
" dijvan" dedi Nur titreyen sesi ile, dijvan başını zar zor olsada kaldırdı ve etrafına baktı, bayıldığı için etraf bulanıktı, görüşü yavaş yavaş yerine gelirken Nur tekrar " dijvan lütfen uyan korkuyorum" dediğinde dijvan acıyla inledi " iyiyim" dedi, Nur dijvanın sesi ile tuttuğu nefesini dışarı verdi " korkuttun beni uzun süredir baygınsın"
Dijvan bakışları ile etrafı taradı rutubet kokan karanlık bi depodaydılar ve elleri bağlı bir şekilde sandalyeye oturuyordular.
" adem kara' nın adamları beni buldular beni ile seni de" diye açıklama yaptı, dijvan bakışlarını Nur 'a çevirdi ağlamaktan gözleri kızarmıştı, saçı dağılmış vücudunda ise yer yer kızarıklıklar vardı
Dijvan, Nur’un halini görünce dişlerini sıktı. Ne kadar süredir burada olduklarını bilmiyordu ama Nur’un bu halde olması içini acıttı. Kafasını kaldırıp etrafına biraz daha dikkatlice baktığında depo duvarlarının paslı demir levhalarla kaplı olduğunu, köşelerde ise farelerin dolaştığını fark etti.
Nur, gözyaşlarını silerek tekrar fısıldadı
“Bizi burada bırakmazlar değil mi? Bir planları olmalı…”
Dijvan, derin bir nefes aldı ve bileklerindeki ipleri hissetmeye çalıştı. Bağları sıkıydı ama belki de bir çıkış yolu bulabilirlerdi. Düşünmeye çalışırken, dışarıdan gelen ayak sesleri onu irkiltti. Nur da sesi duymuştu ve gözleri korkuyla açıldı.
Kapının kilidi ağır bir "tık" sesiyle açıldı. İçeriye iri yapılı, yüzü yaralı bir adam girdi. Peşinde ise daha genç, sinsi bakışlı başka biri vardı. İri adam, sesini alçak ama tehditkar bir tonla çıkardı " demek uyandınız, bizde sizi merak etmiştik" dedikten sonra kahkaha attı. İri adamın kahkahası depoda yankılanırken Dijvan dişlerini sıktı. Ellerini bağlı olduğu sandalyenin arkasında hafifçe kıpırdattı, çözülmesi imkânsız gibiydi. Ama şimdilik önemli olan kaçış değil, durumu anlamaktı.
Nur korkuyla gözlerini iri adamdan kaçırıp yere bakarken, genç olan adam sinsice gülümsedi ve bir adım öne çıktı.
"Adem Kara, sizinle özel olarak konuşmak istiyor," dedi genç adam. "Ama önce..." Nur’un yanına gidip dudaklarında ki iğrenç gülümseme ile yüzünün önüne düşen saçını eli ittirmek istediği anda nur korku ile başını geri çekti
Adamın elinin havada kalmasıyla yüzü anlık bir öfkeye büründü. Nur’un korkuyla başını geri çekmesi onu daha da keyiflendirmiş gibiydi. "Bak sen, küçük kuş hâlâ mücadele ediyor," diye fısıldadı alayla.
Dijvan, bileklerini sıkan bağları hissetmiyormuş gibi öne doğru atılmaya çalıştı. "Ona dokunursan, seni kendi ellerimle gebertirim!" diye kükredi.
İri adam, uyarıcı bir bakış attı. "Tamam sadık, yeter. Onları korkutmaya ihtiyacımız yok. En azından şimdilik."
Sadık, sinirle iç çekip Nur’un üzerinden elini çekti ama hâlâ onu gözleriyle süzüyordu. "Patronun böyle eğlenceli misafirleri sevdiğini biliyorsun, değil mi?" diye fısıldadı Nur’a.
Nur gözlerini kapatıp başını eğdi. Tüm vücudu titriyordu ama ne olursa olsun korkusunu belli etmemeye çalışıyordu
Genç olan umursamayıp Nur ' un boynuna işaret parmağının tersini koyup tenini okşadı, Nur ise gözlerini kapatıp ağlamaktan başka bir şey yapamıyordu.
Dijvan’ın içindeki öfke, Sadık’ın bu hareketiyle birlikte patlamaya hazır bir yanardağ gibi kabardı. Sandalyeye bağlı olmasına rağmen bir kez daha öne atılmaya çalıştı. "o dokunduğun eli kırmaz isem bende dijvan değilim senin ölümün benim elimden olacak şerefini siktiğimin adamı !" diye kükredi.
Sadık, Dijvan’ın sözleri karşısında anlık bir öfkeyle gerildi. Yüzündeki sinsi gülümseme kaybolmuş, yerine tehlikeli bir bakış yerleşmişti. Birkaç saniye boyunca sessizlik içinde Dijvan’a baktı, sonra hızla yumruğunu kaldırıp Dijvan’ın yüzüne indirdi.
