıtmaya gidelim mi?"

Gülümsemeye çalışarak "Kafa dağıtmaya mı gidececeğiz yoksa şişirmeye mi?" diye sordu Yoon.

"Söz konusu bizsek eğer ikisi de mümkün."

"Eve gidip o saçma programları izlemekten iyidir. Hadi gidelim."

"Aç mısın?"

"Tabii ki de açım."

"Bunu senden duymak çok garip."

"Benimde midem var."

"Bundan emin değilim. Doğru düzgün yemek yediğin anlar çok nadir."

"İçimi ameliyathanede açıp görmek ister misin?"

"Bu gece değil Yoon."

"Demek başka zaman açacaksın?"

"Hayır. Onu bu gece imalarda bulunup birbirimizin canını sıkmak yok anlamında söylemiştim."

"..."

Kang Tae onu lüks denilebilecek bir restauranta götürdüğünde ilgisizce camdan dışarıya bakıyordu. Evde yemekle dışarda yemek yemenin ona göre 'artık' çok fazla bir farkı yoktu. Yanan şamdanlardan bunun romantik bir an olması gerektiğini anlıyordu ancak o hiç öyle bir havada değildi. Biraz önce Kang Tae bu geceyle ilgili tüm hevesini ondan tek bir cümlesiyle almıştı. Daha fazla burada kalmak istemiyordu.

"Doktor-"

"Hayır."

"İtiraz etmeden önce beni dinlemeni istiyorum."

"Hep aynı şeyleri söyleyip duruyorsun. Ayrıca biz evli bile değiliz, çocuk sahibi olmayı düşünmek için henüz çok erken değil mi?"

"Evet ama senin beklemek için zamanın yok. Radyoterapi aldığın için hücre sayın fazlasıyla azalmış. Neden radyoterapi almadan önce önlem almadınki?"

"O zamanlar sadece bir öğrenciydim. Kazancım çok sınırlıydı. Bütçem radyoterapiden önce overlerimi dondurmak için yeterli gelmedi. Hem ben taşıyıcı anne fikrine hiçbir zaman sıcak bakmadım."

"Taşıyıcı anneye gerek yok. Bizim laboratuarda yetiştiririz."

"Kesinlikle olmaz."

"Çok inatçısın."

"Neden bu kadar çok çocuk sahibi olmak istiyorsunki?"

"Tüm bu çabamın ben öldükten sonra haketmeyen insanların kontrolüne girmemesi için."

"Sen öldükten sonra kurduğun bu düzenin kime kalacağı neden umrunda olsun?"

"Silah sevkiyatını sadece para için her yere yapabilecek insanlar var. Örneğin ısrarla kızıyla evlenmemi isteyen amcam gibi. Bu sadece beni ilgilendiren bir şey değil. Toplumsal bir sorun."

"O zaman silah üretmeyi bırak."

"Birinin bu işi Güney Kore için yapması gerekiyor. Yoksa ülkece dışa bağımlı oluruz."

"Belki kardeşin bu işi senden daha iyi yapar."

"O daha çok mimarlık yapmakla ilgileniyor. Babam kurban olarak beni seçtiği için silah ticaretinden anlayan biri olarak yetiştirilmedi."

"Geçmişe dönüp babanı daha sen çocukken öldürsem şimdi bunların hiçbiri yaşanmazmış gibi hissediyorum."

"Evet yaşanmazdı, ancak o zaman seninle tanışamazdım."

"Belkide hiç tanışmamamız ikimiz içinde daha iyi bir seçenekti. Biz sadece birbirimize zarar veriyoruz."

"Tam da tahmin ettiğim gibi cümleler kuruyorsun. Oysaki ben bu gece..."

"..?"

"Boşverse, yemeğini ye. Bu gecenin artısı en azından mideni dolduracak iyi bir aşçının elinden çıkmış bir ziyafet olsun. Yok yere buraya gelmiş olmayalım."

Yemeğinden tattığında daha önce bu kadar lezzetli bir şey yemediğini düşünmüş tabağını bitirene kadar iştahla yemişti. Kang Tae zoraki bir gülümsemeyle kendi tabağını önüne koyduğunda onu da yemişti. Ya bugün fazla açtı ya da bu aşçı gerçekten yetenekliydi. Karşısındaki adamın bir şeye bozulduğunu anlasada umursamamıştı. O anki tek derdi yemekti.

