
Her şey beyazdı. Üstüne giyindiği gelinliğe kadar her şey beyazdı. Bu renk birçok kişiye göre saflığın işaretiydi. Oysa beyaz bütün renklerin ışığını içeren karma bir renkti. Yani beyaz sandığımız kadar saf değildi. Tıpkı onun gibi.
Korumalar evdeki kullanacakları odalardaki eşyaların beyaz örtülerini kaldırırken o sadece camdan dışarıya bakıyordu. Otele geri dönemedikleri için Kang Tae onları eski Seo malikanesine getirmişti. Geçici hapishanesi onun için hazırlanırken o henüz çıkartmadığı başındaki duvağıyla, boynundaki yüzüğüyle oynuyordu.
A planı imkansız gibi görünürken B planı gayet tıkırında işliyordu. Böyle olmasını istemezdi ancak elinden bir şey de gelmiyordu.
Korumalar evden çıktığında ona "Ne zamandır biliyorsun?" diye sordu. Yolun sonunda olduklarının farkındaydı. Sadece neden onun bu kadar çok sakin olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"Belleğin kayıp olduğunu anladığım günden beri."
"Peki o zaman neden-"
"Yerini sen bana gösterene kadar bulamamıştım. Bu yüzden önlem almaktan fazlasını yapamadım."
"Ben yerini sana göstermedim."
"Belleğin kopyasını hastanede bulduğun gün paniklediğin için eve geldiğinde gösterdin."
"İlk tanıştığımız günden beri... benimle oyun oynamak hep hoşuna gitti öyle değil mi?"
Kang Tae ona arkasından yaklaşarak kollarını beline sarıp ellerini onun önünde birleştirmiş ardından omzunun üstüne küçük bir öpücük kondurmuştu.
"Oyununda benimle evlenebilecek kadar ileriye gidebilen kişi senken şimdi sana başka bir oyunla karşılık verdiğim için bana kızamazsın."
"Madem evliliğimizi çıkar ilişkisi için onayladığımı düşünüyordun neden benimle evlendin?"
"Vazgeçemediğim tek şey olduğun için."
"..."
"Eğer bana Güney'de yapmak istediğin şeyi şimdi itiraf edersen hiçbir şey yaşanmamış gibi davranacağım."
"Yapmak istediklerim." dedi Yoon gülerek. "Bir adamın bir kadına olan zafını kullanarak bir gayeye ulaşmaya çalışmak çok küçük düşündürücü olurdu. Ancak sen kendine ve bana bunu yakıştırıp, evliliğimizin çıkar uğruna olduğunu söylüyorsun. Oysa ben seni, beni iki yıl sonra bırakacağını söylemiş olmana rağmen ömür boyu tutsağın olabilecek kadar çok sevdim. Yine de sen sevgimi hep sahte buldun. Öyleki bugün bile bana bu itamlarla gelebiliyorsun."
"Madem evliliğimizden bir çıkar amacın yok, o halde planlarından da vazgeçmiş olman gerekir. Haksız mıyım?" diyince Yoon kaşlarını çattı. Ne gevelediğini bir türlü anlamıyordu.
"..."
"Bu doğrultuda yaptığın bir takım şeyler de var aslında, belleği yerinde bırakmış olman gibi."
"..."
"Neden onu yanında getirmedin Yoon Jin?"
"Sürekli sana yenilmekten yorulduğum için, mutluluğumuz adına en azından bu seferlik denemek istemedim."
"Ama bu hiç senlik bir hareket değildi. Buna rağmen vazgeçtin mi?"
"..."
"Ben sana defalarca hata yapman için boşluklar bıraktım ancak sen harekete geçmedin. Buna güvenmeli miyim?"
"..."
"Gerçekten planlarından ya da oyunlarından vazgeçmiş bir halde misin?"
"Eğer sana öyleyim dersem inanacak mısın?"
"Düne kadar olsa inanırdım ancak bugün hayır, inanmam."
"Neden bugün-"
Kang Tae elinin tersiyle sağ elinin tırnaklarını onun boynunda gezdirken "Tüm kıyafetlerinde hatta üstündeki gelinlikte bile dinleme cihazı var." diyince Yoon gözlerini kapattı. Demekki bugün garsonla konuşurken yakalanmıştı.
Kang Tae ağır bir ses tonuyla "Sana defalarca gerçeği itiraf etmen için fırsat tanıdım, tıpkı biraz önceki gibi. Ancak sen bana hala yalan söylüyorsun." dedi.
"..."
"Ama merak etme karıcığım birdaha bana ihanet edebilmen için sana şans vermeyeceğim. Şikayet edip durduğun bu hayatını sana mumla arattıracağım."
"..."
Kulağına "Oyun bitti." diye fısıldayan adamla gözünden yanağına doğru bir yaş akmıştı. Her şeye aşırı dikkat ettikten sonra bu şekilde yakalanmış olmak canını çok acıtmıştı. Üstünde birçok taş olan gelinliğine böyle bir şey yerleştirmiş olma ihtimalleri hiç aklına gelmemişti. Yine de hala pes etmiş değildi. Minho'nun evine düğün davetiyelerin arasına sıkıştırarak gönderdiği zarf hala onun için bir umuttu. Belki kendini hiçbir zaman Kang Tae'den kurtaramayacaktı ama zaten onun planı hiçbir zaman bu olmamıştı.
Kang Tae artık başında ağırlık yapan duvağı başından çözerken içinde fırtınalar kopuyordu. Hiçbir zaman Minho'ya ya da bir başkasına yük olmak gibi bir amacı olmamıştı. Ama şimdi hiç olmaması gereken birine ciddi bir yük olmuştu. Eski sevgilisine...
Boynunu öpen adam üzerine yüzünü ona dönmüştü. Onun kollarından tutunarak ayakta kalmaya çalışıyordu. Eğer bundan sonra Kang Tae evliliklerine devam edebileceğini düşünüyorsa onun bazı isteklerini kabul etmek zorunda kalacaktı.
"Senden Kuzey'e dönmeden önce bazı isteklerim var."
"..?"
"Evimin tapusunun yarısı bende yarısıysa Eun'da. Tamamını Eun'a devretmeni istiyorum."
"Neden?"
"Tekrar buraya gelmeyeceğimizi biliyorum. Ya da en azından beni getirmeyeceğini. Hiçbir halta yaramayan akrabalarımın kayıp durumumdan yararlanarak Eun'a yüklenmelerini istemiyorum. Hem anladımki seninleyken biz her an bir avuç küle de dönebiliriz."
"Tamam."
"Hesabımda yaklaşık yirmi milyon dolar var."
"..?"
"SMA'lı çocuklar için bağış yapmak istiyorum. Ne kadar bu sayı sadece beş ya da altı doz ilaç etsede onların bu paraya benden daha çok ihtiyacı var."
"Jack'e söylerim halleder."
"Miktarı çok olduğu için halledemiyor. Benim bankaya gitmem gerekiyormuş."
