48. Bölüm

42- Final

Karbamazepin
serotonin

Y/N: Bu final bölümü olduğu için sizden bana son kez desteğinizi göstermenizi rica ediyorum. Buraya kadar hikayemi okuyan herkeseyse teşekkürlerimi sunuyorum. Hayalet okurlarımdan ricam bana bir süpriz yapıp tüm bölümlerimi oylamaları. İyi okumalar diliyorum.

Göğsündeki yoğun ağrıyla kendine geliyorken boğazına oturan entübasyon tüpü yüzünden nefes alamadığını hissediyordu. Sakin kalıp hareketsiz kalsa daha az canının yanacağını biliyordu ancak ellerinin bağlı oluşu nedeniyle panikliyordu.

Monitör onun tüple boğuşmasıyla alarm verirken içeriye bir kadın girmiş hızla entübasyon tüpünü boğazından çıkartmıştı.

Ellerini buna rağmen çözmediklerinde iyiden iyiye paniklemiş monitör seslerinin daha gürültülü bir hal almasına neden olmuştu. Sürekli sakin olmasını söyleyerek üstüne enjektörle yürüyen doktorla ne yapacağını şaşırmış yorgunluktan hareket ettiremediği bedeniyle ona karşı koymaya çalışmıştı.

Burası normal bir hastane odası değildi. Pencere yoktu. Monitör sesi hariç başka bir ses de yoktu. Oldukça basık bir havası vardı. Tavandaki borular ona bodrum katta olduklarını söylüyordu.

Onu yerinde tutan sargı beziyle bağlanmış bileğini yataktan kurtardığında ona iyice yaklaşan doktorun kolunu tutmuştu.

"Ameliyattan yeni çıktınız sayılır. Kendinizi yormamalınız."

"Neden bağlıyım?"

"Bunun ana sebebi entübasyon tüpünü kendi kendinize çıkartıp etrafta dolaşmanızı istemediğimiz içindi. Tabii buna da bu sabah itibariyle ölü bir kadın olmanız etken oldu."

"..?"

"Zamanla nedenini anlayacaksınız. Ancak şimdi ölmek zorundasınız. Tıpkı Bay Seo gibi."

Yoon adamın ne söylediğini anlayamazken panikle yataktan kalkmaya çalışmış ancak bir kişinin üstüne ağırlığını vererek onu yatağa sabitlemesiyle ne olduğunu bilmediği bir sıvının vücuduna girmesine engel olamamıştı. Yakasından tuttuğu adamı tutan parmakları gücünü tek tek kaybederken neyin içinde olduğunu anlamaya çalışıyordu. Onu öldürecekler miydi?

"Bedeni çok zayıf, dayanabilecek mi?"

"Dayanmak zorunda. Başka çaresi yok."

Biri vücuduna başka sıvılar da enjekte ederken başka birisi üstündeki monitör kablolarını alıyor, bağlı olan bileğini çözüyordu. Gözlerine birer damla midriyatik damlatıldığında anlamız birkaç şey mırıldanmıştı.

Ona her ne vermişlerse göğsünde mevcut ağrısının yanına başka bir ağrı daha ekleniyordu. Nefes alma sayısı gittikçe azalırken bedeninin her noktası ayrı ayrı ağrıyordu. Ona ne yapıyorlardı?

"Vücudu benzodiazepinlere alışkın bir doz yetmeyecektir. Paniklememesi için midazolamdan bir doz daha ver. Ağrısı olacağı için tramadol da verebilirsin."

"Fenobarbütüratla, roküronyumu ne zaman enjekte edeceğiz?"

"Yan tarafta, morgta. Ancak onu her kim görecekse iki dakikadan fazla göremez. Zamanında entübe edemezsek ölür."

Bedenine enjekte edilen son ilaçla gücünü tamamen kaybettiğinde bir kadın elinden tutmuş ona "Endişelenmen gereken bir şey yok." demişti.

Gözünü bile açabilecek durumda değilken biri başının üstüne üstündeki beyaz çarşafı çekmişti. Hiçbir şeyi önemsemediği bir noktadaydı, nedensizce kendini çok mutlu hissediyordu. Nereye götürüldüğünü bilmiyordu ama umrunda da değildi. Sanki o morg çekmecesine değilde gökyüzünde bir kuşun sırtına konulacaktı. Bunun ilaçların yan etkisi olduğunu anlamayacak kadar uçmuştu. Biraz uzaktan gelen Eun'un kulaklarına dolan ağlama sesi bile onu üzemiyordu.

Çarşafın altındaki koluna biri damar yoluna takılı bir ilacı daha enjekte ettiğinde bilincini tamamen kaybetmiş onun sesini duymayı da bırakmıştı.

Eğer o an kendinde olsaydı bu ilacın genelde anestezide tüm kaslarını felç etmek için kullanıldığını hatırlardı. Bedeninin tüm fonksiyonlarını neredeyse sıfıra yakın durdurarak ona ölüm süsü veriyorlardı. Eun onun başında ağlarken birkaç yetkili isme de bu kadının gerçekten öldüğünü ikna etmeye çalışıyorlardı. Bunu başarıyorlardı da.

İçlerine yerleştirilmiş olan birkaç adli tıp uzmanı ve savcı otopsi yapıldığını söyleyerek belgeleri dolduruyordu. Yakınlarına adli vaka olduğu için cesedi her istediklerinde görmelerine izin vermiyorlardı. Yoon hristiyan olmasına rağmen arkada kanıt bırakmamak adına onun bedenini yakmaları gerekiyordu, ki biri onun hayatta olduğundan şüphelenirse mezarını açmaya kalkmasın.