Kang Tae toplantı için Güney'e gideceğini ancak onu götürmeyeceğini söylediğinde çubuklarını tabağının kenarına bırakmıştı. İtirazda bulunmak istese de bunu yapmamıştı. Onunla ilgili her şeyden fazlasıyla yorulmuş bir haldeydi. O yokken en azından hastaneye gitmeyecekti. Kendini bununla avutmaya çalışıyordu. O gelene kadar evden çıkmasını istemediğini söylediğindeyse masadan hızla ayağa kalkmıştı. Biraz daha yüzüne bakarsa bu kadar insan içinde ona bağırarak rezillik çıkaracaktı ama böyle bir şeye de gerek yoktu.

Canı oldukça sıkkınken cama başını yaslamıştı. Şeritler gözlerinin önünden kaydığı gibi gözlerinden yanaklarına doğru da birkaç damla yaş süzülmüştü. İşte aşık olduğu adam buydu. Onu her gün biraz daha içten içe öldüren Seo Kang Tae'ydi. O artık onun tutsağı olmak istemiyordu. Ama tutsağıydı. Sadece bazen onu tutan zincirler biraz gevşetiliyor bazense şimdi olduğu gibi sıkılaştırılıyordu. Değişmeyen şey yine ve yine tutsaklığıydı.

"Yoon Jin." diyen adama karşılık göz yaşlarını ona göstermemek için yüzünü ona çevirmemiş sadece dudaklarından onu dinlediğini belirten birkaç mırıldanma çıkmıştı.

"Yarın işim biter bitmez seni uzun süre yalnız bırakmamak için saat kaç olursa olsun geri döneceğim."

"Sorun yalnız kalacak olmam mı sanıyorsun? Ben zaten sen hayatıma girmeden önce de yalnızdım."

"O zaman neden bu kadar canın sıkkın?"

"Gerçekten bilmiyor musun?" diyerek hayret etmiş, alaycı bir şekilde gülümseyerek yüzünü ona çevirmişti. Ancak daha cevabını alamadan gecelerini daha da mahvedecek bir olay daha vuku olmuştu.

Arabalarına Kang Tae'nin oturduğu kapı tarafından çarpan başka bir araç yüzünden asfalt yolda bir ağaca çarpana kadar biraz sürüklenmişlerdi.

Yoon onu yerinde tutan emniyet kemeri sayesinde ufak birkaç çizik hariç zarar görmemişti. Kang Tae'yle Jack de iyi gibi görünüyordu. Jack'in şöfore seslenmesine rağmen yanıt alamamasıyla adamın başının kanadığını görmüş şişen yastıklardan kurtulmaya çalışarak ona ulaşmaya çalışmıştı.

Daha uğraşıyorduki silah sesleri duyulmaya başlamış Kang Tae seri bir hareketle onu belinden tutarak arabada ayaklarını koydukları yere otutturmuştu.

"Ne olursa olsun ben gelene kadar arabadan inme. Yerinden de kıpırdama. Şoföre şu an için yapabileceğin bir şey yok. Her şey bittiğinde onu hastaye götüreceğiz." diyerek Jack'in arkasından araçtan inmişti.

Tanımadığı biri karşı kapıyı açmaya çalıştığında Jack onu başından vurmuş adamın kanı cama sıçramıştı. Ne yaşadıklarını anlayamazken o sadece dizlerini kendine çekmekle yetinmişti.

Çok uzun süredir ölümü için korku duyamayacak kadar yaşamaktan vazgeçmiş bir haldeydi. Tabii bu gereksiz yere insanların birbirlerini öldürmelerini desteklediği anlamını da taşımıyordu.

Gözü koltuklara kaydığında Kang Tae'nin oturduğu yerde bir yüzük kutusu farketmişti. İçini açtığında içinde bir çift yüzük olduğunu görmüştü. Demek bu gece Kang Tae ile daha ılımlı bir konuşma yapsalardı ona evlenme teklifi edecekti. Buna nasıl tepki vermesi gerektiğini bilemezken silah sesleri altındayken çokta tepki vermesinin gerekmediğini düşünmüş sebepsizce yüzük kutusunu ince ceketinin cebine koymuştu. Ona bu kutuyu daha sonra verebilirdi.

Silah sesleri kesildiğinde bir süre Kang Tae'nin gelmesini beklemiş ancak o gelmemişti. Ne olduğunu anlamak için araçtan indiğinde etrafında birçok ceset olduğu görmüştü. Kang Tae elindeki silahla biraz uzakta ayakta gayet sağlıklı görünüyordu.

