47. Bölüm

41- Unutamadım

Karbamazepin
serotonin

Y/N: Biliyorum bu bölümün final olacağını söyledim ancak yazmak istediklerimi iki bölüm uzunluğunda bu bölüme yazmış olmama rağmen tek bölüme sığdıramadım arkadaşlar. Sizden bunun için özür diliyorum. Ne yazıkki final için biraz daha sabretmeniz gerekecek ancak mümkün olduğunca hızlı yazmaya çalışacağım. Tabii sizin desteğiniz de bu konuda çok önemli. Umarım bölümü beğenirsiniz. İyi okumalar diliyorum....

Güneş üstüne doğru doğarken o üşüdüğünü farkederek topraktan kalkmıştı. Durgun aklıyla elleriyle yüzündeki toprağı temizlemeye çalışıyor farketmeden her tarafını daha çok batırıyordu. Duş almadan toparlanmayacağını anlayınca uğraşmaktan vazgeçmiş boynunda asılı duran yüzüğü çıkartıp onun mezarının toprağına gömmüştü.

Onunla vedalaşması sandığından daha uzun sürmüştü. Madem olacakları az çok tahmin ederek onsuz yaşamaya karar vermişti hayatını altüst eden bu adam için daha fazla yas tutmayacak, onu arkasında bırakmaya çalışacaktı. Bunu yapabilmeyi her şeyden çok istiyordu. Histerik halinden kendi de elbetteki hoşnut değildi.

Minho'nun ofisine doğru yürürken yolda gördüğü herkes toprakla kaplı sağ yanağına bakıyordu. Bugün çok farklı bir ruh halindeydi. Hem kendini çok iyi hem de çok kötü hissediyordu. Mantığıyla duyguları arasındaki savaşı son iki yıldır duyguları kazanıyordu ancak o bundan sonra duygularının sigortasını bir daha kaldırmamak üzere indirecek mantığını kullanarak hayattaki seçimlerini yapmaya çalışacaktı çünkü mantığı duyguları aksine ona hiçbir zaman hata yaptırtmamıştı.

Bu uğurda yapması gereken ilk şeyse Seo soy isminden kurtulmasıydı.

Avukat ofise girdiğinde Minho onun her tarafının toprak olduğunu gördüğünde şok olmuş boynunda olmayan yüzükle sokakta birinin saldırısına uğrayıp yüzüğünü ondan çaldıklarını sanmıştı. Hiç konuşmayan kadının oturduğu yerden kütük değişikliği için dilekçe yazdığını gördüğündeyse ona ne olduğunu sorup durmuş ancak birkaç haftadır olduğu gibi ondan hiçbir yanıt alamamıştı. Yoon onu ne yapması ya da ne söylemesi gerektiğini bilmeyecek kadar çaresiz bırakıyordu.

Kapıdan çıkan kadını takip ederken Eun'a Yoon'un yanında olduğunu haber vermek için aramıştı. Yürüyerek eve gitmek istediğini anladığında onu evine arabasıyla götürmüştü. Onun bu hallerinden yorulmaya başlasada Seo isminden vazgeçtiği için bir tık mutlu hissediyordu. Bunun şu aşamada onun için iyi bir ilerleme olduğunu düşünüyordu.

Eun ona sarılırken o donuk bakışlarıyla karşısına bakıyordu. Dün gece o kadar çok gözyaşı dökmüştüki artık bir şey hissetmediği noktadaydı. Herkes neden bu halde olduğunu sorarken kimseye bir şey anlatmamıştı. Böyle bir şey yaptığını onlara nasıl anlatabilirdiki? Açıkcası her zamanki gibi susmak daha kolayına gelmişti.

Duşa girip çıktığında mutfağa girip yemek yapmaya başlamıştı. Sanıyorduki en son yaklaşık onüç ay önce Kang Tae için yemek yapmıştı. Artık onun için değil, kendine ve ona değer veren insanlara yemek yapacaktı. Belkide Kang Tae onun bu ilgisini hiçbir zaman haketmeyen bir adamdı ama kabul etmesi gereken bir gerçek vardıki Seo Kang Tae'nin ondan aldıkları kadar verdikleri de vardı. Yemek yapmak da onlardan sadece biriydi işte.

Eun onun bahçe işlerine merak sarmasından hoşnut olmuştu. En azından artık Yoon özellikle geceleri gelen duygusal krizler yaşamıyor, sabah akşam bahçeyle uğraşıyordu. Sonraysa topladığı ürünleri genellikle etraflarındaki evlere yerleştirilen Kuzey Koreli çalışanlara satıyordu.

Biriktirdiği parayla piyano almasınaysa çok şaşırmıştı. Şimdiye kadar piyanonun önünden geçtiğini görmediği Yoon parmaklarını piyano tuşları üzerinde tıpkı yılların piyanistiymiş gibi kaydırıyor söyleyemediklerini müzikle dışarıya haykırmaya çalışıyordu. Eun bazen karşısında hiç tanımadığı bir kadın olduğunu düşünüyordu.

Yoon başındaki beyaz papatyadan yapılma taçla Minho'nun düğününde de böyle piyano çalacak onlara düğün hediyelerini bu şekilde verecekti. Ne kadar eski sevgilisinin düğününe katılması absürtmüş gibi görünsede onlar bir şekilde arkadaş olmayı başarmışlardı. Elbetteki düğününe katılacaktı.

Birkaç hafta sonra mahkeme kararıyla yeniden Kim soy ismini aldığında dönüş yolunda sessizce "Kim Yoon Jin." diye mırıldanmıştı.

Evet o Kim Yoon Jin'di. Bir hükümetin devrilmesine sebep olan kadının ta kendisiydi. Güney Kore'de yüzyıl geçse de ismi anılacaktı. Ona klon üretimine karşı mücadele eden kadın diyecek belkide çocuklarına örnek olarak göstereceklerdi. İnsanların bilmediği şeyse görünenin aksine içinde çok naif, kırılgan bir kadının yattığı olacaktı. Çünkü o bu yönünü en yakınları hariç kimseye göstermeyecekti. Henüz yakınlarına da göstermemesi gerektiğinin bilincinde değildi.

Eun aylar sonra anlamsızda olsa onun bir şey söylediğini duyarken Yoon sessizlik nöbetine devam edince henüz erken sevindiğini anlamıştı. Ne kadar psikiyatrist Yoon'un düzelmekte olduğunu söylesede önlerinde hala sabır isteyen uzun bir yol vardı.