"Yarın gideriz."
"Yarınki Han Do'nun yemek davetine katılmak istiyorum. Buradaki tanıdıklarımla son kez görüşebilmek için."
"Neden amacını öğrenmişken bunun için risk alayım ki?"
"Çünkü ben bu geceden itibaren senin tutsağından önce karınım. Madem benimle her şeye rağmen ilişkimizi yürütmek istiyorsun o halde sen de kendinden bir şeyler vereceksin."
"Bunun karşılığında yarın bizim Güney'deki son günümüz olacak. Kabul ediyor musun?"
"Ediyorum."
Korumalar valizlerini eve getirdiğinde bir iç çekmişti. Valizdeki her kıyafet yeniydi. Oteldeki her şey yanmıştı. Sinyal kesiciyi odada yatağın altına monte ederek saklamıştı. Şimdiyse oraya geri dönemezdi. Belki kaldıkları oda yanmamış olsa ve onlar otelde kalsalar hala A planı için bir umudu olurdu.
Üstünden çıkarttığı gelinliğini bir köşe atmış yerine bir pijama takımı giyinmişti. Kafayı bir yere vurup uyumak derdindeydi ancak ilaçları da şimdi yoktu. Kimseden bu saatte ilaçlarını almasını istemeyecek kadarsa gururluydu.
Birbirlerine temas etmeden uyumaya çalıştıkları yatakta nefes alamadığını hissedince yataktan çıkmış mutfağa kadar su içmek için gelmişti. Eliyle başını ovalıyor geçirmek üzere olduğu panik atağı ertelemeye çalışıyordu. Buradan çıkamayacağı her aklına geldiğinde klostrofobisi nüks ediyor sakin kalmakta zorlanıyordu.
İçerde daha fazla kalırsa gelmekte olan atağın kaçınılmaz olacağını az çok anlayınca üst kattaki evin balkonuna çıkmak istemişti ancak kapısının kilitli oluşuyla elini kapının kulpundan çekmişti. Birkaç camı açmaya çalışsada kilitli olduklarını anladığında çaresizce yere çökmüştü.
Gözlerinden yaşlar akarken aptallığına kızıyordu. Nasıl böyle bir şey olacağını düşünemezdi? Şimdiye kadar bu kadar tedbir aldıktan sonra nasıl yakalanırdı? O adamın bir şeylerden şüphelenirken mümkün müydü ki onu tedbirsiz bir şekilde yalnız bıraksın? Nasıl düşünemişti? Nasıl?
Kang Tae onu balkon kapısının önünde kıvrılarak yatarken bulduğunda bakışları ileriye doğru odaklıydı. Şu an ona en zayıf halini gösteremeyecek kadar güçlü aynı zamanda da zayıflığını hissettirmemeyi başaramayacak kadar da zayıftı. Bu yüzden bağırıp çağırıp kriz geçirmiyordu ancak gizleyemeyecek kadar da kötü bir ruh halindeydi.
Yoon'un nefesleri düzensizken Kang Tae yere oturup sırtını duvara yaslamış onu kucağına çekerek başını göğsüne yaslamıştı. Eliyle sırtını sıvazlayarak onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Gözyaşlarının ıslattığı tişörte sıkıca tutunarak başını göğsüne gömen kadını ne hale getirdiğini bugün daha iyi görüyordu. Ancak yediği ihanet hançerinin yarası hala sırtındayken geri adım atmak istemiyordu. Ona göre buradaki tek suçlu o değildi. Birini kullanmak uğruna evlenmek istemek Yoon'un hatasıydı. Belki de Yoon onu hiçbir zaman sevmemişti ama ihanetini öğrenmiş olmasına ona hala tutunmaya çalışan zavallı kişi de kendisiydi. Gerçekten de o bir kadının sevgisine muhtaç bir zavallıydı.
Uyuyakaldığında onu yatağa kadar taşımıştı. Hala tişörtününden sıkıca tutunan kaşları çatık kadını bırakmamış yanına uzanmıştı. Jack'e birkaç saat önce Yoon'un ilaçlarını almasını söylemişti. Zaten uyayabilmesinin tek sebebi de buydu.
Yoon sabah her zamanki gibi onun kolunda yatarken uyanacaktı. Ne yaşarlarsa yaşasınlar onu tıpkı onun gibi hastalıklı bir şekilde seviyordu. Tabiii ki hasta olduğunu inkar edebilecek konumda değildi. Yine de o bu hastalıkla yaşamayı kabul edecek biri de değildi. Aklında onlar için muhteşem bir son vardı. Bu yüzden zaten onun göğsünde olan kolunu sıkılaştırmıştı. Yarın akşam Kuzey de ikisi de hastalıklarından arınacaklardı. Fırtına onlar için bitiyordu. Sonları için hazırladığı planlarını He Jin'den ilham alarak hazırlamıştı.
Kang Tae'nin aksine o güler yüzüyle yataktan çıkmış güzel uzun bir duş almıştı. Saçlarını özenle taramış iyi göründüğünden emin oluncaya kadar banyodan çıkmamıştı. Valizde bulduğu en iyi kıyafetlerini giymiş sanki dün gece hiçbir şey olmamış gibi onunla şen şakrak kahvaltı yapmıştı.
Bankaya gitmek için dışarıya çıktıklarında onun koluna girmiş etrafına gülücükler saçarak dolaşmıştı. Kang Tae onun bu neşesini anlayamazken sadece ona eşlik etmişti. Neyin duygu durumunu dün geceye göre bu kadar çok değiştirdiğini bir türlü anlayamıyordu ama Yoon'un bu hali onu korkutuyordu.
Yoon tatlı yemek istediğini söylediğinde onunla bir kafeye oturmuşlardı. Televizyonda gördüğü bir dizi karakterinin öldüğünü gördüğündeyse uzun süre kahkaha atmıştı.
"İnsanların bu şekilde öldüğünü ilk defa görüyorum." diye oyuncuyla dalga geçerken Kang Tae ona sadece gülümsemekle yetinmişti. İyi değildi görüyordu, ancak onun yanında olmaktan başka bir şey yapamıyordu. Kuzey'e döndüklerinde onu doktora tekrar götürecekti. Gerçi o doktorunda bir işe yaradığı şayibeliydi.
Akşam olduğunda istediği gibi onu Han Do'nun restaurantına götürmüştü. Varlığının ortamının tadını kaçırdığını uzayan sezsizlikten anlayınca onu arabada bekleme kararı almıştı. Jack'in kucağındaki MinGyu'ya onun elini sürmeye hakkı yoktu. Jack'in vardı, onun yoktu. Onun birçok şeye hakkı yoktu.
Yoon'un konuşmalarına güldüğünü dışarıdan gördükçe onun hayatında olmaması gereken tek kişinin kendisi olduğunu anlamıştı. Birkaç eski asistanı ve Eun onu bu kadar çok mutlu etmeye yetiyordu ancak o Yoon için onun elindeki herşeyini alan bir hırsızdan farksız değildi.