Bacağından ve karnından vurulan bir adamın inleme sesini duyduğunda yavaşça onun yanına yaklaşmıştı. Jack'in "O bizim adamımız değil Bayan Yoon." dedikten sonra adamın gögsüne üç el ateş etmesiyle gözlerini kapatıp başını yan tarafına çevirmişti. Nedense Jack'in böyle bir şey yapabileceğine bu gece defalarca görmüş olmasına rağmen inanamıyordu.

Silah sesinin geldiği yöne bakan Kang Tae, Yoon'un araçtan çıkmış olduğunu görmüş hızla ona doğru gelmeye başlamıştı. O "Sana araçtan inmemeni söylemiştim." derken Yoon telaşla ölen adamın silahını yerden alıp Kang Tae'ye doğru doğrultmuştu. Çok geçmedende silahı ateşlenmiş böylece Kang Tae'nin "Neden beni hiç dinle-" diyen sözleri yarıda kesmişti.

Kang Tae o anlarında şaşkınlık ve hayal kırıklığını aynı anda yaşıyordu. Yoon'dan böyle bir şeyi hiçbir zaman beklememişti. Bunu nasıl yapabilmişti? Doğru ya Yoon zaten ona defalarca onu öldüreceğini söylemiş ancak onu ciddiye almamıştı.

Jack Yoon'un elinden hızla silahı alıp kolundan sıkıca tutarken Kang Tae hissetmediği acı dalgasıyla ne olduğunu çözmeye çalışıyordu. Duyduğu metal bir şeyin yere düşme sesiyle arkasına döndüğünde ne olduğunu anlaması uzun zamanını almamıştı. Yoon onu değil ona bıçakla saldırmaya çalışan başka bir adamı kolundan vurmuştu.

Kang Tae hala şaşkın olduğunu belli eden bir yüz ifadesiyle adamı çenesiyle Jack'e gösterek "Korumalara sorgu için adamı depoya kaldıracağımızı söyle. Ayrıca Yoon'u eve götürmeni istiyorum. Burası güvenli değil." demişti.

"Nasıl isterseniz Bay Seo."

Jack diğer korumalarla konuşmak için gittiğinde Kang Tae Yoon'a "Beni öldürmek istediğini düşünüyordum. Neden başka birinin bunu yapmasına izin vermedin?" diye sormuştu.

"Çünkü bu zevki başka birinin elimden almasına izin veremezdim. Unutmaki seni ben öldüreceğim."

Gülümseyerek "Hiç tanımadığım bir adamın beni öldürmesinde senin beni öldürmeni tercih ederdim." diyerek Yoon'un yanağındaki kurumuş tırnağıyla kazıyan Kang Tae onun gözlerinin içine bakıyor, karşısındaki kadının ne yapmaya çalıştığını çözümlemeye çalışıyordu. Şimdiye kadar onu öldürmediyse ,özelliklede bunu bugün yapmadıysa, bundan sonrada yapamaz diye düşünüyordu. Yoon'sa sadece bunun doğru zamanını bekliyordu. Şimdi onu öldürmek bir işine yaramaz o olmadığı için ömür boyu Kuzey'den çıkamazdı. Kuzey'den çıkamazsa hiçbir şey yapamazdı.

Bindikleri arabayla eve dönemeyecekleri için Kang Tae onu diğer korumaların arabasına bindirmiş önden onu Jack'le eve göndermişti ama ev yolunda yeniden önleri kesilmişti. Bunun üzerine Jack biraz önce elinden aldığı silahı tekrar eline tutuşturmuştu.

"Bu sefer bölündüğümüz için daha az kişiyiz. Sizi öldürmek istediklerini pek sanmıyorum. Ancak her ne olacaksa engelleyemeyeceğiz. Sadece Bay Seo sizi bulana kadar hayatta kalmaya çalışın. Bunun için ne gerekiyorsa çekinmeden yapın."

Şöfor arabayı geri geri sürerek kaçmaya çalıştığında arkalarından başka bir araç onlara çarparak gitmelerini engellemişti. Arka cam bu darbeyle parçalandığında başlarından irili ufaklı cam parçaları yağmıştı. Jack Yoon'u korumak için üstüne eğildiğinden ona çok bir şey olmamıştı. Araçlardan inilip çatışma başladığındaysa Jack boynundan yediği cam parçası yüzünden kıpırdayamaz bir halde gelmişti. Cam karotise fazlasıyla yakındı. Damar ani bir hareketiyle parçalanırsa beş dakikaya kalmadan ölürdü.