Mahkeme kararını bir kahveyle kutlamak için gittikleri kafede Yoon'un dikkatini atış poligonu çekmesiyle Eun ona gülmüştü. Yoon'la silahları aklında bir türlü birleştiremiyordu. Tüm atışları isabet ettirenlere kahveleri ücretsiz veriyorlardı ancak bunun gereksiz bir çaba olacağından oldukça emindi. Denemek için - başarırsa parasını iade edecek olmalarına rağmen- küçük de olsa bir miktar para yatırmaya deymezdi.

Yoon'sa eline silahı aldığında neredeyse hiç duraksamadan üst üste ateş etmişti. Hedeflerin hepsini vurduğunu görünce çalışana yarım bir gülümsemesini sunmuş adamdan kahve için kuponunu almıştı. Eun ona ağzı açık bakarken ağzını kapatması için eliyle Eun'un çenesini desteklemişti. Bu hedefler vurulması gayet basit hedeflerdi. Kang Tae ona bundan çok daha fazlasını öğretmişti.

Eun işten geldiğinde Yoon'u genelde evin temizliğini ve yemek işini halletmiş bir şekilde MinGyu'yla uyurken buluyordu. İki uykucu birbirlerine gayet uyum sağlamıştı. Yoon ona artık bakıcının hiç desteği olmadan bakabiliyordu. Bazen onu motoruna binebilmesi için bahçeye çıkartıyor, bazense parka götürüyordu. Çocuk meyve ve sebze bahçesinin içinde büyüdüğü içinse yaşıtları aksine teknolojiden uzak büyüyordu. Onunla topraktan kuleler yapmak bazı hobileri arasındaydı. Aralarına çok yakında birlikte zaman geçirecekleri bir kedi yavrusu da katılacaktı.

Doktordan döndüğü bir gün eczaneden aldığı ilaçların neredeyse yarıya düştüğünü görmüştü. Derdini birkaç kelimeyle de olsa anlatabildiği tek kişi o adamken dünyaya olan küskünlüğü biraz alışkanlığından biraz da insanların ne hissettiğini hiçbir zaman anlayamayacağını düşünmesinden devam ettiriyordu. Sözün bittiği yerde konuşmak ona göre gevezelikten başka bir şey değildi ancak işine dönmek istiyorsa psikiyatristinden onay alması gerekiyordu. Bu yüzden biraz daha çabalamak zorundaydı. Açıkcası bu konudaki şu anki tek motivasyon kaynağı da buydu. Bahçe işleriyle ömrü boyunca uğraşamazdı. Eun'un borcunu kapattığını söyleyerek her ay banka hesabına yatırdığı parayı da almaya devam edemezdi. Bu şekilde yaşamak ona göre değildi.

İlaçlarını gündüzleri almamaya başlayınca sabahları edindiği yeni bir hobisi de olmuştu. Koşmak gibi.

Tıpki bu sabah gibi her gün kulaklıklarını kulağına takıyor, kimsenin yüzüne bakmadan yavaş tempoda koşuyordu. Enerjisini bugün de koşarak atmaya çalışıyor aklınıysa yine kapısının önüne bırakılan gazete kağıtlarından harfleri kesilip yapıştırılarak yazılmış tehdit notuyla yoruyordu. Her zamanki gibi tenha yerlere gitmemeye, eve geç saatlerde dönmemeye özen gösteriyordu. Evindeyken zaten polis korumasındaydı. Ancak nereye kadar polis korumasıyla yaşayabilirdi bilmiyordu ama güvende olmadan kafasına göre hareket etmemesi gerektiğinin farkındaydı.

Aldığı tehdit notlarından bazısıysa Seo soyadı bırakmasıyla kesilmişti.

Devam edenler mahkemede onlar lehine ifade vermesi için onu sıkıştıran insanlardan oluşuyordu. Onu öldürmek istiyorlarsa işte buradaydı. İsteklerini tehdit yoluyla yaptıracabileceklerini düşünüyorlarsa bir not göndermekten daha fazlasını yapmaları gerekiyordu. Yoksa Kim Yoon Jin'le uğraştıkları için zararlı çıkarlardı.

O notların hepsini Minho'ya götürüyor, Minho da bunları mahkemelerde delil olarak kullanıyordu. Yoon bazı avukatlardan daha fazla adliyede bulunur olmuştu. Zaten üç dört aylık sesizlik nöbetini de bozan bunun gibi gereklilik durumları olmuştu. Kendini savunmak istiyorsa suskunluğuna devam edemezdi.

Atış poligonlarının stres atmak için güzel bir yer olduğunu farkedince düzenli olarak gitmeye başlamıştı. Kuzeyli komşuları yedi yıl ya da daha fazla askerlik yaptığı için bu konuda en az onun kadar tecrübelilerdi. Hatta bazısı ondan çok daha iyidi. Mesela Dr. Geon gibi.

Onlar tarafınan yemeğe davet edildiği gün yemeğin sonunda onlara teşekkür ederek masadan kalkmıştı. Belki eskisi gibi gülmüyor ya da saatlerce biriyle sohbet edemiyordu ama günlük hayatını idare edecek kadar topluma karışmaya çalışıyordu. Bu yüzden bu insanlarla samimiyetini aylar içerisinde yavaş yavaş arttırmış onlarla atış poligonuna gidebilecek kadar da yakın olabilmişti. Şu sıra zevk aldığı en büyük şey buydu.

Aylar içerisinde internetten izlediği piyano dersleriyle kendini iyiden iyiye geliştirmiş çok büyük sayılmayacak ancak küçük de denmeyecek bir restaurantta piyano sanatçısı olarak işe başlamıştı. Her gün bedenindeki yara izlerini ,gerek önceden kalan izlerini gerekse kaldığı hapishanede edindiği işkence izlerini, gizlemek için her tarafını kapatan gümüş renginde bir elbise giyiniyordu. Bu işi sebze meyve satmaktan daha çok sevmişti. Kendi kazancını yeteri kadar kazandığı içinse fazlasıyla mutluydu.

O tüm bunları yaparak Kang Tae'yi unuttuğunu sanırken aslında onu daha çok hayatına entegre ediyordu. Sonuçta piyano çalmayı her gün onunla beraber çalışarak öğrenmişti.

Kang Tae'nin ölümünden bir yıl sonra doktoru daha fazla ilaç kullanmasının gerekmediğini söylediğinde tıpkı bir çocuğun mutlu olacağı gibi mutlu olmuştu. Doktoru ona cerrah olarak çalışabilir raporunu hediye olarak verdiğindeyse o kağıt parçasını çerçeveletip duvara asmak istemişti.