Ona iyi gelebilmesinin tek yolu onu bırakmaktı. Ancak ilişkilerinde bu kadar ilerledikten sonra bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. Ondan vazgeçebileceği bir konumda değildi. Ona her şeyden daha çok bağımlıydı. Nasıl onsuz yaşardı? Ama onu yaşatmak istiyorsa onsuz yaşamak zorundaydı. Çünkü daha yeni anlamıştıki Yoon bugün mal varlıklarını üstünden çıkartarak ölümünün hazırlığını yapmıştı. Bu fikir aklına geldiğinde kravatını çözmüş gömleğinin ilk iki düğmesini açmıştı. Yoon şimdiye kadar sandığının aksine hiç değişmemişti. O hala ölmeden önce katiline gülen bir kadındı. Evet Kang Tae bir katildi. Yoon'un katiliydi. Yine de onu bırakamazdı, olmazdı. Yapmalıydı ama yapamazdı. Belki de fazla paranoyakça düşünüyordu, çok emin değildi.
Yoon'un Jack'in kulağına fısıldadığını gördüğünde gülümsedi. Ondan Minho'yu bırakmasını istiyor olmalıydı. Jack söylediği şey her neyse onu onaylamıştı. Yoon'un onu tek hayal kırıklığına uğratmadığı konu belkide buydu. Bu yüzden Minho meselesini onun çözmesine izin vermişti. Bunun içinde pişman değildi.
Eve gitme vakitlerinin geldiğini düşündüğünde araçtan inmiş sandalyesinin başına gelerek onun yanağından öpmüştü. Ceketini de onun üstüne giydiriyorduki silah seslerinin ardından cam kırılma sesleri etrafı doldurmuştu. Jack MinGyu'yu en yakın olduğu kişiye, Yoon'a verirken Kang Tae onu bir kolonun arkasına saklamıştı.
Eun korkuyla MinGyu'nun adını bağırıp dururken Kang Tae ona yerinden kalkmaması gerektiğini söylemişti. Dışarıdaki korumalar saldırganları bir bir etkisiz hale getiriyor Yoon'sa gözüyle yaralanan korumaya bakıyordu. Eğer bu saldırının altından da o kadın çıkarsa onu bu sefer öldürecekti. Bu kadın artık fazla oluyordu.
Silah sesleri kesildiğinde herkes eğildiği yerden kalkmıştı ama üç kişi yerinden kalkamamıştı.
Bir koruma başından vurulduğu için ölmüştü.
Eun'un aklı hala MinGyu'dayken ayağa kalkmaya çalışmış ancak karnından vurulduğu için sürünmekten daha fazlasını yapamıştı. Yoon onun da vurulduğunu farkedince çocuğu Kang Tae'ye bırakıp hızla onun yanına koşmuştu. Titreyen elleriyle yarasına bastırıyor durumunun ne kadar ciddi olduğunuanlamaya çalışıyordu.
Han Do'yla Jung'un yaralı korumayla ilgilendiğini görünce bu gece toplanmak istediği için kendini suçlu hissetmeye başlamıştı. Saldırı tehditi altındayken bunu istememeliydi. Bu büyük bir bencillik olmuştu. Bir Seo'nun küçümsenmemesi gerektiği kadın ona daha önce iki kez göstermişti. Böyle bir şey olacağını düşünememek onun suçuydu.
"MinGyu."
Başını Kang Tae'nin kucağındaki ağlayan çocuğa çevirdiğinde "Ona bir şey olmadı, sana da olmayacak. Kurşunun yeri çok tehlikeli değil." diyerek yalan söyledi Yoon. Kurşun sanıyorduki büyük damarlara yakın bir yerdeydi. Zor bir ameliyat olacaktı.
Kang Tae'yse çocuğu onların yanına getirmişti.
"Babası ona baka-maz."
"Sana o adamla evlenmemeni söylemiştim, aptal." diyerek gülümsedi Yoon.
"Diyene bak." diye gülümsedi o da.
"Olurda onu bırakıp gidersen onu babasına vermem Kang Tae'yle birlikte büyütürüm. Bunu istemiyorsan güçlü olmak zorundasın anladın mı?"
"Bu nasıl bir hayatta tutma yöntemi böyle?"
Yoon gülümserken bir yandanda ağlıyordu.
"Tehditvari."
"..."
"İçinin nasıl göründüğünü de hep merak etmişimdir zaten. Açarım birazdan. İyi oldu bu."
"Eğer yaşarsam seni bu lafların için geberteceğim."
Yoon ona tekrar gülümsediğinde o da ona gülümsemişti.
İki ambulans geldiğinde Yoon, yaralı başka bir korumanın durumunu öğrenip Eun'la araca binmişti. Korumanın durumu Eun kadar ciddi değildi. Kurşun sıyırmıştı. Birkaç dikişle halledilebilir gibi duruyordu.
Eski hastanesine geldiğinde bilincini ambulansta kaybeden Eun için ne yapılması gerektiğini tek tek görevlilere söylemişti. Birkaç meslektaşının ya da Kang Tae'nin itirazına rağmen Jung'la beraber Eun'un ameliyatına o girecekti. Eğer bunu da yapamayacaksa o ne işe yarıyordu?
Jack'ten MinGyu'nun babasını getirmesini istediğinde Jack onu onaylamıştı. Çocuğa birinin uzun vadede bakması gerekiyordu. Bu kişiler muhtemeler onlar olamazdı.
Kang Tae her hareketini sesizce izlerken Yoon üstüne yumruklarını sıkarak yürümüştü. Bir kadının hayatlarında bu kadar yer edinebilmiş olmasına inanamıyordu.
"Yine o yaptı değil mi?"
"Evet, o yaptı."
"O kadını ben ameliyattan çıkana kadar bulmanı istiyorum. Bu sefer sen gebertmezsen ben geberteceğim onu."
"Adamlarım nereye gitmiş olabileceğini araştırıyorlar. Ancak biliyorsunki o da bir Seo. Onu bulmak kolay olmayacaktır."
"Görüyorum iki gündür fazlasıyla yetersiz kalıyorlar. Onu gerekirse sen sokak sokak arayacaksın. Onu istiyorum. Anladın mı beni?"
"Bu gece onu bulacağım, sana söz veriyorum."
Yanından geçmeye çalışırken kolundan tutarak onu durduran adam "Nereye gidiyorsun?" diye sormuştu.
"Ameliyathaneye."
Kang Tae titreyen bedenine bakarak "Bu halinle mi?" demişti. Eun'a BT çekildiği için biraz zamanı vardı. Ancak o zaman çok fazla değildi.
"Beni tıktığın o cehennemde ben çok daha zor şartlar altında ameliyat yaptım." dedikten sonra kolunu ondan sertçe çekerek kurtarmış ameliyathaneye öyle girmişti. Son konuşmalarının bu olduğunu o zamanlar hiç tahmin edememişti. Çünkü görüşeceklerinden emindi.
Eun'un karnını bistüriyle açarken o hala titriyordu. Onu sakinleştiren tek şey iyi gelen tomografi sonucuyken arkadaşını kesiyor olmak da o kadar basit bir şey değildi. Kuşunun gözüyle de vena kava inferioru ya da hepatik arteri parçalamadığını gördüğünde iyiden iyiye sakinleşmiş zamanla titremeyi tamamen bırakmıştı. Önünde yatan bu kadın yaşayacaktı. Zaten yaşamaktan başka bir çaresi de yoktu. Böyle bir şey için ölemezdi.
Kurşunu dışarıya çıkarttığında onları camdan izleyen Han Do'yla bir iç çekmişti. Bu görüntü ona eski günlerini hatırlatmıştı. Şimdiki hayatında yaşadığı esaret sadece dün gece gördüğü kabus gibi mazide kalmış gibi hissediyordu ama öyle değildi.
Eski hayatını çok özlemişti. Kang Tae'nin olmadığı o hayatını çok özlemişti. Onu sanki hiç hayatına girmemiş gibi silmek istiyordu. Onu zihnen kalben her şekilde unutmak istiyordu. Bu mümkün değil miydi? Yapamaz mıydı ki? Yarın He Jin'in odalarını yaktığı gibi yakacağı evlerinde gerçekten ölmek zorundalar mıydı?
O içten içe ölmek istemiyordu. Yaşamak istiyordu. Bir tutsak olarak değilde özgür olduğu bir hayatta dünya üzerindeki haksızları insanlara haykırarak nefes aldığını hissetmek istiyordu. O zamanını dört duvar arasında sırf bir adam istedi diye çürüyerek geçirmek de istemiyordu. Bu yüzden son kez deneyecekti, yaşamayı.
Tüm kıyafetlerini soyunma odasında çıkartıp yerine scrubs ve terlik giyindiği için şu an dinlenilmediği biliyordu. Buna güvenerek Jung'a "Jung devamını sen halledebilir misin?" diye sormuştu.
"Evet hocam. Bitti sayılır zaten."
"Ben çıkıyorum, ona uyandığında geleceğimi söyle. Ameliyathaneden onu çıkarmadan da postopda yaklaşık bir saat kadar oyalan. Ya da anestezinin yoğun bakımına götür, farketmez. Ancak dışardakilere ameliyatın bittiğini bir saatten önce söyleme."
"Neden ki?"
"Yapmam gereken bazı şeyler var. Beni burada sanmaları gerekiyor. Kang Tae kapıda değil zaten."
"Tamam, hocam." diyen Jung'la dışarıya çıkmış Han Do'nun yanına geçmişti. Ondan istediği şey tam anlamıyla bir çılgınlıktı ancak o zaten düne kadar ölmeye hazır bir kadındı.
Umduğu şeyse onun Eun'un ameliyatı bitmeden ameliyathaneden çıkmayacağını düşünmeleriydi. Bunun için yapacağı birkaç şeyde vardı.
Onu boş bir ameliyathaneye getirdiğinde önce kapıyı sonrada izleyici camını kapatmıştı. Scrubsının üstünü çıkartırken arkasına dönen Han Do ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu.
"Hocam?"
"Bana 300 joule elektirik vermeni istiyorum." dedi çıkarttığı defibrilatörle. Bir yandan da bedenine kabloları bağlıyordu. Bugün sporcu sütyeni giyinmeyi tercih ettiği için şanslıydı. En azından onu çıkartmak zorunda kalmayacaktı.
"Aklınızı mı kaçırdınız?"
"Hayır ben hiç iyi olmadığım kadar iyiyim. Beynimde elektirik akımıyla sinyal vermeyi bırakacak bir çip var."
"Hocam, ben yapamam."
"Kendi kendime mi yapmamı istiyorsun? Çünkü gerekirse yapacağım." derken koluna çıkarttığı kataterle damar yolu açıyordu.
"..."
Monitör Yoon'un kalp atımlarını göstermeye başladığında Han Do bir iç çekti.
"Ya geri dönmezseniz."
"Döneceğim. Belki de durdurmayacak sadece ritim bozukluğu yapacaktır. Ne olursa olsun daha fazla tutsak olarak kalmak istemiyorum."
"Hocam, yapamam. Hem biliyorsunuzki ben doktorluğu da bıraktım."
"Sana yapmanı söyledim. Her gün klon üretilip organları alınıyorken daha fazlasına göz yummayacağım, bu yüzden yap şunu."
"Klon mu?"
"Zamanımız yok." derken masaya yattı Yoon.
"..."
Yapamayacağını anlayınca elektrotları bedenine kendi yerleştirdi.
"Beni geri döndürebileceğini biliyorum. Sadece ben döndükten sonra beni ameliyathaneye geri götür ve zamanı geldiğinde beni hastaneden çıkart. Senden daha fazlasını istemiyorum." dedikten sonra tereddüt etmeden tuşlara bastı.
Han Do anlık şokunu atlattıktan sonra hızla CPR'a başlamış kalp ritminin normale dönmesi adına çabalayıp durmuştu. Alnından terler akarken bu manyak kadının ne yaptığı anlamaya çalışıyordu.
Monitörde şoklanabilir ritim gördüğünde onu tekrar şoklamış ardından Yoon'un daha önce hazırladığı adrenalinden ona bir ampul vermişti.
Çip, klon, organ bunların hepsi ne demekti? Bunların hepsi gerçek miydi? Yoksa bu kadın hepten kafayı mı üşütmüştü? Evet, evet kafayı üşütmüş olmalıydı. Kendini şoklayan kadın elbetteki kafayı üşütmüştü.
Yoon geri döndüğünde masadan kalkmaya çalışmış kalkamayınca Han Do ona bir tekerlekli sandalye bulmuştu. Madem bir işe başlamışlardı devamını getirmelilerdi. Onu sandalyeye otutturduktan sonra üstünü giydirmiş yüzüne maske, saçına bone takmış ardından onu Eun'un ameliyathanesine sürüklemişti.
Jung bir şey soracak gibi olurken Yoon "Daha sonra." demekle yetinmişti. Elektirik yemek kolay bir mevzu değildi. Tam anlamıyla mahvolmuştu. Tüm kasları ayrı ayrı ağrıyordu.
Beklediği gibi Jack izleyici camında belirdiğinde ayakta ameliyata devam ediyormuş gibi görünüyordu.
Cevabını bilsede "Neden geldin Jack?" demişti yorgun bir ses tonuyla.
"Sadece sizi kontrol etmek istedim."
"Sen ve Kang Tae, beni delirtiyorsunuz. En azından beni burada rahat bırakmalısınız."
"Sizi rahatsız etmek istemezdim ama bir sorunumuz var."
"Nasıl bir sorun?"