"Kıpırdama Jack. Yeri çok tehlikeli."

Canının fazlasıyla yandığı sesinden oldukça belli olan adamın "İki kişi halle-demezler. Git-meliyim." demesiyle adama "Evet ama bu halinle sen gitsende bir işe yaramayacaksın. Camı ameliyatla dokulara zarar vermeden çıkartmamız lazım." dedi.

"Bura-dan sağ çıkabile-ceği-mi hiç san-mıyorum."

"Konuşma. Sen konuşunca cam hareket ediyor. Ayrıca sen neden sağ çıkamayacak mışsın? Elbetteki çıkacaksın."

Jack ona acı dolu bir gülümseme sunarken o camı oynatmamaya çalışarak yaraya bastırıyordu. Kanama dağ kadar iri olan adamı bile halsiz bırakacak kadar fazlaydı.

Diğer iki korumanın öldüğünü susan silah seslerinden anlamıştı. Kilitli olan arabanın kapısını camı kırarak açtıklarında onu kolundan tutarak araçtan indirmişlerdi.

Çince "İçerdeki adamı öldürün. Çok fazla oyalandık gidiyoruz." diyen adamı anlayamamıştı belki ama elinde silahla araca yürüyen adamdan Jack'i öldüreceklerini anlamıştı. İşte o an kolundan tutan adamdan kurtulmak için çenesine dirseğini geçirmiş birkaç saniyeliğinde olsa adamdan kurtulmayı başarmıştı. Kendisini korumaya çalışan birinin ölümüne asla katlanamazdı.

"JACK!"

"JACK!"

Jack'e silah tutan adamın kolunu yana doğru iterek onu vurmasını engellemişti ancak bu sefer iki kişinin kollarından tutup onu Jack'ten uzaklaştırmasıyla elinden başka bir şey gelmemişti. Tek el silah sesini duyana kadar Jack'in adını sayıklayarak çırpınıp durmuştu.

"Jack."

Adamlar onu zorla bir araca bindirdiğinde ellerini arkasından iple bağlamışlardı. Gözlerine geçirilen siyah kumaş yüzünden bir şey göremezken o sessizce Jack için ağlamıştı. Elinden bundan daha fazlası gelmediği için çok üzgündü. Belkide yarasıyla ilgilenmeye çalışmak yerine Jack'in ona verdiği silahla mücadale etmeliydi ama o çatışma sırasında dört kişiyi öldürebilecek kadar iyi bir silah kullanıcısı değildi. Silahla ilgili tecrübesi bir sefer sırf meraktan Eun'la gittikleri atış poligonu kadardı.

O an etrafında Çince konuşan ekibi anlamak gibi derdi yoktu. Zaten istesede anlayamazdı. Çince bilmiyordu. Üstünde telefon var mı diye ceplerini kontrol etmelerindense fazlasıyla irite olmuştu. Ellerini bir an önce bedeninden çeksinler istiyordu.

Araba durduktan sonra onu araçtan indirip hiç hoş kokusu olmayan bir binaya girdirip merdivenlerle ikinci kata çıkartmışlardı. Bir sandalyeye otutturulduğunda siyah kuşak gözlerinden çıkarılmıştı. Karşısında daha önce burada ameliyat ettiği bir adam vardı ve arkasındaki başka bir adam kafasına silah doğrultuyordu. O ise birkaç kelime çince konuştuktan sonra yüzük kutusunu masaya koyan adama boş gözleriyle bakıyordu. Nihayet ,anladığı bir dilde, ingilizce konuşmaya başlamışlardı.

"Şimdi sizi buraya neden getirdiğimi merak ediyorsunuzdur?"

"..."

"Bize klonların neden çabucak yaşlanmadığının bilgisini vermenizi istiyoruz. Ya da en baştan hangi aşamalardan geçirilerek üretildiğini."

"Beni öldürsenizde size bunun bilgisini vermeyeceğim. Kafama dayadığınız silah beni korkutmuyor." derken ses tonu sertti. Yanağındaki kurumuş göz yaşları, kızarmış gözlerine rağmen çaresiz bir kadının görüntüsüne sahip değildi. Elinden gelse karşısındaki bu adamların hepsini tek kaşık suda boğardı.

"O halde sizi konuşturmak için üzerinizde başka şeyler mi denemeliyim? Bunu yapmamı istemezsiniz diye düşünüyorum?"

Yoon, Kang Tae'nin onun için geleceğini biliyordu sadece adamı biraz oyalaması gerekiyordu.