Eun'a bunu söylediğinde onun için bir parti düzenlemişlerdi. MinGyu'yu babasına bıraktıkları için o gece başka hiçbir şey düşünmeden içmişlerdi. Daha fazla hasta muamelesi görmek zorunda kalmamak Yoon için tarifi olmayan çok özel bir şeydi. Çünkü bundan bıkmıştı.

Ancak Yoon şimdiki hayatından da memnun olduğunu düşününce hastaneye geri dönmek istememişti. Cerrah olmadan da hayatını idare ettirmenin bir yolunu bulmuştu. Ona geçmişini hatırlacak bu mesleğe geri dönmesinin şu noktada bir anlamı yoktu. Zaten Kuzey'den onun yerini doldurarak bu işleri yapabilecek birçok cerrah getirmişti. Ülkesine bu anlamda bir zararı da yoktu.

Yine işten çıktığı birgün eve dönmek adına metro istasyonuna doğru yürüyordu. Ayağındaki beyaz topuklu ayakkabı onu çok yorduğu için eline almış ayağınaysa terlik giyinmişti. Bunun için insanlardan utanamayacak kadar kendinden utanması gereken başka insanlar tanımıştı. Bu yüzden onunla bunun için dalga geçen serseri iki gence sağ dudağını yukarıya kıvırarak cevap vermişti.

O bu tuvalet terliklerle bile dışarıdan özgüveni çok yüksek, erişilemez imajı veriyordu ve bu izlenimi görünüşüyle değil tavırlarıyla elde ediliyordu. Çünkü bir insan kendine ne kadar değer verirse değeri o kadar yükselirdi. O ise insanlara sadece en iyi yanlarını gösteren bir kadındı. Yavaş yavaş Kang Tae'nin henüz hayatına girmediği zamanlardaki haline dönüşüyordu. Bunun içinse tabii ki de mutluydu.

Metro istasyonu her zamankinden biraz daha fazla ıssızken kendini bir tık tedirgin hissetmişti. Bu yüzden Eun'u aramış gelen metroya kadar onunla konuşmuştu. Metronun durağa yaklaştığını gördüğündeyse kalabalığa gireceğini bildiği için evde görüşeceklerini söyleyerek telefonunu kapatmıştı.

Yanındaki adamla beraber metroya bindiklerinde adam hiç beklemediği bir şey yaparak onu kapı kapanmak üzereyken metrodan dışarıya doğru itmişti. Düştüğü yerden ona birkaç küfür savururken metronun hareket edişini izlemişti. Onun gibi hasta ruhlu insanların toplatılıp bir daha dışarıya salınmamak üzere kapatılması gerekiyordu. Bazı insanlar ileri derecede problemliydi.

İkinci gelen metro iki dakika içinde geldiğinde çok şaşırmıştı. Normalde bu hattan metronun yirmi dakika da bir geçmesi gerekiyordu. Aşırı ayrıntılı düşünüp paronaya yaptığına karar verince istasyona sonradan geldiğini farkettiği bir kadınla beraber araca binmişti.

Koltukta oturan birkaç adamdan hoşlanmasa kendini tek kişilik bir koltuğa yerleşmişti. Geçenlerde bir adamın onu takip ettiğini sandığı için onu güzelce tartaklamış karakolluk olmuştu. Polis memurundan bunun için sıkı bir azar yemişti. Her insandan şüphelenerek yaşamak çok zordu. Bunu bir şekilde aşması gerekiyordu. Bu yüzden odak noktasını değiştirmek adına kapılar kapanıp metro hareket etmeye başladığında kulaklıklarını kulağına takmış müzik dinlemeye başlamıştı.

Sonraki durakta birlikte metroya bindikleri kadının indiğini gördüğündeyse iç çekmişti. O kadın sayesinde kendini bir sorun olmadığına ikna etmeye çalışıyordu. Hem kim bu kadar kısa bir mesafe için metroya binerdiki? Acaba bir şeyini unuttuğu için mi inmek istemişti? Arkasında kalan adamlarla aynı ortamda yalnız bulunmak istemiyordu. Bunu düşünürken boynuna dolanan iple elini ipe doğru götürmüş, endişelerinde bu defa haklı olduğunu anlamıştı.

Hiç tanımadığı bir adam "Yaptıklarının bedelini ödeyeceksin. Anlattığın gibi o hastanedeki kurbanlardan biri değilsin. Sen de onlara dahilsin." derken o tek eliyle çantasındaki biber gazını bulmaya çalışıyordu. Eline biber gazı yerine kalem geçtiğinde hızla adamın eline saplamıştı.

Adamın bir anlık zaafiyetiyle boynundaki ipten kurtulduğunda öksürürken, adamın yüzünü görmek adına ayağa kalkıp arkasını dönmüştüki hemen dibinde olduğunu farkettiği adamın bacağına elektroşok cihazının sivri uçlarını geçirmişti. Sarsılarak yere yığılan adamın ellerini bedeninden çekmeye çalışırken bu seferde ikinci adam eliyle boynuna yapışarak onu sırtüstü yere düşürmüştü.

Ne kadar onu üstünden atmaya çalışsada ondan oldukça iri olan adamdan kurtulamamıştı. Birkaç kez diziyle kasıklarına vurmaya çalışmış ancak çırpınmaktan daha fazlasını yapamamıştı. Nefessiz kaldıkça da gittikçe hareketleri güçsüzleşmişti. Öleceğini anladığı noktada neden metroda kimsenin olmadığını düşünürken onun için böyle bir tuzak kurulduğunu geç de olsa anlamıştı. Onun gibi birini öldürmek için üstünde aşırı düşünülmüş gereksiz bir plandı.

Zorlukla ona "Neden?" diye sorduğunda "Yoldaş Kim için." yanıtını almıştı. Kim Yeol Suk gibi birçok kişinin ölümünden onu sorumlu tutuyorlardı. Zaten doğal yollarla öleceğini bunca aldığı tehditten sonra düşünmüyordu. Mahkemeye gitmemesi için daha önce birçok kez saldırıya uğramış polisler onu korumuşlardı. Ancak şimdi yanında polisler de yoktu.