Eun Yoon'un yakılacak olma durumuna itiraz ettiğinde ona aslında Yoon'un daha önce hiç yazmadığı bir vasiyetnameyi göstermişlerdi. Eun'sa üstünde 'Öldüğümde bedenimin yakılmasını, küllerimin Han Nehri'ne dökülmesini istiyorum.' yazan belgeye sesini çıkartamamıştı. Yoon'un Han Nehri'ni sevdiğini biliyordu.

Kremetasyon odasına gidilirken Eun'a farkettirmeden tabutlar değiştirilmiş onun yerine o gün ölen kimsesiz bir kadının cesedi yakılmıştı.

Karmaşık gibi görünen süreç aslında onlar için neredeyse rutin denebilecek bir durumdu. Sadece bunu birinin canlılığını saklamak için değil cerrah ameliyat yapabilsin diye yapıyorlardı. Buradaki tek farkı kalbi de neredeyse durduracak kadar baskılamalarıydı.

Yoon'un uyandığındaki tepkisini ölçemeyecekleri için ilaçların etkilerinin tamamen geri alındığından emin olduktan sonra onu tekrar uyutmuşlardı. Bu kadar emekten sonra Yoon'un etrafta dolaşarak batırmasına izin veremezlerdi. Zaten ameliyatan daha dün gece çıktığı için dinlenmeliydi.

Tek sıkıntıları Yoon'un bir süre hastane bakımında kalması gerekmesiydi. Ancak o burada kaldığı her an bir personel tarafından farkedilme ihtimali vardı. Yani o burada daha fazla kalamazdı. Gece herkes uykuya çekildiğinde onu çatıdaki ambulans helikopterle başka bir yere göndereceklerdi.

Yoon uyandığında gözü uçuşan perdelere takılacak ona ne olduğunu hatırlamaya çalışacaktı. Hatırladığı şeyler oldukça kesik kesikken göğsünü tutarak yerinden kalkmaya çalışacak ancak ileri seviyedeki ağrı yüzünden kendini yeniden yatağa bırakacaktı.

Yine her tafında bağlı kablolar değerlerini bir monitöre aktarıyordu. Bir hastane odasında değilde bir evin odasında olduğunu farkettiğinde kabloları vücudundan ayırmış tüm ağrısına rağmen kendini ayağa kaldırmıştı. Göğsüne dren takılı olduğu anladığındaysa onu pijamasının içine sıkıştırmıştı.

Hatırladığı şeylerin gerçek olup olmadığını bile bilemezken korku yavaş yavaş yeniden bedenini ele geçirmeye başlamıştı. En son bir adam ona bugün ölmesi gerektiğini söylemişti. Ancak şimdi o yaşıyordu. Tüm bunlar ne demekti? Ona ne vermişlerdi? Neden her şey yine onun için bu kadar bulanıktı?

Perdeyi yana çekip açık olan kapıdan çıktığında kendini bir ormanın içinde bulmuştu. Biraz ilerideyse okyanusu görebiliyordu. Sahi, o neredeydi?

Bir kadın onun ayakta olduğunu görünce yanına doğru gelmeye çalışmış ancak başka bir adamın el işaretiyle durmuştu. Bu insanlar kimdi? Açıkcası hiç bilmiyordu.

Yavaş yavaş okyanusa doğru yürürken yanından geçtiği ağaçlardan destek almaya çalışıyordu. Çıplak ayak olmasını umursamıyor sanki okyanusa ulaşmak tüm yaşam amacıymış gibi ısrarla yürümeye devam ediyordu.

Sahil kumlarına ulaştığında çevresine bakınmış olduğu yerin bir ada olabileceğini düşünmüştü. Çevresini dolaşmak için belki şimdi yeterli gücü yoktu ama kıyı şeridi onda böyle bir izlenim bırakmıştı.

Haklıydı da burası henüz keşfedilmemiş ya da halka sunulmamış Japonya'ya bağlı oldukça küçük bir adaydı.

O daha nerede olduğunu çözmeye çalışırken "Görüşmeyeli uzun zaman oldu." diyen tanıdık sesle göz bebekleri titremeye başlamıştı. Yaşadığını son dört ya da beş aydır tahmin etsede onunla yeniden karşılaşmaya hazır değildi. Muhtemelen hiçbir zamanda hazır olamazdı.

Arkasına dönmeye cesareti yokken Kang Tae görüş açısına girmek için önüne geçmişti.

"..."

"Ben olmadan daha iyi bir hayat süreceğini sanıyordum fakat görüyorumki yanılmışım."

"Ben senin cesedine dokundum. Ölmüştün. Kalbin atmıyordu. Nefes almıyordun. Reflekslerin çalış-" derken Yoon yavaş yavaş hatırladığı anılarıyla susmuştu. Ona da kendisine yapılanın aynısı yapılmıştı. Kang Tae hiçbir zaman ölmemişti. Sadece ölüm sınırına getirilerek insanlara öldüğünü kanıtlamaya çalışmışlardı.

"Beni görmüş olmana rağmen yine de hala öldüğüme mi inanıyordun?"

"Senin yüzünden tüm insanlar bana şizofreniliymişim gibi muamele yaptı. Bir noktadan sonra ben de kendimi öyleymişim gibi sandım. Madem ölmedin neden beni öylece bıraktın? Hayır, hayır bu hiç senin yapabileceğin bir şey değildi. Ne değişti? Ya da neden şimdi senin yanındayım? Biz neredeyiz?"

Kang Tae ona gülümsediğinde o neye güldüğünü anlayamadan sadece onun yüzüne bakıyordu.

"Sırtıma ihanet hançerini sapladığını unutup şimdi bana seni bıraktığım için hesap mı soruyorsun?"

"..."

"Güney Kore'de eninde sonunda öldürüleceğini anladığım için buradasın Yoon Jin."

"..."

"Bundan sonra benim de içinde tutsak olarak bulunduğum bu adada benimle birlikte yaşayacaksın."

"Peki ya istemezsem?"

"O zaman o çok sevdiğin avukatın Minho gibi bir gün gerçekten küle dönüşürsün. Açıkcası buna izin vermeye de pek niyetim yok."

"Minho öldü mü?"

"Seninle aynı gün müvekkili sandığı bir adam tarafından silahlı saldıraya uğrayarak öldürüldü."

"..."

Gözlerinden yaşlar dökülmeye başladığında bakışlarını önündeki adamdan çekip onun omzu üzerinden okyanusa dikmişti. Minho'ya bu işe girişmeden önce böyle bir şey olabileceğini söylemişti. O da bunu bile bile avukatı olmayı seçmişti. Minho ondan tek won almadan avukatlığını yapmıştı.

"..."

"Başka zaman konuşmamıza devam edelim." dedikten sonra arkasına dönüp kalktığı yatağa doğru ilerlemeye başlamıştı. Bilmesi gereken gerçekler bundan çok daha ağırdı ancak şimdi bunları öğrenecek gücü yoktu. Bedeninin yere yığılması önleyen tek şey yanındaki bedenken, ondan utanmasa yanında hıçkıra hıçkıra ağlardı.

Kendini hiçbir şekilde ayakta tutamayacak hale geldiğinde onu yatağına Kang Tae taşıyıp yatırmış ardından dışarı çıkarak bir kadını odaya çağırmıştı. Yoon normalde yoğun bakımda birkaç gün kalması gerekiyordu fakat koşullar buna müsait değildi.

Vücuduna tekrar bağlanan elektrodlarla beraber yüzüne bir oksijen maskesi geçirilmişti. Kadın Yoon'un çıkarttığı damar yolu yerine başka bir damar yolu açarken Kang Tae endişeli bir ifadeyle ona bakıyordu. Minho'nun ölümünü söylemek için yanlış bir zaman seçmişti.

Yoon daha tek kişinin ölümünün sorumluğunu taşıyamıyorken o, haberlere çıktığı ilk andan itibaren Kuzey'deki bütün Güney Korelilerin çiplerinin patlatılarak öldürülmeye başlandığı öğrenmenin sorumluluğunu da taşıyamazdı ama bu bir gerçekti ve elbetteki Kang Tae'nin Yoon'u affedememesinin en büyük sebeplerinden biriydi. Yıllarca yaşadığını ondan gizleyerek hem onu hem de kendini cezalandırma nedeniyde buydu.

Şimdiyse önünde yatan bu kadının aklında sadece Minho vardı.

Yoon'dan

Damarlarında gezmeye başlayan ilaçların etkisiyle gözlerini kapatırken gözlerinden kulaklarına doğru yaşlar akıyordu. Tüm bunlardan sorumlu insanların sadece onbeş yıl içerde yatacakları gerçeği göğsüne sıcak korlar yerleşmesine neden oluyordu. Onlara verilen cezanın yetersiz olduğunu düşünüyordu.

Uyandığında gece lambasının aydınlattığı odada belli belirsiz yanındaki koltuğa oturan Kang Tae'yi farkedecek başını ona çevirerek yüzünü incelemeye başlayacaktı.

"Minho'yu öldüren kişi bana saldırı düzenleyen kişilerle aynı mı?" diye sormuştu yüzünü buruşturarak. Konuşurken hatta nefes alırken dahi canı yanıyordu. Ancak onunla konuşmak istiyordu.

"Evet, aynı."

"O adamlar yüzünden iki yıldır diken üstünde yaşıyordum. Bir gün beni ya da Minho'yu gerçekten öldüreceklerini biliyordum. Yine de suikastçilerinin benden randevu alıp beni işimi yaparken öldürmeye çalışması çok adiceydi. Oysa o adamlar tıkıldıkları o deliklerde kimseye zarar veremeden kalmaları gerekiyordu."

"Ne yazıkki hayat o kadar toz pembe değil. Bunu sen de biliyorsun."

"Biliyorum."

"..."

"Minho'yu öldürdükleri için aldıkları ceza arttırılacak mı?"

"Ellerinde bu cinayetin onların işlediğine dair bir kanıt yok. Yani, hayır. Muhtemelen bunun için ayrı bir ceza almayacaklar."

"Almalarını sağlamalıyım."

"..."

"Gerçi çalışsam ne olacakki yine bir şekilde ceza almamanın bir yolunu bulacaklar."

"Sen şimdi bunları düşünme, önce iyileşmeye odakla kendini. Daha iki ayağının üstünde doğru düzgün duramıyorsun. Bunları düşünmen için henüz çok erken."

"..."

Yüzündeki maskeyi çıkarttıktan sonra "Jack'le Heeseung da mı burada?" diye sormuştu. Onları görememişti ama nerede olduklarını merak ediyordu.

"Jack o gün hastanede seni kaybettiği için artık benimle çalışmıyor. Heeseung'sa Kuzey'de kaldı. Ona ne olduğunu bilmiyoruz." diyerek yalan söyledi. Şimdi bunu konuşmanın sırası değildi. Belki de hiçbir zaman gerçeği söylemezdi. Bilmiyordu.

"Bence sen o gün, özellikle ben hastaneden çıktıktan sonra istediğimi yapmama izin verdin. Yoksa yine başaramayacaktım. Yanılıyor muyum?"

"O gün He Jin'i bulmakla uğraşırken telefonumu açmadığım için sinyal vericinin artık çalışmadığını çok geç öğrendim. Jack'se vericinin kendiliğinden bozulduğunu ve Eun'un ameliyatı bitmeden senin bir yere gitmeyeceği düşünmüş. Ama sen daha ameliyatın bitmesine bir saatten fazla varken çıkmışsın. Eun'un ameliyatı bittiğinde geç de olsa yokluğunu farketmiş. Kısaca sen bizim dikkatsizliğimiz yüzünden hastaneden çıkabildin ve kabul ediyorumki benim özgüvenim yüzünden o kanala kadar gidebildin. Elinde görüntülerin olduğunu bilmiyordum. Çünkü oteli ve sana getirdiğim eşyalarımızı detaylıca aratmıştım. Eski eve geçtiğimizde de bir valiz kıyafetten başka bir şeye sahip değildin, onları da benim çalışanlarım hazırlamıştı. Yani ciddi anlamda kanıtlayabileceğin hiçbir şeyinin olmadığını düşünüyordum."

"..."

"Bu yüzden sadece dışarıda ne yapmak istediğini anlamaya çalışıyordum. Bir yandan da sana seni kaybetmemem için sinyal vericinin şart olmadığını göstermeye çalışıyordum."

"Yani yine bana oyun oynuyordun." diye gülümsedi Yoon.

"Evet, sana karşı kaybettigim tek oyunum da o oldu zaten. Kanala geldiğinde etrafın çok kalabalıktı. Sana müdahale edebileceğim bir konumda değildin. Aslında düşününce seni kaybetmemiş olmamı varsaymazsak o gece her anında benim kontrolümün dışındaydın. Çünkü hep kalabalıktaydın."

"..."

"Belki seni yeni bir tehdit yoluyla durdurabilirdim ancak bunu da yapmak istemedim. Oyunlar üzerine kurulu ilişkimizin uçurum kenarında olduğunun bilincindeydim. Seni o gün bir şekilde durdurmayı başarsaydım da biz yine mutlu olamayacaktık. Bunu biliyordum."

"Peki tüm bunlar için bana kızgın mısın?"

"Oyunu kendim kurmuş olmama rağmen kaybettiğim için hayır sana hiçbir zaman kızmadım. Her zaman böyle bir şey yapabileceğini biliyordum. Sanırım seni zorda olsa o halinle kabullenmiştim. Açıkcası buraya sıkıştırılmış olmam hariç bana ileri seviyede zararında bulunmadı. Sadece seni buraya getirip getirmemem gerektiği konusunda kararsız kaldım ancak sen dokuz ay kadar bir sürede erişebileceğim alanlardan çok uzaktın."

"Peki sonra neden benden uzak kalmayı seçtin?"

"Dediğim gibi ben olmadan daha iyi bir hayat süreceğini düşünüyordum. Ayrıca başladığın işi mahkemelerde bitirmeni istiyordum. Sanırım o şekilde mutlu olacağına inanıyordum."

Yoon yine gülümsemeye çalışarak "Son iki üç yıldır sayende benzersiz bir hayat yaşadım. Her günüm ayrı bir maratondu." dedi.

"Farkettim."

"..."

"Sanırım sana kızdığım tek şey bir şey varsa o da yüzüğünü çıkartıp beni hayatından tamamen çıkartman oldu. Oysa ben hala yüzüğümü parmağımda taşıyorum. Senin de öyle yapmanı çok isterdim."

"Seni unutup hayatıma devam edebilmem için bunu yapmam gerekiyordu. Hem o zamanlar öldüğüne inanıyordum."

"Peki unutabildin mi?"

"Sensiz yaşayabilecek kadar evet, unuttum. Bu yüzden yaşadığından emin olduğumda dahi seni aramak için harekete geçmedim ve adamlarını bu konuda sıkıştırmadım. Beni tekrar dağıtmana izin veremezdim çünkü. Hazır ölmüşken ölü olarak kalmalıydın."

"Şizofreniye yakalandığını sanmak daha kolayına geldi yani."

"Evet, daha kolaydı."

Öksürürken "Sen buraya nasıl geldin?" diye sorunca Kang Tae maskesini yeniden yüzüne yerleştirdi. Sesinden konuşurken zorlandığını anlıyordu. Bu yüzden o sormadan merak ettiklerini anlatmaya çalışıyordu.

"Eski hükümetin yönetime devam edemeyeceği belliydi. Bizde muhalefetin birinci partisiyle işbirliği yaptık. Mevcut hükümetin tüm bağlantılarını kesip onları düşürdük. Ellerinde sen olduğun için bunu yapmamız bize yaklaşık altı ay kaybettirdi. Ölmemi isteyen çok fazla insan olduğu içinse her yerde aranıyordum. Ben de daha rahat hareket edebilmek adına artık ölmem gerektiğine karar verdim. Tahmin edebiliyorsundur ki şimdilerde kimse beni öldürmek için aramıyor. Doğrusunu istersen ailemden de kurtulduğum için başım daha az ağrıyor. Amcam kızını öldürdüğüm için bana biraz dargındı."

"Biraz olduğuna emin miyiz?"

"Kabul etmeliyimki birazdan fazla. O gün Eun vurulmamış olsaydı şimdi bunların hiçbiri yaşanmamış olurdu. Hiç ciddiye almadığım bir kadının hayatımı bu kadar çok değiştirebileceğini daha önce tahmin edemezdim. Ama görüyorsunki bugün bu haldeyim."

"Evimin etrafındaki ya da metrodaki adamlar senin adamlarındı değil mi?"

"Polis sandığın kişiler dahil hepsi benim adamlarımdı. Üniformaları yüzünden seni koruduğumu anlaman çok uzun zamanını aldı."

"Nedense sen böyle anlatınca ben bu kadar şeyi bir hiç için yapmışım gibi hissettim."

"Amacına ulaştın Yoon. Kuzey Kore de içinde olmak üzere artık dünyanın hiçbir yerinde klon üretilmiyor. İnsanlar Güney'deki halk hareketinin kendilerinin de başına gelmesinden korktuğu için laboratuarlarının hepsini tek tek kapattılar ya da kapatıyorlar."

"Sence bu kalıcı bir korku oldu mu?"

"Bizim zamanımız için evet ancak bizden sonrakiler için hayır."

"..?"

"İnsan beyni unutmaya meyillidir. Öyle olmasaydı savaşın getirileri unutulup her seferinde yeni bir savaşa girilmezdi değil mi? Bu da onun gibi bir şey işte."

"Peki sen burada ne yapıyorsun?"

"Her zamanki işimi. Çalışıyorum."

"Tüm mal varlıklarına el konulduğunu sanıyordum."

"Sadece halka böyle söylendi. Başkası adınaymış gibi görünsede hala ben ülkemiz için silah üretiyorum. Aklımda yeni bir savaş uçağı modeli var. Şu sıralar daha çok ona kafamı yoruyorum."

"Yokluğumda benim aksime sen hayatına devam edebilmişsin gibi görünüyor."

"Sen şimdi bunu beni evlenme kararı alabilecek kadar hayatından çıkartmışken mi söylüyorsun?"

"Nikahta benim yerime başkası seni görseydi ne yapacaktın acaba?"

"Gözlüğüm, şapkam vardı. Saçlarımı ve sakallarımı da uzatmıştım. Beni yeterince tanımayan biri tek görüşte kim olduğumu anlayamazdı."

"Yine de bu çok tehlikeliydi."

"Eğer o gün ben gelmeseydim sen o adamla evlenirdin. Ne kadar senden uzak kalmak için kendimi zorlasamda başka biriyle evlenmene dayanamazdım. Beni görünce masadan kalkacağını biliyordum."

"Peki şimdi bize ne olacak?"

"Ada birbirimizi istersek hiç görmeyeceğimiz kadar büyük. Açıkcası ben ikimizin de birbirimizre affı kolay olmayan yaralar açtığımızı düşünüyorum ancak bunun için birbirimizi yeterince cezalandırdığımızı da düşünüyorum. Bu yüzden bunu şimdi düşünüp karar vermek yerine zamana bırakabiliriz ya da en azından senin iyileşmeni bekleyebiliriz."

Kedisi onu bulduğunda ona sıkıca sarılmış onu bıktırına kadar yanaklarından öpüp durmuştu. Kang Tae onu buraya getirirken yine ondan iznini almamıştı ancak Güney'de kalsaydı ölümünün kaçınılmaz olacağını uğradığı sayısız saldırıdan ötürü biliyordu. Orada uçan kuştan bile korkar hale gelmişti. Bu yüzden bunun için ona kızmayacaktı. Çünkü o hayatından da bıkmıştı.

Güney'de arzuladığı eski hayatınıysa kavuşamamış dost dediği bütün insanlar tarafından sırasıyla hasta olduğu gerekçesiyle terkedilmişti.

Onu terketmeyen tek kişi Kang Tae'ydi.

Eun şimdi Kang Tae'yi ayakta görse muhtemelen kalp krizi geçirir ya da aklını kaybettiğini sanıp kendini hastaneye yatıttırırdı. Bir insanın daha çok gerçeğe değilde ona gösterilene inandığını onda çok güzel bir şekilde görmüştü. Kendide dahil insanlar manipüle edilmeye müsait varlıklardı.

Geriye dönüp pişman olduğu bazı şeyler varsa onlardan biri de Eun'a hayatı üzerinde ileri seviyede müdahale etmesine izin vermesiydi. Belki hastaneye yatırılmamış olsa cerrahlığa dönmesi bu kadar uzun sürmez en azından maddi olarak ona yük olmazdı. O zaman onun için her şey daha kolay olurdu.

Dışarıdaki bir göz ona aşırı maddiyatçı düşündüğünü söyleyebilirdi ancak belki de Eun bundan güç alarak ona bu şekilde baskıcı davranabilmişti. Oysa o birinin ona ne yapacağını söylemesine gerek kalmadan doğru yolu bir şekilde bulabilen bir kadındı. Tıpkı yüzüğünü zamanı geldiğinde çıkartmasını bildiği gibi.

Birkaç gün yatağından kalkmasına izin vermemişlerdi. Zaten ayakta duracak halide yoktu. Şu sıra zamanının çoğunu hemşirenin ona verdiği yüksek doz ağrı kesiciden sonra uyuyarak geçiriyordu.

Kang Tae'yse onu görmeye gelmiyordu. Nasıl Kang Tae Yoon'un hayatını altüst etmişse Yoon da onunkini altüst etmişti. İkisinin de yaraları tek günde kapanamayacak kadar derindi. Henüz birbirlerini affedememişlerdi. Muhtemelen hiçbir zamanda birbirlerini affettiklerini söylemeyeceklerdi.

Yoon çatısında bile olan ağaçlar evin sadece iki üç odası olduğunu sanırken ilerleyen günlerde yerin altında çok daha fazlasının olduğunu keşfedecekti. Özellikle her tarafında ekran olan bir oda çok dikkatini çekmişti. Gördüğü bir kamera evinin kapısın önüne bakıyordu, diğer kameraysa çalıştığı hastanenin poliklinik kapısındaydı. Şimdiye kadar izlenildiği oldukça açıktı. Kang Tae onu hiç şaşırtmıyordu.

Başka bir ekranda televizyonda kendi cenazesini gördüğünde bakışlarını o ekrana çevirmişti. Çok büyük bir kalabalığın cenazesine katıldığı söyleniyordu. Madem o bu kadar çok seviliyordu neden o bunca zamandır kocaman bir kalabalığın içinde yalnız hissetmişti?

Ekranda Minho'yla ikisinin resmini aynı anda gördüğünde bir iç çekmişti. Bu hikayedeki belkide tek masum kişi oydu. Adalet için bir mahkeme salonundan çıkıp neredeyse hiç ara vermeden diğerine girmişti. Minho olanları bir de Kang Tae'den dinleseydi, muhtemelen bunca zahmete girmezdi.

Halk hükümeti değiştirdiğini sanırken aslında sadece taşkınlığın son bulması adına başta görünen kukla isimler değiştirilmişti. Klon meselesinin çözüme kavuşmasını saymazsak tüm bu yaşanlar sadece bir hiç için yaşanmıştı. Yıllarca boş yere adliye koridorlarında sürünmüşlerdi.

Ekranda eski başkanın fotoğrafını gördüğünde yumruklarını sıkmıştı. Elinden geliyor olsa Minho için onu tek kaşık suda boğardı. Sahi o adam neden bu kadar şey yaptıktan sonra yaşıyordu?

"Burada olman için benden izin aldığını sanmıyorum."

"Beni buraya sen getirdiğin için evinde dolaşmama iznim var."

"..."

Parmağıyla ekranı gösterirken "O adamı ortadan kaldırmak istiyorum." dedi.

"Onbeş yıllık hapis hayatının ölmekten daha zor olduğunu düşünmüyor musun? Çünkü bana göre durum böyle."

"Sence bu, o adama yeterli gelse bugün Minho'yu ya da beni öldürmek için kendinde cesaret bulur muydu? Yattığı yerden hala birilerine zarar verebiliyor. Bu kadarla kalmayacaktır da."

"Peki onu nasıl ortadan kaldırmak istiyorsun?"

"Onun yöntemleriyle."

"..?"

"Bu adamın tıbbi geçmişini bulabilir miyiz?"

"Elbette. Ancak bu ne işine yarayacak?"

"Bence onun mutlaka bir hastaneye gitmesi gerekiyor. Aslında sebebi olmayan ama mutlaka olması gereken bir ameliyattan ötürü."

"Söylemek istediğin şeyi anladım ancak seni adadan çıkartmam çok tehlikeli olur."

"Elimden gelse onu biyolojik silahlarınızın etkinliğini görmeniz için bir deneyde kullandırırdım ancak muhtemelen bu dördüncü seviye laboratuar koşulları gerektirir ve bu onun gibi çöp bir adam için aşırı masraflı bir ölüm olur."

"Aklında ne var?"

"Kim Yeol Suk için plandığı ölümü onun üzerinde uygulamak istiyorum. Bunun içinde vücuduna potasyum implantı yerleştirmek istiyorum. Yavaş yavaş ölümünü ona hissettirirken ölümünü engelleyemeyeceği için nasıl çaresizçe çırpındığını izlemek istiyorum."

"Dediğim gibi seni oraya tekrar özellikle de bunun için gönderemem. Belki başka birine yaptırabilirim ancak o da şimdi mümkün olmaz. Ortalık yeterince karışık zaten."

"Pisliğime kimseyi ortak etmeden o adamı ben öldürmek istiyorum. O adam yaptıklarının bedelini ödemek zorunda."

"Üzgünüm ama artık karşında her istediğini yapan adam yok Yoon. O adamı öldürmek birçok sorun dizisinin kilidini açmak demek ve biz yeni bir kaos çıkartmak için doğru bir zamanda değiliz."

Gece uyku tutmayınca sahil kenarına kadar gelip yüzü okyanusa dönük olacak şekilde oturmuştu. O adamı aldığı tehdit notlarına rağmen çok daha önce öldürmediği için pişmandı. O zamanlar sanki mümkün olabilirmiş gibi normal bir insanın hayatını sürmeye çalışıyordu. Oysa o pisliğe bulaşalı çok olmuştu. Sadece hapishanede gördüğü işkenceler bile onu öldürmesi için yeterli bir nedendi. Bedeninde o günlerden kalma sayısız bıçak ve darp izleri vardı.

Haberlerde ne olduğunu görmek için bulduğu o odaya gittiğinde kapısının kilitlenmiş olduğunu farketmişti. Bir iç çektikten sonra yeniden dışarıya çıkmış kuma şekil çizmeye başlamıştı. Bu adanın normal bir cezaevinden tek farkı açık havaya erişimiydi. Gerçi son birkaç yıldır onun için tüm dünya açık cezaevine dönüşmüştü. Nerede olduğunun bir önemi yoktu.

"Yatağında olman gerekiyordu, henüz etrafta dolaşabilecek kadar iyileşmedin."

"Ne yapmam gerektiğinin söylenmesinden hoşlanmıyorum." dedi açıkça.

"Ben de sözümün dinlenilmemesinden hoşlanmıyorum."

"O adamın şimdi ölümümüzden nasıl keyif aldığını tahmin edebiliyorum." diyince Kang Tae bir iç çekti.

"Kaç tane cinayet işledinki onu öldürmek için bu kadar çok ısrar ediyorsun?"

"Yedi kere ameliyat yaparken bir kerede kendimi savunmaya çalışırken. Yani toplamda sekiz kere cinayet işledim."

"Ameliyattakileri sayman gerektiğini düşünmüyorum."

"Öleceklerini bile bile girdiğim için sayılıyor."

"Sana daha önce bunun için suçu bana atabileceğini söylemiştim. Sonuçta ben istediğim için o deneylerde cerrah olarak çalıştın."

"Bir şeyi gerçekten yapmak istemiyorsam o işi bana kimse kolay kolay yaptıramaz. O insanların ölümü hakettiklerini düşündüğüm için ameliyatlarına girdim. Bugün bunun için pişmanda değilim."

"..."

"..."

"Sanırım seni biraz kendime benzetmişim."

"Senden tek farkım duygusal tarafım. Senin aksine sürekli kaybetme nedenim de bu zaten ama ben bu kadar ölüm gördükten sonra insan öldürmekten korkmuyorum. İnsanların çıkarları ya da hırsları için adam öldürüp sonrada hiçbir şey olmamış gibi yaşamalarına da dayanamıyorum."

"Şu anda da sen aynı şeyi yapıyorken neden bunları söylüyorsun?"

"Tam olarak ne dediğini anlamıyorum, benimle açık konuş."

"Kuzey'deki tüm Güneyliler yeni yönetimle beraber idam edildi Yoon. Yaklaşık yetmişbeş ajanımız hazırlıksız gelen bilgi akışıyla ülkeyi terkedemedi. Terkedemeyeceklerini anlayınca da televizyonlara sızıp ölmeden önce son görevlerini yapmaya çalıştılar. Heeseung ve ailesi de bu süreçte orada öldürüldü."

Ona bunun için hiçbir şey söyleyememişti. Ne söyleyecekti ki? Yaptığı şey için pişman mıydı? Asla değildi. Sonuçta amacına öyle ya da böyle ulaşmıştı. Artık çocukların bedenlerinden organları çalınmıyordu. Ama bunu kolayca sindirebilir miydi? Hayır, tabiki de sindiremezdi.

Sadece çalışanların isimlerini ifşalamak tek başına yeterli gelmemişti. Nedense böyle bir şey yapabileceklerini düşünememişti. Düşünse bile bir şeyleri değiştirebilir miydi? Hiç sanmıyordu.

Bir saati bulan sessizliğin ardından Kang Tae yanından kalkıp gitmişti. O ise saatlerce karanlık suları izlemişti. Şimdi bu acınası bedenini okyanusa katsa ölümü onları geri getirmez sadece o öldüğüyle kalırdı. Ölmekse onun için şuanda bir ödüldü. O ise yaşayarak cezalandırması gereken biriydi. Kan banyosunda duş almış biri nasıl yaşaması gerekiyorsa öyle yaşamalıydı.

Bir kadın onu oturduğu yerden kaldırdığında sesini çıkartmamıştı. Yatağına otutturulup sargı bezleri değiştirildiğinde de sessizce kadının işini bitirmesini beklemişti. Eline verilen ağrı kesicileriyse içeceğini söyleyerek içmemişti. Bir şekilde acı çekerek kefaret ödemek istiyordu. Her nefesinin ona zehir olmasına bile bile göz yumuyordu.

Yine nefes alamadığını hissedince kendi kendine oksijen maskesini takmıştı. Akciğerinin bir kısmı çıkarılmak zorunda kalındığı için iyileşmesi biraz zamanını alacaktı. Onunsa burada düşünmek için de iyileşmek için de bolca zamanı vardı.

On günün sonunda kimsenin desteği olmadan işlerini halledebilmeye başlamıştı. Adanın tamamını dolaşmış girmediği bir yerini bırakmamıştı. Adanın en dışından tam bir çember çizmekse yaklaşık yarım saatini almıştı. Oldukça küçük bir adadalardı.

Kedisi ormanda her ne gördüyse ondan asla ayrılmıyordu. Her gece miyavlayarak tişörtünün içine giriyor orada uyuyordu. Muhtemelen burada kendi türünden birini bulamadığı için sıkılıyordu. Şu sıra yapmayı en sevdiği şeyse Kang Tae'ye her fırsatta pati atmaktı. Kang Tae bundan pek memnun olmasada Yoon ona bunun için gülüyor o da o güldüğü için birazda olsa gülüyordu. İçten içe her varlık tarafından itildiği için üzüldüğünü bilse Yoon bunun için gülmezdi.

Kang Tae'nin salona benzer bir yerde oturduğunu görünce yanına gelip "Kuzey hükümeti için aklında bir planın var mı?" diye sormuştu Yoon. Kang Tae'nin adamlarını önemsediğini biliyordu. Bunu onların yanına bırakmazdı.

"Şu anda Kim ailesinden sadece o kadın hayatta. Yani onu çok geç olmadan öldürebilirsek Kuzey'in Güney'le birleşme ihtimali bile olabilir. Muhtemelen bu da onlara verilebilecek en büyük ceza olur."

"Peki bunu nasıl yapacağız?"

"Yapacağız derken?"