"Siz de mi klon üretimi yapıyorsunuz?"

"Bütün dünyanın yaptığı gibi evet bizde klon üretimi yapıyoruz. Ancak sizin klonlarınız aksine bizimki yaklaşık onbeş yılda bir tekrarlayan nakiller istiyor. Anlayacağınız bu alıcılar için hiç iyi değil."

"Demek bu yüzden buradaki hastanede ameliyat olmak istediniz."

"Aynen öyle."

"Peki ben bu bilgilerin kullanılarak yeni klonlar üretilmesine neden ön ayak olmalıyım? Karşılığında ne alacağım?" dedi çenesini dikleştirerek.

"Seo Kang Tae'nin sizi burada zorla yanında tuttuğunu biliyoruz. Eğer bize yardımcı olursanız bizde size yardımcı oluruz."

"Siz beni Seo Kang Tae'den koruyabilecek kadar güçlü görünmüyorsunuz."

"Sandığınızın aksine beyninizdeki sinyal vericiden sizi kurtaracak kadar güçlüyüz."

"Öyleyse Kang Tae'nin beni almaya geleceğini de biliyorsunuzdur."

"Sizi ilk aldığımızdan itibaren yanımızda özel bir sinyal kesici taşıyoruz. Yani sizi bulması mümkün değil. Böylesi bir durumda ya bizim teklifimizi kabul edip Çin'de güvenli bir hayat yaşayacaksınız ya da burada ölüp gideceksiniz. Size üçüncü bir seçenek sunmuyorum."

"Düşünmem için bana zaman verin."

"Öyle bir zamanınız yok Dr. Kim. Vaktimiz daralıyor."

"Az önce bana Kang Tae'nin beni bulamayacağını söylemiştiniz. Bu durumda bolca zamanınız olmalı. Yalan söylüyorsunuz."

Arkasındaki adam silanın horozunu indirdiğinde adam ona "Yalan söylüyor olsam da ,ki söylemiyorum, yaşamak istiyorsanız söylediklerimi yapmak zorundasınız." diyerek karşısına çektiği sandalyeye oturmuştu. O ise biraz daha zaman kazanmak için "Pekala." demişti.

Adamın ses kaydediciyi çalıştırdığını gördüğünde bol bol tıbbi terim kullanarak Japonca bağırsaklarda yaşayan tenya için verilen ilaçları uzun uzun anlatmış, konu kalmadığında da bu ilaçların olabilecek tüm yan etkilerini anlatmıştı. Adamın onunla dalga geçtiğini anlaması bir yarım saatten fazla zamanını alırken işin sonunda yanağına sert bir tokat yemişti. O adama kanayan dudağıyla gülümserken adamın sinirden köpürmesinden fazlasıyla zevk alıyordu. Bu bilgilerin hiçbir koşulda başkaları tarafından kullanılmasını istemiyordu. Elbetteki vermeyecekti.

Getirilen testereyle gülümsemesi yüzünden silinirken sağ el parmaklarını zorla masaya koyan adamlara telaşla anlatacağını söyleyerek elini onlardan kurtarmıştı. Tekrar elleri birbirine bağlandığında testereyi arada çalıştırarak onu korkutan adam yüzünden sesi titreyip duruyordu. Kesinlikle testereyle parçalanmak gibi bazı fantezileri yoktu. Eğer bu gece fırsatı olursa Jack için bu adamı öldürekti. Çünkü Jack'in ölüm emrini bu adam vermişti.

Bu sefer sadece en önemli bileşeğin adını yalnış söyleyip diğer tüm klon üretim aşamaları olduğu gibi anlatmıştı. Dışarıya çıkıp iletişim kurdukları doktor onları onayladığında onu boş odada yalnız bırakmışlardı. Nedense onu Çin'e götüreceklerine hiç inanmıyordu. Götürselerde buna benzer bir hayatının olacağını tahmin edebiliyordu. Onu elbetteki Kang Tae gibi özgür bırakmayacaklardı.

Bu yüzden iplerden kurtulmak için yerinde kıpırdanıp durmuş ipleri kesebilmek için etrafında bir şey olup olmadığına bakmıştı. Odada sadece ,kanlı daha önce bir işkence masası olarak kullanıldığı belli olan masanın, üzerinde testere vardı ve onu kullanmak hiç iyi bir fikirmiş gibi görünmüyordu. En azından çalışırken onu asla kullanamazdı.