Gözlerinin karardığı anlarında birkaç el silah sesi duymuştu. Boğazına yapışan adamı ince bir telle hem boğazını kesen hem de boğan adamı daha önce bir yerde gördüğünü anımsıyordu ancak şu anda onun kim olduğunu bulanık zihniyle çıkaramıyordu. Boğazı kesilen adamın kanları yüzüne damlarken o çok yoğun sıcak bir sıvının içinde asılı kalmış gibi hissediyordu. Zaman, mekan ve yer kavramı onun için sırasıyla yok olurken ölen adamın kan çanağına dönen gözlerini zihnine kazınıyordu. Adam ondan ne kadar çok nefret ediyorsa son anına kadar boğazından ellerini inatla çekmemişti.

Kim Yeol Suk asılarak idam edilmişti. Muhtemelen bu yüzden onu boğarak öldürmek istemişlerdi.

Bedeninin yerden kaldırılıp ,yeni metro geçtiği için boş olan istasyona bırakıldığını, orada da bulunduğunu hastanede uyandığında hatırlamayacaktı.

Polislere ne yaşadığını tek tek anlattığında kimse olmayan bu metro hattı yüzünden ona inanmayacaktı. Söylediklerini kanıtlayan tek bir güvenlik kamerası ya da ceset yoktu. Bu yüzden ona stres altında gerçekle hayali birbirine karıştırmış olabileceğini söyleyeceklerdi.

"Neden böyle bir şey için yalan söyleyeyim ki?" diye sormuştu sitemle Eun'a.

"Yalan söylediğini düşünmek daha kolaylarına geliyor çünkü. Ortada söylediklerini kanıtlar nitelikte hiçbir şey yok. Boğazındaki el izleri olmasa psikiyatrik geçmişine sığınmak yerine direkt yalancı olduğunu söylerlerdi."

"Sanırım artık ülkeyi terk etme zamanım geldi. Burada güvende hissetmiyorum. Yanınızda bulunarak sizlerin hayatını da tehlikeye atıyorum."

"Seni öldürmeyi biri gerçekten kafaya koymuşsa bunu başka bir ülkede de yapabilir Yoon. Burada en azından seni koruyacak insanlar var."

"..."

"Sence seni kurtaran insanlar kimdi?"

"Bilmiyorum. Sadece sanki onları daha önce görmüşüm gibi hissediyorum." dedikten sonra Yoon düşündüğünü belli edercesine elini yanağına yasladı. "Sanırım onları atış poligonunda gördüm."

"Orada genellikle normal bir insanın işi olmadığı için görmüş olman doğal olabilir."

"Peki ya o adamın orada bulunma sebebi atış poligonu değilse?"

"..?"

"Ya benim için oradaysa?"

"Kim seni korumak için bu kadar çok çabalasınki?"

"Devlet yapamaz mı?"

"Yapar ama bu şekilde yapmaz."

"..."

"Belki de sadece hayranlarından biridir."

"Bu beni daha çok korkutur. Kesinlikle Kore'den çıkmalıyım."

"Hadi bizi öylece bırakıp gidebiliyorsun aynı şekilde Geon'u da öylece bırakıp gidecek misin?"

"Sizi bırakabiliyorsam onu neden bırakamayım ki?"

"Artık arkadaştan daha fazlasınız, ben bunu görüyorum. Neden sen göremiyorsun? Onunla yamaç paraşütüne bile gittin."

"Kang Tae'den sonra biriyle ilişki kurabileceğim bir noktada değilim."

"O artık yok, öldü. Geçmişine değil geleceğine bakman lazım."

"Geon'un hayatını mahvetmek istemiyorum. Nasıl olduğumu benim kadar sen de biliyorsun."

"Kabul etmelisinki gündüzleri çok iyi idare ediyorsun."

"Peki ya geceleri?"

"Sadece biraz daha zamana ihtiyacın var. Yakında tamamen, aldığın seanslarla düzeleceksin."

"Bir buçuk yıl düzelmek için yeterli değil miydi?"

"Bir yıl Kuzey'de, altı ay hapishanede, üç ayda hastanede hapis hayatı yaşadın. Elbetteki bunlar sende bazı hasarlar bıraktı. Ancak sen iyileşmeyi neredeyse başardın. Şimdi bunun için Geon'dan vazgeçemezsin."

"Hiç benim olmayan birinden vazgeçmem de mükün değil zaten. Arkadaşlığımızı yanlış anlıyorsun."

"..."

Uzun bir sessizlik oluşunca Eun ona "Ne düşünüyorsun?" diye sordu.

"Beni boğan adamı neden silahla değilde telle boğazını keserek öldürdüklerini."

"..."

"Hem bir insan neden yanında öyle bir tel taşırki?"

"Onlar bizim anlayamayacağımız kadar insan öldürmekte profesyonelmiş insanlara benziyor. Muhtemelen bundan zevk alıyor."

"Bu cümle bana biraz Kang Tae'yi hatırlattı."

"..?"

"Biliyorsunki birinin beni koruması için hiçbir nedeni yok."

"Aklından ne geçtiğini biliyorum fakat sen de onun cesedini gördün Yoon. Hatta ona dokundun."

"Ceset olması gerektiği kadar soğuk değildi. O zaman bu ihtimal hiç aklıma gelmemişti ancak şimdi düşününce belki tıbbi yollarla-"

"Yoon saçmalıyorsun. Adamın ölümüne ikna olman için morgta onun olmayan nefesini dinlemeye çalıştın. Yetmedi nabzına baktın. Seni oradan adli tıp uzmanları çıkartmasaydı adamın tomografisini bile çekerdin. O anlarında aşırı duygusal olduğun için böyle davrandığını düşünüyordum ancak görüyorumki sen hala onun ölümünü kabul edememişsin."

"O zaman sen söyle, tüm bunları kim yaptı?" Kıyafetlerindeki kanları göstererek "Ben hayal görmedim." dedi.

"Bilmiyorum ancak bunun mutlaka mantıklı bir açıklaması vardır. Söylediğin şeyin bir mantığı yok. Bu yüzden çıkart bunu aklından. Hepimiz adamın cesedini gördük."

"Ama cesedin yakıldığını görmedik. Yakınlarıyla tatsızlık yaşanabileceğini düşünerek cenazesinin hiçbir aşamasına beni götürmediniz."

"Çok kötü bir haldeydin. İnsanlarla tartışabilecek gücün yoktu. Yine de bugün bunları söyleyeceğini bilseydim cenazesine katılmana izin verirdim."

"..."

"Bak Yoon, o adam senin sandığın kadar yenilmez bir adam değildi. Sen onu yendin. Güney'de öleceğini bildiği için Kuzey'e sığınmaya çalıştı ancak her ne olduysa günün birinde Kuzeyliler onu öldürüp kenara attılar ve orada onun için dünya üzerinde olan her şey bitti. Senin için de bitmeli."

