12. Bölüm

12. BÖLÜM

Miss_volere23
sessizkiz22

İnsanı insan yapan merhameti ve yüreğidir, derdi babam.

 

Merhamet, en zor anında bile bir başkasını düşünebilmektir. Yürek ise sadece kan pompalayan bir organ değil, vicdanın, sevginin ve cesaretin yuvasıdır. İnsan, yüreğindeki sevgiyle büyür, merhametiyle yücelir.

 

Babam derdi ki, "Bir insanın ne kadar güçlü olduğunu görmek istiyorsan, onun başkalarına nasıl davrandığına bak. Çünkü gerçek güç, kimse görmediğinde bile iyilik yapabilmektir."

 

Başka bir cümlesinde ise "Paran, mevkin, bilgin seni büyük yapmaz kızım . Bir çocuğun gözyaşını silmeyi, bir yaraya merhem olmayı, bir gönüle dokunmayı biliyorsan, işte o zaman gerçekten büyüksün." derdi. Şimdi babamın dediklerini daha iyi anlıyordum. Merhamet, insanı insan yapan en büyük değerdi ve Meryem Hanım'da bundan eser yoktu. O, kendi oğlunu düşünürken bile aslında yine yalnızca kendini düşünüyordu. Behram’ı yok etmek pahasına kendi çıkarlarını koruyordu.

 

Bazen en büyük kötülük, doğrudan yapılan bir zulüm değil, sessizce izlenen bir adaletsizlikti. Meryem Hanım’ın gözleri önünde büyüyen bu acı, onun için yalnızca bir araçtı. Oysa babamın sözleri aklımda yankılanıyordu:

 

"Gerçek büyüklük, bir gönüle dokunabilmektir."

 

Ama Meryem Hanım'ın gönlü nasır tutmuştu. O, yalnızca kendi dünyasında, kendi doğrularıyla yaşıyordu. Behram'ın yokluğu ona bir kayıp gibi görünmüyordu; çünkü kaybettiği şeyin bir insan olduğunu hiç düşünmemişti.

 

İşte o an, babamın öğretilerinin ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anladım. Merhametsiz bir yürek ne kadar güçlü görünürse görünsün, aslında en zayıf olanıdır. Ve ben, babamın bana öğrettiği gibi, asla bir kalbi incitmemeyi, bir yaraya merhem olmayı seçtim.

 

 

Meryem Hanım, Behram’ın sözleriyle donup kaldı. Yüzündeki gerilim, yerini bir anlık şoka ve ardından hızla yükselen bir öfkeye bıraktı. Oğlu, Atasoy soyadından, aşiretin başından vazgeçtiğini söylüyordu. Bu, yalnızca bir karar değil, Meryem Hanım’ın tüm hayatının, inşa ettiği her şeyin inkârıydı.

 

"Sen ne dediğinin farkında mısın, Behram?" diye tısladı. "Baban olmasaydı sen bu hayatta var olabilir miydin? Onun adı, onun gücü, onun soyadı olmasaydı sen kimdin, ha? Sen kimsin?"

 

Behram bir adım attı, gözleri annesinin gözlerinde, sesi titremeyen bir sertlikle yanıt verdi "Ben, ben olmayı seçiyorum, anne. Beni bir isimle, bir soyla, bir güçle tanımlayamazsın. Ben, kendi yolumu çizmek istiyorum."

 

Meryem Hanım’ın gözleri kısıldı. Yıllarca oğlunu kendi doğrularıyla büyütmüş, ona Atasoy adının ne kadar büyük olduğunu anlatmıştı. Oysa şimdi oğlu, her şeyi bir kenara atıyordu.

 

"Sen bu aşiretin geleceğisin, Behram! Bunu reddedemezsin! Aşiretin başı olmaktan, bu soyadı taşımaktan kaçamazsın!" Behram acı bir kahkaha attı. "Aşiretin başı mı? Kaç can yakarak, kaç hayat mahvederek mi, anne? Tıpkı babam gibi mi olmalıyım? Güçlü olmak için vicdanımı susturmalı mıyım? Ben sizin gibi olamam!"

 

Meryem Hanım derin bir nefes aldı, ama bu nefes ona yetmedi. Öfke ve çaresizlik boğazını sıkıyordu. Oğlunun elinden kayıp gittiğini hissediyordu.

 

"Sen benim oğlumsun, Behram! Ben seni nasıl yetiştirdim, unuttun mu?"

 

Behram gözlerini annesinden ayırmadan başını iki yana salladı. "Hayır, anne. Ben unutmadım. Ama ben senin doğrularınla yaşamak zorunda değilim. Artık kendi hayatımı, kendi ismimi kendim seçeceğim." Bu sözlerle Behram arkasını döndü. Meryem Hanım bir şeyler söylemek istedi ama kelimeler boğazına düğümlendi. Oğlu gidiyordu. Behram, ona rağmen gidiyordu.

 

Behram yanıma gelip elimi tuttu, Behram elimi sıktığında, avuçlarındaki hafif terden onun ne kadar gergin olduğunu hissettim. Bakışlarını gözlerimden ayırmıyordu ama artık o güçlü, sert adam yoktu karşımda. Onun yerine, içinde fırtınalar kopan, yalnız ve yaralı bir çocuk vardı.

 

Bir süre sessiz kaldık. Sanki kelimeler yetersizdi, sanki her şey söylenmiş ama anlaşılmamıştı. Behram’ın gözlerinde, yılların yükü, sevgisizlik ve hayal kırıklığı vardı. Annesine karşı güçlü görünmeye çalışmıştı ama şimdi… Şimdi yanında saklanacak bir yer arayan bir çocuk gibi duruyordu.

 

"Sen iyi misin?" diye fısıldadım.

 

Gözleri titredi, bir an için kaçamak bir gülümseme belirdi dudaklarında ama hemen kayboldu. "Bilmiyorum," dedi kısık bir sesle. "İlk defa... ilk defa gerçekten yalnız hissediyorum." diye çaresizce fısıldadı

 

Elimi bırakmadı. O an anladım ki Behram, güçlü olmak zorunda bırakılmış biriydi. Duygularını saklamayı öğrenmiş, sevgiyi zayıflık sanmıştı. Ama şimdi, hayatında belki de ilk kez birine gerçekten ihtiyacı vardı "Yalnız değilsin," dedim yavaşça. "Buradayım." Behram derin bir nefes aldı, başını eğdi. "Bunu bilmeme ihtiyacım vardı," diye fısıldadı.

 

Ve o an anladım ki bazı yaralar gözle görünmezdi ama bir dokunuş, bir söz, bir bakış iyileştirmeye yetebilirdi.

 

Behram son kez annesine dönüp baktı

" Aşiret de soy adınız da sizin olsun ben gidiyorum, karımıda alıp bu topraklardan sizlerden gidiyorum" Meryem Hanım’ın yüzü kaskatı kesildi. Behram’ın sözleri avlu' nun içinde yankılanırken, bir an için zaman durdu sanki. Oğlunun ona son kez baktığını hissetti. Gözlerindeki kararlılık, geri dönüşün olmadığını söylüyordu.

 

"Bunu yapamazsın Behram!" diye yükseldi sesi. Ama içinde bir titreme vardı, belki de ilk kez gerçekten kaybetme korkusunu hissediyordu.

 

Behram hafifçe gülümsedi ama bu gülümsemede hüzün vardı. "Yapamam mı, anne? Sen beni yıllarca aşiretin bir parçası olmaya zorladın ama ben hiç ait olmadım buraya. Şimdi kendi yolumu çizmeye karar verdim. İlk kez kendim için bir şey yapıyorum."

 

Meryem Hanım nefesini tutmuş, elleri kenetlenmiş bir şekilde oğluna bakıyordu. "Nereye gideceksin? Babanın adını, mirasını, her şeyi bırakıp ne olacaksın sen? Kimsin Behram?"

 

Behram, gözlerini annesinden ayırmadan, elimi sımsıkı tuttu. "Ben, özgür bir adam olacağım. Kendim olacağım." O an Meryem Hanım bir adım attı, sanki bir şey söyleyecekmiş gibi… Ama kelimeler dudaklarına kadar geldi ve sustu. Çünkü oğlu artık onun hükmü altında değildi. İlk kez gerçekten kaybetmişti.

 

Behram benim elimden tuttuğu gibi, beni ardına saklamadan, yanına alarak yürüdü. Ve biz o topraklardan, o geçmişten, o yükten uzaklaşarak gittik. Geriye sadece geçmişin yankıları ve bir annenin pişmanlıkla dolu bakışları kaldı.

 

💖💖

 

Behram ile Aydan hızla Konaktan dışarı çıktı, sessizce ikisi bir süre ileridi. Aydan ağzını açıp tek kelime bile etmemişti daha doğrusu edememişti, behram annesi ile yüzleşirken küçük çocuk behram gibiydi

 

Behram, Aydan’ın sessizliğini fark etti ama onun kendi düşüncelerinde kaybolmasına izin verdi. İkisinin de içinde fırtınalar kopuyordu ama konuşmak için doğru zaman mıydı, emin olamıyordu. Aydan sonunda derin bir nefes alıp durdu, behram da aydanın durması ile durmak zorunda kalmıştı

 

Aydan, gözlerini Behram’a dikti. Behramın gözlerindeki fırtınayı görebiliyordu. Derin bir nefes aldı, sanki içinde düğümlenen kelimeleri çözmeye çalışıyordu.

 

“Behram…” diye başladı, sesi titrek ama kararlıydı. “Orada, annenin karşısında… Sanki yıllar önce terk edilmiş bir çocuğa baktım.”

 

Behram’ın yüzü sertleşti. Gözlerini kaçırdı, başını azıcık yana çevirdi ama Aydan bunun bir savunma olduğunu anlamıştı. O, duvarlarını yükseltmeden konuşmalıydı.

 

“Anlatmak zorunda değilsin,” dedi Aydan, sesi yumuşak ama kararlıydı. “Ama içinde tuttuğun her şey seni yavaş yavaş tüketiyor. Bunu görebiliyorum.”

 

Behram derin bir nefes aldı, sanki içindeki savaşın ortasında kalmış gibiydi. Sonunda gözlerini Aydan’a çevirdi, karanlığın içinde bile fark edilen bir acı vardı bakışlarında.

 

“Sen hiçbir zaman, en güvendiğin insanın seni istemediğini hissettin mi, Aydan?”

 

Aydan’ın yüreğine bir ağırlık çöktü. Behram’ın sesi sert değildi, öfkeli de değildi… Sadece yorgundu.

 

“Ben çocukken,” diye devam etti Behram, sesi alçak ama her kelimesi derindi, “Annem bana bakarken hep... Sanki bir hata gibi görüyordu beni. Bunu anlamak için büyük olmana gerek yok. Bir çocuk, sevilmediğini anlar.”

 

Aydan bir adım yaklaştı ama Behram hafifçe geri çekildi, dokunulmak istemiyordu. Bunu hissetmek Aydan’ın canını yaktı ama ona alan tanıdı.

 

“Yıllarca bu yüzden dönmedin, değil mi?” diye sordu Aydan. Behram acı bir tebessüm etti. “İnsan, ait olmadığı bir yere geri dönmez.”

 

Sessizlik aralarına düştü, ama bu sessizlik artık bir yük değil, bir paylaşım olmuştu. İki yalnız ruh, gecenin ortasında, birbirlerinin yaralarını fark etmişti.

 

Aydan, Behram’ın sözlerinin ağırlığını yüreğinde hissetti. “İnsan, ait olmadığı bir yere geri dönmez.” Ne kadar tanıdık bir cümleydi… Belki de onun da geçmişi, Behram’ı anlayacak kadar kırıklarla doluydu. Ama şu an önemli olan kendi hikâyesi değildi.

 

Behram, derin bir nefes alıp başını gökyüzüne çevirdi. Yıldızlar, çocukluğundaki gibi sessizce ona bakıyordu. O zamanlar da böyle yapardı; annesi ona sert davrandığında, geceleri pencereye çıkıp yıldızları izlerdi. Sanki onlar, kimsenin duymadığı sesi olabilirdi. Ama hiçbir zaman konuşmadılar, sadece parladılar.

 

Aydan’ın sesi bu kez daha yumuşaktı. “Peki, şimdi ne yapacaksın?”

 

Behram bakışlarını ona çevirdi. Kaçmak mı, kalmak mı? Yıllardır yaptığı gibi geçmişini ardında bırakıp yeniden mi kaçmalıydı? Yoksa… ilk kez bir yere ait olma ihtimalini göze mi almalıydı?

 

“Bilmiyorum,” dedi dürüstçe. “Ama şunu biliyorum… Burada kalırsam, o evde, o kadınla yüzleşmek zorunda kalırım. Ve buna hazır değilim.”

 

Aydan başını salladı. Anlıyordu. Her şeyin bir zamanı vardı.

 

“Peki, bu gece nereye gideceğiz?” diye sordu hafifçe gülümseyerek.

 

Behram, bu soruya önce şaşırdı, sonra fark etti: Aydan, onunla gelmeye kararlıydı. Yalnız olmadığını hatırlatmak ister gibi. İlk kez, birisi onunla kalmaya istekliydi.

 

Derin bir nefes aldı ve ilerideki karanlık sokağa doğru baktı.

 

“Bilmem… Belki yıldızlar bize bir yol gösterir.” Aydan gülümsedi ve başını kaldırıp yıldızlara baktı, akşam olmuştu tek tük berilen yıldızlar gökyüzünde asılmış süs gibi parlıyordu

Aydan, gökyüzüne bakarken, yıldızların her birinin farklı bir hikâye anlattığını düşündü. Belki de onların parıltısı, zamanla silinmiş, kaybolmuş umutların hatırasıydı. Ama bu gece, sanki her bir yıldız Behram ve kendisi için parlıyordu. Birlikte yürüdükçe, içindeki karanlık bir nebze daha aydınlanıyordu.

 

Behram, Aydan’ın gülümsemesini fark etti. Bir an, o gülümseme, tüm bu zor gecenin içinde bir ışık gibi parladı. Yıllar sonra, birinin yanında olmanın huzurunu biraz olsun hissetti.

 

“Belki de bir yol vardır,” dedi Behram, sesinde daha önce hiç duymadığı bir güven vardı. “Ama biz onu bulmalıyız. Yalnızca beklemek yetmez.”

 

Aydan, ona doğru dönüp, gözlerinde hafif bir ışıltıyla cevap verdi. “Beklemek de bir yol olabilir. Ama seninle yürümek, en doğru yol gibi hissediyor.”

 

İçlerinden bir şeyler değişiyordu. Geçmişin yükü ağırdı, fakat birbirlerine adım atarak, bu geceyi yeni bir başlangıç olarak kabul ediyorlardı. Behram, Aydan’ın söylediklerinde bir anlam buldu. Yavaşça onun yanına yaklaştı, bu kez geri çekilmeden, ama hala bir mesafe bırakmadan.

 

“Belki de yıldızlar doğru söylüyordur,” dedi Behram. “Belki de bu gece, başlangıçtır.”

 

Ve iki adım daha attılar. Aralarındaki mesafe küçüldü, ama bu mesafe bir güvenin, bir anlayışın mesafesi oldu. Gece, yıldızlar ve ikisi... Sadece bir yolculuğa çıkıyorlardı, ne olduğunu bilmeden, ama birlikte.

 

Aralarında ki mesafe kısalırken behram artık eski behram gibiydi, güçlü yıkılmaz bir adam olan behramdı. Behram elini kaldırıp aydanın yanağına koydu

Behram’ın eli, Aydan’ın yanağında hafifçe durdu. Elinin sıcaklığı, Aydan’ın cildine yayıldı ve bir an için zaman durmuş gibi hissetti. Gözlerinde, yıllardır içine gömdüğü duyguların birikmiş olduğunu gördü. Yavaşça, ama kararlı bir şekilde, Aydan’a baktı.

 

"Birlikte olmaktan korkmuyorum," dedi Behram, sesinde derin bir huzur vardı. "Ama yıllardır tek başıma olmak, kimseye güvenmemek… Bunlar kolay alışkanlıklar değil."

 

Aydan, Behram’ın gözlerinde bir kırılma gördü. Güçlü, sert bir adamın içindeki hassasiyetin farkına varmıştı. Yavaşça başını eğdi, Behram’ın elini yavaşça tutarak, "Bunu birlikte aşabiliriz," dedi. "Korkularını, yalnızlıklarını… her şeyi birlikte."

 

Behram, onun gözlerinde bir şeyler okur gibi derin bir bakışla Aydan’a baktı. Bir an, o güçlü adam, kendi zayıflıklarını kabullenmeye başlamış gibiydi. "Bunu yapmak kolay olmayacak," dedi, ama gözlerinde kararlılık vardı. "Ama seninle, belki de bir yol bulurum."

 

Aydan hafifçe gülümsedi. "Her şeyin bir zamanı var, Behram. Bizim de zamanımız şimdi."

 

Behram, Aydan’a daha yakın bir adım attı. Aralarındaki mesafe, artık sadece fiziksel değildi. Birbirlerinin iç dünyalarına adım atmak, birbirlerine güvenmek, her geçen an biraz daha gerçek olmaya başlıyordu.

 

"Seninle, belki de daha önce hiç olmadığım kadar doğru hissediyorum," dedi Behram, bir adım daha atarak. "Korkularım hala burada ama… belki onlarla savaşmak, tek başıma olmaktan daha kolaydır."

 

Aydan, onu yavaşça kucakladı. İki yalnız ruh, sonunda birbirlerini bulmuş gibiydi. Gece, onların etrafında sessizce ilerlerken, yıldızlar hala parlak, ama bu gece, en parlak ışıkları onlar oluyordu.

 

" her ne olursa olsun yanındayım sen bana sırtını dönmediğin sürece ben senin yanındayım behram" Behram, Aydan’ın sözlerini duyduğunda içindeki soğuk duvarlar biraz daha yıkıldı. Aydan’ın kucaklaması, yıllarca kendini yalnız hissettiği o anları biraz olsun unutturuyordu. Ama bu, ona sadece bir umut değil, aynı zamanda gerçek bir güven de sunuyordu. Aydan'ın söyledikleri, çok basit ama bir o kadar derindi.

 

" Ben sana asla sırtımı dönmem Aydan her ne olursa olsun ," dedi Behram, sesindeki duyguyu zor da olsa bastırarak. Bir an için gözleri, geçmişin acı dolu izlerini hatırladı. Ama Aydan’ın varlığı, her şeyin üzerine biraz daha umut katıyordu. Yavaşça Aydan’ın gözlerine baktı, derin bir soluk aldı. “Gerçekten de bir yol bulabilir miyiz?” diye sordu, biraz belirsizlikle ama içindeki güvensizliklere rağmen.

 

Aydan, hafifçe gülümsedi ve gözlerinin içine bakarak başını salladı. “Evet, bulabiliriz. Her şeyin bir yolu var, sadece birlikte bulmamız lazım.”

 

Behram, biraz çekingen ama kararlı bir şekilde Aydan’a daha da yakınlaştı. İçinde hala korkular vardı ama bu gece, belki de hepsi biraz daha azalıyordu. “Beni bu kadar güvenle kabul ettiğin için… minnettarım,” dedi, sesi neredeyse bir fısıltı gibi.

 

Aydan, ellerini Behram’ın kalbinin üzerine koyarak, ona bir adım daha yaklaşmasını sağladı. “Seninle olmak, seni anlamak… Bu, ihtiyacım olan şeydi,” dedi. “Geçmişi birlikte geride bırakabiliriz. Ama şimdi… yalnızca bugünü yaşıyoruz, Behram. Bunu unutma.”

 

İkisi de bir süre sessiz kaldılar, sadece birbirlerinin varlığını hissederek. Gece, onları sararken, yıldızlar da hala parlıyordu.

 

"Korkularım olsa da, seninle her şeyin üstesinden gelebileceğimi hissediyorum." dedi Behram Aydan, Behram’ın sözlerini duyduğunda, yüreğinde bir sıcaklık hissetti. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Behram’ın söyledikleri, ona güven veriyordu, ama aynı zamanda bir sorumluluk da yüklüyordu. Çünkü ne kadar güçlü görünse de, Behram da bir insan, kırılgan ve kaybolmuş hissettiği anlar olabilirdi.

 

"Ben de…" diye başladı Aydan, sesindeki titrekliği fark ederek, "Bazen en karanlık anlarda bile, birlikte olduğumuzda her şeyin mümkün olduğunu hissediyorum."

 

Behram, Aydan’ın gözlerinin içine bakarak, sözlerinin doğruluğunu hissetti. Yavaşça, elini Aydan’ın saçlarına doğru uzattı ve nazikçe tutarak, yüzünü biraz daha yaklaştırdı. "Bunu söylemek kolay," dedi, ama gözlerindeki derinlikte bir hüzün vardı. "Ama hayat, her zaman sözlerde kalmaz. Bazen... sadece yolda olman gerek."

 

Aydan, bir adım daha yakınlaştı, ve Behram’ın sözlerine karşılık, “Evet, yolda olmak...” diye fısıldadı. “Ama o yolun sonunda seni bulacağım, Behram. İkimizin de geçmişi, yükleri, korkuları olsa da, birlikte bir yol çizebiliriz.”

 

Bir süre suskun kaldılar. Aralarındaki mesafe, şimdi yalnızca fiziksel değil, duygusal bir bağla da şekillenmişti. Her ikisi de eski yaralarını kabullenmiş ve birbirlerinin yanında bir anlam bulmuştu. Behram, son bir kez Aydan’a baktı, gözlerinde beliren minnettarlık ve umut karışımı bir ifade vardı.

 

"Birlikte olmanın gücü, birbirimize sırtımızı dönmemek," dedi Behram, bir adım daha atarak. "Bunu birlikte başaracağız, Aydan." Aydan gülümsedi, aralarında mesafe artık tamamen kapanmıştı, ikiside de sıcak nefeslerini bir birinin yüzünde hissediyordu

Aydan, Behram’ın söylediklerini içindeki huzurla dinlerken, gülümsedi. Gözleri, bir zamanlar uzak gibi görünen o mesafeyi artık tamamen yitirmişti. Şimdi, aralarındaki her şey, sadece bir bağ, sadece güven ve birbirlerine duydukları inanılmaz bir kuvvetti.

 

İkisi de, nefeslerinin kesildiği o anlarda, birbirlerinin varlığını daha derinden hissettiler. Behram’ın sıcak nefesi, Aydan’ın cildine değdiğinde, sanki dünyadaki her şey durdu.

 

"Yanında olmak… bu kadar doğru hissettiriyor," dedi Aydan, sesi neredeyse bir fısıltıydı.

 

Behram, Aydan’a daha da yaklaşıp gözlerine bakarak, "Bunu hissettiğini biliyorum," dedi. "Zamanın ne kadar hızlı geçtiğini anlamıyorum. Ama seninle her şeyin anlamı var."

 

Aydan, elini nazikçe Behram’ın göğsüne koydu, kalp atışlarını hissederek. "Birlikte olduğumuz sürece, bu anı daha çok yaşayacağız. Geçmişin gölgesinden değil, geleceğin ışığından yola çıkacağız."

 

Behram, Aydan’ın söylediklerinde bir huzur buldu, içindeki karanlıklar yavaşça kayboluyordu. Sadece onunla olmanın, her şeyin üstesinden gelmek için yeterli olduğunu hissetti. "Geçmişin yüklerinden tamamen kurtulamayız belki," dedi Behram, gözlerinde hafif bir acı ama umut vardı. "Ama seninle, her adımda, bu yükleri hafifletebiliriz."

 

Aydan, gülümsedi ve başını hafifçe eğdi. "Sonsuza kadar birlikte olamayız belki, ama şu an bu kadar gerçek hissediyor ki, hep buradayız gibi."

 

Behram, Aydan’ın sözlerinden sonra sessiz kaldı, ama bu sessizlik artık bir boşluk değil, bir anlayıştı. Aralarındaki her şey netleşmişti. Onlar, birbirlerine güvenerek, birlikte daha güçlüydüler.

 

Behram, Aydan’ın gözlerine derinlemesine bakarken, içindeki duyguların yoğunluğu iyice arttı. Her şey bir anda anlam kazandı; geçmişin yükleri, korkuları, belirsizlikleri… hepsi bu anın içinde erimişti. Aralarındaki sessizlik, sanki konuşmalarından daha güçlüydü, ikisinin de kalpleri bir ritim tutuyor gibiydi.

 

Aydan, Behram’ın yaklaşan yüzüne, gözlerindeki kararsız ama derin bakışa odaklandı. Bir adım daha atılacak, belki de her şeyin yeni bir başlangıcı olacaktı.

 

Behram, dudakları arasındaki mesafeyi neredeyse yok sayarak, yavaşça Aydan’a doğru eğildi. Kalbinin hızlı atışını, Aydan’ın da hissedeceğini biliyordu. Ama bu an, hiçbir kelimenin anlatamayacağı kadar özel ve anlamlıydı.

 

Aydan’ın nefesi, Behram’ın cildine değdiğinde, ikisinin de yüreği biraz daha hızlandı. Ne kadar yakınsalar da, içlerindeki birikmiş duygulara saygı gösteriyorlardı.

 

Sonunda, Behram, Aydan’ın dudaklarına bir adım daha yaklaştı, ama bu kez durdu. Gözlerinde bir soru vardı, bir belirsizlik ama aynı zamanda bir güven. “Bunun doğru zaman olup olmadığını bilemiyorum,” dedi, sesi hafif titrek ama kararlı. “Ama seninle her şey doğru gibi hissediyor.”

 

Aydan, Behram’ın dudağına çok az bir mesafe kalmışken, derin bir nefes aldı. Yavaşça başını kaldırdı, gözlerinin içine bakarak, “Bazen, doğru zaman sadece birbirini anlamaktır,” dedi. “Ve biz, birbirimizi anlıyoruz.”

 

Bir anlık sessizlikten sonra, Behram ve Aydan’ın dudakları nihayet birbirine değdi. Bu öpücük, sadece fiziksel değil, ruhsal bir birleşimdi. Geçmişin ve geleceğin, korkuların ve umutların birleştiği bir nokta… Artık her şey daha berrak, daha netti...

 

 

💖💖

 

" behram buraya gelmen lazım" diye behramdan yardım istedim, behramdan ses çıkmadı, bir süre sonra ise arkamda varlığını hissettim, elimden valizi alıp gardıropun üzerine koydu. Sırtım göğüsüne temas ettiğin de burnuma kokusu doldu, ardından ise nefesini saçlarımda hissettim.

 

Bir anlığına zaman durdu sanki. Behram’ın nefesi saçlarımın arasından geçerken, içimi garip bir his kapladı. Ne geriye dönebiliyordum ne de olduğum yerde kalabiliyordum. Kalbim, sanki o anın ağırlığını taşıyamıyormuş gibi hızlandı.

 

O, her zamanki gibi sessizdi. Ama varlığı o kadar güçlüydü ki, kelimelere gerek duymadan her şeyi anlatıyordu. Elimi hafifçe kaldırıp ona dokunmayı düşündüm, fakat tereddüt ettim. Tam o anda Behram, başını hafifçe eğip kulağımın dibinde fısıldar gibi alçak bir sesle,

 

“Başka bir şey ister misin?” diye sordu.

 

Sesi, beklenmedik şekilde yumuşaktı ama içinde bir şey saklıydı. Cesaretimi topladım, yavaşça başımı ona çevirdim. Gözlerimiz buluştuğunda, aramızdaki sessizlik daha da derinleşti

 

" bilmem ister miyim ki?" dedim, behramın dudakları yana doğru kıvrıldı

Ellerini belime koyup beni kendine çekti

Behram’ın dokunuşu sıcaktı, kararlı ama aceleci değildi. Ellerinin belimde yarattığı baskıyla aramızdaki mesafe tamamen kapanmıştı. Göğsüme dolan nefesi, tenimde gezinen sıcaklığı, içimde adını koyamadığım bir şey uyandırıyordu.

 

“Bilmem, ister misin gerçekten?” diye tekrarladı alçak bir sesle.

 

Sesi, biraz meydan okuyan, biraz da kışkırtıcıydı. Gözlerimi ondan kaçırmadım. İçimde çırpınan karmaşık duygulara rağmen, olduğum yerde kalmaya devam ettim.

 

“Sen ne düşünüyorsun?” diye sordum, aslında cevabını bildiğim hâlde.

 

Behram, başını hafifçe eğip yüzüme daha da yaklaştı. Gözleri dudaklarımda gezindiğinde, içimde bir şeyin düğümlendiğini hissettim.

 

“Bence,” dedi usulca, “çoktan kararını verdin.” gülümsedim ve kollarını kaldırıp behramın boynuna doladım " olabilir ama bilemedim ki şimdi" Behram'ın gözleri bir an daha yüzümde gezindi, sonra hafifçe gülümsedi. Ellerini belimde daha sıkı hissettim, vücudumu kendine doğru çekerken nefesi yanağıma değdi.

 

"Öyleyse sana hatırlatmam gerekir mi?" diye mırıldandı, sesi alaycı ama bir o kadar da derindi.

 

Parmaklarım istemsizce ensesinde gezindi, sıcak tenini, gergin kaslarını hissettim. O anın belirsizliği beni hem tedirgin ediyor hem de garip bir şekilde çekiyordu.

 

"Hatırlat bakalım," dedim hafifçe başımı kaldırarak.

 

Behram’ın gözleri parladı. Bir an tereddüt etti mi, yoksa sadece anın tadını mı çıkarıyordu bilmiyorum ama saniyeler sonra aramızdaki mesafeyi tamamen yok etti. Dudaklarıma hafifçe dokunduğunda içimde yankılanan hissi tarif etmek zordu—bir düşüş müydü bu, yoksa nihayet varış mı?

 

Usulca, acele etmeden dudaklarımı öptü. Dokunuşu hem hafifti hem de derinlerde bir yerlerde iz bırakan cinstendi. Ellerini belimde gezdirirken, bedenim ona daha da yaklaştı, sanki aramızda hiç mesafe olmamış gibi.

 

Öpücüğü uzatmadı, ama geri de çekilmedi. Gözlerini gözlerime kilitledi, nefesi dudaklarıma karışırken alçak bir sesle, "Şimdi bilebildin mi?" diye sordu.

 

Kalbim hızla atıyordu. Gözlerimi ondan kaçırmadan gülümsedim, parmaklarımı ensesinde hafifçe gezdirerek, "Sanırım hâlâ emin olamıyorum," dedim, alaycı bir fısıltıyla.

 

Behram kaşlarını hafifçe kaldırdı, yüzünde o tanıdık, meydan okuyan ifade belirdi. "O halde," dedi usulca, başını yana eğip dudaklarını boynumun hemen yanına yaklaştırarak, "biraz daha hatırlatmam gerekebilir."

 

İçimde bir şeyin titrediğini hissettim. Bu bir oyun muydu, yoksa çoktan kaybolduğumuz bir gerçeklik miydi? Ama bildiğim tek şey vardı—o an, orada, Behram'ın kollarında olmaktan başka hiçbir şeyi düşünemiyordum.

 

Behram'ın dudakları tenime değdiğinde, içimde bir kıvılcım çaktı. Dokunuşu hafifti ama geride bıraktığı etki ağırdı. Nefesi boynumda gezindikçe gözlerimi kapattım, anın içine çekilmekten başka çarem yoktu.

 

Ellerini belimde sıkıca hissettim, parmakları hafifçe hareket ederken bedenimin ona nasıl karşılık verdiğini fark ettim. Kalbim kulaklarımda atıyordu, nefesim düzensizleşmişti. O anın içinde kaybolmak istedim, zamanı durdurmak, o anın sonsuzluğunda var olmak…

 

Behram başını hafifçe kaldırıp yüzüme baktı. Gözleri karanlık, ama içinde sakladığı duygu apaçık ortadaydı. “Şimdi?” diye sordu fısıltıyla, sesi pürüzsüz ama içinde sabırsız bir kıvılcım gizliydi.

 

Gülümsedim. Ellerimi ensesinden saçlarına kaydırıp parmaklarımı hafifçe geçirdim. “Sanırım…” diye mırıldandım, gözlerimi gözlerinden ayırmadan, “şimdi biraz daha emin gibiyim.”

 

Behram, dudaklarını tekrar benimkilere yaklaştırırken, yüzünde zafer dolu bir gülümseme belirdi. Ve o an, kelimeler tamamen anlamını yitirdi.

 

Behram gözümün önüne düşen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıp " geçmişim de sensin geleceğim de, ailem de sensin yuvamda, kaçışımda sensin yok oluşum da" diye mırıldandı. Sözleri içimde bir yerlere dokundu, öyle derin, öyle tanıdık bir yere ki, bir an nefes almayı unuttum. Gözlerimin içine bakarken sesi, tenime işleyen bir fısıltı gibi yankılandı.

 

Behram’ı her zaman güçlü, suskun, duygularını saklayan biri olarak tanımıştım. Ama şimdi, tam karşımda, en çıplak hâliyle duruyordu. Kendisini saklamadan, benden kaçmadan, kelimelerin ardına sığınmadan…

 

Elimi yanağına götürdüm, başparmağımla hafifçe yüzünü okşadım. “Behram…” diye fısıldadım, içimde biriken binlerce duygunun sadece bir parçasını ifade edebilecekmiş gibi.

 

O, gözlerini kapatıp dokunuşumun altında hafifçe nefes aldı. Sonra yeniden bana baktı, bakışı daha da derindi. “Beni anlıyor musun?” diye sordu, sesi alçak ama içinde kocaman bir dünya barındıran bir tonla.

 

Gülümsedim, içinde biraz hüzün, biraz sevgi olan bir gülümsemeydi bu. “Her zaman,” dedim, başımı hafifçe eğip dudaklarımı onun alnına dokundurarak.

 

Behram’ın kolları belimde sıkıca kenetlendi. Başını omzuma yasladı, bir anlığına nefesi tenimde gezindi. Zaman durmuştu. O anın içinde, birbirimize ait olduğumuzu biliyorduk. Geçmiş, gelecek, kaçış ya da yok oluş… Ne olursa olsun, artık ayrı düşünmek imkânsızdı.

 

 

💖💖💖

 

Dijvan elinde ki ekmek poşetini masanın üzerine bıraktıktan sonra mutfağa yöneldi, mutfaktan gelen mis kokular ve sesler onu mest etmişti. Mutfağın kapısına geldiğin de onu gördü ; Nuru

 

Nur, 26-28 yaşlarında, zarif bir genç kadındı. Yumuşak dalgalarla omuzlarına dökülen kahverengi saçları, sıcak bir tonla ışıldıyordu. İnce, narin yüz hatları, belirgin elmacık kemikleri ve büyük, koyu kahverengi gözleriyle dikkat çekiyordu. Zümrüt yeşili, hafif desenli bir elbise giymişti ve elbiseyi tamamlayan sade bir takı, zarifliğini daha da vurguluyordu. Mutfağın ferah havası, Nur'un doğal güzelliğiyle birleşmişti; neşeli ve canlı bir aura yayıyordu etrafına. Her hareketinde bir zarafet vardı, sanki zaman duruyor, her şey sadece onun etrafında dönüyordu.

 

Nur, arkasını dönüp mutfakta bir şeyler hazırlamak için adım attığı anda, bir anlık bir huzurla birlikte korku dalgası da içinde yükseldi. Bir anda, kapıdan kendisini izleyen birinin varlığına dikkat kesildi. Derin bir nefes alarak yavaşça başını çevirdi ve gözleri, kapının hemen dışında duran Dijvan ile buluştu.

 

Dijvan, bir an önce davranıp ona yaklaşmak isterken, Nur'un korkuyla geri adım attığını gördü. Gözleri, yavaşça irkilmiş ve biraz da şaşkın bir şekilde bakıyordu. Korkusunu hemen fark etti ama gözlerinde farklı bir şey vardı; bir sitem, biraz da kırgınlık. Nur'un vücudu gerilmişti, omuzları hafifçe yukarı kalkmış, adeta kendini savunmaya çalışıyordu.

 

Dijvan, sesini yumuşatarak, “Nur, ben… seni korkutmak istememiştim ,” dedi ama sesi, o anın gerilimiyle biraz titrek çıkmıştı. Nur’un korkusu bir anda kaybolmasa da, onun bu sessiz, dürüst bakışı, içinde biraz olsun rahatlama yaratmıştı. Ancak yine de, zihnindeki şüpheler ve sorgulamalar hemen çözülmedi.

 

 

Nur, gözlerini biraz daha yumuşatarak, Dijvan’ın bakışlarındaki içtenliği hissetmeye çalıştı. Ancak korkusunun izleri hala içindeydi. Yavaşça derin bir nefes aldı ve elleriyle elbiselerinin eteklerini sıktı, sanki bir güven arıyormuş gibi. Bir an sessizlik vardı, mutfaktan gelen yemek kokuları arasında kalakaldılar.

 

“Beni korkutmak istemediğini biliyorum,” dedi Nur, sesindeki titremeyi fark ederek, “Ama bir anda böyle görünmen... Sessiz yaklaşman İyi olmadı.”

 

Dijvan, ona doğru birkaç adım daha atarak, "Haklısın, dikkat etmeliydim," dedi, sesi hala duygusal bir tını taşıyor ve biraz da suçlulukla doluydu. "Özür dilerim, seni rahatsız etmek istememiştim" dedi mahçup bir şekilde

 

Nur gülümsedi " sorun değil olan oldu artık" Dijvan, Nur’un gülümsemesiyle biraz rahatladı, ama yine de içindeki suçluluk duygusu tamamen kaybolmamıştı. Nur'un yaklaşımı, onu biraz olsun rahatlatmıştı, ancak bir şeylerin hala tam olarak yerli yerine oturmadığını hissediyordu.

 

" şey yemek hazır ne sevdiğini bilmiyordum ama yaptım bir şeyler" dijvan ocağın üzerinde tutan yemeğe baktı, kokusuna bakılırsa yeşil fasulyeydi ve dijvan yeşil fasulyeyi sevmezdi

" ellerine sağlık çok güzel kokuyor" dedi yalandan " ellerimi yıkayıp geliyorum"

 

Dîjvan banyoya yönelirken derin bir nefes aldı. Banyoya geldiğin de içeri girdi ve kapısını kapattı, lavabonun musluğunu açıp ellerini suyun altına tuttu. Ilık su avuçlarından akarken, aynada kendine kısa bir bakış attı. Yüzü, düşündüğünden daha yorgun görünüyordu. İç çekerek başını eğdi, suyu yüzüne çarptı ve derin bir nefes aldı.

 

Kendi kendine, Bu kadar büyütmemeliyim, sadece bir yemek, diye düşündü ama içindeki rahatsızlık geçmiyordu. Su damlaları yüzünden süzülürken, kendine dürüst olmaya karar verdi: Asıl mesele yemek değildi. Asıl mesele, her şeyin yolunda olup olmadığıydı. Nur gerçekten kırılmamış mıydı? Yoksa sadece her şey yolundaymış gibi mi davranıyordu?

 

Musluğu kapatıp ellerini havluyla kuruladı. Banyodan çıkmadan önce duraksadı, derin bir nefes alıp omuzlarını dikleştirdi. Ne olursa olsun, bu akşamı huzursuz bir şekilde geçirmeyeceğim, diye kendine söz verdi.

 

Mutfaktan gelen tabak sesleri onu düşüncelerinden çekip aldı. Derin bir nefes alarak kapıyı açtı ve salona yöneldi. Nur, masaya iki tabak koymuş, bir sürahi suyu tam ortaya yerleştiriyordu. Onu böyle sakince izlemek, içindeki huzursuzluğu biraz da olsa yatıştırdı.

 

Nur başını kaldırıp ona gülümsedi. “Geldin mi? Otursana.”

 

Dîjvan, gülümseyerek sandalyeye oturdu. Önündeki tabağa baktı. Yeşil fasulye... Sevmediğini söylemek zorunda kalmadan bu durumu nasıl aşacağını düşünürken, Nur kaşığını eline alıp kendi yemeğini karıştırdı.

 

Sonra aniden durdu, Dîjvan’a baktı ve hafifçe gülümsedi " yesene beğenmedin mi yoksa" dediğinde dijvan başını iki yana salladı ve kaşığını önünde ki tabağa daldırdı Kaşığını tabağa daldıran Dîjvan, içindeki isteksizliği bastırmaya çalışarak bir lokma aldı. Fasulyeyi çiğnerken, tadı tam da hatırladığı gibiydi—hafif ekşi, bol domatesli ve onun için pek de çekici olmayan bir lezzet. Ama yüzüne belli etmemeye çalıştı.

 

Nur kaşığını havada tutarak ona dikkatle baktı. “Nasıl?” diye sordu, gözlerinde hafif bir merak vardı.

 

Dîjvan çiğnemeyi bitirip başını salladı. “Güzel,” dedi, sesi biraz fazla yumuşaktı.

 

Nur kaşlarını kaldırdı. “Gerçekten mi?” dedi umutla , Dîjvan nur ' un sesinde ki heyecan ile hafifçe gülümsedi

" gerçekten ellerine sağlık ömrüm de yediğim en güzel fasulye yemeğiydi" diye yalan söyledi. Nur en içten gülümsemesini kuşandı " teşekkür ederim afiyet olsun" Dîjvan, Nur’un gözlerindeki mutluluğu görünce yalanının iyi bir şeye hizmet ettiğini düşündü. Sonuçta, bir tabak fasulye için onu kırmanın anlamı yoktu. Kaşığını tekrar tabağa götürdü, ama her lokmada kendini biraz daha zorladığını hissediyordu.

 

Nur neşeyle yemeye devam ederken bir yandan da konuşuyordu. “Aslında tam ölçüsünü tutturamadım, biraz fazla su koymuş olabilirim ama yine de fena olmadı, değil mi?”

 

Dîjvan ağzındaki lokmayı zorla yutarken başını salladı. “Kesinlikle. Gayet iyi.”

 

Nur gözlerini kısarak onu süzdü. “Bence biraz fazla övüyorsun.”

 

Dîjvan hemen kaşığını bıraktı ve bir yudum su aldı. “Ne yani, güzel yapmışsın diyorum, inanmıyor musun?”

 

Nur hafifçe güldü. “Bilmiyorum… Sanki biraz fazla süslü cümleler kuruyorsun.”

 

Dîjvan, Nur’un kendisini bu kadar kolay çözebilmesine hem şaşırdı hem de hafifçe panikledi. Yüz ifadesini kontrol etmeye çalışarak başını salladı. “Senin yemek yapma yeteneğini takdir ediyorum sadece.”

 

Nur kaşlarını kaldırdı, sonra gülümseyerek kaşığını tabağa bıraktı. “Öyle olsun. Ama bitirmek zorunda değilsin, eğer gerçekten sevmediysen.”

 

Dîjvan duraksadı. Nur’un sesi yumuşaktı, incinmiş gibi görünmüyordu ama onu kandıramadığını da hissetti. Hafifçe iç çekerek başını eğdi. “Tamam, belki… belki favorim değil.”

 

Nur kahkaha attı. “Biliyordum!”

 

Dîjvan de gülmeye başladı. “Ama en azından denedim.”

 

Nur başını salladı. “Denemen bile yeterli.” Sonra, Dîjvan’ın yarım kalan tabağına baktı ve gülerek ekledi “Sence artık gerçek bir şeyler mi yesek?”

 

Dîjvan rahatlamış bir şekilde gülümsedi. “Evet. Ve bu sefer, menüyü ben seçeceğim.”

 

Nur gözlerini devirdi ama gülümsemesini bozmadı. “Peki, peki. Ama tatlıyı ben ısmarlıyorum.” dijav güldü cebinden telefonu çıkarıp bir kaç tuşa bastıktan sonra yemekleri sipariş etti. Siparişi verdikten sonra Dîjvan telefonu masaya bıraktı ve rahat bir nefes aldı. “Tamamdır, yemek yolda. Bu sefer gerçekten güzel bir şey yiyeceğiz.”