"Evet, yapacağız."

"Suç ortağım mı olmak istiyorsun?"

"Hmm, suç ortağı. Bu tanımlama çok hoşuma gitti."

Kang Tae geri geleceğim diyip yanından kalkıp geldiğinde önüne bir dosya atmıştı. O da içini açıp okumaya başlamıştı. Bu Güney'in eski başkanının tıbbi kayıt dosyasıydı.

"Suç ortağım olacaksan işimize önce onunla başlamalıyız o halde."

Yoon gülümseyerek "Her istediğimi yapmadığını sanıyordum." diye sorunca o da ona gülümsemişti.

"Mezarımda bir gece ağlayarak uyuduğun aklıma gelince belki bu kadarını yapabilirim diye düşündüm."

"Çok kötüsün."

Yoon'un yüzüdeki gülümseme arttığında ona "Bu kadar hoşuna giden şey ne?" diye sordu.

"Diyabet hastası olduğu için kendine sürekli insülin vuruyormuş. Cilt altı implantları da kullanıyormuş. Neden onu kendi kendine öldürtmüyoruz?"

"İlaçlarını değiştirmemizi öneriyorsun yani?"

"Evet, aynı görünümdeki şişelerde ve paketlerde hiç şüphelenmeden potasyumu kendine enjekte etmesini sağlayabiliriz."

"Yapabiliriz. Hem bu seni Güney'e göndermemden daha kolay olur."

"Peki Kim Keum Hwa'yı nasıl halledeceğiz sonuçta hiçbir şekilde içeriye giremediğimiz kapalı bir ülkeden bahsediyoruz."

"Onlara sattığımız uçaklar imha edilebilme özelliğine sahipti. Açıkcası onu öldürme planım da bunun üzerineydi ancak o bir şekilde bu saldırılardan kurtulmayı başardı. Silah depolarına patlamalarla kayıplarının kolayca kapatılamayacağı kadar büyük zarar vermeyi başarsak da o hala hayatta."

"Yakında onun Rusya'yı ziyarete gideceğini duydum."

"Rusya'da onu öldürmek çok zor olur. Çok sıkı korunacaktır."

"Gittiği uçağı sabote edemez miyiz?

"Eğer içerdeki Kuzeyli askerlerden bunun için bilgi alabilirsek evet edebiliriz. Ancak şu an bu da imkansıza yakın bir şey."

"Sence Kuzeyliler Kim Yeol Suk'un öldürülüp onun yerine geçmesinden memnunlar mı?"

"Memnun değiller fakat yönetimi değiştirmek için ellerinden bir şey gelmiyor. Şu sıra baş kaldırdıkları için toplama kamplarına çok fazla insan götürülüyormuş. Kısaca insanlara korkuyla boyun eğmeye zorluyor."

"Belki onunda tıbbi geçmişinde kullanabileceğimiz bir şeyler vardır." diyince Kang Tae gülümsedi.

"Onu öldürmek Güney'deki herhangi birini öldürmek kadar kolay olmayacaktır."

"O halde biz de onu etrafındaki herkesten şüphe edecek kadar çıldırtırız. Ona hergün ölüm korkusu yaşatırız."

"Bir gün seninle bunları konuşacağım hiç aklıma gelmezdi."

"Biliyorsunki ben senin eserinim."

"Biliyorum."

Eski başkanın ölüm haberlerini Yoon ekranda izlerken sırıtıyordu. Adam kaldığı kouşta kalp krizi geçirerek ölmüştü. Daha önce iki kez anjio olduğu için böyle bir ölümün beklendiği söyleniyordu. Adama otopsi bile yapmayacaklardı. Hoş yapsalarda zaten bir şey bulamazlardı.

Kang Tae'nin piyano çaldığını duyduğunda o da yanına gitmişti. Piyano tuşlarına birlikte basarak o adamın ölümünü kutlamışlardı. Yoon Minho'nun intikamını aldığı için fazlasıyla mutluydu. Ama bu ölüm onlar için sadece başlangıç olacaktı.

Yıllarını alacak olsada Güney'le Kuzey'in birleşmesinde de arka fonda önemli bir rol alacaklardı. Yıllarca kamplarda kalan insanların özgürlüklerine kavuştuklarını, tutsak oldukları bu adadan izleyeceklerdi.

Aynı ortamda kalmaya devam ettikçeyse nasıl olduğunu bile anlamadan ilişkilerine kaldıkları yerden devam edeceklerdi. Gündüzleri birlikte planlar kuracak, geceleriyse birlikte uyuyacaklardı.

Yemek yaparken her tarafı dağıtacak sonraysa yine birlikte toplayacaklardı. Okyanusun serin sularında yüzerken birbirlerini yeniden keşfedeceklerdi. Kang Tae Yoon'u kedisiyle paylaşamadığı için her gün onunla tatlı sayılabilecek atışmalar yaşayacaktı. Günün sonundaysa pati yediğiyle kalacak, bir kolunda İleum diğer kolunda Yoon'la uyuyacaktı.

Onlar birbirleri için yaşamaya çalışırken aynı zamanda da yaşatmak adına da savaşacaklardı. Günahlarının bedelini bu şekilde ödemeye çalışacaklardı.

Birinin işi öldürmekten diğerinin işi yaşatmaktı. Birlikte çalıştıklarındaysa onlar sadece yaşatmak için öldürüyorlardı.

~SON

Y/N: Umarım sizi mutlu eden bir final olmuştur. Mutlaka yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum.

İyi tatiller arkadaşlar.

Bölüm : 02.04.2025 02:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...