"..."

Eve geçtiklerinde onları kapıdaki Yoon'un kedisi karşılamıştı. Bacaklarından kucağına tırmanmaya çalışan kediyi omzuna almış ona süt bulmak için mutfağa doğru ilerlemişti. Mamasını bulduğunda yemek kabına dökmüştü. Onun yiyişini izlerken bu kediyi veterinerde bekletip daha önce sahiplenmediği için kendini üzgün hissediyordu.

"Ona artık isim koymayacak mısın? İsmi 'adsız' olarak kaldı."

"Ona İleum desem çok garip mi olur?"

"Ben çocuğumun isminin bağırsağın bir bölümü olmasını istemezdim. Yine de istiyorsan olur."

"Bağırsakları dışarıda doğdu. Annesi de öleceğini düşündüğü için onu terketti. Bu ona uyan bir isim."

"Sen bilirsin, sonuçta o senin kedin."

Uyku arkadaşı o yatağına girdiğinde miyavlayarak yanına geliyor usulca koluyla göğsü arasında bir yere kendini sıkıştırıyordu. Bir kedi bile ona değer verdiğini anlıyorken zamanında Kang Tae sevgisine hep şüpheyle yaklaşmıştı. Ona ne kadar değer verdiğini bir türlü görememişti. Bugün bunları düşündükçe o zamanlar ne kadar toksik bir ilişkilerinin olduğunu daha iyi anlıyordu ama yinede hala onu içten içe özlüyordu.

Sabah posta kutusunda yeni bir tehdit notu bulduğunda gülümsemişti. Sakin adımlarla eve geri gidip iş yerini aramış onlara artık çalışamayacağını söylemişti. Valizini dolaptan indirirken aklında kimseye zarar vermeden gitmek vardı. Ölürken yanında kimseyi götürmek istemiyordu.

Yanına ağırlık etmemek için onu sadece birkaç günlüğüne idare edecek kıyafet almıştı. Biriktirdiği bir miktar parasını yanına alacaktı. İnternetten aldığı Tokyo biletiyle işini bitirmesi uzun sürmemişti. Eun eve gelince MinGyu'yu ona verecek ve gidecekti. Akşama kadarsa komşularına gideceğini haber verecekti. Kang Tae'yi de son kez ziyaret etmek istiyordu.

Gitmemesi için ısrarada bulunan Eun'a sabah bulduğu tehdit notunu göstermişti. Yine mahkemelere katılmamasını istiyorlardı.

"Bu bizim için yeni bir şey değil, biliyorsun."

"Bu olmasa bile dünkü saldırı bana göre üstünde aşırı düşünülmüş bir tuzaktı. Ölmemi isteyen insanlar muhtemelen sandığımızdan çok daha güçlüler. Bir kez daha zarar görmenizi istemiyorsam gitmem gerekiyor."

"Nereye gideceksin?"

"İlk aşamada Tokyo'ya. Sonrasınıysa sonra düşüneceğim."

"Peki ya mahkemelere ne olacak?"

"Şimdiye karar anladımki o insanlar yaptıklarının cezasını almayacaklar. Her şeye bir kılıf uyduruyorlar, bir yıldır klon üretimi yapmadıklarını kanıtlamak için her şeyi yapıyorlar. Getirilen kuzeylilerden tehdit yoluyla yalan söylediklerini söyleyenler bile oldu. Minho var gücüyle sabaha kadar onları içerde tutmak için çalışıyor ancak o adamlar her seferinde yeni bir şeyle karşımıza geliyor. Ben artık pes etme noktasındayım. Zaten yeni bir seçimle tekrar hükümet olma ihtimalleri de yok."

"Eğer sen kaçmayı tercih edersen var."

"..."

"Tehlike geçene kadar evden gerekirse hiç çıkmazsın. Bahçe işlerine devam edersin. Burada güvendesin."

"Öyle yaşayacaksam ben neden özgür olduğumu iddia edeyimki? Kang Tae de Kuzey'de bana bu kadarını sağlıyordu zaten. Buna razı geleceksem bunca şey neden yaşandı?"

"..."

"Ama için rahat edecekse bir ay sonraki mahkeme için git gel yapacağım. Söz veriyorum şimdikinden daha iyi olacağım."

"Tamam."

Kapıdan çıktığında karşısında ona gitmemesini söylemek için gelen bir adet Dr. Geon bulmuştu. İlk kez adamın ondan hoşlandığını anlamıştı ama içinde ona karşı arkadaşlık sevgisi dışında bir şey barındırmıyordu. Bu yüzden onu dinlemeden Eun'un arabasına binmişti. Kendi arabasının nerede olduğunu Kang Tae'nin kaybolduğu günden beridir bilmiyordu.

"Belki de artık sana iyi gelecek bir adama bakma zamanın gelmiştir Yoon."

"Ona evet desem bile ona verebileceğim tek şey bir avuç mutsuzluk olur."

"Ben öyle düşünmüyorum, birlikte çok güzel vakit geçiriyorsunuz."

"Geon'un sadece arkadaşlığını seviyorum. Henüz Kang Tae'yi unutabilmiş değilim."

"Yoluna bakmayı reddetmeye devam edersen unutamazsın tabii. Sana onunla evlen demiyorum, sadece olur mu diye denemeni istiyorum."

"Buna da gücüm yok."

"Her zamanki gibi çok inatçısın."

"..."

Havaalanına vardıklarında valizini XRay cihazından geçirmişti. Kendi de dedektörden geçiyorduki "Yoon-Jin." diyen adamla arkasını dönmüştü.

"Gitme."

Ona bir şey söylemeden önüne döndüğünde yaptığı şey için biraz utanıyordu. Ancak bunu onun iyiliği için yapmak zorundaymış gibi hissediyordu. O, Geon için doğru kişi değildi. Onun gibi temiz de değildi.

Görevlilere pasaportunu kontrol ettirirken üstünde yurt dışına çıkma yasağı olduğunu öğrenmişti. Bunun nedenini anlayamazken bir iç çekerek tekrar Eun'a doğru yürümüştü. Geldiğindeyse Geon çoktan gitmişti.

"Yine insanlara karşı aşırı soğuk davranıyorsun." diyen Eun üzerine gözlerini devirmişti. Ne yaptığının elbetteki farkındaydı. Birinin söylemesine ihtiyacı yoktu.

"Üstümde yurt dışına çıkma yasağı var, gidemiyorum."

"Minho'nun bundan haberi yok mu?"

"Bilmiyorum."

Geon onu birkaç gün sonra evinin önünde gördüğünde kendisi yüzünden gitmediğini sanarak durumu yanlış anlayacaktı. Bu yanlış anlama yüzünden işler daha da karmaşık bir hal alacaktı. Yoon bunu bilmediği için onun atış poligonuna ya da başka bir yere gitme tekliflerini kabul edecekti.

Geon'un arkadaşlığını sevsede bir ilişki kurmaktan fazlasıylasıyla korkuyordu. Adamsa zamanla onun bu korkularını yenmeye çalışarak hayatına daha çok dahil olacaktı. Hiçbir zaman aşırı yakın temaslarda bulunmasalarda bütün günlerini birlikte geçirdikleri zamanlar olacaktı. Öyleki altı ayın sonunda Yoon ona aldığı yüzüğü kabul edecekti. Bu onun için aşk evliliği değil mantık evliliği olacaktı. Otuzaltı yaşında tekrar bir adamla evlenmek için kendinde cesaret bulacaktı.

İkisinin de bütçesi kısıtlı olduğu için sade bir nikahla evlenmeyi tercih edeceklerdi. Yoon nikahları için beyaz bir elbise giyenecekti. Aklına her Kang Tae geldiğinde içkisinden bir yudum alacak evlendiği adamı mutsuz etmeme pahasına duygularıyla savaşacaktı. Ölü bir adamı hayatından çıkartma vakti gelmişti, geçiyordu. Bunu bugün bu evlilikle yapacaktı.

Eun "Çok içtin, bugün sarhoş olamazsın." diye elinden bardağı aldığında "Onu kırmaktan çok korkuyorum." demişti açıkca.

"Kırmayacaksın. O seni seviyor, sense onunla olmaktan hoşnutsun. Öyle olmasa hergün eve yüzünde güller açarken gelmezdin. İyi olacaksınız. Endişelenmeyi bırak."

"..."

Kang Tae gibi nikahtan önce onu almaya gelen adamın elinden güç almak istercesine sıkıca tutmuştu. Yüzündeki gülümsemesini sabit tutmaya çalışıyordu. İşiniyse nikahtan sonra yamaç paraşütüne gideceklerini söyleyen adam kolaylaştırıyordu. Her yere indiklerinde baygınlık geçirmesine rağmen sırf bundan o hoşlandığı için onunla gelmek istiyordu. Daha önce hiç kimseye bu kadar mahçup hissettiğini hatırlamıyordu. Bu adam Kang Tae aksine sevmesini gerçekten iyi biliyordu.

Nikah masasına oturduklarında adam onun titrediğini farketmiş yeniden elinden tutmuştu. Her şey etrafında dönüyormuş gibi hissederken kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Eun'un yüzünü belli belirsiz görsede yine de rolüne gülümseyerek devam ediyordu.

Hem bu evlilikle Kang Tae'ye ihanet ettiğini düşünerek kendini suçlu hissediyor hem de yanındaki adamı yarı yolda bırakacak olmaktan deli gibi korkuyordu. Her şeye rağmen onunla evleniyor olmaktan da mutluydu. Çünkü Eun söylediği şeyde haklıydı. Geon onu mutlu etmeyi başarabilecek bir adamdı. Onun yanındayken sıkıldığını hiç hatırlamıyordu.

Birçok duyguyu aynı anda yaşamaksa kalbine ağır geliyor zihni buradan çıkmak için can atıyordu. Her ne olacaksa bir an önce olsun bitsin istiyordu.

Nikah memuru ona klasik soruyu sorduğunda evet demişti. Salondakiler onları alkışlarken o yine o aptal gülümsemesiyle insanlara bakmaya devam etmişti. Onu yeterince tanıyan insanlar bu gülümsenin aslında hüznünü gizlemek için olduğunu biliyordu. Çünkü bu gülümsemesinde gerçek gülüşüne göre birkaç mimiği eksik kalıyordu.

Geon da nikah memuruna evet dediğinde yüzünü ona çevirerek gülümsemişti. Birazdan imzalarını da attıklarında her şey bitecekti.

Defter önüne konulduğundaysa büyük salonun kapısında uzun zamandır düşlerinde olan bir adamın yüzünü görmüştü. Bu mümkün olamazdı ama işte o tam karşısındaydı.

"Kang Tae." diye mırıldandığında Geon önce ona sonra baktığı yere bakmış boş duvardan başka bir şey görememişti. Yoon'sa hızla masadan kalkarken Kang Tae'yi bulmak adına çıkışa doğru koşmuştu.

Geon şaşkınlıkla onun peşinden gelirden Eun da onunla gelmiş çıldırmış gibi her kapıyı açıp içeri bakan Yoon'un ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışmıştı.

"Yoon ne oldu? Ne yapıyorsun sen?" derken bir yandan da koridorun başında durup gözleri dolu bir şekilde Yoon'u izleyen adama bakıyordu.

"..."

Düz bir tonla "Kang Tae'nin ismini söyledi." diyen Geon üzerine Eun adımlarını durdurmuştu.

"..."

"Onu gördüğünü sandı."

"Kesin içtiği için böyle oldu. Aşırı gergindi. Rahatlamaya çalışıyordu."

"Bu bana göre bir bahane değil."

"..?"

Yoon ıslak gözlerle binanın dışında onu aramaya başladığında Eun daha fazla dayanamayarak onu durdurmuştu.

"Öldüğünü anlaman için daha ne yapmamız gerekiyor?"

"Onu gördüm." dediğinde Minho bir iç çekmişti. Mahkemeler yüzünden bu aralar fazlasıyla gerginken Yoon ona hiç yardımcı olmuyordu. Karşı taraf Yoon'un psikiyatri geçmişi yüzünden ifadesine güvenemeyeceklerini söylüyordu. Yoon'sa şu an onların söylediklerini haklı çıkartıyordu.

"Belki de tedavini bırakmaman gerekiyordu."

"SANA ONU AZ ÖNCE GÖRDÜM DEDİM! BANA HASTA MUAMELESİ YAPMAYI BIRAK!"

"Sen de dahil hepimiz o adamın cesedini gördük, YETER ARTIK!"

"..."

"Her şeyi mahvetmekte o kadar iyisinki."

"..."

"Sen mutlu olmayı haketmiyorsun."

"..."

"Bundan sonra ben yokum Yoon. Tek başınasın." dedikten sonra Eun Yoon'un avcunu açarak eline Geon'un ona verdiği yüzüğü koydu.

Geon onu terketmişti.

Etrafındaki insanlar ona öylece bakarken birkaç kere başını salladıktan sonra arkasını dönüp onlardan uzaklaşmaya başlamıştı. Hasta muamelesi görmekten bıkmıştı. Üstelik bunu en yakınım dediği insan yapıyordu ancak o ne gördüğünden oldukça emindi.

Şu an istediği tek şeyse her şeyden, herkesten olabildiğince uzaklaşmaktı.

Üstünde bazı siyasal suçlamalardan ötürü yurt dışına çıkma yasağı varken Tokyo'ya gidemezdi ama kırsala gidip biraz kendi halinde kalmayı seçebilirdi. Biraz zaman geçince Geon'dan özür dilemeye giderdi. Ya da gitmezdi. Bilmiyordu. Sadece Kang Tae'yi gerçekten görmeyip her şeyi yok yere mahvetmişse kafayı tamamen sıyırmış demekti. Bu ise onu, Geon'u kaybetmiş olmaktan daha çok üzerdi.

Yürüyerek Han Nehri'ne geldiğinde parmağındaki yüzüğü çıkartmış diğer yüzüğünün yanına koymuştu. Aklı hala Kang Tae'deyken Geon'la evlenmeyi düşünmek elbetteki onun hatasıydı. Bir daha kimseyi bu hale getirmemek için biriyle ilişki yaşamayı düşünmeyecekti. Bu yüzden yüzükleri sırasıyla çok fazla oyalanmadan nehre atmıştı.

Eve ulaştığında Eun'un valizini topladığını görmüş hiç sesini çıkartmamıştı. O evden ayrılırken onunla vedalaşmamıştı. Sadece gidişinden sonra saatlerce gözyaşı dökmekle yetinmişti. Zaten iki üç yıldır yaptığı en iyi şey de ağlamaktı.

Gece yatma saatlerine yakın kırsaldaki bir hastaneye iş başvurusunda bulunmuştu. Hastaneye kabul edileceğini elbetteki biliyordu. Sonuçta işinde iyi bir cerrahtı. Kırsal kesimdeyse ciddi bir doktor açığı vardı.

Bütün gece evdeki eşyalarını kutulamakla uğramıştı. Sabah ona olumlu yönde dönen emaile şaşırmamış internetten iyi olabileceğini düşündüğü o bölgeden bir evi kiralamıştı. Geon'un evinde kalan eşyalarınıysa boşverecekti. Bunun için onunla tekrar görüşmek istemiyordu.

Borca girerek çağırdığı kamyona eşyalarını yükletmişti. Birkaç aya maddi olarak rahatlayacağını biliyordu. Cerrahlık birçok mesleğe göre iyi bir getirisi olan bir meslekti.

Kedisini kucağına aldığında bu evle olan bütün bağlantısını koparmıştı. Telefonunun sim kartınıysa kırarak çöpe atmıştı. Sıfırdan bir hayata başlamak istiyordu.

Kamyoncunun yanına oturduğunda onun için yeni bir hayatın kilidi açılmıştı. Artık hayatında sürekli hayatına müdahale etmeye çalışan Eun yoktu. Eleştirilmekten de fazlasıyla yorulmuş olduğu bir haldeydi. Biraz kendi halinde bırakılmak istiyordu. Dostluğunu tekrar kazanmak için savaşmak istediği bir modda da değildi. Eun'a bugüne kadar hiçbir zararı olmamıştı. Eun onu o olduğu için terketmişti. Bunun içinse kimseye hesap vermek zorunda değildi.

Birkaç gün bir artı birlik evini dizmekle uğraşayacaktı. Sonrasındaysa işe başlayacaktı. Başta cerrahlık yapmak onda hoş olmayan bazı anılarını hatırlatsada sonrasında kendini buna odaklamayacak işini yapıp ameliyathaneden her seferinde işini en iyi şekilde yapmış olarak çıkacaktı.

Buradaki tek genel cerrah o olduğu için çok yoğundu. Öyleki başka şeyleri düşünmeye hiç fırsatı bile kalmıyordu. Tek eğlencesi İleum'la birlikte gittikleri okyanus sahilinde akşamları bir kutu bira içmekti. Okyanusu hergün görebilmek adına özellikle bu ilçeyi seçmişti.

Mahkemelere gitmeyi bıraktığı için tehdit notları da tamamen kesilmişti. Şimdiye kadar onu öldürmemiş olmaların tek sebebi ölümünden kendilerinin zararlı çıkacağını düşünmelerinden kaynaklanıyordu. Ancak ilk fırsatta bunu yapacaklarını da biliyordu. Sadece doğru anı bekliyorlardı. Birçok insanın en tepeden en dibe çakılmasına neden olmuştu. Elbetteki bunun bir karşılığı olacaktı.

Televizyon haberlerini izlediği bir gün onların onbeşer yıl hapis cezası aldığını görmüştü. Yaptıkları bunca şey için sadece onbeş yıl yatacaklardı. Biri bundan sonra ona hak hukuktan bahsederse onlara sadece gülüp geçecekti. Eğer bu ülkede adalet olsaydı o adamlar girdikleri o çukurdan hiçbir zaman çıkamazdı.

Bir gece uykusundan kapısının zorlanma sesiyle uyandığında eline yastığının altında sakladığı ruhsatlı silahını almıştı. Telefonuyla 911'i tuşlamış telaşla evine birinin girmeye çalıştığını söylemişti.

Onların yetişemediğini bildiğinden silahını kapıya doğru doğrultmuş kapıdakine içeri girerse ateş edeceğini söylemişti. Bu sözleri üzerine o kişi kapısının önünden ayrılmıştı. Gelen polislerle güvenlik kameralarına baktıklarında onun çocuk bir hırsız olduğunu görmüşlerdi. Çocuğu kapısının önünden almasında etkili olan şey tek başına onun sözleri olmamış olayı gören bir başka adam da onu gitmesi için kovalamıştı. Bu adamın kim olduğunu çok merak ediyordu.

O çocuk bulunduğundaysa ondan şikayetçi olmamış eline bir tomar para tutuşturmuştu. 15 yaşındaki bir genç ona göre sebepsiz yere hırsızlık yapmazdı. Sadece kendisi bu kadar çok tetikte gezerken böyle bir şekilde korkutulmak istemiyordu. Bu yüzden onu güzelce tembihlemişti.

Yine sahilde içerken İleum ona eşlik ediyordu. Dalga sesleri kulağını dolduruyor kedisinin dışarıda enerjisini atmasına izin veriyordu. Hiçbir zaman tasmasına ip takarak onu dışarıya çıkartmamıştı. O kedi tüm ilçeyi gezsede dönüp dolaşıp ona geri dönüyordu. Tasmasında zaten kaybolursa diye iletişim bilgileri vardı. Tutsaklığı tatmış biri olarak sırf gücü yettiği için bunu başka bir canlıya yaşatamazdı.

Ameliyatının rezalet geçtiği bir gün gecenin saçma sapan bir saatinde hastaneden çıkmıştı. Kedisinin evde onu beklediğini biliyordu. İşinin uzayacağını tahmin edemeyip onu evin dışına bırakmadığı için pişmandı. Karanlıkta kaldığı için daha çok huysuzlaşmış olmalıydı.

Acele ederek eve gitmeye çalışırken az daha bir kamyonun altında kalıyordu. Onu kamyonun önünden çekip alan kişiyi daha önce Seol'de evinin yakınlarında gördüğünü hatırlayınca silahını çıkartıp adamın göğsüne dayamıştı. Tesadüflere inanan bir insan değildi. Bu kadarı fazlaydı.

"Kimsin sen?"

"..."

Adam ondan güçlü olmasının avantajını kullanarak elinden silahını alıp biraz ileriye atmasıyla yerdeki silahı yeniden alıp ondan koşarak kaçan adama doğru doğrultmuştu.

"DUR ORADA! YOKSA ATEŞ EDECEĞİM!" desede adam durmamıştı. O da bacağını sıyıracak şekilde ona doğru ateş etmişti.

Adam vurulduğu için koşamasa da sendeleyerek yürümeye devam edince onun bu inadını anlayamamış koşarak ona yetişmişti. Bu sefer alnına silahını dayayarak ona tekrar kim olduğunu sormuştu.

Çevredeki insanların ona olan bakışı hiç ama hiç umrunda değildi. Birileri tarafından korunduğunu biliyordu. Şimdiye kadar yaşayabilmesinin muhtemelen tek sebebi de buydu. Artık cevaplara ihtiyacı vardı.

"Seni kim gönderdi?"

"Bayan Seo için burdayım."

"Eğer öyleyse neden benden kaçıyorsun?"

"Bilmenizi istemiyordu."

"Kardeşi benim yüzümden ölmüşken buna inanmamı mı bekliyorsun? Bana mantıklı bir açıklama yapmak zorundasın."

"Ben başka bir şey bilmiyorum. Amacımız size zarar vermek de değil. Bunu siz de biliyorsunuz. Silahınızı indirin. Tabii onu sizden bu sefer geri vermemek üzere almamı istemiyorsanız."

"..."

Yoon adamın alnından silahını indirdiğinde adam onu bekleyen siyah bir araca bekleyip gitmişti. Söylediklerine içten bir şekilde inanmamıştı ama Kang Tae'nin ölmemiş olma ihtimali zihnini aşırı yoracağı için inanmak ya da inanıyormuş gibi görünmek daha kolayına gelmişti.

Evinin kapısını açtığında dışarıya fırlayan kedisi yüzünden saatlerce yorgun olmasına rağmen merdivenlerde oturarak onun geri dönmesini beklemiş, beklerkende uyuyakalmıştı. Bir canlının sorumluluğunu almak hiç kolay değildi.

Sabah onu İleum uyandırırken yanında başka yavru kediler görmesiyle şok olmuş hepsine süt vermeye çalışmıştı. Merdivenleri sokağa açık olan binada onlar için bir ev yapmış her gün onları beslemişti. İnsanlarla kuramadığı o bağı hayvanlarla kurmuştu. Oysa o, o kadarda zor bir insan değildi. Neden insanlarla geçinmeyi başaramamıştı? Neden herkes tarafından terkedilmişti?

...

Onun şu sıralar rutini klasikti. Sabah işe gidiyor, işten çıkınca yemek yiyiyor sonrada sahile gidiyordu. O gün çalışmıyorsa bütün gün ölü gibi uyuyordu. Hoş olmayan deneyimleri yüzünden hayatına arkadaş olarak birini almak istediği bir dönemde değildi. Meslektaşları onun bu soğuk tutumunu anlayamazken ondan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışıyorlardı. Ortak bir hastaları yoksa kimse onunla merhabalaşma zahmetine bile girmiyordu. Yoon bu şekilde o hastanede tam dört ay geçirmişti.

Yine hasta baktığı bir günde polikliğine hasta olarak gelen biri elindeki silahla kapıyı kilitleyerek ona silah doğrulttuğunda elini kendi silahına atmıştı. Bugün her zamanki gibi bu saldıradan ucuz kurtulamayacağını biliyordu.

Sekreter içeriden gelen birkaç el silah sesi duyunca beyaz kod vermişti. Güvenlik personeli kapıyı kırarak açmış sandalyesinde oturan Yoon'u elindeki silahıyla beraber beyaz gömleğini kırmızıya çeviren kanını görmüşlerdi.

Bir adamsa başından vurulmuş halde biraz ilerisinde yerde yatıyordu.

"Dr. Yoon?" dediklerinde Yoon'un elinden silah kendiyle beraber yere düşmüştü. Göğsünden vurulmuştu. Ağır yaralıydı. Bir gün buna benzer şekilde öleceğini bildiği için kendisi için çok tasalanmamıştı. Sadece kedisine ne olacağını düşünüyordu. Belki de evin dışında olduğu için bina sakinleri ona da bakabilirlerdi. O, onsuz da yaşayabilirdi. Bunu yapabilirdi.

Birkaç kere öksürünce ağzından kan gelmişti. Ailesi öldüğü gün nasıl yalnız kalmışsa şimdi de aynı şekilde yalnız ölüyordu. Belki de annesi onu korumak adına üstüne kapaklanmaktansa ölmesine izin vermesi gerekirdi. İşte o zaman bu kadar sarsıcı bir hayat yaşamak zorunda kalmazdı. Daha çocuk yaşta dünya üzerindeki hiçbir kötülükle tanışmadan öylece ölüp giderdi.

Gözlerini kapatırken 'Kang Tae' diye fısıldamıştı. O adamın bir gün sonu olacağını daha onu ilk gördüğü gün hissetmişti. Gerçekten de öyle olmuştu. Onu hayatına almasının bedelini her şekilde en ağır biçimde ödemişti. Ödüyordu. Ödeyecekti.

Y/N: Bölümü oylamayı ve yorum yazmayı unutmayııınnnnn lütfen. İyi bayramlarrr.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 31.03.2025 16:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş