44. Bölüm

38- Beni Bırakma

Karbamazepin
serotonin

Yine ameliyathaneden çıkmıştı. Yedi saatten fazla süren karaciğer artı böbrek nakli sınırlarını zorlamıştı. Ayakta duracak hali kalmamıştı ancak kahvaltı yapmadığı için guruldayan karnı yemek yemesi gerektiğini söylüyordu. İştahı olmasada ya da artık yemek yemeği de bir iş olarak görmeye başlasada bir yerlerde bayılıp kalmak istemiyorsa yemek yemek zorundaydı. Bu yüzden biraz önce asistanlığını yaptığı Dr. Geon'la yemekhane gitmişlerdi. Heeseung'a tepesinde durmaması için onunda yemek almasını ve onlarla beraber oturmasını söylemişti. Böyle kendini daha rahat hissediyordu.

"Her asistanın sizin gibi hızlı olmasını çok isterdim."

"Unutmayınki biz asistanken de onlar gibiydik. Zamanla öğreneceklerdir. Sadece tıp fakültesinden mezun olur olmaz buraya getirilmelerine çok üzülüyorum. Bunları yaşamak için henüz çok gençler."

"Buraya getirilene kadar hükümetimizin her şeyi bizim için yaptığını düşünüyordum. Kamplara götürülen insanlarınsa hakettikleri için orada olduklarına inanıyordum. Güney'den gelen doktorlarla konuştukça bizden nelerin esirgendiğini daha iyi anladım. Hiçbir hata yapmamış olmamıza rağmen bizi buraya hapsettiler."

"Eğer her Kuzey Kore vatandaşı sizin gibi uyanırsa bu düzeni yıkabilirsiniz."

"Hükümet bu kadar insanın beynini yıkamışken bu mümkün değil."

"Hükümet sizi dışarıdan nereye kadar koruyabilirki? Elbetteki bir gün insanlar elinizden alınan haklarınız için ses çıkartacaktır."

"Bayan Yoon devriye atan askerler var. Bunu burada konuşamazsınız."

"Her şeyin yasak olmasından sıkıldım Heeseung."

Adam boynundaki kolyeye bakarak "Neden Bay Seo'yla evleniyorsunuz? Özel bir soru olduğunun farkındayım cevaplamak istemiyorsanız cevaplamak zorunda değilsiniz." diye sordu.

Gülümseyerek ona "Başıma yeni bir bela almak için." dedi. Ona gerçek nedenini elbette söyleyemezdi. Sadece biraz gülmeye ihtiyacı vardı.

Adam gülümsemesine aynı şekilde karşılık vererek "Anlaşılan şimdiki sorunlarınız size yeterli gelmiyor." dedi.

"Sanırım öyle."

"..."

"Peki siz evli misiniz?"

"Hayır, değilim. Sorarsanız görüştüğüm biri de yok."

"Sizi birini önermek isterdim ancak muhteşem sosyal becerilerim sayesinde buradaki hiç kimseyi doğru düzgün tanımıyorum."

"Tanısanızda birini bulamazdınız zaten. Neden buradaki çalışanların yüzde sekseni erkek ki? Buradaki neredeyse her kadının bir sevgilisi var. Geri kalan erkeklerler ölsünler mi?"

"Bunların hepsi Heeseung yüzünden."

"Ben ne yaptım Bayan Yoon?"

"Canım seni suçlamak istedi."

"O halde birdahakine Bay Seo'ya emir veririm çalışanlarını kadınlardan seçer."

Heeseung "Başka isteğin var mı Heeseung?" diye soran Kang Tae'nin sesiyle ağzındaki pirinç topuyla hızla ayağa kalkmıştı.

"Sadece şaka yapıyordum Bay Seo."

"Neye bu kadar çok güldüğünüzü merak ediyorum." dedikten sonra Kang Tae de Yoon'un yanında masaya oturmuş ayağa kalkan Heeseung'u da masaya otutturmuştu. Dikkatle Yoon'un karşısında oturan adama bakıyordu. Bu adamın nesinin bu kadar komik olabileceğini merak ediyordu. Kahkaları yemekhaneyi dolduruyordu.

Yoon pirinç pilavına odaklanmaya çalışırken oluşan gergin atmosferden dolayı neşesini kaybetmişti. İştahının da kaçtığını anladığında ayağa kalkmış ancak Kang Tae "Bugünlerde bir şeyler yemiyorsun, yemeğini ye." diyerek tekrar onu masaya otutturmuştu.

Yoon "Evliliğiniz için sizi şimdiden tebrik ederim." diyen adama cevap verecekken Kang Tae onun yerine cevap vererek soğuk bir ses tonuyla "Teşekkür ederiz." demişti. Yoon ilk kez bir erkek çalışanla konuşuyor değildi ancak bu sefer içinde hoş olmayan bir his vardı.

"Bay Seo benden hoşlanmadığınızı anladım ancak bizim her gün sadece iki yemek fişi hakkımız var. Eğer şimdi masadan kalkarsam bu hakkım yanacak. Ortada kıskanmanızı gerektirecek bir şey yok. Ben sadece karnımı doyurmaya çalışan bir adamım. Nişanlınızı sizden almaya çalışamayacak kadar da bağırsaklarımı seviyorum. Sonuçta önemli fonksiyonları var." dediğinde Heeseung gülmesini tutamayarak ağzındaki pirinci ileriye doğru tükürmüştü.

Yoon da Heeseung'un bu hareketiyle gülmeye başladığında Kang Tae'nin de yüzünde belli belirsiz gülümseme oluşmuştu. Bu adam ortamı neşelendirmek bağımında biraz Heeseung'a benziyordu. Bazı insanlar girdiği her ortamı renklendiriyordu.

Gülmeleriyse ortamı biraz yumuşatmıştı.

"Yarın tekrar ameliyatımız var." diyince Yoon onu başıyla onayladı. "O adamın metastaz öyküsü var. Bana göre nakilden önce son kez PET çekmeliydik."

"Son PET son bir ay önce çekilmiş. Bir ayda çok büyük bir değişim olabilir mi?"

"Güney'deki bir hastamda lenfoması sadece bir haftada onu öldürecek kadar ilerlemişti. Yani evet lenfoma hastaları bizim için bu konuda çok tehlikeli."

"Bu gece PET çektirmelerini istesek yarına yetişmez mi?"

"Yetişir ancak raporlayacak zamanları olmayabilir. Bizim bakmamız gerekir. Biz de bir radyolog kadar iyi yorumlayamayız."

"Arkadaşlardan birini bunun için sıkıştırırım ancak lenfoması metastaz yapmış olsa bile bu ameliyatı iptal etme hakkına sahip değiliz. Sonuç olarak hasta naklin ücretini ödedi."

"Kanser hastalarının tam kür sağlanana kadar nakil için hastaneye kabul edilmemeleri gerekiyor."

"Çalışmalarımız deney aşamasında olduğu için nakil olmayı kabul eden insanlar genelde nakilden başka hiçbir şansı olmayan insanlardan oluşuyor ve oldukça kötü durumda oluyorlar. Bizde bu yüzden hastalarımızı seçerken çok seçici davranmıyoruz." diyen Kang Tae'ye "Ama bu ameliyat sonrası ölüm oranlarını arttırıyor. Bu da deney sonuçlarının yanlış yorumlanmasına neden oluyor." dedi.

"Bir sonraki kurula bunu dile getirmek için sen de katılırsın."

"Dr. Hana zaten bunu biliyor. Konuştuğumuz şey yeni bir şey değil."

"O kadının gözü gerçek anlamda deneylerden başka bir şeyi görmüyor. Resmen tüm duygularını aldırmış gibi. Ortada robot gibi dolaşıyor. Hastalara tam anlamıyla denek muamelesi yapıyor. Yaşayıp yaşamadıkları umrunda değil."

"Duygularını kaybetmiş demektense merhamet duygusunu kaybetmiş demek daha doğru olabilir. Çünkü o en ilkel duygusunu kontrol edemiyor. Sinirlenince tam anlamıyla bir cadıya dönüşüyor."

"Sizin yüzünüzden bundan sonra onu ciddiye alamayacağım."

"Alınması gereken biri değil zaten."

"Yanağınızda pirinç var."

"Nerede?"

Kang Tae Yoon'un bulamadığı pirinç tanesini yanağından aldığında Yoon ona teşekkür edip adamla konuşmaya devam edemişti. Teşekkür edişine hafifçe gülümsemişti ancak bu gülüş sahteydi. Çünkü aklından geçenler çok farklıydı.

Kang Tae ilk kez o gün Yoon'u herkesten saklamak istediğini farketmişti. Onun ondan başka biriyle bu kadar heyecanlı bir şekilde konuşmasını ya da başka bir adama gülümsemesini istemiyordu. Sadece onun için gülümsemesini istiyordu.

Şimdi onu masadan kaldırıp götürse canının sıkılacağını biliyordu. Ona zarar vermek istemiyorsa olumsuz anlamdaki bu arzularını bastırmak zorundaydı. Bunu yapamazsa masanın altından sıkıca elinden tuttuğu kadını eve götürecek birdaha da oradan çıkmamasını sağlayacaktı.

Yoon onun içindeki bu savaşı bilse o adamla konuşmaya asla cesaret edemezdi. Ancak bunu bilirse belki de hiçbir zaman onun yanında mutlu hissedemezdi. Bu yüzden Kang Tae sadece susmuş onun yirmi dakikalık sohbetini sessizce dinlemişti. Hem adamın Yoon'a yürüdüğüne dair en ufak bir izlenimi de yoktu. Buna dayanarak kendini; hislerinde yanıldığına, bir sorun olmadığına ikna etmeye çalışıyordu. Yoon'un tüm ameliyatlara onunla girdiğini bu sebeple günden güne samimiyetini arttırmış olduğunu henüz bilmiyordu.

Yoon ilerleyen günlerde Dr. Geon sayesinde buradaki çalışanlarla yemek yemek ya da kahve içmek gibi faliyetlere katıldığını için tanışma fırsatı bulmuştu. Güney'e gitmelerine bir aydan az kaldığı için aklında buradaki insanların isim listesini oluşturmaya çalışıyordu.

Hepsini aklına tutamayacağını anlayınca onları da video kayıtlarıyla beraber ifşalayarak infaz edilmelerini engellemek istediği için burada çalışan doktorundan teknikerine hatta temizlik personeline kadar herkesin ismini bir kağıda yazmaya başlamıştı. Bu sürecin çoğu doğal tanışma yollarıyla ilerlerken bir kısmı da Dr. Geon'a gördüğü insanların kim olduğunu sormuştu. Oluşturduğu yaklaşık altmış kişilik listenin başında kendi ismi yazıyordu. Hayatın ona sunduğu cilve işte buydu.

Bahçedeki olgunlaşan çilekleri toplarken yanına Kang Tae gelmişti. Küresel ısınma yüzünden uzayan yaz bitmek üzereydi. Hava fazlasıyla kapalı ve bunaltıcıydı. Muhtemelen burada son kez çilek topluyordu.

"Bugünlerde neden bu kadar mutsuzsun?"

"Eun'a evleneceğimizi henüz söylemedim. Bunun için gerginim."

"Onun vereceği tepkiyi neden bu kadar çok önemsiyorsun? Sen genelde insanların senin hakkında ne düşündüğünü dikkate almazsın."

"Benim hayatıma girmeyi başarmış insanlara diğer insanlar kadar kayıtsız kalamıyorum."

"Başkalarının evliliğimizi onaylayıp onaylamayacağını düşünmek yerine kendi mutluluğuna odaklanmalısın."

Yoon gülümseyerek ona "Denerim." demişti. Aslında korktuğu şey bu değildi. Güney'de yapması gerekenler fazlasıyla karışık olduğu için sadece biraz, evet belki oldukça fazla endişeliydi. Eğer planının tek bir aşamasında yakalanırsa onun için her şey bitmiş demekti. Kang Tae birdaha ona güvenmez belki de ölene kadar onu güneş ışığıyla vedalaştırırdı. İşler bu raddeye gelirse de o yaşamak için çırpanmaya devam etmezdi. İkisinin de fişini çekerdi.

Kang Tae'nin hafıza kartının yerini bulmuş olabileceğini düşünerek onu yerinde bırakmıştı. Nedense yüzükle o kartın aynı yerde bulunması ona mantıklı gelmiyordu. Ona yardım etmeye çalışan biri varsa ,ki ona göre yoktu, onun hakkında baya bilgi sahibi olması gerekirdi. Etrafında Jack ya da Heeseung gibi onun hakkında her şeyi bilen kimse yoktu. Onları biraz tanımışsa Kang Tae'ye ihanet etmezlerdi. Bu durum da bunu Kang Tae yapmıştı. Yine onunla oyun oynadığını düşünüyordu.

Bu doğru olmasa bile önlem almaktan bir zarar gelmezdi. Yanında videoların yedeklerini kopyaladığı flash belleği götürüyordu.

Kendi arabasıyla Güney'e geçiyor olmalarını onun için fazlasıyla tuhaftı ancak daha da tuhaf olan şey şöfor olarak o arabayı kullanıyordu. Yanında oturarak camlardan onları takip eden Jack'lere bakan adam oldukça şüpheci davranıyordu. Tüm bunları neden yapıyordu?

"Neden arabayı bana kullandırıyorsun?"

"Araba sürmekten zevk aldığını biliyorum. Hem neden buna bu kadar şaşırıyorsun?"

"Sen evde değilken benim evin bahçesinden çıkamama dahi izin verilmiyorken şimdi sen bana arabamın anahtarını veriyorsun."

"Ben yanımda olduğum sürece istediğin yere gidebiliriz ya da sen istediğini yapabilirsin."

"Hayatımın sadece seninle ilgili olmadığını ne zaman anlayacaksın?"

"Sen nasıl bir dünyada olduğumuzu anladığın zaman."

"Ne demeye çalışıyorsun?"

"Yakında öğreneceksin Yoon."

Kuzey sınırını geçtiklerinde Kang Tae onun koluna bir saat takmıştı. Bu saatin yanından tıpkı onunki gibi ince bir çubuk çıkıyordu. Artık dövüşmek hariç diğer unsurlarda neredeyse bir koruma kadar bilgisi vardı. Yine de böyle bir saate gerçekten gerek var mıydı, emin değildi.

"Saatini biz Kuzey'e dönene kadar uyurken dahi çıkartma. Güney bizim için en tehlikeli bir alan. Kuzey'deki kadar rahat davranamayız."

"Kuzey'de rahat mı davranıyorduk?"

"Evet, öyleydi."

"Her gittiğimiz yere bir araba dolusu koruma bizimle geliyordu. Bu nasıl bir rahatlık?"

"Buradayken iki araba dolusu gelecek."

"Saçmalama."

"Şartlar bunu gerektiriyor."

"..."

Seul'e girdiklerinde Kang Tae gidecekleri yeri ona tarif etmeye başlamıştı. Sıkışık trafik yüzünden direksiyonu kavrayan parmaklarıyla ritim tutuyordu. Otel on beş dakikalık yürüme mesafelerindeyken birkaç yüz metre ilerideki devrilen elektrik direği uzun bir araba kuyruğunun oluşmasına neden olmuştu. Arabasını yolun ortasında bırakıp uzun zamandır görmediği bu insan kalabalığın içinde kayıplara karışmak istiyordu. Ancak şimdi bunu yapamazdı.

"Arabayı Jack'e verip yürüyerek mi gitsek acaba?"

"Birazdan yolu açarlar."

"Yirmi dakikadır bekliyoruz."

"Bu kadar bekledikten sonra biraz daha bekleyebiliriz."

"Yürümememiz için hiçbir neden yok bence."

"Korumaları bölmek istemiyorum."

"Bu kadar korumayı otelde ne yapmayı planlıyorsun peki?"

"Otel Seo ailesine ait. Onlarda bizim kalacağımız katta kalacaklar."

"Seninle ilgili hiçbir şeye artık şaşırmamam gerektiğini biliyorum ama artık bu kadarı çok fazla. Gittiğimiz her yere gerçekten gelmeleri mi gerekiyor?"

"Güney'de benimle daha önce çok fazla zaman geçirmediğin için neden her şeyi bu kadar ciddiye aldığımı anlayamıyorsun. Burası benim alanım olsa da burada birçok düşmanıma da sahibim. Ne zaman ne olacağını bilemeyiz."

"Bu şekilde bu yaşa gelebilmiş olman büyük bir başarı doğrusu. Senin adına çok üzüldüm."

Kang Tae gülümseyerek "Benimle evleneceğini unuttun mu yoksa?" diye sordu.

"Ben Kuzey'de yaşıyorum, tüm bunlar beni hiç alakadar etmez."

"Ne yani Güney'e hiç dönmeyecek miyiz?"

"Dönmeyeceğiz."

"Güney'e gelmek için her fırsatta tutturan sen mi söylüyor bunları?"

"Benim Güney'deki özlediğim şey insanları ya da başka bir şeyi değil."

"Peki neyini bu kadar çok özlüyordun?"

"Özgür oluşumu."

"Çin sana bu özgürlüğü vermiyor mu? Neden Çin'de olmak seni mutlu etmiyor?"

"Ben Çin'le ilgili hiçbir şeyi bilmiyorumki. Tam olarak kavrayamadığın bir yerde istediğin gibi hareket edemezsin sadece seni yönlendiren insanları takip edersin. Bu da bana göre özgürlük değildir."

"Çok karmaşık düşünüyorsun. Ona bakılırsa bilmediğin bir yeri keşfederek de özgürleşebilirsin."

"On günde koca bir ülkeyi çözemezsin."

"Yine de söylediğin şeye katılmıyorum."

"Dışarıdan biraz saçma bir düşünce gibi görünüyor değil mi? Ancak benim için o kadar da saçma değil. Burası bana özgür olduğum zamanlarımı hatırlattığı için beni mutlu ediyor. Diğer yerlerde oluşumuza göre ,bana olan tutumun hiç değişmese de, üstümde daha az baskını hissediyorum. Yani evet burda geçireceğim yirmi günde, Çin'de geçirdiğim on günden daha özgür olacağım."

"Böyle düşününce evet anlaşılabir bir düşünce gibi görünüyor."

"Evet öyle fakat artan saldırıya uğrama olasılığımız ya da özellikle senin burada tanınıyor oluşun Güney'i eskisi kadar çekici hale getirmiyor."

"..."

"Bana daha önce insan kalabalığından sıkıldığını söylemiştin ya, doğrusunu istersen ben de çok sıkılıyorum. Aşırı ilgiden hoşlanmıyorum. Ancak burada aşırı ilgiye de maruz kalıyoruz."

"Seni nereye götürürsem götüreyim eski haline hiçbir zaman dönemeyeceksin demek bu. Burada da mutlu değilsen başka hiçbir yerde olamazsın."

"Çok memnuniyetsiz biri gibi konuştuğumun farkındayım ama artık sen ne yaparsan yap bana eski hayatımı geri veremezsin. Hem sorunlarımızın mekan değişikliğiyle olan ilgisinden çıkalı da çok oldu."

Açılan trafikle yollarına devam ettiklerinde Yoon elektrik direğine girmiş olan arabaya dikkatle bakmıştı. Asfalttaki kan gölü kazazedelerden birinin iyi durumda olmadığını söylüyordu. Aynı kan gölünü Hemşire Oh'un cesetinin önünde gördüğünü hatırladığında bir nefes verdikten sonra gözlerini kapatıp açmıştı. O kadının fedakarlığını boşa çıkartırsa kendini asla affedemezdi.

Kuzey'liler tarafından çok sevilmese de aralarında ona Dr. Suho ya da Dr. Geon gibi yardım eden insanlar olmuştu. Birçok kişinin sorumluluğunu sırtında taşıyordu. Bu yüzden ne yapması gerekiyorsa onu mutlaka yapması gerekiyordu. Tüm bunları yaparken tereddüt etmek gibi bir zaafiyet gösterirse de kendi derisini yüzecekti.

İlk olarak Eun'dan radyoyu almalıydı. Eğer içinde mantıklı bir şey çıkmazsa bir sinyal kesici bulmayı deneyecekti. Sürekli takip edildiği için bunu nasıl yapacaktı bilmiyordu ama halledecekti bir şekilde. Önlerindeki yirmi gün burada kalacaklarını düşünürse oldukça uzun görünen aslında oldukça kısa olan bir zamanı vardı.

Otele ulaştıklarında Kang Tae, Yoon'u odada bırakıp uzun zamandır uğramadığı şirkete gitmişti. Kapısının önüne sandalye çeken Jack'se dışarıya çıkmak istediğinde onu dışarıya çıkartmamıştı. Kuzey'de ameliyat yapmaya bile alışmıştı ama hala bir yerlere hapsediliyor oluşuna alışamamıştı. Muhtemelen bu hiçbir zaman alışabileceği bir şey de olmayacaktı.