"Ameliyathaneden çıkmalısınız, gitmemiz gereken bir yer var. Ayrıntısını dışarıda konuşalım."
"Ameliyatı bitirmeden buradan çıkmam mümkün değil."
"Bu acil bir durum. Zarar görüp görmediğinizden emin olmamız gerekiyor."
"Başım ağrıyor zaten. Ne söylediğini de anlamıyorum. Emin olabilirsinki seninle uğraşmak istediğim bir anda değilim Jack."
"Ama Bayan Yoon-"
"Hemşire Hanım camı kapatın lütfen. İnsanlara laf anlatmaya çalışmaktan yoruldum."
Tekrar "Bayan Yoon-" diyen Jack'in üzerine cam kapatılırken Yoon "Güvenliği arayın içeriye girmeye çalışırsa engel olsunlar." dedi.
"Daha önce konuştuklarımızı hatırlıyor musun Jung?"
"Evet, hocam ameliyat bitsede buradan çıkmayacağım."
Yoon başını salladıktan sonra duvardan destek alarak ameliyathaneden çıkmıştı. Ameliyathane kapısında onu bekleyen Han Do ne olduğunu anlamasada yürümesine yardım etmek için koluna girmiş onu mümkün olduğunca hızlı bir şekilde ameliyathane koridoruna açılan yoğun bakım binasına girdirmiş ardından da o binanın çıkışını kullanarak onu hastaneden dışarıya çıkartmıştı.
Han Do arabasının şöfor koltuğunun yanına onu otuttururken sürekli ben ne yapıyorum diye söylenip durmuştu. Yoon ona Minho'nun ev adresini verdiğinde arabasını son sürat o yöne doğru sürmeye başlamıştı. Kendini şoklayan çatlak bir kadını kocasından kaçırıyordu.
"Sizin yüzünüzden bugün kesinlikle öleceğim. Ben bu hastaneye hiç gelmemeliydim. Sizinle tanışmamalıydım. Ben kim doktorluk kim arkadaş." diye söylenen asistanını dinlemeyerek aynalardan birinin onu takip edip etmediğini anlamaya çalışıyordu. Görünürde kimse yokmuş gibi görünüyordu.
Minho'nun evine ulaştığında posta kutusundaki mektupları kutuyu kırarak çıkartmış ona gönderdiği zarfı almıştı. İçindeki düğün davetiyesi, flash bellek ve oradaki çalışanların listesi yerinde duruyordu. Gülümseyerek tekrar araba bindiğinde Han Do'ya bir yayın kuruluşunun adresini söylemişti. Bu görüştüğü gazetecinin yayın kuruluşu değildi. Oraya gidemeyeceğini anlayacak kadarda aklı hala yerindeydi. Garanti olsun diye yolda bir taksiye binerek araç da değiştirmişlerdi.
Ulaştıklarında Han Do bileğinden onun nabzının düzenli olup olmadığını kontrol etmiş düzenli olduğuna karar verdikten sonra onunla araçtan inmişti. Yoon, Kang Tae'nin karısı olarak tanındığı için içeriye girmekte fazla zorlanmamıştı. Herkes onlara ne işi var burada diye şaşkınlıkla bakarken Yoon ağrıyan göğsüyle beraber Han Do'nun desteğiyle yürüyordu.
Onu bir sandalyeye otutturduklarında Yoon onlara zarfı uzatmıştı. Hükümet karşıtı bu yayın kuruluşunun onlara yardım etmek isteyeceğini elbetteki biliyordu.
Kang Tae'nin onu her yerde aramaya başladığının farkındaydı. Han Do'nun arabasına bindikleri için nerede olduğunu da çoktan öğrenmiş olduğunu az çok tahmin ediyordu. Bundan sonra ona ne olacağını bilmiyordu ama ilk kez bir şeylerin yoluna gireceğine dair tam bir motivasyonu vardı.
Üstündeki scrubsla son dakika haberi olarak canlı yayına alınırken yüzünden her çeşit duygu durumu okunuyordu. Korkuyordu. Çok korkuyordu. Mutluydu, üzgündü, sinirliydi hatta biraz şaşkındı. Ama artık tutsak değildi. O artık Seo Kang Tae'nin tutsağı değildi.
Bildiği her şeyi onlara mümkün olduğunca hızlı anlatmaya çalışırken ona şu anda tüm kanallarda olduğunu söylemişlerdi. Ekrandaki ameliyat ettiği kişi çok ünlü bir Çin'li şarkıcıydı. Bu görüntülerin ortalığı karıştıracağını biliyordu. Klonunun ameliyatı ekrana verildiğindeyse gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Yorulmuştu. Çok yorulmuştu ama bitiyordu işte. Bu kadar çok yorulduğuna deymişti. Bu sefer yakalanmamıştı. Başarmıştı.
Yayın yasağı yapmaya çalışan hükümetiyse hiçbir yandaşı dinlememiş Yoon'un sonuna kadar televizyonda konuşmasına izin vermişlerdi. Halktan olan herkes daha on dakikadır konuşuyor olmasına rağmen şimdiden onun yanındaydı.
Dışarıdan polis sirenleriyle beraber büyük bir insan kalabalığının sesini duyuyorlardı. Han Do büyük ekranda gördüklerine inanamazken sadece Yoon'u izlemekle yetiniyordu. Tanıdığı bir kadının bir yıldır bunları yaşamış olduğuna bir türlü inanamıyordu. Farkedemediği içinse kendini suçluyordu. Belki daha önce farketseydi bundan çok daha fazlasını yapabilirdi.
Yoon o çalışan listedeki her ismi okurken insanlara o insanların yardıma ihtiyacının olduğunu söylüyordu. Biliyorduki kimse onlara yardım etmezse Kuzey tarafı onları geride kanıt bırakmamak adına öldürecekti. Böyle bir şey olmasına izin veremezdi. Vermeyecekti de.
Kalabalık uzun süre polisleri dışarıda tutmayı başarsa da Yoon yayından çıktıktan sonra hükümete doğru olmayan haberlerle suçlamaktan ve halkı ayaklandırıp kamu düzeni bozmaktan dolayı tutuklanacaktı.
Bileklerine takılan kelepçe yeni bir şey değilken onlara sadece gülümsemekle yetinip bileklerini havaya kaldıracaktı.
Cezaevinde ne yazıkki ona Kang Tae'nin esareti olduğu gibi yumuşak davranmayacaklardı. Her gün suda boğulmak, zincirle tavana asılmak, elektirik yemek ya da darbedilmek gibi çeşitli işkencelere maruz kalacaktı. Tüm bunları Minho'ya yaşatmadığı için mutluyken o her gün yaşamak için başka bir neden bulmaya çalışacaktı. En fazla iki metre kare olan kouşta zaten yerinde olmayan akıl sağlığını iyiden iyiye kaybedecek deliliğin eşine kadar gelecekti.
Halk hükümeti altı aylık sürecin sonunda devirecek onu kendi elleriyle dışarıya çıkartacaktı. Bunu yapanların başınıysa Minho çekecekti. Hiç kimseyle görüştürülmediği için hiçbir şeyden haberinin olmadığı hücreden çıkarıldığında gördüğü ilk kişi o olacaktı. Minho Yoon'un insanlardan korktuğunu anlayınca onu kameramanlardan korumak için yüzünü ceketiyle örtecek onu oradan öyle çıkartacaktı.
İşkence merkezi haline gelen kouşundan kurtulduğunda yaraları için yatırıldığı hastanede daha taburcu olmadan doktor onlara psikiyatri servisinde biraz kalması için Yoon'a tavsiyede bulunmuş ancak Yoon bunu kabul etmemişti. Evet belki insanlardan uzaklaşmaya ya da sakinliğe çok ihtiyacı vardı ama bu şekilde değildi. Psikiyatri servisi onun için hep asla düşülmemesi gereken bir yer olmuştu. Orada bir hasta olarak bulunmayı asla istemiyordu.
Taburcu olduktan sonra Eun onun tedavisiz toparlanamayacağını anlayınca sadece kontrole gideceklerini söyleyerek Minho'yla beraber Yoon'u psikiyatriye götürmüşlerdi. Yatışa uygun görülüncede hiç hoş olmayan bazı şeyler yaşanmıştı. Yoon daha özgürlüğü doğru düzgün soluyamadan kendini başka kapalı kapılar ardında bulmuştu. Bunun için uzun süre Eun'u affedememişti.
Tüm bunlar olurken Kuzey'de de taşlar yerinde oturmayacaktı. Kuzey televizyonuna sızan ajanlar Yoon'un görüntülerini yayına vererek halkı uyandırma girişiminde bulunacaktı. Ancak oranın baskıcı rejimi Güney'deki kadar kolay düşmeyecekti. Kim Yeol Suk yerine kız kardeşi Kim Yeol Suk'u canlı yayında idam ettirerek geçecek bunca zamandır bugünü bekleyen kadın tüm bunları bir fırsat olarak değerlendirecekti. Tüm çalışanlarıysa Güney'in yeni hükümetine vererek yeni bir Kuzey Kore anlayışı içerisinde olmaya çalışacaklarını söyleyecek hastaneyi bir daha açılmamak üzere kapattıracaktı.
Kuzey ve Güney birleşmekten hala çok uzaktı ancak bu Yoon'un görevi de değildi. O yapması gereken şeyi yapabildiği kadar yapmıştı. Bundan daha fazlasına onun gücü yetmezdi. Bu çok daha başka insanların göreviydi.
Hastaneden üç aylık sürecin sonunda taburcu edildiğinde Minho ondan hiçbir ücret talep etmeden avukatı olmak istediğini söylemişti.
Yoon'sa ilk kez onu bir konuda reddetmemişti. Çalışmadığı için başka bir avukat tutacak maddi durumu yoktu ancak gitmesi gereken bazı mahkemeler vardı. Devletin ona atayacağı ücretsiz avukata güvenemezdi. Yine de bu işin bazı riskleri vardı. Minho'ysa bu riskleri göze alıyordu. Buradaki tek sorun insanların bu durumu yanlış yorumlamalarıydı.
Eski sevgilisiyle eşine tuzak kurduğunu söyleyen çok fazla insan oluyordu, yine de o bu tür şeylere kulaklarını kapatıyor ne söylemesi gerekiyorsa mahkemede onu söylüyor sonra da oradan çıkıyordu. Ama anlıyorduki herkes yaptığı şeye bir kılıf uydurmuştu. Mahkemeler belkide yıllarca sürecekti.
Aldığı ölüm tehditlerininse haddi hesabı yoktu. Devletin ona sağladığı evde polisin koruması altındaydı. Güvende olduğunu hissetmiyordu ama özgürlüğü soluyabilmek ona her şeyden çok daha iyi geliyordu.
Kuzey'in sınırdan çalışanları vereceği gün Yoon da o sınıra gitmişti. Herkes fazlasıyla mutluyken özellikle Dr. Geon'un onun elini sıkmasıyla ona gülümsemişti. Yine de onun aklı önündeki bu adamda değildi. Sınırın ötesindeki topraklardaydı.
Gözü Kuzey topraklarda Kang Tae'yi arıyorken gözleri dolmuş eli boynundaki tişörtünün altına sakladığı yüzüğe gitmişti.
Kayıplara karışan Kang Tae nereye gitmişti? Tüm mal varlığına el konulan bu adam nerede saklanıyordu?
O yoktu, hiçbir yerde yoktu.
Hiçbir yerde yoktu ama aklında o vardı. Her şeye rağmen o vardı. Geceleri onu yanında istiyordu. Ona sığınıp saatlerce ağlamak istiyordu. Bileklerinde bazen hala takılı olmayan kelepçeleri hissediyordu. Biliyordu o hala onundu ama o yoktu. Varlığı tutsaklık demek olan adamın yokluğu da ona bir tür işkenceydi. Bir bağımlı nasıl uyuşturucundan uzak kalınca yoksunluk krizi geçiriyorsa o da yokluğunu öyle hissediyordu.
Onun yokluğun üstünden tam bir yıl geçmişti. Kocaman bir yıl. Boynundaki yüzüğü hala çıkartamamıştı. Eun ne kadar onu atmasını söylesede bunu yapamamıştı. Minho, Seo soy ismini bırakması için dava açması gerektiğini söylediğinde sessizce evden ayrılmıştı. Her şeyi yapmaya gücü vardı ancak Kang Tae'nin akrabalarından tehdit almasına rağmen bunu yapmaya gücü yoktu.
Han Nehri'ne geldiğinde boynundaki kolyeyi çıkartıp eline almış sonra onu boşluğa doğru sarkıtmıştı. Yapması gereken şeyi biliyordu ancak yapamıyordu. Yüzüğün nehrin karanlık sularına karışmasına bir türlü izin veremiyordu. Henüz bunu yapmaya hazır değildi. Bu yüzden kolyeyi tekrar boynuna takıp kazağının içine saklamıştı.
"Sen onu gerçekten sevmişsin." diyen Minho'ya "Onu her şeyden çok sevdim." dedi.
"..."
"Neden burdasın?"
"Yine Eun'a ve polislere haber vermeden evden çıkmışsın. Her yerde seni arıyorlar, Ben de belki yine burdasındır diye düşündüm. Burayı nedense seviyorsun çünkü. Görüyorumki haklıymışım da."
"O hayatımdan öyle bir geçtiki şimdi işimi bile yapamıyorum. Onun etkisinden hala kurtulabilmiş değilim."
"Her şeye rağmen duygusal olarak ondan bir türlü kopamıyorsun."
"Nedense hala bir yerden çıkacağına inanıyorum."
"Çıksa bile onu affeder miydin?"
"Hayır."
