42. Bölüm

37- Güven Oyunları

Karbamazepin
serotonin

Y/N: Merhaba arkadaşlar öncelikle belirtmeliyim ki finale çok az kaldı. Bu dört bölüm sonrada olabilir beş bölüm sonrada olabilir tam olarak tahmin edemiyorum ama bilmeliniz ki sona çok uzakta değiliz. Ne olursa olsun buraya kadar okuduysanız zaten kitabımı sevmişsiniz demektir. Bunun için oldukça mutluyum.

Diğer bir konu okuyucu sayım bana göre fazla ancak oylama özellikle de yorum neredeyse hiç yok. Tüm bölümleri okuyup son bölümü yeni bölüm gelmesi için oylamak da bence yazara saygısızlık. Yine de bu da benim için bir beğeni göstergesidir ancak ben sizin yorumlarınızı ve yıldızlarınızı her bölümde görmek isterim.

Bu bölüm tam iki bölüm uzunluğunda oldu. Olay dizilerinden çok geçiş bölümüydü. Bu bölüm bir bakıma bir adamın bir kadın için neler yapabileceğinin göstergesi bana göre. Farkettiğiniz üzere benim iki ana karakterim de aptal değil. Yani hiçbir şey Yoon için de Kang Tae için de o kadar basit ilerlemiyor. İkisi de birbiriyle oyun oynuyorlar; Yoon, Kang Tae tarafından sürekli teste tabî tutuluyor. Yoon'sa bu oyunların arasında hata yapmamaya çalışarak amacına ulaşmaya çalışıyor.

Onlara hata yaptıran şeyse birbirlerine duydukları sevgiden kaynaklanıyor. Çünkü Kang Tae ona karşı olması gerektiği gibi tam anlamıyla bir gardiyan olamıyor ve Yoon onun kendisine olan zaafını kullanabildiği kadar kullanıyor ancak bunu yaparken duygularını kontrol edemiyor oluşu Kang Tae'ye yakalayabileceği birkaç açığını bırakmasına neden oluyor.

Çok konuştuğumu düşünüyorum. Bugünlük bu kadar yeter. Size keyifli okumalar diliyorum. Yorumlarda mutlaka yorumlarınızı bekliyorum.

Kilit, cam kırıkları, kelepçe, yüzük.

Kilit(kilit sesi), cam kırıkları(sandalyeyi fırlattığı andaki kırılma sesleri), kelepçe(tık sesi), yüzük(yere düştüğünde çıkan çın sesi)

Kilit, cam kırıkları, kelepçe, yüzük

Kilit, cam kırıkları, kelepçe, yüzük

Gördüğü kabusu tarifleyen hala aklında dolaşıp duran dört kelime işte bunlardı. Gerçek hayatta bunları yaşamamış olsa bu rüya onu yataktan çıkamayacağı kadar çok etkilemezdi. Donmuş gibiydi. Normalde yaz ayların etkisiyle fazlasıyla terlediği bu odada deli gibi üşüyordu. Ameliyata gitmek için hazırlanması gerekiyorken yerinden bile kıpırdayamıyordu.

Birazdan çıkmamız lazım. Daha kahvaltı yapmadık. Acele etmelisin." diyen adamla göz teması kursa da ona cevap veremişti. Bakışları onun ne söylediğini anlamıyor gibiydi. Ondan saatler önce uyanmış olmasına rağmen bu haldeydi.

Kang Tae "İşte bu yüzden ilaç kullanmanı istemiyorum. Sabahları uzun süre kendine gelemiyorsun." dedikten sonra Yoon'u yataktan çıkarıp banyoya götürmüştü. Yüzünü yıkayarak kendine getirmeye çalışmış yeterli olmadığını düşündüğünde küvete otutturmuştu. Soğuğa yakın ılık bir suyla ona duş aldırmıştı. Dün gece ilaçlarını almadığının farkında değildi.

Onu bornozuna sarıp banyodan çıkardığında ona giyinmesini birazdan geleceğini söylemişti ancak o da banyodan çıktığında Yoon'un bornozuyla koltukta oturarak camdan dışarıya baktığını görmüştü. Bir iç çektikten sonra seçtiği kıyafetlerle onu giyindirmişti.

Yoon "Biraz daha iyi misin?" diyen adama olumlu anlamında başını sallamıştı. Banyoda zaman kaybettikleri için kahvaltı için zamanları kalmamıştı.

Arabaya bindiklerinde ne yaptığının farkında olmadan Kang Tae'nin sol elini avucuna yerleştirip eliyle oynayıp durmuştu. Neden bunu kendine eline yapmayıp onun elinde yaptığını bilmiyordu. Yine duygusal olarak iyi hissetmediği bir gündeydi. Hazır başı onun omzundayken her şeyden uzaklaşıp yeniden uyumak istiyordu ancak şimdi bunu yapamazdı.

Hastane önünde durduklarını anlayamamış yaptığı şeye devam etmişti. Kang Tae nazikçe çenesinden tutup ona bakmasını sağlarken "Bir sorun mu var?" diye sormuştu. Dikkati onun bu sözleriyle dağıldığında hastaneye gelmiş olduklarını görmüştü.

Yoon'sa gülümsemeye çalışarak "Hayır, yok. Akşam görüşürüz." diyerek ona sarılmış kokusunu burnunda hissederken onu yanağından öpmüştü. Arabadan çıktığında ona endişeyle bakan adama el sallayarak gitmesini beklemişti. Ortada her zamankinden farklı bir şey yoktu. Sadece çok fazla uyuyamadığı berbat bir gece geçirmişti. Dalgınlığı beynindeki susturamadığı düşüncelerinden kaynaklanıyordu. Ameliyata girecekse bir an önce kendini toparlamak zorundaydı. Orada en ufak bir dikkat dağınıklığına yer yoktu.

Heeseung anında yanına gelirken onunla beraber bodrum katına inmişlerdi. Bugün Dr. Hana deneylere olan büyük katkıları yüzünden yeniden başhekim olarak işe başlamıştı.

Yoon'un ondan aylık ameliyat programını alabilmesi onunla görüşmesi gerekiyordu. Bu yüzden istemese de gitmişti. Eline uzatılan programda ona altı ameliyat ve yedi gece nöbeti yazıldığını görmüş bakışlarını kağıttan kadına kaldırmıştı. Ondan intikam almak istermiş gibi gülümseyen kadına istediğini vermeyerek sessizce odadan çıkmıştı. Şu an bunun için sinirlenmekle meşgul edebileceği tek bir nöronu yoktu.

"Bu sözleşmenize aykırı. Bay Seo'ya söylediğimiz zaman müdahale edecektir."

"Her şeyi Kang Tae'yi ortaya atarak çözmek istemiyorum. Hem belki evde volta atıp durmamdansa bir şeylerle oyalanmam daha iyi olabilir."

"Evet ama siz burda da mutlu değilsiniz."

"Biliyorum fakat kendimi bir şekilde oyalamak zorundayım. Acaba ben yukarıdaki hastanede normal bir doktor olarak çalışabilir miyim? Evde çok sıkılıyorum."

"Bilmiyorumki Bayan Yoon. Belki bunu Dr. Hana'ya sorarsanız daha iyi bir yanıt alabilirsiniz."

Kapıyı tekrar çalıp içeriye girdiğinde Hana onun program için itiraz edeceğini düşünürken Yoon ondan yukarıda çalışmak için istekte bulunmuştu. Kadının yüzünden alaycı gülümsemesi onun bu isteğiyle silinmiş Yoon'un tartışmacı olmayan tavrıyla o da tavrına çeki düzen vermişti. Bazı şeyler karşılıklıydı.

"Bunu üstlerimle konuşabilirim. Bana göre izin vermemeleri için hiçbir sebep yok. Zaten dışarıya çıkıyorsunuz. Yani izolasyonda tutulmuyorsunuz. Ancak iki yerde çalışmak sizin için yorucu olacaktır. Bundan emin misiniz?"

"Eminim."

"Pekala size daha sonra haber göndereceğim." diyen kadına başını sallayarak odadan çıkmıştı.

"Dr. Hana'yla iki kere konuşmuş olmanıza rağmen tartışmadınız. Bence bu sizin rekorunuz."

"Tartışınca ne değişiyorki?"

"Pek bir şey değişmiyor ama siz genellikle kendinizi tutan biri değilsiniz. Yeri geldiğininde Bay Seo'yla bile tartışıyorsunuz."

"Kendimi bu ara insanlara 'Günaydın' bile demek istemeyecek kadar çok yorgun hissediyorum. Neden bilmiyorum ama bu yorgunluk artık uyumakla da geçmiyor. Durum buyken, ben haklı olsamda kimseyle tartışmak istemiyorum."

"..."

"Ameliyata daha bir onbeş dakika var değil mi? Araya bir kahve sıkıştırabilirim diye düşünüyorum."

"Evet sıkıştırabilirsiniz." dedikten sonra Heeseung onu otomatın önüne kadar getirmişti. Biraz kafeinle üzerindeki dalgınlığını atmaya çalışacaktı.

"Belki de ertesi gün ameliyatınız olduğunda gece ilaçlarınızı almamalısınız."

"Ben de senin gibi düşünerek dün gece ilaçlarımı içmedim ama bugün farkettimki ne yazıkki ilaçlarımı almadan uyuyamayacak kadar ilaçlara ciddi bir bağımlılık geliştirmişim. Ve ben bu durumdan hiç ama hiç hoşlanmıyorum."

"Bunun olacağını biliyorduk zaten. Tedaviniz bittiğinde dozlar azaltılarak yavaş yavaş bırakacakmışsınız. Sizde biliyorsunuz ki şimdi bu endişelenmeniz gereken bir şey değil. Eğer almamanız hayatınızı bu kadar çok etkiliyorsa almanız gerekiyor."

"Evet ama ilaçlar olmadan bu derece dengesizleşiyor olmamı da kendime yakıştıramıyorum. Ben ne ara bu hale geldim hiç bilmiyorum."

"Hasta olmak ne zamandır sizin için bir problem haline geldi? İnsanlar sadece fiziksel anlamda hasta olabilir diye bir şey yok. Hem bu elinizde olan bir şey değil ve elinizde olmayan şeyleri dert edinmenizin bir anlamı yok."

"Sen iyi bir arkadaşsın Heeseung." dedikten sonra arkasından sözlerine "Ancak ne söylersen söyle, sözlerin beni rahatlatmak için yeterli gelmeyecek." diye devam etmek istese de onu kırmamak için etmemişti. Kang Tae'yi saymazsak eğer arkadaş mantığında konuşabildiği tek insan oydu.

"Elbetteki öyleyim. İlk olarak Jack gibi somurtup da durmuyorum. Ben varken ciddi şeylerde yaşamıyorsunuz. En iyi korumanız benim." dediğinde Yoon ona gülümsemişti. Yine şakayla karışık övünmeye başlamıştı. Karısı Heeseung gibi bir adama sahip olduğu için çok şansılıydı.

"Gerçekten neden hep ciddi şeyler Jack varken yaşanıyor?"

"Bay Seo bir şeylerden şüphelendiğinde Jack'le yer değiştirmemizi istiyor. O bu tarz olayları yönetmekte benden daha iyi bir iş çıkarıyor. Yani birazı tesadüf olsada birazı da bundan dolayı kaynaklanıyor. Mesela ben sizinle hiç yurt dışına çıkmadım. Hep Jack sizinle geliyor."

"Doğru sen hiç bizimle Güney'e gelmedin."

Ameliyathaneye doğru yürürken ameliyathane kapısında bir adamın kucağındaki ağlayan bebeğiyle birazdan Yoon'un ameliyat edeceği karısını beklediğini görmüştü. Adamın hemen arkasındaki asker dikkatini çekerken son olaydan sonra tedbirlerin en üst düzeye çıkarıldığını anlamıştı.

"Karım size emanet." diyen adama başını sallayarak ameliyathaneye girmişti. Uzun zamandır ilk kez burada yaptığı bir ameliyat için sorumluluk hissi taşıyordu. Ne olursa olsun hiçbir çocuk annesiz büyümemeliydi. Bu yüzden yüzüne defalarca soğuk su çarpıp steril olduktan sonra karaciğer nakline büyük bir ciddiyetle başlamıştı. Asistanı olaraksa yine bir uzman doktor onunla ameliyata girmişti.

"Neden sadece karaciğer nakli yapıyorsunuz?"

"Bilmiyorum, cerrah eksikliği yaşanmıyorsa ben hep karaciğer nakli yapıyorum. Aslında bu cümle tam olarak doğru olmadı, bazen pankreans nakli yaptığımda oluyor."

"Zaten pankreans naklini sadece Dr. Suho yapıyordu. O vefat edince yerine geçmiş gibi oldunuz."

"O çok iyi bir adamdı."

"Kimse böyle bir şey yaşanacağını tahmin edemezdi."

"Bazıları ölümü için beni suçluyor."

"İlaca alerjisi olduğunu bilemezdiniz."

"Evet öyleydi ancak tanıdığım birini bu şekilde kaybetmiş olmak çok can sıkıcı."

"Yapabileceğiniz bir şey yok Dr. Kim. Bu hepimizin başına gelebilecek bir şey."

"Ben sizin isminizi sormayı unuttum. İsminiz neydi?"

"Geon."

"Tanıştığıma memnun oldum Dr. Geon."

Ameliyatı altı saat yerine dört saatte bitirdiklerinde Yoon Geon'a "Bundan sonra ameliyatları hep beraber mi yapsak?" diye sormuştu. Ne kadar kısa ameliyat, o kadar az anestezi, o kadar az komplikasyon, yine bir o kadarda yaşam oranında artış demekti.

"Arada eğer siz de benim asistanım olmayı kabul ederseniz evet yapabiliriz."

"Asistan olmak sizin için ne kadar sorun değilse benim için de sorun olmayacaktır."

"Bu fikir benim de hoşuma gitti." diyen Dr. Hana'yla başlarını ona doğru çevirmişlerdi.

"Sizin için tekrar program hazırlamıştım. Anlaşılan yeniden hazırlamam gerekecek. Yukarıdaki hastanede çalışmanıza izin verildi. Yoğun olacağınız için burada nöbet tutmayacaksınız."

"Teşekkür ederim."

"Bunu sadece işim olduğu için yapıyorum. Yani size tekrar tekrar program hazırladığım için mutlu olmanıza gerek yok. Beni çok uğraştırıyorsunuz."

"..."

Kang Tae gecikeceği için bugün onu eve Heeseung götürüyordu. Yarından itibaren aşırı meşgul bir insan olacaktı.

"Acaba yukarıda çalışma kararı almadan önce bunu Bay Seo'ya mı sorsaydınız?"

"Sence bu tarz şeylerde karar alırken partnerimden izin almam mı gerekiyor?"

"Bunun adı izin almak değil Bayan Yoon. Danışmak."

"Bana göre danışmakla izin almak aynı anlama geliyor."

"Hayır öyle değil."

"Sen karının iş hayatına müdahale etmesine izin verir misin?"

"Benim karım, benim her şeyime müdahale edebilir. Bence bunda bir sorun yok."

"Sen gerçek bir hanımcısın Heeseung."

"Bunu onada söyleyin olur mu?"

"Olur söylerim."

Eve ulaştıklarında Yoon aç midesini doldurmak için mutfağa doğru yürürken çalışanların konuşma sesini duymuştu.

"Bu yeni camların hepsi kurşun geçirmezmiş."

"Bay Seo neden böyle bir tedbir almak istedi acaba?"

"Bilmiyorum ancak her şey Bayan Yoon'un salon camını yere indirmesiyle başladı."

"Tek sebebinin bu olduğunu sanmıyorum."

Yoon onların konuşmalarına aldırmadan mutfağa giriş yaptığında gülümseyerek onlara aç olduğunu söylemişti.

"Akşam yemeği için Bay Seo'yu beklemeyecek misiniz?"

"Bugün eve geç gelecekmiş."

"..."

"Camı kırarak size iş çıkarttığım için üzgünüm. O gün değişen camlar yüzünden bütün temizlik yaptınız."

"Bizi çok korkutmuş olsanız da tepkinizde haklıydınız."

"Evet ama çok bir işe yaramış gibi görünmüyor. Sadece eskisine göre daha çok evde olmaya çalışıyor. Yine o yokken dışarıya çıkamıyorum."

"En azından artık evin bahçesine çıkabiliyorsunuz. Hem Kuzey'de her gün görmek isteyebileceğiniz bir şeyde yok. Yani bir şey kaçırıyor değilsiniz."

"..."

"..."

Heeseung ona iple bağlandığında kendini kesici alet olmadan nasıl kurtaracağını anlatmak için kurban olarak seçtiği bir korumanın ellerini arkasından bağlamıştı. Adam Heeseung'un sözlerine uyumlu olarak kendini çözmüştü. Yoon tekrar izlemek istediğini söylediğinde tekrarlamışlardı.

Heeseung bu sefer onu bağladığındaysa uzun süre öyle kalmıştı. Çözemeyeceğini anlayınca Heeseung Yoon'u çözmüştü.

"Üzülmeyin Bayan Yoon. Tek seferde başarmanızı beklemiyordum zaten. Biz bile senelerce bunun için pratik yaptık."

"..."

Heeseung adamı tekrar bağladığında Yoon ona "Mantığını evet anladım ancak görmeden sadece hissederek çözmek çok zor." dedi.

Aslında o kadar zor değil. Sadece denemeye devam etmeniz gerekiyor."

Heeseung bu sefer ellerini önünden bağlayınca bir süre yine çözmek için uğraşmış başaramayınca ipi dişiyle açmıştı.

"Hile yaptınız."

"Bütün gece öyle kalacak değildim ya."

"Evet ama yinede sabırlı davranmıyorsunuz. Acele ediyorsunuz."

"Sen bunu nasıl öğrenmiştin?"

"Sizin gibi açamayınca Jack bacaklarımı da birbirine bağlayıp beni havuza atmıştı. Ölmemek için açmak mecburiyetindeydim."

"Ya açamasaydın?"

"O zaman beni kendi çıkarırdı herhalde."

"Herhalde?"

"Kulağa çok delice geliyor değil mi?"

"Evet öyle."

"Ama bu eğitimimizin belki de en kolay kısmıydı."

"Anladığım kadarıyla bir asker gibi yetiştiriliyorsunuz."

"Evet, bir bakıma öyleyiz."

"Yerinde olsaydım koruma olmak yerine asker olurdum."

"Benim öyle bir seçim hakkım yoktu. Daha çocukken Bay Seo'nun babası tarafından eğitimime başladım. Aslında evlenmemiz de yasaktı ama Bay Kang evlenmeme izin verdi. Şimdiki halimden oldukça memnunum."

"Sen çocukken hiç Kang Tae'yi görmüş müydün?"

"Hayır, hiç görmedim. Ama nerede olduğunu ya da hangi muamelere maruz kaldığını hepimiz biliyorduk. Bay Seo'nun gözünde onun bizim kadar değeri yoktu. Ya da dışarıdan öyle görünüyordu bilmiyorum."

"Peki ya Jack?"

"Jack onunla Bay Kang Tae evden kaçtığı sırada dışarıda tanışmış. Bay Seo, Bay Kang'ı bulduğunda Jack'i çocuk çetesindeki her çocuk gibi eğitimleri için yanına almış. Jack de kıdem basamaklarını atladıkça Bay Kang'a yardım etme fırsatı edinmiş. Bu yüzden Bay Kang'ın gözünde Jack çok kıymetli. Hiçbirimize onun kadar çok güvenmez."

"Sizin daha çocukken eğitime alınmış olmanız çok korkunç değil mi?"

"Ne kadar Bay Seo bir baba olarak kötü bir adam da olsa hepimizi dilenmekten, hırsızlık yapmaktan, sokakta yatmaktan, kurtardığı bir gerçek. Bu yüzden ona bunun için hiçbir zaman kızmadım. Hem bizim gitmeyi tercih etmek gibi bir seçeneğimiz de vardı. Hiçbirimiz sokaklara geri dönmeyi istemedik."

"Sanırım devletinin sizi koruma altına almamış olması yüzünden bu hale gelmişsiniz."

"Onlar bizi almıyor değillerdi. Sadece biz daha neyin ne olduğunu bilmediğimiz yaşlarda kendimizi bu çetenin elinde bulmuştuk. Beş altı yaşındaki çocukların bunu akıl etmesini bekleyemezsiniz. Senelerce sokaklarda yaşamaya alışmış birinin yurtta kalabileceğini de düşünemezsiniz."

"..."

Birkaç denemeden sonra Yoon pes ederek yine dişleriyle ipi çözmüştü. Bunu öğrenmek kelepçeyi çözmesi kadar kolay olmayacaktı.

Kang Tae eve döndüğünde onu iplerle uğraşırken bulmuştu. Parlayan gözlerin ne istediğini anladığında ona hayır anlamında başını iki yana sallamıştı. Kang Tae ise evet anlamında başını aşağı yukarı sallamıştı.

Kelepçeyle yaptıkları şeyi iple yapmaya kadar kalkarlarsa Yoon sabaha kadar Kang Tae'nin elinden kurtulamazdı. Ne kadar onunla bir şeyler yaşamayı sevsede bu kadar yorulmaya kesinlikle gerek yoktu.

Evin her tarafında kahkahalarla dolu tatlı bir koşuşturma yaşamışlardı. İşin sonunda Kang Tae onu yakaladığında kollarını ona sarıp dudaklarına küçük bir öpücük kondurmuştu. Yoon'un istemediği bir şeyi yapacak değildi.

"Seni hep böyle gülümserken görmek istiyorum."

"Bunun senin elinde olduğunu biliyorsun."

"Biliyorum. Seninle ilgili her şey artık benimle ilgili. Mutluluğunda mutsuzluğunda."

"..."

"Sadece bir yıl sonra her şey bittiğinde söz veriyorumki dert etmen gereken hiçbir şey kalmayacak. Sana hayal ettiğin hayattan çok daha fazlasını vereceğim."

Yoon gülümseyerek ona "Sen benim hayalimdeki hayatı biliyor musun ki böyle konuşuyorsun?" diye sormuştu.

"Benim seninle ilgili bilmediğim bir şey olabilir mi?"

"Çok iddialısın. Ancak daha önce bana ne istediğimi hiç sormadın."

"Öyleyse sormalıyım, sen nasıl bir hayatta yaşamak isterdin?"

"Silahların ya da klonların olmadığı her şeyden izole olduğum bir hayatta."

"Silahlar ve klonlar kısmını anlıyorum senin için bunu sağlayacağım ancak neden sen yalnız olmaktan bu kadar çok nefret ediyorken izole olmak istiyorsun?"

"Çünkü insanlar beni yalnızlığın getirdiği buhrandan çok daha fazla yoruyor."

"Peki ben de bu insan grubuna dahil miyim?"

"Beni yorduğun bir gerçek olsada sen benim için uzak kalmak istediğim bir insan değilsin. Aksini düşünecek olsaydım seninle evlenmeyi kabul etmezdim. Öyle değil mi?"

"..."

Elindeki elmayı pür dikkat soyarken Kang Tae televizyona bir flash bellek takmakla meşguldü. Bugünlerde fazlasıyla sıkıldıkları için farklılık olması adına Kang Tae'nin Güney'den getirdiği filmlerden birini izleyeceklerdi.

"Yarından itibaren üst katlardaki hastanede de çalışacağım."

"Seni oraya nasıl kabul ettiler?"

"Bilmiyorum, sadece sordum ve bana olumlu yanıtla geri döndüler."

"Kontrolüm dışındaki bir alana çıkmanı istemiyorum. Orası normal bir hastane değil sen de bunu biliyorsunki askeri bir hastane. Orada bodrumdaki gibi her şeye hakim değiliz."

"Şu sıra çalışmaya her şeyden çok daha fazla ihtiyacım var. Kendimi bir şeylerle oyalamam gerekiyor. Önüme bunun için yeni bir set koymanı istemiyorum."

"Güney'de olsaydık eğer istediğin herhangi bir yerde çalışabilirdin, buna karşı çıkmazdım ancak burası Kuzey Kore. Unutmaki çalıştığımız insanlar bugün dostumuz gibi görünselerde gerçekte düşmanlarımız. Seni onların arasında tek başına bırakamam."

"Eğer bunu isterlerse nerede olursak olalım bize istediklerini yapabileceklerini biliyorsun. Durum buyken bana çalışmamam için sunduğun neden çok saçma. Hem Heeseung da benimle gelecektir. Yalnız olmayacağım."

"Orada bizim tek adamımız bile yok Yoon. Bir şey olursa Heeseung bunu engellemekte yetersiz kalır. Ki bazen bodrum katında bile yetersiz kaldığı oluyor."

Yoon'un suratının asıldığını gören Kang Tae ona yaklaşıp yanağından öpmüştü.

"Amacım sana yeni bir yasak koymak değil. Sadece seni korumaya çalışıyorum. Evde sıkıldığının farkındayım ancak bulduğun çözüm iyi bir seçenek değil. Oyalanabilmen için sana başka bir şey bulacağım."

"..."

Heeseung bunu Dr. Hana'ya söylediğinde dördüncü kez Yoon için program hazırlayacağını anlamış Heeseung'u odasından bağırarak kovmuştu. Yoon odanın dışında onu beklerken Heeseung ona omuz silkip gülümsemişti. Kapının dışından bile hala kadının bağırışları duyuluyordu. Dr. Hana yine Dr. Hana'lığını yapıyordu.

Bu sefer eline geçen programda on hasta olduğunu görünce kağıdı katlayıp cebine koymuştu. Bunun biraz mobingten birazda başkanın ameliyatının birkaç ay öne çekildiği için deneyleri hızlandırmak adına yapıldığını biliyordu. Artık burada ameliyat yapmak ona o kadar korkunç gelmiyordu. Bu yüzden sesini çıkartmamıştı. O yapmazsa zaten başkası yapacaktı. Her türlü bu ameliyatlar gerçekleştirilecekti.

Ameliyat ettiği hastaları kontrol etmek için vizite çıktığında bir hastasına taburcu kararı vermişti. Diğerinin sepsis geçirdiğini anlayınca uzun süre o kadınla ilgilenmişti. Durumu ağırlaşınca anestezinin yoğun bakımına yatırmıştı. O yoğun bakım buradaki hastalar için son durak gibi bir şeydi. Ancak elinden gelen bir şey yoktu. Açıkcası onlar için üzülüyor da değildi.

Öğlene doğru hastaneki işi bitince Heeseung Kang Tae'ye haber vererek Yoon'u eve getirmişti. Yatağın üstünde bulduğu çiçek tohumlarından Kang Tae'nin ona nasıl bir uğraş bulduğunu anlamıştı. O ise yiyemeyecekleri çiçekler için bu kadar emek vermesinin mantıksız olacağını düşünüyordu. Bu yüzden bahçıvana çilek ya da kavun gibi meyvelerin fidelerini bulup bulamayacaklarını sormuştu.

Birkaç saat sonra bahçıvan elindeki çilek fideleriyle geri döndüğünde duvarların kenarındaki ağaçların arasına fideleri ekerek işe başlamıştı. Bu işten zerre kadar anlamasada evin içinde bütün gün boş boş dolaşmaktan daha iyi olacağını düşünüyordu. Biraz daha dört duvar arasında kalmaya devam ederse zaten bozuk olan ruh sağlığını tamamen kaybedeceğini biliyordu. Henüz deliliğin sınırlarında dolaşmak içinse çok erkendi.

Bütün gün bahçe işleriyle uğraşmıştı akşamsa Kang Tae ona silah talimi yaptırmıştı. Gece bu işi yapmak gündüzden daha sıkıntılı bir meseleydi ancak insanlar genellikle birini öldürmek için gecenin karanlığına sığınmayı seçiyorlardı. Bu yüzden yaptıkları bu şeyi hiç yadırgamamıştı.

Yemekten sonra üst kata çıkan Kang Tae'nin piyano çaldığını duyunca onun yanına gidip oturmuştu. Eli tuşların üzerinde hızla hareket ettiren adama hayretle bakarken o da ona gülümseyerek bakıyordu.

O çalmayı bitirdiğinde Yoon o yokken çalışma odasından bulduğu kitaptan öğrendiği ilk seviye parçayı çalmıştı. Kang Tae ona önce şaşkınlıkla bakmış sonra o da keyifle onun çaldığı parçaya eşlik ederek piyano tuşlarına basmıştı. Yoon'un parçanın sadece ilk dizesini bildiğini ve onu tekrarlayıp durduğunu anladığında devamını ona göstermişti. O günden sonra hergün piyanonun başına geçip birlikte zaman geçirmeye başlamışlardı. Yoon otuzdört yaşında yeni bir hobi edinmişti. Evet o artık otuzdört yaşındaydıydı. Dokuz aydan daha uzun süredir yanındaki adamın tutsağıydı.

Bu şekilde tam iki ay daha geçirmişlerdi. Kang Tae Güney'e gitmesi gerektiğinde onu evde yalnız bırakmamak için yorucu olmasına rağmen sadece günübirlik olarak gidip geliyordu. Yoon'la araları şu sıralar fazlasıyla iyiydi. Özellikle mutfakta birlikte yemek yapmaya başladıklarından beri fazlasıyla eğleniyorlardı. Mutfakta her tarafını una bulamayı başaracak kadar yetenekli olan Yoon onu fazlasıyla güldürüyordu. İşin garip olan tarafıysa Yoon'un bunca zaman yemek yapmakta bir adım bile ileriye gidememiş olmasıydı. Sırf bu yüzden mutfağı tüm dağınıklığıyla bırakıp bir restauranta gitmişlikleri bile vardı.

Önündeki hedeflere ateş ederken "Beş günlüğüne Çin'e gitmem gerekiyor." diyen adama "Ne zaman gideceksin?" diye sormuştu. Bu onun için beş günlük ev hapsi demekti. Bahçenin dışına çıkamayacaktı. Artık bu durumu garipsemiyordu. Onun tutsağı olma durumuna fazlasıyla alışmıştı.

"Üç gün sonra."

"Ayın sekizinde ameliyatım var."

"Hana'ya o günki ameliyatını başkasına devretmelerini söylerim."

"Tamam." dedikten sonra hedefi üç numaradan vurmuştu. Üç gün sonra bu evde derin sessizlikle yeniden tanışacaktı. Bunu istemiyordu. Ancak yapabileceği bir şey yoktu.

"Benimle gelmeni istiyorum." diyen adama gözünün ucuyla bakmıştı. Kang Tae aylar sonra ilk kez yurt dışına çıkma konusunda geri adım atıyordu ama Yoon Çin'e gitmekle ilgilenmiyordu.

"Güney'e gideceğimizi söyleseydin eğer seninle gelirdim. Çin'e gitmek için hiçbir nedenim yok."

"Beş gün uzun bir süre ve ben sana daha fazla üstüne kapıları kapatmayacağıma dair söz verdim."

"Sözünü devamlı olarak gardiyanlığımı yaparak mı tutuyorsun?" diyerek gülümsedi Yoon. Elbetteki durum böyleydi. Sadece sormak için sormuştu.

"Bu, eve tıkılıp kalmandan daha iyi değil mi?"

"Elimde silah varken benimle hiç konuşmaman gereken konular hakkında konuşuyorsun. Bununla seni bir anlık sinirle vurursam ne yapacaksın?"

"Nasıl ben sana zarar veremezsem sen de bana zarar veremezsin. Beni, en az benim seni sevdiğim kadar hastalıklı bir şekilde sevdiğini biliyorum."

"..."

"Artık ben olmadan uyumuyor, saat geç olsada gelmemi bekliyorsun."

"..."

"Sabahları yanında değilsem tüm evde beni arıyorsun."

"..."

"Sırf beni mutlu etmek için, yemek yapmaktan nefret ediyor olmana rağmen yemek yapıyorsun."

"..."

"Tüm bunları yapan sen gerçekten beni bir anlık sinirle vurabilir misin? Ya da ben böyle bir şeyi yapabileceğini düşünsem eline o silahı verir miyim?"

"Anladığım kadarıyla sen aşka benim sandığımdan çok daha fazla güveniyorsun."

"Sen seni tutsak alan bir adama gönlünü emanet edebilecek kadar güveniyorken neden benim sana olan güvenimi sorguluyorsun?"

"Eğer sana olan aşkımdan ötürü sana ihanet etmeyeceğimi biliyorsan neden beni özgürlüğüme kavuşturmuyorsun?"

"Sana Çin'e gitmeyi teklif etmemle özgürlüğünü sana veriyorum ancak bu sefer sen yokluğumda zindanına dönüşecek bu evden çıkmayı reddediyorsun."

"Söz oyunlarınla beni seninle gelmem için ikna etmeye çalıştığını biliyorum ancak ben Çin'de de özgür olmayacağımın farkındayım."

"Eğer seni hem kendinden hem de çevremizden korumak istiyorsam bu böyle olmak zorunda. Açıkcası sana verebileceğim en üst düzey özgürlük de bu. Çünkü sana bir şeyler yapabilmen için fırsat verirsem bana olan hislerine rağmen her şeyi mahvedeceğini biliyorum."

"Az önce güvenle ilgili zırvaladığım her şeyi unut. Anladımki sen sadece hayatta kalmamı istediğin için bana bunları öğretiyorsun. Altında başka bir şey yok."

"Sen de bana güvenmiyorken bana sana güvenemediğim için kızamazsın. Hem işleri bu hale getiren kişi ben değilim, sensin."

Yoon yine tüm bunlardan sorumlu tutulduğunu anladığında ani bir hareketle onun bacağına isabet etmeyecek şekilde pantolununda ufak bir yırtık oluşturmuştu. Kang Tae gözlerini büyüterek ona bakarken ona "Beni eğer bir kez daha senin yaptıkların yüzünden beni suçlarsan bu sefer seni tam alnının ortasından vururum." demişti.

Kang Tae "Vurursun birtanem." dedikten sonra elinden silahı almaya çalışmış ancak Yoon ayakkabısının bir santim yanına tekrar ateş ederek onu durdurmuştu. Yarım bir tebessümle ona bakan bu adam onu çileden çıkartıyordu. Bir gün doğru zamanın gelmesini sabredemeyerek onu olması gerekenden daha erken öldüreceğinden korkuyordu. Henüz zamanı geldiğinde bunu yapmakta çok zorlanacağının farkında değildi.

..................................

Dizlerinde yatan Kang Tae ona "Çin'de evlenmek ister miydin?" diye sorunca elindeki kitabı yanına bıraktı.

"Nerede evlendiğimizin bir önemi var mı ki?"

"Senin için yok mu?"

"Ben Eun'dan başka ailem diyebileceğim hiç kimseye sahip değilim. Eun istediğim her yere gelecektir de. Ancak sen öyle değilsin. Bu yüzden buna sen karar verebilirsin."

"İnsan kalabalığından sıkılıyorum. Ancak seninle aşırı sade bir nikahla da evlenmek istemiyorum."

"O zaman sen de gerçekten ailem dediğin insanları çağırırsın."

"Sanırım sadece ablamın olmasını istiyorum."

"Etrafın benden daha kalabalık olmasına rağmen aile konusunda benden daha rezil bir haldesin."

"Senin de akrabaların var ancak sen onlarla görüşmüyorsun."

"Anne babamın cenazesinde bana kim bakacak diye tartışıp birbirine giren insanlarla neden görüşüyüm ki?"

"..."

"Bir çocuk o kadar kalabalık bir ailede nasıl yer edinemez anlamıyorum. Elbetteki maddi olarak bir çocuğa bakmanın zorlukları var ancak herkes her ay çok komik rakamlarda destekte bulunsa bile şimdi ben yetimhanede büyümemiş olurdum."

"..."

"Hayatım çok komik değil mi? Ya hiç istenmiyorum ya da senin gibi biri tarafından sonsuza kadar tutsak alınacak kadar çok seviliyorum."

"Belki de hayat seni sadece bana saklamak için sana bu kadar adi davranmıştır."

Gülümseyerek "Bunun için sevinmeli miyim?" diye sordu Yoon. Ellerini yeni duştan çıkmış adamın dalgalı saçlarında gezdiriyordu. Kang Tae pijamalı haliyle tüm ciddiyetini dışarıda bırakmış bir adamdı.

"Bana göre sevilmek sevmekten daha kıymetlidir. Yani evet mutlu olmalısın."

"Bu söylediğine katılmıyorum."

"Neden?"

"Bir ilişkide tek taraflı sevgi söz konusuysa o ilişki yürümüyor. Bir süre sonra bir yerden mutlaka patlak veriyor."

"Çok deneyimliymişsin gibi konuştun."

"Çok kez benim hoşlandığım adamlar benden hoşlanmadı ya da benden hoşlanan adamlardan ben hoşlanmadım. Elbetteki hayat tecrübem var."

"Bu övünmen gereken bir şey değil."

"Sana bunu övünmek için söylemiyorum. Tek başına sevmek ya da sevilmenin insana yeterli gelmediğini söylüyorum. Bana göre sadece ikisi bir aradaysa bir ilişki yürüyebilir. Ama sana şunu söyleyebilirim ki seven taraf sensen durum çok vahim demektir. Yani evet bu konuda da haklısın."

Gülümseyerek "Eski sevgililerinin listesini çıkartıp onları öldürmeliyim." diyen adama o da gülümsedi. Dalga geçtiğini biliyordu.

"Senin gibi bir adam daha önce kimseyle görüşmemiş olamaz. Dökülme sırası sende."

"Daha önce kadınlar dikkatimi çeken varlıklar değillerdi. Sen karşıma çıkmasaydın muhtemelen sırf evlenmiş olmak için kuzenimle evlenirdim."

"Ablanın nişanında o kadının sana olan bakışlarını gördüm. Seni çok seviyor olmalı."

"O beni değil paramı seviyor."

"Amcan da zengin bir adam değil mi?"

"Benim kadar değil."

"Belli bir seviyeden sonra insanlara elindeki paranın yeterli gelmesi gerekiyor."

"Herkesin senin kadar hayattan beklentileri mütevazi olamıyor. Sen ben olmadan önceki hayatında da paran olmasına rağmen aşırı lüks yaşamıyordun."

"Yalnız yaşadığım bir evin daha büyük olmasına ihtiyacım yoktu çünkü."

"Konuyu çok dağıttık. Şimdi biz Çin'de mi evleneceğiz?"

"Bana göre Çin'le Kuzey Kore arasında çok bir fark yok."

"Eun'la ablamı buraya getiremeyiz."

"Neden Güney'e gitmiyoruz?"

"..."

"Bana göre eğer sen beni Çin'e götürebiliyorsan Güney'e de götürebilirsin demektir."

"Pekala, Güney'e gidelim ancak Güney'de kendi evinde değil benimle kalacaksın."

"Kardeşinden hoşlanmadığım için sizin evinize gitmek istemiyorum. Hem Eun'u da özledim."

"Otelde kalırız o zaman bizde. Eun'la dışarıda görüşürsün."

"Neden kendi evlerimiz varken otelde kalalım ki?"

"Orta yolu bulmaya çalışıyorum Yoon. Bu yüzden senden bana biraz yardımcı olmanı istiyorum. Normalde seni Çin'e ya da Güney'e götürmemem gerekiyor. Bunu yaparak büyük bir risk almış oluyorum ve senin de bazı şeyleri alttan almanı istiyorum."

"..."

..................................................................

Ameliyathaneye girerken çıkarttığı yüzüğü kaybedince Heeseung'la beraber her yerde yüzüğü aramışlardı. Ellerini yıkamak için banyoda çıkardığını hatırlıyordu ancak sonrasında nereye koyduğunu bir türlü hatırlayamıyordu.

Kang Tae onları yüzüğü ararken bulduğunda o da onlarla birlikte aramıştı. Yüzüğü bir hafıza kartıyla birlikte lavobonun altındaki dolabın altında bulduklarında Yoon şaşkınlıkla hafıza kartına bakmıştı. Bu neydi şimdi?

"Bu bunca zamandır orada mıymış?"

"..."

Hafıza kartını bilgisayara taktıklarında içinde Yoon'un dinlediği kitaplar olduğunu görmüşlerdi.

"Sana bunca zaman boş yere yüklenmişim gibi görünüyor. Oraya bakmayı unutmuş olmalıyız."

"..."

Yoon eve ulaştıklarında ilk iş olarak banyoya giderek hafıza kartının yerinde olup olmadığını kontrol etmişti. Yerinde olduğunu görünce hastanedeki hafıza kartının kimin bırakmış olabileceğine dair aklında teoriler üretmeye başlamıştı. İçeriden birisi ona yardım etmeye çalışıyor olmalıydı. Bunun başka bir açıklaması olmazdı. Başka türlüsünü düşünmek bile istemiyordu.

Kapıdan hızla çıktığında çarptığı beden onu sıkıca tutarken Kang Tae çenesinden tutarak ona bakmasını sağlamıştı.

"Neden bu kadar telaşlı görünüyorsun?"

"Bugünki ameliyatım iyi geçmedi."

"Ne zamandır hastalarını önemsiyorsun?"

"..."

"Benim bilmediğim bir sorun mu var?"

"Hayır, yok." dedikten sonra Kang Tae'nin yanından geçip gardorabının kapağını açmıştı. Kıyafetlerini Kang Tae'nin odasındaki dolaba taşıdıkları aklına geldiğinde dolabın kapağını geri kapatmış dolabın kapağındaki aynada hemen arkasındaki Kang Tae'yi görmüştü.

Kang Tae ona arkasından sarılıp başını boynuna gömmüş ardından omzuna küçük bir öpücük bırakmıştı. Aşırı gergin oluşu sebebiyle ona gülümseyemiyor sakinleşmek adına tırnaklarını avuçlarına geçiriyordu.

Kang Tae gümüş renkteki zincire geçirilmiş yüzüğü onun boynuna takarken ağır bir ses tonuyla ona "Yüzüğünü hiçbir yerde çıkartmanı istemiyorum. Parmağında kalamıyorsa boynunda kalsın." demişti.

Onu odada yalnız bırakıp giden adamın baskınlığından kurtulunca kendini yatağın üstüne bırakmıştı. Yakalanma korkusunu yüzünden bir türlü silemiyordu. Hiçbir zaman iyi bir yalancı olmamıştı. Gerginliği yüzünden mi bilmiyordu ama onun bir şeyleri bildiğini hissediyordu. Yanıldığını ummaktan başka bir çaresi yoktu. Yakalandıysa bile devam etmek zorundaydı.

Çin'e gittiklerinde Kang Tae Yoon'u götürebileceği iş yemeklerine götürmüştü. Götüremediği toplantılardaysa Yoon onu otelde beklemişti. Beş gün için gittikleri Çin'de gezebilmek için on günden fazla kalmışlardı.

Yoon'sa videoyu yedeklemesinin iyi olabileceğini düşününce Kang Tae'nin olmadığı bir zamanda oda servisine gelen garsondan ona bir flash bellek almasını istemişti. Çin'e gitmesinin bol bol gezip fotoğraf çekinmeleri dışında ona böyle bir katkısı olmuştu. Evde kimse yokken videoları yedekleyecekti.

Bu kadar sıkı gözetim altındayken tek başına her şeyi çözemeyeceğiniyse bu gezilerinde çok iyi bir şekilde anlamıştı. Güney'deyken birinden bunun için yardım isteyecekti ancak kimden böyle bir istekte bulunabileceğini bilmiyordu. Sadece o kişi çocuğu olan Eun olamazdı.

..............

Evde çıkan yangında Kang Tae'yle alevlerin arasında kaldığında ya da evden çıkmaya çalıştıkları her anda önlerine yeni bir set çıktığında, sıkıca elinden tuttuğu adamı çekerek başka bir çıkış yolu bulmaya çalışıyordu ancak biliyorduki burdan çıkış yoktu. Onun gözlerinde bile alevlerin yansımasını görürken öleceklerinden fazlasıyla emindi. O anlarında şimdi olmaz diye mırıldanmasının nedeni de belliydi. Daha yapması gereken çok şey varken ölemezlerdi.

Onu kolundan tutup kendisine bakmasına salayan Kang Tae "Bize bu sonu hazırlayan senken neden şimdi ölmememiz için bu kadar çok çabalıyorsun?" diye sormuştu.

"Anlamadım. Ne demek istiyorsun?"

"Evi sen yaktın?"

"Hayır, ben yakmadım."

"Öyle mi? O zaman elindeki kibrit ne?"

Elindeki kibriti gördüğünde telaşla elinden atmıştı. Onun elini ne zaman bıraktığınıysa bilmiyordu.

"Ben yapmadım dedim."

Ona yüzünün yarısı yandığı halde gülümseyerek bakan adama başını iki yana sallayarak tekrar 'Ben yapmadım.' derken üstüne yürüyen adam yüzünden merdiven boşluğuna doğru geri geri yürüyordu.

"Ben yapmadım."

İki kolundan tutarak onu sarsan adamın "Uyan birtanem." diyen sesine karşılık gözlerini "Ben yapmadım." diyerek açmıştı.

"Evet, sen bir şey yapmadın. Sadece kabus görüyordun."

Kang Tae'nin yüzü sağlamdı. Evde değillerdi oteldelerdi. Ateşin sıcaklığı yerine klimanın serinlettiği odadalardı. Yandıkları falan yoktu. Bunu anladığında sıkıca kollarını ona sarıp başını onun göğsüne yaslamıştı. Onu öldürmesi gerektiği zaman için fazla zamanı kalmadığını biliyordu. Bunu düşünerek uyuduğu için bilinçaltı ona böyle bir sahne ayarlamıştı.

Başını onun göğsünden kaldırdığında hüzünle parmaklarını onun yüzünde gezdirmeye başlamıştı. Kang Tae'yse elini tutup parmaklarına küçük bir öpücük kondurmuştu.

"İlacını almayı mı unuttun? Onu aldığın zaman rüya görmüyorsun."

"Emin değilim. Sanırım almadım."

"Butün gezdiğimiz için çok yoruldun, muhtemelen bu yüzden alma gereği duymadın."

"Daha fazla kendimi uyuşturmak istemiyorum."

"Yine de birden bire bırakamazsın. Hem iyi de değilsin. Kuzey'e gittiğimiz zaman doktorunla konuşuruz. O bize ne yapmamız gerektiğini söyleyecektir."

"..."

"Rüyanda ne görüyordun? Şimdi olmaz diyip duruyordun."

Yoon ona "Önemi olmayan bir şey." dedikten sonra yataktan çıkmıştı. Fazlasıyla terlemişti. Sıfır kollu tişört üstüne yapışmıştı. Duşta kendini biraz rahatlatmaya çalışacaktı. Onunla duşa gelen Kang Tae'ye ise sesini çıkartmamıştı.

Bu adam hem içindeki yangının sebebi hem de yangınını söndüren yağmuruydu. Tamamen yanıp küle dönüşene kadarsa Kang Tae onu her gün önce yakacak sonrada söndürecekti. O ise tek başına yanmayacak kadar cüretkar davranacaktı. Karşısındaki adam Seo Kang Tae'yse o da Kim Yoon Jin'di. Tek taraflı olarak küle dönüşmeyecekti.

Y/N: Yeni bölüm için oy sınırımız: 10..

 

Bölüm : 09.03.2025 19:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...