Sandalyeye oturup başını kolları üstünde masaya dayamıştı. Yapması gereken şey basit bir doktorun yapabileceklerinin çok üstündeydi. Yardıma ihtiyacı vardı ancak kimden ne gibi bir yardım alabileceğini bile bilmiyordu. Planları düğünlerine bir gazetecinin gelme olasılığı gibi tamamen olasılıklar üzerineydi. Şimdi harekete geçmesi gerekirken yine dört duvar arasına sıkıştırılmıştı ve artık bunu kaldıracak duygu durumu kalmamıştı.

Masanın üstünde ağlarken uyuyakaldığını Kang Tae'nin odaya girerken çıkarttığı sesle uyandığında anlamıştı. Eğer şimdi onun gözlerinin içine bakarsa içindeki kırıklıkları gösterirdi ancak o bunu istemiyordu. Bu tarz şeylerle kaybedebilecekleri zamanları kalmamıştı. Zaten ölmelerine çok az kalmıştı. Bu yüzden yüzüne bakmadan banyoya girip kapısını kilitlemişti. Eğer bu döngüyü hiçbir şekilde kıramayacaksa uyumaktan başka bir şey yapmak istemiyordu.

Kang Tae ona düğünlerine davet etmek istediği insanları yazması için kağıt kalem verdiğinde tıp fakültesinden birkaç arkadaşını, eskiden çalıştığı hastanedeki meslektaşlarını ve asistanlarının adını yazmıştı. Aralarında Jung ve Han-Do da vardı. En fazla yirmi kişilik bir liste oluşturmuştu. Aslında bunu da yapmayacaktı ama Güney'e gelmişken insanları davet etmemesinin bir anlamı yoktu. Hem herkesi görmüş de olurdu.

"Sadece bu kadar mı?"

"Sade bir düğün planlamıyor muyduk?"

"Evet, öyle planlıyorduk."

"Peki sen kimleri davet edeceksin?"

"Senin gibi sadece kendime gerçekten yakın gördüğüm insanları."

"..."

Ertesi gün Eun'la kaldıkları otel odasında buluştuklarında Eun ona ağlayarak sarılmıştı. Ne olduğunu anlayamayarak kollarını ona sararken birkaç saat önce aldığı ilaç yüzünden donuklaşan ifadesiyle onun yüzüne bakmıştı.

Kang Tae'yse saatler önce toplantıya gideceğini söyleyerek odadan çıkmıştı. Birkaç gün daha bu böyle devam edecek sonra birlikte tatil aşamasına gireceklerdi ama şimdi karşısında Eun vardı.

Bir süre sadece Eun'un ağlayışı yüzünden korkup ağlayan MinGyu'nun sesini dinlemişlerdi. Eun'un getirdiği masanın üstündeki radyoya bakmak için Yoon onun gitmesini bekleyecekti. Hem Jack de varken ona bakamazdı.

"Sana ne oldu?"

"Ne olmuş?"

"Bedenen burdasın ama sanki burada değilsin."

"Geleceğinden haberim yoktu. Bilseydim ilaçlarımı içmezdim."

"Ne ilacı?"

Başını işaret ve orta parmağıyla göstererek "Birkaç tahtamı kaybettim." dedi.

"Bir önceki gelişinden belliydi zaten. Ama bu sefer daha kötüsün. Kaç kilo kaybettin?"

"Bilmiyorum."

"..."

"Sen neden ağlıyordun?"

"Sadece seni böyle görmeye dayanamadım. Neden kapının önünde adamlar var?"

"Bu yeni bir şey değil, bunu biliyorsun."

"Ancak seni dışarıya çıkartmıyorlar?"

"Kang Tae saldıraya uğrama ihtimalimizden dolayı önlem almak istiyor."

"Sen çocuk mu kandırıyorsun?"

"..."

"Jack bize biraz izin verir misin?"

"Bay Seo'dan sizi yalnız bırakmamam gerektiğine dair emir aldım."

"Rica ediyorum."

"Pekala."

Jack dışarı çıktıktan sonra Yoon radyoyu çalıştırmıştı.

"Ona nikahınızda gerçekten evet diyecek misin?"

Başını sallayarak onu onaylamış sonra da radyonun sesini biraz düşürmüştü.

"Babam bu radyoyu çok severdi."

"..."

"Miras olarak ondan sadece bana bu kalmış olması hiç adil değil."

"Yoon."

"O zamanlar çocuk olmasaydım amcamın evimizi dağıtmasına asla izin vermezdim."

"Konumuzu değiştiriyorsun."

"Sana ne söylememi istiyorsun?"

"Neden bu halde olduğunu?"

"Eğer bunu Kang Tae sorarsan çok daha iyi yanıt alırsın."

"Bana kaçamak cevaplar veriyorsun."

"Sadece seni korumaya çalışıyorum."

"Korunmaya ihtiyaç duyan kişi ben değilim. Sensin."

"Benim çocuğum yok ama."

"Çocuğumun olması neyi değiştiriyor?"

"Boşandığınız için o çocuk zaten hep yarım hissedecek bir de annesiz kalmasını mı istiyorsun?"

"..."

"Eğer tamam diyorsan sana ne yaşadığımı anlatırım. Birlikte bu bataklıkta dibe çöküp boğuluruz."

"..."

"Yapabileceğin bir şey olduğunu düşünsem bir dakika düşünmeden sana olan biten her şeyi anlatırım ancak yok. Benim bile yapabileceğim hiçbir şey yok."

"..."

"Sadece bu aptal ilaçları içip uyumaktan başka halta yaramıyorum."

"..."

"Uykumda sürekli onu öldürdüğümü görüyorum."

"..."

"Uyandığımda kendimi onu öldürmediğime ikna etmek için nefeslerini sayıyorum."

"..."

"Ondan onu öldürmek isteyecek kadar çok nefret ediyorum ancak bir o kadar da ondan vazgeçemeyecek haldeyim."

"Bu böyle devam edemez. Bir şey yapmak zorundayız. Hem onunla evlenme fikrini de unut. Mantıklı düşünemiyorsun Yoon. Önce seni ondan kurtarmamız lazım sonra senin için buradan doğru düzgün bir doktor buluruz. Her şeyi sırasıyla yapacağız."

Yoon gülümseyerek "Sen beni dinlemiyor musun?" diye sordu. "Bizim seninle yapabileceğimiz bir şey yok."

Eun çantasından bir cihaz çıkartınca Yoon şaşkınlıkla ona baktı.

"Tamirci işine yarayabileceğini söyledi." dedikten sonra Yoon'a cihazı uzattı. Anladığı kadarıyla bir sinyal kesiciydi.

"Kesin çözüm-"

Yoon ona susmasını işaret ederek bulduğu kağıt kalemi ona verdi. Tekrar dinlenildiği için yakalanmak istemiyordu. Eun'un radyoyu kurcaladığını anlamıştı. Gerçi kurculaması için bazı nedenleri ona geçen sefer Güney'e geldiğinde kendi eliyle vermişti. Şimdiyse bunun için pişman değildi.

"300 joule elektirik ya da cerrahi."

Yoon'un yüzünde anında gülümseme oluşurken radyoloji uzmanını zamanında ciddiye almadığı kendini bir tık suçlu hissediyordu. Demekki filmlerdeki bazı şeyler gerçek olaylardan esinleniliyordu.

"Peki şimdi ne yapacağız?"

"Sen değil ben yapacağım. Karışmanı istemiyorum."

"Kapıdan dışarı adımını atamıyorken ne yapacaksın? Yardımıma ihtiyacın var. Diretmeyi bırak. Hem girmeden önce Jack telefonumu aldı. Çanta mı da arayacaklardı izin vermedim. Bu ne tür bir manyaklık?"

"Kang Tae varken dışarıya çıkabiliyorum."

"Nasıl içim rahatladı anlatamam."

"Düğünden sonraki gün her şey bitecek."

"Neden düğünden önce bir şey yapamıyorsun?"

"Tanışmam gereken bazı insanlar var."

"Ne yaptığını bildiğinden emin misin?"

"Evet öyleyim."

Kang Tae odaya geldiğinde onları balkonda çay içerken bulmuştu. Onları rahatsız etmemek için onlara gözükmemeyi tercih etmişti. İlgisi içeride uyanmış olan MinGyu'daydı ama onların hararetli konuşmaları da odada duyuluyordu.

"Onunla evleniyorsan gerçekten de hiç tahtan kalmamış demektir."

"Daha ne kadar bunu söyleyip duracaksın?"

"Minho'yla evlenmen bile daha doğru bir seçenek olurdu."

"Daha ilişkimizin adını koyma aşamasındayken beni aldatan bir adamla neden evlenmek isteyeyim ki?"

"O seni aldatmamış, Jiwoo yalan söylemiş."

"..."

"Yalan söylediği de belliydi zaten. Ne kadar sarhoş olursan ol elbetteki birlikte olduğun kadın ya da erkeği hatırlarsın. Ama Minho hatırlamıyordu."

"Her ne olursa olsun Minho defteri benim için kapandı. Açma artık. Ben evleniyorum."

"Minho'ya kadar senin hiç kimseyle ciddi bir ilişki düşündüğünü görmemiştim. Ancak onu kenara atman çok kolay oldu, neden?"

"Çünkü ben sarhoş olduğumda kafa dağıtmak için gittiğim bir barda rastgele bir adamı öpmüyorum. Eğer o böyle bir boşluğunda bunu yapabiliyorsa ilişkimiz ilerlediğinde daha fazlasını yapabilir demektir. Onunla ilişkimizi yürütmemiz mantıklı değildi."

"Kang Tae'yle çok mu mantıklı?"

"Kabul ediyorumki söz konusu o olduğunda bende mantık falan kalmıyor. Onun karşısındayken ben her anlamda yeniliyorum. Bütün tabularımı yıkıyor. Ona karşı koyamıyorum. Bana yaptığı her şeye rağmen onu itemiyorum."

"..."

"Biliyorum dışarıdan çok uçuk görünüyor ama o varken ben kendimi tutsak hissetmiyorum. Yokluğuyla benim tutsaklığım başlıyor ve kavga sebeplerimizi de genelde bu oluşturuyor. Bir bakıyorsun bir gün ben camları yere indiriyorum, ertesi gün kravatlarını kesiyorum yetmedi onu pantolonundan vuruyorum ama ne olursa olsun her şeye rağmen gecesinde birlikte uyuyoruz. Sabah birbirimize günaydın diyoruz, biraz güzel zaman geçiriyoruz sonra yeniden kavga ediyoruz."

"..."

"Şimdi sen bana soruyorsunki Minho'yu kenara atmam neden bu kadar kolay oldu diye."

"..?"

"Ben aşkın durdurulamaz bir şey olduğunu Kang Tae'ye karşı bir şeyler hissedince anladım. Zamanında ondan uzak durmak için hiç güneş ışığı görmeme pahasına hastanede kalmayı kabul ettim. Odağımı ondan başka bir şeyle değiştirebilmek için gece gündüz çalıştım. Mobinge uğrasam da ondan yardım istemedim. Hatta ilk antidepresanlarıma onun yokluğunda başladım ancak bu önlemlerimin hiçbiri işe yaramadı. Bunu o zamanlar kabullenemesem de ya da ona aşık olmaktan çok korksamda ondan kendimi bir türlü koparamadım."

"..."

"Ben bu hissettiklerimin hiçbiri Minho'da hissetmedim, bu yüzden onu tek hatasında kapı dışarı etmem çok kolay oldu. Evet belki Jiwoo'yla beni aldattığını düşündüğümde ya da birlikte fotoğraflarını gördüğümde çok üzüldüm fakat bunun için ben tek bir gün bile yas tutmadım. Çünkü yeterince tutunamadığım insanlar bana zarar veremezler."

"..."

"Bugünse evet ben Kang Tae tutunduğum için bu haldeyim. Ancak ona tutunduğum için de pişman değilim. Şimdilerde kendi çapında beni mutlu etmek için çabalıyor."

"Seni bu şekilde mi mutlu ediyor? Sen ne söylediğin farkında mısın?"

"Sana bu yüzden kendi çapında dedim ya. Bir örnek vermem gerekirse beni hiç güneye getirme niyeti yoktu mesela. Ben istediğim için buraya 4geldik."

Eun bir iç çektikten sonra "Peki sana fiziksel anlamda zarar veriyor mu?" diye sordu. Ondan her şeyi bekliyordu.

"Hayır. O konuda bir sıkıntımız yok."

"Bir türlü anlamıyorum sen ona nasıl aşık oldun?"

"O ve adamları hariç etrafımda hiçkimse yoktu. Jack de şimdikine göre çok daha katıydı. Benimle hiç konuşmuyordu. Parmaklarım kırıldığı için ameliyatlara da girmemeye başlamıştım. Anlayacağın Kuzey'e götürüldüğüm ilk aylarda gördüğüm ya da konuşabildiğim tek kişi oydu. Bu yüzden başta sadece onu gördüğüm için çıldırmaya başladığımı beyninim bana oyun oynadığını sanıyordum. Zamanla anladım ki öyle değilmiş."

"..."

"Uyku bozukluğum yavaş yavaş başladığı dönemlerde aramızda daha hiçbir şey yokken bana hiç dokunmadan yanıma uzanıp saatlerce benimle tavanı izlerdi. Sabah olduğunda ben uyurdum o işe giderdi. Akşamın da eve ölü gibi gelirdi ancak gecesinde yine benimle uyanık kalırdı. O varken kendimi daha güvende hissederdim, bir şekilde saat geçte olsa onunlayken uyumayı başarırdım. Yokluğundaysa bayılma aşamasına gelene kadar uyanık kalırdım."

"..."

"Sonra bir gün onun bu döngüyü devam ettirmeye gücü yetmedi. Sürekli onu iten bir kadını hayal et. Herhalde kim olsa bir noktada pes ederdi. O da o gün gidip kendi yatağında uyudu. Yavaş yavaş benden vazgeçmesi gerektiğini anlıyordu. Çünkü o ne hissettiğimi bilsede ben ondan ısrarla uzak duruyordum. İnatçı bir kişiliğimin olduğunu biliyordu. Onu hiçbir zaman kabul etmeyeceğime inanmaya başlamıştı."

"..."

"Ancak o gün ben yastığımı alıp onun yanına gittim. Hem onun sınırlarından hiçbir zaman çıkamıyorken kendimi ondan uzak tutarak ikimize de eziyet etmemim bir anlamı da yoktu. Çünkü ben zaten duygularımla olan savaşımı o gün değilde çok daha öncesinde kaybetmiştim. O gün sadece ona teslimiyetimi vermiş oldum."

"..."

"Eğer bunu yapmasaydım o hastanedeki odamdan belki de hala çıkamamış olurdum. Doğrusunu istersen beni bu hale getiren şeylerden biri de bu oldu. Belli etmemeye çalışsamda klostrofobi geliştirdim. Bazen hala kapıyı kapattığım için duş almak bile bana çok zor geliyor. Ki ben bu haldeyden birde kapalı kapılar ardında uyumaya çalışıyordum."

"..."

"Şimdi hiçbir kapı kilitlenmiyor ancak Jack kibarca bana Kang Tae olmadan dışarıya çıkamayacağımı söylüyor."

"Önceden böyle değildi. Evet böyleydi ama bu kadar değildi. En azından evimizde kalabiliyordun. Şimdi ne değişti?"

"Kang Tae benden ve yapabileceklerimden korkuyor."

"Neden cerrah olmaktan başka hiçbir özelliği olmayan senden korksunki?"

"Başta bunun sebebini ben de anlamıyordum. Ancak anladımki o beni benden daha iyi tanıyor. Neler yapabileceğimi ya da yapamayacağımı çok iyi biliyor. Bana karşı istediği ölçüde gardiyan olamadığı içinse ortaya böyle bir tablo çıkıyor."

"Daha fazla ne yapabilirki?"

Yoon gülümseyerek ona baktığında Eun bir iç çekti. Yoon tabii ki de bunu ona anlatacak değildi.

"Adamın neden sana kafayı taktığı belli. Her gülünecek ya da gülünmeyecek halta böyle gülersen tabii ki de bir manyağın dikkatini çekersin. Zaten o da kafadan kontak iyice tencere kapak olmuşsunuz."

"Bunu iltifat olarak kabul edeceğim."

"İltifat değildi."

"Sen söyleyince öyleymiş gibi algılanıyor."

"Kızdırıyorsun beni. Yağcılığın bana sökmez."

"Söker söker."

"Ne zaman evleniyorsunuz?"

"On beş gün sonra."

"Daha vakit varmış."

"Minho'ya evleneceğini söyleyecek misin? Bence haber kanallarından öğrenmesi iyi olmaz. Kang Tae yüzünden zaten işini yapamıyor."

"Ne demek yapamıyor?"

"Kimse onu işe almıyor. Haberin yok muydu? Bugünlerde zor durumda. Evden avukatlık yapmaya çalışıyor ama hakkındaki kötü internet yorumları yüzünden fazla müvekkili de yok. Kariyeri bitme noktasında. Evini bile satmayı düşünüyor."

"O iyi bir avukat, neden tüm bunları yaşıyor? Neden herkes Seo ailesinin ne söylediğine bu kadar çok dikkat ediyor?"

"Çünkü ülke her alanda çürümeye başladı. Neredeyse torpilsiz adım atılacak yer yok."

"Sen Minho'ya evleneceğimi söylersin ben de bunun için Kang Tae'yle konuşurum. Sadece o yerinde dursun. Birde onun taşkınlıklarıyla uğraşayalım."

"Söylerim."

İçeri girdiklerinde MinGyu'yu yatakta bulamamışlardı. Eun hızla etrafına bakarken onu Kang Tae'nin kucağında gülerken görmüştü. Sert bakışlarla hızla ona doğru yürüyüp oğlunu onun kolları arasından almıştı.

"..."

Kang Tae bir şey söylemezken Eun arkasını dönmüş odadan çıkmak üzere birkaç adım atmıştıki geri dönüp Kang Tae'nin suratına bir tokat geçirmişti. Yoon şaşkınlıkla aralarına girerken Eun'a gitmesini söylemişti. Böyle bir şey yapmasını hiç ama hiç beklemiyordu.

Önce kapının açılıp kapanması izlemiş sonraysa yüzünü Kang Tae'ye doğru çevirmişti. Nefesini tutarak ellerini yumruk yapan adamın parmaklarını tek tek açmış yanağını eliyle okşamıştı. Zoruna gittiğini elbetteki biliyordu.

"Uyanmıştı. Yataktan inmeye çalışıyordu. Sadece düşmesini istemedim."

"Kötü bir niyetinin olmadığını biliyorum. Ancak biliyonsunki anneler çocukları için aşırı korumacı olurlar. Sana güvenmiyor."

"O sana başka bir adamdan bahsederken bile ben senin için ona tahammül ediyorum ancak o sınırlarını fazlasıyla zorluyor."

"Birdaha aynı ortamda bulunmamanızı sağlayacağım, bulunsanız da bir daha o bunu yapmayacak."

"..."

"Minho'nun işe girmesini mi engelliyorsun?"

"Şimdi bunu mu konuşacağız?"

"Bunu konuşmak için doğru bir zamanın hiçbir zaman gelmeyeceğini ikimiz de biliyoruz. O yüzden evet şimdi konuşacağız."

"Sürekli senin için dava açmaya çalışıyor. Bana başka bir çare bırakmadı."

"Yine de bunu yapamazsın."

"Bundan çok daha fazlasını yapabilirim ancak seni kaybetmemek için yapmıyorum ama beni çok yoruyor."

"Dava açarsa bende senin lehinde ifade veririm, sorun çözülür. Ona böyle bir borcum kalsın istemiyorum."

"Bu senin borcum diyebileceğin bir şey değil."

"Benimle ilgili bir sebepten dolayı çalışamıyorsa evet bu benim borcumdur."

"Benden bunu istemenden hoşlanmıyorum. Oysa ona ne olduğu seni ilgilendirmemesi gerekiyor."

"Zaten söylediğin şeyi destekler bir istekte bulunuyorum senden. Onunla aramda iyi ya da kötü en ufak bir bağ kalmasını istemiyorum. Eğer sen buna devam edersen ben onun hayatından hiçbir zaman çıkamamış olurum. Yoluna devam edemez, inatlaşıp durur. Lütfen benim için de senin için de işleri kolaylaştır."

"Pekala tamam."

"..."

"Bugün ne yapmak istersin?"

"Sence de düğünde ne giyineceğimize karar verme vaktimiz gelmedi mi?"

Gülümseyerek "Geldi mi?" diye sordu Kang Tae.

"Geldi."

"Bir ara saçlarımı da düzelttirmeye gitmem gerekiyor."

"Düz değil mi zaten?"

Yüzüne bir gülümseme yerleştirirken "Dalgalı olduğu için bu sabah düzleştirmeye kalkana kadar ben de yamuk olduğunu farketmemiştim. Yamuk kesmişsin" dedi.

Kang Tae saçlarını incelediğinde "Evet, yamuk kesmişim. Ama senin kestiğinden çok daha iyi durumda." dedi.

"Ben düz kesmek için uğraşmamıştım."

"Belliydi zaten."

"..."

Giyinme kabininin önündeki koltuğa oturmuş bacak bacak üstüne atmıştı. Kang Tae'nin beğendiği takımı denemesini bekliyordu. Jack'se hemen arkasındaydı.

Kabine girerken "Neden ilk benim kıyafetimi alıyoruz ki?" diyen soran adama "Senin kıyafetini enerjimizi tüketmeden seçmemiz daha iyi olacaktır." dedi. Erkeklerin kıyafetlerini seçmisi kadınlara göre çabuk olurdu.

"Neden böyle düşünüyorsun?"

"Çünkü sırtımı tamamen kapatacak beğendiğim bir gelinlik bulmamız kolay olmayacak."

"Daha önce hiç senin bunu dert ettiğini farketmemiştim."

"Sonuç olarak ben de bir kadınım. Elbetteki dert ederim."

"..."

Kabinden çıkan Kang Tae ona "Nasıl olmuşum?" diye sordu.

Görünüşünü beğense de ona "İyi, her zamanki sen işte." demişti.

"Ne demek her zamanki ben?"

"Hep bu tarz takım ceket giyindiğin için gözüme farklı gözükmedin."

"..?"

"Oysa biraz daha farklı bir şeyler denebilirsin." diyerek ayağa kalkmış eline bordo renkteki takımı almıştı. Bu adama kırmızı gereğinden fazla yakışıyordu.

"Pantolonunun rengi de bordo olması sıkıcı gösteriyor ama kumaşı ve tipi güzel. Belki siyah pantolonla değiştiririz."

Kang Tae tekrar üstünü değiştirdiğinde ona "Ortama çapkınlık yapmaya gelmiş erkeklere benzedin." dedi.

"Yani yakıştı?"

"Evet, yakıştı."

"O zaman bunu mu alıyoruz?"

"Hayır, bunu alırsak yolda seni başkasına kaptırabilirim."

Kang Tae gülümseyerek "O zaman çuval mı giyinmeliyim?" diye sordu.

"Şimdi düşündüm de çuval giyinsen de seni kaptırma ihtimalim var."

"Çıplak gidecek halim yok ya?"

"Yani evet bir şeyler giyinmek zorundasın." diye söylenirken gözüne krem bir takım çarpmıştı. Eline onu aldığında yanına Kang Tae gelmişti.

"Üstümdekinden daha iyi duruyor."

"Evet, hem sen genelde koyu renkler giyinmeyi tercih ediyorsun. Senin için de güzel bir değişim olur.

Kang Tae krem takımı giyinip çıktığında ona "Bu sefer de yolda beni kaptırabileceğin bir adama mı benziyorum?" diye sordu.

"Hayır, gerçekten eşim olacağın bir adama benziyorsun. Peki sen beğendin mi?"

"Evet, beğendim."

Gelinlik için başka bir mağzaya gittiklerinde Yoon etrafını incelemeye başlamıştı. Çalışanın gösterdiği gözüne çarpan birkaç model vardı ancak sırt tarafları üstündeki gömlek gibi onu sarmıyordu.

"Senin için benim seçmemi ister misin?"

"Olabilir."

Kang Tae ona daha önce eline atıp baktığı gelinliği uzatınca şaşkınlıkla ona baktı.

"Benim için her halinle güzelsin. Sırtındaki izler dert etmen gereken bir şey değil."

"Herkes senin gibi düşünmeyecektir. Hem bunun için ilgi çekmek istemiyorum."

"Düğün bizim düğünümüz ve o gün bizden başka kimseyi düşünmen gerekmiyor."

Yoon gelinliği üstüne giyindiğinde kabinden çıkmadan önce kendini incelemişti. Gelinliği omzuna bağlayan dantel detayları gayet yerindeydi. Kabarık olmayan taşlı oldukça zarif bir gelinlikti. Problemse sırtındaydı. Eğer öyle olmasaydı, düşünmeden gelinliği alırdı.

Kabinden çıktığında Kang Tae'ye "Nasıl olmuşum?" diye sormuştu.

Gözleri parlayan adam yutkunduktan sonra "Her zamanki sen." demişti.

O da ona gülümseyerek "Ben her gün gelinlik giyinmiyorum ama." demişti. Beğendiğini biliyordu. Sadece onunla uğraşıyordu.

"Öyle tabii ama güzelliğin daimi olan bir şey."

"Hım. O zaman başka bir gelinlik bakmalıyız."

Dediğinde askılara yönelmiş ancak Kang Tae onu durdurmuştu. "Başka bir gelinliğe bakmana gerek yok. Bunu alabiliriz. Sana iltifat etmeye çalıştığım için öyle söylemiştim ama görüyorumki batırmışım"

"Batırmadın, sadece ben bunu giyinemem."

"Sana öneminin olmadığını söyledim."

"Evet ama ben insanlara yaralarımı göstermek istemiyorum."

"Sırt bölgesine de dantel detayları eklememize ne dersiniz?" diyen butik sahibine "Bu mümkün mü?" diye sormuştu.

"Elbette. Gögüsten omza gelen dantel tülleri sırt bölgesine astar ekleyip çaprazlarız. Ancak bunu var olan gelinlik üzerinden yapamayacağım için sıfırdan dikeceğim. Yani bana bunun için biraz zaman vermeniz gerekir."

"Düğünümüz onbeş gün sonra."

"O halde düğünden üç gün öncesinde provaya gelin. Son rutuşları o zaman yaparız."

Yoon onu onaylayınca kadın vücut ölçülerini almıştı. Sonrada butikten çıkmışlardı.

"Sen öyle söyleyince akşama kadar gelinlik bakacağız sanmıştım ama ilk denediğin gelinliği aldın."

"Doğrusunu istersen ben de böyle olacağını tahmin etmemiştim."

"Galiba ne istediğini bilen biri olduğun için bu kadar kolay oldu."

"O kadın sıfırdan dikeceğini söylemeseydi çok fazla dolaşırdık."

"Neden daha önce yaralarından bu kadar çok rahatsız olduğunu söylemedin? Doktora giderdik."

"Bunun için ameliyat olmak isteyebileceğim bir süreçte değildim çünkü."

"Düğünden sonra gideriz biz de o halde."

"Bir ton sorunumuz varken bununla zaman kaybetmek istemiyorum."

"..."

"Kuaföre ne zaman gideceksin?"

"Bugün seninle zaman geçirmek istiyorum. Sonuçta oraya sen ya da Jack giremezsiniz. Eun'la başka bir gün giderim."

"Belki de senin için bir kuaförün otele gelmesini istemeliyim."

Yoon boynundaki kolyedeki yüzüğü tutarak "Bana evliliğimizin her kapıyı açacağını söylemiştin. Eğer sözünü tutan bir adam olmak istiyorsan en azından kuaföre kiminle nasıl gideceğime karışma." dedi.

"..."

Başka bir gün Kang Tae'nin bir iş yemeğine katılmışlardı. Ne zaman kalabalık bir organizasyon olsa Kang Tae, Yoon'un elini hiçbir zaman bırakmıyordu. Yine öyle bir gündelerdi. Açıkcası Yoon'un bu konuda bir şikayeti yoktu. Sadece sol eliyle yemek sağ eliyle yemesine göre biraz daha sıkıntılıydı. Sol eliyle yemeğeyse parmaklarını kırdığı dönemde alışmıştı.

Önüne bir bardak soju koyduklarında bir yudum içmiştiki Kang Tae bardağı elinden alıp kendi dudaklarına götürmüştü.

"İçmemen gerektiğini biliyorsun." diye fısıldayan adama "Birkaç gündür ilaçlarımı almıyorum." demişti. Kullanabildiği her fırsatı kullanmak için ayık olmaya ihtiyacı vardı. Bir bardak sojuyla sarhoş olacak da değildi.

"Neden hiç söz dinlemiyorsun?"

"O şarlatana kalsa benim hiç uyanmamak üzere uyumam gerekir. Ortada öyle bir durum yok."

"Şarlatan dediğin doktor benim Kuzey'de bulabildiğim en iyi doktor."

"O adamın bir şeyden anladığı yok."

"Adama neyinin olduğunu anlatmıyorsunki. Benim sen de gördüğüm semptomları dikkate alarak tedavini düzenliyor."

"Yani tam şarlatanların yapacağı gibi."

"Çok zorsun." diyen adama aldırmadan onun önündeki bardağı almıştı. Ancak Kang Tae yine kadehi elinden alıp kendi içmişti.

"Neden böyle yapıyorsun?"

"Sarhoş sen çok yorucu oluyor."

"Bir bardakla mı?"

"Senin daha önce hiç bir kadehle durduğunu görmedim. Ayrıca tedavini bırakmanı istemiyorum. Bu gece ilaçlarını al."

Bütün gece nezaketen ona doldurulan bardağa hiç dokunmasa da yeni havaalanı hakkında ortaklarıyla konuşup duran Kang Tae her seferinde önünden alıp içkiyi içmişti. Başka insanlarla konuşurken hiç sarhoş değilmiş gibi görünen adamın sarhoş olduğunu omzuna başını yaslamasından anlamıştı. Bir süredir kimseyle konuşmadan sadece içiyordu.

"Çok fazla ses var, başım ağrıyor."

Bunun üzerine Yoon "Otele geçelim mi?" diye sormuştu.

"..."

Yanıt alamayınca elini omzundaki adamın yanağına atmış sonrada gözleriyle Jack'i aramıştı. Jack onu aradığını anladığında yanına gelmişti.

"Çok içti. Onu götürmemiz gerekiyor."

"Ben kendim gidebilirim, sarhoş değilim."

"O zaman hadi kalk gidelim."

"Biraz uyuyup uyandıktan sonra gideriz."

"Neden bu kadar çok içtinki?"

"Senin yüzünden."

"Neden benim yüzümden?"

"Beni bırakıp gideceksin."

"Bunu nereden çıkarttın?"

"Çıkartmadım, biliyorum."

Yoon gülümseyerek "Pekala nasıl biliyorsun?" diye sormuştu.

"Benim senin hakkında bilmediğim hiçbir şey yok."

"Anlaşılan senden bugün bu konuşmadan verim alamayacağız. Çok sarhoşsun."

"Ben sarhoş değilim."

Jack'e baktığında onun da gülümsediğini görmüştü. Götürelim mi anlamında ona baktığındaysa Jack gözlerini kapatıp açmıştı. Sessizce kimseye haber vermeden gürültünün arasından sıyrılıp çıkmışlardı.

Temiz havada Kang Tae biraz kendine gelirken "Neden sürekli bir şeyleri kutlamak için iş yemeği planlıyoruz." diye sormuştu.

"Hoşuna gitmiyorsa katılmayabilirdik."

"Öyle de olmuyor."

"O zaman daha erken kalkabilirdik."

"Evet onu yapabilirdik." diyen adamı Jack taşısa da onun üstünde de ağırlığı vardı.

"Beni ne zaman bırakacaksın?"

"Seni bırakmayacağımı zaten söyledim."

"Bana yine yalan söylüyorsun."

"Sana yalan söylemek için bir sebebim yok."

"Sen beni bırakıp başka bir adamla evleneceksin."

"O başka adam kim?"

"Genel Cerrah Geon'la."

"Yok artık."

"O adama nasıl güldüğünü gördüm. Sen belki bilmiyorsun ama ben biliyorum. Seni tekrar Kuzey'e götürmemem lazım."

"..."

"Ya da sen niye gitmiyormuşsunki onun orda olmaması lazım. Onu kovacağım."

"Bundan sonra sana da içki yok."

"Ben daha yeterince içmedim ki?"

"Tamam içmedin."

Onu yatağa kadar taşıma başardıklarında Jack'e gerisini halledebileceğini söylemişti. Uyuklayan adamın ayakkabılarıyla belindeki kemerini çıkartmıştı. Üstünü değiştirmeye gücünün yetmeyeceğini anlayınca onu öylece bırakmıştı. Işığı kapatmak için yanından ayrılacaktı ki Kang Tae elinden tutmuştu.

"Sana daha önce benimle oyun oynamaman gerektiğini söylemiştim."

Ciddiyetle onu dinlenken neyden bahsettiğini anlamaya çalışıyordu.

"..?"

"Dr. Geon'la evlenmene izin verir miyim sanıyorsun?" diyince elini yüzüne götürmüştü. Saçmalıyordu. Bu da nereden çıkmıştı?

"Onunla evlenmeyeceğim, çıkart aklından artık bunu."

"Onunla evlenmeyeceksen beni bıraktığında Eun'un söylediği gibi Minho'yla mı evleneceksin?"

"Hayır dedim."

"Başka biriyle evlenmeyeceksen de beni bırakma." diye mırıldanan adamın uyuyakaldığından emin olana kadar elini bırakmamıştı. Onunda sarhoşluğu en az kendisininki kadar zordu. Sadece Kang Tae'nin eşiği onunkinden biraz daha yüksekti ama bu gece gereğinden fazla içmişti. Anlıyorduki onu bırakacağına da fazlasıyla ikna olmuştu. Bu fikri nereden edindiğiniyse çok merak ediyordu.

Y/N: Bölüm fazla uzadığı için burada kesiyorum. Cuma günü sınavım var ve bu ne yazıkki haftasonuna kadar yeni bölüm yok demek. Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Oylamayı unutmayalım lütfen.

 

 

Bölüm : 16.03.2025 16:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...