"O zaman neden onu aklından çıkartamıyorsun?"
Gülümseyerek "Aptal olduğum için." dedi Yoon.
"Biriyle görüşüyorum." diyince Yoon başını ona çevirip kısaca baktı.
"Seni beklememem gerektiğini anladım. Önceden korktuğun için beni istemiyormuş gibi davranıyorsun sanıyordum ama görüyorumki öyle değilmiş. Beni artık gerçekten istemiyormuşsun."
Gülümseyerek "Senin adına çok sevindim avukatım. Benimle hayatını harcasaydın sana yazık olurdu." diyince Minho da gülümsedi.
"..."
"Senin desteğin olmadan bu kadar çok ilerleyemezdim. Teşekkür ederim."
"Asıl teşekkür etmesi gereken benim. Senin sayende ne kadar ünlü bir avukat olduğumu anlatamam. İnsanlar onların avukatı olmam için sıraya giriyorlar. Yakında kendi hukuk şirketimi kuracağım."
"Beni sekreteriniz olarak işe alır mıydınız?"
"Olmaz, alamam. Bir cerrahın yeri ameliyathanelerdir."
"İlaçlarımı bırakamazsam iş bulamamaya devam ederim. Ayrıca psikiyatri de bana çalışabilir raporu vermiyor. Size beni hastaneye yatırmamanız gerektiğini söylemiştim."
"İhtiyacın vardı. Öyle olmasa mahkemelerde zararına olacağını bile bile seni oraya götürmezdim."
"Orası sandığım kadar kötü bir yer değildi. Şizofreni hastalarıyla tanışmak çok güzeldi mesela. Bir teyze kendini Tanrı sanıyordu." diyince ikisi de kahkaha attı.
"..."
"Daha o kadar delirmediğim için çok şansılıyım değil mi?"
"Seni ilk hapishaneden çıkarttığımız güne göre çok yol katettin Yoon. O zamanlar dışarıya çıkmak dahil her şeyden çok korkuyordun. Ama şimdi öyle değilsin. Zamanla daha da iyileşeceksin. Para konusunu da dert etme. Eun'la ben yanındayız."
"..."
Yoon google'a Seo Yoon Jin yazdığında onun hakkında yapılan sayısız haberi görmüştü. Özellikle bilekleri kelepçeliyken gülümseyerek kameralara baktığı için halk onu ikonikleştirmişti. Ona kötülüğe karşı gülümseyen kadın diyorlardı. Bazısı onun çok güçlü olduğunu söylüyordu. Bazısıysa ona acıyordu. Onunsa bunların hiçbirine ihtiyacı yoktu. Bu kadar ilgi çekmek hiç ona göre bir şey değildi. Belki de son kez mahkemeye gittikten sonra daha az tanınacağı bir yere taşınmalıydı. Afrika gibi.
Han Do'nun mekanına gittiklerinde Minho sevgilisini onlarla tanıştırmak için getirmişti. Evleneceklerini söylüyorlardı. Onlar adına mutlu olduğunu söyledikten sonra Han Do'nun önüne koyduğu balığı iştahla yemeye başlamıştı. Balık yemeyi çok seviyordu.
"Yavaş ye boğulacaksın." diyen Eun'a "Açım, aç." dedi. Onun bu tavrına herkes gülerken Eun ona "Görende evde seni aç bırakıyorum sanır." dedi.
"Evdekiyle buradaki yediğim yemek ayrı."
"Sen ne zaman tekrar biriyle görüşeceksin? Otuzbeş yaşındasın. Evde kalacaksın."
"Ben resmiyette hala evli bir kadınım. Sen kendine bak."
"Yoon şaka yapmıyorum. Bir ömür boyu seni öylece bırakıp giden bir adamı mı bekleyeceksin?"
"Beni o bırakmadı, ben bıraktırdım."
"Aynı kapıya çıkıyor."
"Bekar öleceğim o halde."
"Bekar ölebilmen için önce boşanman lazım."
"Konu ne zaman buraya geldi? İştahımı kapatıyorsunuz." dedikten sonra büyük bir parçayı ağzına sıkıştırdı.
Eun yarım bir gülümsemeyle "Anlaşıldı senden adam olmayacak." dedi.
"Ben zaten kadınım." diyince Eun elini yüzüne götürdü.
"Ne dediğimi anlıyorsun ama her zamanki gibi her şeyi şakaya vuruyorsun. Bakalım nereye kadar buna devam edeceksin."
"Ben Afrika'da bir köye taşınacağım." diyince hepsi aynı ayda ona baktı.
"O da nereden çıktı?"
"Burada aşırı tanınıyorum. Neredeyse sokakta adım bile atamıyorum. Hem çalışamıyorum da."
"..."
"Orada çalışmama izin verirler."
"..."
"Sen kafayı çalışmakla bozmuşsun."
"Yatan ayı aç yatarmış. Çalışmam lazım."
"Senin neren aç be."
"Karışma bana."
"Şimdiye kadar karışmadığımız için bu haldesin zaten."
"Han Do bir aylığına garsona ihtiyacın var mı? Afrikaya bilet alabilmem için çalışmam lazım." diye bağırınca Eun onun ağzını kapattı.
"Senin bu tahtalar ne zaman yerine oturacak?"
Eun ağzını bırakması için avcunu öpünce Eun hızla elini çekti.
"Olmayan tahta oturmaz."
"Sen MinGyu' ya baktığın için benim bakıcı tutmam gerekmiyor, bu yüzden tasaruf ediyorum soframıza senin için bir tabak yemek koymak da benim için bir yük değil."
"Yine de içim rahat etmiyor, acaba Han Do'nun bulaşıkçıya ihtiyacı var mı?" diye sorunca Minho'nun dudaklarında küçük bir gülümseme oluştu.
"Bütün paramı bağışlamak çok büyük bir hataydı."
"Harbi sen onu hangi kafayla yaptın?"
"Başaramasaydım Kuzey'de ikimizi de evle beraber yakacaktım. Minho da Güney'de her şeyi benim yerime halledecekti. Mirasım da çok sevdiğim akrabalarıma kalmayacaktı."
"Seni boş yere hastaneye yatırmadık biz."
"Evet ama sizi bunun için öldürmediğim için çok şanslısınız. Özellikle ilk gün sizi görseydim şimdi yaşamıyor olurdunuz."
"Ben canımla uğraşırken senin benimle dalga geçtiğini daha unutmadım. Sıra birbirimizi öldürmeye geldiyse bu benim hakkım."
"Seninle dalga geçerek sana panik yaptırmamaya çalışıyordum."
"Nasıl işe yaradı anlatamam. Bana ölürsem MinGyu'yu Kang Tae'yle bereber büyüteceğini söyledin."
"Karşımdasınki işe yaramış."
Bütün gece birbirleriyle dalga geçip durmuşlardı. Han Do onları geçirirken Yoon ona bulaşıkçıya ihtiyacının olup olmadığını sorunca Eun'dan kafasına bir çanta yemişti. Sürekli gülüp her şeyle dalga geçen kadının aslında iyi olmadığını biliyordu. Düzelmesi için biraz daha zamana ihtiyacı vardı. Tabii ki de onu Afrika'ya bu halde göndermeyecekti.
Yoon içtiği ilaçların etkisini göstermesini beklerken sarıldığı yastığın o olduğunu hayal ediyordu. Onun kokusunu sıcaklığını her şeyini çok özlemişti. Sarhoşken başını gömleğinin içine aldığı geldiğinde gülümsemiş gülümsemesiyle birlikte de gözlerinden yaşlar dökülmüştü. Yokluğuna alışmaya çalışıyordu ama yapamıyordu. Yapamadıkça bocalıyor, bocalıdıkça yapmaması gereken şeyler yapıyordu. Yatakta onu düşünmekten başka bir şey yapamayacağını anlayınca hızla evden çıkmıştı. Öyle bir adamın onu öylece bırakmış olmasına bir türlü inanmıyordu. Sokaklarda gezerek onu arıyor, Eun'u da peşinden koşturuyordu.
Eun onu yakaladığında ağlayan kadını kendine çevirip ona sarılmıştı.
"O artık yok, gelmeyecek. Bunu artık kabullenmen gerekiyor."
"..."
Omzunda ağlayan kadını eve gitmek için çok zor ikna etmişti. Yatağına onu yatırmış uyuyana kadar yanında kalmıştı. Zaten sürekli uyuduğu için uyanık kaldığı saatler çok kısıtlıydı. Uyanık zamanlarında da işte böyle saçmalıyordu. Onu tek başına bir yere göndermesi mümkün değildi. Bir şekilde Afrika meselesini aklından çıkartmalıydı.
Sonunda uykuya daldığında salona geçip televizyonu açmıştı. Kanallarda gezerken ekranda Seo Kang Tae'nin cesetinin Kuzey sınırında bulunduğu görmüştü. Bunu Yoon'a nasıl söyleyeceğini bilemezken başını elleri arasına almıştı. Yoon daha Kang Tae'nin yokluğunu kabul edemiyorken ölümünü de kabul edemezdi. Kang Tae'nin onu nasıl bu hale getirdiğini bilmiyordu ama ne olursa olsun onu bir türlü mantıklı düşünmeye itemiyordu. Yoon doktoruna bile çok zor açılmışten yaşadığı şeylerin ayrıntısını ona çok detaylı bir şekilde de anlatmamıştı.
Başkasından da bir şekilde öğreneceğini bildiği için uyandığında ona bunu söylemek zorunda kalmıştı. Yoon'dan beklediği gibi bir tepki almazken o sadece birkaç kez başını onaylarcasına sallamakla yetinmişti. Ebedi bir sessizliğe gömüleceğini bilseydi öğrenmemesi uğruna onunla hiç televizyon olmayan bir Afrika kabilesine katılırdı.
Mahkemede karar günü geldiğinde Eun onu giydirmiş, iyi görünmesi adına saçlarına şekil vermişti. Donuk bakışlı kadının mahkemede gerektiğinde söz sahibi olabileceği oldukça şüpheliydi. Arabaya bindiklerinde ona en azından mahkemede konuşması gerektiğini söyleyip durmuştu. Minho'ysa konuşmadığını bildiği için sürekli onun yerine konuşmaya çalışacaktı.
Yargılanan eski başbakan karşılarındayken onun avukatı Yoon'u akıl sağlığı yerinde olmadığı için ifadesine güvenilemeyeceğini söyleyerek salonda hoşnutsuzluğa neden olacak bir uğultu oluşmasına neden olmuştu. Kimse Kuzey'e gidip hastaneyi görme şansı edinemediği için sadece oradaki çalışanların ifadesine ve video kaydına güveniliyordu.
Minho'nun Dr. Geon gibi otuz çalışanı kürsüye çıkartmasınaysa "iktidarı devirmek için toplu tuzak kurulduğunu" söylenmişti.
Çinli şarkıcının intih#rı içinse Yoon'u suçlamışlardı. Şarkıcı bıraktığı mektupta görüntülere rağmen karaciğerini ikizinden aldığını, görüntülerin montaj olduğunu iddia etmişti.
Minho'nun videonun montaj olup olmadığını anlatan uzman görüşlerini okuduğunda herkes susmak zorunda kalmıştı.
Eun kolunda baskı hissedince Yoon'a bakma gereksinimi duymuştu. Saçları terden alnına yapışan kadının iyi olmadığını anlamış onu dışarıya çıkartmıştı yemek yemeden stresli bir ortama girdiği için böyle olduğunu biliyordu. Biraz önce Yoon şarkıcının intih#rı için suçlanmıştı.
Ona aldığı meyve suyunu içirirken "Tatile gitmek ister misin?" diye sordu.
"..?"
"Artık şu Jeju adasına gitsek mi?"
Yoon başını iki yana salladığında bir iç çekmişti.
"Minho istersen bundan sonra mahkemeye tekrar katılmak zorunda olmadığını söyledi. Bu mahkemede de karara bağlanılamayacakmış."
"..."
"Hadi eve gidip kahve içip bir şeyler atıştıralım. Sunduğumuz delillerden sonra onların kazanma ihtimali yok zaten."
"..."
Kahveleri hazırlamaya gitmeden önce onu salona otutturmuştu. Elinde kahvelerle geri döndüğündeyse onu bulamamıştı. Bu soğuk havada yine nereye gittiğini bilmezken Minho'ya Yoon'un yine kayıp olduğunu yazmıştı. Yoon'la ilgilenmek bir çocuk büyütmekten daha zordu.
Yoon'sa hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir yerdeydi. Kang Tae'nin mezarının hemen yanına küçücük kalacak şekilde yere kıvrılmıştı. Gözlerinden yaşlar akarken B planına başından beri sadık kalmadığı için pişmanlık duyuyordu. Minho her şeyi o olmadan da hallederdi. Neden yaşamak için bu kadar çırpınmıştıki? Şimdi yaşadığı bu hayat ölmekten beter değil miydi? Yaşadığı bu hayat için tüm bu yaptıklarına değer miydi? Oysa ona onu bırakmayacağına dair söz vermişti. Nasıl sözünü tutmamıştı? Bunu kendine ona nasıl yapmıştı?
Polisler dahil herkes onu ararken o onun sıcaklığı bulma umuduyla onunla uyumuştu. Hayat ona hiçbir zaman adil davranmamıştı ama o bu kadar hırpalanmayı hiçbir zaman haketmemişti.
Y/N: Final bölümümüz için oy sınırımız 10.
Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Mutlaka yorumlarınızı bekliyorum. Sonuçta bu finalden bir önceki bölümdü.
İyi geceler
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 13.47k Okunma |
1.18k Oy |
0 Takip |
43 Bölümlü Kitap |