Dijvan’ın başı geriye savruldu, dudaklarının arasından kan sızdı ama bakışlarını Sadık’tan ayırmadı. Gözlerindeki öfke ve meydan okuma Sadık’ı daha da sinirlendirmişti.
"Beni tehdit ediyorsun ha?" diye tısladı Sadık. "Buradan canlı çıkacağını mı sanıyorsun?"
Dijvan, dilinin ucuyla dudaklarındaki kanı sildi ve hafifçe gülümsedi. "Evet, çıkacağım. Ama senin gibi fareler burada çürüyüp gidecek."
Sadık’ın dişleri sıkıldı, tam bir yumruk daha atacakken iri adam elini kaldırdı. "Yeter!" diye gürledi. "Adem Kara seni görmek istiyor. Onu ölü ya da diri götürmemiz önemli değil ama şimdilik işimizi zorlaştırmayacak kadar sağlam kalsın."
Sadık, bir an daha Dijvan’a nefretle baktı ama sonra geri çekildi. "Seninle sonra ilgileneceğim," diye fısıldadı.
Dijvan, başını dik tutarak ona baktı. "Bunu dört gözle bekliyorum." diye meydan okudu, bir süre bir birlerine nefret ile baktıktan sonra sadık ve diğer adam hızla depodan çıktı.
🤍🤍🤍
" çok yoruldum ama değdi ev çok güzel oldu hatta hayalimden bile güzel" dedim, behram yandan bir bakış attı " ne yani hayalinde bir ev var ve ben bunu bilmiyorum öyle mi Aydan hanım" dediğinde güldüm " neden sordun yoksa hayalimde ki evi mi yapacaksın yada bulacakmısın" Behram başını hafifçe yana eğip bana baktı, gözlerinde o tanıdık muziplik vardı. “Kim bilir,” dedi, sesi alayla karışık bir ciddiyet taşıyordu. “Belki de çoktan bulmuşumdur o evi. Ama içine girebilmem için hayalini bana anlatman gerek.”
Gülümsedim, ellerimi karnımın önünde birleştirip ona doğru bir adım attım. “Sen içine girmedin mi sanıyorsun? Duvarlarını senin kahkahalarınla ördüm, mutfağında senin kahveni koydum. Bahçesine bile ayak izlerini bastım hayalimde.”
Bir an sessizlik oldu. Behram’ın gözleri ciddileşti. “O zaman,” dedi yavaşça, “gerçeği, hayalinden daha güzel yapmak için elimden geleni yapmam lazım.”
“Geç kaldın,” dedim, başımı hafif yana eğerek. “Sen geldin ya… hayalimle yarışamazsın artık, çünkü o hayal senden önceydi.”
Behram gülümsedi, ama gülümsemesinde bir şey vardı… derin bir düşünce gibi, sanki içinde kalan bir kelimeyi yutmuştu.
“Bazen,” dedi, “birinin hayaline geç kalmak, onun gerçeğinde yer bulamamak demektir, Aydan.”
İçimde bir şey kıpırdadı. “Yer kalmadığını kim söyledi?”Behram bir adım attı, aramızdaki mesafe neredeyse yok olmuştu artık. Gözleri gözlerime kilitlenmişti, sanki içimi okur gibi. Sesini alçalttı, o tınısı kalbimin en ince yerlerine dokundu.
“Bana yer varsa…” dedi, parmakları hafifçe elime dokundu, “...o zaman artık hayal kurmana gerek yok Aydan. Çünkü ben, senin her sabah uyanacağın gerçeğin olmak istiyorum.”
İçimde bir şey, yıllardır kilitli tuttuğum bir çekmece gibi açıldı. Nefesim hızlandı, kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Söz söyleyemedim. Ama o sustuğum her anı anladı.
Elimi avucunun içine aldı. “Hayalinde bu ev varsa, tutkunda ben olmalıyım. Çünkü ben senin hayalini değil, seninle birlikte kuracağımız geleceği istiyorum.”
O an ne mantık vardı ne zaman. Sadece his.
Başımı hafifçe eğdim, alnımı onun göğsüne yasladım. Kolları hiç tereddüt etmeden sarıldı belime. O dokunuş… tarifsizdi. Hem huzur, hem yangın.
“Behram,” dedim fısıltıyla, “Ben bu evi senin sesinle doldurmak istiyorum. yastığa senin kokunu sinirmek… pencereden seninle bakmak istiyorum.”
Behram yüzümü ellerinin arasına aldı, bakışları gözlerimde asılı kaldı. “O zaman, bu gece... bu evde ilk gecemiz, sadece yeni bir evin değil, bizim başlangıcımız olsun.” gülümsedim.
O an, zaman bir anlığına durdu sanki. Kalbimin ritmi onun sesiyle uyumlandı, içimdeki tüm karmaşayı susturan tek şey gözlerinin derinliğiydi. Başımı hafifçe eğdim, tekrar alnımı onun göğsüne yasladım. Sessizlik vardı, ama o sessizlikte binlerce kelime gizliydi.
“Başlangıçlar bazen bir kelimeyle olur,” dedim fısıltıyla, “bazen bir bakışla... Bize ait olan ne varsa, burada filizlensin isterim.”
Behram parmaklarını saçlarımın arasından geçirdi, başımı kaldırıp ona baktım, bir boşta ki eli ile çenemi tutup “Bize ait olan her şey,” dedi, dudaklarıma yaklaşarak, “bugün başlasın. Ve hiç bitmesin.” Behram’ın nefesi dudaklarıma değdiğinde, içimde tarifsiz bir sıcaklık yayıldı. O an, dünyanın tüm sesleri sustu. Sadece kalbimizin ritmi kaldı geriye — aynı anda atan, aynı duyguyu taşıyan iki kalbin melodisi.
Dudakları nazikçe benimkilerle buluştuğunda zaman sanki büküldü; geçmiş, şimdi ve gelecek tek bir anın içine sıkıştı. Öpücüğü, sözlerden arınmış bir yemin gibiydi — sessiz, ama sarsıcı.
Kendimi onun kollarında buldum, başımı omzuna yasladım. O, saçlarımı okşarken, fısıltı kadar hafif bir tonla konuştu:
“Bu evin duvarlarına sadece sesimiz değil, sevgimiz de sinsin. Her köşesi biz kokalım.” Gülümsedim. O an, yuvanın bir çatı ya da dört duvar olmadığını anladım. Yuva, insanın kendini ait hissettiği bir çift gözde saklıydı.
" açmışsın bir şeyler yiyelim mi? " diye sordu, başımı kaldırıp behrama baktım
" birazcık aç ola bilirim" dediğim de gülümsedi " peki madem o zaman doğru mutfağa" dedi ve elimi tuttu, bizi salonun loş ışığından geçirip mutfağa götürdü. Ortada bir masa bile yoktu henüz, ama o küçük mutfağın tam ortasına bir yastık attı, ardından bir diğeri. Sonra bana döndü“İlk yemeğimizi yerde yiyelim. Masamız yok ama... birlikteyiz.” dedi ve yere bıraktığı yastıklardan birine oturdu, elimi tutup beni de yanına çekti. Yalın, sade ama içten bir anda bulduk kendimizi; yeni evin çıplak duvarları arasında, sadece kalbimizle döşediğimiz bir köşede.
Buzdolabından çıkardığı iki küçük tabak vardı elinde — bir parça peynir, biraz zeytin, birkaç dilim ekmek. “Biliyorum, çok iddialı değil,” dedi gülümseyerek, “ama seni bu sofraya ilk defa ben davet ediyorum.”
“O zaman,” dedim gözlerine bakarak, “hayatımda yediğim en özel akşam yemeği bu.”
İkimiz de gülümsedik. Lokmalar küçüktü ama anlamı büyüktü; paylaştığımız her şey gibi…
Behram bir anda sustu, başını hafifçe yana eğdi. Gözlerinde ince bir dalgınlık vardı. “Biliyor musun,” dedi, “ben seninle geçireceğim sıradan bir günü, sensiz geçecek en parlak güne tercih ederim.”
Sözleri içime işledi. Başımı onun omzuna yasladım, gözlerimi kapattım. İçimdeki tüm tereddütler, tüm yorgunluklar onun tenine yaslanınca kayboldu.
“Mucize gibi geldin bana,” dedim kısık sesle, “ve ben hiçbir mucizeye bu kadar inanmak istememiştim.”
O an, mutfağın eski fayansları arasında yankılanan tek şey sessizlikti belki… ama biz, kalbimizle konuşuyorduk.
Dışarıda gece derinleşiyordu. Ama içeride, bizim için bir sabah başlıyordu.
Behram’ın omzuna yaslanmışken, bir eli yavaşça sırtımda gezinmeye başladı. Dokunuşu sakindi, acele etmeden, yalnızca varlığımı hissetmek ister gibi… Gözlerimi kapattım. İçimde bir huzur dalgası yükseldi, sanki o anın sonsuzlukla arasında bir yerinde asılı kaldık.
“Seninle susmak bile güzel,” dedim fısıltıyla, “çünkü sen yanımdayken her şey anlamını buluyor.”
Behram başını eğip alnımı öptü. Öyle nazik, öyle derinden bir öpücüktü ki, kelimelerin yapamadığını o tek dokunuşla anlatmıştı. Sonra parmaklarıyla çenemi hafifçe kaldırdı, gözlerimin içine baktı.
“Seninle geçen her saniye, kalbime işleniyor. Bazen düşünüyorum... ya gerçekten bir ömür yetmezse sana doymaya?”
O an gözlerimiz birbirine kenetlendi. Aramızdaki mesafe sadece birkaç nefes kadardı. Ve sonra... dudakları tekrar benimkilerle buluştu. Bu kez daha derin, daha sahiplenici.
Kalbim onun teninde atıyor gibiydi artık. Zaman durmuştu. O anın içinde sadece biz vardık; iki yorgun ruhun birbirine sığınışı, iki kalbin aynı ritimde atışı.
Öpüşmenin ardından alnını benimkine yasladı. Gözlerini kapatmıştı.
“Bu evi yuva yapan sensin,” dedi kısık sesle. “Sen olmasan, bu duvarlar sadece duvar olurdu.”
O an, bu geceye dair her şey yerli yerine oturdu. Sessizlik, sadece huzurun diliydi artık. Biz konuşmadan da seviyorduk birbirimizi
Behram, alnını benimkine yaslamış halde bir an durdu. Nefesimiz birbirine karışıyordu. Gözleri gözlerimde, parmak uçları yanaklarımda geziniyordu. Sessizlik, aramızdaki gerilimi daha da büyüttü — tatlı, yakıcı bir gerilim.
Birdenbire, ama içgüdüsel bir kararla dudaklarıma yeniden eğildi. Bu kez öpücüğü farklıydı. Nazik değildi yalnızca… tutkuluydu, sahiplenen, derinlerden gelen bir özlemin patlaması gibiydi. Dudaklarımdan boynuma doğru indi, parmakları saçlarımın arasına karıştı. Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi.
Onun sıcaklığına teslim olmuştum. Karşılık verdim, aynı arzuyla, aynı içtenlikle. Kucaklaştık, sadece tenimiz değil, ruhlarımız da birbirine dolanmış gibiydi. Öpücüklerimiz, dokunuşlarımız suskun kalmış cümlelerin devamıydı sanki.
Behram yüzümü avuçlarının arasına alarak nefes nefese fısıldadı:
“Gel benimle…”
Sözüne gerek yoktu aslında. Gözlerinden okuyordum: beni, sadece o gece için değil, tüm hayatı boyunca yanına istiyordu.
Elimi tuttu, ayağa kalktı. Yavaşça, gözlerini bir an bile ayırmadan beni yanına çekti. Parmakları hâlâ elimdeyken, bizi salondan yatak odasına götüren dar koridora adım attık. Her adım, kalbimizin atışını biraz daha hızlandırıyordu.
Kapısı aralık odaya vardığımızda, gece dışarıda derinleşmişti… ama içeride yeni bir hikâye başlıyordu
Yatak odasının kapısı itildiğinde, içeride loş bir karanlık karşıladı bizi. Camdan süzülen ay ışığı, odaya ince bir gümüş çizgi gibi yayılmıştı. Perdeler yoktu henüz; her şey sade, neredeyse çıplaktı. Odanın tam ortasında, henüz yeni serilmiş ama buruşuk nevresimlerle örtülmüş geniş bir yatak vardı. Köşede üst üste duran birkaç battaniye ve başucunda kutudan yeni çıkarılmış bir gece lambası.
Ama tüm sadeliğe rağmen... oda, onunla doluydu. Behram’ın varlığı, her boşluğu dolduruyordu sanki.
Behram kapıyı ardımızdan kapattı. Bir sessizlik oldu — ama o sessizlikte nefeslerimiz, kalp atışlarımız birbirine karıştı. Göz göze geldik, hiçbir söz gerekmiyordu artık. Sanki dokunsak, her şey yanacaktı.
Birkaç adım attı bana doğru. Ellerini belime koydu, bedenimi kendine çekti. Dudakları boynumda gezindiğinde, içim titredi. Öpücükleri ateş gibiydi; nazik ama yakıcı, sanki her dokunuşla bir yemin ediyordu.
“Elimde değil artık…” dedi boğuk bir sesle, “sana her dokunduğumda, biraz daha sen oluyorum." ona doğru eğildim, ellerimi boynuna doladım, dudaklarımı bir kez daha onun dudaklarına kapattım. Öpüşmemiz, artık yalnızca bir temas değil, bir bütünleşmeydi.
İkimiz de aynı anda yatağa yöneldik. Adımlarımız aceleci değildi, ama kararlıydı. Oda sessizdi ama bedenlerimiz, gözlerimiz, tenimiz konuşuyordu artık. Her temas, “benimsin” diyen bir fısıltıydı.
Yatağın kenarında durduğumuzda, Behram bir elini yanağıma koydu, bir diğer eli ile de belimde kaldı, elli belime baskı yaparken bir an durdu, bir süre yüzüme baktıktan sonra "Ateş olsan bile, seninle yanmaya razıyım, Aydan..." diye fısıldadı Behram, dudaklarıma doğru. Sesi, içimde titreyen bir kıvılcım gibi yankılandı. Kalbim hızlandı, nefesim düzensizleşti. Aramızdaki mesafe yok denecek kadar azdı artık
"Ben seni yakmaya korkarım, Behram…" dedim, sesim bir fısıltıdan halliceydi.
Behram gözlerimin içine baktı, içinde bir okyanus gibi dalgalanan duygularla… Yüzüne hafif bir gülümseme yayıldı, ama o gülümsemenin içinde hem hüzün hem de kabul vardı.
"Eğer senin ellerinde yanacaksam, buna razıyım, " dedi usulca. "Beni korkutan, yanmak değil… Sensiz kalmak."
Boğazıma bir düğüm oturdu. Kalbim, göğsümde sabırsızca çırpınıyordu. Behram parmakları ile yanağımı hafifçe okşadığın da tenime bir ürperti yayıldı.
"Beni kendinden uzaklaştırma," diye fısıldadı. "Bırak, birlikte savrulalım. Ateş de olsak, kül de olsak… Yeter ki birbirimizden vazgeçmeyelim."
Behram başını hafifçe eğerek, dudaklarını usulca çeneme dokundurdu. Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken, parmak uçlarıyla belime çizdiği daireler beni nefessiz bırakıyordu.
“Senin tenin,” diye fısıldadı, sesi kalbimi titreten bir melodi gibiydi, “ateş olsa bile, ben yanmaktan korkmam, Aydan. Senin dokunuşun, dudaklarının titrek fısıltısı... hepsi benim için bir cennet.”
Gözlerimi ona kaldırdım, ama o çoktan bakışlarıyla beni esir almıştı. Parmaklarını çeneme yerleştirdi
“Kaçmaya çalışma,” dedi, sesi derin ve büyüleyiciydi. “Beni istemediğini söyleyemeyeceğini biliyorum. Beni istemediğini hissettiremeyeceğini...”
Gözlerimi kapattım bir an. İçimde fırtınalar koparken ona nasıl karşı koyabilirdim? Onu nasıl yakabilirdim ki, zaten çoktan içimde yanarken?
Yavaşça gözlerimi açtım, ellerimi onun avuçlarına bıraktım.
"Öyleyse," dedim, "tutuşmaya hazır ol, Behram ağa ." behram güldü ardından ise uzanıp dudaklarıma kısa bir öpücük kondurduktan dudaklarının sonra ki adresi açık boynum oldu.
Behram’ın dudakları boynumun kenarına kayarken, tenime bıraktığı her sıcak nefes içimdeki ateşi daha da harlıyordu. Ellerini belimde sıkıca hissettiğimde, irademi kaybetmeye başladığımı fark ettim.
"Beni bu kadar yakıp sonra geri çekilemezsin, Aydan," diye fısıldadı, sesi tehlikeli bir şehvetle titriyordu. "Beni alevlerinin içine çekiyorsun… ama ben bundan kaçmayacağım."
Dudakları, boynumun çukurunda duraksadı, nefesi tenime titreyerek çarptı. İçimdeki arzuyu dizginleyemez hale gelmiştim. Ellerimi ensesine doladım, parmaklarımı saçlarının arasına gömdüm ve başını yüzüme daha da yaklaştırdım.
"Seni yakarım, Behram," dedim, sesim aramızdaki elektriği daha da ateşleyen bir fısıltıydı. "Seninle yanarım, küle dönerim ama seni asla bırakmam."
Behram iç çekerek gözlerini kapadı, alnını alnıma yasladı. "Beni yak, Aydan," diye hırladı neredeyse. "Ama sonra o küllerin içinden beni tekrar yarat. Sadece senin ellerinde doğmak istiyorum."
Bu sözler içimi paramparça etti, ardından en derin arzularımı yeniden birleştirdi. Dudaklarım, dudaklarının hemen önündeydi. Geri çekilip bu ateşi söndürmek imkânsızdı artık.
Son bir tereddütle baktım ona. "Beni bu ateşin içine sürüklüyorsun," dedim.
Behram, yüzüme hapsolmuş bakışlarıyla dudaklarıma doğru eğildi. "Hayır, Aydan," diye fısıldadı, dudakları nihayet benimkine dokunurken. "Biz bu ateşi birlikte yarattık." dediğinde artık kaçışımız yoktu çünkü ikimizde bir birimizi arzuluyorduk. Belki herşey bir anda olmuştu, bir anda ona kapılmıştım, bir anda onu sevmiştim, beklemeden, sabırsız bir yüreğin kurbanı olmuş gibiydi.
Behram ise tereddüt etmeden beni kendine çekmişti, sevmeyi bekleyen, sevilmeyi bekleyen yüreği ile.
bazen düşünüyordum da bencillik mi yaptım diye? Behram ile ilk karşılaştığımız da bu topraklar benim cehennemim demişti ve ben onun hayatına girerek bu topraklara belki de onu tutsak etmiştim.
Nefeslerimiz bir birine karışıyordu, dilim ile kuruyan dudaklarımı ıslattım. Behram ise öpmek için hamle yapacağı sırada odanın içi telefon zil sesi ile doldu, sesi duymamız ile ikimizde istemsizce irkildik
Behram nefesini dışarı verip " tam zamanında yaa" diye söylene söylene elini cebine attı, telefonu çıkarıp arayan kişiye baktığın da beklemeden telefonu açtı.
Bir süre karşı tarafı dinledi, arayan her ne dedi ise kaşları çatıldı. Bir süre daha karşı tarafı dinledikten sonra hiç bir şey söylemeden telefonu kapatıp cebine koydu " benim çıkmam lazım" dedi ve acele ile anlıma öpücük kondurup
" uykun gelir ise uyu bekleme beni" dediğinde " nereye bari onu söyle arayan kimdi? neler oluyor behram?" behram geri çekilip yüzüme baktı " önemli bir şey değil sen dediğimi yap tamam mı?"
Söylemeyeceğinin anladığım da sadece başımı salladım, behram gülümsedi ve son kez saçlarıma öpücük kondurup hızla odadan çıktı. Ben ise öylece arkasından baka kalmıştım, arkasından bakarken tek yapa bildiğim " lütfen behrama bir şey olmasın " duası oldu...
🤍🤍🤍
Behram uzaktan deponun önüne baktı, etrafta kimse yoktu ve bu durum oldukça garipti " abi dijvan ağam ile yanında ki kadın içeri de gördüğümüze göre 2 kişiler gibi ama emin değiliz" behram başını sallayıp arkasını döndü, azamet aşireti buradaydı.
Behram gözlerini kısmış, karşısındaki adamları dikkatle süzüyordu. Azamet Aşireti'nin üyeleri sessiz ama tehditkâr bir şekilde bekliyordu. Hava gergin, sessizlik neredeyse kulak tırmalayıcıydı. Behram'ın sesi kararlı ama alçaktı
“Adem Kara bu işin içindeyse, işler sandığınızdan daha da karışık demektir,” dedi. “Bu sadece bir adamın husumeti değil artık… Bu, iki aşiretin kaderini belirleyecek bir hesaplaşma.”
Adamların arasında kısa bir homurtu yayıldı. Bazıları Behram’a inanmak istemiyor gibiydi, ama onun ne zaman yalan söylediğini ayırt edebilecek kadar da tanıyorlardı.
İçlerinden biri, genç ama yüzü çatık, öne çıktı:
“Behram ağam , peki şimdi ne yapacağız? İçeri dalıp Dijvan ağayı mı alacağız, yoksa bekleyecek miyiz?”
Behram derin bir nefes aldı. Depoya bir kez daha göz gezdirdi. Camların arkasında bir gölge kıpırdandı. Kaşlarını çattı.
“İçeri dalmak aptallık olur,” dedi. “Adem Kara bizi bekliyor olabilir. Sessizce içeri sızmamız gerek. İki kişi benimle gelsin, diğerleri arka çıkışı tutsun. O kadın da önemli biri olabilir, onu da sağ çıkarmamız lazım.”
Kısa bir sessizlikten sonra iki adam öne çıktı. Behram başını salladı ve belinden tabancasını çıkarıp kontrol etti.
Behram silahını kontrol ettikten sonra göz ucuyla öne çıkan iki adama baktı. Biri Rojhat’tı, diğeri ise sessizliğiyle tanınan Delil. Güvendikleri adamlardı.
“Rojhat, sağdan dolan. Delil, sen benimle geliyorsun. Sessiz olun, içeride neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz,” dedi Behram ve öne eğilip çömelerek ilerlemeye başladı.
Deponun arkasına geldiklerinde Behram ve Delil arka kapıdan içeri sessizce süzüldü. Loş ışıkta depo neredeyse bomboş görünüyordu ama içeride yoğun bir sessizlik hâkimdi; bu sessizlik, yaklaşan fırtınanın habercisi gibiydi.
Behram bir elini kaldırıp Delil’e dur işareti verdi. Birkaç adım önde, tahtadan yapılmış eski rafların arkasında ayak sesleri duyuldu. Ardından, boğuk bir erkek sesi:
“Sadık, kadın hâlâ ayılmadı. Ne yapalım?”
Sadık denilen adam daha sert, keskin bir ses tonuyla cevap verdi
“Bekleyeceğiz. Adem abi net talimat verdi. Kimseye dokunmayacağız, sadece gelen olursa gerekeni yapacağız.”
Behram hemen anladı: Adem Kara burada değildi. Bu sadece bir pusu yeriydi. Kaşlarını çattı ve fısıltıyla Delil’e döndü:
“Adem Kara dışarıda bir yerlerde. Bunlar sadece piyon.”
Rafların arasından süzüldüklerinde iki adamın silahlı bir şekilde nöbet tuttuğunu gördüler. Biri uzun boylu, yapılıydı—muhtemelen Sadık. Diğeri ise genç, ama yüzünün sol tarafında derin bir yara izi vardı; iz, gözünün hemen altından çenesine kadar iniyordu ve sanki o yara, onun gülümsemeyi unuttuğunu simgeliyordu.
Sadık aniden dönüp arkaya baktı, bir ses duymuş gibi. Ama o anda Delil hamlesini yaptı. Depodaki eski bir varili devirdi. Gürültüyle birlikte dikkatler dağıldı. Behram hiç tereddüt etmeden öne atıldı, Sadık’a silahını doğrultup:
“Silahı bırak, yoksa senin sonun olur!” diye haykırdı.
Sadık refleksle silahına davrandı ama Behram ondan hızlıydı. Ateş etmedi; onun yerine Sadık’ın koluna nişan aldı. Silah yere düştü, Sadık acı içinde dizlerinin üzerine çöktü.
Yaralı yüzlü genç saldırıya kalktı ama Delil onu yere yatırdı, silahı başına dayadı.
Behram Delil’e bir işaret verdi, delil başını sallayıp dijvanın yanına gitti ve arkasına geçip ipleri çözdü, Ellerini serbest bırakılması ile Dijvan, birkaç saniye sendeledi ama sonra bir anda doğruldu. Yüzündeki yorgunluk yerini derin bir öfkeye bıraktı. Gözleri doğrudan Sadık’a kitlendi sonra da dönüp Nur a baktı
Nur, birkaç metre ötede, duvara yaslanmış haldeydi ve başında aşiretten iki adam duruyordu . Hâlâ tam olarak kendine gelememişti, ama gözleri açık, olup biteni izliyordu
Dijvan bir adım attı, sonra bir tane daha. Her adımı zeminde yankılanıyordu. Sadık, göz ucuyla ona baktı ama hemen başını eğdi. Korku, dizlerinin titremesine yetmişti . Dijvan’ın gözleri öfkeyle yanıyordu. Gergin kasları, nefesi, yumruğunun hâlâ ıslak kanla parıldayan izi… Hepsi birer sessiz fırtına gibiydi. Behram bile bir an geri çekilip bu hesaplaşmaya karışmamayı tercih etti.
Dijvan Sadık’a doğru bir adım daha attı, bu kez eğilerek göz hizasına indi. Göz göze geldiklerinde Sadık’ın yüzü kül gibi solmuştu.
“Sana ne söz vermiştim Sadık?” dedi, sesi kısık ama içinde kıyamet kopuyordu. “Senin ölümün benim elimden olacak demiştim, değil mi?”
Sadık inledi, kelimeler ağzından zorla döküldü " lütfen ağam yapma etme" diye yalvardı, dijvan sadığın sözlerini umursamadan sadığın yüzüne yumruğunu geçirdi, sadık yere doğru devrildiğinde, dijvan üzerine çıktı ve yüzüne ardı ardına yumruğunu salladı.
" ulan gözümün önünde kıza dokundun şerefini siktiğimin salağı bunu senin yanına kolay kolay bırakacağımı mı sandın sen o kirli ellerini nur ' a uzattıktan sonra çoktan ölümünü kendin yazdın , sen bana sığınmış bir kadına yan gözle baktın" dedi ve arka arkaya yumruklarını sadığın yüzüne indirdi.
Sadık yere yığılmıştı. Vücudu darmadağın, bilinci gidip geliyordu. Nefesi kesik kesik çıkarken birden, yakasından yeniden kavrandı. Gözlerini açmaya çalıştı, ama karşısındaki bakışları görünce titredi.
Dijvan, yavaşça çömeldi, yüzünü Sadık’ın kulağına yaklaştırdı.
“Sana o eli kıracağımı söylemiştim...” dedi kısık ve karanlık bir sesle, “...Nur’un korkusunun bedelini, senin kemiğinde yazacağım.”
Sonra aniden Sadık’ın sol kolunu yakaladı. Behram ve Delil bir adım geri çekildiler. Sadık ne olduğunu anlamadan önce kolu omzundan savruldu.
“Hayır, yapma—!” diye haykırdı ama sesini çığlık bastırdı.
Dijvan kolu ters yöne büktü, sert bir dönüşle dirsekten çevirdi. Bir çatırtı duyuldu—sert, boğuk ve keskin. Sadık’ın çığlığı depoyu inletirken, kolu garip bir şekilde yan tarafa sarktı.
Kırılmıştı. Hem de temiz bir kırık değildi.
Dijvan birkaç saniye elini kolun üzerinde tuttu. Sonra bırakıp doğruldu. Gözlerinde pişmanlık yoktu—sadece hak edilmiş bir cezanın ardından gelen sükunet vardı.