 

Nur sandalyesine yaslanıp hafifçe gülümsedi. “Umarım. Yoksa seni affetmem.”

 

Dîjvan kaşlarını kaldırdı. “Affetmez misin?”

 

Nur gözlerini kısarak ona baktı. “Evet, çünkü bana dünyanın en iyi fasulye yemeğini yaptığımı söyleyip tabağını yarım bıraktın.”

 

Dîjvan hafifçe gülerek ellerini iki yana açtı. “Yalan söylemedim. Senin yaptığın en iyi fasulye yemeğiydi. Ki bu, benim yediğim en iyi fasulye yemeği olduğu anlamına gelmiyor.”

 

Nur kahkaha attı. “Bunu kabul edebilirim.”

 

Mutfakta bir süre sessizlik oldu. Nur, masadaki su sürahisini alıp bardakları doldurdu. Ardından ciddi bir ifadeyle Dîjvan’a baktı. “Gerçekten böyle küçük şeyler için kendini üzme, olur mu?”

 

Dîjvan ona şaşkınlıkla baktı. “Ne?”

 

Nur hafifçe başını salladı. “Fasulyeyi sevmemeni saklamaya çalıştığını fark ettim. Kırılacağımı düşündüğün için mi?”

 

Dîjvan bir an duraksadı. Sonra omuz silkerek dürüstçe konuştu. “Belki biraz. Yani, sen uğraşıp yemek yapmışsın. Beğenmediğimi söylemek kabalık olurdu.”

 

Nur hafifçe gülümsedi. “Bunu düşündüğün için teşekkür ederim. Ama şunu bilmelisin ki, her zaman dürüst olabilirsin. Zorla yemek zorunda değilsin.”

 

Dîjvan gülümsedi. “Tamam, bir dahaki sefere daha açık olacağım.”

 

Tam o sırada kapı zili çaldı. İkisi de birbirine baktı ve nur kapıya bakmak için ayağa kalktı, Nur kapıya doğru ilerlerken Dîjvan, farkında olmadan onu izledi. Hareketleri kendinden emindi ama içinde belli belirsiz bir heyecan vardı.

 

Başını önüne eğip eliyle masanın yüzeyinde küçük daireler çizerken derin bir nefes aldı. Nur’un varlığına alışmıştı. Hatta onun yanında kendini rahat hissediyordu. Ama içindeki boşluk değişmemişti. Sanki bir şeyleri zorla yerine oturtmaya çalışıyordu ama parçalar bir türlü uyum sağlamıyordu.

 

Bir süre sonra kapıdan nur ' un sesi yükseldi " dijvan" dedi acı içinde, dijvan Nur' un sesi ile hızla mutfaktan çıktı ve kapıya doğru koştu. Kapıda nur 'u tutan iki tane adam vardı, dijvan onları görür görmez belinde ki silahı çıkarıp adamlara doğrulttu

Dîjvan’ın kalbi hızla atıyordu, refleksleri devreye girmişti. Adamların Nur’u tutan elleri, onu sıkıca yakalamıştı ve Nur’un yüzündeki korku, Dîjvan’ın sinirlerini daha da geriyordu. Sadece birkaç saniye önce sakin bir akşam yemeği yerken, şimdi hayatı tehlikeye girmişti.

 

Silahı doğrultarak sesini keskinleştirdi. "Bırakın onu!" dedi, sesi kararlı ve tehditkar bir şekilde yankılandı.

 

Adamlar, Dîjvan’ın silahını fark ettiklerinde donakaldılar. Bir an göz göze geldiler, ama biri adımlarını geri atarken diğer adam hâlâ Nur’u tutuyordu. Dîjvan, silahını onlardan ayırmadan adım attı. "Hemen bırakın," diye tekrarladı, bu sefer sesi daha sert ve korkutucu bir tonla.

 

Nur, adamın tutan elini bir anlık bir boşlukta fark ederek güçsüz bir şekilde kollarını sallamaya çalıştı. "Dîjvan… dikkat et…"

 

Dîjvan, Nur’un endişeli sesini duyduğunda içindeki öfke daha da arttı. Gözlerini adamlardan birine çevirdi. "Bir adım daha atarsanız, hiçbir şeyim kalmaz. Bunu daha fazla denemeyin."

 

İlk adam, Dîjvan’ın silahını görerek geri adım attı. Diğer adam, hâlâ Nur’u sıkıca tutuyor, fakat Dîjvan’ın tehditkar duruşu karşısında tereddüt etmeye başlamıştı.

 

"Düşünmeden hareket etmeyin," dedi Dîjvan, nefesini kontrol ederek. "Şimdi, ellerinizi yukarı kaldırın ve yavaşça geri çekilin." adamlar bir süre bir birine baktı sonra da dijvana bakıp güldüler " çok fazla cesursun dijvan ağa ama unutma karşında ki adamlar senden daha zeki "

 

Dîjvan, adamların sözleri üzerine bir an donakaldı. Bu kadar cesur olmanın bedelini ödeyeceğini düşünmemişti. Gözleri, tehditkar bir şekilde kendisine bakmakta olan adamların yüzlerinde donmuştu. "Senden daha zeki" diyen adamın gözlerindeki alaycı bakışı fark ettiğinde, bir şeylerin ters gittiğini hissetti.

 

Nur’un paniği, Dîjvan’ı daha da dikkatli olmaya zorlamalıydı, ancak arkasındaki adamın yaklaşmakta olduğunu hiç fark etmemişti. "Dîjvan, dikkat et!" diye bağırdı Nur, ama sesindeki panik çok geç ulaşmıştı.

 

Dîjvan, Nur’un uyarısını duyduğunda arkasındaki adamın son hamlesini yapması için bir saniye bile bulamadı. Ardından, güçlü bir darbe ensesine indi. Her şey bir anda siyah bir perdeyle örtüldü. Gözleri bulanıklaşmaya, bedeni gevşemeye başladı ve kısa bir süre sonra kendini kaybetti.

 

"Hayatın boyunca ne kadar güçlü olduğunu düşündüğün hiçbir şey seni bu kadar kolay yenmeyecek," dedi birinci adam, alaycı bir şekilde. Adamın sesini son bir kez duyduktan sonra, Dîjvan tüm dünyayı kaybetti.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 27.03.2025 21:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...