Ayakları birbirine bağlı olsada elleri sandalyeye sabit değildi. Bu yüzden ayağa kalkıp yere oturumuş arkasından bağlı olan olan ellerini önüne getirmek için çabalayıp durmuştu. Bunu başardığında ipleri dişleriyle çözmeye çalışmıştı. Neredeyse çözmüştüki bir patlama sesinden birinin ona yardıma geldiğini anlamıştı. Silah seslerinin başlamasının ardından kapıdan içeri giren adam yapmaya çalıştığı şeyi görmüş hızla yanına gelmişti. Ayak bileklerini çözdükten sonra onu ayağa kaldırmıştı. Acelesi olduğu için iki kolunu birbirine bağlayan ipi yenileme gereksinimi duymamıştı. Zaten kırkbeş hadi taş çatlasın elli kilo ağırlığında görünen bir kadın ona ne yapabilirdiki?

Yoon merdivenlerden indirilmeye çalışırken çözmeyi sonunda başardığı elleriyle adamı aşağıya doğru itmişti. Yerde bacağını tutarak kıvranan adamın ölmediğini anlamak elbetteki zor değildi. Hızla yukarıya doğru koşmaya başlamıştıki bu sefer de önünü başka bir çinli kesmişti. Tekrar aşağı doğru koşmaya başladığında başka bir adamı görmüş çıktığı odaya doğru hızla girip kapıyı kilitlemişti. O adamların, bulunana kadar onu başka bir yere götürmelerine izin veremezdi. Kang Tae'ye biraz yardımcı olmak zorundaydı.

Kapıyı kırmaya çalışan bir adama karşılık testereyi eline alıp kapının yanında durmuştu. Kapı açıldığındada çok düşünmeden testereyi çalıştırarak adamın neresine denk getirdiğine bile bakmadan adama doğru savurmuştu. Korkunç bir çığlığın ardından adamın kolunun koptuğunu gördüğünde testereyi elinden atmış yerine adamın kopuk elinden yere düşen silahı almıştı.

Orayı anında terkederken tekrar aşağı inmek için merdivenlerden aşağı inmeye çalışmış ancak biraz önce merdivenden ittiği baygınmış gibi görünen adam onun ayak bileğinden tutarak yere düşürmüştü. Düşmesiyle silah elinden kaymış biraz ileriye savrulmuştu. Adamın ayağında ciddi bir açık kırığı vardı. Yoon serbest olan ayağıyla adamın bacağını defalarca tekmelediğinde kemiği tamamen vücuttan ayrılmıştı. Yine iğrenç bir böğürmenin ardından adam onu bıraktığında ona "Bu Jack içindi." demişti. Bu adam Jack'in ölüm emrini veren adamdı.

Yerden aldığı silahı sesleri duyup onu yakalamak için koşuşturan başka bir adamın bacaklarına doğru ateş etmişti. Henüz birinin ölümünün sorumluluğunu alabilecek kadar uçmamıştı. Ama bu onu sakat bırakamayacağı anlamına gelmiyordu. Bu yüzden onun Jack'i öldüren adam olduğunu anladığında iki dizinede defalarca ateş etmişti. Tabii tecrübesiz olduğu için çoğu kurşunu isabet ettirememişti.

Arkasını döndüğünde ona silah doğrultan bir grup Kuzey Kore polisi görmüştü. Yalnış anlaşılmamak için hızla elindeki silahı yere bırakmıştı. Elbetteki ne yaptığını görmüşlerdi. Onu yere yatırıp üstünü aradıktan sonra ona kim olduğunu sormuşlardı.

O da kısaca Kim Yoon Jin demişti. Çinlilerin ihbar edilen garip davranışları yüzünden baskın düzenledikleri bu terkedilmiş eski fabrikada tesadüfen onu bulmuşlardı. Henüz onun düşman olup olmadığını bilmiyorlardı. Açıkcası Yoon'da onları görene kadar yardıma gelen kişinin Kang Tae olduğunu düşünmüştü.

Kelepçeleyerek götürüldüğü karakolda Yoon'u sorguya çekmişlerdi. O da başından geçenlerin hepsini anlatmıştı. Bilgi için sıkıştırıldığını söylediğinde Kim Suk Yeol'ün sekreteri onunla konuşmak için gelmişti. Ona da yaşadığı şeyleri anlatmış onlara ne söyleyip neyi söylemediğini bir bir saymıştı.

"İyi iş çıkartmışsınız. Merak etmeyin hiçkimse bu ülkeden bizden habersizce çıkamaz. Elimizden kaçırdıklarımızı ilk fırsatta yakalayacağız. Sadece siz bundan sonra daha dikkatli olmaya çalışın. Görüyorumki açık hedef haline gelmişsiniz. Güvenliğinizin arttırılmasını için Bay Seo'ya uyarıda bulunacağım. Yurt dışına çıkmanızı da önermiyorum. Burada böyle bir şey yaşanabiliyorsa dışarda daha fazlası yaşanabilir demektir."

"Ona bunu söylemeyin lütfen."

"Neden?"

"Adamları peşimden zaten düşmüyordu. Şimdi hiç düşmez."

"Üzgünüm ama bunu söylemek zorundayım."

"..."

Sorgu odasından çıktığında onu bekleyen adamla derin bir iç çekmişti. Onun fazlasıyla endişeli olduğunu görebiliyordu. Bu yüzden kollarını ona sıkıca saran adamın göğsüne başını yaslayarak sarılmış "Ben iyiyim." demişti. Şu an bundan daha fazlasına ihtiyacı yoktu.

"Ama Jack'i koruyamadım. Onu öldürdüler." dediğinde sesi çatallaşmıştı. Yakın bir arkadaşını kaybetmiş kadar ölümüne üzülmüştü. Belki de onlar gerçekkten arkadaşlardı, bundan emin değildi.

"Onu hastaneye yetiştirebilmişler, göğsünden vurulduğu için şu an ameliyatta. İyi olacak."

"..."

"Peki sen yaralandın mı?"

"Merak etmeyin nişanlınız iki adamı bacaksız birisine de kolsuz bırakacak kadar iyi." diyen adama Yoon "Biz nişanlı değiliz." demişti. Kang Tae'nin bacaksız ya da kolsuz kısmına daha çok takıldığını biliyordu. Ancak bunu konuşmak istemiyordu.

Kanıt torbasındaki yüzükleri elinde sallayarak gösteren adam "O zaman bu yüzükler ne? İçinde isimleriniz yazıyor." diye sormuştu. Kang Tae ona soran gözlerle bakarken o basitçe omuz silkmişti.

Sekreterin Kang Tae'yle konuşmak için onu çağırdığını gördüğünde Yoon sekretere bakarak söyleme anlamında iki kaşını kaldırmıştı. Kang Tae onu bir banka otutturduktan sonra ona imalı imalı bakarak sekreterin yanına gitmişti. Tabii ki ne olduğunu başından sonuna kadar öğrenecekti.

Hastaneye geldiklerinde Kang Tae Yoon'un ufak tefek yaralarına yara bandı yapıştırmış, testere yüzünden batan kıyafetlerini değiştirmesinde ona yardım etmiş sonraysa Jack'in ameliyattan çıkmasını beklemeye başlamışlardı. Oturdukları bankta Yoon onun dizine yatarken "Bugün kaç koruma öldü?" diye sormuştu.

"Üç."

"Çok sık saldırıya uğrar mısın?"

"Güney'deyken en az haftada bir kere mutlaka böyle bir vukuat yaşanır. Doğrusunu istersen burada da yaşayacağımı daha önce hiç düşünmemiştim. Bu yüzden sayısı oldukça sınırlı korumayla geziyordum."

"Belki bunu konuşmanın sırası değil ama ben bu yüzden senden bir çocuğum olmasını istemiyorum. Ona sunabileceğimiz iyi bir hayatımız yok."

Kang Tae onun saçlarıyla oynarken "Haklısın, yok." demekle yetinmişti. Bugün Yoon'u bile koruyamamışken bir çocuğu koruyabileceğini düşünmek saçmalıktan ibaretti. Bu yüzden birdaha bunu dile getirmeyecekti.

"..."

Doktor hayati tehlikesinin devam etmesine rağmen Jack'ten bir kurşun ve bir cam parçasını çıkardıklarını söylediğinde rahatlamışlardı. Saat eve gitmek için geç olduğundan birlikte bodrum katına inip Yoon'un odasına gelmişlerdi. Kang Tae gözlerinin içine bakarak üstünü pijamasıyla değiştirmiş onu öyle yatağına yatırmıştı. O ise üstünü değiştirmemişti toplantıya yetişmek için birazdan yola çıkacaktı.

"Beni bugün burada bırakıp gerçekten Güney'e gidecek misin?"

"Toplantımın olduğunu biliyorsun."

"Sadece bir seferliğine erteleme şansın yok mu? Özellikle hastanede sen yokken kalmak istemiyorum."

"Buranın en azından o adamlar yakalana kadar evden daha güvenli olacağını biliyorsun. Aklımın sende kalmasını istemiyorum. Ameliyatlara girmeyeceksin zaten. Kimseyle görüşmek zorunda da değilsin. Sadece bir günlüğüne gideceğim. Heeseung seninle ilgilenecek."

"O halde sadece birkaç saatliğine burada kal. Hem sen de yorgun değil misin?"

"Sen uyuyana kadar gitmeyeceğim." dedikten sonra yanına uzanan Kang Tae'nin göğsüne başını yaslamıştı.

"İlacını kullanmaya devam et. Geceleri gördüğün kabuslarla sayıklayıp durmandan iyidir. Hem o olmadan çok fazla uyuyamıyorsun. Geç yatıp erken uyanıyorsun."

"Ben uykumda konuşuyor muyum?"

"Eskiden o kadar sık değildi ama bu ara gerçek hayatta konuştuğundan çok daha fazla konuşuyorsun."

"Peki ne söylüyorum?"

"Ne yaşıyorsan onu. Bazen uykunda ameliyat yapıyorsun. Hemşireden malzeme isteyip duruyorsun. Eline bir şey vermezsem kızıyorsun. Bir sefer annenle babanı sayıklamıştın. Galiba o gün onların ölüm yıl dönümüydü. Çok eskiden Minho denen cibiliyetsizi de sayıkladığın oluyordu. O zamanlar onu öldürmemek için her gün kendime neden bulmaya çalışıyordum."

"Uykumda bile sorun çıkartıyorum sana desene. Başının belasıyım."

Gülümseyerek saçlarını okşayan adam "Evet, biraz öylesin birtanem." demişti.

"..."

"Merak ediyorumda bugün o adamlarla başa çıkmayı nasıl başardın Yoon?"

"Sadece fazla şanslıydım. Bir an önce fabrikadan çıkmak için dikkatsiz davranıyorlardı. Sanırım onlarda Kuzey polisinin gelmesini beklemiyorlardı."

"Yani evet diğer adamları durdurma şeklin anlaşılabilir gibi duruyor ama son ateş ettiğin adamın bacaklarına silahın şarjörünü boşaltmışsın. Neden tek el kurşunla yetinmedin? Adamın iki bacağı da kesilecekmiş."

"Jack'i vuran adam oydu çünkü."

"Jack'i bunu yapabilecek kadar çok mu önemsiyorsun?"

"Beni korumak için cam parçalarının hepsini yemeye razı gelen bir adamı elbetteki önemserim. Sen adamlarını önemsemiyor musun?"

"Evet, önemsiyorum."

"..."

"Peki yüzükler neden sendeydi?"

"Arabada düşürmüşsün."

"..."

"..."

"Eğer bu gece ben her şeyi elime yüzüme bulaştırmayıp o yüzüğü parmağına takmak isteseydim bunu kabul eder miydin?"

"Olmayan tadımızı daha da kaçırmak istemiyorum ama bizim evlilik kararı almamız için biraz daha zamana ihtiyacımız var. Aslında sende bunu bilerek bu gece evlilik teklifini erteledin, haksız mıyım?"

"Belkide bunu daha sonra konuşmalıyız. İkimiz için de oldukça uzun ve zor bir geceydi."

"..."

"Hadi uyu artık. "

Üstünü bile değiştirmeden yatağa giren adamın pekala gideceğini biliyordu. Bu yüzden gittiği zamanı anlayabilmek sıkıca gömleğinden tutmuş başını onun boyun girintisine yerleştirmişti ancak bütün gece yaşadığı yoğun stresin ardından Jack'in yaşayacağını öğrendikten sonra gelen rahatlamayla onun gittiğini duyamayacak kadar derin uyumuştu.

Bundan sonraki her yurt dışına çıkması gerektiğinde Kang Tae onu yanında götürmeyecekti. O ise hep onu burada bekliyor olacaktı.

Bu kadar olaydan sonra değişen tek şeyse Kang Tae'nin ona silah kullanmayı ya da bağlandıktan sonra nasıl kurtulabileceğini öğretmeye başlaması olmuştu. Bir gardiyanın tutsağına bunları öğretmeye çalışması mantıksızdı. Ancak Kang Tae tutsağına aşık bir gardiyandı. Aşksa gerçek bir zihin ölümü demekti. Tıpkı dinledidiğiniz şarkının söylediği gibi.

Y/N: Yeni bölüm için oy sınırımız: 10

 

Bölüm : 23.02.2025 14:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...