Dijvan Sadığın acı çığlığını duymazdan gelip sağdığın üzerine tekrar eğildi, sadık korku ile irkilirken dijvan " " şimdi adem karaya selamımı ilet de ki kız bundan sonra dijvan ağanın himayesi altındaymış, bir problemi varsa bana gelecek, itlerini göndermesin sıkıysa kendisi çıksın karşıma" dedi tehtitkar bir şekilde
Dijvan, Sadık’ın sol kolunu kırdıktan sonra bir süre öylece durdu. Yumruklarını sıkmış, derin nefeslerle öfkesini dizginlemeye çalışıyordu. O sırada bir şey hissetti—biri ona bakıyordu.
Başını yavaşça çevirdi.
Köşede, loş ışığın altında, Nur duruyordu. Gözleri hâlâ korku doluydu ama içinde bir başka şey daha vardı… güven. Sanki yıllardır aradığı sığınak tam karşısında duruyordu.
İkisi de bir süre birbirlerine baktı. Zaman durdu o an. Depodaki kan, acı, çığlıklar… hepsi arka planda silinip gitti.
Nur bir adım attı. Sonra bir tane daha.
Ve bir anda, hızla yürüyerek Dijvan’ın yanına geldi. Düşünmeden, tereddüt etmeden, gözyaşlarına engel olamadan ona sarıldı. Kollarını sımsıkı doladı. Titreyen bedeni, sonunda kendini güvende hissediyordu.
Dijvan, bu sarılmayı beklemiyordu.
İlk başta afalladı. Kolları iki yana açık kaldı. Gözleri bir an Delil’e, ardından Behram’a kaydı. Ama sonra, Nur’un yüzünü göğsünde hissettiğinde… kalbindeki buz çatladı. Sol eli yavaşça Nur’un sırtına uzandı, ardından diğer eliyle omzunu sardı.
Hiçbir şey söylemedi.
Söze gerek yoktu.
Bu sarılma bir teşekkür değildi sadece. Bu, “beni korudun”un, “yalnız değildim”in, “artık güvendeyim”in sessiz ifadesiydi.
Dijvan’ın göğsünde taş gibi duran yorgunluk, bir nebze hafifledi. Gözlerini kapattı, sadece bir anlığına... ilk kez, savaşmayan bir nefes aldı.
Behram başını çevirdi, Delil derin bir iç çekti.
Dijvan’ın yüreği titredi. Nur’un korkudan titreyen vücudunu kollarının arasına sıkı sıkı sardı. Onun vücut ısısı, korkusuyla karışan bir soğuklukla dokunuyor, ama aynı zamanda bir güven arayışı, bir umut arıyordu. Kollarını daha da sıkıştırdı. Bir an, gözleri kapalı, her şeyin kaybolduğunu, sadece o anın var olduğunu hissetti. Ne kelimeler, ne açıklamalar… sadece bu sıcaklık vardı, bu sessiz bağ.
Sözler yoktu. Her şeyin anlamsız olduğu, sadece kalp atışlarının duyulduğu bir an vardı. Dijvan, derin bir nefes aldı, her şeye rağmen kalbi hızla çarpıyordu. Nur’un sığındığı o an, onun ruhuna dokunuyordu. Bir an düşündü; belki de bu, onun için hayatta hissettiği en gerçek, en güçlü bağdı.
Nur, başını biraz daha kaldırıp, onun göğüsüne yaslandı. Gözlerini kapatmıştı ama hâlâ titriyordu. Kalbi hızla çarpıyordu ama artık korkusu, güvenin içinde eriyordu. Huzur, her şeyin ötesinde, ellerinde, göğsünde ve yüreğinde hissediliyordu. Bu sarılma, ona her şeyin geçeceğini, her şeyin yoluna gireceğini anlatıyordu.
Dijvan, sessizce gözlerini açtı. Gözleri Nur’un başında, omuzlarında, o titreyen vücutta sabit kaldı. O an, hiç beklemediği bir şeyin farkına vardı—bir yürek, başka bir yüreği, sevgi ve güvenle buluyordu. Hayatta hiçbir şey bu kadar saf ve bu kadar gerçek olamazdı. Ve belki de, hayatındaki tek şeyin bu olduğunu düşündü: Birinin güvenini kazanmak.
Bir süre daha suskun kaldılar. Cümlelerin bir anlamı yoktu. Kelimeler, bu anın içinde kaybolmuştu. Yalnızca kalp atışları vardı—güçlü, hızlı ve birbiriyle uyum içinde.
Sonunda, Dijvan biraz daha gevşedi. Kollarındaki Nur, hâlâ hafifçe titriyordu ama artık çok daha sakinleşmişti. Bir anlığına, başını eğip burnunu Nur ' un saçlarına daldırdı ve derin bir nefes aldı.
“Geçti…” dedi Dijvan, sesi neredeyse fısıldayarak, ama o kadar gerçekti ki. “Geçti.”
Ve o an, ikisi de birbirine sarıldıkları bu sessiz anın içinde, kalpten kalbe bir anlaşma yapmış gibiydiler. Bu an, her şeyin ötesindeydi. Ve belki de, her şeyin başlangıcıydı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |